Ksenofanes ilk Batılı entelektüellerdendi. Ardıllarının birçoğu gibi
kibirli, çenesi düşük bir adamdır. Fakat onlardan farklı, oldukça sevimli
bir yanı da vardır. Dört dörtlük argümanlar vermemiş -Aristoteles’in onu
“biraz kaba” bulması (
agroikoteros:
Met. 986b27) ve okuyuculardan onu
tümüyle bir yana bırakmalarını istemesi bu yüzdendir- fakat etkili hatlar
ortaya koymuştur. Eski efsaneler şakıyarak Yunanistan ve İyonya arasında
mekik dokur ama onları eleştirmeyi, alaya almayı da ihmal etmez. “O,
yani 6. yüzyılda bir Yunanlı, geleneksel efsaneleri eski uyduruk şeyler
diyerek reddetme cesareti gösterdi!”, diye yazar Hermann Frankel
(Wege
und Förmen Frühgriechischen Denkens,
Münih 1968, s.341). Ağıt ve
destan gibi eski anlatı biçimlerini hâlâ kullanıyordu. Frankel’in gönderme
yaptığı fragman (Diels- Kranz numaralandırmasıyla Fragman Bl) şöyle
seslenir:
Temiz taş döşeme, eller ve kadehler temiz
hizmetkâr taptaze çelenkler oturtuyor başlara.
Keskin belesan kokusu küçük bir şişe geziyor elden ele
ince lezzetler kımıldıyor tepside bizi bekleyen ve som
keyif vaadeden farklı bir şarap yumuşak, güzel kokulu
bakıyor yanıbaşımızda testide.
Ve tam ortada kutsal kokular yayan bir buhur,
beride soğuk su, lezzetli, diri, dupduru.
İşte o sultan sofrasında altın sarısı ekmek
tepeleme bal, tepeleme peynir.
Ve tam orta yerde tepeden tırnağa çiçek kaplı bir sunak
ve şen şarkılar çınlıyor evin dört köşesinde.
Fakat tanrısını seven insanlara yakışan önce niyaz etmektir tertemiz
sözcükler ve yerinde hikâyelerde, ardından hep birlikte tanrılar
şerefine bir parça şarap dökülür yere ve “tanrım aklıselimimi alma,
bana güç kuvvet ver,
yüzümü kara
çıkarma” diye dua edilir (her şeyden önce gelen kaygıdır bu).
Tüm bunlardan sonra
bir de şölenin bitiminde eve gitmek için
sadece ihtiyarların bir köleye ihtiyaç duyması şartıyla
canının çektiği kadar içmek aşırı bir davranış değildir.
Bir insan kafayı parlattıktan sonra, ne büyük şeyler başardığını,
nasıl erdemlerinden ödün vermediğini, hâlâ hatırlayabiliyorsa,
Gerek yok anlatmasına Titanlar, Devler
ve hattâ kentaurlar arasındaki savaşları
- atalarımızın uydurmaları, t
ya da kentteki çatışmaları - hiçbir yaran yok bunların.
Fakat hiçbir zaman tanrılara saygıda kusur etmemeli insan.
Şiir ilginç özellikler sergiliyor. Önce ortam: insanların tannlan
andığı ve aşın içmediği, birtakım sınırlar getirilmiş bir şölen. Al- kaeus
gibi ozanlar içmek için içmeye övgüler dizer ve Lidyalıları taklit edenler
“işi öyle ileri götürüp içlerinden bazılan sarhoşluktan güneşin ne
doğduğunu ne de battığını görebilecek” haldeyken (Athenaeus’un 3.
Fragman sonundaki ifadesi) Ksenofanes, sofra arkadaşlarına, eve gitmek
için sadece yaşım başını almışların bir köleye ihtiyaç duyacağı şekilde,
tevazu içinde içmelerini tavsiye eder. Fragmanı açıkça bu gözlemlere
borçluyuz: MÖ 1. yüzyılda yaşamış Attalealı Athenaeus fragmanın tıbbi
açıdan yararlı bilgiler verdiğini fark ederek onu beslenme ve perhiz
hakkmdaki kitabına almıştır.
İkinci ilginç özellik konuşmalann içeriğindedir: bunlar destanlara
konu olmuş işler ya da savaşlardan bahsetmez; konuşanların kişisel
deneyimlerini aktarırlar -“ne büyük şeyler ba- şardıklannı, nasıl
erdemlerinden ödün vermediklerini” anlatırlar. Ksenofanes’e göre bu
konular ne Homeros’un (ki Homeros demokratik Atina’da bile resmi
eğitimin temelini oluşturuyordu: bkz. T.B.L. Webster,
Athenian Culture
and Society,
University of California Press
1973, 3.
Bölüm) ne de atletizm
çılgınlığının
bir adım öteye götürdüğü şeylerdi:
Bir insan, diyelim ki ayağına tez, geçiyor kiminle yanşa girse
diyelim şu Pisa sularına bitişik Olimpos Dağı’ndaki
tanrının korusunda
beş kişilik oyunda herkesten üstün; diyelim güreşiyor ya da o zorlu
boksörlük işinde usta, ya da şu Pankreas dediğimiz müthiş
kapışmada bir numara- çevresinde büyük bir şeref bahşedilecektir
ona.
Savaş ve oyunlarda baş köşeye buyur edilecektir cebinden beş
kuruş çıkmadan yiyecektir canının istediğini
armağanlara boğulacak, mal mülk kapıları açılacaktır önüne ve tüm
bunlar binicilikte usta birisi için de geçerlidir, yani benden üstün
olmayan birisi için.
Benden üstün değil diyorum, çünkü benim erdemim, insanların ve tez
ayaklı atların bedensel kuvvetinden kat kat daha yeğdir.
Hayır, kaba kuvveti, yararlı başarılardan üstün tutan bu geleneğin bir anlamı
yok
Bir anlamı yok onu daha fazla alkışlamanın.
Ne kazancı olabilir sitenin usta bir boksöre bakmaktan, ya da beşli oyunda usta
birini ya da iyi bir güreşçiyi ya da tüm yarışmalar arasında en gözde tutulan
atletizmde sivrilmiş dört dörtlük bir koşucuyu beslemekten.
Pisa’daki bir yarışma sitenin keyfine çok az bir keyif katar çünkü yarışmayla
kentin ambarları dolmaz.
“Bu insanların (atletlerin) aç gözlülükle yiyip içmeleri bizi şaşırtmıyor”,
diye yazar Athenaeus (yine bu fragmanı da onun sayesinde okuyabiliyoruz).
“Oyunlara katılan herkes çok yemek yemeye ve çok idman yapmaya
çağrılıyordu.” Onları örnek almanın, onlara hürmet etmenin siteye hiçbir
yaran yok, der Ksenofanes de.
Ancak Ksenofanes zamanının kültürel eğilimlerine karşı çıkmakla
yetinmez. Günümüz düşünürlerinin büyük bir kısmına göre, aynı zamanda
onların temellerini de açığa çıkartır ve
eleştirir.
Hepsinden önemlisi de
insanlara benzeyen, tarihin akışına etki eden destan kahramanları gibi zalim,
öfke dolu ve intikamcı tanrılar olduğu düşüncesini eleştirir. İşte bu eleştiri,
sonraki Ksenofanes hayranlarının söylediğine göre, akılcılığın doğumuna yol
açmıştır. Doğru mu bu? Ksenofanes’in geleneksel düşünce biçimlerine
yönelttiği eleştiriler gerçekten birçok felsefecinin inandığı kadar nüfuz edici
ve bereketli şeyler mi? Gerçekten bunlar bizi tannların insani özellikler
taşıyan ve bu dünyada faaliyet gösteren varlıklar olduğunu söyleyen eski
düşünceyi terk etmek zorunda bırakıyor mu?
Bilindiği gibi Ksenofanes’in “argümanı” çok kısadır. Şu düşüncelerden
oluşur:
Hepsini Tanrılara yüklediler Homeros ve Hesiodos Ne kadar ayıp ve kusur varsa
insanlar yanında:
Çalma, zina etme ve birbirini kandırma...
Dostları ilə paylaş: |