Yaşadiğim yillarda – İLİÇ



Yüklə 6,36 Mb.
səhifə2/6
tarix12.10.2018
ölçüsü6,36 Mb.
#73175
1   2   3   4   5   6

Haftanın her cuma günü iş yapılmaz,mutlaka cuma namazına hep beraber katılıp huşu içinde cuma namazı kılınır,Ekseri halkımız cumadan çıkınca mutlaka kabiristan ziyareti yapılır. Yürüyemeyenler için eşekle getirirler hasta olanları ki,ziyarete katılsınlar sevabına nail olsunlar diye.Kabiristan ahirete açılan bir kapı olduğunu büyükler söylerler,kabiristana girerken önce esselamu aleyküm ey kabir ehli,denir arkasındanda aleykümselam denir,besmele çekilerek içeri girilir,Bizlerde vakti zamanı gelince sizlere katılacağız derler.Başlar herkez kendi yakınını ziyaret eder,cümle ölmüşlerimizede fatiha okunup edeple çıkılır.Herkes evine veya komşuya davet olursa gidilir yemekler hep beraber yenir ,duadan sonra herkez işine gücüne bakar.Köyümde cuma günleride böyle geçerdi.

İlçemizin merkezini daha çok aşağı çeşme dediğimiz yer oluştururdu ,yanında kahvehane vardı,köyün kahvehanelerinde kahve yi kahvecinin mangal üstü dönen bir yuvarlak saçdan yapılma yanda kolu olur,kolundan devamlı çevrilerek kavrulur.Yeşil kahve çekirdeği döndükçe kıvamında sim siyah olur,Siyah kahveyi tahtadan uzun bir tabla üstünde bir kutusu var ,üsteki kolunu çektikce un şekline gelen kahve altdaki kutuya öğütülerek dökülür.Oradan alınan kahve bir kaba konur, isteyene bakır cezvede kömürlü küllü ataşa sürülür,karıştıra karıştıra kahve köpürür, taşmadan fincana alınır,ve servis edilir yanında bir bardak su ile. Kokusu bile insanı etkiler.


RESİMDEKİLER./Selçuk, Duran, Recai, Şazi, Salim, Avni, Hulki, Cemil, Muhuttin, Turhan, Doğan, Hasan, Hamdi.(‎1967 yılı 30 nisanda Şazi Bayramın düğününde çekilen resimde arkadaşlarım. Ölenlere allah rahmet eylesin kalanlara sağlık ve afiyetler diliyorum.)
Kahveyi işleten Urfalı Cuma dayı,bir çay yaparki,tavşan kanı olur. Çay ,kömürlü ocakda yapılır ama ne çay olur bir tadan birdaha içer, mis gibi çay kokusu sıcaklığıyla önüne gelir,yanında kıtlaması ile,kıtlama nasıl olur derseniz söyliyeyim,bakkaldan alınan erzincan çuval şekeri , ama, kesme şeker bu, yanlız kesme ama düzensiz eğri,uzun ,kısa küt şeker de derler,bu şekerleri kesme pensesi var özel yapılır,O büyük şekeri kese kese ufak nohut büyüklüğünde küp şekline getirilir. Çayın yanında sunulur.Bir şeker alıp dilin altına koyunca çayı yudumlarsın, tadına da doyamazsın. Başka ne vardı dersen, fırın vardı,berber rıfatın dükkanı vardı ,oradada bazen gramafon çalarlardı malatyalı fahriden taş plakda çalar ,sarı kurdelem sarı,dağlara saldım yari, diye devam eder, bu ses nereden geliyor diye gider camdan bakardım,bazanda attıklar o küçük iğneleri toplardım,onlarla diğer çocukları hep korkuturdum Çeşmenin yanınada yeni cami yapılıyordu bazende gider duvarcı memet ustaya selam verirdik su getirdik.O da bizlere hadi çocuklar küçük taşları taşıyında sizde sevabına nail olasınız derdi,bizde sevap kazanacaz diye ter su içinde kalıncaya kadar ne derlerlerse yapardık.Çeşmemiz çok güzeldi çok bol suyu vardı.Bir kısmıda havuzlu bahçeden çıkardı,ikisinin karışımı dahada bollaşırdı.Her köylünün bağı,tarlası olanın kullanacağı belli saatlerde su suvarma hakkı var. Sırası gelen,suyu gavar aça aça götürürdü omuzda kürekle uğraşır dururdu.
Çeşmemizin birde üstünde saati vardı ne zaman konduğunu bilmediğim bu saatinde hiç çalıştığınıda görmedim. Çalışsada hep yanlış olurdu bu yüzden su kavgaları olurdu. Bu çeşmemiz iki bölümden oluşuyordu biri hayvan sulama yeri ve ayakyoluna giderdi. Köylü tüm hayvanları buraya getirir suvarırdı, bir gün yine Nebi Dayı eşeğini 10getirmişti iki öküzle beraber suvarıyordu,çeşme başında olanlar, Nebi zır, Nebi zır zır dedikçe eşek başlar anırmaya, sen kahkahaları seyret ,muhabbet o biçim tabiî ki. Enteresan olan eşeğin bu söze alışması, zır deyince anırmaya başlamasıydı. Hani bazı hayvanlara bazı kelimeler öğretilir deyince ,hayvan uyar,ama bir eşek çok enteresandı.
İkinciside köylünün buğday yıkama yerleri var o bölümde buğdaylar yıkanırdı, bazanda vala,çul,çuval vs.tokaçla yıkanırdı.Çeşmenin hemen önü çevrili havuzu var , havuzdan iki arık açılıyor biri sağa ve sola yön veriliyordu. suyun geçtiği yerde akrabamız Hulisi bayramın bakkalı vardı, oğlu Özer bizden küçükdü yinede oynadığımız olurdu. Dedesi Ağababa dedikleri Hüsnü baba benim büyük büyük dedemle kardeş oluyormuşlar. İki kardeşden bir ayağı benim dedem diğeride Özerin dedesi oluyor. Hüsnü babanın ölümünde de ,Özer görmesin diye bana teslim ettiler,onu gezdirmek için akşama kadar dolaştırdım,dedesinin avluda yıkandığını görmesin diye.

Saatli çeşme-İliç

Dedesi Özere çok düşkün olduğunu, Özer’inde etkilenmesi olur diye, oradan uzaklaştırdım. Her çocuk gibi bende şekerleri çok severdim. Hayırlı işler Hulisi  amca derdim oda bana sağol yeğenim alsana şeker derdi , süslü şekeri alır almaz oradan fın tabi. Az ileride süsüne bakar sonra şekeri azar azar yerim ki bitmesin, kağıdını da güzelce düzeltirim ki defterin arasına koyayım. Çok severdim defter ve kitabın arasına bazende kızaran armut yaprağı , menekşe koyardım.

İliçde bir kasabımız vardı bu dükkanda cevizden üç ayaklı yuvarlak bir kütük kabukları bile üzerinde duran kaba bir ağaçdı, bıçak, satır, asma çengeli bir kütüğe çivilenmiş kollu kıyma makinası ,bol bolda sinekleri vardı. Kasabın çocuğuda elinde püsküllü bir şeyle sinekleri kovalardı. Kola kuvvet kıyma yaparlardı. Sırasıyla çevirirlerdi çünkü çok yorucuydu. Kenarda kefeli tartı vardı, önünde de dirhemler dururdu. O gün kesilen et memurlar tarafından hemen hemen bitirirlerdi. Bazan babam denk gelir biraz et alırdı. Annem etleri, patates, soğan, salça birazda yağ koyar, güveçe yerleştirirdi. Babamda fırına götürürdü ,öğlen olunca babam güveci bağa getirir hep beraber cevizin dibine serilen kilimin üzerine sırayla oturup ,peştemalı da açar, ortada güveç ellerde kaşık hücum tabiî ki. Çünkü çok lezzetli olurdu bağda güveç yemek. Aynı zamanda da her zaman ki yemeklerin dışında farklı olurdu. Çekiştire çekiştire yediğimiz o etin tadını daima özledim.

İliç’in çarsısı mahkeme günleri köylerden gelenlerle kalabalık olurdu. Hemen hemen bütün esnaf az çok iş yapar ekmek parasını çıkarırdı. Bu günde kalabalık günlerden bir gündü.Yürürken sağa sola bakardım ,hep ilgimi çeker kalabalıklar. Bugün nalbant Faik iyi iş yapıyor dört tane nallanacak kapı önündeki duta bağlı, bir eşek iki katır, bir at var sırada ,işe de başlamış Faik amca. Demirci Memet Alemdar dersen, körük çekip ateşi harlıyor belliki iş var. Terzi Abdullah11 kepengi açmış kapının önünü ıslamış süpürürken tozmasın diye yavaş tavaş hareket ediyor,yolun sağı da sıra sıra selvi kavakları var rüzgarla yaprak hışırtıları,çarşının sesine karışıyor. Biraz daha gidince Mevlüt Usta12 kamyonun lastiği ile uğraşıyor. Solumda tuzcu Karadayı 13 o da dükkanı açmış müşteri bekliyor. Tekrar geri gelmeye başladım . Topal avni 14 ayakkabı diktiği ipini balmumuyla yağlıyor. Avarekli Mustafa Sevgiyi 15 geçip,Tenekeci Hüsnü de tak tuk seslerle soba borusu yapıyor. Şadi Kömürcü’yü 16, Adik dayıyı 17 geçip, tenekeci Halil amcanın 18 yanında Avarekli Ahmet ve Nurettin 19 kardeşleri seyrederek yürüdüm. Aladdin Bozik 20 ise bakkalın önüne malzeme diziyor. Kara Mahmut 21 dayı zabıta elbisesiyle elinde defter Cevdet Amcanın dükkanın önünden yüksek kahveye doğru gidiyor. Lokantacı Feridun’un 22 dükkanından yemek kokuları caddeye yayılıyor.

Arzuhalci Mustafa efendinin dükkanı Kuruçaylı olduğu belli olan üçpeşli kadınlar ve erkekler doldurmuş. Derken , şehir kulübüne geldim bazı akşamları eğlence olur kulüpde, Mustafa Orbay amca keman veya ut çalar hep beraber söylerler,
deryalarda yüzer bahri

getir ver içeyim zehri,

zalim gurbet elin gahri,

ya çekilir ya çekilmez,

gel güllüm gel,gel canım gel

gel ey gel ey hey” diye eğlenirler.

Kulübün yanında baş öğretmenimiz Hasan Bey oturuyordu. Yakalanmadan geçip hükümet önüne geldim, bugün ne varsa çok kalabalık . Doğru gidip yukarıda jandarma karakolu var, -şimdiki orta okulun yerinde-yanından vurup giderken, memurlara para karşılığı odunları balta ile kıran, Partıkara dediğimiz adamı görünce , herkes öyle derdi. Aklıma geldi kızdırmak için bende Partıkara gugguru guu deyince çok kızarmış. Ben öyle deyince beni bir kovaladı, bende korkdum nefes nefese eve vardım ama ben bittim. Bakdım dedemle konuşuyor. Ayıp dedi o daha çocuk dedi, çocukla çocuk olma diyen dedem, adamı sakinleştirdi, bende kurtuldum bir daha dermiyim, töbe olsun. 

Aşağı çeşmemizin suyu kışın sıcak olurdu, yazın da soğuk olurdu. Suyuna yaz aylarında ayran koyarlardı. Komşular olsun, kahveci olsun, ağzı tülbentle örtülü büyük kalaylı bakır bakraçlarda , içinden kepçeyle kupaya veya maşapaya koyar içilirdi. Hakikaten çok lezzetli olurdu. Evlerde su olmadığından her aile sırtında güğümlerle su taşırdı, altınada tas koymalarına rağmen döke döke de giderlerdi. Tabiiki çok zordu ama mecburiyettendi. İliç de birde memurlara omuzunda kürek sapı ucunda iki gazyağı tenekesiyle su taşıyan, saka dediğimiz bir adam vardı, su taşıdığı tenekelerin üzerindede deve resimleri olurdu.

Daracık daracık sokaklar bazıları ıslak ama nisbetende taşlı olurdu. Ev aralarında boş yerler olurdu buralara Peg deriz evin soba külü ve zibillerin atıldığı yerlerdir. Buralarda eşekler debelenir, eski ev ve ahırların duvarlarında inek ve öküzler her suya gidişte boyunlarıyla kaşınırlar. O yüzden köşeler hep aşınmış olur. Herkez hergün kapı önü süpürme olduğundan temiz sayılırdı. Bir birine bitişik kerpiç evler ve taş evlerden oluşur .Genelde alt kat taş, üstüde kerpiç olurdu. Bazılarında alt ahır olur, üstü ise ev olurdu. Kendine has bir koku olurdu ev araları. Hele birde soğaraç yapan oldu mu pığırikden çıkan duman ve kokudan komşu ne pişirirse bilinirdi. Bazan köylü fırında da ekmek yaptırır adıda Eğin Ekmeği derler. Eğinden gelen alnında şiş olan bir fırıncı ustası vardı, Kamil Efendi derlerdi. Ama çok güzel olurdu ekmeği boyu 1.5 metre eni dar uzun ekmek olurdu. Katırların üstüne atar eve götürürlerdi. Köylünün çoğu tandır evi dediğimiz bazı evlerin önünde veya avluda, tandır olurdu . Burada bolca yapılan ekmeklerle iki ay tahminen ekmeği düşünmezlerdi. Ekmek bitince ataş boşa sönmesin diye büyük bal kabağı tandıra, iki egiş ile indirilir. Devürsüğün açılıp kabak alınır, oda ne ,vay ki vay tahta kaşıkları alan yanaşır, ye babam ye datlı datlı bir yenirki görmelisiniz.

Çobanın karısı veya kızı her cuma ekmek toplarlar her ailede verirdi.Ekmek yapılmadan önce, Unu, tuzu, suyu hazır eder akşamdan,ağaçtan yapılmış büyük tekneler olur her evde. Anam fecir zamanı kalkar ,feneri asar zivanlı unu yoğurarak, hamur yapar üstünü örter,sabah olunca beni gönderir komşuları tek tek çağırırım: Hamur ekşidi, tekneden daşiyi hadin gelin anam çağırıyi. Gelen komşular yuvarlaklar yaparak valaya dizerler . Anam hadi oğlum git Hatun bacıya söyle, Kolikgilin tandırda ekmek yapacaz, egişi, rapatayı alsında gelsin. Bacımda çırpıları tandıra taşırken. Bende minderleri taşıdım.Tandır yanıp da tavına geldimi, işe başlarlar. Hatun bacıda şalvarı giyip mindere kuruldumu . Eline aldığı rapatayı,yanınada pıdikli tasda suyuda koydularmı. Ekmekler çıkmaya başlardı tandırdan. Anam hadi oğlum bacınla evde hazırladığım tulum peynirini ve turşuyu alıp gelin ,koşarak alıp getirdik, çayıda tandır başında ocağa koyduk. Çayla su aynı büyük demlikde oluyordu. Demlikde olurdu simsiyah, ama ne oluyor bir bilseniz ancak içen bilir. İs kokulu çay, mis gibi taze ekmek, peynirle dürüm yap ,hadi gel de yeme,- ah- ah- o günler nerede, şimdi. Yüce yaradan o sefil ve zor imkansızlıklar içinde yaşam , yaşamın içinde bu mutlulukları, yaşatırdı. Çok şükürler olsun halimize derdik.

Bazen pilav ayran, bazen üzüm ekmek, bazen mevsiminde domates ekmekle ,yalınız peynir ekmekle övün savılırdı. Kış yaklaştıkca kışlık erzaklarda bir bir yapılıp kilere konur. Gelelelim erişteye. Erişte yapmak için hamuru hazırlanır, bol yumurtalı olur, açılıp kesilerek erişte haline gelir. Kurutulan erişteler makarnalıklar bez torbalara konur mutfakta duvardaki mığa asılır. Eriştenin birde tatlısı oluyor, mercimekli erişte çorbasıda olur, bunu da ayrı bir torbada kilere asılır. 

İnsanların insanlara saygısı çok, bir selamla mal alınır verilir,hatta dağa haber salınır. Dağ derken Munzurun bu tarafı, öbür tarafı Ovacıklılar kullanıyor. Sergevül, Rabat, Bürüncek tarafları oluyor. Çantik İreceb’e 23söyleyin elli süzek peynir yapıp göndersin denir. O peynirde  gelirdi, yanında hediye eşgunla. Ne senet ne bono geçerdi sadece söz yeterdi. Eşek alacan, katır veya inek alacan, öküz verecen, şu zaman ödeyecem denir, alış veriş de gerçekleşir. Hele ki anamın kapının önüne dağdan gelen kıl çuvallar içindeki süzekden birini alıp tahta sofrada dilimleyip tencerede peynir helvası yapardı. Eğer bol yağ salarsa o peynir kapıya iner, satın alınırdı. Süzeklerdeki peynir dilimlenerek peynir tenekelerine , Kemahın Kömür kırmızı iri tuzu ile tuza beleyerek tek tek tenekeye yerleştirip, yapılan salamura suyunu da koyup, ağzını bir gün sonra Tenekeci Halil Efendiyi çağırır ,lehim işlerini de bitirip , ilerde yenmek üzere, mahzene sıra sıra konur.

Sonbaharda kısır geçi de kesilirdi, koç da kesilirdi. Onu kuşbaşı halinde doğrayıp içyağı , kuyruk yağı ile beraber kavurup sırlı küplere koyarlar ki kışın yemeklere parça parça konsun diye. Hele birde hışik fasulye kavurmalı olursa bir lezzetli olur ki parmaklarını yersin. Anamın yoğurdu da kerpiç gibi olurdu. Tasla sofraya geldi mi tandır ekmeğini koparıp kaşık gibi daldırıp yersin bir güzel olur ki. Yemede yanında yat. Cemile nenem mahzen önüne ip gerer, üstünede kışlık üzüm dediğimiz Naniklerin kırmızı saplı kara üzümünü salkım salkım asardı. Biraz çemişlese de suyunu az da olsa kaybetse de kış akşamları yapılan dut ve ceviz döğmecinin yanında harika giderdi. Gelen misafirlere ikramda edilirdi. Bazanda hastaların, hamile olanların canı çekince konu komşudan istenir o ihtiyaç karşılanırdı. Bazı köylülerde kavun, karpuzu merekde samanların arasına koyarlardı, uzun süre kalırdı.

Köy yaşantısı her gün bir birini kovalayarak geçerdi. Her sabah Karataş veya Sarıtaş tarafından Çoban Dursun’un veya Şahin Dayının seslenmesiyle o tarafa götürürüz hayvanları. Akşam dönüşlerde en çok sevdiğimiz biz çocukların sürü dönüşünü oyun olarak gördüğümüz için, eşeklere binme merakını hemen hemen her gün yaparız. Daha önce yılgından yaptığımız bir karış boyundaki çuval şişlerini, biz modik olarak kullanıyoruz. Eşeklere binince boccikini modikliyerek bir birimizi geçmeye çalışıyoruz. Arkada kalanın da resmini çekerdik, kuyruğunu kaldırarak . 

Aşağı çeşmenin yanındaki havuzlu kahvenin bahçesinde erük ağacının altında oturan köy halkından insanların muzip sözlerini, avcılıkla ilgili şakalarla karışık gülmelerini izlerdim çok da severdim. Oşgin oynarken yapılan şakalar , sözlü muhabbetler yan masadan domino oynayanların gürültüleri, hele su arığına tahta sandalye atıp üzerinde , tavla oynayanların türkülü manili zar atışları, hala kulaklarımda, gözümün önünde canlanır. Zaman zamanda hadi oğlum ne işin var burada yallah eve der kovalarlardı beni. Kadir dedemin üvey kardeşi Kara Mahmut emmi vardı. Bu insan ayrıca belediyede zabıta idi, beni her gördüğünde gel der kulağımdan tutar deden nerede der bende ağurda derim, ne yiyiyor der, bende saman derim. Oda kahkahayı patlatıp bana delikli ikibuçuk kuruş verirdi. Tabi bende koşarak Adik Dayının bakkalına gider bisküvi alır evin yolunu tutardım.

İliç Belediyesin önünde bayram günleri bayraklar asılır ,okulda süslenir bayraklar, balonlar, işlemeli kağıttan süslerle, bezeklerle bir güzel olurdu.Okulda ayrıca müsamere yapılırdı. Ben hiç katılamadım, ama güzel olurdu, aileler hep izlerdi , bol bol alkış yaparlardı. Çarşıdaki esnaf da sopa ucunda kapıya bayraklarını asarlardı. Devlet daireleri, karakolda da bayrak asarlardı. Kör Ahmet dayı 24, davul çalardı, o davulun seside hep aynı olurdu dıp dıp dıba dıp hiç değişmezdi. Herkes giysilerini biraz daha düzgün olanlardan giyer, bayram alanı olan okulun önüne giderdik. Komutan bey, Muhtar emmi de olurdu, Başöğretmen ve diğer öğretmenlerde töreni yönetirlerdi. Toplanan halka o günün önemini anlatılırdı. Kaymakam Bey ve Belediye Reisi Tiryaki Nuri Efendi, konuşur arkasından alkışlar gelirdi. Sonrada okul çocukları şiirler okurdu, onları da alkışlayan izleyiciler tören biter dağılırdık.
Ramazanda da davulu Kör Ahmet Dayı çalardı sahurda bizleri o sesle kaldırırdı. Zaten her kez o davulun sesini bilirdi. Bazende Ahçı Hakkının oğlu Fikri gırnata çalardı, daha da güzel olurdu hep pencereye koşardık uykulu gözlerle o manileri , türküleri dinlerdik. Ramazan ayı bir başka güzel olurdu İliç de , Ramazanda ve kandillerde, bayram arifelerinde bazı aileler Paçuk yapar kalbur içine peştemalla sarıp koyar cami önünde dağıtılırdı. Tabiiki o paçuk kokusu etrafa yayılır, içi gıgırdaklı, üstü yumurtalı ve üstü safran çiçekli (24a), boy otlu olanlar ve de sütle yuğrulanlar, rengi beyazlar daha çok tercih edilir. Paçuk kapma yarışı başlardı, bu güzellikler çocukları çok mutlu ederdi. Komşular bir birlerini iftara davet eder yemek sonrası dualar olurdu. Çaylar içildikden sonra abdest alıp çoluk çocuk genç, ihtiyar hep beraber teravi kılınır. Camiye giderken hep gülüşler olur bazı çocuklarla bastonlu dedeler arasında laflar atılır:

-Dede dede nereye?

-Camiye- bende gelem mi?

-Gel ama dırtlamayasın.

der gülüşürler.

Çocuklar eve büyükler aşağı kahveye sahura kadar hediyeli tonbala oynanır, ama ne oyun, Allahım sırf kahkahalarla geçerdi. Sahur ne çabuk olurdu bilinmezdi. Ramazanda oruçlu iken halsiz kalan çocuklarını sırtlarında taşırlardı. Hele akşama iftara az kala toprak bacalarda, zaman geçmez, Cigara tiryakileri ellerinde tabakadan sardıkları tükürükle yapıştırdıkları cigara ve muhtar çakmağı ile bekler, çocuklar lokum, şeker, helva vs.ile ellerinde caminin minaresindeki şerefeye bakılır müezzin çıktı mı, hala duruyor mu,etrafa bakıyor, ezanı okumuyor baksana , yok gecikti, yok unuttu, müezzinin saati arpayı az yediğinden geri kalmış. Zincirli , köstekli cep saatlerine durmadan bakılır, kafa sallanır müezzinne olmadık sözler söylenir. Ezan okununca herşey unutulur bacadan hızla inilir doğru sofraya koşulur. Önce ortaya konan tasta çorbaya hep beraber kaşık sallanır. Annem bazan evde müsait olduğun da bizlere ramazanda halbur hurması deriz, yani kalbura bastı yapardı tereyağlı ve şekerli, şeker yoksa pekmezli , çayla çok güzel olurdu. Sahurda, oruç tutmasak da ana beni kaldır sahura derdim. Gaye oruç değilde halbur hurması yiyek diye. Bazı aileler vardı Alevi veya Ermeni asıllı onlarda Ramazana çok saygı gösterirlerdi. Bizlerle beraber aç kalırlardı, çok iyi komşulardı, herşeyde paylaşım ve beraberlik vardı. 

İliç Ardıçlığın Tepesine yaslanmış, önüne de bağları bahçeleri, tarlaları almış şirin Fırata kadar yeşil. Karşı taraf ise ancak dere kenarlarında yeşillik var. Kalan yerlerde nerdeyse ot bile olmaz, bir Anadolu ilçesi. Tek bağlantısı genelde tren oluyor, İstanbul ve Ankara İliç için çok şey ifade eder. Çünkü her İliç’linin yakını gurbete çalışmaya gider, genelde kasaplık olur. Bazıları da imkanı olan çocuklarını okutur. Ya askeri okul Ya da öğretmen olurlar. Gurbete gidenlerden durumu düzeltenler, geride kalan ana babayı da, kardeşleri de aldırırdı. Bu yüzdende nüfusumuz giderek azalırdı. Bazılarıda geride bıraktığı bağ ve tarlalaları evi de çökmeden satarlardı. Satın alanlarda genelde Kürt kökenli davarcılar veya Kuruçay tarafından gelen aileler alırdı. İliç ve çevresi Eğinle beraber Erzincanın en uzak ilçeleri olup köyleriyle beraber kendi kendine yetmeye çalışan ,valilikden yardım pek alamayan kaderine terk edilmiş bir ilçe. Erzincana kara yolu yok , gibi, olanla da gitmek çok tehlikeli. Refahiye yolu bozuk bilhassa Sini Beli , Bağıştaştan Urnacın Yokuşu çok virajlı Eğine gidiş zor olurdu, yada Divriği yolu desen oda pek sağlıklı değildi. Yani İliçin kara yolu yoktu, posta işleri hep tirenle oluyor, trenle Erzincan iki saat sürüyor. Araba derseniz, Mevlüt Usta’nın bir kamyonu var sık sık arızalanan, çalışması bile önden demir kolla çevire çevire çalışması sağlanan kamyonu var. Yine de İliç’in gururu her genç o kamyonda muavinlik yapmak isterdi. Her insan da binmek  isterdi, çocuklarda arkadan koştururlardı kamyona yetişemese de tabi. Şoseden çıksa hemen sesi duyulur, Hele gece geldiğinde bütün İliç farın etkisiyle ışıl ışıl olurdu, evimizin penceresinede uzakdan şavkı vururdu, çünkü odanın lambanın ışığından daha aydınlık yapmasıydı. İliçle İstasyonun arası tahminen üç km. , Gurbete gidiş ve gelişlerde, hep hayvanlarla taşınır İstasyona,yada gelen olursa alıp gelinirdi. Bazan İliçin köylerine gelenler olurdu, İstanbullular sanki düğüncü geliyor gibi ,bir sürü at, katır eşyalar insanlar , sıra sıra peş peşe transit geçerlerdi köylerine doğru. Hep ilgimi çekerlerdi, İstanbullular nasıl giyinirler, nasıl insanlar diye merak ederdim.

istasyon - fırat



Yolcu gönderirken eş dost da şunu da Köy yaşantısı her gün bir birini kovalayarak geçerdi. Her sabah Karataş veya Sarıtaş tarafından Çoban Dursun’un veya Şahin Dayının seslenmesiyle o tarafa götürürüz hayvanları. Akşam dönüşlerde en çok sevdiğimiz biz çocukların sürü dönüşünü oyun olarak gördüğümüz için, eşeklere binme merakını hemen hemen her gün yaparız. Daha önce yılgından yaptığımız bir karış boyundaki çuval şişlerini, biz modik olarak kullanıyoruz. Eşeklere binince boccikini modikliyerek bir birimizi geçmeye çalışıyoruz. Arkada kalanın da resmini çekerdik, kuyruğunu kaldırarak . 

Aşağı çeşmenin yanındaki havuzlu kahvenin bahçesinde erük ağacının altında oturan köy halkından insanların muzip sözlerini, avcılıkla ilgili şakalarla karışık gülmelerini izlerdim çok da severdim. Oşgin oynarken yapılan şakalar , sözlü muhabbetler yan masadan domino oynayanların gürültüleri, hele su arığına tahta sandalye atıp üzerinde , tavla oynayanların türkülü manili zar atışları, hala kulaklarımda, gözümün önünde canlanır. Zaman zamanda hadi oğlum ne işin var burada yallah eve der kovalarlardı beni. Kadir dedemin üvey kardeşi Kara Mahmut emmi vardı. Bu insan ayrıca belediyede zabıta idi, beni her gördüğünde gel der kulağımdan tutar deden nerede der bende ağurda derim, ne yiyiyor der, bende saman derim. Oda kahkahayı patlatıp bana delikli ikibuçuk kuruş verirdi. Tabi bende koşarak Adik Dayının bakkalına gider bisküvi alır evin yolunu tutardım.

Yüklə 6,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə