15 İşte güzel ve çiçeği burnunda Felsefe
Ve onun îyi’ye adanmış müttefiki şiir.
Daha dün kutluyordu Doğa doğum gününü.
Ve havadisler taşındı dağlara bir unikorn ve bir yankının sırtında.
Onların dostlukları müthiş olacak, zamanlan sonsuz.
20 Onların düşmanları kendi yıkımlarını hazırlamaktalar.
“Bu dünya malikânesini” (10), “bozulmuş sözcüklerin kirli çatışması
olmadan” (11), yani demokratik bir tartışma olmaksızın “yönetme
niyetindeki” (10) bölgesel-olmayan Akla karşı çıkanları “yıkım” (20)
bekliyor. Doğru ama Milosz’un düşündüğü anlamda değil: Batı
uygarlığının önüne çıkan, bulundukları ortamlara gayet güzel uyarlanmış
irili ufaklı tüm topluluklar “kirli sözcüklerde haklarını savunmaya
çalışmalarına rağmen gerçekten de “yıkım”a uğradılar. Öte yandan soylu
Akıl neredeyse hiçbir zaman “mağrur ve yenilmez” (1) (invincible)
değildir; peygamberler, satış memurları, politikacılar onu her zaman
ayaklar altına alır, aklın sözde yoldaşları niyetlerine uygun düşecek şe- •
kilde onu her zaman eğer, büker ve bozarlar. Geçmiş bilimler bizi müthiş
ve yararlı armağanlara boğdu -fakat bunu bir tek değişmez ve “yenilmez”
eyleyiciyi kullanarak başarmış değillerdir. Bugünün bilimleri ticari ilkelere
göre yürüyen iş organizasyonlarıdır. Büyük kuruluşlardaki araştırmalara
yön veren Hakikat ve Akıl değil getirisi, bahşişi en bol modalardır
(fashion) ve bugün en büyük kafalar giderek artan bir düzeyde paranın
olduğu yerde, yani askeri işler etrafında toplanıyor. Üniversitelerimizde
“Hakikat” değil nüfuz sahibi okulların görüşleri öğretiliyor. Jean
Amery’nin ortaya çıkardığı gibi, Hitler’in hapisanelerinde en büyük
koruyucu güç Akıl ya da Aydınlanma değil sağlam bir inançtır (İncil’e ya
da Marksizme). “Büyük harfli Hakikat” (5) bu dünyada gücü ve nüfuzu
olmayan bir öksüzdür,
ve allahtarı ki öyle
; çünkü Milosz’un bu isim
altında göklere çıkardığı yaratık olsa olsa en aşağılıklarından bir köleliğe
yol açabilirdi. Çünkü O farklı görüşlere tahammül edemez -onları birer
“yalan” (6) olarak algılar; tüm totaliter ideolojilere özgü bir tutumla
dünyayı “olması gereken”in (7) yüce doruklarından, yani kendi “yanılmaz”
hükümlerine göre yeniden kurma hakkı isteyerek kendini gerçek
insan yaşamlarının “üstünde” (7) bir yere koyar. Bir ulusu (kültürü,
uygarlığı) diğerinden ayıran ve bize
insanları
, yani
yüzleri
olan (9)
yaratıkları taşıyan yegâne şeyleri, yani pek çok düşünceyi, faaliyeti,
duyguyu, yasayı, kurumu, ırksal özelliği kabul ve tanımayı reddeder.
ABD’de Kızılderililerin kültürel başarılarını, bir kere bile onların
yakasından bakmayı denemeden tahrip etmiş ve halen yine Bâtılı
olmayan kültürleri “kalkm(dır)ma” kılığında tahrip etmekle meşgul
tutum işte bu tutumdur. Demokratik tartışmayı “bozulmuş sözcüklerin
kirli çatışmasından (11) ibaret gören işte bu kendini beğenmiş ve
halinden memnun Hakikat ve Akıl inancıdır -ve epeyce de cahildir:
felsefe hiçbir zaman şiirin “müttefiki” (16) olmadı, ne Platon’un
“felsefe ve şiir arasındaki kadim savaş” diye adlandırdığı çok eski
dönemlerde
{Devlet
607b6 vd.), ne de Hakikatin bilimin araştırma
hanesine yazıldığı, şiirinse duyguların ifadesine indirgendiği
bugünlerde. Kendileri ve çocukları için daha yaşanır ve daha
güvenlikli bir dünya yaratmaya çalışan insanların aklı (“büyük harfli”
Akıl değil, “küçük harfli” akıl) ile bu akıldışı ve cahil tahakküm
düşleri arasında ortak çok az şey vardır. Ne yazık ki sağduyu
entelektüelleri cezbedemeyecek kadar orta malı bir araçtır; zaten bu
yüzden de entelektüeller epeyden beri onu bir yana bırakmış ve yerine
kendi kavramlarını koyarak siyasal iktidara onlara uygun yeni bir
istikamet verme işine girişmişlerdir. Bunların nüfuzunu kırmak,
iktidar makamlarından uzaklaştırmak ve bulundukları özgür
yurttaşların
efendileri
konumundan onların en sadık
hizmetkârları
konumuna indirmek zorundayız.
m. BİLGİ VE TEORİLERİN ROLÜ
A. VAROLUŞ
Yaşadığımız dünya, şeyler, olaylar ve süreçlerle doludur. Ağaçlar,
köpekler, gündoğumları; bulutlar, gök gürültüleri, boşanmalar; adalet,
güzellik, aşk; insan hayatları, tanrıların, şehirlerin ve tüm bir evrenin
hayatı. Sıkıcı bir gün boyunca tek bir insanın başına gelen olayları
eksiksiz bir liste halinde derlemek ve açıklamak âdeta imkansızdır. .
Herkes aynı dünyada yaşamaz. Orman korucusunu kuşatan olaylarla
ormanda kaybolmuş bir kent sakinini kuşatan olaylar aynı değildir.
Olayların sadece görünümleri değil bizzat kendileri farklıdır. Bu,
yabancısı olduğumuz bir kültürü ya da eski bir ta-
rihsei dönemi ziyaret ettiğimizde iyice belirginleşir. Yunan tanrıları yaşayan
varlıklardı; '‘oradaydılar”.* Oysa bugün hiçbir yerde yoklar. Ziyaret ettiği
bir Afrika kabilesi hakkında E. Smith- Bowen “Bu insanlar çiftçidir” diye
yazar
2
: “bitkileri insanlar kadar önemli ve kendilerinden sayarlar. Daha
önce hiç çiftlik deneyimi olmayan, hattâ begonyanın, yıldız çiçeğinin, boru
çiçeğinin nasıl bir şey olduğunu bile tam olarak bilmeyen birisiydim.
Benim için bitkiler, tıpkı cebir gibi, farklı olduğu halde aynı, aynı olduğu
halde farklı görünme eğiliminde olan şeylerdi; kısacası matematik ve
botanikle başım hep dertte olmuştu. Hayatımda ilk kez kendimi, on
yaşındaki çocukların matematiği benden iyi bilmediği bir toplulukta
bulmuştum. Bu da yetmiyormuş gibi burada yabani veya ıslah edilmiş her
bitkinin bir adı, bir kullanım biçimi vardı ve her erkek, kadın ya da çocuk
bu yüzlerce bitkiyi şaşmaz bir şekilde tanıyordu . . . [öğretmenim] beni şaş-
kına çeviren şeyin kelimeler değil bitkiler olduğunu bir türlü an-
layamıyordu.”
Kâşiflerin karşılaştığı bu tür alışılmamış durumlar, eğer bir de onların
bildik düşünme yordamları açısından da erişilmez şeylerse, şaşkınlık had
safhaya varır. Bükümlü diller varlıkları, belli özelliklere sahip ve
birbirleriyle belli ilişkiler içinde olan şeyler olarak tarif eder: kar rüzgarda
savrulur, yere düşer, fırtınada bir perde gibi yükselir. Aynı şey, diyelim kar,
ayrı ayn birçok hadiseye kanşır. Oysa Delaware Yerlileri dünyaya ressamlar
gibi yaklaşırlar, bu hadiselerden her biri için farklı bir fırça, farklı bir renk
ve farklı bir fırça vuruşu kullanırlar.
3
“Kar”ı ayırdetmekten geçtik, “onun”
var olduğunu bile tasavvur edemezler. “Bizim muhtemelen tamamlanmış,
bütünüyle olgunlaşmış sözcükler ya da söz parçalan kullanacağımız yerlerde
Eskimo, tek tek her bir durum için, sırf o durumu karşılamayı amaçlayan
yeni bileşimler icat eder. Kelime
1. Ulrich von Wilamowits-Mollendorf, Der Glaube der Hellerıen I, Darmstadt
1955, s. 17. Ayrıca krş. W. F. Otto, Die Götter Griechenlands, Frankfurt 1970.
2. E. Smith-Bowen, Return to Laughter, Londra 1954, s. 19.
3. “Bitişken" (Humbotd) ya da “çok-çekimli” (Duponceau) dillerin gerçekliği temsil etme
tarzları üzerine daha başka örnekler için krş. Werner Müller, In- dianische Welterfahrung,
Stuttgart 1976, ve literatür. Alıntı s.21’den yapılmıştır. Yuen Ren Chao, Language and
Symbolic Systems, Cambridge 1968, 7. Bölüm’de, dilsel sınıflandırmalar üzerine çok yararlı
yorumlar bulabilirsiniz.
Dostları ilə paylaş: |