Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə48/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   135

15 İşte güzel ve çiçeği burnunda Felsefe
Ve onun îyi’ye adanmış müttefiki şiir.
Daha dün kutluyordu Doğa doğum gününü.
Ve havadisler taşındı dağlara bir unikorn ve bir yankının sırtında.
Onların dostlukları müthiş olacak, zamanlan sonsuz.
20 Onların düşmanları kendi yıkımlarını hazırlamaktalar.
“Bu dünya malikânesini” (10), “bozulmuş sözcüklerin kirli çatışması
olmadan”   (11),   yani   demokratik   bir   tartışma   olmaksızın   “yönetme
niyetindeki”   (10)   bölgesel-olmayan   Akla   karşı   çıkanları   “yıkım”   (20)
bekliyor.   Doğru   ama  Milosz’un   düşündüğü   anlamda   değil:   Batı
uygarlığının önüne çıkan, bulundukları ortamlara gayet güzel uyarlanmış
irili   ufaklı   tüm   topluluklar   “kirli   sözcüklerde   haklarını   savunmaya
çalışmalarına rağmen gerçekten de “yıkım”a uğradılar. Öte yandan soylu
Akıl   neredeyse   hiçbir   zaman   “mağrur   ve   yenilmez”   (1)  (invincible)
değildir;   peygamberler,   satış   memurları,   politikacılar   onu   her   zaman
ayaklar altına alır, aklın sözde yoldaşları niyetlerine uygun düşecek şe- •
kilde onu her zaman eğer, büker ve bozarlar. Geçmiş bilimler bizi müthiş
ve yararlı armağanlara boğdu -fakat bunu bir tek değişmez ve “yenilmez”
eyleyiciyi kullanarak başarmış değillerdir. Bugünün bilimleri ticari ilkelere
göre  yürüyen  iş   organizasyonlarıdır.   Büyük   kuruluşlardaki   araştırmalara
yön   veren   Hakikat   ve   Akıl   değil   getirisi,   bahşişi   en   bol   modalardır
(fashion)  ve bugün en  büyük kafalar  giderek  artan  bir düzeyde  paranın
olduğu  yerde,   yani   askeri  işler   etrafında  toplanıyor.   Üniversitelerimizde
“Hakikat”   değil   nüfuz   sahibi   okulların   görüşleri   öğretiliyor.  Jean
Amery’nin   ortaya   çıkardığı   gibi,   Hitler’in   hapisanelerinde   en   büyük
koruyucu güç Akıl ya da Aydınlanma değil sağlam bir inançtır (İncil’e ya
da Marksizme). “Büyük harfli Hakikat” (5) bu dünyada gücü ve nüfuzu
olmayan   bir   öksüzdür,  
ve   allahtarı   ki   öyle
;   çünkü   Milosz’un   bu   isim
altında göklere çıkardığı yaratık olsa olsa en aşağılıklarından bir köleliğe
yol açabilirdi. Çünkü O farklı görüşlere tahammül edemez -onları birer
“yalan”   (6)   olarak   algılar;   tüm   totaliter   ideolojilere   özgü   bir   tutumla
dünyayı “olması gereken”in (7) yüce doruklarından, yani kendi “yanılmaz”
hükümlerine göre yeniden kurma hakkı isteyerek kendini gerçek


insan yaşamlarının “üstünde” (7) bir yere koyar. Bir ulusu (kültürü,
uygarlığı) diğerinden ayıran ve bize  
insanları
, yani  
yüzleri  
olan (9)
yaratıkları taşıyan yegâne şeyleri, yani pek çok düşünceyi, faaliyeti,
duyguyu, yasayı, kurumu, ırksal özelliği kabul ve tanımayı reddeder.
ABD’de Kızılderililerin kültürel başarılarını, bir kere bile onların
yakasından   bakmayı   denemeden   tahrip   etmiş   ve   halen   yine   Bâtılı
olmayan kültürleri “kalkm(dır)ma” kılığında tahrip etmekle meşgul
tutum işte bu tutumdur. Demokratik tartışmayı “bozulmuş sözcüklerin
kirli   çatışmasından   (11)   ibaret   gören   işte   bu   kendini   beğenmiş   ve
halinden memnun Hakikat ve Akıl inancıdır -ve epeyce de cahildir:
felsefe   hiçbir   zaman   şiirin   “müttefiki”   (16)   olmadı,   ne   Platon’un
“felsefe ve şiir arasındaki kadim savaş” diye adlandırdığı çok eski
dönemlerde  
{Devlet
  607b6  vd.),   ne  de   Hakikatin  bilimin  araştırma
hanesine   yazıldığı,   şiirinse   duyguların   ifadesine   indirgendiği
bugünlerde.   Kendileri   ve   çocukları   için   daha   yaşanır   ve   daha
güvenlikli bir dünya yaratmaya çalışan insanların aklı (“büyük harfli”
Akıl   değil,   “küçük   harfli”   akıl)   ile   bu   akıldışı   ve   cahil   tahakküm
düşleri   arasında   ortak   çok   az   şey   vardır.   Ne   yazık   ki   sağduyu
entelektüelleri cezbedemeyecek kadar orta malı bir araçtır; zaten bu
yüzden de entelektüeller epeyden beri onu bir yana bırakmış ve yerine
kendi   kavramlarını   koyarak   siyasal   iktidara   onlara   uygun   yeni   bir
istikamet   verme   işine   girişmişlerdir.   Bunların   nüfuzunu   kırmak,
iktidar   makamlarından   uzaklaştırmak   ve   bulundukları   özgür
yurttaşların  
efendileri
  konumundan   onların   en   sadık  
hizmetkârları
konumuna indirmek zorundayız.


m. BİLGİ VE TEORİLERİN ROLÜ
A. VAROLUŞ
Yaşadığımız   dünya,   şeyler,   olaylar   ve   süreçlerle   doludur.   Ağaçlar,
köpekler,  gündoğumları;  bulutlar,   gök gürültüleri,  boşanmalar;  adalet,
güzellik, aşk; insan hayatları, tanrıların, şehirlerin ve tüm bir evrenin
hayatı.   Sıkıcı   bir   gün   boyunca   tek   bir   insanın   başına   gelen   olayları
eksiksiz bir liste halinde derlemek ve açıklamak âdeta imkansızdır. .
Herkes aynı dünyada yaşamaz. Orman korucusunu kuşatan olaylarla
ormanda   kaybolmuş   bir   kent   sakinini   kuşatan   olaylar   aynı   değildir.
Olayların   sadece   görünümleri   değil   bizzat   kendileri   farklıdır.   Bu,
yabancısı olduğumuz bir kültürü ya da eski bir ta-


rihsei dönemi ziyaret ettiğimizde iyice belirginleşir. Yunan tanrıları yaşayan
varlıklardı; '‘oradaydılar”.* Oysa bugün hiçbir yerde yoklar. Ziyaret ettiği
bir Afrika kabilesi hakkında E. Smith- Bowen “Bu insanlar çiftçidir” diye
yazar
2
:   “bitkileri   insanlar   kadar   önemli   ve   kendilerinden   sayarlar.   Daha
önce hiç çiftlik deneyimi olmayan, hattâ begonyanın, yıldız çiçeğinin, boru
çiçeğinin   nasıl   bir   şey   olduğunu   bile   tam   olarak   bilmeyen   birisiydim.
Benim için bitkiler, tıpkı cebir gibi, farklı olduğu halde aynı, aynı olduğu
halde   farklı   görünme   eğiliminde   olan   şeylerdi;   kısacası   matematik   ve
botanikle   başım   hep   dertte   olmuştu.   Hayatımda   ilk   kez   kendimi,   on
yaşındaki   çocukların   matematiği   benden   iyi   bilmediği   bir   toplulukta
bulmuştum. Bu da yetmiyormuş gibi burada yabani veya ıslah edilmiş her
bitkinin bir adı, bir kullanım biçimi vardı ve her erkek, kadın ya da çocuk
bu yüzlerce bitkiyi şaşmaz bir şekilde tanıyordu . . . [öğretmenim] beni şaş-
kına   çeviren   şeyin   kelimeler   değil   bitkiler   olduğunu   bir   türlü   an-
layamıyordu.”
Kâşiflerin karşılaştığı bu tür alışılmamış durumlar, eğer bir de onların
bildik düşünme yordamları açısından da erişilmez şeylerse, şaşkınlık had
safhaya   varır.   Bükümlü   diller   varlıkları,   belli   özelliklere   sahip   ve
birbirleriyle belli ilişkiler içinde olan şeyler olarak tarif eder: kar rüzgarda
savrulur, yere düşer, fırtınada bir perde gibi yükselir. Aynı şey, diyelim kar,
ayrı ayn birçok hadiseye kanşır. Oysa Delaware Yerlileri dünyaya ressamlar
gibi yaklaşırlar, bu hadiselerden her biri için farklı bir fırça, farklı bir renk
ve farklı bir fırça vuruşu kullanırlar.
3
 “Kar”ı ayırdetmekten geçtik, “onun”
var olduğunu bile tasavvur edemezler. “Bizim muhtemelen tamamlanmış,
bütünüyle olgunlaşmış sözcükler ya da söz parçalan kullanacağımız yerlerde
Eskimo, tek tek her bir durum için, sırf o durumu karşılamayı amaçlayan
yeni bileşimler icat eder. Kelime
1. Ulrich von Wilamowits-Mollendorf, Der Glaube der Hellerıen I, Darmstadt
1955, s. 17. Ayrıca krş. W. F. Otto, Die Götter Griechenlands, Frankfurt 1970.
2. E. Smith-Bowen, Return to Laughter, Londra 1954, s. 19.
3. “Bitişken"  (Humbotd)  ya  da  “çok-çekimli”  (Duponceau)  dillerin gerçekliği temsil etme
tarzları üzerine daha başka örnekler için krş.  Werner Müller,  In-  dianische Welterfahrung,
Stuttgart  1976,   ve   literatür.   Alıntı   s.21’den   yapılmıştır.  Yuen  Ren  Chao,  Language   and
Symbolic Systems, Cambridge 1968, 7. Bölüm’de, dilsel sınıflandırmalar üzerine çok yararlı
yorumlar bulabilirsiniz.


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə