Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə46/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   135

bir yana bırakarak biz, tüm insanların (A) önermesini kabul etmediğini ve
gerek Ksenofanes’ ten önce gerekse sonra
 onu açıkça reddetmiş yazarlar ve
kültürler olduğunu belirtelim. Örneğin Poseidon (
İlyada
 15, 187 vd.) şöyle
söyler [Lattimore çevirisi]:
... Biz üç kardeş olduğumuz için Kronos’un dölü, Rheia’dan doğma
Zeus, ben ve Hades, ölülerin kralı.
Her şey aramızda üçe ayrıldı, birer bölge verildi her birimize.
Kurada ben gri denizi çektim ebedi ikametgâh olarak
Hades’in payına sis ve karanlık düştü
Zeus’a geniş gökyüzü, bulutlarda oturacaktı o aydınlık havada.
Fakat yer ve başı dumanlı Olimpos üçümüzündür.
Onun için Zeus’la hiçbir şeyde hemfikir değilim.
Bırakalım Zeus dursun durduğu yerde hissesine düşen bölgeye razı,
sakin ve tüm yetkileriyle.
Bu  bölüme  göre doğal  dünya tıpkı siyasal  dünya gibi  farklı  (doğal)
yasalara   tâbi   alt   bölgelere   ayrılır.   E.M.   Cornford   bu   bölümü   tartışır   ve
içerdiği terimlere açıklık getirir  
(From Religion to Philosophy,
 New York
1965,   s.16).  “Hisse”   olarak   çevrilen  
Moira
  (İngilizce  “share”)  “parça”
(part),  “nasip”  (alloted   part)  demektir   -“kader”  (fate)  ya  da   “baht”m
(destiny)  orijinal   anlamı  da   budur.   Poseidon’un   itirazı   insanlar   gibi
tanrıların da birer  
mo- riai’len
  olduğunu gösterir: her tanrıya eylem alanı
olarak dünyanın doğru dürüst tanımlanmış bir parçası verilmiştir. Parçalar
birbirinden   ayrı   olduğu   gibi   niteliksel   olarak   da   farklıdırlar   (gök,   su,
karanlık); ve varoluşlarına ancak belirli niteliklere sahip birer bölge olarak
başlayıp   daha   sonra   kozmoz  içinde  dolaşabilecek   birer   töz   haline   gelen
elementleri anıştırırlar. Bir tanrının nasibi olan bölge onun statüsünü de
(time)
  -yarı-toplum-   sal   bir   sistem   içindeki   konumunu   da   belirler.   Bu
statüye kimi zaman onun dokunulmazlığı da 
(geras
) (privilege) denir. Böl-
gesi   içinde   tanrının   hükümranlığından   sual   edilmez;   fakat   onun   da
bölgenin   sınırları   dışına   taşmaması   gerekir,   yoksa   gücendirdiklerinin
mukavemetiyle (
nemesis
) karşılaşır. Bu anlamda genel olarak dünya, farklı
parçaları üzerinde farklı ilahi varlıkların hüküm sürdüğü bir toplam olarak
görülür: (B) doğru değildir.


Homerosçu   dünyanın   toplama   yapısı   yalnızca   en   büyükler   için
geçerli   değildir   -en   küçük   birim   de   aynı   yapıdadır.   İnsan   gövdesiyle
insan ruhunu tek bir birim içinde eritmiş herhangi bir  
kavram
  yoktur,
sanatçılara bu tür bir birlik haline görsel (optical) bir ifade kazandırma
imkanı verecek herhangi bir  
temsil   aracı
  da yoktur. Gerek kavramsal
gerekse görsel olarak insanlar görece bağımsız öğelerin (ön kol, üst kol,
gövde, boyun, herhangi bir şeye “bakmayan”, basitçe ait olduğu bölgeye
yerleştirilmiş bir gözü olan baş) birbirine dikilmesiyle vücut bulmuş;
somut bir insanda yalnızca kısa bir süre için konaklayan ve başka bir
yerde   ortaya   çıkması   hep   mümkün   olayların   (fikirler,   düşler,   hisler)
transit istasyonları gibi işlev gören bez bebeklere benzerler. Bizim an-
ladığımız anlamda eylem bu dünyada var olmaz; kahraman, belirli bir
olayın olması gerektiğine karar verip sonra da onu meydana getirmez,
kendisini
 şu değilde 
bu
 eylemler dizisinin 
içinde bulur
 ve hayatı ona 
göre
gelişir.
  Tüm   şeyler,   hayvanlar,   at   arabaları,   siteler,   coğrafi   bölgeler,
tarihsel art ardalıklar, bir bütün olarak kabileler bu “toplamacı” tarzda
sunulur -hepsi de “öz” ya da “töz”den yoksun toplamlardır.
Aynı şey dünya görüşleri için de geçerlidir. Dinde, belli bir fayda
kokusu alınması şartıyla, yabancı tanrıları eldeki mevcutlara katmakta
hiç tereddüt etmeyen, fırsatçı bir eklektizme tanık oluruz; aynı hikâyenin
biraz değişik biçimleri yan yana sürüp gider (bu, Herodot tarafından bir
ilke   düzeyine   yükseltilmiştir,   vii,   152,   3:  
legein   ta   legomena),
  hattâ
İyonya filozlarının (Thales, Anaksimandros, Anaksimenes) şu “modern”
ve   yeteri   kadar   çirozlaştırılmış   düşüncelerinin   bile   gelenekle   çeliştiği
söylenemez.   Tutarlı  
bilgi
  (coherent   knowledge),  yani   dünya   ve
dünyadaki olaylara ait tektip, genel bir açıklama diye bir şey yoktur. Tek
tek ayrıntıların sıralanmasını geride bırakmış kuşatıcı, kapsayıcı 
hakikat
diye bir şey yoktur, farklı kaynaklardan farklı şekillerde elde edilerek
meraklısı için derlenmiş birçok 
bilgi
 (information) 
parçası
 vardır. Böyle
bir bilgi için en iyi sunuş tarzı listelerdir ve en eski bilimsel eserler de
gerçekten   birkaç   uzmanlık   alanına   ait   olgular,   parçalar,   rastlantılar
(coincidence)  ve   problemlerden   oluşmuş   listelerdir.   Tanrılar   eksiksiz
bilgiye sahiptirler fakat bu onların nazarının yüzeyin ötesine nüfuz ettiği
ve


olayların   gerisindeki   gizli   birliği   yakaladığı   anlamına   gelmez   -teorik
fizikçi ya da biyolog değillerdir-, sadece ellerinin altındaki listelerin en
eksiksiz listeler olduğu anlamına gelir. Hattâ ilk geçerlilik nosyonları
da bahsettiğimiz duruma uygun düşen nosyonlardır: 
nomos, nemein'
den
gelir;  
İlyada’
da bu  sözcük  belirli  bir bölgeye  dağıtma  ya  da  atfetme
anlamına   gelir.   (Ayrıntılar   ve  daha   başka   örnekler   için   bkz.  
Against
Method,
 17. Bölüm, Londra 1975, ve yakında çıkacak olan 
Stereotypes
of Reality.)
Özetlersek:   (A)   ve   (B)   Homerosçu   dünya   için   geçerli   değildir;
Ksenofanes  bu dünya görüşünü reddeder ama  ona karşı herhangi bir
argüman
 vermez.
Bu   noktada   Ksenofanes’ten   sonraki   yazarlara   bakacak   olursak,   en
zekilerinden bazılarının ya onu hiç dikkate almadığı ya da ondan farklı
bir yol tutturduğunu görürüz. Ksenofanes’ten derinden etkilenmiş olan
Aiskhylos (Calogero, 
a.g.e.,
 s.293, Dipnot 16) tanrılara daha büyük ve
daha   gayri-maddi   bir   güç   atfederek   onları   daha   az   insani   bir   şekle
büründürmekle birlikte, aynı tanrıları sitenin faaliyetlerine katmakta bir
sakınca   görmez  (Athena,  
Ores-   teia’
nın   son   bölümünde   Atina
yurttaşlarının   da   bulunduğu   bir   meclise   başkanlık   eder   ve   onlarla
birlikte   oy   kullanır)   ve   böylece   onları   insani   kaygı   ve   uğraşlara
yakınlaştırır.   Dahası   Aiskhylos’un   tanrıları   Homeros’un   tanrılarından
daha   sorumlu   ve   daha   az   keyfi   bir   tutum   içindedir   ve   söz   konusu
sorumluluk   ve   keyfilik   de   yine   sitenin   standartlarına   göre
değerlendirilimektedir; bu onları, Ho- meros ve Hesiodos’un tanrılarına
oranla, insani  
eylem tarzlarına  
çok daha yakın düşürüyordu. Ve şüphe
yok   ki,   bunlar   hâlâ   eski   tanrılardı   ve   Ksenofanes’in   süper-doğaüstü-
ucubesi gibi bir tane değil, birçoktular.
Sofokles   daha   sonra   Homeros’un   tanrılarının   keyfiliğini   yeniden
canlandırdı.   İnsanlar   arasında   gözlediği   akıldışı   bir   talih   dağılımını
açıklamaya   çalışırken   bunu   eşit   ölçüde   akıldışı   ve   inatçı   tanrıların
eylemlerine yükler (örneğin bkz. 
Elektra,
 558 vd.). Cümle yapısı (
lexis
eiromene)
  ve,   aynı   efsanenin   birbirine   ters   düşen   çeşitlemelerine
hoşgörülü davranışıyla zaten biçimsel olarak toplamacı görüşü yansıtan
Herodot, ilahi etkilerin varlığını


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə