Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 0,94 Mb.
səhifə29/42
tarix16.08.2018
ölçüsü0,94 Mb.
#63548
növüYazı
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   42

HUNEYN GAZASI
1082- Ebû Katade (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Huneyn gazasına çıkmıştık. Huneyn adı verilen yerde düşmanla karşılaştık. Müslümanlar arasında biraz ilerleme ve gerilemeler oldu. O sırada ben müşriklerden birinin bir Müslümanla boğuşmakta olduğunu gördüm. Hemen o müşrikin arkasından boyun ile omzu arasına bir kılıç darbesi indirdim ve zırhını kestim. Sonra o müşrik dönüp beni yakaladı ve öyle sıktı ki, ölümü tadar gibi oldum. Sonra düştü ve öldü. Ben de kurtuldum. Askerimiz böyle bozulup giderken Hazreti Ömer’e yetiştim ve:

— İnsanların bu hali nedir? dedim. Hazreti Ömer:

— Allah Teâlâ’nın emri ve kaderidir, dedi. Sonra Müslümanlar geri dönerek düşman üzerine saldırdılar ve onları yendiler. Pek çok ganimet aldılar. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri de istirahata çekildiler. O esnada Hazreti Peygamber ashaba şöyle buyurdu:

“Kim bir müşriki öldürür de, onu öldürdüğüne dair bir delili bulunursa, öldürdüğü müşrikin üzerindeki eşyasına sahip olur.”

Ben hemen ayağa kalktım ve:

— Benim için kim şahidlik eder? dedim. Hiç kimse cevap vermediği için oturdum. Hazreti Peygamber aynı sözleri tekrarladı, ben yine ayağa kalkıp: Benim için kim şahidlik eder? dedim. Hiç kimse cevap vermediğinden yine oturdum. Hazreti Peygamber dördüncü defa aynı sözü tekrarlayınca, yine ben ayağa kalktığım vakit, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

“Ey Ebû Katade, ne istiyorsun?” Ben de, yukarıda anlattığım şekilde bir müşriki öldürdüğümü ifade ettim. Sonra ashaptan biri de: Evet, ya Resûlallah! Bunun söylediği doğrudur. Onun öldürdüğü müşrikin eşyaları yanımdadır. Fakat onları bana bıraksın, dedi. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir söz aldı ve şöyle dedi:

— Vallahi bu olamaz. Çünkü Allah yolunda savaşıp bir düşman öldüren, Allah’ın aslanlarından bir aslandır. Ona ait eşyanın sana verilmesi için onun üstüne varılmaz. Sonra, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Ebû Bekir’in sözü doğrudur. Sen Ebû Katade’ye ait olan o ölünün eşyasını kendisine ver..

Bu emirden sonra adam bana ait olan eşyayı verdi. Sonra ben o eşya ile Benî Seleme arazisinde bir bostan satın aldım. İşte İslâm’da ilk edindiğim mal, o maldı.44

44 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 726-727


EVTAS GAZASI
1083- Ebû Mûsâ El-Eş’arî (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huneyn gazasını zaferle tamamlayınca, bu savaştaki bazı müşrikler, Hevazin diyarında olan EVTAS köyüne sığındılar. Hazreti Peygamber bunlar üzerine bir birlik gönderdi ve o birliğe de Ebû Amir’i komutan tayin etti. Bu birlik Evtas’a vardığı zaman, orada toplanan müşriklerin başı Düreyd bin Samme ve askerleriyle karşılaştılar ve savaşa tutuştular. Sonra müşriklerin başı olan Düreyd öldürüldü. Onun öldürülmesiyle askerleri de dağıldı.

Ebû Mûsâ der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni de, amcam Ebû Âmir ile bu gazaya göndermişti. Biz birlikte savaşırken amcam Ebû Amir dizinden yaralanmıştı. Bir düşmanın atmış olduğu ok, bu komutanımızın dizini ağır bir şekilde yaralamıştı. Ben hemen amcamın yanına koşarak: Ey amca sana oku atan kimdir? dedim. Amcam da parmak ile işaret ederek kendisini yaralayan düşmanı bana gösterdi. Ben hemen o düşmanın üzerine yürüdüm. Benim yaklaştığımı görünce kaçmaya başladı. Arkasından koştum ve: Kaçmaktan utanmıyor musun, bana neden karşı çıkmıyorsun? dedim. Adam benim bu sözüm üzerine durdu. Karşılıklı olarak kılıçlarımızla dövüşmeğe başladık. Sonunda onu öldürdüm. Hemen yaralı bulunan amcamın yanına döndüm. Amcama, kendisini yaralayan müşriki öldürdüğümü müjdeledim. Sonra amcam dedi ki, şu dizime batmış olan oku çıkar. Ben de oku çıkardım. Amcamın dizinden su boşandı. Ebû Âmir öleceğini anlayarak bana şöyle dedi:

— Yeğenim! Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e benden selâm söyle. Hem de benim için Allah’dan mağfiret dilesin.

Sonra Ebû Âmir beni askerlerin başına komutan yaptı. Az sonra da amcam vefat etti. (R.A.). Sonra savaştan başarı sağlayarak Medine’ye dönünce, Hazreti Peygamberin evine gittim ve onu bir şilte üzerine yatmış halde buldum. Şiltenin kalınca örgüleri mübarek vücutlarında iz bırakmıştı. Sonra ben savaşımız hakkında kendilerine bilgi verdim ve Ebû Amir’in vasiyetini de söyledim. Hazreti Peygamber hemen abdest suyunu istedi, abdest aldı. Sonra mübarek iki elini kaldırarak dua etti:

“Allah’ım! Senin sevimli kulun Ebû Âmir’i bağışla. Allah’ım! Kıyamet gününde onu insan yaratıklarının birçoğundan Üstün kıl,” Bu duayı yaparlarken mübarek kollarını o kadar yukarı kaldırmışlardı ki, ben koltuklarının altını görmüştüm. Bunun üzerine dedim ki.

— Ya Resûlallah! Benim için de dua ediniz. Hazreti peygamber bana şöyle dua etti:

“Allah’ım! Abdullah bin Kays’in (Ebû Mûsâ’nın) günahlarını bağışla ve kıyamet gününde onu şerefli bir makama erdir.” Mütercim:

Abdullah bin Kays, Ebû Mûsâ El-Eş’arî’nin adıdır.45

45 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 727-728


TAİF GAZASI
1084- Ümmü Seleme (R.A.) der ki:

Evime kardeşim Abdullah bin Ümeyye ile (onun azadlısı olan) kadın kılıklı bir adam geldi. Sonra bu adam kardeşim Abdullah’a şöyle dedi: Ey Abdullah haberin var mı? Eğer Allah Teâlâ Hazretleri yarın size Taif’i fetheder de Taif sizin elinize geçerse, sen Taif halkından Ğayîan’ın kızını seç al. Çünkü o dört kıvrım gelir, sekiz kıvrım gider (vücut organları dolgundur, önden dört kıvrım ve arkadan sekiz kıvrım görünür). Hazreti Peygamber bu lafı duyunca hiddetlenerek şöyle buyurdu:

“Böyleleri, siz kadınların yanına hiç girmesinler.”

Mütercim:

Yersiz konuşma yapan ve aslen kadın kılıklı düşük bir adam olan şahıs, Abdullah bin Ümeyye’nin azadlısı idi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu Medine’den Hims’e sürdü. Hazreti Ömer’in hilâfeti zamanında ihtiyarladı ve sıkıntıya düştü. Bazı kimselerin yardımı ile haftanın cuma günleri Medine’ye gelerek dilenip geri dönmesine müsaade edilirdi.
1085- Abdullah bin Amr (R.A.) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Taif’i kuşattığı zaman, Taif halkı (Sakîf kabilesi), yüksek ve metin kalelerine sığınmış olduklarından kısa zamanda Taif’i almak mümkün olamıyordu. Ashabı kirama zayiat verdirmemek için görüş sahibi kimselerle istişare yaptıktan sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashaba şöyle buyurdu:

“İnşaallah, yarın Medine’ye dönüyoruz.” Bu söz ashabı kirama ağır geldi ve: Fetih yapmadan mı ayrılacağız? dediler. Hazreti Peygamber ikinci defa olarak:

“İnşallah, yarın Medine’ye dönüyoruz,” buyurdu. Ashap yine aynı tepkiyi gösterdiler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

“Haydin (kalenin fethi için) çarpışınız.” buyurdu. Ashabı kıram savaşa başladılar; fakat Taif’i fethetmek mümkün olmadı Bununla beraber çok kimseler de yaralı düştü. Sonra Hazreti Peygamber:

“İnşallah, yarın Medine’ye dönüyoruz.” buyurdu. Bu söz bütün ashabın bu defa hoşuna gidince Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güldüler veya tebessüm ettiler.


1086- Ebû Mûsâ El-Eş’ari (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huneyn gazasından sonra Taife gitti. Taif’den dönüşte Huneyn ganimetlerini bölmek için Mekke ile Medine arasında yahut Taif ile Mekke arasındaki CÎ’RANE adlı yere indiler. Ben Hazreti Peygamberin huzurunda bulunuyordum. Bilâl Habeşî de oradaydı. O sırada Hazreti Peygamberin huzuruna bir Bedevi gelip:

— Huneyn ganimetlerinden bana vermeyi vad ettiğiniz şeyi veremeyecek misiniz? dedi. Hazreti Peygamber ona:

“Müjdelen (gözün aydın)!” buyurdu. Bedevi bu sözden kırılarak:

— Sen bana müjde lafını çok ettin, dedi. Hazreti Peygamber, Ebû Mûsâ ile Bilâl Habeşîye dönerek:

“Bu Bedevi (A’rabî) benim müjdemi kabul etmedi? bu müjdeyi siz kabul ediniz.” buyurdu. Biz de: — Kabul ettik, dedik. Sonra Hazreti Peygamber bir kadeh su istedi. Mübarek ellerini ve yüzünü o kadehde yıkadı. Ağzına aldığı suyu o kadehe püskürttü. Sonra her ikimize şöyle buyurdu:

“İkiniz de şu sudan içiniz. Hem de yüzünüze, göğsünüze akıtınız ve muştulanınız.”

Onlar da kadehi alıp içtiler, yüzlerine ve göğüslerine döktüler. O anda perde arkasında bulunan müminlerin annesi Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) Ebû Mûsâ ve Bilâl Habeşî’ye seslendi:

— O mübarek sudan annenize de bırakınız. Onlar da kadeh içinde biraz su bıraktılar. Bu geri kalanını da Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) içti ve göğsüne döktü.
1087- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Huneyn savaşından alınan ganimetleri bölerken Ensar’dan bazı kimseleri yanlarına topladı ve onlara:

“Gerçekten Kureyş kavmi (Mekke’liler) henüz cahiliyetten (küfür ve şirk bataklığından) çıkmışlardır. Ben onları denemek, sabır ve sebatlarını temin edip kalplerini İslam’a ısındırmak istiyorum (ganimet malını onlara vermemin sebebi bu). Ey Ensar (Medine’liler) topluluğu! İnsanlar dünya malı ile Mekke’ye dönerken, siz, Allah’ın Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile evlerinize (Medine’ye) dönmenize razı olmaz mısınız?” buyurdu. Ensar:

— Evet, razıyız ey Allah’ın Resulü! dediler. Sonra Hazreti Peygamber Ensar’ın kalplerini hoşnud etmek için;

“İnsanlar bir vadiye ve Ensar da başka bir vadiye veya dağ yoluna koyulsalar, ben Ensar’ın koyulduğu vadiyi veya yolu tercih ederim (onlardan ayrılmam).” buyurdular.
1088- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Beni Huzeyme kabilesini İslâm’a davet için Halid bin Velid kumandasında bir birlik gönderdi. Halid bin Velid onları İslâm’a davet etti. Onlar İslâm olduk, sözünü beceremediklerinden onun yerine,” atalarımızın dininden ayrıldık” manasında bir deyim kullandılar. Hazreti Halid onların bu sözünü kabul etmeyip onlardan bir kısmını öldürdü ve bir kısmını da esir etti. Alınan esirleri komutası altındaki savaşçılara birer birer teslim etti ve herkese kendi esirini öldürmek için de emir verdi.

İbni Ömer der ki: Bu emir geldiği gün ben dedim ki, vallahi ben kendi esirimi öldürmeyeceğim gibi, beraberimde bulunan arkadaşlarımdan hiç birisi de kendi esirini öldüremez. Sonra biz bu durumda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna vardık ve bu hali ona arz ettik. Bunun üzerine Hazreti Peygamber mübarek ellerini göğe doğru kaldırarak:

“Allah’ım! Halid’in yapmış olduğu işten ben sana sığınırım, ben ondan beriyim.” buyurdu ve bu sözü iki defa tekrarladı.


1089- Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir yere askeri bir birlik gönderdi. Bu birliğin başına da Ensar’dan birini komutan tayin etti. Her hususta komutana itaat edilmesini de birliğe tavsiye buyurmuştu. Yolda giderlerken her nasılsa komutanlarına karşı biraz sertlik göstermeleri üzerine komutan onlara öfkelenerek:

— Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem size, her hususta bana itaat etmenizi emretmemiş mi? dedi. Onlar da:

— Evet, emretmiştir, dediler. Komutan:

— Öyle ise, bana odun toplayınız, dedi. Onlar da topladılar, yığın yaptılar. Sonra komutan:

— Odunları ateşleyin, dedi. Onlar yığın halindeki odunları ateşe verdiler. Sonra komutan onlara:

— Haydi kendinizi ateşe atın, dedi. Onlar gerçekten kendilerini ateşe atmaya niyetlendilerse de, birbirlerine mani olarak:

— Biz bu ateşten kaçıp Müslüman olduk. Hazreti Peygambere iman ettik, dediler ve kendilerini ateşe atmadılar. Nihayet ateş söndü, komutanın da kızgınlığı geçti. Sonra bu acıklı olayı Hazreti Peygamber duyunca şöyle buyurdu:

“Eğer onlar, o ateşe girmiş olsalardı, bir daha kıyamete kadar o ateşten çıkmazlardı (İdareci ve komutana) itaat, ancak iyi ve hayırlı işlerde olur.”

Mütercim:

Kendi canlarını ateşe atarak intiharı caiz görenler ve buna helâl diye inananlar ve böylece ölenlerin özürleri makbul olmayacağı için katil cezasını çekerler, ahirette kendilerine azab edilir.
1090- Ebû Bürde’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Mûsâ ile Muaz bin Cebel’i Yemen bölgesine göndermişti. Yemen iki bölgeye ayrılmış olduğundan her biri bir bölgeye gitmişti. Ebû Mûsâ’yı Aden bölgesine ve Muaz bin Cebel’i de diğer bölgeye görevlendirirken onların her ikisine şöyle buyurmuştu:

“(Her işte idareniz altındakilere) kolaylık gösteriniz, güçlük çıkarmayınız. Sevindirici olunuz, bıktırmayınız.”
1091- Ebû Mûsâ El-Eş’arî den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Ebû Mûsâ’yı Yemen’e vali olarak gönderdiği zaman, Yemen’de yapılan içkilerden Hazreti Peygambere sordu. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Yapılan içkiler nasıl bir içkidir?” Ebû Mûsâ:

— Bit denilen bal içkisi ile Mirz denilen arpa içkisidir, dedi. Sonra Hazreti Peygamber:

“Her sarhoşluk veren şey haramdır,” buyurdu.
1092- Berâ (Radıyallahu Anh) der ki:

Taif gazasından dönerek Ci’rane adındaki yerde Huneyn ganimetlerini böldükten sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bizi, Halid bin Velid ile Yemen bölgesine göndermişti. Daha sonra Halid bin Velid’in yerine Hazreti Ali’yi gönderdiler ve Hazreti Ali’ye şöyle buyurdular:

“Halid’in adamlarına söyle: İçlerinden kim seninle kalmayı arzu ederse sana uysun, dileyen de gelsin.”

Berâ der ki: işte ben de Hazreti Ali ile beraber kalanlardan idim. Ganimet olarak da bir miktar altın para almıştım.


1093- Büreyde (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Yemen bölgesine görevli olarak gönderilen Halid bin Velid’den ganimetlerin beşte birini almak üzere Hazreti Ali’yi göndermişti. Büreyde der ki: Ben Hazreti Ali’ye (bir işten dolayı) kızmıştım. Sonra Hazreti Peygamberin huzuruna vardığımız zaman, Hazreti Ali’ye kızdığım hususu anlattım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

“Ey Büreyde! Bu yüzden Ali’ye kızıyor musun?” Ben, evet, dedim. Hazreti Peygamber:

“Sen ona kızma? çünkü onun ganimet mallarının beşte birinde bundan daha çok hakkı vardır.” buyurdu. (Ganimet mallarında aldığı cariyeden daha çok hakkı vardır. Aldığı cariye hakkının sadece bir kısmıdır.)


1094- Ebû Saîd EI-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) Yemen’den Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e deriden yapılmış bir kese içinde henüz toprağı ayıklanmamış altın külçesi göndermişti. Hazreti Peygamber o külçeyi dört kimse arasında paylaştırdı. Sonra ashaptan biri:

— Biz bu mala o dört kişiden daha fazla hak sahibiyiz, dedi. Bu sözü Hazreti Peygamber duyunca şöyle buyurdu:

“Siz bana güvenmiyor musunuz? Hâlbuki ben gökte olanların da eminiyim. Sabah ve akşam bana göğün haberi (vahyi) gelir.”

Sonra çukur gözlü, elmacık kemikleri sivri, alnı tümsek, kaba sakallı, başı tıraşlı ve eteğini yukarı kıvırmış bir adam ayağa kalkıp: Ya Resûlallah! Allah’tan kork, dedi. Hazreti Peygamber ona, şöyle cevap verdi:

“Sana yazıklar olsun! Ben Allah’tan korkmaya yeryüzü insanlarının en layık olanı değil miyim?” Sonra o adam arkasını dönüp giderken. Halid bin Velid:

— Ya Resûlallah! Bana izin ver, şu adamın boynunu vurayım, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem cevap verdi:

“Hayır, belki namaz kılıyordur.” Halid bin Velid : — Nice namaz kılanlar vardır ki, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylerler (münafıklar), dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Bana insanların kalplerini eşelemek ve karınlarını yarmak emredilmedi.” Hazreti Peygamber o adamın arkasından bakıp şöyle buyurdu:

“Gerçekten bu gibilerin soyundan birtakım insanlar gelecek ki onlar Kur’an ı taptaze okuyacaklar; fakat Kur’anın manevi tesiri hançerelerini geçmeyecektir (kalblerine ulaşmayacaktır). Av hayvanını delip geçen ok gibi dinden çıkacaklardır.”

