367
özgürlükçü veya Kantçı anlamda ifade edecek olursak ödev ahlakı şeklinde izah
edebiliriz. Ahlak toplumdan topluma az çok farklılıklar gösterse de idealde evren-
seldir. Ahlak konusu oldukça geniş olduğunda tüm bu konulara ayrıca değinmek
yerine genel olarak değinmeyi uygun buluyorum.
Ahlâk ile değer arasında sıkı bir ilişki vardır. Bütün ahlâk hükümleri aynı
zamanda birer değer hükmüdür (Bolay 14-19). Ahlâkî değerler insan ve toplum için
vazgeçilmez temel değerlerdir. Zira insan, düşünceve davranışları hakkında değer-
lendirmede bulunurken, iyi veya kötü yargısına ancak ahlâkîbilgi ve duyarlılıkla
ulaşabilir. Bütün semavî dinlerin geliş nedeni, iyi insan yetiştirmektir. Bubakımdan
son din İslâm’ı iyi insan yetiştirme projesi olarak değerlendirmek de mümkündür
(Altıntaş 86). Dinî ve ahlâkî değerler de eski ve yeni tüm toplumlarda var olan ve
dikkate alınandeğerlerdendir. Zira toplumda insanî değerlere dayalı bir hayat düzeni
ancak din, ahlâk vehukuk tarafından konulan değerlerle sağlanabilir. Din, ahlâk ve
hukuk tarafından konulmuşolan “günah”, “ayıp” ve “yasak” gibi değerler, adeta
insanın özgürlüğünü belirleyen sınırtaşları konumundadır. Bu bakımdan insanların
huzur ve güven içinde yaşamaları ahlâk, dinve hukukun ortaya koyduğu düzenle-
melerle mümkün olabilir (Kılıç, Peygamber). Öyleki iyi ve erdemli insan olmanın
yolu, ahlâkî değerlerin yaşanmasına veyaşatılmasına bağlıdır.
Bireylerin ve toplumların çöküntüye uğraması, ahlâkî çözülmenin ve ahlâkî-
değerlerden uzaklaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Yine ahlâkî değer-
lerinyitirildiği bir yerde, temiz bir toplumdan ve hatta sağlıklı bir siyasetten bahset-
mek de güçtür. Öyle görülüyorki Batı ülkelerinde ve ülkemizde yapılan araştır-
malarda çoğu düşünürlerin kanaatı bu yöndedir. Örneğin, M. İkbal’in “Benliğin
Sırları”, M. Akif Ersoy’un, “Safahat (1911)”, “Fatih Kürsüsünde (1914)”, W.
Cantwel Smith’in “Modern Tarihte İslam”, M. S. Aydın’ın “İslam’ın Evrenselliği
(2000) adlı eserlerinde ve yine birçok düşünürlerin değerli çalışmalarında söz konu-
su düşünceleri ileri sürdüklerini görmek mümkündür ki hemen hemen hepsi ahlak
değerlerin önemine dikkat çekmiştir. Şu halde bireylere dinî ve ahlâkî değerlerin
kazandırılması, din veahlâk eğitimi ve öğretimi oldukça önem arz etmektedir. Çünkü
din ve ahlaki değerlerin eğitim yoluyla kazandırılması bir varoluşsal önemi dile
getirmektedir (Çelikel 10). Klasik İslam düşürürlerine baktığımızda da bunun
önemine aynı derecede dikkat çektiklerini görebiliriz.
Bu bakımdan kişilik, toplum ve siyaset oluşumunda dilin ve ahlaki değerlerin
rolü üzerinde yapılan tartışmalar çok eskiye dayanmakla birlikte yeniden önemini
modernizm ile postmodernizmarasında yapılan çalışmalarda gündeme gelmesiyle
kazandığını söyleyebiliriz. Bilindiği üzere modernizmle birlikte Batı toplumu başta
olmakla toplumumuzun çoğu da aklın ön plana geçip toplumları rasyonalize ede-
ceğine aynı zamanda günlük hayatı geleneksel değerler ve ahlaki yapılar üzerine inşa
edilmekten kurtaracağına inanmıştır. Fakat beklenen olmadı, özellikle modernleşme
deneyimi yaşayan toplumlarda, bir yandan günlük hayatın geleneksel biçimlerinin
çeşitli karmaşık bir tarzda eklektik yapısı gerçekleşirken; öbür taraftan ise farklılaş-
manın giderilmesi için yeniden bir öz arayışına yöneldiği görülmüştür (Aslan ve
Yılmaz 93-108). Bütün bunların temelinde ise modernizmin insan yaşamındaki ah-
laki ve dini değerlerin rolünün zayıflatmış olması yatmaktadır. Bu yüzde günümüz
368
bireylerinin çoğu ruhi boşluk ve bunalımlar yaşamaktadır. Bu sebeple bütün bunların
önüne geçmek için din ve ahlaki değerlerimizi oluşturan manevi değerlerimizin
kazandırılması için insanlığı bilgilendirici ve eğitici çalışmaların hızla, sistemli bir
şekilde yapılması önemlidir.
Bunun yanında şu noktayı da belirtmek gerekir ki, İoanna Kuçuradi’nin be-
lirttiği gibi, modernizm ve postmodernizm tartışması açısından bakıldığında ortaya
çıkan çeşitli kimlik sorunlarını insan hakları ile bağlantılı içine sokmak yerine, bütün
dünya görüşlerinin, bütün normların eşit değerde olduğunu iddia eden ve bu nedenle
“modernleşme yolunda olan” ülkelerde insan haklarını ve bu haklarla ilgili olarak
mesela laikliği-Batı kültürünün ürünleri olarak reddeden birçok entelektüel tarafın-
dan da içten bir kabulle karşılanan postmodernizmi benimsedik. Oysa postmodern-
nizm de Batı düşüncesinin bir ürünüdür. Böylece bir olgudan bir ideal çıkardık ve
şimdi bunu öne sürüyoruz ve farklı kültürel toplulukların barış içinde yanyana
yaşamalarına götürecek yol olduğunu varsayarak çökkültürcülüğü teşvik ediyoruz
(Kuçuradi 53-54). Kuçuradi söz konusu problemi insan hakları açısından ele alırken
önemli bir probleme daha atıfta bulunmaktadır. Kuçuradi’ye göre son on yılda
postmodern çabalar içerisinde insan hakları retoriğinden ve hoşgörü vaazlarından
yararlanarak birçok çeşitli köktendincililikler ve metafizik eğilimler serbestçe yayı-
larak, Avrupa’da ırkçılığın yeniden canlanmasına sebep olmuştur. Bu ise insan
haklarının getirdiği taleplere, hatta insan haklarının kendisiyle çelişiyor.
Diğer taraftan başta Samuel Huntington’un “Medeniyatler Çatışması” adlı
yaptındaki tezinde ileri sürmüş olduğu düşüncesi, Oliver Roy’un “İslam’a Karşı
Laiklik” adı altında yapıtında Müsülman toplumunun modern devlet ve demokrasi
modeliyle bütünleşirken siyasal kültüre ilişkin zorlanacağını ileri sürmüş olduğu tezi
(Roy 81)de konumuz açısında değerlendirildiğinde çürütülebilir olan tezlerdir.
Nitekim bu tezi Batılı birçok düşünürlerin kendisi-mesela- W. Cantwel Smith “Mo-
dern Tarihte İslam” adlı çalışmasında “Sağlıklı ve gür sesli bir İslam, sadece İslam
dünyası için değil, bütün dünya için önemlidir. Batı’nın bazı liderleri, siyasi önder-
leri bu gerçeğe gözlerini kapatmayı sürdürüyorlar…. Onlar hala ekmeğin (maddi-
yatin) insana yeteceğine inanmaya devam ediyorlar…. Dünya barışı ve bütünüyle
dünyanın ilerlemesi.. insanlığın Müsülman kesiminin ilerlemesine, bu da İslam’ın
güçlü, canlı, saf ve yaratıcı kalmasına, (ve nihayet) Müsülmanlara dünyanın öteki
kesimleri arasında mutlu ve anlayışlı ilişkilerin kurulabilmesine bağlı olacaktır. ”
(Aydın 71). Şeklinde düşüncelerini ileri sürdüğü görüşleriyle söz konusu tezleri
çürütmüş olmaktadır.
Kanaatim şu ki yukarıda vurgulamaya çalıştığımız veKuçuradi’nin de belirt-
tiği gibi bu süreçte yaşanan sıkıntılarinsanlığın gelişmesinde olumsuz etkileyebile-
cek türden değerler kaybına götürebilir. Hatta bu süreç iyi yönetilmez ise Samuel
Huntington’un tezini de haklı çıkarabilir. Ahlaki değerlerin Postmodern Batı’sında
olduğu gibi çeşitli gelenekte bulunan özlere dönüşle, insan haklarıyla örtüşmeyen bir
biçimde akli muhakemeden yoksun bir biçimde yeniden inşa için girişimler tam
tersine insanın sahip olduğu ahlaki değerlerin erozyona uğratılmasına, ahlakî alanda
zaafların oluşmasına, olumsuzlukların yaşanmasına yol açmaktadır. Öyle ki kişisel
çıkarların ön plana çıkması, bencillik duygusunun belirginlik kazanması, fırsatçılık
Dostları ilə paylaş: |