ampirik argümanlarla destekler. Toplumsal yasalar, âdet ve gelenekler
üzerine yaptığı incelemelerde bölgesel geçerlilik nosyonunu kullanır.
Bu nosyonu şöyle özetleyebiliriz:
Âdetler, gelenekler, yasalar, dini inançlar tıpkı krallar gibi sınırlı bir
alanda hüküm sürerler. Hükümranlıkları ikili bir otoriteye dayanır
-güçlerine (onlara inananların gücüdür bu) ve bu gücün hak sahibi hir
güç olmasına.
Protagoras bu görüşü yasa, âdet ve geleneklerin ötesine taşıyarak
onu, “ontolojik sorunlar” dahil insana ilişkin tüm sorunları kapsayacak
şekilde genişletti. Bu
Protagoras’ in güreciliğidir
.
Protagoras’m güreciliği yukarda Kseno fanes’in alayını bir ar-
gümana çeviren iki varsayımı da reddeder ve bu anlamda Ho- merosçu
dünya görüşünün temel ilkelerini onaylar. Bu, Protagoras ve
Herodot’un takipçilerinin yaşadıkları site, kavim ya da kozmik
bölgelerin sınırlarına ulaştıktan sonra daha öte bir evrensel Hakikat ya
da kutsal, evrensel Geçerlilik Ölçütleri arayışını bir yana bırakmış, belli
bir yerel düşünce demetiyle yetinmiş tembel otlakçılar olmadığım
gösteriyor. Felsefeleri atalarının yaşadığı ve çağdaşlarının gözlem ve
düşüncelerinin ışık tutmaya devam ettiği bir dünyanın kusursuz bir
yansımasıydı. Yoksa Platon’un Sokratesi’nin “Bilgi nedir?”, “Erdem
nedir?” ya da “Cesaret nedir?” gibi tüm sorulan neden karşısında hep
listelerle
cevap veren insanlar bulsun? (bu konuda krş. Dover,
Greek
Popular Morality,
Berkeley ve Los Angeles 1978). Fakat eğer dünya
görece bağımsız bölgelerden oluşmuş bir toplamsa, her türlü evrensel
yasa varsayımı
yanlış
ve evrensel norm talebi
tirancadır
: öyleyse ancak
kaba kuvvet (ya da baştan çıkarıcı bir yanılgı) farklı ahlâkları tek bir
etik sistemin emirlerine uydurabilir. Gerçekten de evrensel Doğa ve
toplum yasaları
idesi
bir ölüm kalım savaşıyla birlikte ortaya çıkar:
Zeus’un Titanlar ve diğer tüm tanrılar üstünde bir güç kazanmasıyla ve
böylece
kendi
yasalarını
Evrenin
Yasaları haline çevirmesiyle so-
nuçlanacak bir savaştı bu (Hesiodos,
Theogony
, 644 vd.).
Evrensel hakikat ve evrensel ahlâk düşüncesi Batı düşünce (ve
siyasal eylem) tarihinde önemli bir rol oynadı. Sık sık teorik öneri ve
pratik başarıların yargılanacağı kıstas olarak alındı; uygarlığın
dünyanın dört bir yanma amansız yayılışına saygınlık kazandırdı. Bu
yayılma son derece ironik bir tarzda yayılmacı kültürlerin te- cavüzkâr
kökenini ortaya çıkardı: Çünkü İlkeller (ya da Çinliler, ya da Japonlar,
ya da Hintliler) Batılı sömürgecileri gelişmiş fikirleri ve soylu
alışkanlıklarından nimetlenelim diye hiçbir zaman ülkelerine davet
etmediler. Göreci felsefelerin bu nerdeyse kaçınılmaz gelişme
karşısında hiçbir önemleri olmadığı eleştirisinde dile getirilen şey
şüphesiz doğrudur, ama bu yalnızca belli bir felsefi tutumun yaygınlık
kazanmasının argümanla değil güçle (ya da aldatmayla) sağlandığını
söyleyen göreci düşünceyi bir kere daha doğrular:
doğal görüngülerin
bölgeselliği ne felsefeciler ne bilimadamları tarafından hiçbir zaman
altedilmemiştir. Toplumsal görüngülerin bölgeselliği ise etik bir akıl
yürütmeyle uygun olmadığı gösterilerek değil, güç kullanarak
bastırılmış ya da parçalanmıştır.
Bu ifadenin ilk kısmını biraz açarsak, fiziksel dünyaya dair tektip
bir anlayış hiçbir zaman olmamıştır, bunu artık anlamak zorundayız.
Elimizde sınırlı bölgelerde işleyen birtakım teoriler var, bunları tek bir
formül içinde yoğunlaştırmak isteyen bütünüyle formel girişimler var,
bir sürü temelsiz iddia var (tüm kimyanın fiziğe indirgenebileceği
gibi), yerleşik çerçeveye uymayan görüngülerin bastırılması var; birçok
bilimadamının gerçek anlamda tek ana bilim dediği fizikte şu an öyle
(sadece formel değil) kavramsal bir tektipleşme filan vaadetmeyen en
az üç farklı bakış açısı var (en büyüklerle uğraşan görelilik, ara
bölgedeki kuantum teorisi ve en küçükleri konu alan parçacık
modelleri); algılarımız maddi evrenin dışında olup bitiyor (gövde-zihin
sorunu hâlâ çözülebilmiş değil) -ta en başından beri evrensel hakikat
tüccarları felsefelerini açıkça tartışmak yerine kabul makbuzlarıyla
insanları dolandırmayı tercih ettiler. Tek ve yegâne evrensel hakem
olarak argümanı ortaya sürenler, unutmayalım saldırı altındaki ge-
leneklerin temsilcileri değil bizzat bu tüccarlardı.
Onlar
argümanı
göklere çıkardı -ve onun ilkelerini de durmadan
onlar
çiğnedi.
Ksenofanes’in alayı bu lastikli konuşmanın ilk, en kısa ve en açık
örneğidir.
Toplumsal alanda durum daha da kötüdür. Burda yalnızca teorilerin
başarısızlığına değil insanların alçalmasına da tanık olu-
yöruz. Yalnızca birkaç iktisadi ve entelektüel ilerleme taraftan dünya
üzerindeki son derece çeşitli görüş ve kültürleri bir sorun olarak
görmüştür; ama güçle halledebileceği bir şeyi tartışmaya yanaşmış bir
politikacı, sömürgeci ya da kalkın(dır)macı bulmak için epey aramak
zorundayız (istisnalar yok mu? var, ama nadir). Öyleyse “uygarlaşmış”
toplumlann gitgide artan tektipliği güreciliğin başarısızlığını değil, olsa
olsa gücün her türlü farklılığı sıfırlama kudretini gösteriyor.
Ksenofanes’in temel varsayımlarının (A ve B) bazı çağdaşlarımız
tarafından hiç eleştirilmeden kabul edildiğini gösteren bir örnekle
tartışmamızı sonuçlandırmak istiyorum. Bu örnek bir teori ya da felsefi
görüş değil, Czeslaw Milosz’un bir şiiri. Oldukça naif bir şiir ve hatalan
birkaç satırla kolaylıkla gösterilebilir. Bu, insanların hayatlarına etki eden
sorunlar üzerinde düşünmeyi buyana bıraktığı ve sanatkârane bir şekilde
bir araya getirilmiş boş ifadelerin sağduyudan bile güçlü olduğu anlamına
mı geliyor? Bilemiyorum. Ksenofanes’in tuhaf görüşleri vardı -fakat bir
zekâ (ve humor) da sergiliyordu. Aşağıdaki şiirde böyle bir şey ara ki
bulasın :
BÜYÜ
1 İnsan aklı güzeldir, mağrur ve yenilmezdir Ne demir parmaklıklar, ne
dikenli teller, ne fırına gönderilmesi kitapların
Ne de sürgün ona karşı muzaffer olabilir.
Dilde evrensel fikirler bina eder 5 Tutar yazdırır ellerimize
büyük harflerle Hakikat ve Adalet Sonra yalanı ve zulmü
küçük harflerle.
Koyar şeylerin üstünde olması gerekeni.
Umutsuzluğun düşmanı, umudun dostudur.
Nedir bilmez Musevi’yi Yunanlı’dan köleyi efendiden ayıran
10 Ve açar dünya malikânesini yönetimimize.
Bozulmuş sözcüklerin kirli çatışmasından
Sade ve saydam sözcükler bağışlar bize.
Der ki, güneşin altındaki her şey yenidir.
Serer kaskatı yazısını geçmişin önümüze.
Dostları ilə paylaş: |