Ebu Saîd der ki; Sanıyorum ki, Hazreti Peygamber şunu da ilave etmişti: “Eğer ben onlara ulaşırsam, Semûd kavmi gîbi onları behemehal öldürürüm.46

46 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:728-737


ZİL — HALASA GAZASI
1095- Cerîr (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu: “Beni, Zil-Halasa putlarından kurtarıp rahata kavuşturmaz mısın?” Ben de: Evet, sizi onlardan kurtarıp rahata kavuşturacağım, dedim. Sonra ben, Ahmes kabilesinden yüzelli süvari ile Zi’I-Halasa’ ya (puthaneye) gittim. Bu kabile iyi at kullanan biniciler idi. Ben ise bir türlü hayvan üzerinde duramıyordum, düşüyordum. Bu halimi Hazreti Peygambere arz ettim. Hazreti Peygamber mübarek elini göğsüme vurarak:

“Allah’ım! ona sebat ver. Onu hidayete eren ve başkaları için de bir hidayet vasıtası kıl” diye dua buyurdu. Artık ben o duadan sonra bir daha hayvandan düşmedim.

Zi’l-Halasa adındaki puthane, Yemen bölgesinde Haş’am ve Becile kabilelerinin tapınakları idi. İnsanlar arasında Yemen’in kâbesi diye ün salmıştı. O tapınakta putlar vardı ki, kâfirler onlara taparlardı. Kurbanlarını bir putun yanında keserler ve akan kanları onun üzerine dökerlerdi. Hazreti peygamber bu puthanenin mevcudiyetinden çok üzgündüler.

Sonra Cerir Hazretleri o puthaneye vardığı zaman, o puthanede bir adam fal okları ile fal açıyordu. Falcıya biri dedi ki, şimdi Hazreti Peygamberin bu elçisi buradadır. Eğer bu elçi senin halini görürse, senin boynunu vurur. O esnada Hazreti Cerîr, bu falcının yanına geldi ve vaziyetini öğrenince o falcıya şöyle dedi:

— Şimdi sen bu putları kıracaksın, sonra şehadet kelimesini getireceksin (Eşhedü En lâ İlahe illallah ve eşhedü enne Muhammed’en abdühu ve resûlühu, diyeceksin). Yoksa senin boynunu vuracağım. Falcı hemen şehadet kelimesini getirdi ve putları da kırdı. Hazreti Cerîr de o puthaneyi yaktı, yıktı. Bu sevinçli haberi Hazreti Peygambere ulaştırmak için Cerir, Hazreti Peygambere bir elçi gönderdi. Cerir’in elçisi Hazreti Peygamberin huzuruna varıp şöyle dedi:

— Ya Resûlallah, seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, o puthaneyi uyuzlu deve gibi bıraktım geldim. Toprak ve taş yığını halinde kaldı. Hazreti Peygamber, Ahmes kabilesine ve süvarilerine:

“Allah’ım! Ahmes kabilesinin atlarına ve adamlarına bereket ver.” diye dua ettiler ve bu duayı beş defa tekrarladılar.


SEYFU’L-BAHR GAZASI
1096- Câbir (Radıyallahu Anh) der ki:

Şam’dan gelecek olan Kureyş kabilesine ait kervanın gözetlenmesi için, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, deniz sahili tarafına üçyüz kişilik bir birlik göndermiş ve Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı da bu birliğe kumandan tayin etmişti. Yolun bir kısmında yiyeceğimiz tükendi. Kumandanımız Ebû Ubeyde, kimde ne miktar yiyecek varsa çıkarıp ortaya koymasını emretti. Hepsinden toplanan yiyecek iki dağarcık hurmadan ibaret oldu. Ebû, Ubeyde, her gün o hurmalardan bize az az vererek bizi idare etti. Nihayet tükendi. Adam başına birer hurma düşüyordu. Bir adam Cabir’e sordu:

— Günde yalnız bir hurma ile nasıl idare ettiniz? Cabir:

— Hurmalar tükendiği zaman o bir hurmanın yokluğunu hissettik, dedi. Cabir söze devamla der ki: Nihayet biz sahile vardık. Deniz kenarında bir küçük dağ kadar bir balık bulduk. Biz o balıktan onsekiz gece bol bol yedik ve doyduk; yine de onu bitiremedik. Ebû Ubeyde Hazretleri, o balığın iki kaburga kemiğini diktirerek altından deveyi geçirdi. Devenin hörgücü bile o kemiklere değmedi. O balığın yağından da süründük, semizlenerek eski halimize döndük. Sonra Medine’ye dönüşümüzde bu olayı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize anlattık. Bize şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ Hazretleri size denizden çıkarmış olduğu rızıktan afiyetle yiyiniz; o balıktan yanınızda varsa (beraberinizde getirmişseniz) bize de yediriniz.” Arkadaşlarımızdan birinde o balıktan bir parça vardı. Onu getirip Hazreti Peygambere takdim etti. Hazreti Peygamber de o balığın etinden yedi.47

47 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:737-738
SÜMÂME, MÜSEYLEME VE ESVED EL-ANSİ BAHÎSLERİ
1097- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Necid tarafına, bir süvari birliği göndermişti. Bu birlik, Mekke ile Medine arasında bulunan Yemame sakinleri Beni Huneyfe kabilesinin reisi Sümame’yi esir alarak Medine’ye getirdiler. Onu Mescid’in direklerinden bir direğe bağladılar. Sonra Hazreti Peygamber saadethanele-rindeh çıkıp-Mescid’e gelince Sümame’yi gördü ve kendisine sordu:

“Sümame! sende ne haberler var? Sümame:

— Bende hayır vardır, ya Muhammed: Eğer beni öldürürsen, kanlı bir katili öldürmüş olursun (ölüme hak kazanan bir caniyi öldürmüş olursun). Eğer bana iyilik edersen, teşekkür etmeyi bilene iyilik etmiş olursun. Eğer kurtulmam karşılığında mal istersen, dilediğin kadar iste, dedi. Sonra Sümame bağlı halde bırakıldı. Ertesi gün Hazreti Peygamber Sümâme‘ye yine sordu: -Sümame! Sende (söylemek istediğin) bir şey var mı?.”

Sümame: — Sana söylediğim söz var. Eğer bana iyilik edersen teşekkür etmeyi bilene iyilik etmiş olursun, dedi. Hazreti Peygamber yine onu bağlı olarak bıraktı. Bir gün sonra Hazreti Peygamber ona tekrar sordu:

-Sümame! Bir diyeceğin var mı?” Sümame: — Sana dediğim söz var, cevabım verdi. Bunun Üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem : “Sümame’yi çözünüz, serbest bırakınız.” buyurdu. Ashabı kiram da Sümame’yi çözdüler; Sümame hemen Mescide yakın bir havuzda guslederek Mescide girdi. Şehadet kelimesini getirerek (Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammed’en abdühu ve resulühu, diyerek) Müslüman oldu. Sonra Hazreti Peygambere şöyle dedi:

—Şimdiye kadar bu ülkede senin yüzünden daha çok nefret ettiğim bir yüz yoktu. Şimdi ise senin mübarek yüzün, yeryüzünde bana yüzlerin en sevgilisi oldu. Vallahi, senin dininden daha çok nefret ettiğim hiç bir din yoktu. Şimdi ise, bana, dinlerin en sevgilisi senin dinin oldu. Vallahi, senin kentinden tiksindiğim kadar hiç bir kentten tiksinmiyorum. Şimdi ise, bana en sevgili kent senin kentin olmuştur. Fakat senin süvarilerin Mekke’ye umre için giderlerken beni yolda esir aldılar. Buna ne buyurursunuz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Sümame’yi tebrik etti ve umreye gitmesi için de ona izin verdi.

Sümame umre için Mekke’ye varınca birisi ona dedi ki:

— Sen dinini değiştirdin, saptın? Sümame cevap verdi:

— Vallahi ben sapmadım. Ben Hazreti Peygamberin yanında İslâm’ı kabul etmek şerefine kavuştum. Vallahi, bundan, böyle sizin batıl dininize dönmeyeceğim. Hem de Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri izin vermedikçe size bir buğday tanesi vermeyeceğim.

Mütercim:

Sümâme konuştuğu gibi, memleketi olan Yemame’ye dönünce, kabilesini, Mekke’ye buğday göndermekten alıkoydu. Sonra Yemame halkı Hazreti peygambere bir mektupla müracaat ederek yakınlarına iyilik edilmesinin devamını istediler. Hazreti Peygamber de, Sümame’ye bir emirname göndererek, halkın Mekke’ye buğday göndermesine müsaade etmesini istedi. Bunun üzerine onlara müsaade edildi.


1098- İbni Abbas (R.A.) der ki;

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında Yemame halkından ve Benî Huneyfe kabilesinden Müseylemetü’l-Kezzab (peygamberlik davasında bulunan yalancı) bazı arkadaşları ile hicretin onuncu yılında Medine’ye geldi. Diyordu ki, eğer Muhammed, kendisinden sonra halefi olmamı kabul ederse ona uyarım. Hazreti peygamber onunla görüşmek için, Ensar’ın hatibi diye anılan Sabit bin Kays’ı yanına alarak Müseyleme’nin bulunduğu yere gitti. Hazreti Peygamber’in eliride bir hurma çubuğu vardı. Hazreti Peygamber, Müseyleme ve adamlarının yanına varınca, Müseyleme, kendisine peygamberlik payesi verilmesini istedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu;

“Benden şu elimdeki hurma çubuğunu istersen, onu bile sana vermem. Allah Teâlâ’nın, senin hakkındaki hükmünü aşamazsın. Eğer müslüm olmaktan yüz çevirirsen. Allah seni helak edecektir. Sanıyorum ki, Allah tarafından bana rüyamda gösterilen şahıs sensin. Bu Sabit bin Kays, benim adıma sana cevap verecektir.”

Sonra Hazreti Peygamber saadethanelerine döndüler. İbni Abbas der ki: Ben Ebû Hüreyre’ye sordum: Hazreti Peygamberin “sanıyorum ki, rüyamda bana gösterilen şahıs sensin, sözünün manası nedir? Ebû Hureyre bana cevap verdi:

- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu: “Rüyamda kollarımda iki altın bilezik gördüm. Bunlar beni kaygılandırdı. Bunun üzerine rüyamda bana, onlara üflemem emredildi. Ben de üfledim ve uçtular. Sonra bu iki bileziği benden sonra gelecek iki yalancıya yordum. Bunlardan biri (El-Esved) Ansi, diğeri de Müseyleme’dir.” (işte o sözün aslı budur).
1099- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:

“Rüyamda bana arzın hazineleri verildi ve avucuma da iki altın bilezik konuldu. Bu bilezikler beni kaygılandırdı. Bunun üzerine bana onlara üflemem vahyolundu. Ben de onlara üfledim ve kaybolup gittiler. Bu iki altın bileziği, aralarında bulunduğum iki yalancıya yordum. Bunlardan biri San’nın adamı Ansi diğeri de Yemame’nin adamı müseylemedir.

Mütercim:

Sözü geçen yalancılardan Ansî, Hazreti Peygamber tarafından San’a bölgesine vali olarak gönderilen Bazan adındaki zat ölünce, adamları ile gelip San’a bölgesine hâkim oldu ve Bazan’ın zevcesini de alarak peygamberlik iddiasına kalkıştı. Sonra Hazreti Peygamberin irtihallerinden iki gece önce, Ansî’nin Feyruz adında biri tarafından öldürüldüğü, Allah tarafından Hazreti Peygambere bildirildi. Hazreti Peygamber de bunu ashaba müjdelediler.

Müseylemetül Kezzab ise, Hazreti Ebû Bekir’in hilafeti zamanında başına birtakım kimseleri toplayarak Müslümanlarla savaşmaya kadar cesaret etmişse de, Hazreti Ebû Bekir’in gönderdiği bir birlik tarafından etrafındakilerin kökü kazılmış ve kendisi de Vahşî tarafından öldürülmüştü. Böylece Hazreti Peygamberin mucizeleri tahakkuk etmiş oldu.1

1 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:738-742


Yüklə 0,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə