DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
42
karışık ve yanlış yola sapmış olarak buluruz.
Çünkü orda an-
latılanların çoğu bu amacın dışında kalmaktadır. Hatta biz
onun içinde bu amaca uyan konuşmayı sadece üzerinde am
işareti bulunan on birinci makalede buluyoruz.
19
Bilindiği üzere, Aristoteles ve onu takip eden filozof ve teologlar meta-
fiziği, mevcut olması bakımından mevcudu inceleyen bilim olarak nitelen-
dirirler. Fârâbî de bu görüşe katılır ve
İhsâu’l- l m’da ifade ettiği üzere,
metafizik, incelemelerini üç ana başlık altında gerçekleştirir: Ontoloji ola-
rak metafizik, mevcut olması bakımından mevcudu ve bu açıdan ona ilişen
şeyleri incelerken, epistemoloji olarak metafizik ise tikel ilimlerin ilkeleri-
nin dayandığı ilkeleri tartışıp ispatlar. Teoloji olarak metafizik ise, maddi
cevherlerin varlık sebebi olmaları bakımından gayri maddi cevherleri, on-
ların mahiyetini, sayısını, mertebelerini ve bir yetkinlik hiyerarşisi içerisin-
de hepsinin varlık sebebi olan bir ilk mevcutta nasıl son bulduklarını araş-
tırıp ispatlamaktadır.
20
Görüldüğü üzere, Fârâbî’nin
metafizik tasavvurunda
da İlk mevcut veya Tanrı bu bilimin araştırma kapsamına dâhil edilmekte-
dir. Nitekim Aristoteles’te de Metafizik’in cevher konusuna tahsis edilmiş
olan amda Kitabı Tanrı’yı inceleme konusu yapar. Ancak doğal teolojinin
kaynak metinlerinden birisi olan bu kitap, Tanrı’yı öncelikle töz/varlık ol-
ması ve hareketin hareketsiz nihai ilkesi olması bakımından ele alır. Dola-
yısıyla Aristoteles’te olduğu gibi Fârâbî’de de Tanrı, metafiziğin öncelikli
inceleme konusu değildir. Fârâbî metafizikte İlk Mevcudu ve İlk sebebi
ispat
ettikten sonra, Onun Tanrı olarak inanılması gereken şey olduğunu
belirtir.
21
Dolayısıyla, teoloji ile metafizik eşit içerikli kavramlar olmaktan
uzaktır. Kindî’ye gelince, onun metafiziğinin teolojik başlangıçlara sahip
olduğunu ve amacının öncelikle, dini düşüncede öngörüldüğü üzere, evre-
ni hür iradesiyle yoktan yaratan ve dilediğinde onun yokluğunu irade eden
bir varlık olarak Tanrı’yı ispatlamak olduğunu söyleyebiliriz. Kindî’nin
metafiziğe dair en önemli eseri olan fi’l-Felsefeti’l- lâ’da yer alan şu pa-
sajı, onun bakışını görmemize yardımcı olacaktır:
İmdi, iç yüzümüzü iyi tanıyan ve bizim kendi varlığını, birli-
ğini ispat etmek için nasıl çalıştığımızı, onu inkârda direten-
lere karşı getirdiğimiz delillerle kendilerinin ve fırkalarının
iç yüzlerini ortaya sererek onları nasıl
perişan ettiğimizi bilen
Allah’tan bizi ve bizim yolumuzdan gidenleri güçlü himaye-
sine alarak korumasını istiyoruz.
22
19
Fârâbî,
el-İbane an Garazi Aristutalis fi Kitabî Mabadettabia, 40, el-Mecmu, Mısır:
190 içinde bkz. Adamson, Kindî ve Yunanca Felsefe Geleneğinin Kabulü, 38.
20
Fârâbî, İhsau’l-Ulûm, nşr. O. Emin (Mısır: 1949), 99.
21
Fârâbî,
es-Siyasetu’l-Medeniyye, nşr. F.M. Neccar (Beyrut: 1986), 31.
22
Kindî, İlk Felsefe Üzerine, 152
KİNDÎ’NİN TANRI TASAVVURU ÜZERİNE
43
Tanrının Tek zelî Varlık Olarak Belirlenmesi
“Ezelî” kavramıyla
“tanrı” kavramının aynı içeriğe sahip olduğunu söy-
leyebiliriz. Ezelî olmayan bir şeyin tanrı olarak
vazedilmesi felsefi düşün-
me bakımından mümkün değildir. Tanrı kavramı zorunlu olarak ezelî olma
anlamını da içermektedir. Aslında Tanrı’nın ezelîliği düşüncesi, O’nun var-
lığını, yetkinliğini, birliğini, basitliğini, bölünmezliğini, nedensizliğini ve
tanrılık doğasında zorunlulukla bulunan tüm özellikleri
öz olarak ve lüzu-
men ihtiva eder. Kindî’nin ulûhiyetin doğasıyla ilgili çözümlemelerinde
metafiziğinin her alanında istihdam ettiği hakiki-mecazî kavram çiftini
kullanarak “Tanrı ezelîdir ve ezelî Tanrıdır” önermesini doğrulamaya çalış-
tığını söyleyebiliriz. Çünkü onun metafizik öğretisi, Tanrı’nın âlemi yok
iken ve yokluktan yarattığı düşüncesiyle âlemin sonlu olduğu, dolayısıyla
ezelî olmadığı düşüncesinde esaslanmaktadır. Kindî’nin Tanrı’nın tek ezelî
olduğunu kanıtlama çabasını, bir taraftan âlemin ezelî olduğunu iddia eden
zındıklık hareketleriyle, bir taraftan da teslisi kabul eden Hıristiyanlarla
irtibatlandırabileceğimiz gibi, ilahi zattan ayrı ezelî sıfatların varlığını ön-
gören Sünni/selefi gelenekle de irtibatlandırabiliriz. Öte yandan âlemin
ezelîliği yanında iki ezelî prensip kabul eden Senevi/Maniheist teolojileri
ve ileride Ebu Bekir er-Razi’de görüleceği üzere ezelî
ilkeleri çoğaltan fe-
lesefi akımları da Kindî’nin muhatapları arasına sokabiliriz.
Tevhid ilkesi sadece Mu tezilî kelâmcılar için değil bütün Müslümanlar
için sistemik bir değer taşımaktadır. Ancak düalist ve plüralist çağrışımlar
içeren her tür tanrı tasavvurunu tevhide aykırı görüp bu düşünceleri çürü-
ten sonraki İslâm filozofları âlemin ezelîliği fikrini sistemlerinin önemli bir
parçası olarak savunmuşlardır. Başka bir ifade ile onlar âlemin ezelîliği
düşüncesini Tanrının birliği ve geniş anlamda yaratıcılığı bakımından so-
runlu bir düşünce olarak görmemişler, aksine bunun felsefi açıdan zorunlu
olduğunu ifade etmişlerdir. Başta Fârâbî olmak üzere âlemin kıdemine kail
olan İslâm filozofları bu görüşlerini ezelî kavramını mutlak anlamda ezelî
olanla, başkasından dolayı ezelî olan şeklinde ikiye ayırarak temellendirme
yoluna gitmişlerdir. Fârâbî, İlk’in doğasını belirleme bağlamında O’nun
kendinde varlık
olduğunu, hiçbir noksanlık taşımadığını her bakımdan en
üstün varlığa sahip olduğunu, yokluğunun düşünülmesinin mümkün olma-
dığını ve her daim fiil halinde bulunduğunu belirttikten sonra, Onun ezelî-
liği ile ilgili olarak, İbn Sîna’da ayrıntılı şekilde incelenecek olan şu sonu-
cu ifade eder: “ Bundan dolayı O, ezelî olmak için varlıkta kalmasını/
bekâ sağlayacak başka bir şeye ihtiyaç duymaksızın, zâtı ve cevheri bakı-
mından daimî varlığa sahip olarak ezelîdir. Çünkü O’nun cevheri, varlıkta
kalma ve varlığını devam ettirme hususunda kendine yeterdir.”
23
Fârâbî,
23
Fârâbî,
Kitabu Mebadii Arai Ehli’l-Medineti’l-Fazıla, nşr ve çev. R. Walzer (O ford:
1985), 56.