DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
38
Kindî’nin Tanrı tasavvurunda onun hem koşulsuz teolojik/kelâmî kabul-
lerini hem de bunları felsefe aygıtıyla ne şekilde temellendirmeye çalıştığı-
nı bir arada bulmaktayız. Kindî’nin Tanrı, Tanrı-evren
ilişkisi ve yaratma-
nın mahiyeti gibi önemli meselelerle ilgili görüşlerini ele almadan önce bu
konuda ona etki eden veya onu yönlendiren düşüncelere değinmekte yarar
olabilir. Burada üç tanrı tasavvuruna kısaca temas ederek bahse konu filo-
zofun bu görüşler karşısında nasıl bir tavır sergilediğini ve birbirinden ol-
dukça farklı olan bu görüşleri nasıl sentezlediğini ve hangi görüşü esas
alarak bunu yaptığını incelemeye çalışacağız. Bu görüşlerin ilki bütün za-
manların saygın filozofu Aristoteles’e aittir. Aristoteles Kindî’yi
etkileyen
filozofların başında gelir. Onun filozofumuz üzerindeki etkisi ya doğrudan
kendi eserleri veya dolaylı olarak Yeniplatoncu kaynaklar üzerinden ol-
muştur. Dolayısıyla Kindî’nin zihnindeki Aristoteles resmi, özellikle Tanrı
meselesi bağlamında, tam bir otantisiteye sahip olmamış olabilir. Zira Aris-
toteles, Kindî’nin kendi düşüncesi açısından olumsuzluklar içeren bir tanrı
tasavvuruna sahiptir. Onun sisteminde Tanrı, neredeyse sadece bir ilk ne-
den, evrendeki nedenselliğin kaynağı olan bir ilke konumundadır ve adeta
o kadardır. Aristoteles’in
Metafizika/ amda kitabında karşımıza çıkan Tan-
rı,
sistemde, hareketler zincirinin hareket etmeyen son halkası, yani “ilk
hareket ettirici” olarak bulunmaktadır. Aristoteles’e göre, hareket ezelî ve
ebedî olmak zorundadır ve bu nedenle, ezelî-ebedî hareketin ezelî-ebedî ve
hareketsiz bir hareket ettiricisinin bulunması zorunludur. Şu halde, ezelî-e-
bedî hareket için, bu hareketi meydana getirme gücüne sahip olan ve bu
gücü fiilen uygulayan bir ezelî-ebedî tözün olması gerekir. İşte bu varlık,
“ezelî-ebedî, tözsel, salt fiil halinde” olan Tanrı’dır.
10
Aristoteles’e göre,
evrenin gayri maddi nedeni olarak Tanrı’nın maddi evrenle doğrudan bir
ilişkisi bulunmamaktadır; Tanrı, kendinden başka düşünme objesi olmayan
salt akıldır, salt fiildir.
11
Bundan dolayı, O, bir
şekilde nedeni olduğu evre-
nin varlığının bilincinde olmadığı gibi, bir arzu nesnesi olması sebebiyle
kendisine yönelen kozmik ve insanî temayülün de bilincinde değildir. De-
mek ki, Aristoteles’in tasavvur ettiği Tanrı, büyük ölçüde gâî/ereksel neden
olarak etkide bulunmaktadır.
12
“Kendi kendisini düşünen düşüncenin salt
fiili, ezelî olarak kendini düşünmekte, bizi dikkate almamaktadır”.
13
Aristo-
teles’e göre her şeyin ilk nedeni olarak Tanrı en üstün, en yetkin varlıktır,
ama kelimenin dar anlamında yaratıcı değildir. Yunan mantalitesi yoktan
10
Aristoteles,
Metafizik , çev. A. Arslan (İzmir: 1993), 1071b vd.; Sir David Ross,
“Aristoteles’in Metafiziği”
, çev. A. Arslan (Aristoteles,
Metafizik I, içinde), (İzmir:
1985),71 vd.
11
Copleston, “Felsefe Tarihi” (Aristoteles, Metafizik I, içinde), 1:71.
12
Ross, “Aristoteles’in Metafiziği” (Aristoteles, Metafizik I, içinde), 72.
13
Etienne Gilson,
Tanrı ve Felsefe, çev. M. Aydın (İzmir: 1986), 32.
KİNDÎ’NİN TANRI TASAVVURU ÜZERİNE
39
yaratma düşüncesine iltifat etmez. Aristoteles Tanrı’yı akıl varlığı olarak
düşünür ve O’nda iradenin değil zorunluluğun hüküm sürdüğünü söyler.
Tanrı’nın en yetkin varlık olarak tasavvuru her türden iradî determinasyo-
nu ortadan kaldırır ve her şeyi en mükemmel olanın alternatifsiz yeknesak-
lığında ele alır; yetkin varlık olarak Tanrı düşüncesi Tanrı’yı
kendi içine
hapseder; evreni ilk hareketini ezelî olarak ondan alan kadim bir varlık
olarak görür.
Yeniplatoncu felsefenin kurucusu olan Plotinos, Tanrı’yı veya kendi tek-
nik tabiriyle Bir’i aklın ve hatta varlığın üzerinde görür ve Onun bütün
varlığın yegâne kaynağı olduğunu belirtir. Yeniplatoncu gelenekte Tanrı,
varlık veren fâil nedendir. Bu felsefeye göre varlık esasen, güneş ışınları-
nın güneşten çıkması veya kokunun kokulu nesneden yayılmasına benzer
bir tarzda, Bir olanın doğal ve zorunlu bir yayılımından ibarettir. Dolayı-
sıyla Plotinos, her ne kadar Tanrı’yı varlık veren fâil neden olarak kabul
etmek suretiyle Aristoteles’ten ayrılmış
olsa da, hem Tanrı’dan iradeyi
nefy etmesi hem de evrenin ezelîliğini kabul etmesi bakımlarından onunla
aynı çizgide yer alır. Şu halde Yunan felsefesi, Tanrı’yı en mükemmeli yap-
maktan başka seçeneği olmayan zorunlu bir varlık olarak görür ve buna
bağlı olarak Onun var etme fiilinin zorunlu bir sonucu olarak âlemin ezelî-
yetine kail olur. Bu gelenekte, öncesinde yokluğun
bulunduğu bir yoktan
yaratma düşüncesi bulunmamaktadır.
Müslüman teologlar Yunan felsefesinde bu şekilde tasarımlanan ve
Fârâbî ve İbn Sîna gibi İslâm filozofları tarafından da makul bir açıklama
olarak görülecek olan bu Tanrı tasavvuruna şiddetle karşı çıktılar. Onlar
ilkelerini vahiyden alan bir yaklaşımla meseleyi tamamen farklı bir kav-
ramsal zeminde işlemişlerdir. İslâm’da ve bir yere kadar Hıristiyanlık’ta
ortaya çıkan bütün teoloji okulları Tanrı’nın her şeyden önce yoktan yara-
tıcı bir varlık olduğunu vurguladılar ve Tanrı-evren ilişkisini bir halik-mah-
lûk/yaratan-yaratılan ilişkisi olarak vazettiler. Onlara göre, Tanrı’nın ev-
renle ilişkisi her zerresi bilinçli olarak gerçekleştirilen, hikmetli, gayeli ve
sürekli bir etkinliktir. Tanrı hem evrenle hem de tabiatın en yetkin varlığı
olan insanla doğrudan ve her an aktif olan bir münasebet içerisindedir. Yine
onlara göre Tanrı, nitelikleri olan bir varlıktır ve bundan ötürü bir şahıstır.
Bu nedenledir ki, O, bir kişi olarak müminin muhatabıdır ve dualarına biz-
zat mukabele eden bir destekçi olarak onun yanındadır.
Sadece doğal düze-
nin değil toplumsal hayatın tüm olayları da onun sürekli etkin olan müşa-
hedesi ve yeri geldiğinde müdahalesi altında gerçekleşmektedir. Müslüman
teologların çerçevesini belirlediği bu dini teizm, Tanrı’yı fiilini zorunluluk
içerisinde yapan bir demiurgos olarak değil mutlak iradesine göre hareket
eden bir müdebbir olarak kabul etmektedir. Buna göre, yaratma, Tanrı’nın
kemal sıfatlarından yalnızca bir tanesine
işaret etmektedir ve O, bütün yet-