VII. ULUSLARARASI TÜRK SANATI, TARİHİ ve FOLKLORU KONGRESİ/SANAT ETKİNLİKLERİ
58
GİRİŞ
Bir ülkenin dış politikasına şekil veren temel unsur dünya siyasi
konjonktüründeki yeri olmakla beraber, bunun yanı sıra ülkenin dış politikasının
temel unsurlarını oluşturan ve bu unsurlara şekil veren çok sayıda etken
bulunmaktadır. Bunlar; barışın korunması, diğer ülkelerle işbirliği, askeri kaygılar,
kamuoyu ve dış politikaya yön veren kişi ve kurumların konumu ve görüşleridir
(Yılmaz, 2003: 22).
Bu anlamıyla düşünüldüğünde Atatürk dönemi uygulanan dış politikayı
daha iyi anlayabilmek için bu politikayı oluşturan şartları yani I. Dünya Savaşı
sonrası dünya siyasi konjonktürünü ve bu siyasi konjonktür içerisinde Osmanlı
Devleti’nin durumunu incelemek gerekmektedir. Siyasi ve ekonomik mücadeleler
sonrasında patlak veren ve 1914–1918 yılları arasında süren I. Dünya Savaşı,
savaşa sebebiyet veren nedenleri ortadan kaldıramadığı gibi, hem yenen hem de
yenilen devletler açısından yeni ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlar ortaya
çıkararak sona ermiştir (Sander, 1998: 349).
Bu sorunların birincisi; sanayi işçileri ve hükümetler arasındaki siyasal
işbirliği denemeleri yeni bir devlet anlayışını ortaya çıkarmış, ikincisi; savaş
sonrasının acıları ve bunun yarattığı propagandalar yeni bir savaşın habercisi
olmuş, üçüncüsü; savaş öncesinin ekonomik refahı sarsılmış ve dördüncüsü;
dünyadaki güç dengesi bir daha dönmemek üzere ABD’ye geçmiştir (Sander,
1998: 354-355).
Yine bu savaş sonucunda Çarlık Rusyası, Almanya, Avusturya-Macaristan
ve Osmanlı imparatorlukları parçalanmıştır. Çarlık Rusyası’nın yıkılışından sonra
kurulan Sovyet Rusya büyük bir iç savaşın içine itilmiş, ABD yeniden isolation
(yalnızcılık) politikasını benimsemiş ve bunların yanında Fransa’nın Almanya’ya bir
daha kendisi için bir tehdit oluşturmaması amacıyla imzalattırmaya çalıştığı
anlaşma için İngiltere’nin desteğine ihtiyaç duyması ve İtalya ve Japonya’nın,
İngiltere’ye karşı denge oluşturabilecek bir güce sahip olamamaları nedenleriyle, I.
Dünya Savaşı’nda gücü azalmasına rağmen, savaş sonrası dünyanın
düzenlenmesi görevi İngiltere’ye kalmıştı (Sander ve Armaoğlu, 1992: 151-155).
Savaş sonrasında Osmanlı Devleti’ne baktığımızda; 30 Ekim 1918’de
Osmanlı Hükümetine imzalattırılan Mondros Mütarekesi, İtilaf Devletleri’nin savaş
sırasında yapılan gizli antlaşmalar ile belirtilen yerleri işgal etmelerine olanak
tanımakla birlikte bu iki hükmü de öngörmekteydi:
1- Boğazlar bölgesi işgal altına alınacak.
2- İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri bölgeleri işgal
edebileceklerdi.
Mondros bir mütareke olmakla birlikte esasen İtilaf Devletleri açısından
Osmanlı Devleti’nin paylaşımı antlaşması idi. Özellikle bu antlaşmanın 7. maddesi
ile buna kılıf uydurulmuştu (Akarslan, 1984: 12)
Ayrıca, İtilaf Devletleri antlaşmalarda ifade edilen Mezopotamya ve Kilikya
gibi sınırları tarihsel olarak belli bölgelerin sınırlarını kendi çıkar bölgeleri
doğrultusunda genişleterek (ki bu iddialarını İngiliz kaynaklarına dayandırmışlardır)
Türklere bırakılacak yerleri Anadolu içlerinde küçük bir bölge ile sınırlandırmaya
çalışmışlardır. Bütün bu gelişmeler, barış görüşmelerinde İtilaf Devletleri’nin
Türklere karşı hoşgörü ile yaklaşmayacaklarının göstergesiydi (Criss, 2000: 14).
Birinci Dünya Harbi’nin yenilgiyle sonuçlanmasından gerekli dersleri
çıkaran Atatürk, Türk Devleti’nin parçalanmış geçmişini Osmanlı tarihinde benzeri
VII. ULUSLARARASI TÜRK SANATI, TARİHİ ve FOLKLORU KONGRESİ/SANAT ETKİNLİKLERİ
59
görülen fetihlerle yeniden kurmayı hiç düşünmedi. Atatürk’ün amacı, Türk
Devleti’nin özgürlüğünü kazanması ve yaşama kabiliyetini elde etmesini
sağlamaktı. Atatürk, Anadolu’nun işgaline karşı Millî Mücadele sırasında ve
sonrasında Türk milletinin millî menfaatlerine yönelik bir dış politika belirledi.
Atatürk’ün belirlemiş olduğu dış politikasının önemli özelliklerinden biri gerçekçilikti.
I. Dünya Savaşı’nın kazanan devletleri yorgun durumdaydı ve yeniden uzun bir
savaşı göze alamayacaklardı. Bu düşünceden yola çıkarak ulusal hareketin
başlamasını sağladı. Dış politikadaki gerçekçi tutumu savaş sonrasında da devam
etti. Mesela, 1925 yılında İngiltere ile Musul sorunu sebebiyle karşı karşıya
gelmesine rağmen kaba kuvvet yoluna gitmeyip anlaşmaya razı olan bir politika
izledi. Çünkü İngiltere ile savaşmak konusunda ısrarcı davranmak belki de Musul
dışında kazanılmış olan toprakların kaybedilmesi yanında yapılması planlanan
reformların da ertelenmesine sebep olabilirdi. Bu tür bir gelişme ise Cumhuriyetin
geleceğini riske atabilirdi. Bu durum problemin çözümüne kadar daima göz önünde
tutuldu. Avrupa’daki çift bloğun ortaya çıkmakta olduğu 1930’larda Türkiye,
Avrupa’nın büyük devletleri ile sınır komşusu durumunda olduğundan bu ülkelerin
çıkar çatışmaları ve gruplaşmaları arasında kaldığı halde gerçekçi davranarak,
herhangi bir serüvene katılmaktan kaçındı (Gönlübol ve Kürkçüoğlu, 2000: 14).
Diğer taraftan Atatürk’ün dış politikasındaki önemli bir özelliği de
güvenilirliği idi. Atatürk Millî Mücadele sırasında, Misak- ı Millî’de öngördüğü
hedefin ötesinde bir amacının olmadığını söyleyip, icraatları da bunu
destekleyince, güvenilirliğini dış dünyaya kabul ettirdi. Millî Mücadeleden sonra da,
1930’lu yılların ortalarında dünyada kaba kuvvetin çoğaldığı bir dönemde, Atatürk,
bu yola ilgi göstermeden ülkesinin isteklerini dünyaya duyururken, herkes
tarafından bilinen güvenilirliği dolayısıyla anlayış ve destek topladı. Ayrıca Atatürk,
kurmuş olduğu yeni Türkiye’ye millî bir yapı kazandırmaya çalıştığı, hem iç hem dış
politikada milliyetçilik çizgisini izlediği halde, bunu aşırılığa götürmedi. 1920’lerden
itibaren İtalya,
1930’lardan sonra Almanya’da olduğu gibi milliyetçiliği ırkçı yönde
sürüklemek yerine bu akımın dışında kaldı, bu akımı savunmadı (Gönlübol ve
Kürkçüoğlu, 2000: 14-15).
Atatürk, dış politika hedeflerinin başında şüphesiz tam bağımsızlık
çerçevesi içinde millî bir devlet kurmak ilk sırayı alıyordu. Atatürk’e göre devletin
millî bir siyaset takip etmesi esastı. Ayrıca Atatürk’ün tam bağımsız Türkiye
prensibi Millî Mücadele’ye başladığı günden beri devam eden bir hedefiydi. Atatürk
1921 yılında “Tam bağımsızlık, bizim ve bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel
ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karsı yüklenmiştir. Bu vazifeyi
yüklenirken bunun uygulama yeteneği hakkında çok düşündük. Fakat netice olarak
edindiğimiz görüş bunda muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış
adamlarız… Biz yasamak isteyen haysiyet ve şerefli yasamak isteyen bir
milletiz”(Gök,1998: 5-7). Şeklindeki sözüyle de tam bağımsızlığın ne kadar önemli
olduğunu belirtmiştir.
Atatürk, dış politika hedeflerini gerçekleştirmek için barışçı bir siyaset
yürüttü. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi Atatürk’ün barışa ne kadar önem
verdiğinin göstergesidir. Türkiye bu hedefle hem içeride hem de dışarıda barışın
korunmasını temel hedef olarak aldı. Atatürk “ Barış Türkiye’nin olduğu kadar
dünya milletlerinin de muhtaç olduğu bir değerdir. İnsan mensup olduğu milletin
varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını