KUTUB-U SİTTE
Kaynak: http://kutubusitte.com
ABDESTİN FAZİLETLERİ
________________________________________
3551 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Allah'ın hataları silmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söylemiyeyim
mi?''
"Evet ey Allah'ın Resülü, söyleyin!'' dediler. Bunun üzerine saydı:
"Zahmetine rağmen abdesti tam alımak. Mescide çok adım atmak. (Bir namazdan sonra diğer)
Namazı beklemek. İşte bu ribâttır, işte bu ribâttır. İşte bu ribâttır."
Müslim, Tahâret 41, (251); Muvatta, Sefer 55, (1,161); Tirmizi, Tahâret 39, (52); Nesâi,
Tahâret 106.
3552 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Üzerimizde develeri gütme işi vardı,
(bunu sırayla yapıyorduk.) (Bir gün) gütme nöbeti bana gelmişti. Günün sonunda develeri kıra
ben çıkarıyordum. (Birgün, nöbetimden dönüşte) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim,
ayakta halka hitabediyordu. Söylediklerinden şu sözlere yetiştim:
"Güzelce abdest alıp, sonra iki rek'at namaz kılan ve namaza bütün ruhu ve benliği ile yönelen
hiç kimse yoktur ki kendisine cennet vâcib olmasın!"
(Bunları işitince kendimi tutamayıp:) "Bu ne güzel!'' dedim. (Bu sözüm üzerine) önümde
duran birisi:
"Az önce söylediği daha da güzeldi!'' dedi. (Bu da kim? diye) baktım. Meğer Ömer İbnu'I-
Hattâb'mış. O, sözüne devam etti:
"Seni gördüm, daha yeni geldin. Sen gelmezden önce şöyle demişti:
"Sizden kim abdestini alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: "Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. (Şehâdet ederim ki Allah'tan
başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve Resûlüdür)" derse,
kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete girer."
Ebu Davud'un rivayetinde "...abdesti güzel yaparsa..." denmiştir.
Tirmizi'nin rivayetinde "....resûlühü (Allah'ın ...Resûlü)" kelimesinden sonra "Allah'ım, beni
tevbe edenlerden kıl, temizlenenlerden kıl" duası da vardır.
Ebu Davud, Taharet 65, (169); Tirmizi, Taharet, 41, (55).
3553 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mü'min -veya müslüman- bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle
bakarak işlediği bütün günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner,
ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte -veya suyun son damlasıyla-
ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları
su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlarından
arınmış olarak tertemiz çıkar."
Müslim, Tahâret 32, (244); Muvatta, Tahâret 31, (1, 32); Tirmizi, Tahâret 2, (2).
3554 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kim abdest alır ve abdestini güzel yaparsa hataları vücudundan tırnak diplerine varıncaya
kadar çıkar dökülür.''
3555 - Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: "Hz. Osman radıyallahu anh abdest aldı ve dedi ki:
"Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu benim abdestim gibi abdest aldığını, sonra da
şöyle söylediğini gördüm: "Kim bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları affedilir, namazı ve
mescide kadar yürümesi de nafile (ibadet) olur."
Buhari, Vudü 25; Müslim, Tahâret 8, (229).
3556 - Amr İbnu Abese es-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Sizden kim abdest suyunu hazırlar, mazmaza ve istinşakta bulunur (ağzına ve burnuna su
çeker) ve sümkürürse, mutlaka yüzünden, ağzından, burnundan hataları dökülür. Sonra
Allah'ın emrettiği şekilde yüzünü yıkarsa, sakalın(ın bittiği mahallin) etrafından su ile birlikte
yüzü ile işlediği günahlar dökülür. Sonra dirseklere kadar kollarını yıkayınca, ellerinin
günahları su ile birlikte parmak uçlarından dökülür gider. Sonra başını meshedince, başının
günahları saçın etrafından su ile birlikte akar gider. Sonra topuklarına kadar ayaklarını
yıkayınca, ayaklarının günahları, parmak uçlarından su ile birlikte akar gider. Sonra kalkıp
namaz kılar, Allah'a hamd ve senâda bulunur, O'na layık şekilde tazimini gösterir ve
kalbinden Allah'tan başkasını(n korku ve muhabbetini) çıkarırsa, annesinden doğduğu
gündeki gibi bütün günahlarından arınır."
Müslim, Müsâfirin 294, (832).
3557 - Abdullah es-Sunâbihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mü'min kul abdest aldıkça mazmaza yaptı mı (ağzını yıkadı mı) günahlar
ağzından çıkar. (Burnunu sümkürdü mü) günahlar burnundan çıkar, yüzünü yıkadı mı
günahlar göz kapaklarının altına varıncaya kadar yüzünden çıkar. Ellerini yıkadı mı günahlar
tırnak diplerine varıncaya kadar ellerinden çıkar. Başını meshetti mi, günahlar kulaklarına
varıncaya kadar başından çıkar. Ayaklarını yıkadı mı, günahlar ayak tırnaklarının altına
varıncaya kadar ayaklarından çıkar. Sonra mescide kadar yürümesi ve kılacağı namaz nafile
(bir ibâdet) olur.''
Muvatta, Tahâret 3 0, (1, 31); Nesâi, Tahâret 3 5, (1, 74); İbnu Mâşe, Tahâret 6, (283).
3558 - Ebu Ümâme el-Bâhili radıyallahu anh anlatıyor: "Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ı
dinledim, diyordu ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Abdest nasıl alınır?'' diye
sordum. Şöyle açıkladı:
"Abdest mi? Abdest alınca şöyle yaparsın: Önce iki avucunu tertemiz yıkarsın. Sonra yüzünü
ve dirseklerine kadar ellerini yıkarsın. Başını meshedersin, sonra da topuklarına kadar
ayaklarını yıkarsın. (Bunları tamamladın mı) bütün günahlarından arınmış olursun. Bir de
yüzünü Aziz ve Celil olan Allah için (secdeye) koyarsan, anandan doğduğun gün gibi,
hatalarından çıkmış olursun.''
Ebu Ümâme der ki: "Ey Amr İbnu Abese dedim, ne söylediğine dikkat et! Bu söylediklerinin
hepsi bir defasında veriliyor mu?
"Vallahi dedi, bilesin ki artık yaşım ilerledi, ecelim yaklaştı, (Allah'tan ölümden çok korkar
bir haldeyim), ne ihtiyacım var ki, Allah Resülü hakkında yalan söyleyeyim! Andolsun
söylediklerim, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan kulaklarımın işitip, hafızamın da
zabtettiklerinden başkası değildir."
Müslim, Müsâfırin 294, (832); Nesâi, Tahâret 108, (1, 91, 92).
Bu hadis, Nesâi'nin metninden alınmadır. Amr İbnu Abese radıyallahu anh'ın müslüman
oluşunu anlatan uzunca bir hadisin son kısmıdır.
3559 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim abdestli olduğu halde abdest tazelerse, AIlah bu sebeple kendisine on
(misli) sevab yazar.''
Tirmizi, Taharet 44, (59).
3560 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim abdest alıp: "Sübhâneke Allahümme ve bihamdike estağfiruke ve etübu ileyke. (Rabbim
seni tenzih ederim, Allah'ım hamdim sanadır, senden bağışlanmak isterim, tevbem de
sanadır)" derse, bu bir kâğıda yazılır, sonra bir mühür üzerine nakşedilir, sonra da Arş'ın
altına kaldırılır ve Kıyamete kadar (mühür) kırılmaz.''
Rezin tahric etmiştir.
ABDESTİN SIFATI
3561 - Humrân Mevlâ Osman anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh su istemişti. (Getirdim.
Aldı ve) üç kere ellerine dökerek yıkadı. Sonra sağ elini kaba sokup mazmaza ve istinşakta
bulundu (ağzına ve burnuna su alıp yıkadı). Sonra üç kere yüzünü, arkasından da dirseklerine
kadar üç kere ellerini yıkadı. Sonra başına meshetti, sonra da topuklarına kadar ayaklarını
üçer sefer yıkadı ve:
"Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, şu abdestim gibi abdest alırken gördüm. Abdesti
bitince de şöyle demişti:
"Kim şu abdestim gibi abdest alır, arkasından iki rek'at namaz kılar ve namazda kendi kendine
(dünyevi bir şey) konuşmazsa geçmiş günahları affedilir."
Buhari, Vudü 24, 28, Savm 27; Müslim, Taharet 3, 4, (226); Ebu Dâvud, Tahâret 50, (106);
Nesâi, Tahâret 27, 2 8, 93, (1).
3562 - Ebu Davud'un İbnu Müleyke'den kaydettiği bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: "Hz.
Osman radıyallahu anh'tan abdest hakkında (nasıl alınacağı) sorulmuştu. Hemen su istedi ve
derhal bir abdest kabı getirildi. Kaptan önce sağ eli üzerine su döktü (ve onu yıkadı), sonra
sağ elini kaba batırdı, üç kere mazmaza, üç kere istinşakta bulundu. (önceki hadiste geçtiği
üzere zikretti. Hadisdte şu ziyade var): "Sonra elini daldırıp su aldı ve başına, kulaklarına
meshetti, kulakların iç ve dışlarını birer kere meshetti.''
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (108).
3563 - Yine Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Sağ eliyle sol eli üzerine su
döktü, sonra her ikisini de bileklere kadar yıkadı."
Ebu Dâvud, Taharet 50, (109).
Yine Ebu Dâvud 'un bir diğer rivâyetinde "Başını üç kere meshetti '' den miştir.
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (110).
3564 - Abdu Hayr anlatıyor: "Hz. AIi radıyallahu anh bize geldi ve namaz kıldı. (Namazdan
sonra abdest) suyu istedi.
"Suyu ne yapacak, namazı kıldı ya! Herhalde bize öğretmek istiyor!" dedik. İçinde su olan bir
kapla bir leğen getirildi. Kaptan sağ eline su döktü: Üç defa ellerini yıkadı. Sonra üç kere
mazmaza ve istinşakta bulundu. Mazmaza ve istinşakı su aldığı eliyle yaptı. Sonra üç kere
yüzünü yıkadı, sağ elini üç kere yıkadı, üç kere sol elini yıkadı. Sonra elini kaba batırdı, bir
kere başını meshetti. Sonra üç kere sağ ayağını yıkadı, üç kere sol ayağını yıkadı. Sonra:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın abdestini bilmek kimin hoşuna giderse, işte o böyledir!"
dedi."
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (111); Tirmizi, Tahâret 37, (48); Nesâi, Tahâret 75, (1, 68).
3565 - Nesâi'nin bir diğer rivâyeti şöyledir: ".. Başını meshetti.'' -Şû'be, bir defasında alnından
başının gerisine kadar (eliyle) işâret etti- sonra dedi ki:
"Ellerini tekrar geri getirip getirmediğini bilmiyorum.''
Nesâi, Tahâret 76, (1, 68-69).
3566 - Ebu Dâvud'da, İbnu Abbâs'tan yapılan bir diğer rivâyet şöyledir: "Ali radıyallahu anh
yanıma girdi. Su dökmüş (küçük abdest bozmuş) idi. Abdest suyu istedi. İçinde su olan bir
kap getirdik. Bana:
"Ey İbnu Abbâs! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın nasıl abdest aldığını sana göstereyim
mi?" dedi. Ben de: "Evet göster!" dedim. Bunun üzerine su kabını elleri üzerine eğdi ve
ellerini yıkadı. Sonra sağ elini kaba soktu, onunla diğeri üzerine su döktü, sonra iki avucunu
yıkadı. Sonra mazmaza ve istinşakta bulundu. Sonra iki elini birden kaba soktu. İkisiyle
birlikte su avuçlayıp yüzüne çarptı. Sonra başparmaklarını kulaklarının ön kısmına soktu.
Sonra ikinci, üçüncü sefer aynı şeyleri tekrar etti. Sonra sağ eliyle bir avuç su aldı ve bunu
alnına döktü ve yüzü üzerine akmaya bıraktı. Sonra dirseklerine kadar kollarını üçer kere
yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını meshetti. Sonra tekrar her iki elini beraberce kaba
soktu. Bir avuç su alıp onu pabuç içinde olan (sağ) ayağına vurdu ve o su ile ayağını yıkadı.
Sonra aynı muameleyi diğer ayağına, (sola) yaptı.''
(Abdullaş el-Havlani) der ki: "(İbnu Abbâs'a) sordum: "Ayaklar ayakkabı içinde olduğu halde
mi?''.
"Evet dedi, ayakkabı içinde olduğu halde.'' Ben tekrar sordum:
"Ayakkabı içinde mi?''
"Evet! dedi, ayakkabı içinde!" Ben tekrar sordum: "Ayakkabı içinde mi?''
"Evet! dedi, Ayakkabı içinde."
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (117).
Nesâi'nin bir diğer rivâyetinde şöyle denmiştir. "...Sonra bir avuç su ile üçer defa mazmaza ve
istinşakta bulundu."
Nesâi, Tahâret 76, (1, 68).
3567 - Abdullah İbnu Zeyd İbni Asım İbni'l-Ensâri radıyaIlahu anh'ın anlattığına göre,
kendisine:
"Bizim için, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın abdestiyle bir abdest al (da görelim)!" diye
talepte bulunuldu. O, hemen bir kap (su) isteyip, önceki hadiste anlatılan şekilde abdest aldı.
Abdest alışını anlatan rivâyette şu farklı açıklama var:
"Başını meshettikte ellerini (saçları üstünde) ileri ve geri doğru yürüttü. (şöyle ki: Mesh
ameliyesine başın ön kısmından başladı ellerini enseye doğru götürdü. Sonra, başladığı yere
kadar geri getirdi. Sonra ayaklarını yıkadı.''
Buhari, Vudü 38; Müslim, Tahâret 18, 19, (235, 236); Muvatta, Tahret 1, (1, 18); Ebu Dâvud,
Tahâret 50, (118,119,120); Tirmizi, Tahâret 27, 36, (35, 47); Nesai, Tahâret 80, 81, 82, (1, 71,
72).
Müslim'in bir rivâyetinde şöyle denmiştir: "Başını üç kere meshetti.''
3568 - Buhari rahimehullah'ın bir rivâyetinde şöyle denmiştir:
"Resulullah aleyhissalâtu vesselâm (abdest uzuvlarını) ikişer kere yıkayarak abdest aldı.''
Buhâri, Vudü 23.
Ebu Dâvud'un bir rivâyetinde, Mikdâm İbnu Ma'dikerb'den şu kaydedilir:
"Sonra başını, içiyle ve dışıyla iki kulağını meshetti."
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (121).
Yine Ebu Dâvud'un bir başka rivâyetinde şöyle denmiştir: "Kulaklarını içleriyle dışlarıyla
meshetti, parmaklarını kulaklarının deliklerine soktu.''
Ebü Dâvud, Tahâret 123.
3569 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'a bir bedevi gelerek, abdestten sordu. Resülullah ona uzuvların üçer kere
yıkanmasını gösterdi. Sonra da:
"Abdest işte böyle alınır! Kim buna bir ziyâdede bulunursa, fena bir iş yapmış olur, haddi aşar
ve zulmeder" buyurdu."
Ebu Davud, Tahâret 51, (135); Nesâi, Tahâret 105, (1, 88). Bu metin Nesâi'ye aittir.
3570 - Ebu Dâvud'un bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: " ..Sonra başını meshetti. Şehadet
parmaklarını kulaklarına soktu. Başparmaklarıyla kulaklarının dışlarını meshetti. Şehadet
parmaklarıyla kulakların içini meshetti..." Rivâyetin sonunda şu ifâde var:
"Abdest işte böyledir. Kim buna ziyadede bulunur veya bundan eksiltme yaparsa kötü bir iş
yapmış ve zulmetmiş olur -yahut zulmetmiş ve kötü bir iş yapmış olur-."
Ebü Dâvud, Tahâret 51, (135).
Nesâi'nin rivâyetinde özetle şöyle denmiştir: ".. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir bedevi
geldi ve ondan abdest hakkında sordu. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm abdestin alınışını,
uzuvları üçer sefer yıkayarak gösterdi, sonra şöyle söyledi: "Abdest işte böyledir. Kim buna
ziyâdede bulunursa kötü bir iş yapmış, haddi aşmış ve de zulmetmiş olur. ''
Nesâi, Tahâret 105, (1, 88).
3571 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
uzuvlarını birer kere yıkayarak abdest aldı.''
Buhari, Vudü 22; Ebu Dâvud, Tahâret 53, (1, 38); Nesai, Tahâret 84, 85, (1, 73, 74).
3572 - Ebu Dâvud'un bir rivâyetinde İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle der: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın nasıl abdest aldığını size göstermemi ister misiniz?"
İçinde su olan bir kab istedi, sağ eliyle bir avuç su aIdı, mazmaza ve istinşak yaptı, sonra bir
avuç daha aldı, bununla iki elini birleştirip (iki eliyle) yüzünü yıkadı. Sonra bir avuç daha aldı
bununla sağ elini yıkadı. Sonra bir avuç da aldı, bununla sol elini yıkadı. Sonra bir avuç su
daha aldı, sonra elini çırptı, sonra başını ve kulaklarını meshetti. Sonra bir kabza su daha aIdı
sağ ayağının üzerine serpti, ayağında nalın olduğu halde, sonra onu iki eliyle meshetti, elin
biri ayağın üstünde, diğeri de nalının aItında. Sonra aynı şeyi sol ayağa yaptı.''
Buhari, Vudü 7; Ebu Dâvud, Tahâret 52, (137); Nesâi, Tahâret 84, 85, (1, 73, 74).
3573 - Ebu Dâvud veTirmizi'nin bir başka rivâyetinde Rübeyyi' Bintu Muavvız İbni Afrân
radıyallahu anhâ der ki: ". .avuçlarını üç kere yıkadı, yüzünü üç kere yıkadı, bir kere mazmaza
ve istinşak yaptı. Ellerini üçer üçer yıkadı. Başını iki kere meshetti. Başının gerisinden
başladı, sonra önünden. İki kulağını da (meshetti) içlerini de, dışlarını da. Ayaklarını da üçer
üçer yıkadı.''
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (126); Tirmizi, Tahâret 25, (33).
3574 - Bir diğer rivayette: "Başın tamamını meshetti. Bunu, başın tepesinden başlayıp saçın
döküldüğü her tarafa ulaşacak şekilde saçın şeklini bozmadan icra etti" denmiştir.
Ebu Dâvud, Tahâret, 50 (128).
3575 - Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: "...Başını meshetti, başın öne gelen kısmını da,
arkaya gelen kısmını da, şakaklarını da, kulaklarını da birer birer meshetti.''
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (129).
Bir diğer rivâyette: "Elinde arta kalan su ile başını meshetti '' denmiştir.
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (130).
3576 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam abdest aldı
ve bunu, yüzünü üç, ellerini üç sefer yıkayarak, "Kulaklar baştandır '' deyip başını da üç sefer
meshederek yaptı.''
Hammâd der ki: "Bu rivâyette geçen "Kulaklar baştandır'' ibaresi, Ebu Ümme'nin sözü mü
yoksa Resülullah'ın sözü mü bilemiyorum."
Tirmizi, Taharet 29, (37); Ebu Davud, Taharet 50, (134).
Bu metin Tirmizi'nindir. Ebu Dâvud'da şu ifade de yer alır: "Gözpınarlarını da meshederdi.'' O
rivayette: "Kulaklar baştandır'' da demiştir.
3577 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh bana şunu söyledi:
"Bir adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelmişti. Bunun abdest almış fakat ayaklarının
üzerinde tırnak kadar bir yeri yıkamadan bırakmış olduğunu gördü. ResüluIlah aleyhissalâtu
vesselâm, adama derhal müdâhaIe etti:
"Git abdestini güzel kıl!" Adam gidip yeniden abdest aldı, sonra namazını kıldı."
Müslim, Tahâret 31, (243); Ebu Dâvud, Tahâret 67, (171).
3578 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyetinde Resülullah'ın ashabından biri şöyle anlatır:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ayağının sırtında dirhem büyüklüğünde bir kısma su
değmemiş olduğu halde namaz kılmakta olduğunu görmüştü, derhal abdesti ve namazı iade
etmesini emretti."
Ebu Dâvud, Tahret 173.
3579 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Beraber olduğumuz bir sefer
sırasında, bir ara Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizden geride kaldı sonra tekrar kavuştu.
Bu sırada namaz vakti girmişti. Bizler de abdest alıyor, ayaklarımıza meshediyorduk.
(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm) yüksek sesle nida etti:
"Ökçelerin ateşte vay hâline!" Bunu iki veya üç kere tekrarladı."
Buhari, İlm 3, 30, Vudü 27, 29; Müslim, Taharet 25-28, (240-242); Muvatta, Taharet 5, (1,
19); Ebu Dâvud, Tahâret 46, (97); Nesâi, Tahâret 89, (1, 77, 78); Muvatta.
3580 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Halk ikindi namazı sırasında acele etti ve
bir kısmı alelacele abdest aldı. Biz onlara ulaştık. Ökçelerine su değmemiş, parlıyordu. Bunun
üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öçelerin ateşte vay hâline! Abdesti tam alın!'' buyurdular.''
Müslim, Tahâret 26, (241).
3581 - Tirmizi der ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam'dan şöyle rivâyet edildi:
"Ökçe ve ayak çukurlarının ateşte vay haline."
Tirmizi, Tahâret 31, (41).
3582 - Hz. Câbir radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre, kendisine sarık üzerine meshetmekten
sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Hayır, olmaz, su ile saça değilmelidir!''
Muvatta, Tahâret 38, (1, 35)
3583 - Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir seriyye
göndermişti. Askerler soğukla karşılaşıp üşüdüler. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
döndükleri zaman, onlara sarıklarının ve mestlerinin üzerine meshetmelerini emretti."
3584 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı abdest alırken
gördüm. Üzerinde çizgili kırmızı bir sarık vardı. Elini sarığın altına soktu, başının ön kısmını
meshetti, sarığını çözmedi."
Ebu Dâvud, Tahâret 57, (147).
3585 - Sâbit İbnu Ebi Safiyye anlatıyor: "Ebu Cafer'e -ki Muhammed el-Bâkır'dır- dedim ki:
"Hz. Câbir radıyallahu anh, sana Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın uzuvlarını birer birer,
ikişer ikişer ve üçer üçer yıkayarak abdest aldığını söyledi mi?"
Bu soruma: "Evet!" diye cevap verdi."
Bir rivâyette de: "Birer birer yıkayarak abdest aldı mı?" diye sordum; "evet!'' diye cevap
verdi'' şeklinde gelmiştir..
Tirmizi, Tahâret 35 (45, 46)
3586 - Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
ikişer ikişer yıkayarak abdest aldı ve: "Bu, nur üzerine nurdur" buyurdu.''
3587 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselam, uzuvlarını üçer üçer yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu:
"Bu benim ve benden önceki diğer peygamberlerin ve İbrahim aleyhissalam'ın abdestidir."
Rezin tahric etmiştir.
MİSVAK
3588 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Eğer ümmetim üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak
kullanmalarını emrederdim."
Buhari, Cum'a 8, Temenni 9; Müslim, Tahâret 42, (252); Muvatta, Tahâret 115, (1, 66); Ebu
Dvud, Tahâret 115, (46); Tirmizi, Tahâret 18, (22); Nesâi, Tahâret 7, ( 1,12). Bu metin
Sahiheyn'in metnidir.
Muvatta'nın rivâyetinde: ". . her abdestte. . .'' denmiştir.
3589 - Ebu Dâvud ve Tirmizi'nin Zeyd İbnu Hâlil el-Cüheni radıyallahu anh'tan kaydettikleri
rivâyet şöyledir:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Ümmetime zahmet
vermeyecek olsam, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim ve yatsı namazını da
gecenin üçte birine kadar te'hir ederdim.
Ebu Dâvud, Tahâret 25, (47); Tirmizi, Tahâret 18, (23).
3590 - Tirmizi şu ziyâdede bulundu: "Zeyd İbnu Hâlid, namaza geldiği zaman misvağı
kulağının üstünde olurdu, tıpkı kâtibin, kulağı üstündeki kalemi gibi. Misvaklanmadan
namaza durmazdı. Misvaklandıktan sonra yine yerine koyardı."
Tirmizi, Tahâret 18, (23).
3591 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam gece
(namaza) kalktığı vakit ağzını misvakla ovalardı.''
Buhari, Cum'a 8, (2, 212), Vudü 73, Teheccüd 9; Müslim, Tahâret 45, (254); Ebu Dâvud,
Tahâret 30, (55); Nesâi, Tahâret 2, (1, 8) Bu metin Sahiheyn'e aittir.
3592 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam 'ın abdest suyu
ve misvâkı (akşamdan hazırlanıp yanına) konulurdu. Gece kalkınca abdest bozar, sonra
misvaklanırdı.''
3593 - Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: "(Resülullah aleyhissalâtu vesselâm) gece veya
gündüz yattığında ve kalktığında mutlaka abdest almazdan önce misvaklanırdı."
Ebu Dâvud, Tahâret 27, 30, (51, 56, 57); Müslim; Tahâret 45, (253); Nesai, Tahâret 8, (1, 13),
Metin Ebu Dâvud'a ait.
3594 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Misvak ağız için temizlik vasıtasıdır. Rab Teâla için de rıza vesilesidir.''
Nesâi, Tahâret 5, (1, 10).
3595 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a
uğramıştım. Elindeki bir misvakla dişlerini misvaklıyordu ve ü, ü diye bir ses çıkarıyordu,
misvak ağzındaydı, sanki kusuyor gibiydi."
Buhari, Vudü 73; Müslim, Tahâret 46, (255); Ebu Dâvud, Tahâret 26, (49); Nesâi, Tahâret 3,
(1, 9).
3596 - İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Rüyamda gördüm ki, bir misvakla dişlerimi misvaklıyorum. İki kişi yanıma
geldi, biri diğerinden büyüktü. Elimdeki misvakı onlardan küçük olana uzattım. Bana:
"(Büyüğü) büyükle!'' dendi. Bunun üzerine misvağı büyük olana verdim.''
Buhari, Vudü 74; Müslim, Rü'ya 19, (2271).
Hadisi, Buhari muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir, Müslim ise senetli olarak kaydetmiştir.
3597 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana
misvağını yıkamam için verirdi. (Teberrük için, yıkamazdan) önce kendim kullanırdım, sonra
yıkayıp ona verirdim."
Ebu Davud, Taharet 28, (52).
ELLERİN YIKANMASI
3598 - Hz. Ebü Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Uykudan uyanınca, sizden hiç kimse, üç sefer yıkamadıkça ellerini kaba
banmasın. Çünkü o, ellerinin geceyi (vücudunun neresinde geçirdiğini bilemez."
Buhari, Vudü 26; Müslim, Tahâret 87, (278); Muvatta, Tahâret 9, (1, 21); Ebu Dâvud, Thâret
49, (103, 104, 105); Tirmizi, Tahâret 19, (24); Nesâi, Tahâret 1, (1, 6, 7).
İSTİNSAR, İSTİNŞAK VE MAZMAZA
3599 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim abdest alırsa istinsarda bulunsun (sümkürsün), kim taşla istinca yaparsa
teklesin."
Buhari, Vudü 25; Müslim, Tahâret 20, 22, (237); Muvatta, Tahâret 2, 3, (1,19); Ebu Dâvud,
Tahâret 55, (140); Nesâi, Tahâret 70, 72, (1, 66, 67).
3600 - Müslim'in bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Sizden biri abdest alınca burnuna su çeksin,
sonra sümkürsün."
Müslim, Tahâret 20, (237).
Bir diğer rivâyette: "...Burun deliklerine su çeksin, sonra sümkürsün'' şeklindedir.
Müslim, Tahâret 21, (237).
3601 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün. Zirâ şeytan, burnunun içinde
geceler.''
Buhari, Bed'ül-Halk 11, (6, 243); Müslim, Tahâret 23, (238); Nesâi, Tahâret 73, (1, 67).
3602 - Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ı bir
avuç su ile hem mazmaza hem de istinşak yaparken gördüm, bunu üç kere yapmıştı.''
Tirmizi, Tahâret 22, (28).
3603 - Talha İbnu Musarrıf an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girdim, abdest alıyordu. Su yüzünden ve sakalından göğsüne
akıyordu. Mazmaza ve istinşakın arasını da ayırmıştı."
Ebu Dâvud, Tahâret 54, (139).
3604 - Hz. Ali radıyallahu anh 'tan anlatıldığına göre, su istemiş ve mazmaza ve istinşak
yapmış, sol eliyle sümkürmüş sonra da:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın temizliği böyleydi '' demiştir.
Nesâi, Tahâret 74, (1, 67).
SAKAL VE PARMAKLARI HİLALLEMEK
3605 - Osman İbnu Affân radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm sakalını hilâlliyor idi."
Tirmizi, Tahâret 23, (31).
3606 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm abdest alınca
bir avuç su alır, onu çenesinin altına tutup onunla sakalını hilâller ve: "Aziz ve Celil olan
Rabbim böyle emretti" derdi."
Ebu Davud, Tahâret 56, (145).
3607 - Müstevrid İbnu Ş'eddâd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
gördüm. Abdest aldığı zaman ayaklarının parmaklarını serçe parmağı ile hilâlliyordu."
Tirmizi, Tahâret 30, (40); Ebu Dâvud, Tahâret 58, (148).
3608 - Lakit İbnu Sabıra radıyallahu anh anlatıyor: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resülü! Bana
abdestten haber ver!'' Aleyhissalâtu vesselâm:
"Abdesti tam al, parmaklar arasını hilâlle, istinşak'da mübâlağa yap, oruçlu olursan mübalâğa
yapma'' buyurdu.''
Ebu Dâvud, Tahâret 55, (142, 143, 144); Tirmizi, Tahâret 30, (3 8); Nesâi, Tahâret 71, 92, (1,
66, 79).
KULAKLARI MESHETMEK
3609 - Rebi' Bintu Mu'arrız radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
abdest aldı, (bu esnada) elini kulaklarının hücresine soktu."
Ebu Dâvud, Tahâret 50, (131).
3610 - Nâfi merhum anlatıyor: "İbnu Ömer, kulakları için suyu parmağıyla alırdı."
Muvatta, Tahâret 37, (1, 34).
ABDESTİ TAM ALMAK
3611 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular
ki: "Ümmetim, Kıyamet günü çağırıldıkları vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıkları
olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkanı varsa parlaklığını artırsın."
3612 - Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: "Ebu Hüreyre radıyallahu anh abdest aldı, yüzünü
yıkadı, ellerini yıkadı, ellerini yıkarken nerdeyse omuza kadar yıkıyordu. Sonra ayaklarını
yıkadı ve nerdeyse bacaklarına kadar yükseldi. Sonra dedi ki: "Ben Resulullah aleyhissalâtu
veselâm'ın, "Ümmetim Kıyamet günü (abdest uzuvlarındaki) parlaklıkla gelir..." Gerisi
yukarıdaki gibi devam ediyor.
3613 - Müslim'in diğer bir rivâyetinde şöyle denmiştir: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
"...Mü'minin zineti, abdestin yükseldiği yere kadar yükselir..."
Buhar'i, Vudü 3; Müslim, Taharet 34, 35, 40, (246, 250); Nesai, Tahâret 110, (1, 94, 95).
SUYUN MİKTARI
3614 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (miktarca) bir
sâ'dan beş müdd 'e kadar olan su ile yıkanır, bir müdd su ile de abdest alırdı.''
Bir başka rivâyette: "... beş mekkûk ile yıkanır, bir mekkûk iIe de abdest alırdı" denmiştir.
Bir diğer rivâyette: " . . beş. . '' denmiştir.
Tirmizi'nin rivâyetinde "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Abdest için iki rıtl
su kafidir.''
Ebu Dâvud'un rivâyetinde: "...Resülullah aleyhissalâtu vesselâm iki rıtl ihtivâ eden kapla
abdest alır, bir sâ' ile guslederdi '' denmiştir.
Buhari, Vudü 47; Müslim, Hayz 51, (325); Ebu Dâvud, Tahâret 44, (95); Tirmizi, Salât 425,
(609); Nesâi, Tahâret 59, (1, 57, 58).
3615 - Sefine radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı bir sa'
miktarındaki su cenâbetten yıkar, bir müdd su da abdestine yeterdi."
Müslim, Hayz 52, (326); Tirmizi, Tahâret 42, (56).
3616 - Ümmü Ammâre radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm abdest
aldı. Bu maksadla kendisine içerisinde üçte iki müdd miktarında su bulunan bir kab
getirilmişti.''
Ebu Dâvud, Tahâret 44, (94); Nesâi, Tahâret 59, (1, 58).
Nesâi şunu ilâve etmiştir: "Şu'be der ki: "Ben, Aleyhissalâtu vesselâm'ın kollarını yıkadığını
ve onları ovduğunu, kulaklarının iç kısmını meshettiğini öğrendim. Ancak kulakların dışını da
meshettiğini bilmiyorum."
3617 - Abdullah İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Bize Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm gelmişti. Kendisine bakır kapta su getirdik, onunla abdest aldı."
Ebu Dâvud, Tahâret 47, (100).
3618 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "ResüIullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Abdest (sırasın)da vesvese veren bir şeytan vardır. Adı da el-Velehân'dır.
Öyleyse suyun vesvesesinden kaçının."
Tirmizi, Tahâret 43, (57).
MENDİL
3619 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın abdest
aldıktan sonra kurulandığı bir bezi vardı.''
Tirmizi, Tahâret 40, (53).
3620 - Hz. Mu'âz radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı gördüm,
abdest alınca elbisesinin bir kenarıyla yüzünü siliyordu.''
Tirmizi, Tahâret 40, (54).
DUA VE BESMELE
3621 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular: "Abdesti olmayanın namazı yoktur. Üzerine Allah'ın ismini zikretmeyen
kimsenin abdesti de abdest değildir."
Ebu Dâvud, Tahâret 48, (101).
3622 - Rabâh İbnu Abdirrahmân İbni Ebi Süfyân İbnu Huveytip an ceddihâ an ebihâ 'dan
rivâyete göre demiştir ki:
"Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim. Diyordu ki: "Üzerine Allah'ın ismini
zikretmeyen kişinin abdesti yoktur."
Tirmizi, Tahâret 20, (25).
3623 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ı işittim.
Diyordu ki: "Kim abdestinin başında Allah'ı zikrederse bedeninin tamamı temizlenir. Eğer
Allah'ın ismini zikretmezse bu kimsenin sadece abdest uzuvları temizlenir."
Rezin tahric etmiştir. Feyzu'I-Kadir, 6, 128).
3624 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim,
abdest alıyordu. Şu duayı okuduğunu işittim: "Allahümma'ğfirli zenbi ve vassi'li fi dâri ve
bârik li fi rızki (Allah'ım günahımı mağfıret et, evimi bana genişlet, rızkımı bana mubârek
kıl."
Rezin tahric etmiştir. İbnu's-Sünni Amelü'I-yevm ve'I-Leyl, 5, 10.
YEL
3625 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça abdest alınmaz.''
Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses
işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.''
3626 - "Sizden biri, karnında bir şeyler hissetse ve fiilen çıkıp çıkmadığı hususunda tereddüd
içinde kalsa, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidden çıkmasın."
3627 - Ebu Dâvud'da şöyle gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse
ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir
koku duymadıkça mescidi terketmesin."
Müslim, Hayz 99, (362); Tirmizi, Tahâret,56, (74, 75); Ebu Dâvud, Taharet 68, (177).
3628 - Abdullan İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu veselâm'a,
namazda iken hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman
buyurdular:
"Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.''
3629 - Ebu Dâvud bir rivâyette şu ziyadede bulunmuştur: "Biriniz mescide girince, kabaları
arasında bir şey hissedecek olsa, çıkanın sesini işitmedikçe sakın mescidden dışarı çıkmasın.''
Buhari, Vudü 4, 34, Büyü 5; Müslim, Hayz 98, (361); Ebu Dâvud, Tahâret 68, (176); Nesâi,
Tahâret 116, (1, 99).
3630 - Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı
iade etsin."
Ebu Dvud, SaIât 193, (1005).
3631 - Bu hadisin Tirmizi'deki lâfzı şöyle: "Bir bedevi gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! bizden
bir kimse çölde bulunsa, azıcık bir yel kaçırsa, suyu da az ise ne yapmalıdır)?" diye sordu.
Aleyhissalâtu vesselam:
"Sizden biri yellenecek olursa abdest alsın. Kadınlara da arkalarından temas etmeyiniz.
Bilesiniz ki Allah hakk(ın sorulması ve açıklanmasıyla ilgili hususlarda sizden) utanma
talebinde bulunmaz."
Tirmizi, Radâ 12, (1164-1166).
MEZİ
3632 - Muhammed İbnu Hanefiye anlatıyor: "Hz Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben mezisi
akan bir kimseydim. Bunun hükmü hususunda -kızı hanımım olması sebebiyle- Resulullah
aleyhissalâtu vesselâm'a soramamıştım. Mikdâd İbnu'l-Esved radıyallahu anh'a söyledim, o
sordu. Şu cevabı almıştık:
"(Mezisi gelen kimse) zekerini yıkar ve abdest alır."
3633 - Muvatta ve Ebu Dâvud'un rivayetIerinde Mikdâd şöyle demiştir: "Hz. Ali radıyallahu
anh, bana, kendisi için Resûlullah'tan: "Kadınına yakınlaşınca mezisi akan kimseye ne
gerektiği hususunda sormamı söyledi. Ali ilâveten dedi ki: "Zira yanımda Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın kızı var, bu sebeple bizzat sormaktan utanıyorum."
Mikdâd der ki: Ben bu mesele hakkında Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a sordum. Şu
cevabı verdi:
"Biriniz buna rastlarsa fercini su ile yıkasın. Namaz abdesti ile abdest alsın."
Ebu Dâvud bir başka rivâyette şu ziyadeyi kaydeder: "...zekerini ve iki husyesini yıkasın."
Buhari, Gusl 13, İlm 51, Vudü 34; Müslim, Hayz 17, (303); Muvatta, Tahâret 53, (140);
Tirmizi, Tahâret 83, (114); Nesâi, Taharet 112, (1, 96, 97) Gusl 28, (1, 213); Ebu Dâvud,
Tahâret 93, (206, 207, 208, 209).
3634 - Yine Ebu Dâvud'un bir diğer rivâyeti şöyledir: "Hz. Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben
mezisi akan bir kimseydim, yıkanmaya başladım. (Sonunda) sırtım çatlayacak hale geldim.
Durumu Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a zikrettim -veya ona zikredildi-. Bunun üzerine
Aleyhissalâtu vesselâm:
Öyle yapma, (her seferinde yıkanma)! Meziyi gördün mü, zekerini yıka, sonra da namaz
abdestiyle abdest al. Ancak meni atacak olursan o zaman yıkan!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Tahâret 93, (203).
3635 - Sehl İbnu Hüneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Ben mezi akıntısından epey bir sıkıntıda
idim. Bu yüzden sık sık gusül yapıyordum. Sonunda Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'a bu
husustan sordum. Bana:
"Meziden dolayı sana abdest kâfidir!" buyurdular.
"Ey Allah'ın Resülü! elbiseye değen meziden ne yapmalıyım?'' dedim.
"Bir avuç su alıp, bunu, mezinin değdiğini zannettiğin yerlere serpmen sana yeterlidir!"
cevabını verdi.''
Ebu Dâvud, Tahâret 83, (210); Tirmizi, Tahâret 84, (115); İbnu Mâce, Tahâret 70, (506).
3636 - Abdullah İbnu Sa'd el-Ensâri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan guslü gerektiren şeyler nelerdir, sudan sonra olan sudan sordum. Şu cevabı
verdi:
"Bu mezidir. Her erkek mezi ifrâz eder. Mezi akınca fercini ve husyelerini yıkarsın, ve namaz
abdestiyle de abdest alırsın."
Ebu Dâvud, Tahâret 83, (211).
3637 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ben de (meziyi), kendimden ipek ipliği gibi iner
görürdüm. Öyleyse bunu sizden biri görünce (telaşlanmayıp) zekerini yıkasın ve namaz
abdestiyle abdest alsın." Burada meziyi kastetmiştir.- "
Muvatta, Tahâret 54, (1, 41).
KUSMUK
3638 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
keresinde) kustu ve abdest aldı.'' Ma'dân der ki: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın âzadlısı
Sevban radıyallahu anh'a Şam câmiinde rastladım. Bu meseleyi ona hatırlattım ve ondan
(mahiyetini) sordum. Şu cevabı verdi:
Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu da Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'ın kendilerine
ben dökmüştüm."
Ebu Dâvud, Savm 32, (2381); Tirmizi, Tahâret 63, (87).
KAN
3639 - Misver İbnu Mahreme'nin anlattığına göre: "Ömer İbnu'I-Hattab radıyallahu anh'ın
hançerlendiği gece huzuruna girdi ve Ömer'i sabah namazı için uyandırdı. Ömer radıyallahu
anh:
"Namazı terkedenin İslam'dan nasibi yoktur!'' buyurdu. Sonra Ömer, yarasından kan aktığı
halde namaz kıldı.''
Muvatta, Tahâret 51, (1, 3 9-40).
3640 - Hz Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor "Resulullah aleyhissalâtu vesselam'la birlikte
Zâtu'r-Rikâ' gazvesine çıktık. (Askerlerden) bir kişi, müşriklerden birinin hanımına temasta
bulundu. Kocası da:
"Muhammed'in Ashabından kan dökmeden geri dönmeyeceğim'' diye yemin etti. Evinden
çıkıp Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı tâkibe koyuldu. Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
bir verde mola verdi ve:
"Kim bizi (nöbet tutup) koruyacak?'' diye sordu. Muhacir ve Ensâr'dan birer adam vazifeyi
üzerlerine aldılar. ResuIullah aleyhissalâtu vesselâm, bunlara:
"Şu geçidin girişini tutun (orada bekleyin)!'' diye ferman buyurdu.
Bu iki zat, geçidin ağzına gelince Muhacirden olanı, yattı. Ensâri de namaz kılmaya başladı.
Derken tâkipçi adam da oraya geldi. (Namazdaki nöbetçinin) silüetini görünce anladı ki, bu,
askerlerin koruyucusudur, derhal bir ok attı ve ok, eliyle koymuşcasına hedefini buldu. Ensari
oku çıkarıp (namazına devam etti). Müşrik (isabet ettiremedim düşüncesiyle atmaya devam
etti.) Öyleki üçüncü okunu da attı. Ensâri de (yaraya aldırmadan) aynı şekilde namazına
devam etti. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. (Müşrik bunların iki kişi olduğunu görünce)
yerinin farkına vardıklarını anladı ve kaçtı.
Muhâcirden olan zât, Ensari arkadaşındaki kanı görünce:
"Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?" diye sordu. Arkadaşı:
"Öyle bir sure okuyordum ki, kesmek istemedim '' diye cevapladı.''
Ebu Dâvud, Tahâret 79, (198).
KADINA DEĞME
3641 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi.
Urve rahimehullah der ki: "Kendisine: "Bu, sizden başka bir hanımı olmamalı!" dedim, Hz.
Aişe gülmekle cevap verdi.''
Ebu Dâvud, Tahâret 69, ( 178, 179,180); Tirmizi, Tahâret 63, (86); Nesâi, Tahâret 121,
(1,104); İbnu Mâce, Tahşet 69, (502).
3642 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Erkeğin hanımını
öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse
veya eliyle dokunursa abdest alması gerekir." Bu rivayetin bir benzeri İbnu Mes'ud'dan
gelmiştir.
Muvatta, Tahâret 64, (1, 43).
3643 - Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü, dedim, bir kimse
hanımıyla cima yapsa fakat inzal olmasa yıkanması gerekir mi?"
"Kadına değen kısmını yıkar, sonra abdest alır ve namaz kılar!" buyurdular."
Buhari, Gusl 29, Müslim, Hayz 85, (346).
FERCE DEĞMEK
3644 - Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.
"Ey Allah'ın Resulü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti
bozulur mu, bozulmaz mı?) '' Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
"O, kendisinden bir parça değil midir?"
Ebu Dâvud, Tahâret 71, (182, 183); Tirmizi, Tahâret 62, (85); Nesâi, Tahâret 120, (1,101). Bu
metin Tirmizi'nindir.
3645 - Büsre Bintü Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "ResululIah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın.''
Tirmizi, Tahâret 61, (82, 83, 84); Muvatta, Tahâret 58, (1; 42); Ebu Dâvud, Tahâret 70, (181);
Nesâi, Taharet 118, (1, 100).
3646 - Mus'ab İbnu Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ben, Sa'd İbni Ebi Vakkâs (radıyallahu anh)'a Kur'an tutuyordum. Bir ara kaşındım. Sa'd:
"Her halde zekerine değdin?'' dedi. Ben "evet!" deyince:
"Kalk, abdest al!'' emretti. Ben de gidip abdest alıp geri döndüm."
Muvatta, Tahâret 59, (1,42).
3647 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "Ben, bir sefer sırasında İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le
beraberdim. Güneş doğduktan sonra onun abdest alıp namaz kıldığını gördüm. Kendisine:
"Bu, şimdiye kadar kıldığınızı hiç görmediğim bir namaz!'' dedim. Şu açıklamayı yaptı:
"Sabah namaz kılmak üzere abdest aldım sonra fercime dokundum. Sonra da abdest almayı
unuttum (ve namaz kıldım. Şimdi bu durumu hatırlayınca) yeniden abdest alıp namazımı iade
ettim.''
Muvatta, Tahâret 60, (1, 42, 43).
UYKU, BAYILMA; KENDİNDEN GEÇME
3648 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest
almadan namaz kılarlardı:
(Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye:
"Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu:
"Vallahi evet!" diye te'yid etti."
Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (200); Tirmizi, Tahâret 58, (78).
3649 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre, oturarak uyur, sonra kalkar,
abdest almadan namaz kılardı."
Muvatta
3650 - Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest
alsın."
Ebu Dâvud, Tahâret 80, (203).
3651 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır.
İbnu Abbas der ki:
"Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu
açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahâvet
basar.''
Tirmizi, Taharet 57, (77); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (202); Nesâi, Ezân 41, (2, 30).
3652 - Ubeydullah İbnu Abdillah İbni Utbe anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin yanına
girip, kendisine:
"Bana Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hastalığından bahsetmez misiniz?'' dedim.
"Elbette '' dedi ve anlattı: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın hastalığı ağırlaşmıştı. Bir
ara:
"Halk namazı kıldı mı?'' diye sordu.
"Hayır ey Allah'ın Resülü, sizi bekliyorlar '' dedik.
"Benim için leğene su koyun!" emrettiler. Dediğini yaptık. Yıkandılar. Sonra kalkmaya
çalıştı. Ancak üzerine baygınlık geldi. Az sonra açıldı. Tekrar: "Halk namazı kıldı mı?" diye
sordu.
"Hayır, ey Allah'ın Resulü, sizi bekliyorlar!'' dedik. Halk oturmuş, yatsıyı kılmak üzere
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bekliyordu."
Buhari, Ezân 51, 39, 46, 47, 67, 68, 70, Vudü 45, Hibe 14, Farzu'1-Hums 4, Enbiya 19,
Megazi 83, Tıbb 21, İti'sâm 5; Müslim, Salât 90, (418); Nesâi, İmamet 40, (2,101, 102).
Bu rivâyet Buhari ve Müslim tarafından tahric edilen uzunca bir rivayetten bir parçadır.
3653 - Esma Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhümâ), küsuf namazıyla ilgili rivayetinde der ki:
"..Ben de (Resulullah'a uyarak) namaza durdum. (Namazı öylesine uzattı ki) üzerime
baygınlık geldi. Başımın üzerine su dökmeye başladım."
Urve rahimehullah der ki: "Abdest almadı. ''
Buhari, Vudü 37 İlm 24, Küsuf , 10, 11, Sehv 9, Itk 3, İ'tisam 2; Müslim, Küsuf 11, (905).
ABDEST GEREKTİREN
3654 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh)'den nakledildiğine göre, Ebu Hüreyre mescidde abdest
alırken yanına Abdullah İbnu Kârız gelir. Ona, Ebu Hüreyre şu açıklamayı yapar: "Bir keş
(kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resulallah
aleyhissalâtu vesselâm'ın "Ateşte pişen şeyler yiyince abdes alın" dediğini işittim."
Müslim, Hayz 90, (352); Nesâi, Taharet 122, (1,105,106); Tirmizi, Tahâret 58, (79); Ebu
Dâvud, Tahâret 76, (194). Bu, Müslim'in lafzıdır. Müslim'de Hz. Aişe'den de buna benzer bir
rivâyet mevcuttur.
ABDESTİN TERKİ
3655 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
koyun budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı.''
Buhari, Vudü 50, Et'ime 18; Müslim, Hayz 91, (354); Muvatta, Tahâret 91, (1, 25); Ebu
Dâvud, Tahâret 75, (187); Nesai, Tahâret 123, (1, 108).
Buhari'nin bir başka rivayetinde: "Tencereden eliyle etli kemik aldı'' denmiştir. Müslim'in bir
rivayetinde: "Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi'' denmiştir.
3656 - Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı gördüm, elindeki koyun budundan parça kesiyordu, ezan okundu. Hemen et
dildiği bıçağı bırakıp namaza koştu, abdest almadı."
Buhari, Vudü 50, Ezan 43, Cihad 92, Et'ime 20, 26; Müslim, Tahâret 92, (355); Tirmizi,
Et'ime 33, (1837).
3657 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı,
beraberinde ben de vardım. Ensârdan bir kadına uğradı. Kadın ona bir koyun kesti. Bir tabak
tâze hurma getirdi, ondan yeyip sonra öğle için abdest aldı ve namaz kıldı. Sonra (namazdan)
ayrıldı. Kadın ona koyundah arta kalan bir şeyler getirdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
onu da yiyip ikindiyi kıldı, bu sırada abdest almadı."
Muvatta, Tahâret 25, (1, 27); Tirmizi, Tahâret 59, (80); Ebu Dâvud, Tahâret 75, (191,192);
Nesâi, Tahâret 23, (1,108). Bu Tirmizi'nin lafzıdır.
Ebu Dâvud ve Nesai'nin rivayetinde: "Resulullah'ın son iki icraatından biri ateşin
değiştirdiğinden abdest almayı terketmekti'' denmiştir.
3658 - Ubeyd İbnu Sümâme el-Murâdi anlatıyor: "Abdullah İbnu'I-Hâris İbni Cez'
(radıyallahu anh), Mısır'a yanımıza geldi. Kendisi Resulullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın
ashabından idi. Mısır Camii'nde şu hadisi anlatırken işittim: "Ben, öyle hatırlıyorum ki,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'la bir adamın evinde oturan yedi kişiden yedincisi veya
altıdan altıncısıydım. Derken Bilâl (radıyallahu anh) geçti ve ezan okudu. Biz de çıktık.
Giderken bir adama uğradık tenceresi ateş üstündeydi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ona: "Tenceren yeterince pişti mi?'' diye sordu. Adam:
"Evet, annem babam sana feda olsun!" dedi. Resulullah bunun üzerine bir parça aldı.
Çiğnemesi devam ederken namaz için iftitah tekbiri aldı. Ben bu sırada ona bakıyordum."
Ebu Dâvud, Tahâret 75, (193).
3659 - Süveyd İbnu'n-Nu'mân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hayber Seferine Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte çıktık. Hayber yakınlarında olan Sahbâ'ya vardığımız
zaman Resulullah aleyhissalâtu vesselâm ikindi namazını kıldı. Namaz bitince yiyecek
getirilmesini ferman buyurdu. Sadece kavut getirilmişti. Bunun su ile ıslatılmasını emir
buyurdu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)da, biz de ondan yedik. Sonra akşam namazına kalktı.
Ağzını mazmaza etti. Biz de ağızlarımızı mazmaza ettik. Fakat abdest almadı."
Buhari, Vudü 51, 54, Cihâd 123, Megazi 35, 38, Et'ime 7, 9, 51; Muvatta, Tahâret 20, (1, 26);
Nesâi, Tahâret 124, (1, 108, 109).
3660 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm süt içti. Ne
mazmaza yaptı, ne abdest aldı; namazını kıldı."
DEVE ETLERİ
3661 - Câbir İbnu Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Koyun eti sebebiyle abdest alayım mı?'' diye sordu.
"Dilersen abdest al, dilemezsen alma!" diye cevap verdi. Adam bunun üzerine:
"Deve eti sebebiyle abdest alayım mı?'' diye sordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
sefer:
"Evet, deve eti sebebiyle abdest al!" cevabını verdi. Adam tekrar:
"Koyun ağıllarında namaz kılayım mı?'' diye bir başka sual sordu:
"Evet!'' cevabını aldı. Tekrar sordu:
"Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım mı?''
"Hayır!'' buyurdu Aleyhissalâtu vesselam."
Müslim, Hayz 97, (360).
3662 - Ebu Dâvud ve Tirmizi'de Berâ (radıyallahu anh)'nın rivayetlerine göre Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:
"Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır."
Koyun ağıllarından soruldu:
"Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir'' buyurdular.''
Ebu Dâvud, Tahâret 72, (184); Tirmizi, Tahâret 60, (81).
MÜTEFERRİK HADİSLER
3663 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, yollarda ayağa bulaşan pislik sebebiyle
abdest tazelemezdik."
Ebu Dâvud, Tahâret 81, (204); İbnu Mâce, İkamet 67, (1041).
3664 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam izarını sarmış olarak namaz
kılarken, Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) ona:
"Git, abdest al!" ferman buyurdu. Adam gitti abdest aldı, sonra şelip (tekrar namaza durdu.
Resulûllah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar):
"Git abdest al!" emretti. Adam gitti, abdest aldı, geri geldi. Bir adam:
"Ey Allah'ın Resulü, ona niye abdest almasını emir buyurdunuz?'' diye sordu.
"O, dedi, izârını sarkıtmış olarak namaz kılıyordu. Allah, izarını sarkıtan erkeğin namazını
kabul buyurmaz!''
Ebu Dâvud, Libas 28, (4086).
MEST ÜZERİNE MESHETMEK
3665 - Muğire İbnu Şu'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la beraberdim. Bana:
"Ey Muğire, su kabını al!'' emretti. Ben de onu aldım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (la
tenhaya gittik. O) benim gözümden kayboldu, kaza-yı hâcet yaptı, (geri döndü). Üzerinde
Şâmi bir cübbe vardı. (Abdest almak için hazırlık yaptı. Cübbesinin yenlerini çemreyip)
kollarını çıkarmaya çalıştı. Ancak (yenler) dardı. Ellerini (yenlerin uç kısmından geri çıkarıp
cübbeyi sırtına koyup kollarını) alttan çıkardı. Ben su döktüm, namaz için abdest aldı.
Mestleri üzerine meshetti, sonra namaz kıldı."
3666 - Bir diğer rivâyette: "Mestlerini çıkarmada yardımcı olmak için eğildim. Bana:
"Bırak onları, zirâ ben, abdestli olarak mestlerimi giyindim" buyurdu ve üzerlerine meshetti.''
Bu Sahiheyn'in lâfzıdır.
3667 - Müslim merhumun bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
mestleri, başının ön kısmı (alnı) ve sarığı üzerine meshetti '' denilmiştir.
3668 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri
üzerine meshetmişti; ben:
"Ey Allah'ın Resulü! yoksa unuttunuz mu?'' dedim.
"Bilakis, dedi, belki sana unutturuldu. Aziz ve celil olan Rabbim, bana böyle emretti.''
Buhari, Vudü 48, 3 5, 49, Salât 7, 25, Cihâd 90, Megâzi 80, Libâs 10, 11; MüsIim, Taharet
77, 79, 81, 82, (274); Muvatta, Tahâret 42, (1, 36); Ebu Dâvut, Tahâret 59; (149, 150; 151);
Tirmizi, Tahâret 72, (97, 98, 99, 100); Nesâi, Tahâret 96, 97, 100, 87, (1, 82, 83, 84, 76).
3669 - Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri ve
örtüsü üzerine meshetti."
3670 - Ebu Dâvud'un rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de O'na su taşırdım. (Kaza-yı hâcet yapınca) abdest alırdı.
Bu sırada sarığı ve "bot'' ları üzerine meshederdi."
Müslim, Tahâret 84, (275); Ebu Dâvud, Tahâret 59, (153); Tirmizi, Tahâret 75, (101); Nesâi,
Tahâret 86, 96 (1, 75, 81).
3671 - Ebu Übeyde İbnu Muhammed İbni Ammâr İbni Yâsir anlatıyor:
"Câbir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)'a mest üzerine meshetme hususunda sordum. "Ey
kardeşimin oğlu, bu sünnettir '' buyurdu. Bunun üzerine sarık üzerine meshetme hakkında
sordum:
"Saça meshet!'' diye cevap verdi.''
Tirmizi, Tahâret 75, (102).
3672 - Cerir İbnu Abdillah el-Beceli (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Cerir, abdest alıp
mestleri üzerine meshedince, kendisine:
"Mest üzerine mesh mi yapıyorsun'' diye sormuşlardır. O da:
"Evet demiştir, ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm. Bevletti sonra abdest aldı.
(Sıra ayaklarına gelince, yıkamayıp) mestlerinin üzerine meshetti '' dedi.
Buhari, Salât 25; Müslim, Tahâret 73, (272); Tirmizi, Tahâret 70, (93); Nesâi, Tahâret 96, (1,
81).
A'meş der ki: "İbrahim Nehâ'i dedi ki: "Bu hadis, Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un
ashabını taaccübe (hayrete) sevkediyordu, çünkü Cerir (radıyallahu anh)'in müslüman oluşu
Mâide süresinin nüzülünden sonra idi."
3673 - Ebu Davud'un rivayetinde Cerrr şöyle demiştir: "Meshetmekten beni ne alıkoyacak?
Zira ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı meshederken gördüm!''
Bu sözü üzerine Cerir'e: "Bu, Mâide suresinin nüzûlünden önceydi'' dendi de şu cevabı verdi:
"Hayır! Ben kesinlikle Maide suresinin nüzûlünden sonra müslüman oldum."
Ebu Dâvud, Tahâret 59, (154).
3674 - Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Mekke'nin fethedildiği gün, beş vakit namazın hepsini tek bir abdestle kıldı ve mestlerine
meshetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh):
"Bugün, hiç yapmadığın bir şeyi yaptın!'' dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Âmmden (bilerek) yaptım ey Ömer" cevabını verdi.''
Müslim, Taharet 86, (277); Ebu Dâvud, Tahâret 66, (172); Tirmizi, Tahâret 45, (61); Nesai,
Tahâret 101, (1, 86). Tirmizi ve Nesai'nin rivâyetinde mesh'in zikri geçmez.)
3675 - Hz. Mugire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) abdest
aldı ve çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine meshetti.
Ebu Dâvud, Tahâret 61, (159); Tirmizi, Tahâret 74, (99).
Ebu Dâvud der ki: "İbnu Mehdi, bu hadisi rivâyet etmezdi. Çünkü Muğire (radıyallahu
anh)'den bilinene göre Aleyhissalâtu vesselam mestlerine meshediyordu."
Yine Ebu Dâvud der ki: "Bu hadis Ebu Musa el-Eş'ari (radıyallahu anh)
tarafından da rivâyet edilmiştir: "Aleyhissalatu vesselam çorapları üzerine meshetti." Ancak
bu rivâyet muttasıl ve kuvvetli değildir, (zayıftır).
Ebu Dâvud der ki: "Çorap üzerine Ali İbnu Ebi Tâlib, İbnu Mes'üd, Bera İbnu Azib, Enes
İbnu Mâlik, Ebu Ümame, Sehl İbnu Sa'd ve Amr İbnu Hureys (radıyallahu anhüm ecmain)
ecmain de meshetmiştir. Bu tatbikat Ömer İbnu'I-Hattâb ve İbnu Abbâs (radıyallahu
anhüm)'dan da rivayet edilmiştir.
3676 - Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı bir kavmin kuyusuna gelmiş, abdest alırken gördüm. Abdestini aldı,
ayakkabılarına ve ayaklarına meshetti."
Ebu Dâvud, Tahâret 62, (160).
3677 - Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm mestin üst ve
aşağı kısımlarını meshederdi."
3678 - Ebu Dâvud'un rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam
mestlerinin sırtlarına meshederdi."
Tirmizi'nin bir başka rivâyetinde de böyle denmiştir.
Tirmizi 72, 73, (97, 98); Ebu Davud, Tahâret 63, (161, 165); Nesâi, Tahâret 63, (1, 62).
3679 - Hz. AIi (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Eğer din insanın fikrine göre olsaydı, mestin
altını meshetmek, üstünü meshetmekten evlâ olurdu. Ancak ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın mestin üstünü meshettiğini gördüm."
Ebu Dâvud, Tahâret 62, (162).
3680 - Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi abdest alırken
gördüm, ayağının sırtını meshetti ve dedi ki: "Eğer ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
böyle yapar görmeseydim (ayağın altını meshetmeye daha Iayık düşünürdüm) dedi."
3681 - Bir diğer rivayette de şöyle gelmiştir: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ayağın üstünü meshettiğini görünceye kadar, dâima, altını meshetmenin evlâ olduğunu
düşünürdüm."'
Ebu Dâvud, Tahâret (63, 162,163, 164).
3682 - Şüreyh İbnu Hâni anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ya mest üzerine
meshetmekten sormaya geldim. Bana: "Sana Ebu Talib'in oğlu (Hz. Ali) (radıyallahu anh)'yi
tavsiye ederim, git ona sor. Zira o, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
seyahatlerde bulunmuştur!" dedi. Bunnun üzerine gidip ona sordum. Şu cevabı verdi:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (mesh müddetini) yolcu için üç gün üç gece tuttu,
mukim için de bir gün bir gece tuttu.''
Müslim, Tahâret 85, (276); Nesâi, Tahâret 99, (1, 84); İbnu Mâce, Tahâret 86, (552).
3683 - Saffan İbnu Assâl (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yolcu olduğumuz zaman, bize mestlerimizi üç gün üç gece, cenâbet hali dışında küçük ve
büyük abdest bozma, ve uyku sebebiyle çıkarmamamızı emrederdi."
Tirmizi, Tahâret 71, (96), Da'avât 102, (3529, 3530); Nesâi, Tahâret 98, (1, 83, 84); İbnu
Mâce, Tahâret 86, (554).
3684 - Ubey İbnu İmâre (radıyallahu anh) -ki bu Sahâbi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte her iki kıbleye namaz kılan ilklerdendir- anlatıyor: "Bir gün Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek sordum:
"Ey Allah'ın Resulü! Mestlerimin üzerine meshedeyim mi? ''
"Evet!'' buyurdular. Ben tekrar:
"Bir gün mü?'' dedim.
"Bir gün!'' buyurdular. Ben tekrar:
"İki gün (olsa)?'' dedim.
"İki gün!'' buyurdular. Ben tekrar:
"Üç gün (olsa)?'' dedim.
"Evet! dilediğin kadar!'' buyurdular.''
3685 - Bir rivayette de "..Hatta yediye kadar ulaştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
sonunda:
"Evet! Sana uygun geldiği kadar!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Tahâret 10, (158).
3686 - Huzeyme İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Mest üzerine meshetmenin müddeti yolcu için üç gündür. Mukim için bir gün bir gecedir!"
(Bir başka rivayette şu ziyade gelmiştir):
"Biz bu müddetin uzatılmasını taleb etseydik, bize mutlaka uzatırdı.''
Ebu Dâvud, Tahâret 60, (157); Tirmizi, Tahâret 71, (95); İbnu Mâce, Tahâret 86, (553).
ABDEST VE GUSÜLDE KULLANILACAK SU MİKTARI
6037 - Abdullah İbnu Muhammed, babası tarikiyle dedesi Akil'den naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm: "Abdeste bir müdd, gusle de bir sa' su yeterlidir" buyurmuştu" dedi.
Bunun üzerine orada bulunan bir zât Akil'e: "Bu kadar su bize yetmez" diye itiraz etti. Akil
de: "Bu kadar su, senden daha hayırlı, saçı da senden daha çok olan zata yetti" diye cevap
verdi. Burada kastettiği kimse Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm idi."
ABDESTSİZ NAMAZ MAKBUL DEĞİL
6038 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm'ı şöyle derken
işittim: "Allah, temizlik olmadan namazı, çalınan maldan da sadakayı kabul etmez."
ABDESTİ MUHAFAZA
6039 - Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Her hususta dosdoğru istikamet üzere olun; meyletmeyin. Ama buna güç yetiremezsiniz.
Öyleyse bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır. Kâmil mü'minden başkası abdesti (hakkı ile)
muhafaza edemez."
6040 - Ebu Ümame radıyallahu anh, Resûlullah'tan naklen anlatmıştır: "İstikamet üzere olun!
İstikamet üzere olsanız, bu ne iyidir! Amellerinizin en hayırlısı namazdır. Abdesti ancak
kâmil mü'minler (hakkıyla) muhafaza ederler."
TEMİZLİĞİN SEVABI
6041 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü denildi.
Ümmetinden, görmediğin kimseleri (Kıyamet günü) nasıl tanıyacaksın?" Şu cevabı verdi:
"Ümmetim, abdest sebebiyle alınlarında nur, kollarında nur, ayaklarında nur taşıyacaklar (bu
nurla onları tanıyacağım)."
6042 - Humrân Mevla Osman İbni Affan radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Osman İbnu Affan'ı
oturma yerlerine otururken gördüm. Abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra da: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ı oturduğum şu yerde oturmuş, benim şu abdestim gibi abdest aldığını
gördüm. Abdestten sonra şöyle demişti: "Kim şu abdestim gibi abdest alırsa, geçmiş (küçük)
günahları affedilir."
Resûlullah sonra şunu ilave etti: "Sakın gurura düşmeyiniz."
MİSVAK
6043 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Dişlerinizi misvaklayın. Çünkü misvak ağız için temizlik sebebidir, Allah'ın rızasına
vesiledir. Cibril her gelişinde bana misvakı tavsiye etti; öyle ki bana ve ümmetime farz
kılacağından korktum. Ümmetime zorluk veririm diye endişe etmeseydim bunu onlara farz
kılardım. Ben öyle (ciddi) misvak kullanırım ki, öndeki dişlerimin (veya diş etlerimin)
diplerinden kazınacağı endişesine kapılırım."
6044 - Hz. Ali radıyallahu anh buyurmuştur ki: "Muhakkak ki ağızlarınız Kur'ân'ın yollarıdır,
onları misvakla temizleyin."
AF VE MAĞFİRET
________________________________________
4111 - Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâla hazretleri sizi helak eder ve yerinize,
günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."
Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizi, Da'avat 105, (3533).
4112 - Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah
işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim
yaratır ve onları mağfiret ederdi."
Müslim, Tevbe 9, (2748).
Rezin şu ziyadede bulundu: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: "Nefsim elinde
bulunan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, günah işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan
ucb'e düşeceğinizden korkarım."
Bu rivayet, Münziri'nin et-Terğib ve't-Terhib'inde kaydedilmiştir (4, 20).
4113 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
hadis-i kudsi'de) Rabbinden naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi
günahımı affet!" dedi.
Hak Teâla da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah
sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır."
Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı affet!" der.
Alllah Teâla Hazretleri de:
"Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir
Rabbi vardır."
Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni affeyle!" der. Allah Teâla da:
"Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir
Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni affettim!" buyurdu."
Buhari, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29, (2758).
4114 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri diyor ki: "Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümid ettikçe ben
senden her ne sâdır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Ademoğlu! Senin günahın
semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni
affederim. Ey ademoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızın
bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım."
Tirmizi, Da'avat 106, (3534).
4115 - Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir adam: "Vallahi Allah falancayı mağfiret etmiyecek!" diye kesip attı. Allah Teâla
Hazretleri de: "Falancaya mağfiret etmiyeceğim hususunda yemin eden de kim? Ben ona
mağfiret ettim, senin amelini de iptal ettim!" buyurdu."
Müslim, Birr 137, (2621).
4116 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Beni İsrail'de birbirine zıd maksad güden iki kişi vardı: Biri günahkardı,
diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan diğerine günah işlerken rastlardı da:
"Vazgeç!" derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, "vazgeç" dedi. Öbürü:
"Beni Allah'la başbaşa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?" dedi. Öbürü: "Vallahi Allah
seni mağfiret etmez. Veya: "Allah seni cennetine koymaz!" dedi. Bunun üzerine Allah
ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabülâleminin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teâla
Hazretleri ibadette gayret edene: "Sen benim elimdekine kadir misin?" dedi. Günahkara da
dönerek: "Git, rahmetimle cennete gir!" buyurdu. Diğeri için de: "Bunu ateşe götürün!"
emretti."
Ebu Hüreyre radıyallahu anh der ki: "(Adamcağız Allah'ın gadabına dokunan münasebetsiz)
bir kelime konuştu, bu kelime dünyasını da, ahiretini de heba etti."
Ebu Davud, Edeb 51, (4901).
4117 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri idi. Ölüm
gelip çatınca oğullarına dedi ki: "Ben ölünce, cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgarın
önünde saçın. Allah'a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği
azabı verir!"
Ölünce, bu söylediği ona yapıldı. Allah da arz'a emrederek:
"Sende ondan ne varsa bana toplayıver!" dedi. Arz da topladı. Adam ayakta duruyordu. "Sen
böyle bir vasiyeti niye yaptın?" diye Rabb Teâla sordu.
"Senden korktuğum için ey Rabbim!" cevabını verdi. Allah Teâla Hazretleri bu cevap üzerine
onu affetti."
Buhari, Tevhid 35, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 25, (2756); Muvatta, Cenaiz 51, (1, 240);
Nesai, Cenaiz 117, (4, 113).
4118 - Ümmü'd-Derdâ radıyallahu anha anlatıyor: "Ebu'd-derda radıyallahu anh'ı işittim.
Demişti ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim, şöyle buyurdu: "Müşrik olarak ölenle,
bir müslümanı haksız yere öldüren hariç, Allah bütün günahları affedebilir."
Ebu Davud, Fiten 6, (4270).
ALÇAK GÖNÜLLÜ OLMA
________________________________________
7234 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri buyurdular ki: "Büyüklük benim ridamdır, azamet de
benim izarımdır. Kim, bunlardan birinde benimle iddialaşmaya kalkarsa, onu cehenıneme
atarım."
7235 - Ebu Sa'îdi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim Allah Teâla hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak
gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde
bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safilîne (aşağıların
aşağısına) atar."
7236 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Medine ehlinden bir cariye bile Resülullah
aleyhissalatu vesselâm'ın elinden tutardı ve Aleyhissalatu vesselâm elini onun elinden
çekmezdi de, cariye ihtiyacı için, O'nu Medine'nin istediği semtine çeker götürürdü.
(Resülullah tevazu gösterir, itiraz etmezdi)."
ÂLEMİN YARATILIŞI BÖLÜMÜ
________________________________________
1656 - İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup
insan geldi. Onlara:
"Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen:
"Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l-mâlden) iki kere bağış yap!" diye talepde bulundular.
Onların bu cevabı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından
bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara:
"Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar:
"Kabul ettik ey Allah'ın Resûlü!" dediler ve arkadan ilâve ettiler:
"Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!"
dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlükatın ve Arş'ın başlangıcını
anlatmaya başladı:
"Bidayette Allah vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun Arş'ı suyun üzerinde
bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar
cereyan edecek) her şeyi yazdı."
Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.
1657 - Ebu Rezîn el-Ukeylî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim,
mahlukatını yaratmazdan önce Rabbimiz nerede idi?" Bana şu cevabı verdi:
"el-Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su üzerinde yarattı." Ahmed
İbnu Hanbel dedi ki: "Yezid şunu söyledi: el-Amâ, yani "Allah'la birlikte başka bir şey yoktu"
demektir."
irmizî, Tefsir, Hud (3108).
1658 - Târık İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb dedi ki: "(Birgün)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızdan doğrularak mahlükatın ilk yaratılışından
başlayarak (geçmiş olan gelecek olan bütün safaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin
cehenneme girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi, bir kısmı unuttu."
Buharî, Bed'ul-Halk 1.
1659 - İbnu Mes'üd (radıyallâhu anh.) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri aklı yarattığı zaman ona: "Gel!" dedi, o da geldi. Sonra
"Geri dön!" diye emretti. O da geri döndü. Bunun üzerine akla şunu söyledi: "Ben, kendime
senden daha sevgili olan başka bir şey yaratmadım. Seni, nezdimde mahlükâtın en sevgilisi
olana bindireceğim."
Rezin ilavesi.
1660 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"Allah'ın meleklerinden olan Arş'ın taşıyıcılarından bir melek hakkında rivâyette bulunmam
için bana izin verildi" dedi ve ilâve etti: "Onun kulak yumuşağı. ile ensesi arasındaki uzaklık
yedi yüz senelik mesâfedir"
Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4727).
1661 - Hz.Abbas İbnu Abdilmuttalib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bathâ nâm mevkide,
aralarında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum.
Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunun ismi nedir bileniniz var mı?" diye sordu.
"Evet bu buluttur!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Buna müzn de denir" dedi. Oradakiler:
"Evet müzn de denir" dediler. Bunun üzerine Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Anân da denir" buyurdu. Ashab da:
"Evet anân da denir" dediler. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?" diye sordu.
"Hayır, vallahi bilmiyoruz!" diye cevapladılar.
"Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir.
Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık
bulunduğunu söyledi. Sonra ilâve etti:
"Yedinci semânın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki
mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabâni keçi (süretinde melek) var.
Bunların sınnakları ile dizleri arasında iki semâ arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra
bunların sırtlarının gerisirıde Arş var, Arş'ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema
arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah, bütün bunların fevkindedir."
Tirmizî, Tefsir, Hâkka, (3317); Ebû Dâvud, Sünnet 19, (4723); İbnu Mâve, Mukaddime 13,
(193).
Bir rivâyette şu açıklama yer alır: "Bu hadisi Câmiu'1-Usül sâhibi, Kütüb-i Sitte'ye dâhil
kitaplardan hiçbirine nisbet etmemiştir."
Katâde ve Abdullah'dan yapılan bir rivayet şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ashalbıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti:
"Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, el-anân (denen buluttur), bu arzımızın sakasıdır.
Allah Teâlâ bunu kendisine hiç ibâdet etmeyen bir kavme göndererek (su ihtiyaçlarını görür)"
dedi. Bir müddet sonra devamla:
"Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde
diğer bir sema vardır" dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra
konuşmasına devamla:
"İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musuzıuz?" diye sorduktan sonra "Beş yüz yıl!"
dedi. Sonra tekrar:
"Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun gerisinde Arş
var. Allah, Arş'ın fevkindedir. Ademoğlunun ef'âlinden hiçbiri O'na gizli kalmaz" buyurdu.
Sonra tekrar:
"Bu arz nedir, biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var.
Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı" hadisi zikretti."
1662 - Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan yapılan rivayette, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)şöyle buyurmuştur: "Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı
beş yüz yıl yürüme mesafesidir. "
Derim ki: "Tirmizî'nin Câmi'inde yer alan Katâde hadisi, bazı takdim ve te'hirler, ziyâde ve
noksanlarla Hasan Basri an Ebî Hüreyre tarikinden merfu olarak gelmiştir.
Allahu a'lem.
1663 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
bir bedevî gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü, (kuraklıktan) insanlar meşakkate düştüler. Aile efradı zayiata uğradı.
Hayvanlarımız da helâk oldular. Bizim için Allah'a dua et, su göndersin. Zîra biz Allah'a karşı
senin şefaatini, sana karşı da Allah'ın şefaatini taleb ediyoruz!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) adama şu mukabelede bulundu:
"Yazık sana, söylediğin şeyin idrakinde misin ? Sübhanallah!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sübhanallahları o kadar tekrar etti ki bunun tesiri Ashab'ın
yüzünden okunmaya başladı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne şöyle devam
etti:
"Yazık sana, mahlukatından hiç kimseye karşı Allah şefaatçi kılınmaz. Allah'ın şânı böyle bir
şey yapmaktan çok yücedir. Bak hele! Sen Allah'ın (azametinin) ne olduğunu biliyor musun?
O'nun Arş'ı, semavatının' şöyle üzerindedir.-Parmaklarıyla işaret ederek- tıpkı üzerinde bir
kubbe gibi. Arş Zat-ı Zülcelâl sebebiyle inleyip ses çıkarır, tıpkı süvarisi sebebiyle atın ses
çıkarması gibi. "
Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4726).
1664 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gün elimden tuttu ve şu açıklamayı yaptı:
"Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; ağaçları pazartesi
günü yarattı. Mekruhları salı günü yarattı. Nuru çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları
perşembe günü yaydı. Hz.Adem (aleyhisselam)'i cuma günü ikindi vaktinden sonra, ikindi ile
gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak yarattı."
Müslim, Sıfatu'1-Kıyâme 27, (2789).
1665 - Hz. Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Güneş batarken Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birlikte mescidde idim. Bana:
"Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilirler!" dedim.
"Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip
kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O
vakit kendisine: "Geldiğin yere dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenâb-
ı Hakk'ın şu sözü haber vermektedir. (Mealen): "Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp
gitmektedir. Bu aziz ve alîm olan Allah'ın takdiridir"(Yâsin 38).
Buhârî, Tefsir Yâ-sin 1, Bed'u'1-Halk 4, Tevhid 22, 23; Müslim, İmân 250, (159); Tirmizî,
Tefsir, Yâ-sin, (4225).
1666 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki.: "Güneş ve Ay kıyamet günü sarılırlar."
Buhâî, Bed'ül-Halk 4.
1667 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Yahudiler, gök gürültüsünün ne olduğunu
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den sordular:
"Bulutlara müvekkel olan melektir. Berâberinde ateşten kamçılar var. Bununla bulutları
Allah'ın dilediği yere sevkeder"diye cevap verdi.
Onlar tekrar sordular:
"Ya şu işitilen ses, o nedir?"
"Bu, bulutların istenen yere gitmeleri için onlara yapılan bir sevkdir" dedi. Yahudiler:
"Doğru söyledin. Şimdi de İsrail'in Yakub (aleyhisselam)kendisine haram kıldığı şey nedir
onu söyle?" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Hz. Yakub (ırku'n-nesâ denen) uyluk mafsalından başlayıp dize, topuğa kadar inen. bir
ağrıdan muzdarib idi. Deve eti ve sütü dışında kendine uygun gelen (ne yiyecek, ne içecek)
münâsip bir şey yoktu. Bu sebeple o da bunları haram etti" dedi. Yahudiler: "Doğru söyledin"
dediler."
Tirmizî, Tefsir Ra,d, (3116).
1668 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cehennem, Rabbine şikâyet ederek dedi ki: "Ey Rabbim, bir kısmım diğer
kısmımı yiyor. " Bunun üzerine ona iki nefes, izin verdi: Bir nefes, kışta, bir nefes de yazda.
İşte bu (yaz nefesi), en şiddetli şekilde hissettiğiniz hararettir. Öbürü de (kışta) en şiddetli
bulduğunuz soğuktur."
Buhârî, Bed'ül-Halk 10; Müslim, Mesâcid 185, (617); Tirmizî, Sıfatu Cehennem 9, (2595);
İbnu Mâce, Zühd 38, (4319); Muvatta, Yükûtu's-Salât 27, (1,15).
1669 - Katâde (rahimehullah) anlatıyor: "Bu yıldızlar üç maksatla yaratıldı:
1- Allah onları semaya zinet (ve süs) kıldı.
2- Şeytanlara atılacak taş kıldı.
3- Geceleri istikamet tayin etmede işaretler kıldı. Kim yıldızlar hakkında bunlar dışında bir
te'vil ileri sürerse (kendi ilâve ettiği) hissesinde hataya düşer, nasibini kaybeder, mânasız bir
yükün altına girer ve hakkında bilgisi olmayan, peygamberler ve meleklerin bile bilmekte âciz
kaldıkları bir şeye burnunu sokmuş olur. Allah'a yeminle söylüyorum: Allah hiç kimsenin ne
hayatını, ne rızkını, ne de ölümünü herhangi bir yıldızla irtibatlı kılmamıştır. (Aksini iddia
edenler) Allah hakkında yalan söyleyerek iftira ediyorlar..."
Rezîn ilavesidir. Ancak, (hakkında bilgisi olmayan) ibâresine kadar olan kısmı, Buhârî,
Bed'ül-Halk'da (3. bab) senetsiz olarak kaydetmiştir.
1670 - Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim,
şunu söyledi: "Allah Teâlâ hazret1eri, Adem'i, yeryüzünün bütün (cüzler)inden almış olduğu
bir avuç topraktan yarattı. Âdem'in oğulları da arzın kısımlarına göre vücuda geldi. Bir kısmı
beyazdır, bir kısmı kızıldır, bir kısmı siyahdır. Bunlar arasında orta (renkliler) de var. Ayrıca
bir kısmı uysaldır, bir kısmı haşindir, bir kısmı habis (kötü kalbli), bir kısmı iyi kalblidir."
Ebu Dâvud, Sünnet 17, Tirmizî, Tefsir, Bakara, (2948).
1671 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah Teâla, Hz. Âdem (aleyhisselâm)'ı yarattığı ve ruh üflediği zaman, Âdem
hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, izni ile Teâla'ya hamdetti. Rabbi de ona:
"Ey Âdem, yerhamukallah (Allah sana rahmet etsin), (mukarreb) meleklerden şu oturan gruba
git ve "Esselâmu aleyküm" de!" dedi. (Hz. Âdem öyle yaptı. Hitab ettiği melekler):
"Ve aleyke's-selamu ve rahmetullahi ve berekâtuhu!" diye karşılık verdiler. Sonra Âdem
(aleyhisselam) Rabbine döndü. Rabbi ona:
"Bu cümle senin ve evlâdlarının aralarındaki selâmlaşmadır" dedi.
Allah Teâla hazretleri, elleri kapalı olduğu halde Âdem'e:
"Dilediğini seç!" dedi. Hz. Âdem:
"Rabbimin sağ elini seçtim! Rabbimin iki eli de sağdır, mübarektir" dedi. Sonra Allahu Teâlâ
hazretleri sağ elini açtı. İçinde Hz. Âdem ve onun zürriyeti(nin emsâlleri) vardı. Hz. Âdem
(aleyhisselâm):
"Ey Rabbim, bunlar nedir?" dedi. Rabb Teâla:
"Bunlar senin zürriyetindir" dedi. Her insanın iki gözünün arasında ömrü yazılıydı. Aralarında
biri hepsinden daha parlak, daha nurlu idi. Hz. Âdem:
"Ey Rabbim ! Bu kimdir?" dedi. Rabb Telâla hazretleri:
"Bu senin oğlun Dâvud'dur. Ben ona kırk yıllık ömür takdir ettim" dedi. Âdem aleyhisselam:
"Ey Rabbim onun ömrünü uzat!" talebinde bulundu. Rabb Teâla:
"Bu ona takdir edilmiş olandır!" deyince, Âdem:
"Ey Rabbim, ben ona kendi ömrümden altmış senesini verdim"diye ısrar etti. Bunun üzerine
Rabb Teâla:
"Sen ve bu (talebin berabersiniz)." buyurdu.
Sonra Âdem cennete yerleştirildi. Allah'ın dilediği kadar orada kaldı. Sonra cennetten (arza)
indirildi. Âdem burada kendi ecelini yıl be-yıl sayıp hesaplıyordu. Derken ölüm meleği geldi.
Hz. Âdem (aleyhisselam) ona:
"Acele ettin, erken geldin. Bana bin yıl ömür takdir edilmişti!" dedi.
Melek:
"İyi ama sen oğlun Dâvud a altmış senesini verdin" dedi. Ne var ki O bunu inkâr etti, zürriyeti
de inkâr etti; o unuttu, zürriyeti de unuttu. "
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ilâve etti: "O günderı itibaren yazma ve şahidlik
emredildi."
Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn (3365). Bu hadis A'raf süresinin tefsirinde geçti. Orada son
cümle yoktur.
1672 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Melekler nurdan yaratıldılar, cinler dumanlı bir alevden yaratıldılar. Âdem de size vasfı
yapılandan yaratıldı. "
Müslim, Zühd 60, (2996).
1673 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hayır, Allah'a kasem olsun Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz. İsa'nın kızıl çehreli olduğunu söylemedi. Ancak şunu söyledi:
"Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Beytullah'ı tavafediyordum. O sırada düz saçlı,
kumral benizli, başından su akar vaziyette iki kişiye dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini
gördüm.
"Bu kim?" dedim.
"Meryem'in oğlu!" dediler.
Bunun üzerine daha yakından görmek için ilerledim. Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör,
gözü üzüm gibi pertlek bir adam daha vardı.
"Bu kim?" dedim.
"Bu, Deccâl !" dediler.
İnsanlardan en çok ona benzeyeni İbnu Katan'dı."
Zührî der ki: "İbnu Katan, câhiliye devrinde vefat eden Huzâalı bir kimseydi."
Buhârî, Tabi 33, 11, Enbiya, 42, Libâs 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,(169); Muvatta,
Sıfatu'n-Nebi 2, (2, 920).
1674 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Bana geçmiş peygamberler (aleyhimusselam) arzedildiler. Hz. Musa zayıfca bir erkekti.
Sanki Şenûe kabilesinden (uzun boylu) birine benziyordu. Hz. İsa (aleyhisselâm)'yı da
gördüm, gördüklerim içinde ona en çok benzeyen Ürve İbnu Mes'üd idi. Hz. İbrahim
(aleyhisselâm)'i de gördüm, gördüklerim arasında ona en çok benzeyen, arkadaşınızdı -yani
kendisini kastediyor- Hz. Cebrail (aleyhisselam)'i de gördüm. Gördüklerimden ona en ziyâde
benzeyen Dıhye İbnu Halîfe idi."
Müslim, İmam 271, (167); Menâkıb 27, (3651).
1675 - Semure İbnu Cündüb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Sâm, Arapların babasıdır.Yâfes, Rumların babasıdır. Hâm Habeşîlerin
babasıdır."
Tirmizî, Tefsîr, Sâffât, (3229), Menâkıb, (3927).
1676 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Zekeriyya (aleyhisselam) marangoz idi."
Müslim, Fedâil 169, (2379).
KAZANCA TEŞVİK
________________________________________
6618 - Mikdam İbnu Ma'dikerb ez-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişi elinin emeğiyle kazandığından daha temiz bir
kazanç elde etmemiştir. Kişinin nefsine, ailesine, çocuğuna ve hizmetçisine harcadığı
sadakadır."
6619 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Emin, dürüst, müslüman tacir, Kıyamet günü şehidlerle beraberdir."
6620 - Muaz İbnu Abdillah İbni Hudeyb'in amcası radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir
cemaatte idik. Başında ıslaklık olduğu halde Resulullah aleyhissalatu vesselam çıkageldi.
Birimiz ona: "Bugün sizi iyi ve ferah görüyoruz" dedi. "Evet! Elhamdulillah öyledir!"
buyurdular. Sonra halk zenginlik hususunda sohbete daldılar. Aleyhissalatu vesselam:
"Muttaki için zenginliğin bir zararı yok!" buyurdular. Devamla: "Ancak dediler, sıhhat,
muttaki için zenginlikten daha hayırlıdır. Gönül hoşluğu da bir nimettir."
MAİŞET TALEBİNDE İTİDAL
6621 - Ebu Humeyd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Dünya talebinde mutedil olun. Çünkü herkes, kendisi için yaratılmış olana
müyesserdir (kazanmaya hazırlanmıştır)."
6622 - Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Himmet yönüyle insanların en yücesi hem dünya hem de ahiret işine himmet
gösteren mü'mindir."
6623 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ey insanlar Allah'a karşı muttaki olun ve (dünyevi) talepte mutedil olun. Zira, hiçbir kimse
yoktur ki, (Allah'ın kendisine taktir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızkı
gecikse bile ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun ve talepte mutedil olun,
(gayr-ı meşru yollara sapmayın), helal olanı alın, haram olanı terkedin."
KAZANÇ YOLUNU DEĞİŞTİRME
6624 - Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "(Meşru) bir işten (helal rızık) kazanan kimse o işe devam etsin
6625 - Nafi anlatıyor: "Ben Şam ve Mısır'a ticaret malı gönderiyordum. Irak'a da gönderdim
ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin yanına varıp kendisine: "Ey mü'minlerin annesi! Ben
Şam'a ticarete gidiyordum, şimdi Irak'a gidiyorum" dedim. Bunun üzerine: "Böyle yapma!
Sana ve eski ticaret yerine ne oldu? Zira ben, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Allah
Teala hazretleri, sizden birine bir ciheti rızkına sebep kılarsa, bu değişinceye veya
güçleşinceye kadar onu terketmesin" buyurduğunu işittim" dedi."
SAN'ATLAR
6626 - Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İnsanların en çok yalan söyleyenleri boyacılar ve kuyumculardır."
MUHTEKİR KAYBEDER
6627 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Malını satışa arzeden rızka erer, muhtekir (pahalanması için satmayıp bekleten)de lanete
uğrar."
6628 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resullullah aleyhissalatu vesselam'ı işittim,
buyurdular ki: "Müslümanlara bir gıda maddesinde ihtikarda bulunanı Allah Teala hazretleri
cüzzam ve iflasa mahkum eder."
PARAYLA KUR'AN ÖĞRETİMİ
6629 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adama Kur'an öğretmiştim. Bana bir
yay hediye etti. Bunu Resulullah aleyhissalatu vesselam'a haber verdim: "Eğer onu alırsan,
ateşten bir yay almış olursun" buyurdular. Ben de geri iade ettim."
HACCAMIN KAZANCI HELAL Mİ?
6630 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat oldu ve
bana emretti, ben de hacamat yapan zatın ücretini ödedim."
6631 - Ukbe İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat
edenin (bu işten) kazancını yasakladı."
ALIŞ-VERİŞTE MUHAYYERLİK
6632 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki : "Satış her iki tarafın rızasıyla olur."
MEVCUT OLMAYAN ŞEY SATILAMAZ
6633 - Attab İbnu Esad radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu
vesselamonu Mekke'ye gönderdiği zaman kendisini, satın alıp da henüz teslim alınmamış bir
malın karından men etmiştir."
AKİBETİ MEÇHUL SATIŞ YASAK
6634 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Bey'-i
garar'dan (yani tahakkuk edip etmeyeceği bilinmeyen akibeti meçhul satıştan) men etti."
PİYASAYA NARH KONAMAZ
6635 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında
fiyatlar artmıştı. Halk müracaat ederek: "Ey Allah'ın Resulü fiyatları siz düzenleseniz!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam şu cevabı verdi: "Ben, sizden kimsenin kendisine yaptığım bir zulmü
talep etmez olduğu halde aranızdan ayrılmayı diliyorum "
ALIŞ-VERİŞTE MÜSAMAHA
6636 - Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Gerek satıcı ve gerekse alıcı iken kolaylık gösteren kimseyi Allah cennete
koydu."
PAZARLIK
6637 - Kayle Ümmü Beni Emmar radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın yaptığı umrelerden birinde kendisine Merve'de yaklaştım ve: "Ey Allah'ın Resulü!
Ben alıp satan bir kadınım. Bir şeyi satın almak istediğim zaman arzuladığımdan daha düşük
bir fiyat teklif ediyorum. Sonra yavaş yavaş artırarak arzuladığım fiyata geliyorum. Bir şeyi
satacağım zaman da, önce, almayı arzuladığım fiyattan daha yüksek bir fiyat teklif ediyor,
sonra yavaş yavaş inerek arzuladığım fiyata geliyorum, (böyle yapmama ne dersin?)" dedim.
Şu cevabı verdi: "Ey Kayle, böyle yapma. Bir şey satın almak istedin mi, düşündüğün fiyatı
söyle, sana verilsin veya verilmesin."
Aleyhissaltu vesselam sonra şunu söylediler: "Bir malı satmak istediğin zaman da versen de
vermesen de (yüksek fiyat değil) satmak istediğin fiyatı söyle."
6638 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam güneş
doğmazdan önce alış-veriş pazarlığı yapmaktan ve süt vermekte olan hayvanları kesmekten
men etti."
AŞILANMIŞ HURMA MALI OLAN KÖLE SATILMIŞSA
6639 - Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
müşteri (kendisine ait olmasını) şart koşmamış ise, (satılan) hurma ağaçlarının (başında
bulunan) meyvesinin, ağaçları aşılayanın hakkı olduğuna ve keza, müşteri, (kölenin malının
kendisine ait olmasını) şart kılmadığı taktirde, kölenin malının satıcıya ait olduğuna
hükmetti."
TERAZİYİ AĞIR TUTUN
6640 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Tarttığınız zaman tartınızı ağır yapın."
6641 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
Medineye geldiği vakit, halk ölçü-tartı işinde insanların en kötüsü idi. Bunun üzerine Allah
Teala hazretleri "Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline" diye başlayan sureyi indirdi,
Bundan sonra ölçü ve tartıyı güzel yaptılar."
ALDATMA HARAMDIR
6642 - Ebu'l Hamra radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı, yanında
bir kap içinde bir miktar zahire satan bir adamın yakınlarından geçtiğini gördüm. Mübarek
elini kabın içine sokup (kontrol ettikten sonra) adama: "Sen hile yapmışa benziyorsun. Bize
hile yapan bizden değildir" buyurdu."
KABZEDİLMEYEN YİYECEK SATILAMAZ
6643 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, biri satıcının
biri de alıcının ölçekleri olmak üzere iki ölçekten geçmedikçe bir zahireyi satmayı yasakladı."
YİYECEKLERİN TARTILMASI BEREKET GETİRİR
6644 - Abdullah İbnu Büsr el-Mazini ve Ebu Eyyub radiyallahu anhüma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Zahirenizi ölçünüz ki, sizin için bereketlensin"
buyurdular."
ÇARŞILAR
6645 - Ebu Üseyd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Nebit çarşısına gidip ona baktılar ve: "Burası size münasib bir çarşı değildir" buyurdular.
Sonra bir başka çarşıya gidip baktılar. Yine: "Burası da size uygun bir çarşı değil" buyurdular.
Sonra şu çarşıya döndü, içini dolaşıp (tedkik buyurdular) ve:
"İşte sizin çarşınız burasıdır! Sakın burası daraltılmasın ve burada (satış ve alış) yapanlardan
vergi alınmasın" buyurdular."
6646 - Selman radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Kim sabah
namazına giderse, iman bayrağıyla gitmiş olur. Kim de çarşıya giderse o da iblis bayrağıyla
gitmiş olur" buyurdular.
ERKENDE BEREKET
6647 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Allahın,
ümmetim için perşembe günü ilk vaktin(de yapılan iş)i mübarek kıl" diye dua ettiler.
6648 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şöyle dua
buyurdular: "Allahım, ümmetime, günün ilk vakitlerin(de yaptıkları iş)i bereketlendir."
SÜTÜ MEMEDE BIRAKILAN HAYVANIN SATIŞI
6649 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ey insanlar! Muhaffele, yani müşteriyi aldatmak için sütü sağılmayıp
memesinde kalan bir hayvanı satın alan kimse üç gün muhayyerdir. (Hayvanı bu esnada geri
verebilir.) Eğer geri verecek olursa, hayvanla birlikte, sağdığı sütün iki mislini -veya sağılan
sütünün (kıymetinin) bir mislini buğday olarak demişti- geri versin."
6650 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Doğru söyleyen ve doğruluğu
(mucizelerle) tasdik edilen Ebu'l-Kasım aleyhissalatu vesselam üzerine şehadet ederim ki, O
bize şöyle buyurdular: "Muhalleb (sütü memede hapsedilmiş) hayvanları satmak aldatmacadır
ve aldatma işi hiçbir mü'mine helal olmaz."
KÖLENİN MUHAYYERLİĞİ
6651 - Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "(Satılan) kölenin uhdesi (yani alıcısının muhayyerliği veya satıcısının
zimmetinde olduğu müddet) üç gündür."
MALIN KUSURU SÖYLENİR
6652 - Vâsile İbnu'l-Eska' radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kirn bir şeyi ayıbını açıklamadan satarsa daima Allah'ın gadabına ve
meleklerin lânetine maruz kalır:"
ESİR AİLE EFRADI BİRBİRİNDEN AYRILMAZ
6653 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
esirler getirildiği zaman, aile efradını birbirinden ayırmak istemediği için hepsini bir kişiye
verirdi."
SAYICA FAZLA HAYVANIN PEŞİN MÜBADELESİ
6654 - Hz. Enes radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
mü'minlerin annesi Safiyye radıyallahu anhâ'yı yedi baş (cariye-köle) ile satın aldı."
FAİZ
6655 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mirac gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların
içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cibril bunlar
kimlerdir?"diye sordum. "Bunlar faiz yiyenler!" dedi."
6656 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Faiz yetrniş çeşit günaha sebeptir. En hafifi kişinin anasıyla zina yapması
gibidir."
6657 - Abdullah (İbnu Mes'ud) radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Faiz yetmişüç kapı (çeşit)dir: '
6658 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Enson inen ayet, faizle ilgili olan ayettir.
Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm onu bize açıklamadan vefat etti. Öyleyse faizi de faiz
şüphesi olan muameleyi de bırakın."
VERESİYEDE BELLİ MİKTAR BELLİ MÜDDET ŞART
6659 - Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm'a
bir adam gelip: "Yahudilerden bir aileyi kastederek "Falanın oğulları müslüman oldular.
Ancak pek acıktılar, tekrar İslâm'dan dönmelerinden korkuyorum" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Kimin yanında birşeyler var?" diye sordu. Yahudilerden biri: "Benim yanımda şu
şu kadar nakit var, -zannedersem üçyüz dinar demişti- Falan ailenin bahçesinden (alınacak
meyve için) şu fiyatla selem akdini yaparım)" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Şu kadar
vade ile şu fiyata" olur, "falan ailenin bahçesinden (elde edilecek meyve" kaydı) olmaz"
buyurdu."
ORTAKLIK VE MUDÂRABE
6660 - Salih İbnu Süheyb, babası Süheyb (İbnu Sinan)'dan naklediyor: "Resûlullah
aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: "Üç şey vardır ki onlarda bereket vardır: "Belli bir vade
ile olan satış, Mukâraza (denilen ortaklık çeşidi), satmak için değil, ev için buğday-arpa
karışımı."
EVLADIN MALINDA BABANIN HAKKI
6661 - Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın
Resûlü! Benim mal ve çocuğum var. Babam da malımı kökünden kurutmak, tüketmek ister"
dedi. Aleyhissâlatu vesselâm: "Sen de malın da babana aitsiniz" buyurdular."
RASTLANAN SÜRÜ VE BAHÇEDEN İSTİFADE
6662 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir çobanın (sürüsünün) yanına geldiğin vakit, ona üç kere nida et! (Çoban) cevap verirse ne
âla, vermezse, fesada sebep olmadan (sürü sağıp götürmeden) sütünden iç. Bir bahçenin
duvarına geldin mi, bahçe sahibini üç kere çağır. Cevap verirse ne âla, (kendinden isteyerek
ihtiyacını gör), aksi taktirde fesada sebep olmadan yiyebilirsin."
6663 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir sefer sırasında biz Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'la birlikkte idik. Derken, memeleri ida denilen bir bitki ile bağlanmış
bir deve sürüsüne rastladık. (Sütten istifade için) sürüye yaklaştık. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm bizi çağırdı, hemen yanına gittik. "Bu develer müslüman bir aileye ait, bu onların
zaruri gıdalarıdır ve Allah'tan sonra (muhtaç oldukları) bereketleri (hayırlı malları)dır. İçinde
azıklarınız bulunan dağarcıklarınızın yanına vardığınızda, onların içindeki erzakınızın
çalınmış olması sizi sevirdirir mi? Bunu adalete uygun bulur musunuz?" buyurdular. Ashab:
"Hayır!" deyince: "İşte bu (sizin yapmak istediğiniz) de öyle bir iştir" buyurdu. Biz: "Yeyip
içmeye muhtaç olursak ne dersiniz?" diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Yiyin fakat taşımayın,
için fakat taşımayın!"
DAVAR BESLEME
6664 - Ümmü Hâni radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana
"Koyun ve keçi edin. Zira onda bereket vardır" buyurdular."
6665 - Urve el-Bârikî radıyallahu anhüma, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü
nakletmiştir: "Deve, sahipleri için bir izzet vesilesidir. Koyun ve keçi de berekettir. Hayır,
Kıyamete kadar atın alnına bağlanmıştır."
6666 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Koyun ve keçi cennet hayvanlarındandır."
6667 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zenginlere
koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki: "Zenginlerin tavuk edinmeleri halinde, Allah,
köylerin helak olmasına izin verir."
SIDK VE EMÂNET (GÜVEN)
193 - Ebu Sa'id el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdu: "Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı
olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve sâlihlerle beraberdir."
Tirmizî, Büyû 4, (1209); İbnu Mâce, Ticârât 1, (2139).
194 - Tirmizî'nin, Rifâ'a İbnu Râfi'den yaptığı diğer bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
"Kıyamat günü tüccarlar fâcirler (günahkârlar) olarak diriltilecekler. Ancak Allah'tan
korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna"
Tirmizî, Büyû 4 (1210); İbnu Mâce, Ticârât3, (2146).
195 - Kays İbnu Ebî Gareze el-Gıfârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz hicret etmezden önce
simsarlar olarak isimlendiriliyorduk. Bir gün, Medine'de, bize Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) uğradı. Bize ondan daha iyi bir isim verdi. Buyurdu ki: "Ey tüccarlar, satış işine,
yemin ve boş söz karışır..."
Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Satış işine yemin ve yalan bulaşmaktadır, siz (Rabbin
gadabını söndüren) sadaka karıştırın"
Ebu Dâvud, Büyû 1, (3326,3327); Tirmizî, Büyû 4, (1208); Nesâî, Eymân 7, (7, 15).
196 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i
işittim, diyordu ki: "(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti artırır. (Halbuki
gerçekte) kazancı giderir."
Buhârî, Büyû 26; Müslim, Müsâkât 13 (1607); Ebu Dâvud, Büyû 6, (3335); Nesâî, Büyû 5,
(7, 246).
Hadis'in metni Buhârî ve Müslim'deki metindir. Ebu Dâvud'da "Bereketi giderir" şeklindedir.
197 - Hakim İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Alıp-satanlar" birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte)
muhayyerdirler. Alıp-satanlar alış-verişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan
ederlerse alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler (kusurları)
gözlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alış-verişlerinin bereketini kaybederler."
Bir rivayet şöyledir: "Alış-verişlerinin bereketi yok edilir: Yalan yemin malı rağbetli, kazancı
bereketsiz kılar."
Buhârî, Büyû 19, 22, 44, 46; Müslim, Büyû, 47, (532); Ebu Dâvud, Büyû 53, (3459); Tirmizî,
Büyû 26, (1246); Nesâî, Büyû 3, (7, 244-245).
ALIŞ-VERİŞTE VE İKALE'DE (AKDİ BOZMA) KOLAYLIK
198 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan
kimseye Allah rahmetini bol kılsın".
Buhârî, Büyû 16; Tirmizî Büyû 75, (1320).
199 - Tirmizî'nin rivayeti şöyledir: "Allah, sizden önce yaşamış olan bir kimseye rahmetiyle
muamele etti. Çünkü bu adam satınca kolaylık gösterir, satın alınca kolaylık gösterir,
alacağını isteyince (kabalık ve sertlik değil, anlayış ve) kolaylık gösterirdi."
Tirmizî, Büyû 75. (1320).
200 - Tirmizî'nin Ebu Hüreyre'den kaydettiği bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurur: "Allah, satıştaki müsâmahayı, satın alıştaki müsâmahayı, ödemedeki
müsâmahayı sever"
Tirmizî, Büyû 75 (1319).
201 - Huzeyfe ve Ebu Mes'ud el-Bedrî (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittiklerini anlatır: "Sizden önce yaşamış olan birisine, ruhunu
kabzetmek üzere melek gelmiş idi, sordu:
"-Bir hayır işledin mi?" Adam:
"-Bilmiyorum" diye cevapladı. Kendisine tekrar:
"-Hele bir düşün (belki hatırlarsın) dendi. Adam:
"-Bir şey hatırlamıyorum, ancak dünyada iken, insanlarla alış-veriş yapardım. Bu
muâmelelerimde zengine ödeme müddetini uzatır, fakire de (ödeme işlerinde müsâmaha ve
bazı eksikliklerini bağışlamak sûretiyle) kolaylık gösterirdim" dedi.
Allah onu (bu kadarcık iyiliği sebebiyle affedip) cennetine koydu."
Buhârî, Büyû 17-18, Enbiyâ 50, İstikrâz 5; Müslim, Müsâkât 26-31, (1560).
202 - Amra Bintu Abdirrahmân (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir adam bir meyve bahçesinin
meyvelerini toptan satın aldı. Meyveyi toplayıp miktarını tayin edince, tahmîn edilenden
noksan buldu. Bahçe sâhibini görerek eksik çıkan kısmı hesaptan düşmesini veya alım-satım
akdinden dönmesini talebetti. Fakat adam teklif edilenleri kabul etmemeye yemin etti. Bunun
üzerine müşterinin annesi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek durumu
arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "O adam, hayır yapmamaya yemin etmiştir"
buyurdu. Bu sözü işiten bahçe sâhibi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek: "Ey
Allah'ın Resûlü, talebini kabul ettim" dedi.
Muvatta, Büyû 15, (2, 621); Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkât 19, (1557).
203 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki:
"Kim bir Müslümanın ikâlesini (yani alım-satım akdini feshetmesini) kabul ederse, Allah da
onu düşmekten kurtarır"
Ebu Dâvud, Büyû 54, (3460); İbnu Mâce, Ticârât 26, (2199).
ÖLÇÜLER VE TARTILAR HAKKINDA
204 - İbnu Ömer anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "(Şer'i hukuku
ödemek için) vezin'de Mekke halkının vezn'i esastır, keyl'de de Medine halkının keyl'i
esastır."
Ebu Dâvud, Büyû 8, (3340); Nesâî, Büyû 54, (7, 284).
205 - Mikdâm İbnu Ma'dikerb (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu
sözünü nakletti: "Yiyeceklerinizi kîle ile ölçün, sizin için mübarek kılınsın."
Buhârî, Büyû 52.
206 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mikyal
(ölçek) ve mîzân (terazi) kullananlara şöyle hitab etti: "Sizler bizden önce gelip geçen
kavimleri helâk eden iki işi üzerinize almış bulunmaktasınız"
Tirmizî, Büyû' 9, (1217).
207 - İbnu Harmele (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ümmü Habib Bintü Züeyb İbnu Kays el-
Müzenniyye, bize (ölçüm işlerinde kullanılan) bir sa' bağışladı. Ümmü Habib bize rivayet etti
ki, kendisine, İbnu Ahî Safiyye'den geldiğine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevce-i pâkleri Safiyye vâlidemiz (radıyallahu anhâ) bağışlanan bu sâ'in, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in kullandığı sâ' olduğunu söylemiştir. Râvilerden Enes İbnu İyâz der
ki: "Ben bu sâ'ı denedim, (kontrol ettim) gördüm ki bu sâ', Emevî Halifesi Hişâm İbnu Abdi'l-
Melik'in kullandığı müdd'le iki buçuk müdd miktarında idi".
Ebu Dâvud, Eyman 18, (3279).
208 - es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) devrinde bir sâ', bugün sizlerin kullanmakta olduğunuz müdd'le, bir müdden üçte
bir müdd miktarında fazla idi. Ancak bu miktara Ömer İbnu Abdilaziz merhum zamanında
ilâve bulunuldu.
Buhârî,, İ'tisam 16, Kefârât 5; Nesâî, Zekât 44, (5, 54).
209 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Sattığın zaman tart, satın alınca tarttır."
Buhârî, Büyû' 51.
ALIM-SATIMIN ADABINA DAİR MÜTEFERRİK HADİSLER
210 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular: "Allah'ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah'ın en ziyade nefret ettiği yerler
de çarşı ve pazarlardır."
Müslim, Mesâcid 288, (671).
211 - Selman (radıyallahu anh) diyor ki: "Elinden geliyorsa, çarşıya ilk giren olma. Oradan
son çıkan da olma. Çünkü çarşı, şeytanın, (insanları şaşırtmak için kıyasıya) savaş verdiği
yerdir, bayrağı da orada dalgalanır."
Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 100,(2451).
212 - Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Bizim çarşımızda dini bilen kimseler satıcılık yapsın"
buyurmuştur.
Tirmizî, Vitr 21, (487).
213 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: "Ben, Şam'daki Ümeyye Camii'nin
merdivenlerinde bir dükkan sâhibi olup, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda harcamak ve
bu esnada namazlarımı da hep cemaatle kılmak, Allah'ın helal kıldıklarını da haram etmemek
şartlarını arzulamaktan ziyade, Allahu Teâla'nın, haklarında: "...o kimseler ki ne bir ticaret ne
de bir alış veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz" (Nur, 36) övgüsünü kullandığı
kimselerden olmamaktan korkarım."
Bu rivayet Rezîn'in ilâvesidir.
NECASETLER
214 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber
(aleyhissâlatu vesselâm)'i Mekke'de işittim, şöyle buyuruyordu: "Cenab-ı Allah içki, ölmüş
hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı." Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü
"ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağların, derilere
sürülür, kandiller aydınlatılır" dendi. Cevâben: "O (nun satışı) haramdır" buyurdu ve ilâve
etti: "Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı
vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler."
Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486);
Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167).
215 - Abdurrahman İbnu Va'le'nin anlattığına göre, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan üzüm
şırası hakkında sorunca ondan şu cevabı almıştır: "Adamın biri Resûlullah (aleyhissâlatu
vesselâm)'a bir şarap dağarcığı hediye etmişti, kendisine "Allah'ın bunu haram kıldığını
bilmiyor musun?" dedi. Adam: "Hayır bilmiyorum" cevabını verdi ve yanında bulunan
birisine birşeyler fısıldadı. Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) adama "Ona ne fısıldadın?"
diye sorunca adam: "Onu satmasını emrettim" dedi. Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm):
"İçilmesi haram olanın satılması da haramdır" buyurdu ve iki şarap dağarcığının ağızlarını
açarak içlerini boşalttı."
Müslim, Musâkat 68, (1579); Muvatta, Eşribe 12, (2, 846), Nesâî, Büyû 90, (7, 307-308).
216 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'i
Kâbe'nin yanında otururken gördüm. Bir ara başını semaya kaldırarak güldü ve şunu söyledi:
"-Allah Yahudilere Lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin!
Allah onlara (ölmüş hayvanların) iç yağını yasaklamıştı tutup bunu sattılar ve parasını yediler.
Halbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da haram etti
demektir."
Ebu Dâvud, Büyû 66 (3488).
217 - el-Muğîre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdu ki:
"Kim içki satarsa, hınzır kasaplığı da yapsın"
Ebu Dâvud, Büyû 66, (3489).
218 - Ebu Talha (radıyallahu anh) anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan
"İçkiye vâris olan yetimler" hakkında sormuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Dök
onu!" emretmiştir. Ebu Talha: "Sirke yapsam olmaz mı?" deyince de "Hayır!" diye cevap
vermiştir."
Ebu Dâvud, Eşribe 3 (3675); Tirmizî, Büyû 58, (1293).
Tirmizî'nin rivayetinde: "Şarabı dök, küplerini de kır" buyurmuştur.
KABZEDİLMEYEN SATIŞA DAİR
219 - İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm) şöyle demiştir: "Bir yiyecek satın alan kimse, onu kabzetmeden önce satamaz"
Buhârî, Büyû 49, 51, 54, 55, Hudud 42; Müslim, Büyû 29, 35, 40, 41, (1525-1526-1528-
1529); Nesâî, Büyû 55, (7, 286-287); Ebu Dâvud, Büyû 67 (3492); Tirmizî, Büyû 56 (1291);
Muvatta, Büyû 40, (2, 640-641); İbnu Mâce, Ticarât 37, (2226).
220 - Bir diğer rivayette: "...malı kabzedinceye kadar" ziyadesi vardır. İbnu Ömer der ki: "Biz
hayvanla gelenlerden tartmadan göz kararıyla yiyecek satın alırdık. Sonra Hz. Peygamber
(aleyhissâlatu vesselâm) satın aldığımız bu şeyleri başka yere naklederek yerini değiştirmeden
satmamızı yasakladı"
Müslim, (1527).
221 - Hakîm İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, bana gelip,
birşeyler almak isteyenler oluyor. Halbuki istenen şey bende yoktur. Bu durumda bilâhere
çarşıdan satın alarak teslim etmek üzere istenen şeyi satayım mı?" "Hayır dedi, yanında
mevcut olmayan şeyi satma."
Nesâî, Büyû 60, (7, 289), Ebu Dâvud, Büyû 70 (3503); Tirmizî, Büyû 19, (1232); İbnu Mâce,
Ticarât 20, (2187).
222 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
kimsenin, yiyecek maddesini tam olarak kabzetmiş olmadan satmasını yasakladı. Tâvus derki:
"İbnu Abbas'a "Bu nasıl olur?" diye sordum da bana şu cevabı verdi: "Bu dirhemlerin
dirhemlerle alınıp satılmasıdır, yiyecek maddesi ise tehir edilmiştir."
Beş kitap'ta da tahriç edilmiştir.
223 - Süleyman İbnu Yesar (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)
Mervân İbnu'l-Hakem'e:
-Sen faiz ticaretini helâl kıldın dedi. Mervan:
-Ne yapmışım? diye sordu. Ebu Hüreyre tekrar:
-Sen sened satışını helâl addetmişsin. Halbuki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tam olarak
kabzedilmezden önce yiyecek satışını yasakladı, dedi. Râvi der ki: "Bu konuşma üzerine
Mervan halka hitap ederek sened satışını yasakladı." Süleyman ilâve etti: "Ben muhafızların
bu senedleri, halkın elinden topladıklarını gördüm."
Müslim, Büyû 40 (1528).
224 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer sırasında Hz. Peygamber
(aleyhissâlatu vesselâm)'le beraber bulunuyorduk. Ben Hz. Ömer'e ait, yüke yeni alıştırılan
henüz zabtı zor bir devenin üzerindeydim. Deve dik başlılık edip cemaatin önüne önüne
giderdi. Babam Ömer (radıyallahu anh) devenin bu davranışından üzülür, onu tekrar geriye
atardı. Bana da: "Devene sâhib ol, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önüne geçmesin"
derdi. Sonunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
-Ey Ömer, onu bana sat dedi.
-Pekâla o senin olsun ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Böylece deveyi Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm) ondan satın almış oldu. Sonra da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana dönerek:
"Ey Abdullah, deveyi sana bağışladım, artık o senindir, onu istediğin gibi kullan" dedi.
Buhârî, Büyû 47, Hibe 25.
MEYVELERİN VE EKİNLERİN SATIŞINA DAİR
225 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm) şöyle
emretti: "Ağaçların üzerinde o yılın meyveleri (olgunlaşmaya) sâlih olduğu (kızarmak,
sararmak sûretiyle) zâhir olana kadar, meyveleri satmayın. Yaş hurmayı kuru hurma
karşılığında da satmayın."
Yine Abdullah İbnu Ömer, Zeyd İbnu Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yaş hurmayı kurusu ile değiştirmeyi yasakladıktan sonra, ariyyenin
(muayyen bir ağacın başındaki yaş hurmayı) yerdeki yaş veya kuru hurma ile tebdiline
müsaade buyurdu. Bu çeşit bir değiş tokuşa başka alım-satımlarda müsaade buyurmadı." İbnu
Ömer'e meyvenin sâlih olarak ortaya çıkması nedir? diye sorulunca şu cevabı verirdi:
"Meyvenin afete uğrayarak zarar görme tehlikesini atlatmasıdır."
Buhârî, Büyû 82-87, Müsâkat 17, Selem 4; Müslim, Büyû 51, 59, 79, (1534, 1535, 1539); Ebu
Dâvud, Büyû 20, (3361); Nesâî, Büyû 28 (7, 262-263), 40 (7, 270-271), Eymân 45 (7, 33);
İbnu Mâce, Ticarât 32, (2214-2215); Muvatta, Büyû 10, (2, 618).
226 - Buhârî'nin dışındaki müelliflerin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir: Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) meyvesi olgunlaşıncaya kadar hurmayı, dânesi beyazlaşıp afetten
emin oluncaya kadar başağı satmaktan men etti. Bu muameleden satıcı da alıcı da
yasaklanmıştır.
Müslim, Büyû 50, (1535); Ebu Dâvud, Büyû 23, (3368); Tirmizî, Büyû 15, (1226-1227);
Nesâî, Büyû 40, (7, 270, 271); İbnu Mâce, Ticarât 32, (2214-2215).
227 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
olgunlaşmazdan önce meyvenin ağacın başında iken satılmasını yasakladı. Kendisine
(aleyhissalâtu vesselâm) meyvenin olgunlaşması ile ne kastediliyor? diye sorulunca: "Onun
kızarması ve sararmasıdır" diye açıkladı ve ilave etti: "Cenâb-ı Hakk bir âfet vererek meyveye
mâni olacak olsa, kardeşinden aldığın parayı nasıl helâl addedeceksin?"
Buhârî, Büyû' 83, Selem 4; Müslim, Müsâkat 15-17 (1555), Büyû 49, 50 (1534-1554);
Muvatta, Büyû 11 (2, 618); Ebu Dâvud, Büyû 23, (3367); İbnu Mâce, Ticarât 61, (2284).
228 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
alacalanmazdan önce meyvenin satılmasını yasakladı. "Meyvenin alacalanması nedir?" diye
sorulunca: "Kızarması, sararması ve yenir hâle gelmesidir" diye açıkladı.
Buhârî, Büyû 83, Zekât 58; Müslim, Büyû 53 (1536); Ebu Dâvud Büyû' 23, (3370-3373);
Nesâî, Büyû 28, (7, 264).
229 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
siyahlanmazdan önce üzümün, sertleşmezden önce hububatın satılmasını yasakladı."
Ebu Dâvud, Büyû 23, (3371); Tirmizî, Büyû 15 (1228); İbnu Mâce, Ticarât 32, (2217).
230 - Hârice İbnu Zeyd (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, babası, süreyya yıldızı
doğmadıkça meyve satmazdı.
Muvatta, Büyû 13, (2, 619).
231 - Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm) yaş hurmayı kuru hurma ile değiştirmeyi yasakladı ve "Bu riba'dır, buna müzâbene
denir" buyurdu. Ancak ariyye satışını bundan istisna etti. Ariyye bahçe sâhibinin ayırdığı bir
veya iki hurma ağacıdır. Onların başındaki meyvenin kuruyunca ne kadar olacağını göz
kararıyla tahmîn eder. Bunun bedelince yaş hurma (satın alıp) yer".
Buhârî, Büyû 83, Şürb 17; Müslim, Büyû 64, (1540); Ebu Dâvud, Büyû 20, (3363); Tirmizî,
Büyû 64, (1303); Nesâî, Büyû 35, (7, 268).
Tirmizî bir başka rivayette şu ilâveyi kaydeder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yaş
üzümü kuru üzümle her meyveyi, meyve cinsinden tahmînî karşılığıyla satmayı yasakladı."
Yahya İbnu Said ariyye'yi şöyle açıkladı: "Kişinin âilesine yedirmek maksadıyla birkaç hurma
ağacının yaş meyvesini, -miktarını tahmin yoluyla takdir edip- kuru hurma karşılığında satın
almasıdır."
232 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) dedi ki: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm), kuru
hurma vererek, tahmin yoluyla ariyyelerin satın alınmasına, beş vask veya beş vasktan az
miktar için izin verdi." Ravilerden biri, "beş vask" mı dedi, yoksa "beş vasktan az" mı dedi
diye şüphe etmiştir.
Buhârî, Büyû, 83 (Şürb 17); Müslim, Büyû 71, (1541); Ebu Dâvud, Büyû 21, (3364); Nesâî,
Büyû 35, (7, 268); Tirmizî, Büyû 63, (1301); Muvatta, Büyû 14, (2, 620).
233 - Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
müzâbene ve muhâkala'yı yasakladı. Müzâbene, yeni meyvenin daha hurma, ağacının başında
iken satın alınmasıdır. İmam Malik "...kuru hurma vererek" ziyadesini kaydetti.
Muhâkale de buğday karşılığında tarlanın kiralanmasıdır.
Buhârî, Büyû 82; Müslim, Büyû 105, (1546); Muvatta, Büyû 23-25 (2, 625); Nesâî, Müzâra'a
45, (7,39).
234 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
müzâbene'yi yasakladı. Müzâbene, yaş hurmayı, ölçeğe vurarak kuru hurma mukabili
satmaktır, keza taze üzümü ölçeğe vurarak kuru üzüm karşılığında satmaktır."
Buhârî, Büyû 75, 82; Müslim, Büyû 74 (1542); Ebu Dâvud, Büyû 18 (3361); Nesâî, Büyû 33,
(7, 266); Tirmizî, Büyû 63, (1300); Muvatta, Büyû 23, (2, 624).
235 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ekini, ölçekli
olarak buğdayla satmaktan yasakladı."
Ebu Dâvud, Büyû 19, (3361).
236 - Sahiheyn'in Hz. Câbir'den kaydettikleri bir rivayet de şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Muhâbere ve Muhâkale'yi yasakladı. Atâ der ki: "Cabir bize şu açıklamayı yaptı:
Mahâbere: Boş araziyi, sahibi bir başkasına verir. Alan adam bütün masrafları karşılayarak
tarlayı eker. Tarla sahibi mahsülden hisse alır. Müzabene'ye gelince, bunun "daha ağaçta iken
yaş hurmayı, kuru harma ile ölçekle satmak" olduğunu söyledi. Muhâkale ise, ekinden cari bir
alış-veriş, müzâbene'ye benzer, ekinin ölçekle buğday mukabili satılmasıdır.
Buhari, Şürb 17, Müslim, Büyü 53, (1536); Tirmizi, Büyü' 55, (1290), 72, (1313); Ebu
Davud, Büyü 24, (3374-3375); Nesai, Büyü 39, (7, 270).
237 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
muhâkale, müzâbene, muâveme ve muharebe suretiyle yapılan alış-verişleri yasakladı. -Ravi
der ki: Muâveme, bir kaç yılı içine alan bir satıştır.- Keza, sünya'yı da yasakladı" Sünen
müellifleri şu ziyadeyi kaydederler. "...bilinme durumu hâriç"
Müslim, Büyû, 85 (1536).
238 - Nesâî'nin diğer bir rivayetinde: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)... muhâdara ve
muhâbere satışlarını yasakladı" der. Ravi şu açıklamayı yaptı: Muhâdara, hurmanın alaca
düşmezden önce satılmasıdır, muhâbere de, yığının, (miktarını göz kararıyla tahmin edip) şu
kadar bu kadar sa'ya satmaktır.
Buhârî, Enes'ten şu ziyadeyi kaydetti: "...mülâmese ve münâbeze'yi de... yasakladı."
ALIM-SATIMI CAİZ OLMAYAN EŞYALAR HAKKINDA
239 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurdu ki:
"Efendisinden çocuk doğuran cariyeyi efendisi artık satamaz, hibe edemez, miras olarak da
bırakamaz. Hayatta kaldığı müddetçe ondan istifade eder. Ölecek olursa cariye hür olur."
Muvatta, Itk 6, (2, 776).
240 - Rezîn, Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in şu sözünü kaydeder: "Biz Hz. Peygamber
(aleyhissâlatu vesselâm) ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) zamanında ümmü veled'i
satardık. Hz. Ömer bu alış-verişten bizi yasaklayınca terk ettik." İbnu'l-Esir: "Bu rivayeti ana
kaynaklarda (Usûl) göremedim" der.
Ebu Dâvud, Itk 8, (3953); İbnu Mâce, Itk 2, (2517).
241 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) velâ'nın
alım-satımını ve hibe edilmesini yasakladı."
Buhârî, Itk 10, Feraiz 21; Müslim, Itk 16, (1506); Ebu Dâvud, Feraiz 14, (2919); Tirmizî,
Büyû' 20 (1236); Muvatta, Itk, 10 (2, 782); İbnu Mâce, Feraiz 15, (2747); Nesâî, Büyû 87, (7,
306).
Bazı âlimler, hadisteki "...hibe edilmesini..." kısmının, Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm)'in sözü olamıyacağını iddia etmiştir.
242 - İyas İbnu Abdillah (radıyallahu anh) "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'in suyun
satılmasını yasakladığını" rivayet etmiştir.
Ebu Dâvud, Büyû 63, (3478); Tirmizî, Büyû 44, (1271); Nesâî, Büyû 88, (7, 307); İbnu Mâce,
Rühûn 18, (2477).
243 - Hz. Câbir' (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) "Suyun fazlasını satmayı yasaklamıştır."
Müslim, Musâkat, 34 (1565); Nesâî, Büyû 89, (307); İbnu Mâce, Rühûn 18, (2477).
244 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Ot satmak
maksadıyla suyun fazlası satılmaz" dediğini rivayet etmiştir.
Buhârî, Şürb 2, Hiyel 5; Müslim, Musâkât 38, (1566); İbnu Mâce, Rühûn 19, (2478).
245 - Nesâî dışındaki beş kitapta geldiğine göre, Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
şöyle emretmiştir: "Ota mâni olmak maksadıyla suyun fazlasına mâni olmayın."
Buhârî, Müsâkât 2, Hiyel 5; Müslim, Musâkât 37, (1566); Muvatta, Akdiye 29, (2, 744); Ebu
Dâvud, Büyû 62, (3473); Tirmizî, Büyû 24 (1272); İbnu Mâce, Rühûn, 19, (2478).
246 - Amra Bintu Abdirrahmân'ın naklettiğine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurmuştur: "Kuyu suyunun fazlası yasaklanamaz"
Muvatta, Akdiye 30, (2, 745); İbnu Mâce, Rühûn 19, (2479).
247 - Muhâcirlerden bir kişi şunu anlatmıştır: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'le
birlikte üç defa gazveye katıldım. Onun şöyle söylediğini işittim: "Müslümanlar üç şeyde
ortaktırlar: Suda, otda ve ateşte."
Ebu Dâvud, Büyû 62, (3477); İbnu Mâce, Rühûn 16, (2473).
248 - Büheysetu'l-Fezâriyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan izin isteyerek kendisi ile kamîsi arasına girdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı öpüyor ve kucaklıyordu. Sonra: "Ey Allah'ın Rasûlü yasaklanması yasak olan şey
nedir? bana söyle" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Tuz!" dedi. Babam tekrar
sordu: "Başka ne var?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ateş!" dedi. Sonra tekrar sordu:
"Ey Allah'ın Resûlü yasaklanması helal olmayan şey nedir?" Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Hayır yapman kendine hayırdır" cevabını verdi"
Ebu Dâvud, Büyû 62, (3476).
249 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şarkıcı cariyeleri satmayın, satın da almayın. Onlara (musikî) de öğretmeyin.
Onları alıp satmak şartıyla yaptığınız ticarette hayır yoktur, onlar için ödenen para haramdır."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ilave etti: "Şu âyet bu gibiler hakkında nâzil olmuştur:
"İnsanlardan bazıları, bir bilgisi olmadığı halde, Allah yolundan saptırmak için boş sözlere
müşteri çıkarlar. Allah yolunu alaya alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azab vardır" (Lokman 6),
Tirmizî, Büyû 51, (1282), Tefsîru'l-Kur'ân, Lokman, (3193); İbnu Mâce, Ticârât 11, (2168).
250 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) taksimden
önce ganimetin satılmasını yasakladı."
Tirmizî, Siyer 14, (1563).
251 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Cahiliye insanları, devenin etini,
karnındakinin hamileliği vaktine satarlardı. "Karnındakinin hamileliği" devenin karnındakini
doğurması, doğanın da büyüyüp hamile kalmasıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
alış-verişi yasakladı." Buhârî'nin bir rivayetinde "...sonra karnındaki de doğar" denir.
Buhârî, Büyû 61, Menâkıbu'l-Ensâr 26, Selem 8; Müslim, Büyû 5-6, (1514); Tirmizî, Büyû
16, (1229); Ebu Dâvud, Büyû 24, (3370); Nesâî, Büyû' 67, 68 (7, 293-294); İbnu Mâce,
Ticarât 24, (2197); Muvatta, Büyû 62, (2, 653-654).
252 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'ın naklettiğine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "Ödemenin, karnındakinin doğumuna tehiri riba (faiz)dır."
Nesâî, Büyû 67, (7, 293).
253 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) erkek
deveye (parayla) çekmeyi yasakladı."
Müslim, Müsâkat 35, (1565); Nesâî, Büyû 94, (7, 310).
254 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hassan (radıyallahu anh), Ebu Talha (radıyallahu
anh)'nın tasadduk ettiği Beyruha adlı bahçeden hissesine düşen kısmı (Hz. Muâviye'ye yüzbin
dirheme) satmıştı. Kendisine: "Ebu Talha'nın sadakasını satıyor musun?" dediler. Şu cevabı
verdi: "Yani bir sâ' hurmayı, bir sâ' para mukabilinde satmayayım mı?"
Buhârî, Vesâya 17.
255 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hayvanın et
mukabilinde satılmasını yasakladı."
Muvatta, Büyü 64, 66.
ALDATMAYA DAİR
256 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelerek alış-verişte aldatıldığını söyledi. Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) kendisine: "Alış-
veriş yaptığın kimseye: Aldatmaca yok! de" buyurdu.
Buhârî, Büyû 48, İstikraz 19, Husûmât 3, Hiyel 7; Müslim, Büyû 48, (1533); Ebu Dâvud,
Büyû 68, (3500); Tirmizî, Büyû 28 (1250); Nesâî, Büyû 51; Muvatta, Büyû 98.
257 - Abdülmecid İBnu Vehb anlatıyor: "Bana, el-Addâ' İbnu Hâlid (radıyallahu anh):
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana yazdığı bir mektubu sana okuyayım mı?" dedi.
Ben: "Memnuniyetle!" deyince bir mektup çıkardı. Mektupta şunlar yazılı idi: "Bu, el-Addâ
İbnu Hâlid İbni Zehve'nin Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'den satın aldığı şeyi tevsik
eder. el-Addâ ondan bir köle veya cariye satın aldı. Kölede, ne herhangi bir hastalık, ne (zina,
hırsızlık, kaçma gibi) bir düşkünlük ne de (satışını gayr-ı meşru kılan hürr asıllı bulunmak,
emânet ve rehin olarak verilmiş olmak gibi) haramlık yoktur. Bu Müslümanın Müslümana
satışıdır."
Tirmizî, Büyû 8, (1216); Buhârî, senetsiz olarak kaydetmiştir. (Büyû, 19); İbnu Mâce, Ticarât
47, (2251).
258 - İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam çarşıya satmak üzere mal koydu.
Müslümanlardan biri alıcı çıkınca, onu ikna için, "senin vermediğin parayı ödedim" diye
Allah'a kasem etmişti. Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir
değere değişenler var ya, işte onların âhirette bir payları yoktur. Allah, kıyamet günü, onlara
hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar
içindir" (Âl-i İmrân, 77),
Buhârî, Büyû 27, Tefsir 33.
259 - Amr İbnu Dinar anlatıyor: "Nevvas adında biri vardı. Yanında su içme hastası bir deve
vardı. İbnu Ömer (radıyallahu anh) bu deveyi ortağından satın aldı. Ortağı kendisine
uğrayınca: "Şu devemiz var ya onu sattık" dedi: Ortağı "kime" deyince "şu şu evsafta bir
yaşlıya" diye tarif etti. Ortağı: "Öylemi, amma da yaptın, vallahi o zat İbnu Ömer'dir" dedi:
"Sonra İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ortağım sana su içme hastası bir deve satmış,
durumunu da sana söylememiş" dedi. İbnu Ömer: "Öyleyse götür onu" dedi. Adam götürmek
üzere tutunca: "Bırak deveyi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüne râzıyız, sirayet
yoktur" buyurdu."
Buhârî, Büyû 36.
260 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çarşıda
bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı.
Adama: "Ey satıcı nedir bu?" diye çıkıştı. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü, yağmur ıslattı, deyince:
"Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlıyamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden
değildir" buyurdu.
Müslim, İman 164, (102); Tirmizî, Büyû 74, (1315); Ebu Dâvud, Büyû, 52, (3452); İbnu
Mâce, Ticarât, 36, (2224). Metin, Müslim'inkidir.
261 - Ebu Dâvud ve Tirmizî'nin rivayetlerinde (yukarıdaki hadiste) şu ziyade mevcuttur:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a "elini yığına daldır" diye vahyedildi, o da elini daldırdı.
Yığın ıslaktı. "Aldatan bizden değildir" buyurdu."
262 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: "Müslüman bir kimsenin, bir malda
kusur olduğunu bildiği halde, müşteriye haber vermeden satması haramdır."
Buhârî, bunu bir babın başlığında kaydetmiştir. (Büyû19).
SÜTÜ HAYVANIN MEMESİNDE BEKLETMEYE DAİR
263 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Deve ve koyunun memelerinde süt bekletmeyin. Kim böyle sütü bekletilmiş bir
sağmal hayvan satın almışsa sağdıktan sonra muhayyerdir, dilerse kabul eder, dilerse bir sâ'
miktarında kuru hurma da vererek iade eder."
Buhârî, Büyû 64; Müslim, Büyû 11, (1524); Ebu Dâvud, Büyû 48, (3443, 3444, 3446); Nesâî,
Büyû 14, (7, 253-254); Muvatta, Büyû 96, (2, 683); Tirmizî, 29, (1251-1252).
264 - Buhârî'nin bir başka rivayetinde "...Memun kalırsa hayvanı tutar, memnun kalazsa iâde
eder. İâde ettiği takdirde sağdığı süt için bir sâ' kuru hurma verir" denmektedir.
Büyû 69.
265 - Müslim'in bir rivayetinde "Müşteri satın aldığı sütü bekletilmiş sağmal hayvan hakkında
üç gün muhayyerdir. İâde edecek olursa beraberinde bir sâ' miktarında yiyecek verir, buğday
değil" denmektedir.
Büyû, 25.
Müslim'in bir başka rivayetinde: "...bir sa' kuru hurma verir, buğday değil" denir.
Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde: "Deve ve koyunun sütü (satış sırasında) memede
bekletilmez" buyurulur.
266 - Nesâî'nin bir rivayetinde: "Kim sütü bekletilmiş bir deve veya davar satın alırsa..."
denir.
267 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim sütü memesinde bekletilmiş bir deve satın alırsa o üç gün muhayyerdir.
Şayed iâde edecek olursa, hayvanla birlikte, sütü mislince veya sütünün iki mislince buğday
da verir."
Ebu Dâvud 48, (3446); İbnu Mâce, 42, (2240).
FİYAT KIZIŞTIRMAYA DAİR
268 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
efendimiz buyurdular ki: "(Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için) müşteri ile
satıcının aralarına girmeyin."
Buhârî, Büyû 58; Müslim, Büyû 11, (1515), Nikâh 52 (1413); Ebu Dâvud, Büyû 46, (3438);
Tirmizî, Büyû 65, (1304); Nesâî, Büyû 21 (7, 1259); İbnu Mâce, Ticârât 14, (2174).
269 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)
müşteri kızıştırmayı yasakladı".
Buhârî, Büyû 60; Müslim, Büyû 13, (1216); Muvatta, Büyû 97, (2, 684); İbnu Mâce, Ticârât
14 (2173); Nesâî, Büyû 16, 17, 21. (7, 258).
İmam Mâlik şu ilâvede bulunur: "Kızıştırma (necş): Aslında alıcı olmadığın halde, (araya
girerek) mala değerinden fazla fiyat vermendir. Böylece (gerçekten almak isteyen) bir
başkası, seni takiben mala daha fazla fiyat vererek aldanır."
270 - İbnu Ebî Evfa (radıyallahu anh) buyurmuştur ki: "Müşteri kızıştıran, ribâ yemiş hâindir.
Bu iş, bâtıl bir aldatmadır, helâl değildir."
Buhârî bunu senetsiz olarak ve sahâbe sözü şeklinde rivayet etmiştir. Büyû 60.
ŞARTLAR VE İSTİSNA HAKKINDA
271 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un anlattığına göre: "Kendisi, hanımından bir cariye satın
alır. Ancak karısı bir şart koşarak der ki: "Şayet cariyeyi satacak olursan, satın aldığın fiyatla
ben alacağım." Bu hususta Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e sordum. Bana: "Câriyeye yaklaşma.
Onda başka birisi için şart var" dedi.
Muvatta, Büyû5, (2, 616).
272 - Amr İbnu Şuayb İbni Muhammed İbni Abdillah İbni Amr İbni'l-As babası tarikiyle
ceddi Abdullah'tan rivayet ettiğine göre, "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm), bey'u'l-
urban'ı yasaklamıştır."
Ebu Dâvud, Büyû 69, (3502); Muvatta, Büyû 1, (2, 609); İbnu Mâce, Ticârât 22, (2192).
İmam Mâlik bey'ul-urbân'ı şöyle tarif eder: "Kişinin bir köle veya cariyeyi satın alıp veya bir
hayvanı kiralayıp, sonra satan veya kiralayan kimseye: "Sana şu kadar dirhem veya dinar
veriyorum, şu şartla ki, ben bu malı satın alır veya senden kiraladığım hayvana binersem sana
vermiş olduğum para, malın bedelinden veya hayvanın kirasından sayılacaktır. Şayet malı
almaktan, veya hayvanı kiralamaktan vazgeçersem, sana önceden vermiş olduğum para senin
olsun" der.
273 - Abdullah İbnu Ebi Bekr'in anlattığına göre: "Dedesi Muhammed İbnu Amr, el-Efrâk
adındaki bağının meyvesini dört bin dirheme sattı. Bundan sekiz yüz dirheme (tekabül eden)
hurmayı müstesna kıldı."
Muvatta, Büyû 18, (2, 622).
274 - İmam Mâlik (radıyallahu anh)'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm) satışı ve selefi yasaklamıştır.
İmam Mâlik bunu şöyle açıklar: "Bu, bir kimsenin diğerine şöyle demesidir: "Senin malını şu
şu fiyata alıyorum ancak bir şartla sen de benden şunu ve şunu selef sûretiyle satın alacaksın".
Bu çeşit bir muamele câiz değildir."
Muvatta, Büyû 69, (2, 657).
275 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'le
birlikte gazveye katıldım. Ben su taşımada kullandığımız devemizin üzerinde giderken
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana kavuştu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden
yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm) de geride kalarak
deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye başladı.
Bana: "Deveni nasıl görüyorsun?" diye sordu. "Çok iyi görüyorum, bereketiniz değdi" dedim.
"Onu bana satar mısın?" buyurdu. Ben utandım, bundan başka su taşıyan devemiz yoktu. Yine
de "evet" dedim ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartıyla deveyi kendilerine
sattım. Ona: "Ey Allah'ın Rasûlü yeni evliyim" diyerek izin istedim. Bana izin verdiler.
Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni dayım karşıladı. Deveden sordu. Deve ile ilgili
yaptıklarımı anlatınca beni ayıpladı. İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (aleyhissâlatu
vesselâm): "Bâkire ile mi, dulla mı evlendin?" diye sormuştu. Ben "dul biriyle" dedim. "Niye
bâkire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü,
babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların
terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun
bulmadım. Bu sebeple onlara bakıp terbiyelerini yapacak birdulla evlendim" dedim."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarına gittim.
Bana parasını verdi ve deveyi de iâde etti."
Buhârî, Cihad 49, 113, Vekâlet 8, Mesacid 59, Büyû 34, İstikrâz 1, 7, Mezâlim 26, Hibe 23,
Şürût 4, Nikâh 10, 121, Nafakat 12, Daavât 53; Müslim, Müsâkat 109, (710), Salâtu'l-
Müsafirin 69, (710), Rida 54, (710); Tirmizî, Nikah 13, (1100), Büyû 30, (1253); Nesâî, Büyû
77, (7, 297-300); Ebu Dâvud, Ticârât 71, (3505); İbnu Mâce, Ticârât 29, (2205).
276 - Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Deveyi bana
bir okiyye'ye sat" dedi. Ben: "Hayır" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ederek:
"Onu bana bir okiyye'ye sat" dedi ben de sattım fakat evime kavuşuncaya kadar binme şartını
koştum. Medine'ye gelince, teslim etmek üzere deveyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
getirdim. Bana parasını hemen ödedi. Ben oradan ayrıldım. Arkamdan birini göndererek:
"Esasen senin devene müşteri değilim, sen deveni geri al artık, o yine senin olsun" dedi.
Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın sırtını Medine'ye kadar
bana iâde etti" denir.
Bir diğer rivayette: "Medine'ye kadar sırtı senin" denir.
Bir diğer rivayette: "...Medine'ye kadar sırtını şart kıldı" ifadesi vardır. Buhârî der ki: "Şart
kılma ifadesi rivayetlerin çoğunda yer alır. Sahîh olan da budur."
Bir diğer rivayette: "Deveyi, dört dînara (sattım)" denir. Bu, dinarın on dirhem hesabından bir
okiyye yapar. Diğer bir rivayette "Bir okiyye altın'a" denir. Diğer bir rivayette "ikiyüz
dirheme" denir. Bir diğer rivayette "dört okiyye'ye" denir. Bir diğer rivayette "Yirmi dinara"
denir.
Bir diğer rivayette: "Medine'ye geldiğim zaman dikkatli ol hanımın hayızlı olabilir" buyurdu.
Bu rivayette "Akşam vakti Medine'ye geldim. Mescide uğradım. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı orada mescidin kapısında buldum. Bana "Şimdi mi geldin?" diye sordu. "Evet!"
dedim. Bana: "Deveni bırak, içeri gir, iki rek'at namaz kıl!" buyurdu. Ben hemen girdim,
namaz kıldım ve döndüm. Hz. Bilâl'e emrederek bana bir okiyye tartmasını söyledi. Bilal
derhal tarttı ve biraz da fazla koydu" denir.
Bir diğer rivayette Câbir (radıyallahu anh) der ki: "(Evimize) girmek için gittiğim zaman,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle uyardı: "Biraz ağır olun, evlere geceleyin girelim.
Böylece, saçı başı dağınık olanlar taranır, gurbette kocası olanlar etek traşı olurlar."
277 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"-Bana şu deveyi sat" buyurdu. Ben:
"-Hayır satmam, size bağışlıyorum, deve sizin olsun ey Allah'ın Resûlü" dedim.
"-Olmaz, bağış kabûl etmem, sat onu bana" buyurdu. Ben:
"-Öyleyse, dedim, bir adama bir okiyye miktarında altın borcum var, ona mukabil deveyi size
sattım" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"-Aldım onu, ancak sen yükünü Medine'ye kadar onun üzerinde götür" dedi.
Medine'ye gelince, Hz. Bilâl (radıyallahu anh)'e:
"-Câbir'e bir okiyye altın ver, biraz da fazla olsun" emretti. Bilal bu söz üzerine bir kîrât fazla
tarttı. Kendi kendime: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana verdiği fazla miktarı
yanımdan hiç ayırmayacağım" dedim. Harra harbinde, Şamlılar tarafından yağma edilinceye
kadar, kesemin dibinde duruyordu."
278 - Yine Müslim'den gelen bir başka rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bana, deveyi şu, şu bedele sat, Allah da seni mağfiret buyursun, olmaz mı?" dedi. Ben
cevaben: "elbette, o sizin olsun" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir taraftan
miktarı artırmaya devam ediyor bir taraftan da: "Allah Teâlâ sana mağfiret buyursun"
diyordu. Bu sözü üç kere tekrar etti."
279 - Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Allah'ın
adıyla bin" dedi. Medine'ye geldiğimiz zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
ashâbından bazı gruplarla birlikte mescide girdi. Ben de mescide girip, devemi kapının
yanındaki taş döşeli kısma bağladım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a "işte deveniz" diye
haber verdim. Mescidden çıktı. Deveye yaklaştı ve "Deve, devemizdir" buyurdu. Sonra birkaç
okiyye altın gönderip: "Bunu Câbir'e verin" dedi. Sonra bana: "Parayı aldın mı?" diye sordu.
"Evet" dedim. Bunun üzerine: "Para da, deve de senindir" buyurdu (ve deveyi de geri verdi.)"
280 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre: "Berîre, mukâtebe borcunu ödeme
hususunda yardımcı olması için kendisine (Hz. Aişe'ye) uğramıştı. O âna kadar borcundan
herhangi bir şey ödememiş bulunuyordu. Hz. Aişe, Berîre'ye "Ailene dön, senin mukâtebe
borcunu ödememi istiyorlarsa bir şartla yaparım: Senin üzerindeki velâ hakkı bana geçmeli"
dedi.
Berîre dönüp, ailesine durumu anlattı. Onlar kabul etmediler ve: "Sana bir iyilik yapmak
isterse yapsın, karışmayız, ancak velâ'n bize aittir" dediler.
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) bunun üzerine, durumu Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'e
arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Sen satın al, sonra da âzad et. Velâ hakkı,
âzâd edene aittir" buyurdu.
Bunu söyledikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayağa kalkarak şu hitabede
bulundu: "İnsanlara ne oluyor ki, alış-verişlerinde Kitabullah'ta bulunmayan şartları
koşuyorlar? Kitabullah'ta olmayan bir şart koşana bu helâl olmaz. Böyle biri yüz şart da
koşacak olsa, Allah'ın şartı daha doğru, daha sağlamdır."
Buhârî, Mesâcid 70, Zekât 61, Büyû 67, 73, Itk 10, Mekâtib 2, 3, 4, 5, Hibe 7, Şurût 3, 10, 13,
17, Talâk 16, Kefârâtü'l-İman 8, Ferâiz 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk 5, (1504); Muvatta, Itk 17,
(2, 780); Ebu Dâvud, Itk 2, (3929-3930); Nesâî, 85, 86 (7, 300); Tirmizî, Büyû 33, (1256),
Vevâya 7, (2125); İbnu Mâce, Itk 3, (2521).
281 - Diğer bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye
şöyle söylemiştir: "(Berîre'yi) önce satın al sonra da âzad et. (Onu satan efendilerini de bırak,
bir işe yaramıyacak olan) istedikleri şartı koşsunlar." Aişe Berîre'yi satın alıp, âzad etti.
Berîre'nin ailesi, velâ hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm); şu açıklamayı yaptı:
"(Olmaz öyle şey!) Velâ hakkı âzad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar (batıldır!)".
Buhârî, Şurut 10.
MÜLÂMESE VE MÜNÂZEBE'YE DAİR
282 - Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki
giyim ve iki de alış-veriş tarzını yasakladı. Yasaklanan satış tarzları: Mülâmese ve
münâbezedir. Mülâmese, diğerinin elbisesine gündüz veya gece, eliyle sâdece değmesi,
elbiseyi altüst ederek iyice görmemesi (ve bu kadarla satış akdinin tamamlanmasıdır).
Münâbeze ise, kişinin elbisesini öbürüne atması, öbürünün de kendi elbisesini ona atması ve
bu atışmanın da, elbiseye bakıp râzı olmadan satış sayılmasıdır.
Yasaklanan iki giyinmeden biri, iştimâlu's-sammâ'dır; bu da kişinin elbisesini omuzlarından
biri üzerine koyup, sarınması, diğer giyinme omuzunu açıkta elbisesiz bırakmasıdır.
Yasaklanan diğer giyinme tarzı ihtibâ'dır. Bu da oturmakta olan bir kimsenin elbisesine
sarınması, bu esnada fercini örten başka bir şey olmamasıdır."
Buhârî, Libas 20, 21, Salât 10, Savm 66, Büyû 62, 63, İsti'zân 42; Müslim, Büyû 3, (1512);
Ebu Dâvud, Büyû 25, (3377-3378); Nesâî, Büyû25, (7, 260-261); İbnu Mâce, Ticârât 12,
(2170).
283 - Nesâî'nin bir rivayetinde şu açıklama yapılır: "Münâbeze: satıcının; "Bu elbiseyi sana
atarsam satış tamam olmuştur" demesidir. Mülâmese de elbiseyi açıp, evirip çevirmeden elini
değmesi ve değince de satış muâmelesinin tamam olmasıdır."
Nesâî'de İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den: "Bu, câhiliye ehlinin, alış-verişte başvurdukları bir
tarzdı" açıklaması yer alır.
BEY'U'L-GARAR VE DİĞERLERİ HAKKINDA
284 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
bey'u'l-garar ve bey'u'l-hasatı yasakladı."
Müslim, Büyû 4, (513); Ebu Dâvud, Büyû 25, (3376); Tirmizî, Büyû 17, (1230); Nesâî, Büyû
27 (7, 262); İbnu Mâce, Ticârât 23, (2194).
285 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Halk öyle çetin devirler yaşayacak ki, o zaman
zenginler, kendilerine emredilmediği halde, cimriliklerinden, ellerindekileri çok sıkı
tutacaklar. Cenab-ı Hakk: "Aranızdaki fazileti unutmayın" buyurmaktadır (Bakara 237).
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şunları yasaklamıştır: Bey'u'l-muzdar'ı, bey'u'l-garâr'ı,
(meçhûlün satışı) ve salâhı ortaya çıkmadan meyve satışını."
Ebu Dâvud, Büyû 26 (3382).
286 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Köylü
adına şehirli satış yapmasın" dedi ve ilave etti: "Bırakın insanları, Allah birinin sebebiyle
diğerini rızıklandırsın" buyurdu."
Buhârî, Büyû 58, 64, 67, 69, 70, 71, İcâre 14, Şurû 8; Müslim, Büyû 11, 12, 18-21, (1515,
1520-1523); Nesâî, Büyû 17, (7, 256); İbnu Mâce, Ticârât 15, (2176); Muvatta, Büyû 96, (2,
683).
287 - Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten gelen bir başka rivayette şu şekilde ifade edilmiştir:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ana baba bir kardeş bile olsa şehirlinin köylü adına satış
yapmasını menetti."
Buhârî, büyû 68, Müslim, Büyû 19, (1521); Nesâî, Büyû 18, (7, 256); İbnu Mâce, Ticârât 15,
(2177).
288 - Ebu Dâvud ve Nesâî'den gelen bir başka rivayette şöyle buyurulur: "Şehirlinin köylü
adına satış yapması yasaktır, şehirli köylünün kardeşi veya babası bile olsa." Ebu Dâvud'un
Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten yaptığı bir başka rivayet şu ziyâdeyi ihtiva eder: "Şehirli köylü
için hiçbir şey satmasın, köylü adına satın da almasın" demektir.
289 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
emrettiler: "Satıcılar mallarını çarşıya indirmezden önce yolda karşılayıp alış-veriş
yapmayın."
Tirmizî ve Muvatta dışındakilerde tahric edilmiştir.
Ebu Dâvud hadisin baş kısmında şu ziyadeye yer verir: "Birbirinizin alış-verişine karşı alış-
veriş yapmayın. (Pazara giden) malı yolda karşılamayın."
Nesâî'de "ticaret malı (es-Sila')" yerine "Celeb malı" tâbiri kullanılmıştır. (Celeb: Satmak için
celbedilen mala denir.).
290 - İbnu Ömer'den gelen bir başka rivayette: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
satıcının malını övmesini ve daha pazara varmadan malın yolda satın alınmasını veya
şehirlinin köylü adına satış yapmasını yasakladı" buyrulur.
Bir başka rivayette de sadece "malın daha pazara varmadan satın alınmasını yasakladı"
denmektedir.
Buhârî, Büyû 71; Müslim, Büyû 15, (1518); Ebu Dâvud, İcâre 45 (3436); Nesâî, Büyû 18, (7,
257); İbnu Mâce, Ticârât 16, (2179).
291 - Aynı kaynakların İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan yaptıkları bir rivayette şöyle denir:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Pazara binerek (uzaktan) gelenleri
yolda karşılamayın. Şehirli, köylü adına alım-satım yapmasın."
Tâvus, İbnu Abbas (radıyallahu anh)'tan sordu: "Şehirli köylü adına alım-satım yapmasın"
sözünden maksat nedir?" İbnu Abbâs: "Onun adına simsarlık yapmasın (yani ücret mukabili
alım-satım işlemini yapmasın)."
Ebu Dâvud, İcâre 47, (3439).
292 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), celeb
malın pazara gelmeden önce karşılanmasını yasakladı. Kim onu yolda karşılar ve satın alırsa,
malın sâhibi pazara gelince muhayyerdir (satıştan vazgeçebilir).
Buhârî, Büyû 71; Müslim, Büyû 17, (1519); Tirmizî, Büyû 12, (1221); Nesâî, Büyû 18, (7,
257); Ebu Dâvud, Büyû 45, (3437).
Yukarıda kaydedilen metin Müslim, Tirmizî ve Ebu Dâvud'daki metinlerin aynısıdır.
293 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle haber verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir satışta iki satışı yasakladı."
294 - Ebu Dâvud'da gelen rivayet şöyledir: "Bir satışta iki satış yapan kimseye en düşük olanı
(helal)dır. Aksi halde ribâdır."
Ebu Dâvud, İcâre 55, (3461), Muvatta, Büyû 72, (2, 663); Nesâî, Büyû 73 (7, 395-396);
Tirmizî, Büyû 18, (1231).
295 - İmam Mâlik (radıyallahu anh)'ten anlatıldığına göre ona şu durum ulaşmıştır: "Adamın
biri diğer birisine: "Bana şu deveyi peşin parayla sat, ben de sana vâde ile satayım" der. Adam
bu tarz alış-veriş hakkında İbnu Ömer'e sorar. İbnu Ömer hoşlanmaz ve adamı bu işten
nehyeder."
Muvatta, Büyû 73, (2, 663).
296 - İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığı üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "Birinizin satışı üzerine başkanız satış yapmasın."
Buhârî, Büyû 58, 64, 70, 71, Şurût 8, Nikâh 45; Müslim, Nikah 49, (1412), Büyû 7, 8, 11,
(1412), Birr 29, (2563), 32 (2564); Ebu Dâvud, Nikah 17, (2080), Büyû 45, (3436), 48
(3443); Tirmizî, Nikah 38 (1134), Büyû 57, (1292); Nesâî, Nikah 20, 21 (6, 72, 73, 74), Büyû
17, 20, 21, (7, 258); İbnu Mâce, Ticârât 13, (2171); Muvatta, Büyû 95, 96, (2, 683).
297 - Nesâî'den gelen bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Kişi, kardeşi, satın alma işini
kesinliğe kavuşturuncaya veya tamamen vazgeçinceye kadar araya girip alış-verişte
bulunmasın."
298 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şehirlinin
köylü adına alış-veriş yapmasını, alıcı olmadığı halde alıcı imiş gibi görünüp yüksek fiyat
vererek fiyat artırmayı, iki kimsenin başlattığı alış-veriş muamelesi kesinlik kazanıp
tamamlanmadan bir başkasının aynı mal üzerinde alış-verişe girişmesini, bir kız istetilmiş
iken ona tâlib olmayı, bir kadının, -kız kardeşinin kabındakini almak için- kocasına onu
boşamasını taleb etmesini yasakladı."
Buhârî, Büyû 58, 70, 71, Şurut 8, 11; Müslim, Nikâh 38, 39, 51, 52, (1408-1413), Büyû 12,
(1515); Tirmizî, Talâk 14, (1190); Nesâî, Nikah 20, (6, 71), Büyû 19, 21, (7, 258-259); Ebu
Dâvud, Nikâh 2, (2176), 18, (2080); Muvatta, Büyû 45, (2, 683).
Bir başka rivayette: "...Kardeşinin satışı (kesinleşmeden araya girip fiyatını) artırmasın"
şeklindedir.
Bir başka rivayette: "...Kişi kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlık yapmasın."
(Müslim, Büyû 9).
299 - Ebu Dâvud'dan gelen bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Deve ve davarın sütünü
memesinde bekletmeyin. Kim böyle (memede sütü bekletilmiş) bir hayvanı satın alırsa,
sağdıktan sonra muhayyerdir: Memnun kalırsa hayvanı alıkor, memnun kalmazsa hayvanı
iâde eder ve (sağdığı süte karşılık olmak üzere) bir sâ' hurma verir."
Ebu Dâvud, Büyû 48 (3493).
300 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Pazara gitmekte olan malı önceden karşılamayın. Hayvanların sütünü memelerinde
(günlerce bekleterek) biriktirmeyin. Bir birinize karşı (müşteriyi kızıştırmak için alıcı
olmadığınız halde, yüksek fiyat vererek) malın değerini artırmayın."
Tirmizî, Büyû 41 (1268). Tirmizî hadisin sahih olduğunu belirtti.
301 - Abdullah İbnu Amri'bni'l-Âs (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Hem veresiye hem satış helâl olmaz. Bir satışta
iki şart da helâl değildir. Zimmette olmayanın kârı yoktur. Yanında bulunmayan malın satışı
yoktur."
Ebu Dâvud, Büyû 70, (3503); Tirmizi, Büyû 19, (1234); Nesâî, Büyû 60, 71, 72 (7, 288, 295);
İbnu Mâce, Ticârât 20, (2188). Tirmizi, hadisin sahih olduğunu söyledi.
302 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) miktarı
bilinmeyen kuru hurma yığınını, miktarı belli kuru hurma ile satmayı yasakladı.
Müslim, Büyû 42, (1530); Nesâî, Büyû 37, 38, (2, 269, 270).
303 - Nesâî'nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Yiyecek yığını, yiyecek yığını
mukabilinde satılmaz. Yiyecek yığını, miktarı belli yiyecek mukabilinde satılmaz."
304 - Ebu Eyyûb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim,
diyordu ki: "Kim çocuğuyla annesi arasını ayırırsa kıyamet günü Allah (celle celâluhu)
sevdikleriyle onun arasını ayırır."
Tirmizi, Büyû 52, (1283), Siyer 17, (1566).
305 - Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, "(Satış sebebiyle cariye bir) anne ile
çocuğunun arasını ayırmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasakladı ve satışı
bozdu."
Ebu Dâvud, Büyû, Cihad 133, (2696); İbnu Mâce, Ticârât 46, (2249).
306 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana,
kardeş iki köle hediye etti. Bunlardan birini sattım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara
sordu: "Köleler ne yapıyorlar?" Ben durumu söyledim. Bunun üzerine bana: "Satışı boz, satışı
boz" buyurdu."
Tirmizî, Büyû 52, (1284); İbnu Mâce 46, (2249).
RİBÂ (FÂİZ) 'NIN ZEMMİNE DAİR
307 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ribâyı
(fâizi) yiyene de, yedirene de lânet etti."
Müslim, Müsâkât 25, (1579); Ebu Dâvud, Büyû 4, (3333); Tirmizî, Büyû 2, (1206); İbnu
Mâce, Ticârât 58, (2277).
Ebu Dâvud ve Tirmizî'nin rivayetlerinde şu ziyade vardır: "(Fâiz muâmelesine) şâhitlik
edenlere de bu muâmeleyi yazana da..."
308 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak.
Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı ulaşacak."
Bir rivayette "...tozu ulaşacak" denir.
Ebu Dâvud, Büyû 3, (3331); Nesâî, Büyû 2, (7, 243); İbnu Mâce, Ticârât 58, (2278).
309 - Amr İbnu'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i Veda Haccı sırasında dinledim, şöyle diyordu: "Haberiniz olsun, câhiliye
devrindeki bütün ribâlar kaldırılmıştır, ödenmeyecektir. Sadece verdiğiniz ana parayı
alacaksınız. Böylece ne zulmetmiş olacaksınız ne de zulme uğramış olacaksınız. Haberiniz
olsu cahiliye devrindeki bütün kan dâvaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvası da el-
Hâris İbnu Abdilmuttalib'in kan dâvasıdır. Bu kimse, Benû Leys'te süt anadaydı. Hüzeyl onu
öldürmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Yârabbi tebliğ ettim mi? dedi. Cemaat: Evet
tebliğ ettin dediler ve üç kere tekrarladılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Yârabbi
Şahid ol! dedi ve üç kere tekrar etti."
Ebu Dâvud, Büyû 5, (3334).
Hattâbî der ki: "Ebu Dâvud, hadisi şu şekilde, yani "Haris İbnu Abdilmuttalib'in kan dâvası..."
diye rivayet etmiştir. Halbuki diğer kitaplarda: Rebî'a İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib'in kan
dâvası şeklinde rivayet edilmiştir.
RİBÂ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
310 - Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Altın altınla peşin olmazsa ribâdır. Buğday buğdayla peşin satılmazsa ribâdır.
Arpa arpayla peşin satılmazsa ribâdır. Kuru hurma kuru hurmayla peşin satılmazsa ribâdır."
Buhârî, Büyû 54, 74, 76; Müslim, Musâkât 79, (1586); Ebu Dâvud, Büyû 12, (3348); İbnu
Mâce, Ticârât 50, (2160), (2259); Muvatta, Büyû 38, (2, 636-637); Tirmizî, Büyû 24 (1243);
Nesâî, Büyû 41, (7, 273).
Yukarıdaki metin Sahiheyn'in metnidir. Buhârî'nin bir rivayetinde, "verik (yani basılmış
dirhem) verikle, altın altınla..." şeklinde gelmiştir.
311 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında
bize bayağı hurma veriliyordu. Bu muhtelif cins kuru hurmanın bir karışımı idi. Bu bayağı
hurmanın iki ölçeğini bir ölçek iyi hurma mukabilinde satıyorduk. Bu tarz Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in kulağına ulaşınca şöyle buyurdu: "İki ölçek hurmaya bir ölçek
hurma, iki ölçek buğdaya bir ölçek buğday iki dirheme bir dirhem olmaz."
Buhârî, Büyû 21; Müslim, Müsâkat 98, (1594, 1595, 1596); Tirmizî, Büyû 23, (1241); Nesâî,
Büyû 41, 50, (17, 271, 272, 273); Muvatta, 32, (2, 632).
312 - Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "Hz. Bilâl (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a (iyi cins bir hurma olan) berni hurması getirmişti. "Bu nereden?" diye sordu. Bilâl
(radıyallahu anh): Bizde âdi hurma vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yemisi için
ondan iki ölçek vererek bundan bir ölçek satın aldık, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Eyvah! Bu ribânın ta kendisi, eyvah bu ribânın ta kendisi, sakın
öyle yapma. Şayet iyi hurma satın almak istersen elindekini ayrıca sat. Sonra onun parasıyla
iyi hurmayı satın al" dedi.
Buhârî, Vekâlet 11; Müslim, Müsâkat 96, (1594); Nesâî, Büyû 41, (7, 271-272).
313 - Sahîheyn'de yer alan bir rivayette şöyle gelmiştir. "Dinar dinarla, dirhem dirhemle başa
baş misliyle değiştirilmelidir. Kim fazla verir veya fazla alırsa ribâya girmiş olur."
Hadisi rivayet eden râvî der ki: "Ben dedim ki; "İbnu Abbas (radıyallahu anh) bunu söylemez.
Ebu Saîd der ki: "İbnu Abbas (radıyallahu anh)'a sordum: Sen bunu Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan mı işittin, Kitabullah'ta mı gördün? Bana şu cevabı verdi: "Bunun ikisini de
söylemiyorum. Siz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı benden daha iyi tanırsınız. Ancak
bana Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anh) haber verdi ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sadece veresiye satışta ribâ vardır" buyurmuştur."
Müslim, Müsâkât 101, (1596).
314 - Müslim'in bir diğer rivayeti şöyledir: "Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla,
arpa arpayla, hurma hurma ile, tuz tuzla başbaşa misliyle, peşin olarak satılır. Kim artırır veya
artırılmasını taleb ederse ribâya girmiştir. Bu işte alan da veren de birdir."
(Müslim, Müsâkât 82).
Yine Müslim'de Ebu Hüreyre'nin bir rivayetinde "...cinsleri farklı ise müstesna" denir.
Müslim, Müsâkât 82, (1584).
315 - Ubadetu'bnu Sâmit (radıyallahu anh)'ten gelen bir başka rivayette (şu ziyade) ifade
edilmiştir: "...Bu çeşitler farklı olduğu takdirde peşin ise dilediğiniz gibi satın." Bu hadisi,
Buhâri hariç , Beş Kitap rivayet etmiştir.
Müslim, Müsâkât 81, (1587); Ebu Dâvud, Büyû 12, (3349-3350); Tirmizî, Büyû 23, (1240);
Nesâî, Büyû 43, 44, (7, 274, 275, 276, 277, 278); İbnu Mâce, Ticârât 48, (2254).
316 - Ebu'l-Minhâl anlatıyor: "Zeyd İbnu Erkam ve el-Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anh)'e
sarf'tan (yani altınla gümüşü cinsi cinsine satmaktan) sordum. İkisi de şu cevabı verdi:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) altının gümüş mukabilinde veresiye satılmasını
yasakladı."
Buhârî, Büyû 80, 8, Şirket 10, Menakıbu'l-Ensâr 50; Müslim, Müsakât 87, (1589); Nesâî,
Büyû 49, (7, 280).
317 - Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallahu anh) buyuruyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
Hayber'de bulunduğu sırada altın ve boncuklarla yapılmış bir gerdanlık getirildi. Bu satılık
ganimet mallarındandı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) altınların boncuklardan
ayrılmasını emretti. Derhal gerdanlığın altın kısmı ile boncuk kısmı birbirinden ayrıldı. Sonra
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Altın, altına mukabil, tartısı tartısına satılsın"
buyurdular.
Buhârî hariç Beş Kitap tahric etti. Müslim, Müsâkat 89, (1591); Tirmizî, Büyû 32, (1255);
Ebu Dâvud, Büyû 13, (3351-3353); Nesâî, Büyû 48, (7-279).
318 - Müslim'de gelen diğer bir rivayette Haneş es-San'ânî der ki: "Biz Fadâle ile bir gazvede
berâberdik. Derken bana ve arkadaşlarıma ganimetten bir gerdanlık isabet etti. Gerdanlık
altın, gümüş ve kıymetli taşlardan yapılmıştı. Ben bunu satın almak isteyerek, Fadâle'ye
sordum. Bana şöyle cevap verdi: Bunun altınını ayır, bir kafeye koy. Kendi altınını da bir
kefeye koy. Sonra sakın misli mislinden fazla birşey alma! Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kim Allah'a ve âhiret gününe iman ederse sakın
misli mislinden fazla bir şey almasın."
Müslim, Büyû 91, (1591).
319 - Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), gümüşün
gümüşe başa baş olmayan satışını yasakladı. Bize altın mukabilinde dilediğimiz şekilde
gümüş ve gümüş mukabilinde dilediğimiz şekilde altın satın almayı emretti." Müslim'in
ziyadesinde "...Bir adam "peşin mi?" diye sordu. Ebu Bekre: "Ben böyle işittim" cevabını
verdi. Sahîheyn ve Nesâî rivayet etmiştir.
Buhârî, Büyû 81, 77; Müslim, Müsâkat, 88, (1590); Nesâî, Büyû, 50 (7, 280-281).
320 - Yahya İbnu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hayber'in fethi sırasında iki Sa'd'a (Sa'd İbnu Ebi Vakkâs ve Sa'd İbnu Ubâde), ganimet
malından altın veya gümüş bir kabı satmalarını emretti. Onlar, her üç (birim)'i aynı dört
(birim) mukabilinde, veya her dört (birim)'i üç (birim) ayın mukabilinde sattılar. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlara: "Siz ribâ yaptınız, geri verin" emretti."
Muvatta, Büyû 28, (2, 632).
321 - Mücahid anlatıyor: "Ben İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le beraberdim. Ona bir kuyumcu
gelerek: "Ey Ebu Abdirrahman! Ben altın işliyor ve bunu kendi ağırlığından fazla altınla
satıyorum. Böylece ona harcadığım el emeği miktarında fiyatını artırıyorum" dedi. İbnu Ömer
(radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı. Kuyumcu aynı meseleyi tekrar tekrar söyledi. Her
seferinde İbnu Ömer (radıyallahu anh) onu bu işten yasakladı ve son olarak da şunu söyledi:
"Dinar dinarla, dirhem dirhemle satılır. Aralarında fazlalık olamaz. Bu, Peygamberimizin bize
vasiyetidir, biz de size vasiyet ediyoruz (tebliğ edip duruyoruz)." Bu rivayet Muvatta'da tam
olarak gelmiştir. Nesâî ise sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sözünü
kaydeder.
Muvatta, Büyû 31, (2, 633); Nesâî, Büyû 46, (7, 278).
322 - Ata İbnu Yesâr anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh) altın veya gümüşten mâmul
bir su kabını, ağırlığından daha fazla bir fiyatla satmıştı. Kendisine Ebu'd-Derda (radıyallahu
anh): "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu çeşit alış-verişi yasakladığını
işittim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların satışı misline misil olmalı diye emretti"
diye itiraz etti. Hz. Muâviye (radıyallahu anh): "Ben bunda bir beis görmüyorum" diye cevap
verdi. Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) öfkelendi ve: "Muâviye'yi kınamada bana yardım edecek
biri yok mu? Ben ona Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den haber veriyorum o bana
şahsî reyinden söz ediyor. Senin bulunduğun diyarda yaşamak bana haram olsun!" diye
söylendi.
Ebu'd-Derda bunun üzerine orayı terkederek Hz. Öbek (radıyallahu anh)'in yanına geldi.
Durumu olduğu gibi ona anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh) Hz. Muâviye (radıyallahu
anh)'ye bir mektup yazarak bu çeşit satışı (altının altınla satılması), misli misline ve ağırlığına
denk olarak yapmasını emretti."
Muvatta, Büyû 33 (2, 634); Nesâî, Büyû 47, (7, 279).
323 - Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ribâ veresiyededir" buyurdu.
Buhârî, Büyû 40; Müslim, Büyû 102, (1596); Nesâî, Büyû 50, (7, 281).
Diğer bir rivayette: "Peşin alış-verişlerde (cinsler farklı ise fazlalık sebebiyle) ribâ olmaz"
buyurulmuştur.
324 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben dinarla deve satıyor, dinar yerine gümüş
alıyordum. Bazanda gümüşle satıyor, onun yerine dinar alıyordum. Bu durumu Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a arzederek hükmünü sordum. "O andaki (aynı meclisteki)
kıymetiyle olunca bunda bir beis yok" buyurdu."
Tirmizî, Büyû 24, (1242); Ebu Dâvud, Büy û 14, (3354-3355); Nesâî, Büyû 50, (7, 281-282);
İbnu Mâce, Ticârât 51, (2262).
325 - Ebû Dâvud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...O günün fiyatıyla almanda bir beis
yoktur, yeter ki aranızda (henüz ödenmeyen) bir miktar olduğu halde birbirinizden ayrılmış
olmayasınız."
Ebu Dâvud, Büyû 14, (3354, 3355).
326 - Ma'mer İbnu Abdillah İbni Nâfi (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kölesine, bir sâ'
buğday vererek pazara yollar ve: "Bunu sat, parasıyla arpa satınal" der. Köle gider. Onu
vererek bir Sâ'dan bir miktar fazla arpa satın alır. Köle dönünce, Ma'mer (radıyallahu anh) ona
"Niye böyle yaptın? Çabuk git ve geri ver. Misli misline denk al. Zîra ben, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, şöyle diyordu: "Yiyecek, yiyecekle misli misline denk
olmalıdır." O zaman yiyeceğimiz arpa idi. Kendisine: "Ama bu arpa onun misli değildir"
dendi ise de: "Ben arpanın buğdaya benzemesinden korkarım" cevabını verdi. "
Müslim, Müsâkât 93, (1592).
327 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Süleyman İbnu Yesar demiştir ki: "Sa'd İbnu Ebi
Vakkas'ın merkebinin yemi bitmişti. Kölesine: "Ailene ait buğdaydan bir miktar götür, ona
mukabil arpa satın al, sakın mislinden fazla almayasın" dedi.
Muvatta, Büyû 50, 52, (2, 645).
328 - Ebu Ayyaş'ın -ki ismi Zeyd'dir- anlattığına göre: "Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu
anh)'a, beyaz buğday mukabilinde kabuksuz arpa satın almanın hükmünü sorar. Sa'd
(radıyallahu anh) kendisine "Hangisi daha kıymetli? diye sorar. Zeyd: "Beyaz buğday" der.
Sa'd onu bu işten men eder ve der ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a kuru
hurmayı tâze hurma mukabilinde satın alma hakkında sorulduğu zaman işitmiştim. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bunu sorana: "Tâze hurma kuruyunca ağırlığını kaybeder mi?" dedi.
Adam "evet" cevabını verince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu bu işten men etmişti."
Tirmizî, Büyû 14, (1225); Ebu Dâvud, Büyû 18, (3359); Muvatta, Büyû 22, (2, 624); Nesâî,
Büyû 36, (7, 269); İbnu Mâce, Ticârât 53, (2264).
329 - Ebu Dâvud'un diğer bir rivayetinde: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), taze
hurmayı kuru hurma ile veresiye satmayı yasakladı" denir."
Ebu Dâvud, Büyû 18, (3360).
HAYVAN VS. İLE İLGİLİ TEFERRUAT
330 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir köle gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e hicret etmek üzere biat etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun köle
olduğunu sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ona: "Onu bana sat" buyurdu ve köleyi iki siyah köle mukabilinde satın aldı."
Müslim, Musâkât 123, (1602); Tirmizî, Siyer 36, (1596); Ebu Dâvud, Büyû 17, (3358); Nesâî
Bey'a 66, (7, 292-293); İbnu Mâce, Cihad 41.
331 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiştir. Mevcut develer
(askerlere) yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (devesi olamayanlar
için, bilâhere) hazine develerinden ödenmek üzere deve te'min etmesini emretti. (Böylece
Abdullah) zekat yoluyla hazineye gelecek develerden iki adedi karşılığında bir deve temin
ediyordu."
Ebu Dâvud, Büyû 16, (3357).
332 - Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Devesini yirmi küçük dev
mukabilinde veresiye olarak satmıştır"
Muvatta, Büyû 59, (2, 652).
333 - İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Kendisi, satıcının zimmetinde bulunan
bir binek devesini, Rebeze'de bulunan dört küçük deve mukabilinde satın almıştır."
Buhârî, bu hadisi bab başlığında (senetsiz olarak) kaydetmiştir. (Büyû 108); Muvatta, Büyû
60, (2, 652).
334 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "İki hayvan, veresiye olarak bir hayvana mukabil satılamaz. Peşin satılırsa bunda
bir beis yok."
Tirmizî, Büyû 21, (1238); İbnu Mâce, Ticârât 56.
335 - Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) hayvanın hayvanla veresiye satışını yasaklamıştır."
Tirmizî, Büyû 21, (1237); Ebu Dâvud, Büyû 15; Nesâî, Büyû, 65, (7, 292); İbnu Mâce,
Ticârât 56, (2271). Tirmizî, hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
336 - İbnu Şihâb anlatıyor: "Saîd İbnu'l-Müseyyeb derdi ki: "Hayvanda ribâ yoktur. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvan satışını üç hususta yasakladı: el-Mezâmin, el-
Melâkih ve Habelu'l-habele.
Mezâmin: Dişi devenin karnındaki yavru demektir.
Melâkih: Erkek devenin belinde bulunan (ve dişiyi dölleyen) şey demektir.
Habelu'l-habele: "Hâmile develerin hâmile kalması yani, dişi develerin karnındaki ceninin
doğuracağı yavrunun satımı.
Muvatta, Büyû 63, (2, 654).
İmam Mâlik, bu tâbirleri, yukarıdaki gibi açıklamıştır. Ancak garib kelimeleri açıklayan
lugatci vefakihler nezdinde, mezâmin ve melâkih kelimeleri aksi mânaları ifade etmektedir.
337 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ben
birisine bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iadesini şart koştum" dedi ve
hükmünü sordu. İbnu Ömer (radıyallahu anh): "Bu ribâdır" diye cevap verdi ve şu açıklamada
bulundu: "Borç verme işi üç şekilde cereyan eder.
1. Borç vardır, bunu vermekle sâdece Allah'ın rızasını düşünürsün. Karşılığında sana rıza-yı
ilâhi vardır.
2. Borç vardır, bununla arkadaşını memnun etmek istersin.
3. Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak için bu borcu verirsin. İşte bu ribâdır."
Adam: Öyleyse bana ne emredersiniz, ey Abu Abdirrahman? diye sordu. İbnu Ömer şu
açıklamada bulundu: "Akdi yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iade
ederse alırsın. Verdiğinden daha az iade eder, sen de alırsan sevap kazanırsın. Eğer sana, daha
iyi birşeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür, böylece teşekkürünü ifade
ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vâde tanıdığın için sevap vardır."
Muvatta, Büyû 92, (2, 681-682).
338 - Mücahid'in anlattığına göre, "İbnu Ömer (radıyallahu anh) bir miktar borç para aldı.
Bunu sâhibine daha iyi bir şekilde ödedi. Borç veren adam: "Bu verdiğimden efdaldir
(fazladır) diyerek almak istemedi. İbnu Ömer adama: "Biliyorum, ancak için bu şekilde rahat
edecek" dedi.
Muvatta, Büyû 90, (2, 681).
339 - Salim (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e belli bir vâde ile bir
başkasında alacağı bulunan adam, parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vaz
geçecek olsa? diye sordular. İbnu Ömer bunu hoş görmedi ve bu davranışı yasakladı."
Muvatta, Büyû 82, (2, 672).
340 - Ubeyd İbnu Ebi Sâlih anlatıyor: "Ben, bilâhere ödenmek üzere Dar-ı Nahle ehline bez
sattım. Bir müddet sonra Kûfe'ye gitmek istedim. Borçlular bana gelerek fiyattan biraz inmem
hâlinde peşin ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbnu Sâbit'e sordum. Bana: "Hayır, bu işi
yapmana cevaz veremem, bunu (ribâyı) ne senin yemeni, ne de (satın alanlara) yedirmeni
emredemem" dedi.
Muvatta, Büyû 81, (2, 671).
341 - Ümmü Yunus (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh)'ın
Ümmü Velet'i (çocuk doğurmuş cariyesi), Hz. Aişe (radıyallahu anha)'ya uğradı ve dedi ki:
"Zeyd'in bir cariyesini el-Âta'ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra aynı cariyeyi ondan, ödeme
zamanı dolmazdan önce altı yüz dirheme satın aldım. Ayrıca ben kendisine, bunu satacak
olursan senden ben satın alacağım diye şart koşmuştum." Hz. Aişe (radıyallahu anha): "Şart
koşman da uygunsuz, satın alman da uygunsuz olmuş. Zeyd İbnu Erkam'a söyle ki, bu iş
sebebiyle tevbe etmezse, Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte yaptığı cihadı iptal
etmiştir" dedi.
Kadın: "Zeyd na yaptı ki (böyle hükmediyorsun?)" diye sorunca Hz. Aişe cevap olarak şu
ayeti okudu: "Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de fâizcilikten geri durursa, geçmişi
kendisinedir, onun işi Allah'a aittir..." (Bakara, 275). Ashab'tan pek çoğu hayatta olduğu
halde, kimse bu hükümden dolayı Hz. Aişe'yi reddetmedi."
342 - Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: "Cenab-ı Hakk'ın terketmeyenler için harb etmeye izin
verdiği ribâ, câhiliye devrinde iki şekilde cereyan ederdi:
1. Bir kimsenin diğer bir kimsede, vâdeli bir alacağı bulunurdu. Vâde dolunca alacaklı:
"Ödeyecek misin yoksa fâizlesin mi?" derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse,
ölçeklenen, tartılan, ekilen veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı.
2. Yaşla ölçülen bir mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vâde de uzatılırdı. İslâm gelince
Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler! Allah'tan sakının, inanmışsanız fâizden arta
kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine karşı açılmış
bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş
ve haksızlığa uğramamış olursunuz" (Bakara 278-279).
Bu rivayeti Rezîn tahric etti.
MUHAYYERLİK HAKKINDA
343 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça (akdi bozmakta)
muhayyerdirler. Veya alış-veriş yapanlardan biri diğerine "muhayyersin" demişse yine
muhayyerdir." Ravi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın belki de "Alış-veriş yapanlardan
biri "muhayyerlik şartı üzere olsun demişse" şeklinde buyurmuş olacağında şüphe
etmektedir."
Buhârî, Büyû 42, 43, 44, 46; Müslim, Büyû 45, 47, (1531); Tirmizî, Büyû 26, (1246); Ebu
Dâvud, Büyû 53, (3454); Nesâî, Büyû 9, (7, 248); Muvatta, Büyû 79, (2, 671); İbnu Mâce,
Ticârât 17, (2181).
344 - Sahîheyn'de gelen bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "İki kişi alış-verişte bulununca,
onlar ayrılmadıkça, veya biri diğerini muhayyer bırakmadıkça her ikisi de muhayyerdir. Biri
diğerini muhayyer bırakır da bu şartla alış-veriş yaparlarsa artık akit kesinleşmiştir. Alış-verişi
yaptıktan sonra ayrılırlaer da ikisinden biri satıştan vazgeçmezse yine satış kesinleşmiştir."
Buhârî, Büyû 45; Müslim, Büyû 44, (1531).
345 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle buyurulmuştur: "Alış-veriş yapan herhangi iki kişi
arasında , birbirlerinden ayrılmadıkça akit kesinleşmiş olmaz. Ancak muhayyerlik şartıyla
yapılan satış müstesna!"
Müslim, Büyû 46, (1531).
346 - Müslim'in bir diğer rivayetinde Nafi der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) bir kimse
ile alış-veriş yapınca bu satışın bozulmasını istemedi mi kalkar biraz yürür, sonra geri
dönerdi."
Müslim, Büyû 45, (1531).
347 - Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "İbnu Ömer, bir alış-verişi oturarak yapmış
ise, akdin kesinleşmesi içiin ayağa kalkardı."
Tirmizî, Büyû 26, (1245).
348 - Hakim İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar birbirlerinden ayrılıncaya kadar
muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (her şeyi) beyan ederlerse bu alış-verişleri her ikisi
hakkında da mübarek kılınır. Gerçeği gizlerler ve yalan söylerlerse, alış-verişlerinin bereketi
kalmaz."
Buhârî, Büyû 19, 22, 42, 44, 46; Müslim, Büyû 47, (1532); Ebû Dâvud, Büyü 53, (3459);
Tirmizî, Büyü 26, (1246); Nesâî, Büyü 8, 57, 244).
349 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Alış-veriş yapan iki taraf, birbirlerinden ayrılmadıkça
muhayyerdirler. Ancak, aralarında muhayyerlik anlaşması varsa bu müstesna. Bu durumda,
"karşı taraf pişman olur da akdi bozar" korkusuyla birinin oradan ayrılması helâl olmaz.
Tirmizî, Büyü 26, (1247); Ebu Dâvud, Büyü 53, (3954); Nesâî, Büyü 11, (7, 251-252).
350 - Ebu Dâvud'un Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretlerinden kaydettiği bir rivayette
şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Alış veriş yapan her iki taraf
da akitden memnun kalmadıkça ayrılmasınlar."
Ebu Dâvud, Büyû 53, (3458); Tirmizî, Büyü 27, (1248).
351 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir bedeviyi,
satıştan sonra muhayyer kıldı."
Tirmizî, Büyû 27, (1249). Tirmizi bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
352 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Alış-veriş yapanlar ihtilafa düşerlerse satanın sözü esas alınır. Müşteri
muhayyer bırakılır."
Muvatta, Büyû 80, (2, 671); Tirmizî, Büyü 43, (1270); Metin Tirmizi'ye aittir.
353 - Ebu'l Vadî' anlatıyor: "Bir gazvede bulunduk. Bir yere indik. Bir arkadaşımız, bir köle
karşılığında bir at sattı. O günün geri kalan kısmında ve geceleyin beraber kaldılar. Sabah
olunca göç hazırlığı yapıldı. Adam kalkarak atını eğerlemeye gitti. Bu satıştan pişman
olmuştu. Öbürüne gidip akdi bozmak istedi. Fakat diğeri kabul etmedi, atı vermeyi reddetti ve
"Aramızda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından Ebu Berze hakem olsun" dedi.
Ona gelip, durumu anlattılar. Ebu Berze: "Aranızda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hükmüyle hükmetmeme razı mısınız? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurmuştu
ki: "Alım-satım yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler." Ben sizi ayrılmış
göremiyorum."
Ebu Dâvud, Büyü 53, (3457).
ŞUF'A'YA DAİR HADİSLER
354 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) taksim
edilmedikçe her (akar) malda şuf'a hakkı bulunduğuna hükmetti. Araya sınırlar konup, yollar
tayin edilince şuf'a hakkı kalkar." Bu hadisi Beş Kitap da tahric etmiştir.
Buhârî, Şuf'a 1, Büyü 96, 97, Hiyel 14, Şirket 8-9; Müslim, Müsâkat 134 (1608); Nesâî, Büyü
108, 109 (7, 301); Ebu Dâvud, Büyü 73, (3513, 3514); Tirmizî, Ahkâm 33, (1370).
Müslim'deki metin şöyledir: "Henüz taksim edilmemiş arazi, mesken, bahçe gibi (akar
nevinden) her ortaklıkta şuf'a hakkı vardır. (Ortaklarından birinin) ortağına haber vermeden
satması helal olmaz. Satmadan önce haber verir, ortağı satın alır veya terkeder. Ortağına haber
vermeden satarsa, ortağı bu mala (aynı fiyat karşılığında) hak sâhibi olur."
355 - Ebu Dâvud ve Tirmizî'de gelen bir diğer rivayet şöyledir: "Komşu, komşusuna karşı
şuf'a hakkına sâhiptir. Aynı yoldan işliyorlarsa, komşu bulunmadığı takdirde, gıyâbında satış
yapmaz, bekler."
Ebu Dâvud, Büyü 75, (3518); Tirmizî, Ahkâm 33, (1369); İbnu Mâce, Şüf'a 2, (2494); Nesâî,
Büyü 80, (7, 301).
356 - Tirmizî'nin bir diğer rivayetinde: "Evin komşusu eve bir başkasından daha çok hak
sâhibidir" buyrulmuştur.
Tirmizî, Ahkâm 31, (1368), 33, (1370).
357 - Tirmizî'nin ve Ebu Dâvud'un Semure'den yaptıkları bir rivayete göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Evin komşusu komşunun evine veya tarlaya
daha ziyade hak sâhibidir."
Tirmizî, Ahkâm 31, (1368); Ebû Dâvud, Büyü 75, (3518).
358 - Amr İbnu'ş-Şerid'den anlattığına göre, Ebu Râfi (radıyallahu anh)'nin şöyle söylediğini
işitmiştir: "Komşu, yakın komşusuna karşı daha çok hak sahibidir."
Buhârî, Şüf'a 2, Hiyel 14, 15; Ebu Dâvud, Büyü 75, (3516); Nesâî, Büyü 109, (7, 320).
359 - Şerîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:
"Ey Allah'ın Resûlü tarlam var, kimsenin bunda ne ortaklığı ne de hissesi var, ancak komşum
var" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Komşu, yakın olan eve daha ziyade hak
sâhibidir" buyurdu.
Nesâî, Büyü 109, (7, 320).
360 - Hz. Osman (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Bir araziye sınırlar konacak olursa artık
onda şuf'a hakkı kalmaz, ne kuyunun suyunda şuf'a hakkı ne de hurma ağaçlarını telkih de
(döllemede) şuf'a hakkı kalmaz."
Muvatta, Şüf'a 4, (7, 320).
SELEM (ÖNCEDEN SATMA) HAKKINDA
361 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Medine'ye geldiğinde Medineliler, bir yıllık, iki yıllık hurma mahsulünü peşinen satarlardı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: "Hurmayı kim önceden satarsa ölçüsünü, tartısını
belirterek, vâdesini tâyin ederek satsın" buyurdu.
Bunu Beş Kitap tahric etmiştir.
Buhârî ve Ebu Dâvud'da gelen diğer rivayetlerde aynısı ifade edilmiş ve şöyle bir farklılığa
yer verilmiştir: "...iki ve üç yıllık..."
Buhârî, Selem 1, 2, 7; Müslim, Müsâkat 127, 128, (1604); Ebu Dâvud, Büyü 57, (3463);
Tirmizî, Büyü 68, (1311); Nesâî, Büyü 6, 3 (7, 290); İbnu Mâce, Ticârât 59, (2280).
362 - Muhammed İbnu Ebi'l-Mücalid anlatıyor: "Abdullah İbnu Şeddad İbni'l-Hâd ve Ebu
Bürde selef mevzuunda ihtilafa düştüler. Beni, İbnu Ebi Evfa (radıyallahu anh)'ya
gönderdiler. Ben kendisine bu hususta sordum. Şu cevabı verdi: "Biz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma) devirlerinde
buğday, arpa , kuru üzüm ve kuru hurma hususlarında selef'te bulunurduk. Ben, ibnu Ebzâ'ya
da sordum. O da buna benzer bir cevap verdi."
Buhârî, Selem 2, 3, 7; Ebu Dâvud, Büyû 57, (3464); Nesâî, Büyü 62, (7, 290)
.
363 - Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "...Dedim ki: (siz selem akdini) yanında alacağınız
malın aslını bulunduran kimse ile mi yapardınız?" Şu cevabı verdi: Biz selem yaptığımız
kimseye o hususu sormazdık."
Buhârî, Selem 3.
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyâde var: "(Selem akdini) alacağımız mal elinde bulunmayan
kimselerle yapardık."
Ebu Dâvud, Büyü 57, (3464).
364 - Ebu Said el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
dedi ki: "Kim bir yiyecek veya bir başka şeyde selem akdi yapmışsa, bu malı fiilen
kabzetmedikçe bir başkasına satmasın."
Ebu Dâvud, Büyü 59, (3468).
365 - Ebu'l-Bahterî anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e hurmada selem yapılır mı?
diye sordum. Bana: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), meyvesi (yenmeye) sâlih oluncaya
kadar hurmanın satılmasını yasakladı" cevabını verdi.
Buhârî, Selem 3, 4.
366 - İbnu Abbas'dan da böyle bir rivayet yapılmıştır. Rivayetinde der ki: "...Ondan
yeninceye, tartılıncaya kadar. Ben "Tartılması da nedir?" diye sordum. Yanında bulunan bir
zat: "Miktarı göz kararı ile kabaca takdir edilebilinceye kadar" diye açıkladı."
Buhârî, Selem 3, 4; Müslim, Büyü 55, (1537).
367 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam selem yoluyla (yani parasını peşin
alarak, çıkacak mahsülden verilmek üzere) bir ağacın hurmasını sattı. Fakat o yıl o ağaç hiç
mahsül vermedi. Satıcı ile müşteri ihtilafa düşerek dâvalarını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e getirdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) satıcıya: "Onun parasını nasıl helal
addedersin, parayı geri ver" dedi. Sonra şunu söyledi: "Hurma (yenmeye) sâlih oluncaya
kadar onu selem yoluyla satmayın."
Ebu Dâvud, Büyü 58, (3467); İbnu Mâce, Ticârât 61, (2284); Muvatta, Büyü 21, (2, 644);
Buhârî, Selem 2.
368 - İmam Mâlik, İbnu Ömer'in sözü olarak şunu tahric etmiştir: "Kişinin, bir başkasına
selem yoluyla yiyecek satmasında bir beis yoktur, yeter ki, yiyecek maddesinin fiyatı
belirlenmiş, ödemenin zamanı tayin edilmiş olsun. Ancak (hasada) salahı ortaya çıkmayan
ekinde veya (yenmeye) salahı ortaya çıkmayan hurmada selem olmaz."
Muvatta, Büyü 94, (2, 682); İbnu Ömer'in bu sözünü Buhârî, bab başlığında senedsiz olarak
kaydetmiştir. (Selem, 7).
369 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, "Bir adam, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'a gelip başka bir
memlekette ödemek şartıyla kendisiyle selem akdi yapan bir adamdan haber vererek bu akid
hakkında sormuştur da Hz. Ömer (radıyallahu anh) hoşnutsuzluk izhar etmiş ve: "Pekâla,
devenin kirası nerede?" demiştir."
Muvatta, Büyü 91, (2, 681).
370 - Yine İmam Mâlik'e ulaştığına göre, İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Kim
selem akdi yaparsa, sakın fazla alma şartı koşmasın. Bir avuç saman bile olsa bu fazlalık
ribâdır."
Muvatta, Büyü 94, (2, 682).
İHTİKÂR VE PAHALANDIRMAYA DAİR HADİSLER
371 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Ma'mer İbnu Ebî Ma'mer -ki İbnu Abdillah da denir ve
Benu Adiyy İbnu Ka'b'dan biridir- dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "İhtikâr yapan hatakâr olmuştur."
Said İbnu'l-Müseyyeb'e: "Ama sen de ihtikâr yapıyorsun" dendi de: "Bu hadisi rivayet eden
Ma'mer de ihtikâr yapıyordu" diye cevap verdi."
Müslim, Müsâkat 129, (1605); Ebu Dâvud, Büyü 49, (3447); Tirmizî, Büyü 40 (1267).
372 - İmam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre Hz. Ömer (radıyallahu anh) şöyle demiştir:
"Bizim çarşımızda ihtikâr olamaz. Yanlarında fazla yiyecek maddesi bulunan bir kısım
insanlar, bizim sahâmıza Allah'ın rızkından inmiş olan bir rızka yönelip, onu bize karşı
saklayamazlar. Ancak kim, yaz, kış demeden zahmetlere katlanarak mal getirmiş ise o
Ömer'in misafiridir. Allah'ın istediği şekilde malını satsın, istediği şekilde de saklasın."
Muvatta, Büyü 56, (2, 651).
373 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, "Hz. Osman da ihtikâr yapmayı yasaklamıştır.
Muvatta, Büyü 58, (2, 651).
374 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), pazara uğramıştı. Orada Hâtib
İbnu Ebi Belte'a'ya uğradı. Hâtib'in (ucuz fiyatla) kuru üzüm sattığını görünce: "Ya fiyatı
(diğerlerinin seviyesine yükseltirsin yahut pazarımızdan çeker gidersin" diye ihtâr etti."
Muvatta, Büyü 57, (2, 651).
375 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, bizler
için eşyalara fiyat tesbit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah'a dua edeyim" cevabını
verdi. Arkadan bir başkası gelerek: (Ortalık pahalandı, eşyaların) fiyatını bize siz tesbit
ediverin" diye talebde bulununca, bu sefer: "Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah'tır. Ben
hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah'a kavuşmak istiyorum" cevabını verdi.
Ebu Dâvud, Büyü 51, (3450).
376 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Halk Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
müracaatla: "Ey Allah'ın Resûlü, fiyatlar yükseldi, bizim için fiyatları siz tesbit edin" dediler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: "Fiyatları koyan Allah'tır. Rızkı
veren, artırıp eksilten de O'dur. Ben ise, hiç kimse benden ne kan ne de mal hususunda hak
talebinde bulunmaz olduğu halde Allah'a kavuşmamı diliyorum."
Ebu Dâvud, Büyü 51, (3451); Tirmizî, Büyü 73, (1314). Tirmizî hadisin sahih olduğunu
söylemiştir.
377 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Pahalanması için, kim bir yiyecek maddesini kırk gün saklarsa, o, Allah'tan
yüz çevirmiştir, Allah da ondan yüz çevirmiştir." Bu hadisi Ahmed İbnu Hanbel Müsned'inde
(2, 33) zikretmiştir. Mecmâu'z-Zevâid'de bunun ayrıca Ebu Ya'lâ el-Mevsılî'nin ve Bezzâr'ın
Müsned'lerinde, Taberânî'nin el-Mu'cemu'l-Evsât'ında tahric edildikleri belirtilir.
378 - Hz. Muaz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle
söylediğini işittim: "İhtikâr yapan kişi ne kötüdür. Allah fiyatları ucuzlatsa üzülür,
pahalandırırsa sevinir."
Bu rivayet mişkâtu'l-Mesâbih'de 2897 numarada Rezin'den olarak kaydedilmiş, Beyhakî'nin
Şu'abu'l-İman'ından alındığı belirtilmiştir.
379 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "Şehirlerde yaşayanlar, Allah yolunda hapsedilmiş kimselerdir. Gıdalarında onlara
ihtikâr yapmayın, onlara fiyatları yükseltmeyin, zira kim onlara bir gıda maddesini kırk gün
hapsetse, sonra da tamamını tasadduk etse yine de işlediği günahı affettiremez."
Rezîn'in ilâvesidir. Münzirî'nin et-Tergîb ve't-Terhîb'inde kaydedilmiştir. (3, 27).
380 - Hz. Ebu Hüreyre ve Hz. Ma'kıl İbnu Yesar (radıyallahu anhüma)'ın anlattıklarına göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "Muhtekirler ve cana kıyanlar aynı derecede
haşrolacaklar. Kim Müslümanların herhangi bir şeydeki fiyatına müdâhale ederek
pahalandırırsa, kıyamet gününde ateşin büyüğünde cezalandırılması Allah'a vacib olmuştur."
Rezin'in ilavesidir. Münziri'nin et-Terğib ve't-Terhîb'inde kaydedilmiştir. (3, 27).
381 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) buyurdu ki: "Pazara mal celbeden rızıklanır, muhtekir
mahrum bırakılır. Kim mü'minlerin bir gıdasını onlara karşı saklar, ihtikâr yaparsa, Allah onu
iflasa ve cüzzam hastalığına dûçar eder."
İbnu Mâce, Ticârât 6, (2153). Bu son beş rivayeti Rezin merhum tahric etmiştir.
AYIP SEBEBİYLE MALI GERİ VERMEYE DAİR
382 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir adam bir köle satın aldı. Köle, Allah'ın
dilediği kadar (bir müddet) adamın yanında ikâmet etti. Sonra adam kölede bir kusur tesbit
etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek şikayette bulundu ve
eski sahibine iade etti. Eski sahibi: "Ey Allah'ın Resûlü, (yanında kaldığı müddetçe) kölemi
kullandı, ondan istifade etti" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Harac (menfaat),
zâmin (kefil) olana aittir" buyurdu.
Ebu Dâvud, Büyû 71, (3508, 3509, 3510); Tirmizî, Büyü 53 (1285); Nesâî, Büyü 15, (8, 254,
255); İbnu Mâce, Ticârât 43, (2242-2243).
383 - Nesâî'nin bir rivayeti şöyledir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) menfaatin, zâmin
olana aid olduğuna hükmetti ve zâmin olmayan kimsenin menfaat talebini yasakladı.
Tirmizî hazretleri, "Menfaat, zâmin olana aittir" sözünü şöyle açıkladı: "Burada zâmin o
kimsedir ki, bir köle satın alır, bir müddet onu hizmetlenir, sonra onda bir kusur tesbit eder ve
bu sebeple köleyi satıcısına iâde eder. Bu durumda, köleden hâsıl olan menfaat müşteriye
aittir. Zira köle, şâyet helâk olsaydı, müşterinin malı olarak helâk olacaktı. Buna benzeyen
bütün meselelerde menfaat, zâmin olana aittir."
384 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Kölenin müddeti üç gündür. Şayet müşteri, bir hastalığa rastlarsa, herhangi bir
delil ibraz etmeden köleyi satana geri verir. Üç günden sonra hastalığa rastlarsa, bu hastalığın,
satın aldığı zamana ait olduğu hususunda delil ibraz etmesi gerekir."
Ebu Dâvud, Büyü 72, 3506.
385 - Ebu Seleme İbnu Abdirrahmân İbni Avf anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu
anh), Asım İbnu Adiy'den bir cariye almıştı. Cariyenin evli olduğunu anladı ve derhal geri
verdi."
Muvatta, Büyü 8 (2, 617).
386 - İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Kendisi, sekizyüz dirheme bir köle
satar ve satarken "kusursuz" olduğunu söyler. Ancak, satın alan kimse bilahere: "Kölede bir
hastalık var bana söylemedin" der. İhtilaf Hz. Osman (radıyallahu anh)'a götürülür. Adam:
"Kölede hastalık olduğu halde, haber vermeksizin bana sattı" der. Abdullah (radıyallahu anh):
"Ben onu 'kusursuz' olarak sattım" der. Hz. Osman (radıyallahu anh) sattığı zaman kölede
kusur olduğunu bilmediğine dair yemin etmesine hükmetti. Abdullah yemin etmekten imtina
ederek, köleyi geri aldı. Köle yanında sıhhate kavuştu. Sonra onu yeniden sattı ve bu sefer bin
beş yüz dirhem aldı."
Muvatta, Büyü 4, (2, 613).
AĞACI VE MEYVEYİ SATMAK, SATILAN KÖLENİN MALI VE MALA GELEN
MUSİBETE DAİR
387 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
şöyle söylediğini işittim: "Kim döllemesi yapılmış bir hurmalık satarsa (bir başka rivayette
satın alırsa) bunun meyvesi satana aittir. Satın alan kendisinin olacak diye şart koşmuşsa o
haric (bu durumda meyve müşterinindir). Kim de bir köle satarsa, kölenin malı satanındır,
burda da satın alan "benim olacak" diye şart koşmuşsa o hariç, bu takdirde kölenin malı varsa
müşterinin olur."
Buhârî, Büyü 90, 92, Şürb 17, Şürüt 2; Müslim, Büyü 77, (1543); Muvatta, Büyü 9 (2, 617);
Tirmizi, Büyü 25, (1244); Ebu Dâvud, İcâre 44, (3433, 4434); Nesâî, Büyü 75, (7, 296).
388 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir din kardeşine yemiş satsan sonra da buna bir âfet gelse, ondan bir şey
alman sana helâl olmaz. Kardeşinin malını hakkın olmadığı halde nasıl alırsın?"
Müslim, Müsâkat 14, (1554); Ebu Dâvud, İcâre 24, (3574), 60, (3470).
Bir başka rivayette: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âfetle gelen zararın hesaptan
düşülmesini emretti" demiştir.
(Müslim, Musâkat 17).
ALLAH KORKUSUYLA AĞLAMAK
________________________________________
7242 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre, "Kendilerinin
müslümanlığı kabul etmeleri ile, Allah'ın onları azarladığına dair (şu) ayetin inmesi arasında
dört yıldan fazla zaman olmamıştır."
"Onlar, daha önce kendilerıne kitap verilen ve zaman geçtikçe kalpleri katılaşan kimseler gibi
olmasınlar. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdi" (Hadid 16).
7243 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Çok gülmeyin, çünkü çok gülmek kalbi öldürür."
7244 - Berâ radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte bir
cenazede beraberdik. Aleyhissalâtu vesselâm kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (göz
yaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da: "Ey kardeşlerim İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm
hadisesi) için iyi hazırlanın" buyurdular."
7245 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı
yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mü'min kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe
haram etmesin!"
7246 - Hz. Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu
vesselâm buyurdular ki: "Ameller kap(ta bulunan madde) gibidir. En aşağısı (yani dipteki
kısım) güzelse en yukarısı (yani üst kısmı) da güzel olur; en aşağısı bozulursa en üstü de
bozulur."
7247 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Eğer kişi namazını herkesin gözü önünde kılınca (edebine uygun kılar) güzel
yapar, tek başına kimsenin görmediği durumda kılınca da (edebine uygun kılar) güzel
yaparsa, Allah Teâla hazretleri (onun ibadetinden memnun kalır ve:) "Bu (kulluğunu riyasız
yapan) gerçek bir kulumdur" der."
7248 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "(Ey mü'minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının.
Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir."
Sahabiler: "Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü!" dediler. Aleyhissalatu
vesselâm: "Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim
günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!" buyurdular."
ALLAH'IN SIFATLARI
________________________________________
3456 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm aramızda
ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi:
Allah Teâla Hazretleri uyumaz, zaten O'na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve
kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de
geceleyin yapılan amelden önce Allah'a yükseltilir. O'nun hicâbı nurdur. Eğer o perdeyi
açacak olsa, veçhinin sübuhâtı, basarının ihâta ettiği bütün mahlükatını yakardı."
Müslim, İmân 293 (179).
3457 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhisalâtu vesselam
buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın."
Buhari, Itk 20; Müslim, Birr, 112, (2612).
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "...zira Allah Adem'i kendi sûretinde yaratmıştır."
3458 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm şu duayı çok
yapardı:
"Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" Ben (bir gün kendisine):
"Ey Allah'ın resûlü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor
musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahmân'ın iki parmağı arasındadır.
Onları istediği gibi çevirir."
Tirmizi, Kader 7, (2141).
3459 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ı şu
âyetleri okurken işittim. (Meâlen): Hiç şüphesiz Allah size emânetleri ehline teslim etmenizi
ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel
öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" (Nisa 58). Bu sırada Resülullah aleyhissalâtu
vesselam'ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şahâdet) parmağını da gözünün üzerine
koyduğunu gördüm.''
Ebu Dâvud, Sünnet 19, (4728).
ARİYET BÖLÜMÜ
________________________________________
4184 - Safvan İbnu Ümeyye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Huneyn savaşı sırasında benden bir miktar zırhı ariyet olarak istedi. Ben de: "Zorla
(gasbederek) mi almak istiyorsun?" dedim. "Hayır!" dedi, "garantili olarak taleb ediyorum!"
Ebu Davud, Büyü' 90, (3562).
4185 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir tabak istiare
etmişti, kap ziyana uğradı. Sahiplerine tazmin etti."
Tirmizi, Ahkam 23, (1360).
4186 - Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Aldığı şeyi sahibine ödemek "el'e vecibedir." Katade der ki: "Hasan (bunu rivayet ettiğini)
unuttu ve dedi ki: "O, (yani ariyet) emanetindir. (Zayi olması halinde) sana tazmin gerekmez."
Ebu Davud, Büyü' 90, (3561); Tirmizi, Büyü 39, (1266)
4187 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ariyet (sahibine) verilecektir. Kefil borçludur, borç ödenmelidir."
Tirmizi, Büyü 39, Vesaya 5, (2121), (1265); Ebu Davud, Büyü' 90, (3569).
4188 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Başkasına sütünden istifade etmesi için verilecek bir hayvan olarak, sütlü
deve ve bol sütlü koyun ne muvafıktır. Sabah bir kap, akşam bir kap süt verir."
Buharig, Hibe 35, Eşribe 14; Müslim, Zekat 73, (1019).
ARKADAŞ
________________________________________
2157 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "İnsanlar yalnızlıktaki (mahzuru) benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına
bir gececik olsun yol yapmazdı."
Buhârî, Cihâd 135; Tirmizî, Cihâd 4, (1673).
2158 - Said İbnu'l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şeytan tek başına olanla, iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi
olurlarsa onlara sıkıntı veremez."
Muvatta, İsti'zân 36, (2, 978).
2159 - Amr İbnu Şuayb an ebîhî an ceddihi (radıyallâhu anh) tarikinden naklediyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki
şeytandır, üç atlı bir gruptur."
Muvatta, İsti'zân 25, (2, 978); Ebü Dâvud, Cihad 86, (2607); Tirmizî, Cihâd 4, (1674).
2160 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir sefere üç kişi beraber çıkınca birini emîr (başkan) yapsınlar."
Ebü Dâvud, Cihâd 87, (2609).
ARKADAŞA YARDIM
2166 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı
varsa onu azığı olmayana versin."
Resülullah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin
(yol sırasında) herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşünvesine vardık."
Müslim, Lukata 18, (1728); Ebü Dâvud, Zekât 32, (1663).
2167 - Hz.Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) gazveye
çıkmak arzu etti ve: "Ey Muhâcir ve Ensâr topIuluğu! Kardeşlerinizden öyleleri var ki ne
malları var ne de aşîretleri. Herbiriniz, iki veya üç kişiyi yanına alsın" dedi."
(Hz. Câbir devamla der ki): "Bu tamim üzerine ben iki veya üç kişiyi yanıma aldım. (Yol
boyu) devemde, diğerlerinin sırası gibi benim de bir (binme) sıram vardı."
2168 - Yine Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yürüme sırasında geride kalır, (kafileye kavuşturmak için) zayıf hayvanı sürer, üzerindekini
terkisine alır ve onlara dua ederdi."
Ebü Dâvud, Cihâd 103, (2639).
ASHABIN FAZİLETLERİNİN MÜCMEL ZİKRİ
________________________________________
4332 - İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra
da bunları takip edenlerdir. İmran radıyallahu anh der ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki
asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum." bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki
kendilerinden şahidlik istenmediği halde şahidlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler,
itimad olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık
zuhûr eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin taleb edilmeden yemin ederler."
Buhari, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214,
(2535); Tirmizi, Fiten 45, (2222), Şehadat 4, (2303); Ebu Davud, Sünnet 10, (4657); Nesai,
Eyman 29, (7, 17, 18).
4333 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş değmeyecektir."
Tirmizi, Menakıb (3857).
4334 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ashabıma sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun
(sizden) biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e hatta
yarım müdd'e bedel olmaz."
Müslim, Fedailu's-Sahabe 221, (2540).
4335 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile,
beraber akşam namazı kılmıştık. Aramızda: "Burada oturup yatsıyı da onunla birlikte kılsak"
dedik ve oturduk. Derken yanımıza geldi ve:
"Hala burada mısınız?" buyurdular.
"Evet!" dedik.
"İyi yapmışsınız!" buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Başını sıkça semaya kaldırdı ve şöyle
buyurdu:
"Yıldızlar semanın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaadedilen şey semaya gelir. Ben de
Ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaadedilen şey gelecektir. Ashabım da
ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaadedilen şey gelir."
Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 207, (2531).
4336 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir yerde ölen Ashabımdan hiçbirisi yoktur ki, Kıyamet günü oranın ahalisine bir nur ve
onlara (cennete sevkte) bir rehber olmasın."
Tirmizi, Menakıb (3864).
4337 - Said İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: Demişti ki: "Ben
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden Ashabımın
benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle vahyetti:
"Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar gibidir. Bazıları
diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır. Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri
meselelerden birini alırsa, o kimse benim nazarımda hidayet üzeredir."
Hz. Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (devamla) ilave etti:
"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz."
Rezin tahriç etmiştir. (Hadisin birinci kısmını Câmi'u'us-Sağir'de Suyuti kaydeder (Feyzu'l-
Kadır 4, 76). İkinci kısmı da İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm'de kaydetmiştir (2, 91).
ASHABIN FAZİLET VE MENKIBELERİNİN YÜCELİĞİ
4338 - Said İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle
söylediğini işittim:
"Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talhâ
cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd İbnu Malik cennetliktir, Abdurrahman İbnu Avi
cennetliktir, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh cennetliktir."
(Râvi der ki: Zeyd) onuncuda sükut etti. Dinleyenler: "Onuncu kim?" diye sordular. (Bu taleb
üzerine):
"Said İbnu zeyd!" dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti:
"Allah'a yemin ederim. Onlardan birinin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte yüzü
tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömrü boyu çalışmasından daha hayırlıdır,
hatta ömrü, Hz. Nuh aleyhisselam'ın ömrü kadar uzun olsa bile"
Ebu Davud, Sünnet 9, (4648, 4649, 4650).
4339 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim(in ferdleri arasında) ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir.
Onlar içinde Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya cihetiyle en şiddetli
olanı Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni
Muaz İbnu Cebel'dir. Ferâizi en iyi bilen Zeyd İbnu Sâbit'tir. Kur'ân okumasını en iyi bileni
Übey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde İbnu'l-
Cerrâh'dır. Ebu Zerr'den daha doğru sözlü olan birini ne gök gölgeledi, ne de yer taşıdı. O,
verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi."
Hz. Ömer radıyallahu anh (hased etmişçesine): "Yani biz bu hasletin onda olduğunu kabul
edecek miyiz?" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Evet. Bu hasletleri onda var bilin!" buyurdular."
Tirmizi, Menakıb (3793, 3794).
4340 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ben aranızda ne kadar kalacağımı bilemiyorum. Benden sonra "iki'ye uyun" dedi ve Ebu
Bekr ile Ömer'e işaret etti. (Sözlerine devam ederek): "Ammar'ın davranışlarını örnek alın.
İbnu Mes'ud ne söylemişse tasdik edin" buyurdu.
Tirmizi, Menakıb (3804).
4341 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Geceleyin (rüyamda) bana salih bir adam gönderildi. Sanki Ebu Bekr, Resulullah'a
yamanmış gibiydi, Ömer de Ebu Bekr'e yamanmış gibiydi. Osman da Ömer'e yamanmış
gibiydi."
Cabir der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanından kalktığımız zaman dedik ki:
"(Rüyanın yorumu şöyle olmalıdır:) "Oradaki salih kimse Resûlullah'tır. Onların birbirlerine
yamanmaları, Allah'ın, peygamberiyle gönderdiği işin (dinin) sorumluları olmalarıdır."
Ebu Davud, Sünnet 9, (4639).
4342 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ben kendimi cennete girmiş gördüm. Derken Ebu Talha'nın hanımı Rumeysa ile karşılaştım
(radıyallahu anhüma). Bir de hışırtı kulağıma geldi.
"Bu kim(in hışırtısı)?" dedim.
"Bilal(in)!" dediler. Avlusunda bir cariye bulunan bir köşk gördüm.
"Bu kime ait?" dedim.
"Ömer İbnu'l-Hattab'ındır!" dediler. İçine girip bakmayı arzu ettim. Ancak senin kıskanç
olduğunu hatırladım ve geri döndüm!"
Ömer, bu söz üzerine ağladı ve:
"Sana karşı da mı kıskanç olacağım ey Allah'ın Resûlü!" dedi."
Buhari, Ta'bir 31, 32, Bed'ü'l-Halk 9, Fezailu'l-Ashab 19, Nikah 107; Müslim, Fezailü's-
Sahabe 21, (2395).
4343 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ey Bilal! Ne ile benden önce cennete girdin? Her ne zaman cennete girdiysem, her seferinde
önümde senin hışırtını işittim. Dün gece de cennete girmiştim, önümde (yine) senin hışırtını
duydum. Sonra altından şerefeleri olan murabba bir köşke geldim.
"Bu köşk kimin?" diye sordum.
"Araplardan birinin!" dediler. Ben cevaben:
"Ama ben de bir Arabım, (benim olmadığına göre) bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine:
"Kureyş'ten birinin!" dediler. Ben tekrar:
"Ben de bir Kureyşliyim, bu köşk kimin?" dedim. Bu sefer:
"Muhammed ümmetinden birinin!" dediler. Ben de:
"Muhammed benim, bu köşk kimin?" dedim. Bunun üzerine:
"Ömer İbnu'l-Hattab'ın!" dediler, radıyallahu anh. Bunun üzerine bilal:
"Ya Resûlullah! Her ezan okuyuşumda iki rek'at namaz kıldım. Her ne zaman hades vaki oldu
ise derhal abdest tazeledim ve Allah'a iki rek'at namaz kılmayı üzerimde borç gördüm" dedi.
Bilal'in bu açıklaması üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"İşte bu iki şey sebebiyle (cennete girmede benden evvel davranmış olmalısın)" buyurdular."
Tirmizi, Menâkıb, (3690).
4344 - Amr İbnu'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
sordum:
"(Ey Allah'ın Resulü!) İnsanların hangisi size daha sevgilidir?"
"Aişe!" buyurdular.
"Ya erkeklerden?" dedim.
"Babası!" buyurdular.
"Sonra kim?" dedim.
"Ömer!" buyurdular ve başka bazı erkekler saydılar."
Buhari, Meğazi 63; Müslim, Fezailu's-Sahabe 8, (2384); Tirmizi, Menakıb, (3879).
4345 - Usame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanında oturuyordum. Ali ve Abbas radıyallahu anhümâ gelip (huzuruna girmek için) izin
istediler. Aleyhissalatu vesselâm:
"Ne getirdiler biliyor musun?" buyurdular.
"Hayır, bilmiyorum!" dedim.
"Ama ben biliyorum, onlara izin ver!" buyurdular. (İçeri aldım), onlar da girdiler.
"Ey Allah'ın Resûlü! Ehlinden hangisi sana daha sevgili? Sormaya geldik!" dediler.
Aleyhissalatu vesselam:
"Fatıma Bintu Muhammed" buyurdular.
"(Kan bağı) olan ailenden kimi sevdiğinizi sormuyoruz. (Yakınlarından kimi sevdiğini)
soruyoruz" dediler.
"Ehlimin bana en sevgili olanı, kendisine (hidayet ederek) Allah'ın nimetlendirdiği, (azad edip
evlat edinmemle de) kendimin ikram etmiş olduğu kimsedir!" buyurdu ve Üsâme İbnu Zeyd
radıyallahu anhümâ'yı zikretti.
"Pekalâ sonra kim?" dediler.
"Sonra Ali İbnu Ebi Talib!" buyurdular. Bunun üzerine amcası Abbas radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resûlü! Amcanı en sona bıraktın!" dedi.
"Ali hicrette senden önce davrandı!" cevabını verdiler."
Tirmizi, Menakıb, (3821).
4346 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
zamanında insanları derecelendirir ve şöyle sıralardık: (Ümmet-i Muhammed'in, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan sonra en efdali) Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, (Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bu sıralamayı işitir) bize itiraz etmezdi (Radıyallahu anhüm ecmain)."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 4, 7; Ebu Davud, Sünnet 8, (4627, 4628); Tirmizi, Menakıb, (3707).
4347 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Üseyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr
radıyallahu anhüma karanlık bir gecede Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idiler.
(Sohbet bitince) yanından ayrıldılar. Derken önlerinde iki nur peydah oldu. Yolları ayrıldığı
zaman her birinin bir nûru vardı."
Buhari, Mesâ'ıd 78, Menakıb 28, Menakıbu'l-Ensar 13.
EBU BEKR SIDDİK Radıyallahu Anh
4348 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ebu Bekr Radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girmişti. Aleyhissalatu vesselam:
"Müjde. (Ey Ebu Bekr!) Sen Allah'ın ateşten azad ettiği kimsesin!"
buyurdular. İşte o günden itibaren Hz. Ebu Bekr, Atik (azadlı) diye isimlendirildi."
Tirmizi, Menakıb, (3679).
4349 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cebrail aleyhisselâm yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet
kapısını gösterdi."
Hz. Ebu Bekr atılıp:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, ta ki ona ben de
bakayım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Ebu Bekr, ümmetimden cennete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!" karşılığında
bulundular."
Ebu Davud, Sünnet 9, (4652).
4350 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Nezdimizde bir eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle
veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü, onun
nezdimizde yardım varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu
Bekr'in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Benim müslüman olmasını teklif ettiğim
herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden
kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr'i dost edinirdim.
Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâla'nın dostu (halilullah'tır)."
Tirmizi, Menakıb, (3662).
4351 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) halka
hitap ederek buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri bir kulunu, dünya ile nezdindekini tercihte muhayyer bıraktı. O kul,
Allah'ın nezdindekini tercih etti."
Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı. Biz, Aleyhissalatu vesselam'ın, Allah
tarafından muhayyer bırakılan bir kul hakkında verdiği haber sebebiyle onun ağlamasına
hayret ettik. Meğer, muhayyer bırakılan o kul Aleyhissalatu vesselam'ın kendisi imiş. Meğer
bunu en iyi anlayan da aramızda Ebu Bekr imiş.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sohbetiyle olsun malıyla olsun bana en
ziyade ikramda bulunan Ebu Bekr'dir. Eğer, ben Rabbimden başkasını halil (dost) tutacak
olsaydım, mutlaka Ebu Bekr'i halil edinirdim. (Allah arkadaşınızı kendine halil kıldı). Ancak
(aramızda) İslam kardeşliği ve İslam muhabbeti var ((bu) efdaldir).
Mescide açılan (hususi) hiçbir kapı bbırakılmayıp, hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr'in
kapısı açık bırakılacak."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 3, Menakıbu'l-Ensar 45, Mesacid 80; Müslim, Fezailu's-Sahabe 2,
(2382); Tirmizi, Menakıb, (3661).
4352 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanında oturuyordum. Derken, Ebu Bekr radıyallahu anh elbisesinin eteğini tutarak çıkageldi.
Öyle ki, dizleri açılmış durumdaydı. Aleyhissalatu vesselam (onu bu halde görür görmez):
"Arkadaşınız biriyle çekişmiş olmalı!" buyurdular. Ebu Bekr selam verdi ve:
"(Ey Allah'ın Rasûlü!) Benimle İbnu'l-Hattab arasında bir şey (tatsızlık) oldu. Üzerine
yürüdüm, sonra da pişman oldum. Beni affetmesini taleb ettim, kabul etmedi. Bunun üzerine
sana geldim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
"Ey Ebu Bekr! Allah sana mağfiret etsin!" buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Sonra da Ömer
radıyallahu anh, davranışından pişman oldu. Ebu bekr radıyallahu anh'ın evine gitti ve:
"Ebu Bekr evde mi?" diye sordu. "Hayır!" cevabını alınca, o da doğru Aleyhissalatu
vesselâm'ın yanına geldi ve selam verdi: Aleyhissalatu vesselam'ın yüzü (öfkeden) renk renk
olmaya başladı. Bu hal, Hz. Ebu Bekr radıyallah'ı korkuttu. derhal diz çökerek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bu meselede (hata benim), ben zulmettim!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam (hepimize):
"Allah beni size (peygamber olarak) gönderdi. Size tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: "Sen
yalancısın" dediniz. Ebu Bekr ise: "Doğru söyledin" dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı
oldu. Siz arkadaşımı bana bırakırsınız değil mi?" buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü
tekrar ettiler."
Ebu'd-Derda der ki: "Bundan sonra, (Resûlullah'ın hatırı için) Ebu Bekr'e hiç eziyet edilmedi."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 5, Tefsir, A'raf 3.
4353 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
hastalığı şiddetlenince, kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu:
"Ebu Bekr'e söyleyin, halka namazı o kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha:
"Ebu bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olsa (dayanamayıp ağlar
ve ağlamaktan halka kıraati duyuramaz, (namaz kıldırma işini) Ömer'e emretseniz!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam yine: "Ebu Bekr'e söyleyin, namazı kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe
önceki sözünü tekrar etti. Aleyhissalatu vesselam: "Ona (Ebu Bekr'e) emredin, namazı
kıldırsın!" dedi ve:
"Siz (kadınlar) kendi kafanıza göre düzende Hz. Yusuf'un kadın arkadaşları gibisiniz!" diye
söylendi."
Buhari, Ezan 46.
4354 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı vefata götüren
hastalığı şiddetlendiği zaman, halka namazı Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırıyordu.
Pazartesi günü, cemaat saf olmuş halde namaza durduğu sırada Aleyhissalatu vesselam
hücresinin perdesini açtı, ayakta olduğu halde bize bakıyordu. Yüzü sanki bir mushaf yaprağı
gibi (uçuk) idi. Sonra tebessüm ederek güldü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı (böyle)
görmenin sevinciyle namazı bozayazdık. Hz. Ebu Bekr derhal safta namaz kılmak üzere geri
çekildi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm7ın namaza geldiğini zannetmişti. Ancak
Aleyhissalatu vesselam, bize işaret ederek namazı tamamlamamızı söyledi ve perdeyi indirdi.
O gün vefat etti."
Buhari, Ezan 46, 94, Amel fi's-Salat 6, Meğazi 83; Müslim, Salat 98; Nesai, Cenaiz 7, (7, 4).
4355 - Urve rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer'e müşriklerin Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a yaptıkları kötülüklerin en fenası hangisi idi?" diye sordum. Şunu
anlattı:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz kılarken Ukbe İbnu Ebi Mu'ayt'ın kendisine
gelerek ridasını boynuna geçirip şiddetli şekilde boğduğunu gördüm. O sırada Ebu Bekr
radıyallahu anh gelerek onu itti ve:
"Sen, Rabbim Allah'dır dediği için mi bir adamı öldürmek istiyorsun? O size Rabbinizden
açık hükümler getirdi!" dedi."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 5, Menakibu'l-ensar 29, Tefsir, Mü'min 1.
4356 - Süfyan rahimehullah dedi ki: "Kim, Hz. Ali'nin imamete, Hz. Ebu Bekr ve Hz.
Ömer'den daha çok hak sahibi olduğu kuruntusuna düşerse, Hz. Ebu Bekr'i, Hz. Ömer'i,
Muhacirleri ve Ensarları toptan hatakârlıkla itham etmiş olur. Bu bozuk akidesiyle onun
amelinin semaya yükseleceğini zannetmiyorum."
Ebu Davud, Sünnet 8, (4630).
HZ. ÖMER'İN FAZİLETİ
4357 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Ebu Bekr'e:
"(Ey Ebu Bekr!) Allah'ın Rasulü Muhammed aleyhissalatu vesselam'dan sonra insanların en
hayırlısı" diye hitab etmişti. Hz. Ebu Bekr:
"Sen böyle söylersen ben (de sana) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğimi
söyleyeceğim. Demişti ki: "Güneş, Ömer'den daha hayırlı bir kimse üzerine doğup batmadı."
Tirmizi, Menakıb, (3685).
4358 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua
etmişti: "Allahım, İslâm'ı şu iki şahıstan sana en sevgili olanla aziz kıl: Ebu Cehil ile veya
Ömer İbnu'l-Hattab ile. Bunlardan Allah'a daha sevgili olanı Ömer'di."
Tirmizi, Menakıb, (3682).
4359 - Yine İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri, hakkı, Hz. Ömer'in diline ve kalbine koydu." İbnu Ömer der ki:
"Halkın başına ne zaman bir iş gelmiş, (o hususta) Ömer bir şey demiş, halk da başka bir şey
demiş ise mutlaka Ömer radıyallahu anh'ın dediği üzere Kur'ân'dan bir vahiy gelmiştir."
Tirmizi, Menakıb, (3683); Ebu Davud, Harac 18, (2962).
4360 - Salim, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Dedi ki: "Ben Ömer radıyallahu anh'ın
bir şey için: "Zannederim ki bu şöyledir" deyip de dediği gibi olmadığını hiç görmedim.
(Nitekim bir gün), Ömer otururken güzel bir adam yanından geçti. Ömer: "Zannımda
yanıldım." Veya:
"Bu adam cahiliye devrindeki dini üzere devam etmektedir." Veya:
"Bu, cahiliyede kavminin kâhiniydi!" dedi ve: "Şu adamı bana çağırın!" buyurdu. Adam
çağrıldı. Ömer:
"Zannımda yanıldım veya sen cahiliye devrindeki dinin üzeresin! veya cahiliyede sen onların
kâhini idin!" diyerek hakkındaki tereddütlerini dile getirdi. Adam:
"Bugünkü gibi bir gün görmedim (yani bugün gördüğüm şeyi hiç görmedim). Bugün
müslüman bir kimse (olmayacak şekilde) karşılandı" dedi. Hz. Ömer: "Sana yemin
veriyorum, benim istediklerimi doğru olarak söyleyeceksin!" buyurdu. Adam:
"Cahiliye devrinde ben onların kâhinleri idim!" dedi. Ömer ona:
"Dişi cinninin sana getirdiği haberlerin en acayibi hangisi idi?" dedi. Adam: "Bir gün ben
çarşıda iken, bana dişi cin geldi. Ondaki korkuyu biliyorum. Dedi ki: "Sen cinni ve onun
ye'sini ve başı üzerine devrilmesinden (yani kulak hırsızlığından men olarak haber
alamayışından) sonraki ümidsizliğini ve sırtlarına ince çullar konulmuş genç develerle
yetişilip yakalamasını görmedin mi?"
Ömer şöyle dedi: "Doğru söyledi. Ben onların putlarının dibinde uyurken, bir adam bir buzağı
ile geldi ve kesti. O zaman ona birisi öyle bir bağırdı ki, bu kadar yüksek sesle bağıran birisini
hiç işitmemiştim. Şöyle diyordu:
"Ey celih (ey düşmanlığını açığa vuran kimse)! Emrun necih (zafer bulmuş bir iş), recülün
fasih (fasih konuşan bir adam) var. Senden başka ilah yoktur diyor!"
Oradaki cemaat o adama doğru sıçradılar.
(Hz. Ömer devamla dedi ki): "Ben bunu görünce kendi kendime: "Ben bu işin arkasında ne
olduğunu anlayıncaya kadar buradan ayrılmayacağım!" dedim. Sonra o zat yine bağırdı:
"Ey celih, emrun necih, recülün fasih (Ey düşmanlığnı açığa vuran kimse! Muvaffak olacak
bir iş, fasih konuşan bir adam (var)! Lâilahe illallah! diyor!" Ben kalktım. Aradan çok
geçmeden "Bir peygamber (çıktı)" dendi."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 35.
4361 - Hz. Ömer radıyallahu anh demiştir ki: "Üç şeyde Rabbime muvafakat ettim:
- (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a:) "Ey Allah'ın Resulü! Makâm-ı İbrahim'de bir namaz
yeri edinsen!" dedim, arkadan "İbrahim'in makamını namazgâh edinin" (Bakara 125) ayeti
nazil oldu."
- "(Bir gün) "Ey Allah'ın Rasûlü! Huzurunuza iyiler de facirler de giriyor. Emretseniz de
ümmühâtu'l-mü'minin örtünseler!" dedim. Bunun üzerine hicab (örtünme) ayeti nazil oldu."
- "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hanımları kıskançlıkta birleştiler. Ben de: "O sizi
boşarsa Allah O'na sizden hayırlısını verir" demiştim, bunun üzerine şu ayet indi. (Mealen):
"Rabbi O'na sizden daha hayırlı olan, Allah'a teslim olmuş, iman etmiş, ibadet ve itaatte sebat
eden, günahlarından tevbe eden, allah'a kullukta bulunan, orucunu tutan hanımlar nasib eder
ki, onlardan dul olanı da bâkire olanı da bulunur" (Tahrim 5).
Buhari, Talak 32, Tefsir, Bakara 9, Ahzab 8, Tahrim 1; Müslim, Fezailu's-sahabe 24, (2339).
HZ. ÖMER'LE HZ. EBU BEKR ARASINDA MÜŞTEREK HADİSLER
4362 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir çoban sürüsünü otlatırken, bir kurt koşarak gelip, sürüden bir koyun kapar. Çoban kurdun
peşine düşer ve koyunu ondan kurtarır. Ancak kurt, çobana dönüp bakar ve: "Bu koyunlara
yırtıcı gününde, onlara benden başka çobanın olmadığı günde kim bakacak?" der.
Halk bunun üzerine: "Sübhanallah! Kurt konuşur mu?" diye hayrete düşerler. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm (onların bu tereddütleri üzerine):
"Buna ben inanıyorum, Ebu Bekr ve Ömer de inanıyor" der. Halbuki o sırada Ebu Bekr ve
Ömer orada değillerdi."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 8, Hars 4, Enbiya 50; Müslim, Fezailu's-Sahabe 13, (2388); Tirmizi,
Menakıb, (3681, 3696).
4363 - Müslim'in bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir adam bir ineği sevkederken üzerine bindi. İnek adama bakıp dile geldi ve: "Ben bunun
için yaratılmadım, ben ziraat için yaratıldım" dedi. Halk, hayret ve korku ile:
"Sübhanallah, konuşan bir inek ha!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben (onun konuşmasına) inanıyorum. Ebu Bekr ve Ömer de inanıyorlar, (radıyallahu
anhüma)" buyurdular."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 13, (2388).
4364 - Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Yüksek derece sahiplerini onların altında olanlar görür. Tıpkı sizin, semânın ufkunda doğan
yıldızı görmeniz gibi. Ebu Bekr ve Ömer (radıyallahu anhüma) onlardandır (yüksek derece
sahiplerindendir) ve daha da ileridirler."
bu Davud, Huruf ve'l-Kıraat, (3987); Tirmizi, Menakıb, (3659).
4365 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. Ömer ve
Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhüma için:
"Bu ikisi var ya, bunlar, öncekiler ve sonrakilerden cennetlik olan kühûlün efendisidirler."
Tirmizi, Menakıb, (3366).
4366 - Hz. Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Benden sonra şu ikiye iktida edin: Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhümâ."
Tirmizi, Menakıb. (3663, 3664).
4367 - Muhammed İbnu'l-Nanefiyye anlatıyor: "Babam radıyallahu anh'a dedim ki:
"Babacığım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan sonra insanların hangisi hayırlıdır?"
"Ebu bekr!" dedi.
"Sonra kim?" dedim.
"Ömer!" dedi.
Ben: "Sonra kim?" diye sormaya devam edip "Osman!" cevabını almaktan korktum da:
"Sonra sen!" deyiverdim. Ama babam:
"Ben mi? Ben sıradan bir müslümanım" dedi."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 5; Ebu Davud, Sünnet 8, (4629).
HZ. OSMAN RADIYALLAHU ANH
4368 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girmek üzere izin istedi. Bu sırada Aleyhissalatu vesselam
yatağı üzerinde yatmakta idi. Üzerinde benim bürgüm vardı. Resûlullah halini bozmadan izin
verdi. (Konuştular), meselelerini hallettiler. Hz. Ebu Bekr gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer
girmek için izin istedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm aynı halini hiç değiştirmeden ona da
izin verdi. Ömer'in ihtiyacını da gördü. Sonra o da gitti.
Bir müddet sonra Osman izin istedi. Bu sefer Aleyhissalatu vesselam yatağında doğrulup
oturdu. Üstünü başını düzeltti. Bana da: "Elbiseni üzerine topla!" emretti. Ve ona da girmesi
için izin verdi. Onun da ihtiyacını gördü. Osman da gitti.
O gidince ben dayanamayıp: "Ey Allah'ın Resûlü! Ebu Bekir ve Ömer gelince istifini
bozmadığın halde Osman gelince kendine çekidüzen verdin. Sebebi nedir?" diye sordum.
Dedi ki:
"Osman çok utangaç birisidir. Ben istifimi hiç bozmadan eski halimde iken içeri aldığım
takdirde arzusunu açmadan gideceğinden korktum."
Bir rivayette: "Kendisinden meleklerin haya duydukları bir kimseden ben haya duymayayım
mı?" demiştir.
Müslim, Fezailu's-Sahabe 36, (4201).
4369 - Osman İbnu Abdillah İbnu Mevhib anlatıyor: "Mısır, ehlinden biri geldi, hacc yapmak
istiyordu. Oturan bir grup gördü ve:
"Bunlar da kim?" dedi.
"Kureyşliler!" denildi.
"Aralarındaki yaşlı zat da kim?" dedi.
"Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)" denildi. (Abdullah'a yaklaşarak:)
"Sana bir şey soracağım, bana ondan haber ver. Hz. Osman Uhud günü (savaş meydanından)
kaçmış mıydı, biliyor musun?" diye sordu. O da: "Evet!" dedi.
"Onun Bedir'de kaybolduğunu ve savaşta hazır bulunmadığını da biliyor musun?" diye sordu.
"Evet!" dedi. Adam bu cevap üzerine:
"Allahuekber!" deyip döndü. Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh:
"Gel!" dedi, sana açıklayayım: "Uhud'daki firarına gelince: Şehadet ederim ki, Allah onu
affetti, mağfirette bulundu. Nitekim Allah Teâla Hazretleri, haklarında şu ayeti indirdi:
"Muhakkak ki iki ordunun karşılaştığı günde içinizden geri dönen kimseleri, Resûlullah'ın
emrine muhalefet gibi hareketleriyle kazandıkları bazı günahlar yüzünden şeytan kaydırmak
istedi. Fakat gerçekten Allah onların günahlarını bağışladı..." (Al-i İmran 155). Bedir'deki
kayboluşuna gelince: Onun nikahı altında Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kerimeleri
Rukiyye radıyallahu anha vardı ve hasta idi. Aleyhissalatu vesselam kendisine: "Rukiyye ile
kal. Sana Bedr'e katılan bir kimsenin sevabı ve (ganimetten alacağı) pay var!" buyurdu. (O da
bu istek üzerine kaldı). Bey'atu'r-Rıdvan'daki kayboluşuna gelince: Eğer Batn-ı Mekke'de
ondan daha aziz biri olsaydı, (Resulullah), yerine onu gönderecekti. Aleyhissalatu vesselam,
Mekke'ye onu gönderdi. Bey'atu'r-Rıdvan, Osman radıyallahu anh Mekke'ye gittikten sonra
akdedildi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Bey'at akdi sırasında sağ elini sol eli üzerine
koyarak: "Bu da Osman yerine!" buyurdular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sol elinin
Osman için hayrı, onların sağ elinin, kendileri için olan hayrından fazla idi.
Sonra İbnu Ömer radıyallahu anh, adama:
"Haydi şimdi bu (anlattıklarımı) beraberinde götür!" dedi."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 7, Humus 14, Meğazi 19; Tirmizi, Menakıb, (3709).
4370 - Abdurrahman İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Osman radıyallahu anh
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a ceyşü'l-Usre'yi (Tebük'e gidecek orduyu) techiz ettiği
sırada bin dinar getirdi ve Resulullah'ın kucağına döktü. Aleyhissalatu vesselam, parayı
kucağında (eliyle karıştırıp) altüst etti ve şöyle dedi:
"Bugünden sonra Osman'a, (her ne) yapsa zarar vermeyecektir!" Ve bu sözü iki sefer tekrar
etti."
Tirmizi, Menakıb, (3702).
4371 - Abdurrahman İbnu Habbab radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ceyşü'l-Usre'yi techiz ederken şahid oldum. Osman İbnu Affan radıyallahu anh kaltı
ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedi, yüz deve çuluyla, semeriyle Allah rızası için (bağış olarak)
bendendir!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ordu için bağış yapmaya tekrar teşvikte bulundu. Osman
yine kalkıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Çuluyla semeriyle ikiyüz deve Allah rızası için bendendir!" dedi. Sonra
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ordu için bağışta bulunmaya yine teşvikte bulundu. Osman
tekrar kalktı ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedi. Benden üçyüz deve çuluyla, semeriyle Allah rızası için
bağışımdır!"
Abdurrahman der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı minberden inerken gördüm, hem
iniyor, hem de:
"Bu hayırdan sonra, Osman'ın yapacağı (kötü amel) aleyhine olmaz!"
diyordu."
Tirmizi, Menakıb, (3701).
HZ. ALİ İBNU EBİ TALİB
4372 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
pazartesi günü gönderildi. Hz. Ali radıyallahu anh da salı günü namaz kıldı."
Tirmizi, Menakıb. (3730).
4373 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Ashabının arasını kardeşlemişti. Hz. Ali radıyallahu anh yanına geldi ve:
"Ashabınızın arasını birbirleriyle kardeşlediniz, ama beni kimseyle kardeşlemediniz!" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsin!" buyurdular."
Tirmizi, Menakıb, (3722).
4374 - Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
buyurdular: "Ben kimin dostu (mevlası) isem, Ali de onun dostudur."
Tirmizi, Menakıb, (3714).
4375 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Tebük seferine çıkınca Hz. Ali'yi geride (Medine'de) bırakmıştı.
"Ey Allah'ın Resûlü, siz beni çocukların ve kadınların arasında mı bırakıyorsunuz?" dedi
(kalmak istemedi). Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Sen, Hz. Harun'un, Hz. Musa yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin?
Şu farkla ki, benden sonra peygamber yok!" buyurdular."
Buhari, Megazi 78, Fezailu'l-Ashab 9; Müslim, Fezailu'l-Ashab, 31, (2404); Tirmizi,
Menakıb, (3731).
4376 - Müslim ve Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Hayber günü buyurdular ki:
"Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, O, Allah'ı ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü
de onu sever."
Ravi devamla der ki: "Bu söz üzerine (beni mi seçer ümidiyle, Aleyhissalatu vesselam'a
görünmek için) boyunlarını uzattılar. Ama o:
"Bana Ali radıyallahu anh'ı çağırın!" buyurdular. Ali getirildi ama gözlerinden rahatsız idi.
Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah Teâla Hazretleri onun eliyle fethi
müyesser kıldı."
Ravi devamla der ki: "Şu ayet indiği zaman "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım..."
(Al-i İmran 61) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hemen Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve
Hüseyin'i (radıyallahu anhüm ecmain) çağırdı ve:
"Allahım, bunlar benim ailemdir!" buyurdu."
Müslim, Fezailu'l-Ashab 32, (2404); Tirmizi, Menakıb, (3726).
4377 - Zirr İbnu Hubeyş rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh'ın şöyle söylediğini
işittim: "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmi
peygamberim aleyhissalatu vesselam, bana şu hususu garantiledi: Beni mü'min olan sevecek,
münafık olan da bana buğzedecektir."
Müslim, İman 131, (78); Tirmizi, Menakıb, (3737); Nesai, İman 20, (8, 117).
4378 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Tâif günü Hz.
Ali radıyallahu anh'ı çağırdı ve onunla hususi konuşma yaptı. (Bu görüşme o kadar uzadı ki)
halk: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm amcasının oğluyla görüşmesini uzattı" dedi.
(Resûlullah bunu işitince):
"Onunla hususi görüşmeyi ben (kendi arzumla) yapmadım. Allah'ın arzusu ve emri ile
Resûlü) yaptı" açıklamasında bulundu."
Tirmizi, Menakıb, (3728).
4379 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Berâet (Tevbe)
sûresini, (Arafat'ta hacılara tebliğ edilmek üzere) Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'la
göndermişti. Sonra onu çağırarak:
"Bunun, ehlimden olmayan bir kimse ile tebliğ edilmesi muvafık değil!" buyurdu. Hz. Ali
radıyallahu anh'ı çağırarak sureyi, (Arafat'ta okuması için) ona verdi."
Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3089).
TALHA İBNU UBEYDULLAH RADIYALLAHU ANH
4380 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Yeryüzünde (iki ayak üzerinde) yürüyen bir şehid görmek isteyen Talha İbnu Ubeydullah
radıyallahu anh'a baksın."
Tirmizi, Menakıb.
4381 - Kays İbnu Ebi Hazım radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Telha İbnu Ubeydullah
radıyallahu anh'ın, Uhud'da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı himaye ettiği elini kurumuş
gördüm."
Tirmizi, Fezailu'l-Ashab 14.
ZÜBEYR İBNU'L-AVVÂM RADIYALLAHU ANH
4382 - Hz. Cabir anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim ise Zübeyr İbnu'l-Avvam'dır,
radıyallahu anh."
Buhari, Fezailu Ashab 13, Cihad 40, 41, 135, Meğazi 29, Haber-i Vahid 2; Müslim, Fezailu's-
Sahabe 48, (2415); Tirmizi, Menakıb, (3746).
SA'D İBNU EBİ VAKKÂS RADIYALLAHU ANH
4383 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Sa'd radıyallahu
anh'tan başka kimseye "Annem babam sana fedâ olsun" dediğini işitmedim. Uhud Savaşında:
"Ey Sa'd (okunu) at! Annem ve babam sana feda olsun!" dediğini duydum."
Buhari, Meğazi 18, Cihad 80, Edeb 103; Müslim, Fezailu's-Sahabe 41, (2411); Tirmizi,
Menakıb, (3756).
SAİD İBNU ZEYD RADIYALLAHU ANH
4384 - Kays İbnu Hazım anlatıyor: "Said İbnu Zeyd radıyallahu anh'ı dinledim, diyordu ki:
"Vallahi ben şu halimi hatırlıyorum: "Allah'a yemin olsun, Ömer İslam'a girmezden önce,
beni ve kızkardeşini müslüman olduk diye bağlamıştı. Eğer Osman'a yaptığnız (öldürme
işin)den dolayı Uhud dağı yerinden gitse, gitmede haklı idi."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 34, İkrah 1.
ABDURRAHMAN İBNU AVF RADIYALLAHU ANH
4385 - Hz. Aişe rudıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
hanımlarına:
"Ölümümden sonra beni üzecek şeylerden biri de sizin meselenizdir. Size ancak sıddik (Hz.
Aişe der ki yani mutasaddık) ve sabırlılar tahammül edebilir" der.
Hz. Aişe devamla, Ebu Seleme İbnu Abdirrahman'a dedi ki: "Allah senin babana cennetin
selsebil çeşmesinden içirsin."
İbnu Avf, Ümmühatu'l-mü'minin'e tasadduk edenlerdendi, kırkbin dirheme satılan bir bahçe
tasadduk etmiş idi.
Tirmizi, Menakıb, (3750).
EBU UBEYDE İBNU'L-CERRAH RADIYALLAHU ANH
4386 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her ümmetin bir emini vardır. Bizim eminimiz, ey ümmet, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah
radıyallahu anh'tır."
4387 - Müslim'in bir rivayetinde: "Yemenliler Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Bizimle
birlikte birisini gönder de bize sünneti ve İslam'ı öğretsin!" dediler. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam Ebu Ubeyde İbnu'l-cerrah radıyallahu anh'ın elinden tutup:
"İşte bu, bu ümmetin eminidir!" buyurdu."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 21, Megazi 72; Müslim, Fezailu'l-ashab 53, 54. (2419).
ABBAS İBNU ABDİLMUTTALİB RADIYALLAHU ANH
4388 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim amcama eziyet verirse mutlaka bana eziyet vermiştir. Şurası muhakkak ki; kişinin
amcası babası yerindedir."
Tirmizi, Menakıb, 3764.
4389 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Abbas
radıyallahu anh'a dedi ki:
"Ey amcam, pazartesi sabahı bana sen ve oğlun beraber gelin size dua edivereyim. Allah bu
dua bereketine, sana da oğluna da hayırlar halketsin!"
İbnu Abbas devamla der ki: "Abbas gitti, biz de beraberinde gittik. (Resûlullah) hepimize bir
kisâ örttü; sonra da şöyle dua buyurdu:
"Allahım! Abbâs'ı ve oğlunu mağfiretine erdir, öyle bir mağfiret ki zâhiri bâtıni bütün
günahlarına ulaşıp temizlesin, hiçbir günah hariç kılmasın. Allahım, ona çocuğu sebebiyle
ikram et."
Tirmizi, Menakıb, (3766).
Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetti: "Hilafeti onun neslinde baki kıl."
HZ. CAFER İBNU EBİ TALİB RADIYALLAHU ANH
4390 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Horasan'dan siyah bayraklar çıkacak. Bu bayrakları hiçbir şey geri çeviremeyecek ve
mutlaka İlya'ya (Kudüs şehrine) dikilecek."
Tirmizi, Fiten 79, (2270).
4391 - Berâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ca'fer İbnu Ebi
Talib radıyallahu anh'a dedi ki: "sen bana hem huy ve hem de yaratılış yönüyle benziyorsun."
Buhari, Megazi 43; Müslim, Cihad 90, (1783); Tirmizi, Menakıb, (3769).
HZ. HASAN VE HÜSEYİN RADIYALLAHU ANHÜMA
4392 - Hz. Berâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı gördüm, Hz.
Hasan'ı omuzunda taşıyor ve de:
"Allahım, ben bunu seviyorum, onu sen de sev!" diyordu."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 22; Müslim, Fezailu's-Sahabe 58, 59, (2422); Tirmizi, Menakıb,
(3784).
4393 - Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz.
Hasan ve Hüseyin'e bakıp: "Allahım, ben bunları seviyorum, sen de sev!" buyurdu."
Tirmizi, Menakıb, (3784).
4394 - Ukbe İbnu'l-Haris radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh (bir gün)
ikindi namazını kıldı, sonra beraberinde Hz. Ali radıyallahu anh olduğu halde yürümeye
başladı. Yolda Hz. Hasan'ı çocuklarla oynuyor gördü. Omuzuna alıp:
"Babam feda olsun! ali'ye değil, Resûlullah'a benziyor!" buyurdu. Hz. Ali de gülüyordu."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 22.
4395 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a "ehl-i
Beyti'nden hangisini en çok seviyorsun?" diye sorulmuştu.
"Hasan ve Hüseyin!" diye cevap verdi. Hz. Fatıma radıyallahu anha'ya:
"Benim oğullarımı bana çağır!" emreder, onları getirip koklar, kucaklardı."
Tirmizi, Menakıb, (3774).
4396 - Ya'lâ İbnu Mürre anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Allah Hüseyin'i seveni sever. Hüseyin "esbat" tan
biridir."
Tirmizi, Menakıb, (3777); İbnu Mace, Mukaddime, (144).
4397 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hasan ve Hüseyin, cennet ehlinin iki gencidir."
Tirmizi, Menakıb, (3778).
4398 - Abdullah İbnu Şeddad, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: Der ki: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm iki akşam namazının (yani akşam ve yatsının) birinde yanımıza geldi.
Hasan veya Hüseyin'den birini taşıyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öne geçip çocuğu
yere bıraktı. Sonra tekbir getirip namaza durdu. Sonra namaz sırasında uzunca bir secde
yaptı."
Babam devamla dedi ki: "(Secde çok uzadığı için) başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim!
Secdede olan Resûlullah'ın sırtına çocuk binmiş duruyor. Ben hemen secdeme döndüm.
Namaz bitince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a cemaatten:
"Ey Allah'ın Resûlü! Namaz sırasında öyle uzun bir secde yaptınız ki, bir hadise meydana
geldi zannettik veya sana vahiy indi zannettik!" diye soranlar oldu.
"Hayır!" dedi, "bunlardan hiçbiri olmadı. Velakin, oğlum sırtıma bindi. Ben, acele edip hevesi
geçmeden sırtımdan indirmeyi uygun bulmadım (kendisi ininceye kadar bekledim)."
Nesai, İftitah 83, (2, 229, 230).
4399 - Ensar'dan bir kadın Selma radıyallahu anha anlatıyor: "Ümmü Seleme'nin yanına
girdim, ağlıyordu.
"Niye ağlıyorsun!" diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Şimdi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı rüyamda gördüm. Başında ve sakallarında toprak
vardı. "Neyiniz var, Ey Allah'ın Resûlü?" dedim, "Az önce Hüseyin'in öldürüldüğüne şahid
oldum" buyurdu."
Tirmizi, Menakıb, (3774).
4400 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ubeydullah İbnu Ziyad'a Hz. Hüseyin radıyallahu
anh'ın başı getirildi. Elindeki çubuğun ucuyla burnuna dürtüyor ve:
"Bu kadar güzelini de hiç görmedim!" diyordu. Ben de:
"O, (Âl-i Beyt arasında) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a en çok benzeyeni idi" dedim."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 22; Tirmizi, Menakıb, (3780).
4401 - Ammar İbnu Umayr rahimehullah anlatıyor: "Ubeydullah İbnu Ziyad ve arkadaşlarının
kellesi geldikçe Küfe'nin Rahâbe mahallesinin mescidinde üst üste dizildi. (Seyirci
kalabalığa) ben de yaklaştım.
"Geldi! Geldi!" diyorlardı. (Ne idi bu gelen? Merak edip daha da yaklaştım). Meğerse bir
yılanmış. (Nerden geldiyse) gelmiş, kelleler arasına girip (kayboluyor, tekrar) çıkıyordu.
Derken Ubeydullah İbnu Ziyad'ın burun deliğine girdi ve orada bir müddet kaldı. Sonra çıkıp
gitti ve kayboldu. Biraz sonra kalabalık tekrar bağırmaya başladı:
"Yine geldi! Yine geldi!"
Bu hal iki veya üç kere tekerrür etti."
Tirmizi, Menakıb, (3782).
ZEYD İBNU HÂRİSE VE OĞLU ÜSÂME RADIYALLAHU ANHÜMA
4402 - İbnu Ömer radıyallahu anlüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm askeri bir
sefer hazırlamış, askerlerin başına da Üsame İbnu zeyd'i komutan yapmıştı. (Üsame siyahi bir
azadlının oğlu olması hasebiyle) onun komutanlığından memnun kalmayan bazı kimseler
dedikodu yaptılar. (Söylenen yersiz sözler kulağına ulaşmış olan) Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm:
"Onun komutanlığı hususunda dedikodu yapan sizler, aynı dedikoduyu daha önce babasının
komutanlığı için de yapmıştınız. Allah'a yemin olsun! O komutanlığa layık idi. Ve o, bana,
insanların en sevgililerindendi. Bu da, bana, ondan sonra insanların en sevgili olanlarındandır"
buyurdu."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 17, Meğazi 42, 87, Eyman 2, Ahkam 33; Müslim, Fezailu's-Sahabe
63, (2426); Tirmizi, Menakıb, (3819).
4403 - Yine İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ömer radıyallahu anh, Üsame İbnu
Zeyd'e (fey'den) üçbinbeşyüz (dirhemlik) pay ayırmıştı. Bana ise üçbin (dirhemlik) pay verdi.
"Niye Üsâme'yi benden üstün tuttun? Vallehi hiçbir savaşta benden ileri geçmiş değil (yani
ben de onun katıldığı her savaşa katıldım) dedim. Bana şu cevabı verdi:
"Ey oğulcuğum! Zeyd radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nezdinde babandan
daha sevgili idi. Üsame radıyallahu anh da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a senden daha
sevgilidir. Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sevgisini kendi sevgime tercih ettim."
Tirmizi, Menakıb, (3815).
AMMÂR İBNU YASİR RADIYALLAHU ANH
4404 - Hz. Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Ammar radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girmek için izin istedi.
"Ona müsaade edin, girsin!" buyurdular. Ammar girince de:
"Tayyib ve mutayyeb Ammar'a merhaba!" diyerek selamladılar."
Tirmizi, Menakıb, (3799).
4405 - İkrime radıyallahu anh anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma, bana ve oğlu
Ali'ye:
"Ebu Said'e gidin, onun rivayet ettiği hadisi dinleyin!" dedi. Biz de gittik. Onu, bakımını
yapmakta olduğu bir bahçede bulduk. (Bizi görünce) ridasını alıp sarındı. Sonra bize (en
baştan) anlatmaya koyularak, mescidin inşaasını zikretmeye kadar geldi ve:
"Biz kerpiçleri tane tane taşıyorduk. Ammar radıyallahu anh ise (biri kendi, biri de Resûlullah
adın) ikişer ikişer taşıyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu gördü. Üzerindeki
toprakları çırpmaya başladı ve:
"Vay Ammâr'a! Onu bâği (âsi) bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu
ateşe çağırır!" buyurdu."
Buhari, salat 63, Cihad 17.
Buhari'nin rivayetinde "Onu bâği bir grup öldürecek" ibaresi mevcut değildir. Bu ibare Ebu
Bekr el-Berkani ve el-İsmaili'nin rivayetinde mevcuttur.)
4406 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ammar hangi meselede muhayyer bırakılmışsa mutlaka en doğrusunu seçmiştir."
Tirmizi, Menakıb, (3800).
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ammâr kıkırdaklarına kadar iman
doldurulmuştur."
Nesai, İman 17, (8, 111).
ABDULLAH İBNU MES'UD RADIYALLAHU ANH
4407 - Abdurrahman İbnu Yezid anlatıyor: "Huzeyfe radıyallahu anh'a, içiyle dışıyla, hal ve
hareketleriyle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a, en çok benzeyen şahıs kimse, onu bize
söyle de kendisinden hadis dinleyelim" diye sordum. Bize şu cevabı verdi:
"Biz içiyle dışıyla, hal ve hareketleriyle, evinin duvarlarıyla gizleninceye kadar Resûlullah'a
en çok benzeyen, İbnu Mes'ud radıyallahu anh'tan başka birisini tanımıyoruz."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 27, Edeb 70; Tirmizi, Menakıb, (3809).
4408 - Mesruk ve Şakik rahimehümallah anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh
dedi ki: "Kendisinden başka ilah olmayan Zât-ı Zülcelal'e yemin olsun. Kur'ân'dan nazil olan
her bir sûrenin nerede indiğini, her bir ayetin ne sebeple indiğini mutlaka biliyorum. Eğer
bilsem ki, bir kimse Kitabullah'ı benden daha iyi bilmektedir ve ona da deve ulaşabilmektedir,
mutlaka binip giderim."
Buhari, Fezailu'l-Kur'ân 8; Müslim, Fezailu's-Sahabe 114, (2462); Nesai, Zinet 10, (8, 134).
4409 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Yemen'den benn ve kardeşim beraber
(Medine'ye) geldik. Bir müddet kaldık. Bu esnada İbnu Mes'ud ve annesini, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına çok girip çıkmaları ve beraberliklerinin fazlalığı sebebiyle
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın aile efradından olduklarına hükmetmiştik."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 27, Meğazi 74; Müslim, Fezailu's-Sahabe 110, (2460); Tirmizi,
Menakıb, (3808).
4410 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "İman edip
güzel işler yapanlar, haramdaan sakınıp iman ederek güzel işler yaptıkları, sonra yine
haramdan kaçınmaya devam edip imanlarında sebat ettikleri, sonra da takvayı kalplerinde
iyice kökleştirip iyilikte bulundukları takdirde, onların, haram şeyleri, henüz haram
kılınmazdın önce tatmış olmalarından dolayı üzerlerine bir günah yoktur. Zira Allah iyilik
yapanları ve iyi kullukta bulunannları sever" (Maide 93) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bana: "sen bunlardan birisin" buyurdu."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 109, (2459); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3056).
EBU ZERR EL-GIFÂRİ RADIYALLAHU ANH
4411 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile karşılaşmazdan önce üç yıl ibadet ettim" demişti.
Kendisine: "(Bu ibadeti) kimin için yaptın?" diye sordular.
"Allah için!" cevabını verdi. Tekrar:
"Pekiyi nereye yönelerek yaptın?" denildi.
"Rabbim beni nereye yöneltmiş idiyse oraya!" dedi ve açıklamaya devam etti: "Akşam vakti
namaza başlıyor, gecenin sonuna kadar devam ediyordum. O zaman kendimi bir örtü gibi
atıyor, güneş tepeme yükselinceye kadar öyle kalıyordum. (Bir gün kardeşim) Üneys bana:
"benim Mekke'de görülecek bir işim var. Sen bana baş-göz ol (eksikliğimi duyurma) dedi ve
Mekke'ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi.
"Ne yaptın?" dedim.
"Mekke'de bir adama rastladım, senin (gibi farklı bir) din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini
Allah Teâla'nın gönderdiğini zannediyor" dedi.
"Halk ne diyor?" diye sordum.
"Halk mı? Halk O'na şair diyor, kâhin diyor, sâhir (sihirbaz) diyor!" dedi. Esasen Üneys
şairlerden biriydi. Tekrar sordum:
"Pekala sen ne diyorsun?"
"ben dedi, kâhinlerin sözünü işittim, bilirim. Onunki kâhin sözü değil. onun söylediklerini şiir
çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Benden sonra kimse O'na şiir diyemez.
Vallahi O doğru sözlüdür, kâhinler ise hep yalancıdırlar!" dedi. Bu açıklama üzerine ben ona:
"Öyleyse benim işlerime de sen baş-göz ol, bir de ben gidip göreyim!2 dedim."
Ebu Zerr, gerisini şöyle anlatır:
"Mekke'ye geldim. Halktan zayıf bir adam buldum. Ona: "Şu Sâbii (sapık) dediğiniz adam
nerede?" diye sormuştum. Adam, beni göstererek:
"Burada bir sabii var! Burada bir sabii var!" diye bağırmaya başladı. Derken vadi halkı kesek
ve kemiklerle üzerime hücum etti. Bayılarak yığılmış kalmışım.
Kendime gelip kalktığım zaman kırmızı bir dikili taş gibiydim. Zemzem'e kadar gittim.
Kanlarımı yıkadım, suyundan biraz içtim.
Böylece otuz gün, gece ile gündüz arası kaldım. Bu esnada zemzem suyundan başka hiçbir
taam almadım. Buna rağmen şişmanladım ve karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi
duymadım. Mekkeliler, ay ışığı olan bir gecede uyurken Beytullah'ı tavaf eden yoktu.
Onlardan sadece iki kadın, İsaf ve Naile (adındaki putlarına) dua ediyordu. Tavafları sırasında
bana kadar geldiler. (Dayanamayıp):
"Onları birbirlerine nikahlayıverin bari!" dedim. Onlar dualarından vazgeçmeyip, tavaflarını
yaparken yanıma kadar geldiler. Bu sefer:
"Onlar(a niye tapıyorsunuz)? Odundan farkları ne?" dedim. Kadınlar:
"(İmdat!) burada bir adam yok mu?" diye velvele kopararak gittiler. Tam o sırada kadınları
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ebu Bekr radıyallahu anh tepeden inerlerken karşılayıp:
"(Niye bağırdınız) başınıza ne geldi?" derler. Kadınlar (onları daha tanımadan)"
"Kâ'be ile örtüsü arasında bir sâbii (sapık) var!" derler. Onlar sorarlar:
"Size ne dedi?"
" Bize ağzı dolduran (ağza alınmaz) sözler söyledi" derler. Derken Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm geldi, Haceru'l-Esved'e istilamda bulundu, arkadaşıyla birlikte Beytullah'ı tavaf etti.
Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince, -Ebu Zerr der ki: "Aleyhissalatu vesselâm'ı İslam
selamı ile ilk selamlayan ben oldum.- "Esselâmu aleyke ya Resûlullah. (Ey Allah'ın Resûlü!
Selam üzerine olsun)!" dedim. Bana:
"Ve aleyke ve Rahmetullah. (Selam senin üzerine olsun, Allah'ın rahmeti de)!" diye mukabele
etti. Sonra:
"Sen kimlerdensin?" diye sordu.
"Gıfâr'danım!" dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimden:
"Galiba kendimi Gıfâr'a nisbet etmemden hoşlanmadı" dedim. Elinden tutmak üzere
ilerledim. Fakat arkadaşı bana mani oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp
sordu:
"Buraya ne zaman geldin?
"Otuz gündür burdayım!" dedim.
"Sana kim yiyecek verdi?" dedi.
"Zemzem suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın
kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi de duymadım!" dedim.
"Zemzem suyu mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!" buyurdu. Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben ikram edeyim!" dedi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ebu Bekr radıyallahu anh gittiler, onlarla ben de gittim.
Ebu Bekr bir kapı açtı. Taif kuru üzümünden benim için avuç avuç çıkarmaya başladı. bu,
Mekke'de yediğim ilk yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Resûlullah'a geldim.
Bana dedi ki:
"ben hurmalıklı bir yere sevkedileceğim. Burasının Yesrib olduğu kanaatindeyim. Sen
kavmine benden mesaj götür. Umarım, sayende Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve
onlar sebebiyle de sana sevap verecek."
Bundan sonra ben kardeşim Üneys'e geldim. Bana:
"Ne yaptın?" diye sordu. Ben:
"Müslüman oldum ve (Muhammed'in hak bir peygamber olduğunu) tasdik ettim" dedim.
"Ben senin dinine karşı değilim. ben de müslüman oldum ve tasdik ettim" dedi. Sonra kalkıp
annemize geldik. (Durumu anlattık) O da bize:
"Ben sizin dininize karşı değilim. ben de müslüman oldum ve tasdik ettim!" dedi. Sonra
kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfâr'a geldik. (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
mesafını getirdik. İlk anda) yarısı müslüman oldu. Eymâ İbnu Rahza el-Gıfâri müslüman
olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Diğer (müslüman olmayan) yarı:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye gelince müslüman oluruz!" dediler. Derken
Aleyhissalatu vesselam medine'ye geldi. O geri kalan yarı da müslüman oldu. Bir müddet
sonra Eslem kabilesi de gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir. Onların müslüman oldukları şey
üzere biz de müslüman oluyoruz!" dediler ve onlar da müslüman oldular. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm:
"Gıfâr'a Allah mağfiretini bol kılsın. Eslem'i de Allah selamete kavuştursun!" diyerek o iki
kabileden memnuniyetini ifade buyurdular."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 132, (2473): Metin Müslim'in metnidir.
4412 - Ebu Zerr'in Buhari'de gelen bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın bi'set (peygamber olarak gönderiliş) haberi Ebu Zerr radıyallahu anh'a ulaşınca,
kardeşi (Üneys)e:
"Devene bin! şu vadiye (Mekke'ye) git! Kendisini peygamber zanneden ve semadan haber
geldiğini söyleyen şu adam hakkında bana bilgi edin, sözlerini dinle ve bana getir!" dedi.
Kardeşi gidip, Mekke'ye vardı. Onun sözlerinden dinledi. Sonra Ebu Zerr'in yanına döndü ve
şu bilgiyi verdi:
"Onu gördüm. İnsanlara güzel ahlakı emrediyordu. (İnsanlara getirdiği) kelam da şiir değil."
"Arzuladığım kadar merakımı gideremedin!" dedi. Azık hazırladı. İçerisinde su olan
dağarcığını yüklenip yola çıktı. Mekke'ye geldi. Mescide uğrayıp Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı kolladı. Esasen O'nu tanımıyordu. Doğrudan sormayı da uygun görmedi. Böylece
birkaç gece geçirdi. Tutup (bir kuytuya) yattı. Derken Ali radıyallahu anh onu görüp, bir
yabancı olduğunu anladı. Onu görünce takip etti. Bu ikisinden hiçbiri diğerine herhangi bir
şey sormadı. Bu suretle sabaha erdiler. Sonra kırbasını ve azığını Mescid'e taşıdı. O gün de
öyle geçti ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı akşama kadar göremedi. Bunun üzerine
yattığı yere döndü. (Az sonra) Ali radıyallahu anh ona uğradı ve adama:
"Yerimi öğrenme zamanı gelmedi mi?" dedi. Böylece Ebu zerr'i kaldırdı ve beraberinde
götürdü. (Ebu Zerr onu geriden takip etti.) Birbirlerine hiçbir şey söylemediler. Üçüncü güne
ermişlerdi. O gün de aynı şekilde hareket ettiler. Ali Onu beraberinde ikamet ettirdi. Ve:
"Seni bu memlekete getiren sebebi bana söylemez misin?" diye sordu. Ebu Zerr:
"Bana yardımcı olup yol göstereceğin hususunda ahd-u misakda bulunur (kesin söz verir)sen
açıklarım!" dedi. Ali söz verdi, o da açıkladı. Ali dedi ki:
"O haktır ve Allah'ın Resûlüdür. Sabah olunca peşimi takip et. Ben, senin hakkında
korktuğum bir şey görürsem, sanki su döküyorum gibi doğrulurum. Değilse yürümeye devam
ederim. Böylece girdiğim yere sen de girinceye kadar beni takip et!"
Ali böyle yaptı. O da onu takip edip geldi. Ali, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına
girdi. O da onunla birlikte içeri daldı. Resûlullah'ın sözünü dinledi ve anında müslüman oldu.
Resûlullah kendisine:
"Hemen kavmine dön. (Gördüklerini) onlara haber ver. Emrim sana gelinceye kadar (orada
kal)" ferman etti. Ebu Zerr de:
"Nefsim elinde olan Zât'a yemin olsun, ben de haberi onlar arasında bağırarak söyleyeceğim!"
dedi. Oradan çıkıp Mescid'e geldi. Yüksek sesle:
"Eşhadu en-lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!" dedi. Halk üzerine
atılıp, onu iyice dövdüler, canını pek yaktılar. Derken Abbas radıyallahu anh gelip üzerine
kapanarak (mani oldu).
"Yazık size! bunun Gıfârlı olduğunu, Şam'a giden tüccarlarınızın yolunun oradan geçtiğini
bilmiyor musunuz?" diyerek onu ellerinden kurtardı.
Ebu Zerr, ertesi günü aynı şeyi tekrarladı. Mekkeliler, üzerine atılıp tekrar dövdüler. Yine
Abbas üzerine kapandı ve onu kurtardı.
(Ravi der ki:) "Bu, Ebu Zerr el-Gıfâri'nin müslüman oluşunun başlangıcı oldu."
Buhari, Menakıbul-Ensar 33, Menakıb 10.
HUZEYFE İBNU'L-YEMÂN RADIYALLAHU ANHÜMA
4413 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor. "Annem bana: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı (en son) ne zaman gördün?" diye sordu. Ben:
"Şu şu zamandan beri görmedim!" dedim. Annem bana (kızdı ve) azarladı. Bunun üzerine:
"İzin ver Aleyhissalatu vesselam'a gideyim, akşam namazını O'nunla kılayım ve bana da sana
da mağfiret dileyivermesini taleb edeyim!" dedim. (O gün) Aleyhissalatu vesselam'a gittim.
Akşamı onunla kıldım. Yatsıyı da kılıncaya kadar (orada nafile) namaz kıldı. Sonra ayrıldı.
Ben de peşine düştüm. Derken sesimi işitti:
"Bu kim? Huzeyfe değil mi?" dedi.
"Evet, Huzeyfe'dir!" dedim.
"Hacetin nedir? Allah Teala Hazretleri sana da, annene de mağfiret buyursun. Şu bir melektir.
Bu geceden önce arza hiç inmemiştir. Bana selam vermek ve Fâtıma'nın, cennetteki kadınların
efendisi olduğunu, Hasan ve Hüseyn'in de cennetteki gençlerin efendisi olduğunu bana
müjdelemek için Rabbinden izin istedi" buyurdu."
Tirmizi, Menakıb, (3783).
4414 - Yine Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: "Ashab:
"Ey Allah'ın Resûlü! yerinize bir halife tayin etseniz!" demişti. Şu cevapta bulundu:
"Ben birini yerime koysam, sonra da siz ona isyan etseniz, azaba maruz kalırsınız. Velâkin,
siz, Huzeyfe'nin size rivayet edeceği sözleri tasdik edin, Abdullah İbnu Mes'ud'un
okuyacağını okuyun."
Tirmizi, Menakıb, (3814).
SA'D İBNU MUÂZ RADIYALLAHU ANH
4415 - Berâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a sündüs bir cübbe
hediye edildi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ipek elbiseyi yasaklamıştı. Halk bu elbiseden
çok hoşlandı. -bir rivayette: "İpek bir elbise hediye edildi, elimizle yoklamaya başladık,
hepimiz hayran olmuştuk" denmiştir. -Resûlullah:
"Nefsim (kudret) elinde olan Zât'a yemin olsun, Sa'd İbnu mu'âz'ın cennetteki mendilleri
bundan hayırlıdır" buyurdular."
Buhari, Libas 26, bed'ül-Halk 8, Menakıbu'l-Ensar 12, Eyman 3; Müslim, Fezail 126, 2468);
Tirmizi, Menakıb, (3846).
4416 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sa'd İbnu Mu'az'ın vefatından Arş titredi. -Bir rivayette "Arş-ı Rahmân titredi" buyurmuştur-
."
Buhari, Menakıbu'l-ensar 12; Müslim, Fezailu's-Sahabe 125, (2467); Tirmizi, Menakıb,
(3847).
4417 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Said İbnu Mu'az radıyallahu anh'ın cenazesi
taşındığı zaman münafıklar: "Cenazesi ne kadar hafif!" dediler. (Bu sözleriyle) beni Kureyza
hakkındaki hükmünü kastediyorlardı. Bu, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kulağına
ulaştı. Hemen şunu söyledi: "Onun cenazesini melekler taşıyordu. (Bu sebeple insanlara hafif
geldi):"
Tirmizi, Menakıb, (3848).
ABDULLAH İBNU ABBÂS RADIYALLAHU ANHÜMÂ
4418 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni
sinesine bastırdı ve: "Allahım, bunu dinde fakih kıl" diye dua etti." Bir başka rivayette:
"Allahım ona Kitab'ı öğret!"; bir diğer rivayette: "Hikmeti öğret" demiştir."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 24, ilm 17, Vudû 10, İ'tisam 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe 138,
(2477); Tirmizi, Menakıb, (3823, 3824).
ABDULLAH İBNU ÖMER RADIYALLAHU ANHÜMA
4419 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Rüyamda) elimde bir istibrak
parçası gördüm. Cennette her nereye istedi isem bu parça beni (bir kanat gibi) oraya
uçuruyordu. Rüyamı (kızkardeşim) Hafsa'ya anlattım. O da Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a anlatmış. Aleyhissalatu vesselam, Hafsa'ya:
"Kardeşin Abdullah (Allah'ın ve kulların hakkına riayet eden) salih bir insan, keşke geceleyin
de namaza kalksa!" buyurmuş. Ben bu vak'adan sonra gece namazını hiç bırakmadım."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 19, Mesacid 58, Teheccüd 2, 21, Tabir 25, 35, 36; Müslim, Fezailu's-
Sahabe 139, (2478); Tirmizi, Menakıb, (3825).
ABDULLAH İBNU'Z-ZÜBEYR RADIYALLAHU ANHÜMA
4420 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "İslam'da doğan ilk çocuk Abdullah İbnu'z-
Zübeyr radıyallahu anhüma'dır. Doğunca onu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirdiler.
bir hurma alarak ağzında gevdi, sonra (sevdiği şeyi) çocuğun ağzına soktu. Karnına ilk giren
şey Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın tükrüğü oldu."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 45; Müslim, Adab 26, (2146).
4421 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Zübeyr'in evinde bir kandil görmüştü:
"Ey Aişe dedi. Ben Esmâ'yı nifas olmuş (doğum yapmış) zannediyorum. Sakın çocuğa isim
koymayın, ben isim koyacağım!"
Sonra ona Abdullah ismini koydu ve elindeki bir hurma ile de tahnik yaptı."
Tirmizi, Menakıb, (3826).
BİLAL İBNU RABÂH RADIYALLAHU ANH
4422 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ey Bilal! İslam olalıdan beri işlediğin ve en çok menfaat ümid ettiğin ameli bana söyler
misin? Çünkü ben, bu gece (rüyamda), cennette ön tarafımda senin ayakkabılarının sesini
işittim!"
Bilal şu cevabı verdi:
"Ben İslâm'da, nazarımda, daha çok menfaat umduğum şu amelden başkasını işlemedim:
Gece olsun gündüz olsun tam bir temizlik yaptığım (abdest aldığım) zaman, mutlaka bana
kılmam yazılan bir namaz kılarım."
Buhari, Teheccüd 17; Müslim, Fezailu's-Sahabe 108, (2458).
4423 - Buhari'nin bir rivayetinde) Hz. Cabir radıyallahu anh'tan şu rivayet kaydedilmiştir:
"Hz. Ömer radıyallahu anh derdi ki: "Ebu bekir, efendimizdir, seyyidimizi azad etmiştir."
Bundan, Bilal radıyallahu anh'ı kastederdi."
Buhari, Fezailu'l-Ashabı'n-Nebi 23.
UBEY İBNU KA'B RADIYALLAHU ANH
4424 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Übey İbnu
Ka'b radıyallahu anh'a: "Allah bana, Lemyekünillezine keferû'yu sana okumamı emretti!"
demişti. Ka'b:
"Yani Allah Teâla Hazretleri benim ismimi size zikir mi etti?" diye sual etti. Aleyhissalatu
vesselam:
"Evet!" buyurdular. Bunun üzerine Ubey radıyallahu anh ağladı."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 16, Tefsir, Lem-Yekun 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe 122, (799);
Tirmizi, Menakıb, (3894).
EBU TALHA EL-ENSARİ RADIYALLAHU ANH
4425 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a gelerek:
"Ben açlıktan bitkinim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam derhal hanımlarından birine (adam)
(gönderip yiyecek istedi. Ama kadın):
"Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelal'e yemin olsun yanımızda sudan başka bir şey yok" diye
cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam bunun üzerine diğer bir kadınına gönderdi. O da aynı
şeyi söyledi. Aleyhissalatu vesselam sonunda:
"Bu (bitkin) açı kim misafir edip (doyurursa) Allah ona rahmet edecektir!" buyurdu. Ensardan
Ebu Talha radıyallahu anh denen birisi kalkıp:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben misafir edeceğim!" buyurdu ve onu evine götürdü. Evde hanımına:
"Yanında yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Hanım:
"Hayır, sadece çocukların yiyeceği var!" dedi. Bunun üzerine hanımına:
"Sen onları bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi
görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lambayı düzeltmek üzere kalk ve onu söndür!"
diye tenbihatta bulundu. Kadın söylenenleri yaptı. Beraberce oturdular. Misafir yedi. Karı-
koca geceyi aç geçirdiler.
Sabah olunca Aleyhissalatu vesselam'a geldiler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ebu
Talha'ya:
"Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teala Hazretleri taaccüp etti (ve
güldü)!" buyurdu ve şu ayet-i kerime nazil oldu. (Mealen): "...Ve kendileri ihtiyaç içinde
olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler" (Haşr 9).
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 10, Tefsir, Haşr 6; Müslim, Eşribe 172, (2054).
SELMÂNU'L-FÂRİSİ RADIYALLAHU ANH
4426 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şu ayeti
okumuştu. (Mealen): "(Siz Allah yolunda bağışta bulunmaya çağırılan kimselersiniz. Fakat
içinizden bazıları cimrilik eder. Cimrilik eden ise, kendi zararına cimrilik etmiş olur. Allah
ganidir; muhtaç olan sizsiniz. Eğer yüz çevirirseniz,) O, sizin yerinize başka bir topluluk
getirir ki, onlar sizin gibi allah'a itaatsizlik etmezler" (Muhammed 328).
(Orada bulunanlar):
"Bizim yerimize kimler getirilebilir?" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Selman-ı
Farisi'nin omuzuna vurdu, sonra da:
"Bu ve bunun kavmi!" deyip sözüne devam etti:
"Ruhum elinde olan Rab Teâla'ya yemin olsun! Eğer ilim, Süreyya yıldızına asılmış olsa
Fâris'ten (yetişecek bir kısım) kimseler ona yine de ulaşırlar."
Tirmizi, Tefsir, Muhammed, (3256, 3257).
EBU MUSA EL-EŞ'ARİ RADIYALLAHU ANH
4427 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Keşke dün akşam senin kıraatini dinlerken beni bir görseydin! Gerçekten sana, Hz. Dâvud'un
mizmârlarından bir mizmâr verilmiş."
Buhari, Fezailu'l-Kur'an 31; Müslim, Müsafirin 236, (793); Tirmizi, Menakıb, (3854).
Müslim'in Berkâni'den kaydettiği bir rivayetteki ziyadede Ebu Musa demiştir ki: "Ey Allah'ın
Resûlü! Bilseydim ki sen beni dinliyorsun, kıraatimi senin için daha da güzelleştirirdim."
ABDULLAH İBNU SELAM RADIYALLAHU ANH
4428 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Yeryüzünde yürüyen hiç kimseye
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
" Cennetliktir" dediğini duymadım. Ancak Abdullah İbnu Selam müstesna. Onun hakkında şu
ayet indi. (Mealen): "(De ki: Söyleyin bana, eğer bu Kur'ân Allah tarafından gönderildiği
halde onu inkâr ettiyseniz ve) İsrailoğullarından bir şahit de, Tevrat'a dayanarak onun hak
kitap olduğuna şahidlik edip iman ettiği halde, siz iman etmeyi büyüklüğünüze
yediremezsiniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki Allah zalimler güruhuna yol göstermez"
(Ahkaf 10).
Buhari, Menakıbu'l-Ensâr 19; Müslim, Fezailu's-Sahabe 147, (2483).
CERİR İBNU ABDİLLAH EL-BECELİ RADIYALLAHU ANH
4429 - Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müslüman
olduğum günden beri beni yanına girmekten men etmedi. Benii görüp de yüzüme karşı
tebessüm etmediği de olmadı. Ona at üzerinde duramamaktan dert yandım. Bunun üzerine
eliyhe göğsüme vurdu ve:
"Allahım, bunu (atın üzerinde) sâbit kıl, onu hidayete eren ve hidâyete erdiren kıl!" buyurdu."
Buhari, Menâkıbu'l-Ensâr 21; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 35, (2475); Tirmizi, Menâkıb,
(3822).
CABİR İBNU ABDİLLAH İBNU HARÂM RADIYALLAHU ANHÜMA
4430 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (kendisine
devemi sattığım) Leyletu'l-Bair'de yirmibeş kere benim için istiğfar ediverdi."
Tirmizi, Menakıb, (3851).
4431 - Yine Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir defasında ben üzgün bir halde iken
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la karşılaşmıştık. Bana:
"Seni niye böyle üzgün görüyorum?" buyurdu.
"Babam Uhud'da şehid düştü. Geriye bakıma muhtaç horanta ve bir de borç bıraktı" dedim.
Bunun üzerine:
"Allah'ın babana hazırladığı nimeti sana müjde edeyim mi?" dedi. Ben: "Evet!" deyince:
"Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmuş değildir, daima perde gerisinden konuşur. Ancak,
babanı ihya etti ve perdesiz konuştu:
"Ey kulum, dedi. Ne dilersen benden iste vereyim!"
"Ey Rabbim dedi baban, beni dirilt, senin yolunda ikinci sefer bir daha öldürüleyim!" Allah
Teâla Hazretleri:
"Ama ben daha önce şu hükmü koymuşum: "Ölenler artık geri dönmeyecekler!" buyurdu.
Bunun üzerine şu ayet nazil oldu (Mealen): "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar,
Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle rızıklanırlar" (Âl-i İmran 169).
Tirmizi, Tefsir Al-i İmran, (3013).
HZ. ENES İBNU MALİK RADIYALLAHU ANH
4432 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ümmü Süleym radıyallahu anha dedi ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Hadimin Enes için Allah Teâla Hazretlerine dua ediver!"
Bunun üzerine şu duayı yapıverdi:
"Allahım, onun malını, çocuklarını çoğalt ve ona verdiklerini hakkında mübarek kıl!"
Buhari, Da'avat 19, 26, 47, Savm 61; Müslim, Mesacid 268, (660), Fezailu's-Sahabe 141, 142,
(2480, 2481); Tirmizi, Menakıb, (3827, 3828).
4433 - Ebu Halde Halid İbnu Dinar anlatıyor: "Ebu'l-Aliye'ye: "Enes, "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan hadis işitti mi?" diye sordu. Ebu'l-Aliye:
"(Bu nasıl soru?) Hz. Enes on yıl Resûlullah'a hizmet etti, Resûlullah onun için duada
bulundu. Enes'in bir bahçesi vardı, yılda iki sefer meyve verirdi. Bahçede bir reyhanı vardı,
ondan misk kokusu gelirdi" diye cevap verdi.
Tirmizi, Menakıb, (3832).
BERÂ İBNU MÂLİK RADIYALLAHU ANH
4434 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Saçı sakalı birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin itibar etmediği niceleri
vardır ki, Allah'a kasemde bulunsa, Allah onun yeminini boşa çıkarmaz. İşte Berâ İbnu Mâlik
öylelerindendir."
Tirmizi, Menakıb, (3853).
SABİT İBNU KAYS İBNU ŞEMMAS RADIYALLAHU ANH
4435 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
Sâbit İbnu Kays'ı kaybetmişti. Bir adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben onun yerini biliyorum!" dedi ve gidip evinde oturmuş, başı önde
ağlıyor vaziyette buldu.
"Neyin var, (niye ağlıyorsun)?" dedi.
"(Sorma), Şerr var! Sesim, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sesinin üstüne çıkıyordu,
bütün amelim gitti, cehennemliğim" dedi. Adam, Sâbit'in bu sözlerini işitince doğru
Aleyhissalâtu vesselâm'a geldi ve durumu haber verdi.
"Ona git ve şöyle buyurdular, sen cehennemlik değilsin, bilakis sen cennetliksin!"
Buhari, Menakıb 25, Tefsir, Hucurat 1; Müslim, İman 187, (119).
4436 - Müslim'in bir rivayetinde: "Allah Teâla'nın şu ayeti indiği zaman (mealen): "Ey iman
edenler! Seslerinizi, Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin!..." (Hucurât 2), Sabit
radıyallahu anh evinde oturup ağlamaya başladı. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu
aradı..." şeklindedir."
Müslim, İman 187, (119).
ADİYY İBNU HATİM RADIYALLAHU ANH
4437 - Hz. Adiyy radıyallahu anh anlatıyor: "Kavmimden bir grupla Ömer İbnu'l-Hattab
radıyallahu anh'ın yanına geldim. Tayy kabilesine mensup her bir adam için ikibin (dirhem)
tahsisat ayırdı, benden ise yüz çevirdi. Ben kurşısına geçtim, yine benden yüz çevirdi. Ben
tekrar karşı tarafına geçtim. O yine bana tersini döndü. Bu durumda, ben:
"Ey mü'minlerin emiri! Beni tanıyor musun?" dedim. Güldü ve:
"Evet! Vallahi seni tanıyorum!" dedi ve ilave etti:
"Onlar kâfirken sen iman etmiştin. Onlar yüz çevirirken sen gelmiş (teslim olmuş)tun. Onlar
ahdinden cayarken sen ahdinde sadık kalmıştın. Ayrıca, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yüzünü ve Ashab'ının yüzlerini ağartan ilk zekât parası da, senin Tayy kabilesinden
Resûlullah7a getirdiğin zekat parası olmuştu."
(Hz. Ömer bu sözlerinden) sonra, (bana vermeyişinin) özrünü beyana geçti ve dedi ki:
"Ben, fakirlik sebebiyle yoksul duruma düşenlere tahsisat ayırdım. Onlar aşiretlerinin
seyyidleridir. Temsil ettikleri adamlarının (ârız olacak kıtlık hallerinde onlara infak gibi)
hukuklarını üzerlerinde taşımaktadırlar. (Bu sebeple, geride kalan adamları adına onlara
tahsisat verdim)."
Bu açıklama üzerine Adiyy, Hz. Ömer'e:
"Öyleyse tamam, bana vermemeni normal karşılarım" dedi."
Bu rivayeti müellif, Buhari ve Müslim'e nisbet etmektedir. Buhari'de mevcut değildir.
Müslim'de muhtasar olarak gelmiştir (Fezailu's-Sahabe 196, (2523), Rivayet, Ahmed İbnu
Hanbel'in Müsned'inde yer almaktadır (1, 45).
HZ. EBU HÜREYRE RADIYALLAHU ANH
4438 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim, senden çok
güzel şeyler işitiyorum, fakat ezberimde tutamıyorum!"
"Ridanı aç!" emrettiler. Ben de açtım. (Dua buyurdu, sonra topladım). Bundan sonra bana çok
hadis söyledi. Ben söylediklerinden hiçbirini unutmadım."
Buhari, İlim 42; Müslim, Fezailu's-Sahabe 159, (2492); Tirmizi, Menakıb (3833, 3824).
CÜLEYBİB RADIYALLAHU ANH
4439 - Ebu Berze el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
gazvelerinden birinde idi. Allah Teala Hazretleri genimet nasib etti. Ashab'ına
"(Arkadaşlarınızdan) herhangi bir kayıp verdiniz mi?" diye sordu.
"Evet! dediler. Falanca, falanca ve falanca!" Resûlullah yine sordu:
"Başka bir kaybınız var mı?" Ashab:
"Evet! Falanca, falanca, falanca!" dediler. Aleyhissalatu vesselam yine sordu:
"Başka bir kaybınız yok mu?"
"Hayır! Yok!" dediler.
"Ama ben Cüleybib'i kaybettim (Onu arayın!)" emretti. Ashab onu aradı ve öldürmüş olduğu
yedi kişinin yanında bulundu. Düşmanlar da onu öldürmüşlerdi. Aleyhissalatu vesselam gidip
başucunda durdu ve:
"O, yedi kişiyi öldürmüş, onlar da onu öldürmüşler! Bu bendendir, ben de ondanım. Bu
bendendir, ben de ondanım" buyurdu. Sonra Cüleybib'i kolları arasına aldı. Ona, Resûlullah'ın
kollarından başka yatak olmamıştı."
Ravi devamla der ki: "Ona bir mezar kazıldı. Kabrinin içine konuldu." Gusledildiğini
zikretmedi."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 131, (2472).
HARİSE İBNU SÜRAKA RADIYALLAHU ANH
4440 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ümmü Harise radıyallahu anha, "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a geldi ve:
"Ey Allah'ın Resulü! Bana Harise'den haber ver!" dedi. -Harise, Bedir günü isabet eden
serseri bir ok sebebiyle ölmüştü- (Kadın devamla): "Eğer cennetteyse sabredeceğim, değilse
(dünya evinde olduğum müddetçe) ağlamaya devam edeceğim" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Ümmü Hârise! (Cennetin tek bir bahçe olduğunu mu sanırsın?) Cennette bahçeler var.
Senin oğlun ise, Firdevs-i a'lâ'ya kondu" buyurdular. (Bunun üzerine kadın gülerek geri
döndü.)"
Buhari, Cihad 14, Megazi 9, Rikak 51; Tirmizi, Tefsir, Mü'minûn, (3173).
HALİD İBNU'L-VELİD RADIYALLAHU ANH
4441 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte
bir yere indik. Halk geçmeye başladı. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ey Ebu Hüreyre bu kim?" diye soruyordu. Ben de:
"Falanca!" diyordum.
"Bu, Allah'ın ne iyi kulu!" diyordu. Sonra tekrar soruyordu:
"Peki şu kim?"
"Falanca!" diyordum.
"Bu Allah'ın ne kötü kulu!" diyordu. Bu hal, Hâlid İbnu'l-Velid radıyallahu anh geçinceye
kadar devam etti. O zaman:
"Bu kim?" diye yine sordu. Ben:
"Hâlid İbnu'l-Velid!" dedim.
"Bu Allah'ın ne iyi kulu! Bu Allah'ın kılınçlarından bir kılınç!" buyurdu."
Tirmizi, Menakıb, (3845).
AMR İBNU'L-ÂS RADIYALLAHU ANH
4442 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İnsanlar teslim oldu, Amr İbnu'l Âs ise iman etti."
Tirmizi, Menakıb, (3843).
EBU SÜFYAN İBNU HARB
4443 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a Ebu
Süfyan, her ne taleb etti ise, mutlaka "Tamam!" diye müsbet cevap almıştır."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 168, (2501).
HZ. MUAVİYE RADIYALLAHU ANH
4444 - Ebu İdris el-Havlâni anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh, Umeyr İbnu Sa'd'ı
Humus valiliğinden azledince yerine Hz. Muaviye radıyallahu anh'ı tayin etti. Halk:
"Umeyr'i azledip Muaviye'yi mi tayin etti?" diye mırıldandı. Umeyr radıyallahu anh:
"Muaviye'yi hayırla yadedin. Zira ben "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Allah'ım,
onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!" dediğini duydum!" dedi."
Tirmizi, Menakıb, (3842).
4445 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Ben çocuklarla birlikte oynuyordum. Derken
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi. Ben hemen bir kapının arkasına saklandım. (Beni
orada bulup) enseme dokundu.
"Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi. (Ben derhal gittim ve) geldim:
"O yemek yiyor!" dedim. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tekrar:
"Git Muaviye'yi bana çağır!" emrettiler. (Ben (yine gidip) döndüm ve:
"O yemek yiyor!" dedim. Resûlullah tekrar:
"Git! Muâviye'yi bana çağır!" emrettiler. Benn yine gidip geldim ve:
"O yemek yiyor!" dedim. Bunun üzerine: "Allah onun karnını doyurmasın!" buyurdular."
Müslim, Birr 96, (2604).
4446 - Abdurrahman İbnu Ebi Umeyre radıyallahu anh -ki "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın Ashabından idi- Resûlullah'ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir:
"Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver."
Tirmizi, Menakıb, (3841).
HATİCE BİNTU HUVEYLİD RADIYALLAHU ANHÂ
4447 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Cebrail aleyhisselam "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedi. işte Hatice geliyor. Beraberinde bir kab var, içerisinde katık -veya
yiyecek, veya içece- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona Rabbinden (ve benden) selam
söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul
bir evle müjdeleyin!"
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 20, Tevhid 35; Müslim, Fezailu's-Sahabe 71, (2432).
4448 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
hanımlarından hiçbirine, Hz. Hatice radıyallahu anha'ya karşı duyduğum kıskançlığı hiç
duymadım. Halbuki onu hiç görmüşlüğüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun
yâdını çok yapardı. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayırsa Hatice'nin dostlarına da
gönderirdi. Bazan ona: "Sanki dünyada Hatice'den başka kadın yok!" derdim de bana: "(Onun
gibisi var mıydı, o şöyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadınlar beni çocuktan mahrum ederken)
benim çocuklarım ondan oldu" diye karşılık verirdi. (Hz. Aişe derki: İçinden " Bir daha
Hatice hakkında kötü söz söylemeyeceğim" dedim)."
Hz. Aişe devamla der ki: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice'den üç yıl sonra benimle
evlendi."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32; Müslim, Fezailu's-Sahabe 73,
74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437); Tirmizi, Menakıb, (3885, 3886).
4449 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"(Ahiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmrân'dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice
Bintu Huveylid'dir." Ravi bunu söylerken, eliyle semaya ve arza işaret etti.
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 20, Enbiya 45; Müslim, Fezailu's-Sahabe 69, (2430); Tirmizi,
Menakıb, (3887).
Rezin bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmran'ın kızı Meryem,
Firavun'un karısı Asiye, Huveylid'in kızı Hatice ve Muhammed'in kızı Fâtıma'dan başka
kimse kemâle ermemiştir. Hz. Aişe'nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere
üstünlüğü gibidir."
Bu rivayet Buhari'de Ebu Musa hadisi olarak gelmiştir. (Enbiya 45), Müslim, Fezailu's-
Sahabe 70, (2431); Tirmizi, Et'ime 31, (1835).
HZ. FATIMA RADIYALLAHU ANHÂ
4450 - Emi' İbnu Umeyr et-Teymi anlatıyor: "Halamla birlikte Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın
yanına gittim. Hz. Aişe'ye:
"Hangi kadın "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a daha sevgili idi?" diye soruldu:
"Fatıma!" dedi.
"Ya erkeklerden?" dendi.
"Fatıma'nın kocası! Zira bildiğim kadarıyla (Ali radıyallahu anh) çok oruç tutar, çok namaz
kılardı."
Tirmizi, Menakıb, (3873).
4451 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih
senesinde Fâtıma'yı çağırarak hususi konuştular. Fatıma ağladı. Sonra tekrar hususi olarak
konuştular. Fatıma bu sefer güldü. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vefat edince,
Fatıma'dan o ağlama ve gülmesi hususunda sordum. Dedi ki:
"Önce, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana öleceğini haber verdi, ben de ağladım. İkinci
konuşmamızda benim, İbrân kızı Meryem hâriç diğer kadınların cennette efendisi olacağımı
müjdeledi, bunun üzerine güldüm."
Tirmizi, Menakıb, (3872).
HZ. AİŞE RADIYALLAHU ANHA
4452 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana:
"Ey Aişe! İşte Cebrail! Sana selâm ediyor!" dedi. Ben de:
"Ve aleyhisselâmu ve rahmetullahi ve berekâtuhu!" dedim. Resûlullah benim görmediğimi
görürdü."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Bed'ül-Halk 6, Edeb 11, İsti'zan 16, 19; Müslim, Fezailu's-Sahabe
91, (2447); Ebu Davud, Edeb 166, (5232); Tirmizi, Menakıb, (3876); Nesai, İşretu'n-Nisa 3,
(7, 69).
4453 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
Ashabı bizlere her ne zaman bir hadis müşkilat arzedecek olsa, hemen Hz. Aişe'ye sorardık, o
bize bu hususda mutlaka bir bilgi sunardı."
Tirmizi, Menakıb, (3877).
4454 - Ebu Vail anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, asker toplamak için Ammar İbnu Yâsir
ve Hasan İbnu Ali radıyallahu anhüm'u Küfe'ye gönderince, Ammar halka şöyle hitap etti:
"Ben de biliyorum, O (Hz. Aişe), dünyada da ahirette de Peygamberimiz aleyhissalatu
vesselam'ın zevcesidir. Velâkin Allah sizleri imtihan ediyor. Kendisine mi, yoksa, Aişe'ye mi
tabi olacaksınız?"
Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Fiten 17.
SAFİYYE BİNTU HUYEY İBNU AHTAB RADIYALLAHU ANHÂ
4455 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Safiyye'ye, Hz. Hafsa radıyallahu anhüma'nın
"Yahudi kızı" deyip (istiskal ettiği) ulaşıyor. Bu sözü işiten Safiyye ağlıyor. Tam o ağlarken
Aleyhissalatu vesselam yanına giriyor ve: "Niye ağlıyorsun?" diye soruyor. Safiyye:
"Hafsa bana "Sen Yahudi kızısın!" dedi" der. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Sen bir peygamber kızısın. Senin amcan da bir peygamberdir, ayrıca bir peygamberin de
nikâhı altındasın. Öyleyse o sana karşı neyi ile iftihar ediyor ki?" diyerek onu teselli etti.
Sonra da öbürüne: "Ey Hafsa! Allah'tan kork!" dedi.
Tirmizi, Menakıb, (3891); Nesai'de bulunamamıştır. Belki de Nesai'nin es-Sünenü'l-
Kübrâ'sında mevcuttur. Hadise Tirmizi "sahih" demiştir.
SEVDE BİNTU ZEME'A RADIYALLAHU ANHÂ
4456 - İkrime anlatıyor: "(Bir gün) Sabah namazından sonra, İbnu Abbas radıyallahu
anhüma'ya, Hz. Sevde'nin vefat ettiği söylenmişti, hemen secdeye kapandı. Niye böyle
davrandığı sorulunca şu cevabı verdi: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "(Allah'ın
ayetlerinden) bir ayet gördüğünüz vakit secde edin!" buyurmuştu. İmdi, "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcelerinin gitmesinden daha büyük bir ayet var mıdır?"
Ebu Davud, Salat 269, (1197); Tirmizi, Menakıb, (3889).
"Ebu Davud ve Tirmizi, hadisi kaydederler, ancak Resulullah'ın zevcelerinden hangisinin
vefat haberinin geldiğini zikretmezler. Sevde diye tesmiye, Rezin'in ilavesinde gelmiştir."
ÜMMÜ EYMEN RADIYALLAHU ANHÂ
4457 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
vefatından sonra, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a:
"Gel beraber Ümmü Eymen radıyallahu anha'ya gidip ziyaret edelim, tıpkı Aleyhissalatu
vesselam'ın onu ziyaret ettiği gibi" dedi ve gittiler. Ümmü Eymen onları görünce ağladı.
"Niye ağlıyorsun? Resûlullah'ın Allah nezdinde bulacağı (mükâfaatlar)ın daha hayırlı
olduğunu bilmiyor musun?" dediler. Ümmü Eymen:
"Evet bilmez olur muyum? Allah indinde olan, Resûlullah için elbette daha hayırlıdır. Velakin
beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş olmasıdır" dedi. Bu sözleri onları da
hüzünlendirdi. Ümmü Eymen'le birlikte onlar da ağladılar."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 103, (2453).
HZ. EBU BEKR
5973 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ebu Bekr radıyallahu anh'ın malı kadar hiçbir mal bana menfaat sağlamamıştır!"
Ebu Hureyre devamla der ki: "(Resûlullah'ın bu sözü üzerine) Hz. Sıddık'ın gözlerinden yaş
aktı ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben ve malım sadece senin için var değil miyiz! Ey Allah'ın
Resülü!" dedi.
5974 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ebu Bekr ve Ömer, bu ikisi kendilerinden önce ve sonra gelip geçecek peygamberler dışında
kalan bütün cennetliklerin olgun yaşta olanlarının efendileri olacaklardır. Ey Ali, bu hususu,
hayatta kaldıkları müddetçe onlara haber verme!"
HZ. ÖMER
5975 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Hz. Ömer müslüman olduğu zaman, Hz.
Cibril aleyhisselâm inip:
"Ey Muhammed! Sema ahâlisi Ömer'in müslüman olması ile müjdeleştiler!" dedi."
5976 - Hz. Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hakk'ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer'dir. İlk selam verdiği kimse de odur. İlk elinden
tutup cennete koyacağı kimse de o olacaktır."
5977 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua
etmişti: "Allahım! İslâm'ı, hassaten Ömer İbnu'l Hattâb(ın müslüman olmasıyla) aziz kıl!"
HZ. OSMAN
5978 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Her peygamber için ahirette bir arkadaş vardır. Orada benim arkadaşım
Osman İbnu Affân'dır."
5979 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mescid-i
Nebevi'nin girişinde Hz. Osman radıyallahu anh'la karşılaşmıştı: "Ey Osman! İşte Cibril
aleyhisselâm! Bana haber verdi ki Allah Teâla hazretleri (kızım) Ümmü Külsûm'u,
Rukiyye'nin mehrine denk bir mehirle ve ona yaptığın hayat arkadaşlığı gibi bir arkadaşlık
yapmak üzere sana nikahlamıştır!" buyurdular."
5980 - Ka'b İbnu Ucre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vukûu
yaklaşmış olan bir fitneyi zikretmişti. O sırada başı örtülü birisi yoldan geçti. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"İşte şu (giden), o gün hidayet üzere olacak!" buyurdular. Ben hemen sıçrayıp, Osman (olan o
geçen kimse)nin bazularından tutup Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın karşısına geçerek:
"(O söylediğiniz) bu mu?" dedim.
"Evet bu!" buyurdular."
5981 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hastalığı
sırasında: "Yanımda ashabımdan birinin bulunmasını istiyorum!" buyurdular. Biz de:
"Ey Allah'ın Resûlü! Sana Ebu Bekr'i mi çağıralım?" dedik, sûkut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Ömer'i mi çağıralım?" dedik, yine sükut buyurdular. Bunun üzerine:
"Sana Osman'ı mı çağıralım?" dedik.
"Evet!" buyurdular. (Onu çağırdık. Derhal huzura geldiler. Resûlullah
onunla başbaşa kaldı. Aleyhissalâtu vesselâm ona konuştukça Hz. Osman'ın yüzü (renk renk
oluyor) değişiyordu.
Kays der ki: "Bana, Ebu Sehle Mevla Osman'ın anlattığına göre, Hz. Osman, Yevmü'd-Dâr'da
(evinde muhasara edildiği günde) kendisine: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana bir
ahidde (sözde) bulunmuştu. (Şu anda) ben ona kavuşmaktayım" demiştir.
Hadisin ikinci râvisi Ali (İbnu Muhammed)'in rivayetinde Hz. Osman: "Ben bu ahid üzerine
sabrediciyim" demiştir.
Râvi Kays der ki: "Alimler, hadiste geçen yevmü'd-dâr (ev günü) tabiriyle Hz. Osman'ın
evinde muhasara edildiği günü anlarlar."
HZ. ALİ
5982 - Berâ İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yaptığı
haccda biz de beraberdik. (Bir ara) yolda bir yerde konakladı ve cemaatle namaz kılma emrini
verdi. Bu sırada, Hz. Ali radıyallahu anh'ın elinden tutarak (yanındaki ashabına): "Ben
mü'minlere nefislerinden evla değil miyim?" diye sordu. Hep bir ağızdan: "Elbette evlasın!"
dediler. Aleyhissalâtu vesselâm tekrar:
"Ben her mü'mine, kendi nefsinden evla değil miyim?" buyurdular. Ashab yine hep bir
ağızdan: "Evet evlasınız!" dediler. Bunun üzerine (Ali'yi göstererek):
"İşte bu, ben kimin dostu isem, onun dostudur! Allah'ım, sen buna dost olana dost, düşman
olana düşman ol!" buyurdular."
5983 - Abdurrahman İbnu Ebi Leylâ anlatıyor: "Babam Ebu Leylâ Hz. Ali radıyallahu anh ile
akşamları biraraya gelip sohbet ederlerdi. Hz. Ali, kışta yaz elbiseleri, yazda da kış elbiseleri
giyerdi. Biz (babama bunun hikmetini bir) sorsanız! dedik. O da sordu. Ali radıyallahu anh şu
açıklamayı yaptı:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hayber günü, gözümden rahatsız olduğum bir sırada,
bana adam göndererek yanına çağırdı. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü dedim, gözlerimden hastayım, (vereceğiniz vazifeyi yapamamaktan
endişe ederim)" dedim. Bunun üzerine, gözüme mübarek tükrüklerinden sürüp, bir de:
"Allah'ım, ondan sıcak ve soğuğun vereceği rahatsızlıkları kaldır!" diye dua buyurdular. O
günden sonra ne sıcakta terledim, ne de soğukta üşüdüm" açıklamasını yaptı."
Hz. Ali, ilaveten Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: "Yarın, Hayber'in fethi için öyle bir
zatı komutan yapacağım ki, o Allah'ı ve Resûlünü hakkıyla sever, Allah ve Resûlü de onu
severler. O cepheden kaçacak biri de değildir."
5984 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin efendileridir. Babaları onlardan daha
hayırlıdırlar."
5985 - Hz. Ali radıyallahu anh buyurdular ki: "Ben Allah'ın kulu, Resülü'nün kardeşiyim ve
ben Sıddîk-ı Ekber'im. Benden sonra sıddîk-ı ekber olduğunu söyleyen yalancıdan başkası
değildir. İnsanlardan önce yedi yıl namaz kıldım."
HZ. ABBAS
5986 - Hz. Abbâs İbnu Abdilmuttalib anlatıyor: "Kureyş'ten bir grup kendi aralarında
konuşurken biz onlara rastladığımızda yanlarına varınca konuşmalarını keserlerdi. Durumu
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a anlattık. Şöyle buyurdular: "İnsanlara ne oluyor ki, kendi
aralarında konuşurlarken Ehl-i Beytimden bir adamı görünce konuşmalarını kesiyorlar.
Allah'a yemin olsun! Onları Allah için ve bana olan akrabalıkları için sevmeyenlerin
kalplerine iman girmez."
5987 - Abdullah İbnu Amr anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri beni kendisine Halîl ittihaz etti, tıpkı İbrahim aleyhisselâm'ı Halîl
ittihaz ettiği gibi. Kıyamet günü, cennette benim menzilimle İbrahim aleyhisselâm'ın menzili
yüz yüzedir. Abbâs da aramızda, iki Halîl arasında bir mü'mindir."
HZ. HASAN VE HZ. HÜSEYİN
5988 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Hasan ve Hüseyin'i kim severse mutlaka beni de sevmiştir. Kim de onlara
buğzetmişse mutlaka bana da buğzetmiştir."
5989 - Ya'la İbnu Mürre radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Bir grup ashab, Resûlullah'la
birlikte Aleyhissalâtu vesselâm'ın davet edildiği bir yemeğe gittiler. Yolda, Hüseyin'e
rastladılar, çocuklarla oynuyordu.
Ya'la der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (çocugu görünce) ilerleyip cemaatin önüne
geçip, (onu tutmak için) ellerini açtı. Çocuk ise sağa sola kaçmaya başladı. Resülullah da onu
takliden sağa sola koşarak, tutuncaya kadar peşinde koştu. Yakalayınca ellerinden birini
çenesinin altına diğerini de ensesine koyup öptü ve: "Hüseyin bendendir, ben de
Hüseyin'denim! Kim Hüseyin'i severse Allah da onu sevsin. Hüseyin sıbt'lardan bir sıbttır
(torun)!" buyurdu."
EBU ZERR - MİKDAD
5990 - Abduldah İbnu Mes'ud anlatıyor: "İslâm'ı ilk izhar eden yedi kişi idi: Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Bekr, Ammâr, annesi Sümeyye, Süheyla, Bilâl ve Mikdâd.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı Cenab-ı Hak amcası Ebu Talib'le korudu. Hz. Ebu Bekr'i
Allah kavmi ile korudu. Diğerlerine gelince, müşrikler onları tutup, demirden zırhlar
giydirdiler ve vücutlarının yağlarını eritmek üzere kızgın güneşte dağladılar. Bunlardan
hiçbiri müşriklerin yaptıklarına dayanamadı, hepsi de onların isteklerine boyun eğmek
zorunda kaldı. Bilâl hariçti. Çünkü o, nefsini Allah yolunda alçalttı da alçalttı. Azab veren
kavmi de onu öldürmeyi küçümsediler. Onu tutup çocuklara teslim ettiler. Bu aylak gürûh onu
Mekke sokaklarında ve dağ yollarında eziyet vererek dolaştırıp eğlendiler. O, bunlara
aldırmayıp: "Allah birdir Allah birdir!" demeye devam etti."
HABBÂB
5991 - Ebu Leyla el-Kindî anlatıyor: "Habbab, Hz. Ömer radıyallahu anhümâ'ya uğramıştı.
Hz. Ömer:
"Yaklaş. Buraya, Ammâr'dan başka kimse senden daha layık değildir" dedi. Sonra, Habbâb,
müşriklerin yaptıkları işkencelerden sırtında kalan izleri Hz. Ömer'e göstermeye başladı."
KÖLE AZAD ETMENİN FAZİLETİ
________________________________________
4119 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir müslüman erkeği azad ederse, onun her bir uzvuna mukabil, bunun
bir uzvunu Allah ateşten azad eder."
Bir diğer rivayette şu ziyade var: "...hatta fercine mukabil fercini.."
Buhari, Itk 1; Müslim, Itk 24, (1509); Tirmizi, Nüzûr 19, (1547).
4120 - Vaile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "kendisine -katl sebebiyle ateş- vacib olan
bir arkadaşımızla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelmiştik.
"Ona bedel bir köle azad edin, Allah da onun her bir uzvuna bedel sizden bir uzvu ateşten
azad etsin!" buyurdu."
Ebu Davud, Itk 13, (3964).
İYİ MUAMELE
4121 - Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kötü muamele sahibi cennete giremez."
Tirmizi, Birr 29, (1947).
4122 - Râfi' İbnu Mekis radıyallahu anh -ki Cüheynelidir, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
ile birlikte Hudeybiye seferine katılmıştır- anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İyi muamele artmadır -veya uğurdur dedi- kötü huy da uğursuzluktur."
Ebu Davud, Edeb, 133, (5162, 5163).
KÖLEYİ AFFETMEK
4123 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a gelerek: "Hizmetciyi ne kadar affedeyim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam
susup cevap vermedi. Adam tekrar:
"Ey Allah'ın Resûlü! Hizmetcimi ne kadar affedeyim?" diye sordu. bu sefer: "Her gün yetmiş
kere affet!" cevabını verdi."
Ebu Davud, Edeb 133, (5164); Tirmizi, Birr 31, (1950).
4124 - Ma'rûr İbnu Süveyd rahimehullah anlatıyor: "Ebu Zerr'i gördüm, üzerinde bir takım
(hulle) vardı, kölesi de aynı şekilde bir takım giyiyordu. Bunun sebebini sordum. Bana şu
cevabı verdi: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan şöyle söylediğini işitmiştim:
"Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teâla Hazretleri onları ellerinizin
altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise, yediğinden yedirsin, giydiğinden
giydirsin, yapamayacağı iş buyurmayınız, eğer buyurursanız onlara yardım edin."
Buhari, İman 22, Itk 15, Edeb 44; Müslim, Eyman 40 (1661); Ebu Davud, Edeb 133, (5157,
5158, 5161); Tirmizi, Birr 29, (1946).
4125 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Birinize hizmetcisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere
oturtmayacaksa, hiç olsun bir iki lokma veya bir iki yiyecek versin. Zira yemeğin hararet
(pişirme) ve muamele (zahmeti)ni o çekmiştir."
Buhari, Et'ime 55, Itk 18; Tirmizi, Et'ime 44, (1854); Ebu Davud, Et'ime 51, (3846); Müslim,
Eyman 42, (1663).
HİZMETÇİNİN DÖVÜLMESİ VE KAZFI
4126 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Biriniz hizmetçisini dövünce, hizmetçi Allah'ın ismini zikrede(rek Allah
aşkına vurma diye)cek olursa derhal elinizi kaldırın."
Tirmizi, Birr 32, (1951).
4127 - Muaviye İbnu Süveyd İbni Mukarrin anlatıyor: "Bizim bir azadlımıza bir tokat attım
ve kaçtım. Sonra öğleden az önce döndüm, babamın arkasında namaz kıldım. Babam azadlıyı
da beni de çağırdı. Sonra hizmetçiye: "Misilleme (onun yaptığınının mislini) yap!" dedi.
Hizmetçi affetti. Bunun üzerine babam anlattı: "Biz Beni Mukarrin, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm zamanında tek bir hizmetciye sahiptik. Ona birimiz bir tokat vurdu. Bu hadise
Aleyhissalatu vesselam'ın kulağına ulaşmıştı: "Onu azad edeceksiniz!" emir buyurdular.
Kendisine: "Ondan başka hizmetçileri yok!" dendi. Bunun üzerine: "Öyleyse onu
hizmetlensinler. Ancak ne zaman ondan müstağni olurlarsa, derhal yol versinler!"
buyurdular."
Müslim, Eyman 31, (1658); Tirmizi, Nüzur 14, (1542); Ebu Davud, Edeb 133, (5166, 5167).
4128 - Ebu Mes'ud el-Bedri radıyallahu anh anlatıyor: "Ben köleme kamçıyla vuruyordum.
Arkamdan bir ses işittim. "Ebu Mes'ud, bil!" diyordu. Öfkeden sesi tanıyamadım. Bana
yaklaşınca onun Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm olduğunu gördüm.
"Ebu Mes'ud bil! Ebu Mes'ud bil!" diyordu. Kamçıyı elimden attım.
"Ebu Mes'ud bil! Allah senin üzerinde senin bunun üzerindekinden daha fazla muktedir" dedi.
Ben: "Bundan sonra ebediyen köle dövmeyeceğim" dedim."
Müslim, Eyman 34, (1659); Ebu Davud, Edeb 133, (5159, 5160); Tirmizi, Birr 30, (1949).
4129 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kim kölesine kazıf'ta bulunursa (zina isnadı yaparsa), kölesi bu iftiradan beri ise,
Kıyamet günü celde uygulanır. Dediği doğru ise o başka."
Buhari, Hudud 45; Müslim, Eyman 77, (1660); Ebu Davud, Edeb 133, (5165); Tirmizi, Birr
30, (1948).
KÖLENİN TESMİYESİ
4130 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Sizden kimse "kölem", "cariyem" demesin. Köle de Rabbi (sahibim), rabbeti
(sahibem) demesin. Malik (efendi) "Oğlum" "kızım" desin. Memluk (köle) de Seyyidi
(efendim), seyyideti desin. Zira hepiniz memluklersiniz. Rabb de aziz ve celil olan Allah'tır."
Buhari, Itk 17; Müslim, Elfaz 14, (2249); Ebu Davud, Edeb 83, (4975, 4976).
4131 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hiç kimse "Rabbini (efendini) doyur"; "Rabbine abdest
suyu dök"; "Rabbine su ver" demesin. Bilakis "Seyyidim", "efendim" desin.
Sizden kimse abdî (kulum), emetî (cariyem) de demesin. Bilakis "oğlum", "kızım, yavrum"
desin."
Müslim. Elfaz 15, (2249).
4132 - Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Sizden kimse "kölem!" "cariyem!" diye söylemesin.
Hepiniz Allah'ın kölelerisiniz, bütün kadınlarınız da Allah'ın kullarıdır."
Müslim, Elfaz 13, (2249).
4133 - Hz. Cerir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı
kabul edilmez."
Müslim, İman 122-124, (68, 69, 70); Ebu Davud, Hudud 1, (4360); Nesai, Tahrimu'd-Dem
12, (7, 102).
ÂZAD ETME
4134 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim, kendisi ile bir başkası arasında (ortak) olan bir köle(deki kendine
mahsus hisse)yi azad ederse, köleye onun malından adilane bir kıymet biçilir, ne eksik ne de
fazla. Sonra, eğer zenginse, onun malından (ortaklara hisseleri verilerek) köle azad edilir.
Değilse köleden azad ettiği kısım azad olmuştur."
Buhari, Şirket 5, 14. Itk 4, 17; Müslim, Itk 1, (1501); Muvatta, Itk 1, (2, 772); Ebu Davud, Itk
6, (3940 - 3947); Tirmizi, Ahkam 14, (1346, 1347); Nesai, Büyü 106, (7, 319).
4135 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Köleyi ölme anında azad edenin misali, doyduğu zaman hediyede bulunan adam gibidir."
Ebu Davud, Itk 15, (3968); Tirmizi, Vesaya 7, (2124).
4136 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, öleceği sıra, kendine ait
altı köleyi azad etti. Onlardan başka malı da yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları
çağırdı. Onları üç gruba ayırdı, sonra aralarında kur'a çekti. İkisini azad etti. dördünü köle
olarak bıraktı. Adamı da şiddetle azarladı."
Müslim, Eyman 56, (1668); Muvatta, Itk 3, (2, 774); Tirmizi, Ahkam 27, (1364); Ebu Davud,
Itk 10, (3958- 3961); Nesai, Cenaiz 65, (4, 64).
4137 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyor ki: "Hangi cariye, efendisinden bir çocuk
dünyaya getirirse, artık efendi bu cariyeyi satamaz, hibe edemez, miras da kılamaz. Hayatta
oldukça ondan istifade eder, öldü mü artık cariye hür olur."
Muvatta, Itk 6, (2, 776).
4138 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim zû-rahm muhrem birisine malik olursa o hürdür."
Ebu Davud, Itk 7, (3949); Tirmizi, Ahkam 28, (1365); İbnu Mace, Itk 5, (2524).
4139 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm 'a yardım talep etmek üzere bir adam gelip: "Ey Allah'ın Resulü!
(Efendim) falana ait şu cariye var ya (onun yüzünden efendim bana sıkıntı veriyor)" dedi.
Aleyhissalatu vesselam "Vah! Neyin var?" deyince adam: "Bela hasıl oldu. Köle (ben demek
istiyor) efendinin cariyesine bakmıştı, efendi kıskançlıkla erkeklik uzvunu burdu (hadım etti)"
dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Adamı bana getir!" emretti. Efendi çağırıldı ama getirilemedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse git, sen hürsün!" ferman buyurdu. Adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! (Efendimin kölesi olmamda direnmesi halinde) kim bana yardımcı
olacak?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Sana yardımcı olmak bütün müslümanlara terettüp
eder" cevabını verdi."
Ebu Davud, Diyat 7, (4519); İbnu Mace, Diyat 29, (2680).
4140 - Sefine radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Ümmü Seleme radıyallahu anha'nın kölesi idim.
Bir gün bana: "Seni azad ediyorum, ancak yaşadığın müddetçe Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm 'a hizmet etmeni şart koşuyorum" dedi. "Sen bu şartı koşmasan da başka bir şey
yapacak değilim!" dedim. Beni azad etti ve bana bu şartı koştu."
Ebu Davud, Itk 3, (3932); İbnu Mace, Itk 6, (2526).
4141 - İmam Malik'e ulaştığına göre, İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya azad etme şartıyla
satın alınan rakabe-i vacibe'den sorulmuştu. "Hayır, olmaz" cevabını verdi."
Muvatta, Itk 12, (2, 778).
4142 - Fudale İbnu Ubeyd el-Ensari radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre Fudale'ye,
"üzerinde bir köle azad etme borcu bulunan kimsenin veled-i zira'yı azad etmesi caiz olur
mu?" diye sorulmuş, o da: "Evet" demiştir."
Muvatta, Itk 11, (2, 777).
4143 - Abdurrahman İbnu Ebi Amra el-Ensari rahimehullah'ın anlattığına göre "annesi, bir
köle azad etmek istemiş ve bunu sabaha tehir etmiş, köle de bu sırada ölmüştür. Abdurrahman
Kasım İbnu Muhammed'e: "Ben anneme bedel bir köle azad etsem, anneme faydası olur mu
(sevabı ulaşır mı)? diye sorar. Kasım: "Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm 'a gelip: "Annem vefat etti, ben onun adına bir köle azad etsem ona
faydası olur mu?" diye sormuştu, "Evet!" cevabını aldı" dedi."
Muvatta, Itk 13, (2, 779).
4144 - Yahya İbnu Sa'id rahimehullah anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Ebi Bekr radıyallahu
anhüma, uyuduğu bir uykuda vefat etti. Kız kardeşi Hz. Aişe radıyallahu anha onun adına
birçok köle azad etti."
Muvatta, Itk 14, (2, 779).
4145 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim malı olan bir köle azad ederse, kölenin malı kendisinin olur, yeter ki
efendisi bu hususta bir şart koşmamış olsun."
Ebu Davud, Itk 11, (3962); İbnu Mace, Itk 8, (2529).
4146 - Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman anlatıyor: "Zübeyr İbnu'l-Avvam radıyallahu anh bir
köle satın aldı ve onu azad etti. Bu kölenin, hür bir kadından oğulları vardı. Hz. Zübeyr:
"Oğulları benim mevalimdir" dedi. Annesinin efendileri: "Hayır, onlar bizim mevalimizdir"
dediler. Bunun üzerine davaları Hz. Osman radıyallahu anh'a intikal etti. O, velâ'nın Hz.
Zübeyr'e ait olduğuna hükmetti."
Muvatta, Itk 21, (2, 782).
4147 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a "Hangi
köleyi azad etmek efdaldir?" diye sorulmuştu.
"Fiyatça yüksek olanı ve efendisinin nazarında en nefis olanıdır!" cevabını verdi."
Muvatta, Itk 15, (2, 779); Buhari, Itk 2; Müslim, İman 136, (84).
MÜDEBBER KILMA, MÜKÂTEBE YAPMA
4148 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, kölesini " benden sonra hür olsun"
diye azad etmişti. Sonradan ona ihtiyacı doğdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm köleyi
alarak: "Bunu benden kim satın alacak?" dedi. Nuaym İbnu Abdillah İBni'n-Nehham
radıyallahu anh şu şu miktar fiyata satın aldı. Resulullah o parayı (köle sahibine) verdi."
Buhari, Büyü 59, 110, İstikraz 16, Husumat 2, Itk 9, Kefaretu'l-Eyman 7, İkrah 4, Ahkam 32;
Müslim, Eyman 41, (997); Ebu Davud, Itk 9, (3955, 3956, 3957); Tirmizi, Büyü 11, (1219);
Nesai, Büyü 94, (7, 304).
4149 - Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, kendine ait iki cariyeyi müdebber
kıldı. Onlar müdebber oldukları halde İbnu Ömer onlara temasta bulunuyordu."
Muvatta, Müdebber 4, (2, 814).
4150 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim kölesi ile yüz okiyye üzerinden mükâtebe yapsa
da, kölesi, bunun on okiyyesi hariç hepsini ödese, yine de köledir."
Ebu Davud, Itk 1, (3927); Tirmizi, Büyü' 35, (1260); İbnu Mace, Itk 3, (2519).
4151 - Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle buyurulur: "Mükateb, üzerinde bir dirhemlik borç
kaldığı müddetçe köledir."
Ebu Davud, Itk 1, (3926).
4152 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mükatebe karşı bir hadd işlenir, (diyet almaya hak kazanırsa) veya mirasa
mazhar olursa, (borcunu ödeyerek) hürriyetinden kazandığı miktarca onlara varis olur."
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular: "Mükateb, ödediği hisse nisbetinde hür
diyeti öder, geri kalana köle diyetinden öder."
Tirmizi, Büyü' 35, (1259); Ebu Davud, Diyat 22, (4582); Nesai, Kasame 36, (8, 45, 46).
4153 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize
buyurdular ki: "Sizden birinin mükatebinin sizçe hâla ödeyeceği borcu varsa da, ona karşı
örtünsün."
Ebu Davud, Itk 1, (3928); Tirmizi, Büyü' 35, (1261); İbnu Mace, Itk 3, (2520).
4154 - Musa İbnu Enes İbn-i Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Sirin, Hz. Enes'e mükatebe
yapma talebinde bulundu. Hz. Enes çok zengindi, mükatebe yapmayı reddetti. Sirin Hz. Ömer
radıyallahu anh'a başvurdu. Hz. Ömer, Enes radıyallahu anhüma'yı çağırarak: "Sîrîn'le
mükatebe yap!" emretti. Enes radıyallahu anh yine kabul etmedi. Hz. Ömer, çubuğuyla Enes'e
vurdu. Ve şu ayeti okudu: "Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek (mükatebe yapmak)
isteyenlerin, -onlarda bir iyilik görürseniz- bedel vermesini kabul edin" (Nur 33). Bunun
üzerine Hz. Enes mükatebe yaptı."
Buhari, Mükateb 1.
4155 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Berrire mükatebe bedelini ödemede yardım
istemeye geldi..."
4156 - Nesa'i'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Berire radıyallahu anha kendi nefsinin
hürriyete kavuşması için dokuz okiyye üzerine mükatebe yaptı. Her sene bir okiyye
ödeyecekti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu, (hürriyetine kavuştuğu zaman) kocası ile
beraberliğe devam etme veya boşanma hususunda muhayyer bıraktı. Kocası köle idi. Berire
kendini (kocadan ayrılmayı) tercih etti. Urve der ki: "Kocası hür olsaydı, Aleyhissalatu
vesselam Berire'yi muhayyer bırakmazdı."
MECUSİNİN KÖPEĞİ
6905 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Biz onların, yani mecusilerin köpek ve kuşlarının
avladıklarını yemekten nehyolunduk.
OK-YAYLA AVLANAN HAYVANIN HÜKMÜ
6906 - Adiyy İbnu Hâtim radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü dedim, biz ok atan
bir kavimiz; (bize ne tavsiye buyurursunuz?)" Şu cevabı verdi: "(Ava) ok atıp (onu) deldiğin
zaman deldiğin (av)ı ye."
6907 - Temîmu'd-Dârî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ahir zamanda develerin hörgüçlerini, koyunların kuyruklarını (hayvan canlı
iken) kesen bir kavim olacak. Bilesiniz! Canlıdan her ne kesilirse, o (meyte hükmündedir)
murdardır (haramdır)."
BALIK VE ÇEKİRGE AVI
6908 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bize iki hayvanın ölüsünün yenmesi helâl kılındı: "Balık ve çekirge."
6909 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın zevceleri,
çekirgeleri tabaklar üstünde birbirlerine hediye ederlerdi."
ÖLDÜRÜLMESİ YASAK HAYVANLAR
6910 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam
göçeğen kuşu (surad), kurbağa, karınca ve hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı."
KELERİ ÖLDÜRMENİN HÜKMÜ
6911 - Fâkih İbnu'l Muğîre'nin azadlı cariyesi Saibe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Aişe
radıyallahu anhâ'nın yanına girmiştim. Odasında, yere konulmuş bir mızrak gördüm. "Ey
mü'minlerin annesi! Bununla ne yapıyorsun?" diye sordum. Şu cevabı verdi:
"Biz bununla, su kelerleri öldürüyoruz. Çünkü Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bize bildirdi
ki, Hz. İbrahim aleyhisselâm ateşe atıldığı zaman yerdeki bütün hayvanlar ateşin sönmesine
katıldı, sadece keler katılmadı. Dahası o, ateşi (yanması için) üflüyordu. Bu sebeple
Aleyhissalatu vesselâm bunun öldürülmesini emir buyurdu."
KURT VE TİLKİ
6912 - Huzeyme İbnu Cez' radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulu dedim, ben, kara
hayvanlarının hükmünü sormak üzere size geldim. Tilki hakkında ne buyurursunuz?"
Aleyhissalâtu vesselâm: "Tilkiyi kim yiyor?" buyurdu. Ben bu sefer: "Kurt hakkında ne
buyurursunuz?" dedim. "Kendisinde hayır bulunan bir kimse kurdu yer mi?" buyurdular."
KERTENKELE
6913 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kertenkeleyi
haram kılmadı. Lakin ondan tiksindi. O, bütün çobanların yiyeceğidir. Allah Teâla hazretleri
ondan birçok kimseleri faydalandırır, yanımda olsaydı ben de yerdim."
SU YÜZÜNDE DURAN ÖLÜ BALIĞIN HÜKMÜ
6914 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Denizin sahile attığı ve geri çekilmekle sahilde bıraktığı avı yiyiniz. Denizde ölüp de su
yüzüne çıkan avı yemeyiniz."
KARGANIN HÜKMÜ
6915 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma der ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın "fâsık"
dediği kargayı kim yer? Vallahi o temiz hayvanlardan değildir."
6916 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Yılan fasıktır, akreb fasıktır, fare fasıktır, karga fasıktır."
Kâsım İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr radıyallahu anh'a: "Karga yenilir mi ?" diye
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ona "fasık" demesinden
sonra onu kim yer?"
HUSUSİ SALAVATLARIN FAZİLETİ
________________________________________
4603 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazına, bir ramazan diğer ramazana hep
kefârettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler."
Müslim, Taharet 14, (223); Tirmizi, Salat 160, (214).
4604 - Yine Ebu Hureyre anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sabah namazını (cemaatle) kılan, Allah'ın garantisi altındadır. Sakın Allah, (ona verdiği
garantisi sebebiyle) size bir ceza vermesin!"
Rezin şunu ilave etti: "Kim bu garantiyi talep ederse onu elde eder ve bir daha da kaçırmaz."
Tirmizi, Fiten 6, (2165).
4605 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Gece ve gündüzde birkısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar. Bunlar sabah namazı ile
ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı vermek
üzere huzu-u ilahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere sorar: "Kullarımı nasıl
bıraktınız?"
"Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken vardık!" derler."
Buhari, Mevakitu's-Salat 16, Bed'ü'l-Halk 6, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesacid 210, (632);
Muvatta, Kâsru's-Salat 82, (1, 170); Nesai, Salat 21, (1, 240, 241).
4606 - Ammâre İbnu Rueybe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kılan hiç kimse ateşe girmeyecektir. -
Burada sabah ve ikindi namazları kastedilir-."
Müslim, Mesacid 213, (634); Ebu Dâvud, Salât 9, (427); Nesâi, Salât 21, (1, 241).
4607 - Muâz İbnu Enes el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Kim sabah namazından çıkınca, iki rek'atlik kuşluk namazını kılıncaya kadar hayırdan başka
bir şey söylemeden namaz kıldığı yerde oturur beklerse, Allah onun günahlarını, denizin
köpüğü kadar çok da olsa bağışlar."
Ebu Davud, Salat 301, (1287).
4608 - Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim hergün farzlar dışında oniki rek'at (nafile) kılarsa Allah onun için cennette mutlaka bir
ev inşa eder."
Ümmü Habibe der ki: "Bunu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğim günden beri bu
namazları terketmedim."
Müslim, Müsafirin 103, (728); Ebu Davud, Salat 290, (1250); Tirmizi, Salat 306, (415);
Nesai, Kıyamu'l-Leyl 66, (3, 261).
4609 - Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim güzelce abdest alır, sonra da iki rek'at namaz kılar ve namazında gaflete yer vermezse
Allah, (seğâirden olan) geçmiş günahlarını mağfiret buyurur."
Ebu Davud, Salât 162, (905).
4610 - Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bizimle münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır. Onlar
bu iki namaza muktedir olamazlar."
Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 5, (1, 130).
4611 - Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kişinin evindeki namazı, benim şu mescidimde kılacağı namazdan efdaldir; tabii ki farzlar
hariç."
Ebu Davud, Salat 205, (1044), 340, (1447); Tirmizi, Salat 331, (450); Muvatta, Salatu'l-
Cemâ'a 4, (1, 130).
4612 - Abdülvahid İbni Ziyâd merhum, merfû olarak şunu rivayet etmiştir: "Kişinin çölde
kılacağı namazı, tamamladığı takdirde cemaatle kılacağı namazdan efdaldir."
Rezin tahric etmiştir. Hadis, Ebu Davud'da gelmiştir. Salat 49, (560).
Ebu Davud bu hadisi, Ebu Saidi'l-Hudri'den kaydettiği şu hadisin arkasından rivayet eder:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cemaatle kılınan namaz yirmibeş namaza
bedeldir. Kişi (cemaatle yolculuk sırasında) çölde kılar da rükû ve secdelerini tam yaparsa, o
zaman (sevabı) elli misline ulaşır."
4613 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cemaatle kılanan namaz münferid kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür." -"Yirmibeş
derece" diye de rivayet edildi.-"
Buhari, Ezan 30, 31; Müslim, Mesacid 249, (650); Muvatta, Cemâ'a 1; Tirmizi, Salat 161,
(215); Nesai, İmamet 42. (2. 103).
4614 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Köyde olsun, kırda olsun üç kişi olur da orada cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara
galebe çalmış demektir. Size cemaatle namaz kılmanızı tavsiye ederim."
Ebu Davud, Salat 47, (547); Nesai, İmamet 48, (2, 106).
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Zira insanın kurdu şeytandır. Onu yalnız yakaladı mı yer."
4615 - Ebu Sa'iid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, namazı kılıp
bitirdikten sonra bir adam gelip namaza durdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Şununla
namaza durup ticaret yapacak kimse yok mu?" buyurdular. Bunun üzerine bir adam kalkıp
onunla (ona uyarak) namaz kıldı."
Tirmizi, Salat 164, (220); Ebu Davud, Salat 56, (574).
4616 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Kim de sabahı
da cemaatle kılmışsa gecenin tamamını ihya etmiş gibidir."
Müslim, Mesacid 260, (656); Muvatta, Cema'at 7, (1, 132); Ebu Davud, Salat 18, (555);
Tirmizi, Salat 165, (221).
4617 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim kırk gün, iftitah tekbirini kaçırmadan cemaatle namaz kılarsa, kendisine iki beraet
yazılır; ateşten beraet, nifaktan beraet."
Tirmizi, Salat 178, (241).
4618 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İmam zamin, müezzin de mü'temendir. Allahım, insanlarımızı irşad et, müezzinlere de
mağfiret buyur."
Ebu Davud, Salat 32, (517); Tirmizi, Salat 153, (207).
4619 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmibeş kat daha
sevablıdır. Çünkü, güzelce abdest alır, mescide gider. Bu gidişte gayesi sadece ve sadece
namazdır. Her adım atışında bir derece yükseltilir, günahından da bini dökülür. Namazını
kılınca, namazgahında kıldığı müddetçe melekler ona mağfiret duasında bulunur ve: "Allahım
ona mağfiret et, Allahım ona rahmet et, Allahım onun tevbesini kabul et" derler. Bu kimseye,
orada eza vermedikçe, hadeste bulunmadıkça böyle devam eder."
Ebu Hureyre radıyallahu anh'a: "Hadeste bulunması ne demek?" diye sorulmuştu: "Sesli veya
sessiz yel bırakmadıkça!" diye açıkladı. "Sizden biri, namazı beklediği müddetçe
namazdadır."
Buhari, Ezan 30, Salat 87, Büyü 49; Müslim, Mesacid 246, (649); Muvatta, Taharet 33, (1,
33); Ebu Davud, Salat 49, (559); Tirmizi, Salat 423, (603).
4620 - Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Ensardan biri ölmek üzere idi. Dedi ki:
"Size bir hadis rivayet edeceğim. Bunu da sadece sevap ümidiyle yapacağım. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim, şöyle buyurmuştu:
"Biriniz abdest alır ve abdestini güzel yapar sonra da namaza giderse, sağ adımını her atışta,
bu adım sebebiyle Allah mutlaka ona bir sevap yazar; sol adımını attıkça da her seferinde
mutlaka bir günahını döker. -Öyleyse (mescide) yaklaşsın veya uzaklaşsın- mescide gelir ve
cemaatle namazını kılarsa mağfirete mazhar olur. Mescide geldiğinde namazın birkaç rek'ati
kılınmış; birkaç rek'ati kalmış ise yetiştiğini cemaatle kılıp, kaçırdıklarını da tamamlamışsa,
keza mağfirete mazhar olur. Eğer mescide geldiğinde namazı kılınmış bulur ve tek başına
tamamlarsa yine mağfirete mazhar olur."
Ebu Davud, Salat 51, (563).
4621 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim evinden temizlenmiş olarak farz namaz için çıkarsa, onun ecri, tıpkı ihrama girmiş
hacının ecri gibidir. Kim de kuşluk namazı için çıkar ve sırf bu maksadla yorulursa onun
ücreti de umre yapanın ücreti gibidir. Namaz kıldıktan sonra araya lağv (dünyevi kelam)
sokmadan kılınan iknici namaz, İlliyyin (denen cennetin yüce makamın)da yazılıdır."
Ebu Davud, Salat 49, (558).
4622 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Beni Selime yurtlarını bırakarak Mescid-i
Nebeviye yakın bir yere gelip yerleşmek istediler. (Durumdan haberdar olan) Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm:
"(Yürüdüğünüz zamanki) adımların sevabını hesaba katmıyor musunuz?" dedi. Bunun üzerine
yerlerinde kaldılar."
Buhari, Fezailu'l-Medine 11, Ezan 33.
4623 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Karanlıkta mescide gidenlere Kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!"
Ebu Davud, Salat 50, (561); Tirmizi, Salat 165, (223).
HASTA ZİYARETİNİN FAZİLETİ
4624 - Hz. Ali radıyallahu anh diyor ki: "Bir hastayı akşamleyin ziyaret eden hiçbir kimse yok
ki beraberinde kendisine sabaha kadar istiğfar edecek yetmişbin melekle çıkmış olmasın.
Ayrıca onun cennette bir baçesi de vardır. Kim de hasta ziyaretine sabahleyin gelirse onunla
birlikte yetmişbin melek çıkar, akşam oluncaya kadar ona istiğfar ederler. Onun da cennette
bir bağı vardır."
Ebu Davud, Cenaiz 7, (3098, 3099, 3100).
4625 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim güzel bir şekilde abdest alır, müslüman kardeşine, sevap düşüncesiyle hasta ziyaretinde
bulunursa, cehennemden yetmiş yılllık yürüme mesafesi uzaklaştırılır."
Sabit dedi ki: "Ey Ebu Hamza, harîf nedir? diye Enes'ten sordum. Bana: "Yıl!" diye cevap
verdi."
Ebu Davud, Cenaiz 7, (3098).
4626 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim bir hastaya veya bir din kardeşine Allah rızası için ziyarette bulunursa, bir münâdi ona
nida eder: "(Dünyada da ahirette de) iyi olasın (ahiret yolculuğun da) iyi olsun. (Bu
davranışınla) cennette bir ev hazırladın!" der."
Tirmizi, Birr 64, (2009); İbnu Mace, (Cenaiz 2, (1443).
BAZI MÜŞTEREK VE MÜTEFERRİK HADİSLERLE FAZİLETİ BELİRTİLEN AMEL
VE SÖZLER
4627 - Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Bir seferde Resûlullah'la beraberdik. Bir
gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim. Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!"
"Mühim bir şey sordun. Bu, Allah'ın kolaylık nasib ettiği kimseye kolaydır; Allah'a ibadet
eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, ramazan orucunu
tutarsın, Beytullah'a hacc yaparsın!" buyurdular ve devamla: "Sana hayır kapılarını
göstereyim mi?" dediler.
"Evet ey Allah'ın Resûlü" dedim.
"Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yoketmesi gibi.
Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır" buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen):
"Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve
rahmetini ümid ederek O'na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de
bağışta bulunurlar" (Secde 16)
Sonra sordu: "Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?"
"Evet, ey Allah'ın Resûlü!" dedim. "Dinle öyleyse" buyurdu ve açıkladı:
"Bu dinin başı İslâm'dır, direği namazdır, zirvesi cihâddır!"
Sonra şöyle devam buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?"
"Evet ey Allah'ın Resûlü!" dedim.
"Şuna sahip ol!" dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz
konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?"
"Anasız kalasıca Muâz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan,
dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?" buyurdular."
Tirmizi, İman 8, (2619).
4628 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim namazı kılar, zekâtı verir ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret
etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!"
Dedik ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz bunu halka anlatsak da sevinseler olmaz mı?"
"Cennette yüz derece var. Her iki derece arasında arzla sema arasındaki kadar mesafe var.
Allah onu kendi yolunda cihad edenlere hazırladı. Ben mü'minleri bindirebileceğim bir şey
bulamamam sebebiyle onlar da (bu yüzden cihada iştirak edemedikleri için) benden geri
kalmalarına üzülmeleri suretiyle mü'minlere meşakkat vermemiş olsaydım, hiçbir seriyyeden
geri kalmaz, (her birine) iştirak ederdim. Ben (cihad esnasında) öldürülüp, sonra tekrar
diriltilmeyi, tekrar öldürülmeyi isterim" buyurdular."
Nesai, Cihad 18, (6, 20).
4629 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben
de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona
farz kıldığım (ayni veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle
yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği
kulağı, gördüğü güzü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum.
Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır,
korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar
hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
Buhari, Rikak 38.
4630 - Hz. Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Üç şey vardır; her birine Allah garanti vermiştir: "Allah yolunda cihad etmek üzere yola
çıkan kimse: Bu öldüğü takdirde cennete koyma hususunda, ölmeyip döndüğü takdirde
ganimet ve sevapla gelme hususunda garantilidir. Mescide giden kimseye, öldüğü takdirde,
Allah cennete koyma hususunda garanti vermiştir. Kişi (fitne zamanında bulaşmayıp) evine
çekildiği takdirde Allah ona da garanti vermiştir."
Ebu Davud, Cihad 10, (2494).
4631 - Muaz İbnu Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Namaz, oruç ve zikir Allah yolunda infak üzerine yediyüz misli katlanır."
Ebu Davud, Cihad 14, (2498).
4632 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Nu'man İbnu Nevfel (bir gün) dedi ki: "Ey
Allah'ın Resûlü! Farz namazlarımı kılsam, ramazan orucumu tutsam, helali helal bilip haramı
da haram tanısam ve bunlara hiçbir ilave (hayır ve ibadet)de bulunmasam cennete gider
miyim?"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Evet!" buyurdular. Nu'man: "Vallahi (bu farzlara) hiçbir
ilavede bulunmayacağım!" dedi."
Müslim, İman 16, (15).
4633 - El-Hâris el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimâsselam'a, beş kelime söyleyip
bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail'e de söylemesini emir buyurdu.
Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselâm kendisine: "Allah sana beş kelime öretip
onlarla amel etmeni ve Beni İsrail'e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen
bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim" dedi. Yahye aleyhisselam:
"Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden
korkarım!" dedi ve halkı Beytu'l-Makdis'te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de
oturdular. (Söz alıp):
"Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi
bana emretti:
-Bunlardan birincisi Allah'a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah'a ortak
koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle
satın alır ve: "Bu benim evim, bu da işim. (Çalış kazandığını) bana öde!" der. Köle çalışır,
fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur?
Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira
Allah yüzünü, namazda bulunan kulunnun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı
müddetçe.
-Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer; O bir grup içerisindedir.
Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun
(ağzında hasıl olan) koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.
-Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir
edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir.
Adam: "Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak
istiyorum" der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.
-Allah size, Allah'ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği
bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir.
Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (burada hikayeyi tamamlayarak) dedi ki: "Ben de size beş
şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat.
Zira, kim cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen
hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!"
Bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi
cehennemlik)?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah'ın kulları! Sizi müslümanlar, mü'minler diye
tesmiye eden Allah'ın çağrısı ile çağırın!" buyurdular."
Tirmizi, Emsal 3, (2867).
4634 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bu gece Rabbimden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: "Rabbim
bana en güzel bir surette geldi" -ve: "Ey Muhammed!" dedi.
"Buyur Rabbim, emrindeyim!" dedim.
"Mele-i A'la(da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun?" dedi.
"Hayır!" dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini
göğüslerimde hissettim. Derken semâvat ve arzda olanları öğrendim. Sonra: "Ey Muhammed!
Mele-i A'la (efradı) nelerde yarışır biliyor musun?" dedi.
"Evet! Dereceler(i artıran ameller)de, keffâretlerde. (Keffaretler ise)" yaya olarak cemaatlere
gitmek, şiddetli soğuklarda abtesti tam almak, namazdan sonra namaz beklemektir. Kiim
bunlara devam ederse hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür, günah mevzuunda da annesinden
doğduğu gündeki gibi olur" dedim. Sonra tekrar: "Ey Muhammed!" dedi.
"Buyurun emrinizdeyim!" dedim.
"Namaz kıldığın vakit, dedi, şunu oku: "Allahım, senden hayırları yapmamı, kötü şeyleri de
terketmemi ve fakirleri sevmemi talep ediyorum! Kullarına bir fitne arzu edersen, beni,
fitneye düşmeden, yanına al!"
(Gece bana gelen elçi -veya Rabbim- son olarak) dedi ki: "Dereceler ise, selamı yaymak,
yemek yedirmek, insanlar uyurken gece namaz kılmaktır!"
Tirmizi, Tefsir, Sâd, (3231, 3232).
4635 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette birtakım odalar vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür."
Bunu işiten bir bedevi ayağa kalkıp: "Bu odalar kim(ler)e ait ey Allah'ın Resulü?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam: "Sözü güzel yapan, yemek yediren, oruca devam eden, gece herkes
uyurken namaz kılan kimse(lere) ait!" buyurdu."
Tirmizi, Birr 53, (1985).
4636 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça
ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat
içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış
yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir
kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk
koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım."
Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, (2675), Tevbe 1, (2675).
4637 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri demiştir ki: "Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya
arttırırım da. Kim bir günah işlerse bunun cezası misli kadardır, veya affederim. Kim bana bir
karış yaklaşırsa ben ona bir zirâ yaklaşırım. Kim bana bir zirâ yaklaşırsa ben ona bir kulaç
yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana hiçbir şeyi şirk
koşmaksızın, arz dolusu hata ile kavuşursa ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım."
Müslim, Zikr 22, (2687).
4638 - Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülilllah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve
sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur'ân ise lehine veya
aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır, kimisi de helâk
eder."
Müslim, Taharet 1, (223); Tirmizi, Da'avat 91, (3512); Nesai, Zekat 1, (5, 5-6).
4639 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
gün:
"Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?" diye sordular. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh:
"Ben!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bugün kim bir cenâzeye kadıldı?" dedi. Yine Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ben!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bugün kim bir fakire yedirdi?" dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: "Ben!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?" dedi. Bu sefer de Hz. Ebu Bekr "Ben!" dedi. Bunun
üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bunlar bir kimsede biraraya geldi mi, o kimse mutlaka cennete girer!" buyurdu."
Müslim, Zekât 87, (1028).
4640 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "(Ashabtan bazıları): "Ey Allah'ın Resûlü!
Zenginler ücretleriyle gittiler. Onlar da bizim gibi namaz kıldılar, bizim gibi oruç tuttular,
mallarının artanından da sadaka verdiler!" dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Allah size de tasadduk edeceğiniz şeyler verdi: Her bir tesbih sadakadır, her bir tekbir
sadakadır, her bir tahmid sadakadır, her bir tehlil sadakadır, emr-i bi'l-ma'ruf sadakadır, nehy-i
ani'l-münker sadakadır, herbirinizin (hanımıyla) cimaı sadakadır!" buyurdu. Derken
cemaatten: "Ey Allah'ın Resûlü! Yani birimizin şehvetine mubaşeret etmesine ücret mi var?"
diye soranlar oldu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"İhtiyacını haramla görmüş olsaydı bundan ona bir vebal var mıydı, yok muydu ne dersiniz?"
diye sual ettiler.
"Evet vardı!" demeleri üzerine:
"Öyleyse, ihtiyacını helal yolla gördü mü bunda onun için ücret vardır!" buyurdular."
Müslim, Zekat 53, (1006).
4641 - Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kardeşine karşı izhar edeceğin
tebessümün bir sadakadır. Emr-i bi'l-mâ'rufun ve nehy-i ani'l-münkerin sadakadır. Yolunu
kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen
sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan
kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır."
Tirmizi, Birr 36, (1957).
4642 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Üç şey vardır, bunlar kimde bulunursa, Allah onun üzerine himayesini açar ve onu cennete
koyar: "Zayıflara rıfk, anne-bebaya şefkat, kölelere ihsan."
Tirmizi, Kıyâmet 49, (2496).
4643 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Üç kimse vardır ki, bunlara yardım Allah üzerine bir haktır: Allah yolunda cihad eden;
borcunu ödemek isteyen mükâteb, iffetini korumak niyetiyle evlenen kimsi."
Tirmizi, Fezâilu'l-Cihâd 20, (1655); Nesai, Nikâh 5, (6, 61).
4644 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Üç kişi vardır, Allah onları sever, üç kişi de vardır Allah onlara buğzeder.
Allah'ın sevdiği üç kişiye gelince: "Bir adam bir cemaate gelir, onlardan Allah adına birşeyler
ister, kendisiyle onlar arasında mevcut bir karâbet sebebiyle istemez. Onun başvurduğu
kimseler, istediğini vermezler. İçlerinden biri cemaatin arkasına kayıp, isteyen kimseye
gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sadece Allah'la ihsanda
bulunduğu adam bilir.
(İkinci adam ise:) Bir cemaat yoldadır. Gece boyu da yürürler. Derken (yorulurlar ve) uyku
herşeyden kıymetli bir hal alır. Konaklarlar, (başlarını koyup yatarlar.) Bir adam kalkıp bana
karşı tevazu ve tazarruda bulunur, ayetlerimi okur.
(Üçüncü adama gelince): Seriyyeye katılmıştır. Seriyye düşmanla karşılaşır, hezimete
uğrarlar. Ancak o ilerler, öldürülünceye veya başarıncaya kadar savaşmaya devam eder.
Allah'ın buğzettiği üç kişiye gelince: Bunlar zâni ihtiyar, kibirli fakir, zâlim zengindir."
Tirmizi, Cennet 25, (2571); Nesai, Zekat 75, (5, 84).
4645 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde
gölgeler:
-Adil imam,
-Allah'a ibadet içinde yetişen genç,
-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,
-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım"
de(yip icabet etmey)en kimse,
-Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse."
Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953);
Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi, Kudât 2, (8, 222, 223).
4646 - Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim bir hidayete davette bulunursa, buna uyanların sevaplarının bir misli ona gelir ve bu
durum, onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalâlete çağrıda bulunursa, buna
uyanların günahlarından bir misli de ona gelir ve bu onların günahlarından hiçbir eksiltme
yapmaz."
Müslim, İlm 16, (2674); Tirmizi, İlm 15, (2676); Ebu Davud, Sünnet 7, (4609); Muvatta,
Kur'an 41, (1, 218).
4647 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hayra delâlet eden onu yapan gibidir."
Tirmizi, İlm 14, (2672).
4648 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
"Allah Teâla hazretleri meleklerine şöyle emreder: "Kulum kötü bir amel yapmak isteyince,
onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı
düşünerek terketti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince,
yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere
yediyüz misline kadar ona sevap yazın."
Buhari, Tevhid 35; Müslim, İman 203, 205, (128, 129); Tirmizi, Tefsir, En'âm (3075).
4649 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kulun gündüz veya gece amelini yazan hafaza melekleri, yazdıklarını Allah'a yükseltirler.
Allah sahifenin baş ve son kısmını hayırlı bulursa, meleklere şöyle der: "Sizi şahid kılıyorum,
ben kulumun sahifesinin iki tarafı arasında kalan kısmını mağfiret ettim."
Tirmizi, Cenaiz 9, (981).
4650 - Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim müslüman olduğu halde, saçından bir kıl beyazlarsa, bu, Kıyamet günü onun için bir
nûr olur. Kim Allah yolunda bir ok atarsa, bu düşmana değse de değmese de, atan için bir
köle azadı yerine geçer. Kim mü'min bir köleyi azad ederse bu onun için cehennemden bir
azadlık vesilesi olur: Her bir uzuv için bir uzvu ateşten kurtulur.
Tirmizi, Fezailu'-Cihad, (1634); Nesai, Cihad 26, (6, 26); Ebu Davud, Itk 14, (3966).
4651 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kıyamet günü aziz ve celil olan Allah şöyle buyuracak:
"Ey ademoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!" Kul diyecek:
"Ey Rabbim, Sen Rabbülâlemin iken ben seni nasıl ziyaret ederim?" Rab Teâla diyecek:
"Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer
onu etseydin, yanında beni bulacaktın!"
Rab Teâla diyecek:
"Ey ademoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?" Kul diyecek:
"Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin?" Rab Teâla diyecek:
"Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen
ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım." Rab Teâla diyecek:
"Ey Ademoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!" Kul diyecek:
"Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Alemlerin Rabbisin!" Rab Teâla diyecek:
"Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş
olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!"
Müslim, Birr 43, (2569).
4652 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim temiz rızık yer ve sünnete uygun amelde bulunur, halk da kendisinden bir kötülük
gelmeyeceği hususunda güven duyarsa cennete girdi demektir."
Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü ! Bugün insanlar arasında böyleleri çoktur!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da:
"Benden sonraki zamanlarda da olacaklar!" buyurdu."
Tirmizi, Kıyamet 61, (2522).
4653 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim sağmal bir hayvanı veya parayı (karz-ı hasen olarak) iâreten verirse veya yolunu
kaybedene yolunu gösterirse veya âmâyı sokağına koyarsa kendisine bir köle azad edenin
sevabı verilir."
Tirmizi, Birr 37, (1958).
4654 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam'a
soruldu:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bir adam gizli olarak hayırlı ameller yaparken bir de bakarsın halk buna
muttali olmuştur da bu onun hoşuna gitmiştir?" Aleyhissalatu vesselam:
"Bu kimsenin iki ücreti vardır: Gizli yapmanın ücreti ve aleni yapmanın ücreti."
Tirmizi, Zühd 49, (2385).
4655 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah'a soruldu: "Ey Allah'ın Resûlü!
Kişi hayır yapsa halk da bu sebeple onu övse (bunun hükmü nedir)?
"Bu mü'mine (Allah'ın razı olduğuna dair) peşin bir müjdedir" buyurdular."
Müslim, Birr 166, (2642).
4656 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah için sefer yapanlar üçtür: Gâzi, hacı, umreci."
Nesai, Hacc 4, (5, 113).
4657 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsülatından bir kuş veya
insan veya hayvan yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur."
Buhari, Hars 1, Edeb 27; Müslim, Müsakat 12, (1553); Tirmizi, Ahkâm 40,. (1382).
MEKKE'NİN FAZİLETİ
________________________________________
4542 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Şurası
muhakkak ki, (yeryüzündeki) ilk ev, mübarek olsun ve içinde namaz kılınsın diye Mekke'de
inşa edilen Kâ'be'dir" buyurdular.
Ben: ^Sonra hangisi?" diye sordum. "Mescid-i Aksa" buyurdular. Ben: "İkisi arasında ne
kadar fark var?" dedim. "Kırk yıl!" buyurdular."
Buhari, Enbiya 8, 40; Müslim, Mesacid 2, (520); Nesai, Mesacid 3, (2, 32).
4543 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Haceru'l-Esved, cennetten indi. İndiği vakit sütten beyazdı. Onu insanların günahları
kararttı."
Tirmizi, Hacc 40, (877).
4544 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Rükn ve makam iki cennet yakutu idiler. Allah onların nurlarını aldı. Eğer onların nurlarını
almamış olsaydı, o ikisi mağrible maşrık arasını aydınlatırdı."
Tirmizi, Hacc 49, (878).
4545 - el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bu Beyt'e Ye'cüc ve Me'cüc'den sonra da hacc yapılacak umre icra edilecek."
Buhari, Hacc 47.
4546 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa aleyhisselam), Feccu'r-Ravhâ nam mevkide, hacc yapmak
veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir."
Müslim, Hacc 216, (1252).
4547 - Hz. Aişe radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kâ'be'ye karşı bir ordu, saldırı tertipleyecek. Yerin bir çölüne geldikleri vakit en öndekileri
de en sondakileri de (tamamiyle) yere batırılacak!" Ben söze girip: "Ey Allah'ın Resûlü,
onların içerisinde çarşı-pazar (ehli) olanlar, onlardan olma(dığı halde zorla katılan)lar da var.
Nasıl olur da hepsi birden yere batırılıp (cezalandırılır)? dedim. Aleyhissalatu vesselam:
"Öndekileri de, arkadakileri de batırılır. Ancak, herbiri niyetlerine göre diriltilir" buyurdular."
Buhari, Büyü 49; Müslim, Fiten 8, (2884).
4548 - Şakik'in bir rivayetine göre Şeybe İbnu Osman şöyle anlatmıştır:
"Hz. Ömer radıyallahu anh Kâ'be'ye girdi. Orada bulunan emvali görünce:
"Kâ'be'nin malını taksim etmedikçe çıkmayacağım" dedi. Ben de: "Sen bunu yapamazsın"
dedim. O: "Hayır, yaparım!" dedi. Ben tekrar: "Sen onu yapamazsın!" dedim. O: "Niye?" diye
sordu. Ben de: "Çünkü onun yerini Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da, Hz. Ebu Bekir de
gördü. Onlar mala senden daha fazla muhtaç idiler. Buna rağmen o malı çıkarmadılar" dedim.
Bunun üzerine kalkıp çıkıp gitti."
Buhari, İ'tisam 2, Hacc 48; Ebu Dâvud, Menasik 96, (2031).
4549 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"(Ziyaret için) sadece üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûlullah,
Mescid-i Aksâ."
Buharig, Fezailu's-Salat 6, Hacc 26, Savm 67; Müslim, Hacc 288, (827); Tirmizi, Salat 243,
(326).
4550 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Şu mescidimdeki namaz efdaldir." -Bir başka rivayette- "Bu mescidimdeki bir nemez),
Mescid-i Haram hariç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır."
Buhari, Fazlu's-Salat 1; Müslim, Hacc 505, (1394); Muvatta, Kıble 9, (1, 196); Tirmizi, Salat
243, (325); Nesai, Mesacid 7, (2, 35).
4551 - Ebu Şüreyh el-Adevi radıyallahu anh anlatıyor: "Mekke'ye asker sevkeden Amr İbnu
Sa'id'e dedim ki:
"Ey emir, bana müsaade et. Fethin ferdası gününde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
söylemiş bulunduğu bir hadisini hatırlatayım: Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle
buyurmuştu: "Mekke'yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır. Allah'a ve ahirete inanan hiçbir
mü'mine orada kan dökmek helal olmaz. Ağaç sökmek de helal olmaz. Eğer biri çıkıp da
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın oradaki savaşını göstererek kan dökmeye ruhsat vermeye
kalkarsa kendisine şunu söyleyin: "Allah, Resûlüne izin vermişti, ama size izin vermiyor!"
Mekke'de bana bir gündüzün bir müddetinde (gün doğumundan ikindiye kadar) izin verildi.
Sonra bugün tekrar eski hürmeti (haramlığı) ona geri döndü. Bu hususu, sizden burada hazır
olanlar, hazır olmayanlara ulaştırsın."
Ebu Şüreyh'e: "Amr sana ne dedi?" diye soruldu.
"Ey Ebu Şureyh bunu ben, senden daha iyi biliyorum. "Harem", âsi olana, kan döküp kaçana,
cinayet işleyip kaçana sığınma tanımaz!" diye cevap verdi" dedi."
Buhari, İlm 37, Cezau's-Sayd 6, Megazi 50; Müslim, Hacc 446, (1354); Tirmizi, Hacc 1, (89),
Diyat 13, (1406); Nesai, Menasik 11, (5, 205, 206).
4552 - İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih
günü buyurdular ki:
"Fetihten sonra artık hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Öyleyse askere çağırıldığınız
zaman hemen asker olun!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam etti: "Allah, bu beldeyi semâvat ve
arzı yarattığı zaman haram kıldı. Burası, Kıyamete kadar Allah'ın haramıyla haramdır (onu
insanlar haram kılmamıştır). Benden önce kimseye orada kıtal helal olmadı. Bana da günün
bir müddetinde helal kılındı. Burası Kıyamete kadar Allah'ın haramıyla haramdır. (Allah'a ve
ahirete inanan hiçkimseye, orada kan dökmesi helal değildir. Ayrıca) onun dikeni koparılmaz,
av(hayvan)ı ürkütülmez, buluntusu da alınmaz (yerinde bırakılır). Ancak ilan edip sahibini
arayacak olanlar alabilir. Mekke'nin otu da biçilmez!"
Abbas radıyallahu anh atılarak: "Ey Allah'ın Resûlü! İzhir otu hariç olsun" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "İzhir hariç!" buyurdu."
Buhari, Cezau's-Sayd 9, Hacc 43, Cenâiz 77, Büyü' 28, Megazi 52; Müslim, Hacc 445,
(1353); Nesai, Hacc 110, (5, 203, 204); Ebu Davud, Menasik 90, (2017, 2018).
4553 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mekke'de silah taşımak hiç kimseye helal değildir."
Müslim, Hacc 449, (1356).
4554 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Mekke'ye hitaben şöyle buyurdular:
"Sen ne hoş beldesin. Seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur
etmeseydi, senden başka bir yerde ikâmet etmezdim."
Tirmizi, Menakıb (3922).
4555 - Ya'la İbnu Ümeyye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Harem'de mal ihtikârı orada işlenen bir zulümdür."
Ebu Davud, Menasik 90, (2020).
4556 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana şöyle
buyurdular:
"Biliyor musun, senin kavmin Kâ'be'yi yeniden inşa ederken Hz. İbrahim'in atmış bulunduğu
temellere (tam riayet etmeyip) inşaatı kısa tuttu."
Ben: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, inşaatı Hz. İbrahim'in temellerine oturtmayacak mısın?"
dedim.
"Kavmin küfre yakın omasa mutlaka yapardım!" buyurdu.
İbnu Ömer radıyallahu anhüma dedi ki: "Hz. Aişe radıyallahu anha'nın bunu Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan işitmesine göre, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın, Hıcr'ı
takip eden iki rüknün istilâmını terketmesini, Kâ'be'nin inşaatının Hz. İbrahim aleyhisselâm'ın
temelleri üzerine tamamlanmamış olmasıyla izah ederim."
Buhari, İlm 48, Hacc 42, Enbiya 8, Tefsir, Bakara 10, Temenni 9; Müslim, Hacc 399, (1333);
Muvatta, Hacc 104, (1, 363, 364); Nesai, Hacc 125, (5, 214-216); Tirmizi, Hacc 47, (875).
4557 - Amr İbnu Dinar anlatıyor: "Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh'ı işittim. Demişti ki:
"Kâ'be inşa edilirken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve (amcası) Abbas taş taşımakta
idiler. Bir ara Abbas radıyallahu anh, aleyhissalatu vesselam'a: "İzarını omuzuna koy da taşın
incitmesine mani olsun" dedi. O da öyle yapmıştı. Bu hadise peygamberlik gelmezden önce
idi. Birden yere yığıldı. Gözleri semaya dikilmiş kalmıştı.
"İzarım! İzarım! dedi ve derhal onu üzerine bağladı."
Bir rivayette şu ziyade var: "...Bayılıp düştü. Bundan sonra hiç üryan görülmedi."
Buhari, Hacc 42, Salat 8, Menakıbu'l-Ensar 25; Müslim, Hayz 76, (340).
4558 - Amr İbnu Dinar ve Ubeydullah İbnu Ebi Yezid dediler ki: "Resûlullah zamanında
Kâ'be'nin (etrafında ihata) duvarı yoktu. İnsanlar Beytullah'ın etrafında namaz kılıyorlardı. Bu
hal, Hz. Ömer zamanına kadar devam etti. Ömer radıyallahu anh etrafına duvar çektirdi. Bu
duvarın boyu alçaktı. İbnu'z-Zübeyr yükseltti."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 25).
4559 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kâ'be'yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip edecektir."
Buhari, Hacc 49; Müslim, Fiten 57, (2909); Nesai, Hacc 125, (5, 216).
4560 - Buhari'nin İbnu Abbas'tan kaydettiği diğer bir rivayete göre, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm şöyle buyurmuştur: "Kâ'be'yi yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu
siyah) Habeşli'yi Kâ'be'nin taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!"
Buhari, Hacc 49.
4561 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Habeşliler sizi terkettikçe onları terkedin. Zira, Kâ'be'nin hazinesini sadece
zü's-süvaykateyn (ince bacaklı olan kimse) çıkaracaktır."
Ebu Davud, Melahim 11, (4309).
MEDİNE'NİN FAZİLETİ
4562 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'yi şu şu
yer arasında kalan kısımlarıyla haram ilan etti. "Kim bu haramı ihlâl edecek bir davranışta
bulunursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Kıyamet
günü o kimseden ne farz ne nafile (hiçbir hayır) kabul etmesin" (buyurdu)."
Buhari, Fezailu'l-Medine 1, İ'tisam 6; Müslim, Hacc 462, 463,464, (1365, 1366, 1367).
4563 - Yine Sahiheyn'in bir rivayetinde anlatıldığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
(Medine'nin dışına doğru) yürüdü. Önünde Uhud görünmüştü:
"Bu dağ var ya, o bizi çok seviyor, biz de onu seviyoruz" buyurdular. Medine'ye yönelince de:
"Ey Allahım! Hz. İbrahim Mekke'yi haram kıldığı gibi, ben de (Medine'yi) iki dağı arasıyla
haram kılıyorum. Allahım, (Medine halkını) müdd ve sa'larınla mübarek kıl" buyurdular."
Buhari, Fezailu'l-Medine 6; Müslim, Hacc 462, (1365).
4564 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan Kur'ân-ı
Ker'im ve bir de şu sahifede olandan başka bir şey yazmadık.. (Bu sahifede bulunana gelince,)
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştu ki:
"Medine Ayr dağı ile Sevr dağı arasında kalan hudud içerisinde haramdır. Kim orada bir
bid'atte bulunur veya bid'atçiyi himaye ederse, Allah, melekler ve bütün insanların lâneti onun
üzerine olsun. allah onun ne farz, ne nafile hiçbir hayrını kabul etmesin. Müslümanların
garantisinde ihanet ederse, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Onun
(Kıyamet günü) ne farz ve ne nafile hiçbir hayrı kabul edilmez."
Buhari, Fezailu'l-Medine 1, Cizye 10, 17, Feraiz 21, İ'tisam 5; Müslim, Hacc 467, (1370); Ebu
Davud, Menasik 99, (2034, 2035), Tirmizi, Vela ve'l-Hibe 3, (2128). Bu rivayetin metni
Sahiheyn'e uygundur.
Ebu Dâvud'da şu ziyade var: "Otu yolunmaz, av hayvanı ürkütülmez, yitik malı, onu ilan
edecek olan alabilir. Hiç kimseye kıtal maksadıyla orada silah taşımak caiz olmaz. Oradan
ağaç kesilmez. Kişi devesini otlatabilir."
4565 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Medine'nin sıkıntı ve meşakkatlerine ümmetimden sabır gösteren herkese, Kıyamet günü
şefaatçi ve (hayır ameline) şahid olacağım."
Müslim, Hacc 484, (1378); Tirmizi, Menakıb, (3920).
4566 - Süfyan İbnu Ebi Züheyr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine'den oraya aileleri ve kendilerine tabi olanlarla
gidecekler. Halbuki bilselerdi, Medine onlar için hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim
Medine'den aileleri ve kendilerine tabi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar
için hayırlı idi. Irak da fetholacak. Bir grup kimse ailesi ve kendilerine tabi olanlarla
Medine'den oraya taşınacaklar. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi."
Buhari, Fezailu'l-Medine 5; Müslim, Hacc 497, (1388); Muvatta, el-Câmi' 7, (2, 887, 888).
4567 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ben karyeleri yiyen bir karye(ye hicret)le emrolundum. Buna Yesrib diyorlar. Burası
Medine'dir. Medine, tıpkı körüğün curufu ayırması gibi insanları(n kötüsünü) defedip ayırır."
Buhari, Fezâilu'l-Medine 2; Müslim, Hacc 488, (1382); Muvatta, el-Câmi' 4, (1, 886).
4568 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Medine'de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene şefaat ederim."
Tirmizi, Menakıb, (3913).
4569 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye
geldiği vakit Ebu Bekr ve Bilâl radıyallahu anhümâ hastalandılar. Ben yanlarına gittim:
"Ey babacığım, dedim. Kendini nasıl hissediyorsun? Ey Bilâl sen nasılsın?" diye sordum. Hz.
Ebu Bekr radıyallahu anh hummaya yakalanınca: "Her insana "sabahın hayırlı olsun"
denmiştir. Halbuki ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır" derdi. Hz. Bilal
radıyallahu anh da humma nöbetinden çıkınca sesini yükseltir ve (Mekke'ye hasretini ifade
eden şu beyitleri) terennüm ederdi:
"Bilmem ki! Mekke vadisinde etrafımı izhir ve celil otları sarmış olarak bir gece daha
geçirebilecek miyim? Mecenne suyuna ulaşacağım bir gün daha gelecek mi? (Mekke'nin)
Şâme ve Tafil dağları bana bir kere daha görünecek mi?"
(Sonra Bilal şöyle beddua etti: "Allahım, bizi yurdumuzdan çıkarıp bu cebalı diyara süren
Şeybe İbnu Rebi'a, Utbe İbnu Rebi'a ve Ümeyye İbnu Halef'e lanet et!)
Hz. Aişe der ki: "(Ben gidip, bunlardaki Mekke hasretini) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
haber verdim. O, şöyle dua buyurdu:
"Allahım bize Medine'yi sevdir. Tıpkı Mekke'yi sevdiğimiz gibi, hatta fazlasıyla! Allahım
onun havasını şıhhatli kıl. Onun müddünü, sâ'ını hakkımızda mübarek eyle. Onun hummasını
al, Cuhfe'ye koy!"
Buhari, Fezailu'l-Medine 11, Menakıbu'l-Ensâr 46, Mardâ 8, 22, 43; Müslim, Hacc 480,
(1376); Muvatta, Câmi' 14, (2, 890, 891).
4570 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua
buyurdular: "Allahım! Mekke'ye verdiğin bereketi iki katıyla Medine'ye de ver!"
Buhari, Büyü' 53, Kefaret 5, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 465, (1368); Muvatta, Câmi' 1, (2, 884,
885).
4571 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a (yılın
turfanda) ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyururlardı:
"Allahım, bize Medine'mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üzerine bereketle
mübarek kıl. Allahım, İbrahim senin kulun, peygamberin ve halilindir. Ben de senin kulun ve
peygamberinim. O sana Mekke için dua etti. Ben de Medine için, onun Mekke hakkında
yaptığı duayı bir misli ziyadesiyle aynen yapıyorum." Resûlullah bu şekilde dua ettikten sonra
getirilen meyveyi, orada hazır olan çocuklardan en küçüğüne verirdi."
Müslim, Hacc 473, (1373); Muvatta, Câmi' 2, (2, (885); Tirmizi, Da'avat 55, (3450).
4572 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Medine'ye geçit veren dağ gediklerinde (birbiriyle kenetlenmiş) melekler var. (Her gedikte
(kınından çekilmiş) kılıçlarıyla bekleyen iki meleğin) korumaları sebebiyle) Medine'ye ne
veba ve ne de Deccâl giremez."
Buhari, Fezailu'l-Medine 9, Tıbb 30, Fiten 27; Müslim, Hacc 485, 486, (1379, 1380);
Muvatta, Câmi' 16, (2, 892); Tirmizi, Fiten 51, (2244).
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mesih Deccl, doğu tarafından gelir. Kasdı Medine'dir. Uhud'un arka tarafına iner. Derken
(Medine'yi bekleyen) melekler, onun yüzünü Şam tarafına çevirirler ve orada helak olur."
4573 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mekke ve Medine hariç Deccal'ın çiğnemeyeceği memleket yoktur. Mekke ve Medine'ye
geçit veren yolların herbirinde saf tutmuş melekler var, buraları korurlar. (Deccal) es-Sebbiha
nâm mevkie iner. Sonra Medine ahalisini üç sarsıntı ile sarsar. Bunun üzerine (şehirde
bulunan) bütün kâfir ve münafıklar (şehri terkederek Deccal'e) gelirler."
Buhari, Fezailu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 123, (2943).
4574 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havuzumun
üzerindedir."
Buhari, Fazlu's-Salat 5, Fezailu'l-Medine 11, Rikak 53, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 502 (1392);
Muvatta, Kıble 10, (1, 197).
4575 - el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "İki kişi "takva üzerine kurulmuş olan mescid"
hakkında münakaşa ettiler. Biri: "Bu Kuba mescididir!" dedi. Diğeri de: "O, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın mescididir!" dedi.
(Bu münakaşayı işiten) Aleyhissalatu vesselam:
"Şu benim mescidimdir!" buyurdular."
Müslim, Hacc 514, (1398); Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3098); Nesai, Mesacid 8, (2, 36).
4576 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İslâm şehirlerinden en son harap olacak olan Medine'dir."
Tirmizi, Menakıb, (3915).
4577 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Medine'yi, taşıdığı yüce hayra rağmen terkedecekler. Onu rızık arayanlar yani kuşlar ve
kurtlar istila edecek. Oraya (en son gelecek) iki çoban bu maksadla Müzeyne'den çıkıp
koyunlarını azarlayacaklar. Fakat Medine'yi vahşi hayvanlarla dolmuş bulacaklar. Seniyyetü'l-
Vedâ'ya ulaştıkları vakit yüzüstü düşe(rek ölecek)ler."
Buhari, Fezailu'l-Medine 5, Müslim, Hacc 499, (1389); Muvatta, Câmi 8, (2, 888).
4578 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İman Medine'ye çekilecek, tıpkı yılanın deliğine çekilmesi gibi."
Buhari, Fezailu'l-Medine 6; Müslim, İman 233, (147).
4579 - Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri Medine'yi Tâbe diye tesmiye buyurdu."
Müslim, Hacc 491, (1385).
4580 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir seferden
dönünce, Medine'nin duvarlarına bakar, develerini hızlandırırdı. Eğer bir bineğin üzerinde ise,
onu tahrik ederdi. Bu davranışı Medine'ye sevgisinden ileri gelirdi."
Buhari, Fezailu'l-Medine 10, Umre 17; Tirmizi, Da'avat 44, (3437).
4581 - Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Tebük'ten dönünce,
(sefere katılmayıp Medine'de kalmış olan) mütehallifinden bazıları onu karşıladılar. Bu sırada
toz kaldırdılar. Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bazıları burunlarını sardı.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yüzündeki sargıyı çıkardı ve: "Nefsimi kudret elinde tutan
zâta yemin olsun. Medine'nin tozu, her hastalığa şifadır!" buyurdu ve O'nun devamla
"Cüzzâmdan, barastan (ala tenlilikten)" diye saydığını gördüm."
Rezin tahric etmiştir.
KUBA MESCİDİ
4582 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm her
cumartesi günü Kuba mescidini binekli ve yaya olarak ziyaret ederdi ve içinde iki rek'at
namaz kılardı."
Buhari, Fazlu's-Salât 3, 4, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 516, (1399); Muvatta, Salat fi's-Sefer 71,
(1, 167); Nesai, Mesacid 9, (2, 37); Ebu Davud, Menasik 99, (2040).
4583 - Sehl İbnu Huneyf radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim evinden çıkıp Kuba mescidine gelir ve orada iki rek'at namaz kılarsa bu ona bir umreye
bedel olur."
Nesai, Mesaciid 9, (2, 37).
UHUD DAĞI
4584 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Uhud öyle bir dağdır ki biz onu severiz, o da bizi sever."
Buhari, Cihad 71, 74, Enbiya 8, 27, Et'ime 28, Da'avat 36, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 504,
(1393); Muvatta, Câmi' 10, (2, 889); Tirmizi, Menakıb, (3918).
AKİK VE ZÜ'L-HULEYFE
4585 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Zü'l-
huleyfe'de, vadinin içinde istirahatgâhında iken yanına gelip kendisine: "Sen mübarek
Batha'dasın!" diyen olmuş. Musa İbnu Ukbe der ki: "Sâlim rahimehullah, Abdullah'ın
devesini ıhdırdığı mescidin yanına bizim de devemizi ıhdırırdı. Abdullah İbnu Ömer orada
Resûlullah'ın istirahat ettiği yeri araştırmak gayesiyle devesini ıhtırırdı. Orası, vadinin
dibindeki mescidin aşağısında, mescidle kıble arasında orta bir yerdir."
Buhari, Hacc 16, Hars 15, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 434, (1346); Nesai, Hacc 24, (5, 126,
127).
4586 - İbnu Abbas Hz. Ömer radıyallahu anhüm ecmain'den naklen anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın Akik vadisinde olduğu sırada şöyle söylediğini işittim:
"Bana Rabbimden bir elçi geldi ve "Bu vadide namaz kıl ve "Hacc için de umre(ye niyet
ediyorum) de!" emretti."
Buhari, Hacc 16, Hars 15, İ'tisâm 16; Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1800).
4587 - İmam Mâlik'ten nakledildiğine göre, şöyle demiştir: "Medine'ye giden hiç kimseye, en
az iki rek'at namaz kılmadan Mu'arras'ı geçmesi muvafık olmaz. Çünkü bana ulaştığına göre,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, orada gecelemiştir. Orası Medine'ye altı mil mesafededir."
Ebu Davud, Menâsik 100, (2045).
HZ. İBRAHİM ALEYHİSSELÂM VE OĞLU
________________________________________
4305 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir adam
gelip:
"Ey Hayru'l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)" diye hitabetmişti. Aleyhissalatu vesselam
hemen müdahale etti:
"Bu söylediğin İbrahim aleyhisselâm(ın vasfı)dır."
Müslim, Fedail 150, (2369); Tirmizi, Tefsir, Lem Yekun suresi, (2349); Ebu Davud, Sünnet
14, (4672).
4306 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kerim İbnu Kerim İbni Kerim İbni Kerim: Yusuf İbnu Yakup İbni İshak İbni
İbrahim'dir."
Buhari, Enbiya 19, Tefsir, Yusuf 1.
HZ. MUSA ALEYHİSSELÂM
4307 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Müslümanlardan biri ile yahudilerden biri
aralarında münakaşa edip küfürleştiler. Müslüman öbürüne:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı alemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelâl'e kasem
olsun!" diye yemin etti. Yahudi de: "Musa aleyhisselam'ı alemler üzerine seçkin kılan Zât-ı
Zülcelâl'e kasem olsun!" diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, müslüman elini kaldırıp
yahudi'ye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Aleyhissalatu vesselam'a gidip hadiseyi haber
verdi. Aleyhissalatu vesselam:
"Beni Hz. Musa'ya üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım.
Ben ayılınca Hz. Musa'yı Arş'ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum. O, bayıp
hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah'ın istisna ettiklerinden midir?" buyurdu."
Buhari, Husumat 1, Enbiya 34, 35, Rikak 43, Tevhid 31; Müslim, Fezail 160, (2373); Ebu
Davud, sünnet 14, (4671); Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3240).
YUNUS ALEYHİSSELÂM
4308 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir kulun: "Benim, Yûnus İbnu Mettâ'dan hayırlı olduğumu" söylemesi uygun olmaz. Onun
nesebi de babasınadır."
Buhari, Enbiya 35, Tefsir, Nisa 26, Tefsir, En'am 4, Tefsir, Saffat 1; Müslim, Fezail 166,
(2376); Ebu Davud, Sünnet 14, (4669, 4670).
Bazı alimler demiştir ki: "Rivayette geçen "Onun nesebi babasınadır" cümlesi, Ebu
Hüreyre'nin kelamıdır, bir derctir. Zira bu hadisteki Yunus İbnu Mettâ babasına değil,
annesine nisbettir. Biylece râvi "Onun nesebi..." sözüyle, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
Hz. Yunus'u annesine değil, babasına nisbet ettiğini beyan etmiştir."
HZ. DAVUD ALEYHİSSELÂM
4309 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Davud aleyhissalâm'a okumak (Kur'an) kolaylaştırılmıştı. Böylece, hayvanının eğerlenmesini
emreder, eğerlenmezden önce (baştan sona Kur'ân-ı) okurdu. O, kendi el emeğiyle
kazandığından başka bir şey de yemezdi."
Buhari, Enbiya 37; Büyü' 15, Tefsir, Beni İsrail 5.
HZ. SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM
4310 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İki kadın vardı. Bunların beraberlerinde iki de çocukları vardı. Bir kurt
gelerek bu çocuklardan birini kapıp kaçırdı. Kadın, arkadaşına:
"Kurt senin çocuğunu kaçırdı!" dedi. Diğeri ise:
"Hayır, senin çocuğunu alıp gitti!" dedi.
Bunlar (ihtilafa düştüler) Hz. Davud aleyhisselam'a dava açtılar. Hz. Davud, büyük kadın
lehine hükmetti. Küçük, hükme razı olmayınca, davayı Hz. Süleyman'a götürdüler. Hz.
Süleyman aleyhisselam:
"Bir bıçak getirin, çocuğu ikiye böleyim, size birer parça vereyim!" diye hükmetti. Küçük
kadın:
"Böyle yapma! Allah'ın rahmetine mazhar ol! Çocuk onundur!" dedi. Hz. Süleyman bu cevap
üzerine çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti."
Buhari, Feraiz 30, Enbiya 40 (muallak olarak): Müslim, Akdiye 20, (1720); Nesai, Kudat 14,
(8, 235).
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hz. Süleyman Beytu'l-makdis'i bina ettiği zaman, Allah'tan kendisine üç imtiyaz vermesini
istedi:
- İlahi hükme müsadif olacak (uygun düşecek) hüküm (verme kapasitesi) taleb etti; bu ona
verildi.
- Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanat taleb etti; bu da ona verildi.
- Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin, oradan
çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını
yalvardı; bu duası da kabul edildi."
Nesai, Mesacid 6, (2, 34); İbnu Mace, İkâmetu's-Salat 196, (1408).
EYYUB ALEYHİSSELÂM
4311 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Eyyub aleyhisselam üryan (çıplak) vaziyette yıkanırken üzerine altından bir yığın çekirge
düştü. Eyyub aleyhisselam hemen onu elbisesine avuç avuç koymaya başladı. Bunun üzerine
Rabbi ona nida etti:
"Ey Eyyub, ben seni bu gördüğün (dünyalıktan) müstağni kılmadım mı?" Eyüp aleyhisselam:
"Evet! Ey Rabbim! Velakin senin bereketine karşı istiğna yok!" diye mukabele etti."
Buhari, Gusl 20, Enbiya 20, Tevhid 35; Nesai, Gusl 7, (1, 200-201).
HZ. İSA ALEYHİSSELÂM
4312 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ademoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece
Meryem oğlu İsa hariçtir."
Buhari, Enbiya 44, Bed'ü'l-Halk 11, Tefsir, Al-i İmran 2; Müslim, Fezail 147, (2366).
4313 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ben, dünyada da ahirette de Meryem'in oğluna insanların en yakınıyım. Benimle onun
arasında başka bir peygamber yok. Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler,
dinleri de birdir."
Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145, (2365); Ebu Davud, Sünnet 14, (4675).
HIZIR ALEYHİSSELÂM
4314 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hızır'ın Hızır diye isimlenmesi şuradan gelir. O, kupkuru beyazlamış ot destesinin üzerine
oturmuştu. Deste, altında derhal yeşerdi."
Buhari, Enbiya 27; Tirmizi, Tefsir, Kehf (3150).
PEYGAMBERLER ARASINDA TAHYİR
4315 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular:
"Peygamberlerden birini diğerine üstün kılmayın."
Ebu Davud, Sünnet 14, (4668).
RESULULLAH'IN FAZİLET VE MENKIBELERİ
4316 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İnsanlar (Kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u
ilahiye) geldiklerinde (onlar adına) hatipleri ben olacağım. (Allah'ın rahmetinden) ümidlerini
kestiklerinde (rahmet ve mağfireti) onlara ben müjdeliyeceğim. O gün Livâu'l-hamd (şükür
sancağı) benim elimde olacak. Ademoğlunun Allah'a en kerim olanı da benim. Bunda fahr
yok!"
Tirmizi, Menakıb 2, (3614).
4317 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye
yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok."
Tirmizi, Menakıb 3, (3617).
4318 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir.
- Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Ben ise kırmızılara (Acemlere) ve
siyahlara (Araplara) da gönderildim.
- Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden öncekilerden kimseye helal değildi.
- Yer bana tahâr, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse, nerede olursa olsun
namazını kılar.
- Ben, bir aylık mesafede olan duşmanımın içine düşen bir korku ile yardıma mazhar oldum.
- Bana şefaat (etme yetkisi) verildi."
Buhari, Teyemmüm 3, Salat 56, humus 8; Müslim, Mesacid 3, (521); Nesai, Gusl 26, (1, 210-
211).
Nesai bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir:
"Ben, cevâmi'u'l-kelim (veciz sözlerle de gönderildim)."
4319 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "İnsanlara karşı üç şeyle faziletli (üstün) kılındık:
- Saflarımız meleklerin safları düzeninde kılındı.
- Arzın tamamı bize mescid kılındı.
- Toprak bize, su bulamadığımız zaman, tahûr (temiz ve temizleyici) kılındı."
Müslim, Mesâcid 4, (522).
4320 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Her peygambere mutlaka insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir mucize
verilmiştir. ama bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah vahyetmiştir. Bu
sebeple Kıyamet günü, diğer peygamberlere nazaran etbâı en çok olan peygamberin ben
olacağımı ümid ediyorum."
Buhari, Fezâilu'l-Kur'ân 1, İ'tisam 1; Müslim, İman 239, (152).
4321 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ademoğlu nesillerinin en temizinden süzüle süzüle gelerek içinde
bulunduğum nesilde ortaya çıktım."
Buhari, Menakıb 23.
4322 - Yine Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misali, şu adamın misali gibidir: Adam
mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır.
Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): "Bu eksik kerpiç
konulmayacak mı?" der. İşte ben bu kerpiçim, ben peygamberlerin sonuncusuyum."
Buhari, Menakıb 18; Müslim, Fedail 21, (2286).
4323 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ben kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim. Hâzin (kapıcı melek): "Sen
kimsin?" diye seslenir. Ben:
"Muhammed'im!" derim. Bunun üzerine:
"Sana açıyorum. Senden önce kimseye açmamakla emrolundum!" diyecek!"
Müslim, İman 333, (197).
4324 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
yatsı namazını kıldı. Sonra namazdan çıkınca elimden tuttu. Bathâ-i Mekke'ye kadar gidip
orada beni oturttu. (Yere dairevi) bir hat çizip:
"Hattından dışarı çıkma! Sana bazı kimseler gelecek, sakın onlara bir şey söyleme. Zira onlar
seninle konuşacak değiller!" buyurdu. Sonra dilediği yere çekip gitti. Ben çizgimin içinde
otururken bana bir grup insan geldi. Esmer rankleriyle sanki Hindûlara benziyorlardı. (Pek
uzun olan) saçları, vücutlarını öylesine örtmüştü ki, ne bir avret yerlerini ne de bir elbiselerini
görüyordum. Bana kadar geldiler, ancak çizgiyi geçmediler. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm(ın gittiği yere) yürüdüler.
Gecenin sonuna doğru Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben otururken yanıma geldi ve
çizgiden içeri girdi. Dizime dayanıp yattı. Yatınca (ağzından) soludu. Ben oturuyordum. O da
dizime dayanmış vaziyette böyle duruyorduk. Derken, üzerinde beyaz elbiseler olan bir grup
adam geldi. Güzelliklerinin derecesini Allah bilebilir. Bana kadar yaklaştılar. Bir kısmı
Aleyhissalatu vesselam'ın baş tarafına, bir kısmı da ayakları tarafına oturdular. Sonra
aralarında konuşarak:
"Biz şimdiye kadar bu peygambere verilen gibisinin, bir başkasına verildiğini hiç görmedik.
Bunun gözleri kapalı, kalbi uyanık. Ona bir misal verin!" (dediler ve şu temsili anlattılar):
"Bir efendi köşk yaptırmış, sonra bir ziyafet verip sofra kurmuş, insanları yiyip içmeye
çağırmıştır. İcabet edenler gelip yemeğinden yiyip, suyundan içmiştir. İcabet etmeyenleri de
cezalandırmıştır" dediler ve kalktılar. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da kendine geldi ve:
"Şunların ne dediklerini işittim. Onların kim olduklarını biliyor musun?" dedi. ben: "Allah ve
Resûlü bilir!" dedim.
"Onlar meleklerdi!" buyurdu ve ilave etti:
"Onların getirdikleri temsilin manasını anladın mı?"
"Allah ve Resûlü bilir!" dedim. Aleyhissalatu vesselam açıkladı:
"Rahmen (olan Rabbimiz) cenneti kurdu. Kullarını ona davet etti. Kim davete icabet ederse
cennete girer, kim de icabet etmezse onu cezalandırır."
Tirmizi, Emsal 1, (2865).
4325 - Abdullah İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalatu vesselam, Ömer radıyallahu anh'ın elinden
tutmuştu. Hz. Ömer:
"Ey Allah'ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç herşeyden daha sevgilisin!" dedi. Resûlullah
hemen şu cevabı verdi:
"Hayır! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili
olmadıkça (imanın eksiktir)!"
Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey Ömer!" buyurdular."
Buhari, Fedailu'l-Ashab 6, İsti'zân 27, Eyman 3.
4326 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde bulunan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, sizden birine,
beni görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden ve
malından daha makbul olacak."
Resûlullah'ın bu sözünü, Ashab, kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun
üzerine, ölümüyle kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri
müddetçe duyacakları, Aleyhissalatu vesselam'a kavuşma temennisini kasdettiğini bildirdi."
Müslim, Fezail 142, (2364).
4327 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh hazretleri anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dendi.
Sana peygamberlik ne zaman vacib oldu?
Şöyle cevap verdi:
"Hz. Adem ruhla cesed arasında iken!"
Tirmizi, Menakıb 1, (3613).
4328 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Sizden hiç kimse yoktur ki ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından
ayrılmayan "karîn" tevkil edilmemiş olsun!"
"Size de mi ey Allah'ın Resûlü!" denildi.
"Bana da!" buyurdular. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti de o müslüman oldu. Artık o
bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!"
Müslim, Münafıkûn 69, (2814).
4329 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bana bir mü'min selam verdi mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime
iade eder. Ben de mutlaka selama mukabele ederim."
Ebu Davud, Menasik 100, (2041).
4330 - yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
Medine'ye girdiği gün, şehirdeki her şeyi aydınlık bürüdü, vefat ettiği günde ise her şey
karardı. Defin işinden çıktığımız zaman hepimiz kalplerimizi (vahyin inkıtâı sebebiyle)
üzüntülü bulduk."
Tirmizi, Menakıb 3, (3622).
4331 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
(Hz. İbrahim'in duası olan): "Ey Rabbim şüphesiz ki o putlar insanlardan pek çoğunu
saptırmıştır. Kim bana uyarsa muhakkak ki o bendendir. Kim de emirlerime karşı gelirse,
şüphesiz ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrahim 36) mealindeki ayeti ile, Hz.
İsa'nın duası olan: "Eğer onlara azab edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan,
elbette sen dilediğini yapmaya kadirsin ve sen herşeyi hikmetle yaparsın" (Maide 113)
mealindeki ayeti tilavet buyurdu ve ellerini kaldırdı, şöyle yalvardı: "Allahım! Ümmetimi
(mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)" ve ağladı. Allah Teâla Hazretleri:
"Ey Cibril, Muhammed'e git! dedi. -Rabbin bildiği halde- niye ağladığını sor!" diye emretti.
Cebrail aleyhisselam, O'na gelip niye ağladığını sordu. (Rabb Teâla'ya dönüp Muhammed'in)
ne söylediğini -O çok iyi bildiği halde- haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâla Hazretleri:
"Ey Cebrail! Muhammed'e git ve ona söyle ki: "Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz,
asla kederlendirmeyeceğiz."
Müslim, İman 346, (202).
DÜNYANIN ZEMMİ VE KÖTÜLENMESİ
________________________________________
1940 - Ebu Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) minbere
oturdu, biz de etrafında yerlerimizi aldık. Buyurdular ki:
"Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır!"
Bir adam (araya girerek söze karıştı ve):
"Yani (nâil olacağımız) hayır, şer mi getirecek?" dedi. Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm) bu
soru üzerine süküt etti. (Adama: "Sana ne oluyor da Resülullah'ın sözünü kesip, onunla
konuşmaya kalkıyorsun? O sana konuşmuyor ki!.." diye paylıyanlar oldu). Gördük ki,
kendisine vahiy gelmekte. Derken vahiy hâli açılmış, yüzündeki terleri silmekte idi.
"Şu soru soran nerede?" diye söze başladı. Ve sanki adamı (sorusu sebebiyle) takdir ediyor
gibiydi: Sözlerine şöyle devam etti:
"Muhakkak ki, hayır, şer getirmez. Ancak derenin bitirdikleri arasında, ya çatlatarak öldüren
ya da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar
yeyip böğürleri şişince güneşe karşı dururlar. (Geviş getirirler), akıtırlar ve rahatça defi hacet
yaparlar, sonra tekrar dönüp yayılırlar.
Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın
Müslüman sâhibi en iyi (insan)'dir. Bunu haketmeden alan, yediği halde doymayan kimse
gibidir. O mal, kıyamet günü aleyhinde şâhidlik yapacaktır."
Buhâri, Zekât 47, Cum'a 28, Cihâd 37, Rikâk 7; Müslim Zekât 123, (1052); Nesâi, Zekât 81,
(5, 90).
1941 - Yine Ebü Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatü vesselâm)
buyurdular ki: "Dünya tatlı ve hoştur. AIIah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize
bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının! Zira Beni İsrail'in iIk fitnesi
kadın yüzünden çıkmıştır."
Müslim, Zikr 99, (2742); Tirmizi, Fiten 26, (2192); İbnu Mâce, Fiten 19, (4000).
Müslim'in bir rivâyetinde: "Kendinden sonra erkeklere, kadından daha zararlı bir fitne
bırakmadım" buyurulmuştur."
1942 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselam)
buyurdular ki: "Dünya meI'undur, içindekiler de mel'undur, ancak zikrullah ve zikrullah'a
yardımcı olanlarla alim veya müteallim hâriç."
Tirnizi, Zühd 14, (2323); İbnu Mâce, Zühd 3, (4112).
1943 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselam)
buyurdular ki: "Dünya, mü'mine hapishâne, kâfıre cennettir."
Müslim, Zühd 1, (2956); Tirmizi, Zühd 16, (2325).
1944 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların
başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar."
Rezin ilâvesidir. Beyhaki Şuabu'l-İman'da kaydetmiştir. Hadisin ikinci yarısı Ebü Dâvud'da
tahric edilmiştir. Edep 125, (5150).
1945 - İbnu Mes'ud (radıyalllâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın
yanına girmiştir. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık
olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.
"Ey Allah'ın Resülü dedim, sana bir yaygı te'min etsek de hasırın üstüne sersek, onun
sertliğine karşı sizi korusa!"
"Ben kim, dünya kim. Dünya iIe benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terkedip
giden yolcunun misali gibidir."
Tirmizi, Zühd 44, (2378). Tirmizi hadisin sahih olduğunu söyledi..
1946 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)
buyurdular ki: "Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek
bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi."
Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mâce, Zühd 11, (2410).
1947 - Katâde İbnu Nu'mân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah bir kulu sevdi mi, onu dünyâdan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına
suyu yasaklaması gibi."
Tirmizi, Tıbb 1, (2037).
1948 - Ali İbnu Ebi Tâlib (radıyalllâhu anh) buyurdular ki: "Dünya arkasını dönmüş gidiyor,
âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlatları var. Sizler âhiretin
evlatları olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise
hesap var amel yok."
Rezin tahric etmiştik. Buhâri, muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (ftikâk 4).
YERYÜZÜNDEKİ BAZI YERLERİN ZEMMİ
1949 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhisselâtu vesselâm) Hıcr'a
uğradığı zaman: "Nefislerine zulmedenlerin meskenlerine girerken onların mâruz kaldığı
musibetin size de gelmesi korkusuyla ağlayarak girin!" dedi. Sonra başını (ridasıyla) örtüp
yürüyüşünü hızlandırdı ve vâdiyi geçinceye kadar bu hâl üzere devam etti."
Buhâri, Enbiya 7, Mesâcid 53, Megâzi 80, Tefsir, Hıcr 2; Müslim, Zühd 38-40, (2980).
1950 - Buhâri ve Müslim'de yine İbnu Ömer anlatıyor: "Halk, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birlikte Hıcr'a Semüd kavminin yurduna inince, kuyularından su aldılar ve
onunla hamurları develere yem yapmalarını emretti. Ayrıca, Hz. Sâlih'in devesinin su içtiği
kuyudan su almalarını emretti."
Buhâri, Enbiya 17; Müslim, Zühd 40, (2981).
1951 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatayor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Ey
Enes, dedi, insanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye
edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden,
gemilerin yanaştığı limanından, çarşısından, ümerasının kapılarından sakınasın!
Sana oranın güneşe açık yerlerini (dağları) tavsiye ederim. Zira orada hasf (yere batma), kazf
ve zelzele olacak. Bir kavim de normal şekilde akşama erdiği halde, sabaha maymun ve
hınzırlar olarak çıkacak."
Ebü Dâvud, Melâhim 10, (4307).
1952 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Irak'a çıkmak istemişti.
Kà'bu'l-Ahbâr kendisine dedi ki:
"Ey mü'minlerin emiri! çıkma, zira sihrin -veya şerrin- onda dokuzu oradadır. Cinlerin
fâsıkları da oradadır. Devasız hastalık da oradadır." (Mâlik der ki):
"Bununla dini helâki kasteder."
Muvatta, İsti'zân 30, (2, 975); İmam Mâlik, bunu belâğ (senetsiz) olarak rivâyet etmiştir.
BAYRAM
________________________________________
4527 - Abdullah İbnu Kurt anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah indinde günlerin en büyüğü Kurban bayramı günüdür, bunu, fazilette Nefr günü (teşrik
günlerinin ikinci günü) takib eder."
Ebu Davud, Menasik 19, (1765).
4528 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye
geldiğinde Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi.
"Bu iki gün(ün mana ve mahiyeti) nedir?" diye sordu.
"Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!" dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban bayramı,
Fıtır bayramı" buyurdu..."
Ebu Davud, Salat 245, (1134); Nesai, Iydeyn 1, (3, 179).
ZİLHİCCEDE ON GÜN
4529 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Salih amellerin Allah'a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür!" buyurmuştu.
Cemaatten:
"Allah yolundaki cihaddan da mı?" diye soran oldu.
"Cihaddan da! buyurdu. Ancak bir kimse, canını, malını muhataraya atarak çıkar, hiçbir şeyle
dönmezse (yani cihad sırasında ölürse) o kimse hariç."
Buhari, Iydeyn 11; Ebu Davud, Savm 61, (2438); Tirmizi, Savm 52, (757).
4530 - Tirmizi, bir diğer rivayette Ebu Hüreyre radıyallahu anh'tan şu ziyadeyi kaydetmiştir:
"Ondaki her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevabca) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı
(ibadetle ihya edilmesi) Kadir gecesinin kıyamına (ihyasına) eşittir."
Tirmizi, Savm 52, (758).
AREFE GÜNÜ
4531 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah, hiçbir günde, arafe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azad etmez. Allah
(mahlûkâta rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve:
"Bunlar ne istiyorlar?" der."
Müslim, Hacc 436, (1348); Nesai, Hacc 194, (5, 251, 252).
4532 - Talha İbnu Ubeydillah İbni Kerîz radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cum'a'ya muvafakat eder. O, cum'a günü
dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arafe günü yapılan duadır.
Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de: "Lâilahe illallah vahdehu
lâ-şerikelehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O'nun ortağı da yoktur) sözüdür."
İmam Malik "Duaların en efdali.." ibaresinden sonraki kısmını Muvatta'da tahric etmiştir.
Rezin ise rivayeti baştan sona kadar tam olarak tahric etmiştir.
Muvatta, Hacc 346, (1, 422).
NISF-U ŞA'BÂN
4533 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabilesinin
koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder."
Tirmizi, Savm 39, (739), Rezin bu rivayette "Ateşe müstehak olanlardan" ziyadesini
kaydetmiştir.
CUM'A GÜNÜ
4534 - Evs İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cum'a, en hayırlı günlerinizden biridir. Hz. Adem aleyhisselam(ın toprağı) o gün yaratıldı, o
gün kabzedildi. (Kıyamette Sûr'a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse o gün
bana salâvatı çok okuyun. Zira salâvatlarınız bana arzedilir!"
Orada bulunanlar:
"Salavatlarımız size nasıl arzedilir? Siz çürümüş olacaksınız!" dediler. Aleyhissalatu
vesselam:
"Allah Teala Hazretleri, Arz'a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı! buyurdular."
Ebu Davud, Salat 207, (1047); Nesai, Cum'a 5, (3, 91, 92).
4535 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cum'a gecesi veya cum'a günü vefat eden hiçbir müslüman yoktur ki, Allah onu kabir
fitnesinden korumamış olsun."
Tirmizi, Cenaiz, 72, (1074).
4536 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cum'a
gününden bahis açıp dedi ki:
"Onda bir saat vardır; müslüman bir kul namaz kılar olduğu halde, o saate erse, Allah'tan her
ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir." Bunu söylerken (Resulullah) eliyle o vaktin
azlığını işaretliyordu."
Buhari, Cum'a 37, Talak 24, Da'avat 61; Müslim, Cum'a 13, (852); Muvatta, Cum'a 15, (1,
108); Nesai, Cum'a 45, (3, 115, 116).
4537 - Ebu Bürde, babası Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Cum'adaki icabet saati imamın minbere oturduğu anla, namazdan
çıkması anına kadar geçen vakittir" dediğini işittim."
Müslim, Cum'a 16, (853); Ebu Davud, Salat 208, (1049).
4538 - Hz. Enes radıyallahu anh demiştir ki: "Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit
edilen saati, ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar arayın."
Tirmizi, Salat 354, (489).
MUHARREM
4539 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz
namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır."
Müslim, Sıyam 202, (1163); Ebu Davud, Savm 55, (2429); Tirmizi, Salat 324, (438); Nesai,
Kıyamu'l-Leyl 7, (3, 207,. 208).
4540 - Hz. Ali radıyallahu anh'ın anlattığına göre bir adam ona sorar:
"Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?"
Ali radıyallahu anh şu cevabı verir:
"Ben bu soruyu Resulullah'a soran kimseye rastlamamıştım. Nihayet bir adam sordu. O
zaman ben de yanlarında idim. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Ramazandan sonra hangi ayda
oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Şu cevabı lutfettiler:
"Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem ayında tut. Çünkü o Şehrullah (Allah'ın
ayı)dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah onda bir kavmin günahlarını affetti, bir başka kavmin
günahını da affedecek."
Tirmizi, Savm 40, (741).
GECE
4541 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Gecede bir saat vardır ki, müslüman bir kimsenin Allah'tan, dünya veya ahirete müteallik bir
hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede vardır."
Müslim, Müsafirin 166, (757).
BEDİR, AKABE VE BEY'ATU'R-RIDVAN'A KATILANLARIN FAZİLETİ
________________________________________
4469 - Rifa'a İbnu Rafi' ez-Züraki radıyallahu anh anlatıyor: "Cibril aleyhisselam, "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
"İçinizdeki Bedir ehlini ne addediyorsunuz?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
"Müslümanların en faziletlisi!" buyurdu. Cebrail:
"Biz de Bedir'e katılan melekleri öyle (en faziletlimiz) biliyoruz!" dedi. Rifâ'a radıyallahu anh
da Bedir ehlindendi. Rafi' ise Akabe ehlindendi ve oğluna:
"Akabe bey'atlerinde hazır bulunmam yerine Bedir'de hazır bulunmuş olmam beni
sevindirmez!" derdi."
Buhari, Megazi 11.
4470 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri, Bedir Ehli(nin yaptığı fedakârlık ve ihlasları)na muttali oldu da:
"Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi affetmişim!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Sünnet 9, (4654).
4471 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "(Hudeybiye'de) ağaç altında Bey'at edenlerden hiç kimse ateşe girmeyecektir."
Müslim, Fezâilu's-Sahabe 163, (2496); Ebu Davud, Sünnet 9, (4653); Tirmizi, Menakıb,
(3859).
BEDİR EHLİ
5992 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim ki,
şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta
onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez."
BİNA BÖLÜMÜ
________________________________________
400 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
beraber iken kendi elimle bir ev yapmıştım. Bu ev beni yağmura karşı korumaya, güneşe karşı
da gölgelemeye yetiyordu. Bunun inşasında Cenâb-ı Hakk'ın mahlukatından hiçbirinin
yardımını da görmemiştim."
401 - Bir başka rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından beri tuğla üzerine
tuğla da koymuş değilim" der.
Buhârî, İstizan, 53; İbnu Mâce, Zühd 13, (4162).
402 - Kays İbnu Ebî Hâzım (radıyallahu anh) anlatıyor: "Habbab İbnu'l-Eret (radıyallahu
anh)'e
geçmiş olsun ziyaretine geldik. Karnına tam yedi yerden dağ vurmuştu. Bize: "Bizden önce
gelip geçen arkadaşlarımız varya, dünya onların sevaplarından hiçbir şey noksanlaştırmadı.
Biz ise onlardan sonra öyle dünyalığa erdik ki, koruyacak yer bulamayarak toprağa (bina
inşaatına) yatırdık. Halbuki sıkıntılı dönemde, (öyle anlar oldu ki) eğer Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamasaydı, ölmeyi temenni edecektik" dedi. Bir başka
gelişlerimizde, Habbab'ı kendine ait bir duvarı inşa ederken görmüştük de şöyle buyurmuştu:
"Müslüman harcadığı her şey için sevaba erer, ancak şu inşaat işi hâriç."
Buhârî, Mardâ 19, Da'avât 30, Rikâk 7, Temennî 6; Müslim, zikr 12, (2681); Nesâî, Cenâîz 2,
(4, 3-4).
403 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Nafaka için harcananın hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna,
bunda hayır yoktur."
Tirmizi, Kıyamet 41, (2484).
404 - Yine, Hz. enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yanında biz olduğumuz halde (gezintiye) çıktı. Derken, etrafındaki binalara rağmen (daha
yüksek olduğu için) sivrilen bir kubbe görmüştü: "Bu da ne?" diye sordu. "Ensardan falancaya
ait" dendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sükut buyurdu, ancak binaya karşı içinden
hoşnutsuz olmuştu. Bir müddet sonra, sahibi geldi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
cemaatin içinde selam verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzünü çevirdi ve selamını
almadı. Tekrar tekrar selam verdi ise de aynı şekilde davranarak selamını almadı. Adam
anladı ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine kızgındır ve yüz çevirmektedir.
Durumu arkadaşlarına açarak: "Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
bakışını iyi bulmuyorum. Hakkımda ne olup bitti, bilemiyorum da dedi. Kendisine:
"Gezinirken kubbeni gördü. "Bu kimin?" dedi. Sana ait olduğunu haber verdik" dediler.
Adam hemen dönüp, kubbesini yıktı, öyle ki yerle bir etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir başka gün yine gezintiye çıktı. Kubbeyi göremeyince: "Kubbeye ne oldu?" diye sordu.
Kubbe sâhibiyle olup biten gelişmeler haber verildi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) "Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir" buyurdu.
Ebu Dâvud, Edeb 169, (5237).
405 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, ahşab evimi tamir için
çamurlamakla meşguldüm. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana uğradı ve: "Bu da ne Ey
Abdullah?" buyurdu. Ben: " Evin tamiriyle meşgulüm" dedim. "Ölüm(ün gelmesi) ve bu ev(in
yıkılmasın)dan daha çabuktur" buyurdu.
Bir rivayette: "Ben emr-i Hakk'ın gelmesini bun(un yıkılmasın)dan daha çabuk görüyorum"
buyurmuştur.
Ebu Davud, Edeb 169, (5235), (5236); Tirmizi, Zühd, 25, (2336); İbnu Mâce, Zühd 13
(4160).
406 - Dükeyn İbnu Sâid el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor; "Yiyecek istemek üzere
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a uğradık. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e seslenerek: "Ey
Ömer git, istediklerini ver" emretti. Hz. Ömer bizi bir odaya çıkardı. Hücresinden anahtarı
çıkardı ve kapıyı açtı."
Ebû Dâvud, Edeb 170, (5238).
407 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Yol hususunda ihtilaf ederseniz genişliğini yedi zira' yapın."
Buhârî, Mezâlim 29; Müslim, müsâkat 243, (1613); Tirmizî, Ahkâm 20, (1355); Ebu Dâvud,
Akdiye 31, (3633), İbnu Mâce, Ahkâm 16, (2338).
BORÇ VE ÖDEME ÂDÂBI BÖLÜMÜ
________________________________________
1905 - Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "AIIahu Teala nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra,
beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan
üzerinde borç olduğu halde ölmesidir. "
Ebü Davud, Büyü 9, (3342).
1906 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, ödemek arzusu iIe insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona
bedel eda eder. Kim de telef etmek niyetiyle halkın malını alırsa Allah onu telefeder."
Buhâri, İstikrâz 2.
1907 - İmrân İbnu Huzeyfe (rahimehullah) anlatıyor: "Meymüne (radıyallâhu anha) fazlaca
borca giriyordu. Ailesi bu meselede müdâhale edip ayıpladılar. Şu cevabı verdi: "Borcu
bırakmayacağım. Ben dostum ve can yoldaşım aleyhissalâtu vesselâm'ı şöyle söylerken
dinledim: "Bir borçla borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun
borcunu Allah mutlaka dünyada iken öder."
Nesâi, Büyü 99, (7, 315); İbnu Mâce, Sadakât 10, (2408).
1908 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki.: "Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geçiktirmesi
zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa (havaleyi kabül etsin.)"
Buhâri, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkât 33, (1564); Muvatta, Büyü 84, (2, 674);
Ebu Dâvud, Büyü 10, (3345); Tirmizi, Büyü 68, (1308); Nesâi, Büyü 101, (7, 317).
1909 - eş-Şerrid (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselàm) buyurdular
ki: "Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını helal
kılar."
İbnu'l-Mübàrek der ki: "Irzını helâl kılar", kendisine kaba davranılır demektir.
"Cezalandırılması" da, hapsedilmesidir."
Ebü Dâvud, Akdiye 29, (3628); Nesâi, Büyü 100, (7, 316); İbnu Mâce, Sadakât 18, (2427);
Buhâri de bâb başlığında kaydetmiştir. İstikrâz 13.
1910 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) kapıda
yüksek sesle münâkaşa edenlerin görültülerini işitti. Bunlardan biri, diğerinden borç
indirmesini taleb ediyor, bir hususta da merhametli olmasını istiyor. Öbürü de:
"Vallahi yapmam!" diyordu. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanlarına gitti ve:
"Hanginiz, hayır yapmamak üzere Allah adına yemin etti?" dedi. Birisi:
"Benim ey Allah'ın Resülü! (Borç indirimi ile, merhametli davranmadan) hangisini dilerse
onun olsun (teklifıni kâbul ettim)" dedi."
Buhâri, Sulh 10; Müslim, Müsakat 19, (1557).
1911 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. BorçIuları
arasında fakir görürse hizmetçilerine: "Onun borcundan vazgeçiverin, böylece AIIah'ın da
bizim günahIarımızdan vazgeçeceğini umarız" derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti."
Buhâri, Sulh 10; Müslim, Müsâkaât 19, (1557); Nesâi, Büyü 104, (7, 318).
1912 - Diğer bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine:
"Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç Ola ki Allah da
bizim günahlarımızdan vazgeçer" derdi. Allahu Teâla hazretleri bunun üzerine: "Haydi senin
günahlarından vazgeçtim" buyurdu."
Buhâri, Büyü 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsakât 31, (1562); Nesâi, Büyü 104, (7, 318).
1913 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, Ebü Katâde, bir boçlusunu (para
taleb etmek üzere) aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak:
"Dardayım" dedi. Bunun üzerine:
"Allah'a yemin eder misin?" diye sordu. Borçlu:
"Vallahi" diye yemin etti. Ebü Katâde:
"Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, "Kim Allah'ın kendisini kıyamet gününün
sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen bağışlayıversin"
dediğini işittim" dedi."
Müslim, Kasame 32, (1563).
1914 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'da
bir adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba
sözler sarfetti, hatta Ashab'tan bâzıları haddini bildirmek istedi. Ancak Resülullah
(aleyhissalatu vesselâm) buna meydan vermeyip:
"Bırakın onu! Hak sâhibinin konuşma hakkı vardır" buyurdu, sonra da:
"Devesini verin!" diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat
onunkinden daha değerli bir deve buldular. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
"Bunu verin" dedi. Adam: "Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!" buyurdu."
Buhâri, İstikrâz, 4, 6, 7,13, Vekâlet 5, 6, Hibe 23, 25; Müslim, Musâkât 118-122, (1600-
1601), Timizi, Büyü 75, (1316, 1317 Nesâi Büyü 64, (7, 291)
1915 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)'a
namazını kıldırıvermesi için bir adam(ın cenâzesi) getirildi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!" buyurdu. Ben:
"(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah'ın Resülü" dedim.
"Sadâkatle mi ?" dedi.
"Sadâkatle!" dedim. Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı."
Tirmizi, Cenâiz 69, (1069); Nesâi, Cenâiz 67, (4, 65).
HAVALE
6696 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Borcunu ödemeye muktedir olan kimsenin özürsüz olarak ödemeyi
geciktirmesi zulûmdür. Sen alacaklı durumda iken (alacağın) varlıklı ve güvenilir bir kimseye
havale edilirse, bu havaleyi kabullen."
ÖDEME NİYETİYLE BORÇLANAN
6697 - Abdullah ibnu Ca'fer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Borç, Allah'ın hoşlanmadığı bir şeye ait olmadığı müddetçe, Allah-u Zülcelal
hazretleri, borcunu ödeyinceye kadar borçlu ile birliktedir."
Ravi der ki: "Abdullah İbnu Ca'fer, vekil harcına derdi ki: "Git, benim için borç al. Zira ben,
Resûlullah'tan bu hadisi işittikten sonra Allah'ın benimle olmadığı bir gece geçirmekten
hoşlanmam."
ÖDEMEME NİYETİYLE BORÇLANAN
6698 - Süheyb el-Hayr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim ödememek kastıyla borca girerse Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar."
BORÇTA CİDDİYET
6699 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve
hasenatından ödenir. Orada (mahşer yerinde) ne dinar ne de dirhem vardır."
BORÇLUYA MÜHLET
6700 - Büreyde el-Eslemî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim
onun borcunu vadesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün
(alacağı mal kadar) sadaka yazılır."
BORCUNU İSTEMEDE ANLAYIŞ
6701 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir hak
sahibine: "Sen hakkını (borçludan) imkân nisbetinde günahlara girmeden al" buyurdular.
HAK SAHİBİ SÖZ SAHİBİDİR
6702 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam gelerek Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan bir alacağını veya bir hakkını talep etti. Bunu yaparken nezâkete uymayan bazı
yakışıksız söz sarfetti. Resûlullah'ın ashabı adama dersini vermek istediler. Ama Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm müsaade etmeyip: "Bırakın! Zira alacaklı kimsenin, hakkını alıncaya
kadar borçlu üzerinde söz hakkı vardır" buyurdular."
6703 - Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Bir bedevi Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a gelerek, Efendimizin uhdesinde bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken sert
davrandı. Hatta: "Borcunu ödeyinceye kadar seni tâciz edeceğim" dedi. Ashab-ı Kiram
hazretleri bedeviyi azarlayıp: "Yazık sana! Kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba!"
dediler. Adam: "Ben hakkımı talep ediyorum" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, ashabına: "Sizler
niçin hak sahibinden yana değilsiniz?" buyurdu ve Havle Bintu Kays radıyallahu anhâ'ya
adam göndererek: "Sende kuru hurma varsa benim borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince
borcumuzu sana öderiz" dedi. Havle: "Hay hay! Babam sana kurban olsun Ey Allah'ın
Resûlü!" dedi. Kadın, Resûlullah'a borç verdi, O'da bedeviye olan borcunu kapadı ve ayrıca
yemek ikram etti. (Bu tavırdan memnun kalan) bedevi: "Borcunu güzelce ödedin. Allah da
sana mükafaatını tam versin" diye memnuniyetini ifade etti: Aleyhissalâtu vesselâm da: "İşte
bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden
haklarını alamadıkları bir cemiyet iflah olmaz" buyurdular."
ÖDÜNÇ VERME
6704 - Kays İbnu Rûmi merhum anlatıyor: "Süleyman İbnu Üzünâ, Alkame'ye, ödeneği
gelme zamanına kadar bin dinar borç vermişti. Ödeneği çıkınca, borcunu ondan istedi ve sert
davrandı. O da hemen ödedi, ancak Alkame Süleyman'a kızmıştı. Birkaç ay durup yanına
geldi: "Ödeneğim gelinceye kadar bana bin dirhem ver!" dedi. Süleyman yine: "Pekala!
Memnuniyetle!" dedi (ve ailesine yönelerek:) "Ey Ümmü Utbe! Şu yanındaki mühürlü keseyi
getir!" diye seslendi. Kadın keseyi getirdi. Süleyman, Alkame'ye:
"Vallahi işte ödediğin dirhemler! Ben bunlardan tek dirhemi yerinden kımıldatmadım!" dedi.
Bunun üzerine Alkame:
"Allah babandan razı olsun. O halde alacağını tahsil için bana olan o kaba davranışın sebebi
neydi?" dedi. Süleyman:
"Senden işittiğim hadisler!" cevabını verdi.
"Benden ne işitmiştin?"
"Sen İbnu Mes'ud radıyallahu anh'dan naklen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Bir
müslümana bir şeyi iki kere borç olarak veren hiçbir müslüman yoktur ki, onun bu davranışı,
o şeyi bir kere sadaka etmiş gibi sevap olmasın!" buyurmuştur.
Bunun üzerine Alkame: "Evet, İbnu Mes'ud bana böyle haber vermişti!" diye te'yid etti."
6705 - Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Miraç gecesinde cennetin kapısı üzerinde şu ibarenin yazılı olduğunu gördüm:
"Sadaka on misliyle mükafaatlandırılacaktır. Ödünç para onsekiz misliyle
mllükafaatlandırılacaktır." Ben: "Ey Cibril! Ödünç verilen şey ne sebeple sadakadan daha
üstün oluyor?" diye sordum." "Çünkü dedi, dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde
sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyacı sebebiyle talepte bulunur."
6706 - Yahya İbnu Ebi İshak el-Hünâi anlatıyor: "Hz. Enes radıyallahu anh'a: "Bizden bir
adam, (din) kardeşine borç olarak mal verir. Sonra malı alan kimse borç verene bir hediyede
bulunur (bu hususta ne dersin?)" diye sordum. Enes bana şu cevabı verdi: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz bir malı borç verse, sonra alan da veren
kimseye bir hediye vermek veya bineğine bindirmek istese, sakın o hediyeyi almasın,
bineğine de binmesin. Eğer aralarında borç alıp-vermezden önce böyle (dostane) muameleler
olmuşsa o başka."
ÖLÜNÜN BORCUNU ÖDEME
6707 - Said İbnu'l-Atval radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kerdeşi ölmüş ve üçyüz dirhem
mal ve geride bakıma muhtaç horanta bırakmıştır. Der ki: "Ben bu parayı ailesine harcamayı
arzu ettim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Kardeşin borcundan dolayı hapsedilmiştir. Borcunu sen
ödeyiver" buyurdu. Sa'd da: "Ya Resûlullah! Ben onun yerine borcunu ödedim. Yalnız bir
kadının iddia edip şahitlendiremediği iki dinarı ödemedim" dedi. Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem aleyhissalâtu vesselâm Sa'd'a: "Sen kadına iddia ettiğini ver. Çünkü kadın gerçeği
söylemektedir" buyurdu."
ÜÇ BORCU ALLAH ÖDER
6708 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyamet günü ondan alınır.
Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır:
1. Adamın gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına
karşı kuvvetlenmek için borçlanır.
2. Bir adamın yanında bir müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla
borçlanır.
3. Bir adam, bekarlık sebebiyle nefsinden Allah'a karşı korku hisseder. Dinine zarar gelir
endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah Teâla hazretleri, Kıyamet günü, bunların borçlarını
kendisi öder."
DAMÂN (KEFİL OLMAK)
3466 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam, kendisine on dinar borcu olan
kimsenin peşini bırakmadı. Ve hatta dedi ki:
"Sen bunu bana ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar peşini bırakmıyacağım."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm o borcu üzerine aldı. Bunun üzerine adam, münasip
olmayan bir tarzda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a parayı getirdi. Resûlullah, borcu adam
adına ödeyiverdi ve şunu söyledi:
"Kefil, borçludur."
Rezin tahric etmiştir. Ebu Davud, Büyü' 2, (3328); İbnu Mace, Sadakat 9, (2406).
CENNETİN SIFATI
________________________________________
5061 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin
görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler
hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:
"Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar
için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde 17).
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Secde 1, Tevhid 35; Müslim, Cennet 2, (2824); Tirmizi, Tefsir,
(3195).
5062 - Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder: "Sehl İbnu Sa'd anlatıyor -deyip,
hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: "Muhammed İbnu Ka'b dedi ki: "Onlar Allah için
ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete
boğacak."
Hadis, bu muhtevada olarak Buhari'de mevcut değildir. Hâkim'in el-Müstedrek'inde
mevcuttur (2, 413-414).
5063 - Yine Sa'd İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, insanlar
neden yaratıldı?"
"Sudan!" buyurdular.
"Ya cennet?" dedim, o neden inşa edildi?"
"Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan,
toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle
karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz."
Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: "Üç kişi vardır duaları reddedilmez
(mutlaka kabul edilir):
-Âdil imâm (devlet başkanı).
-İftarını yaptığı zaman oruçlu.
-Zulme uğrayanın duası.
Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah
Teâla Hazretleri:
"İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!" buyurur."
Tirmizi, Cennet 2, (2528).
5064 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir.
Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn
cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın veçhindeki rıdâu'l-kibriyadan
(büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur."
Buhari, Tefsir, Rahman 1, 2, Bedu'l-Halk 8, Tevhid 24; Müslim, İman 180, (296); Tirmizi,
Cennet 3, (2530).
5065 - Yine aynı kaynaklarda şu rivayet gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennette, mü'min için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- Genişliği altmış
mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri diğerini görmez, mü'min bunların herbirini
dolaşır."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Rahman 1, 2, Tevhid 24; Müslim, Cennet 23, (2838); Tirmizi,
Cennet 3, (2530).
5066 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıl(lık yürüme mesafesi) vardır."
Tirmizi, Cennet 4, (2531).
5067 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar
geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun
üstünde Arş vardır. Allah'tan cennet istediğiniz vakit Firdevs'i isteyin."
Tirmizi, Cennet 4, (2533).
5068 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de
kuşatır, istiab eder."
Tirmizi, Cennet 4, (2534).
5069 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez.
İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) "Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su
başlarındadırlar" (Vâkı'a 30-31).
Tirmizi, Tefsir, Vakıa, (3289), Cennet 1, (2525).
5070 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi,
altından olmasın."
Tirmizi, Cennet 1, (2527).
5071 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha
hayırlıdır."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Vakı'a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).
Tirmizi, Hz. Enes'ten şu ziyadede bulunmuştur: "Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı
kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın,
arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile
doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."
5072 - Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında
dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline
zuhûr etse ve bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin,
yıldızların ziyasını bastırması gibi."
Tirmizi, Cennet 7, (2541).
5073 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sidretü'l-Müntehâ'ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de
bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi. Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi."
Buhari, Eşribe 12; Müslim, İman 264, (164).
5074 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a:
"Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
"Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada
dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular. Bunun üzerine
diğer biri de:
"Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği
gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
"Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey
bulunacaktır."
Tirmizi, Cennet 11, (2546).
5075 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın
hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler:
"Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz!
Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz!
Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız!
Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!"
Tirmizi, Cennet 24, (2567).
5076 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser,
elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine,
daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de:
"Sizler de, Allah'a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!" derler."
Müslim, Cennet 13, (2833).
5077 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın
sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer."
Tirmizi, Cennet 15, (2553).
CEHENNEMİN EVSAFI
5078 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!" buyurmuştu.
(Yanındakiler):
"Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi" dediler. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat'ın harareti, bunun
mislindedir."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 10; Müslim, Cennet 29, (2843); Muvatta, Cehennem 1, (2, 994); Tirmizi,
Cehennem 7, (2592).
5079 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennem ateşi bin yıl yakıldı. Öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki
beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve karanlıktır."
Tirmizi, Cehennem 8, (2594); Muvatta, Cehennem 2, (2, 994). Metin Tirmizi'ye aittir.
5080 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennemi kuşatan surun dört (ayrı) duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme
mesafesi kadardır."
Tirmizi, Cehennem 4, (2587).
5081 - Hasan Basri rahimehullah anlatıyor: "Utbe İbnu Gazvân radıyallahu anh, Basra'da
minberde (hutbe esnasında) dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize şöyle buyurmuşlardı: "Cehennemin kıyısından büyük
bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru düştü de henüz dibe ulaşmadı."
(Utbe İbnu Gazvân, devamla) der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh: "Ateşi çok zikredip
hatırlayın. Zira onun harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir"
buyurdu."
Tirmizi, Cehennem 2, (2578).
5082 - Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir orada, kırk yıl batar da dibine ulaşamaz."
Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3164).
5083 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Eğer zakkûmdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad
ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!"
irmizi, Cehennem 4, (2588).
5084 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennem, Rabbine şikayet ederek: "Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir"
dedi. bununn üzerine, Allah Teâla hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi: Bir nefes kışta,
bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en şiddetli sıcaktır. (Kıştaki nefesi de)
sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk olan) zemherirdir."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 10; Müslim, Mesacid 185, (617); Tirmizi, Cehennem 9, (2595).
5085 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki
kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: "Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için
vazifelendirildim: Allah'la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr,
tasvirciler."
Tirmizi, Cehennem 1, (2577).
5086 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kıyamet günü cehennem, yetmişbin yuları olduğu halde getirilir. Her yularında, onu çeken
yetmişbin melek vardır."
Müslim, Cennet 29, (2842); Tirmizi, Cehennem 1, (2576).
5087 - Mücahid anlatıyor: "İbnu Abbâs radıyallahu anhüma bana: "Cehennemin genişliği ne
kadardır, biliyor musun?" diye sordu. Ben: "Hayır!" deyince: "Doğru, Allah'a yemin olsun,
bilemezsin!" dedi ve ilave etti: "Bana Hz. Aişe radıyallahu anha dedi ki: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm 'a:
"Kıyamet günü Arz toptan O'nun bir kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O'nun sağ
eliyle dürülmüşlerdir" (Zümer 67) âyetinden sormuş ve:
"Bu sırada insanlar nerede olurlar (ey Allah'ın Resûlü)" demiştim. Aleyhissalatu vesselam:
"Cehennem köprüsünde!" cevabını verdi."
Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3242).
CENNET VE CEHENNEMİN MÜŞTEREK YÖNLERİ
5088 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâm'a:
"Git ona bir bak!" buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: "(Ey Rabbim!) Senin izzetine
yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!" dedi. (Allah Teâla
Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra: "Hele git ona bir daha bak!" buyurdu.
Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:
"Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail'e:
"Git, bir de şuna bak!" buyurdu. O da gidip ona baktı ve:
"İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!" dedi. Allah Teâla hazretleri de
onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da:
"Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:
"İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!" dedi."
Ebu Davud, Sünnet 25, (4744); Tirmizi, Cennet 21, (2563); Nesai, Eyman 3, (7, 3).
5089 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etraf ı da
şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır."
Sahiheyn'de, Ebu Hureyre'den bu rivayet aynen gelmiştir. Ancak iki yerde "huffet"
(=sarılmış) kelimesine bedel "hucibet" (=örtülmüş) kelimesi kullanılmıştır.
5090 - Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennem, içerisine âsiler atıldıkça: "Daha var mı?" demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu'l-
İzze'nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam
eder. İşte o zaman cehennem:
"Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter!" der. Cennette fazlalık devam eder. Allah,
ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir."
Buhari, Tefsir, Kaf 1, Eyman 12, Tevhid 7; Müslim, Cennet 37, (2848); Tirmizi, Tefsir, Kâf,
(3268).
CENNETLİKLER
5091 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennet ehli, gurfelerde kalanları seyrederler, tıpkı gökteki yıldızları seyretmeniz gibi."
Buhari, Rikak 51; Müslim, Cennet 10, (2830).
5092 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennet ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden
inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle
yukarıda gösterir."
Bunun üzerine Ashâb: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı,
başkaları oraya ulaşamamalı!" dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselâm:
"Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler
değiller), Allah'a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!" buyurdular."
Buhari, Bed'u'l-Halk 8; Müslim, Cennet 11, (2831).
5093 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre,
parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de
bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları
öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Âdem'in yaratılışı üzere,
altmış zirâ boyunda tek bir adam suretinde olacaklar."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Enbiya 1; Müslim, Cennet 15, (2834); Tirmizi, Cennet 7, (2540).
5094 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm : "Cennet ehli
cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar,
sümkürmezler de!" buyurmuştu. Ashab:
"Peki yedikleri ne olur?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam:
"Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter! Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid
ilham olunur."
Müslim, Cennet 18, (3835); Ebu Davud, Sünnet 23, (4741).
5095 - Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir
kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum
böyledir."
Tirmizi, Cennet 23, (2565).
5096 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz,
elbiseleri eskimez."
Tirmizi, Cennet 8, (2542).
Tirmizi'nin bir rivayetinde şu ziyade var: "Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek
bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır."
5097 - Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur)."
Tirmizi, Cennet 23, (2566).
5098 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Mü'mine
cennette şu şu kadar (kadınla) cima gücü verilir!" buyurmuşlardı. Kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü! Buna tâkat getirilebilir mi?" diye soruldu.
"Yüz (kişinin) gücü verilir! (Böyle olunca takat getirir!)" buyurdular."
Tirmizi, Cennet 6, (2539).
5099 - el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbâr (olan Allah Teâla hazretleri), onu,
cennetliklere azık olarak elinde çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında çöreğinizi çevirdiğiniz
gibi!" Bu sırada bir yahudi gelerek:
"Ey Ebu'l-Kâsım! Rahman (olan Allah) seni mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet ehlinin
(iştah açıcı) ikramı ne olacak haber vereyim mi?" dedi. Efendimiz:
"Söyle bakalım!" buyurdular. Adam, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediği gibi:
"Arz, tek bir çörek olur!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize baktılar. Sonra azı
dişleri görününceye kadar tebessüm buyurdular ve:
"Peki cennet ehlinin katıklarını sana haber vereyim mi?" dediler. Adam: "Buyurun!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Bâlâm ve nûn!" buyurdular. Adam:
"Bu nedir?" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Öküz ve balıktır. Bunların ciğerlerinin kenarından yetmişbin kişi yer" buyurdular."
Buhari, Rikak 44; Müslim, Münafikûn 30, (2792).
5100 - el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksenbin hizmetçisi, yetmişiki zevcesi vardır.
Onun için inciden, zebercedden ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye'den San'a'ya
kadar uzanan bir büyüklüktedir."
Tirmizi, Cennet 23, (2565).
5101 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine,
nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme mesafesini
doldururlar.
Cennetliklerin Allah nezdinde en kıymetli olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar
ederler."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti okudu. (Meâlen): "Yüzler vardır, o gün ter ü
tâzedir, Rablerini görecektir" (Kıyamet 22-23).
Tirmizi, Cennet 17, (2556), Tefsir, Kıyamet (3327).
5102 - Mugire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hz. Musa aleyhisselâm Rabbine sordu:
"Derece itibariyle cennet ehlinin en düşüğü nasıldır?" Rab Teâla buyurdu: "O, cennet ehli
cennete dahil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine:
"Cennete gir!" denilir. Adam:
"Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekanlarını tuttu!" der. Ona şöyle
denilir:
"Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?"
"Rabbim, razıyım!" der. Rab Teâla:
"Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de."
Adam beşincide:
"Ey Rabbim razı oldum (yeter!)" der. Rab Teâla:
"Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa,
sana hep verilmiştir!" buyurur. Adam:
"Rabbim razı oldum(yeter!)" der. (Hz. Musa sormaya devam eder):
"Ya derecesi en üstün olan (nasıldır)?"
"İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine
mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, hiçbir beşer
kalbine de hutur etmemiştir."
Müslim, İman 312, (189); Tirmizi, Tefsir, Secde, (3196).
5103 - Ebu Sa'id el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri cennet ehline;
"Ey cennet ahalisi!" diye seslenir. Onlar:
"Ey Rabbimiz, buyur! Ebrine âmâdeyiz! Hayır senin elindedir!" derler. Rab Teâla:
"Razı oldunuz mu? diye sorar. Onlar:
"Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına
vermediğin nimetler verdin!" derler. Rab Teâla:
"Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?" der. Onlar:
"Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir?" derler. Rab Teâla:
"Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyen gadab etmeyeceğim!" buyururlar."
Buhari, Rikâk 51, Tevhid 38; Müslim, Cennet 9, (2829); Tirmizi, Cennet 18, (2558).
5104 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla
yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah'a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan
bir köle idi."
Tirmizi, Fezâilu'l-Cihad 13, (1642).
5105 - Harise İbnu Vehb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size
cennet ehlini haber vereyim mi?" buyurdular. Ashab:
"Evet ey Allah'ın Resûlü" dedi. Aleyhissalatu vesselâm:
"Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir hususta Allah'a yemin etse, Allah
onun dilediğini yerine getirirek tebrie eder ve hânis kılmaz" buyurdu ve tekrar sordu:
"Size cehennem ehlini haber vereyim mi? Bunlar kaba, cimri ve kibirli kimselerdir."
Buhari, Tefsir, Nûn 1, Edeb 61, Eymân 9; Müslim, Cennet 46, (2853); Tirmizi, Cehennem 13,
(2608).
5106 - Ebu Davud'da Harise radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm şöyle buyurmuştur:
"Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer."
Ebu Davud, Edeb 8, (4801).
CEHENNEMLİKLER
5107 - Nu'mân İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennemliklerin azab cihetiyle en hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan
kimsedir ki, ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında dimağı kaynar.
Öyle tahammülfersa bir azam duyar ki, azabca insanların en hafifi olduğu halde, kendinden
şiddetli azab çeken olmadığını zanneder."
Buhari, Rikâk 8; Müslim, İman 363, (213); Tirmizi, Cehennem 12, (2607).
5108 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"(Cehennemlikler derece derecedir.) Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar, bir
kısmı vardır, dizlerine kadar yakalar, bir kısmı vardır kemere kadar yakalar, bir kısmı vardır
köprücük kemiğine kadar yakalar."
Müslim, Cennet 33, (2845).
5109 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır.
Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen darî' (denen
dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle
imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken,
dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir
içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu
kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince, içerilerini
param parça eder. Bu sefer de:
"Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!" derler. Onları çağırırlar.
Onlar gelince:
"Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?" derler. Onlar:
"Evet getirmişti (ama dinlemedik)" derler. Bunun üzerine, bekçiler:
"Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!" derler" (Gâfir 50). Cehennemlikler
bekçilerden ümidi kesince:
"(Cehenneme müvekkel melek) Mâlik'i çağırın!" derler. (Mâlik gelince):
"Ey Mâlik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!" derler. Mâlik de onlara:
"Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!" diye cevap verecek" (Zuhruf 77).
(Hadisin ravilerinden) A'meş rahimehullah der ki: "Bana bildirildi ki, cehennemliklerin
Mâlik'e yalvarmaları ile Mâlik'in onlara verdiği cevap arasında bin yıllak zaman geçecektir.
Cehennemlikler, bu sefer aralarında:
"Rabbinize dua edin, sizin için O'ndan daha hayırlı kimse yok!" diyecekler ve elbirlik şöyle
yakaracaklar:
"Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey
Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zâlimlerden
oluruz" (Mü'minûn 106-107). Rab Teâl, onlara: "Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey
söylemeyin!" diyecek" (Mü'minûn 108).
Resûlullah devamla dedi ki: "Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümidlerini
keserler; hıçkırmaya, nedâmet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar."
Tirmizi, Cehennem 5, (2589).
5110 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cehennemliklerin tepelerine kaynar su dökülür. Bu su, vücudlarının içine nüfuz eder, öyle ki
karınlarına kadar ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını delip geçer. Bu
hâdise "Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritilecektir" (Hacc 20) ayetinde
zikri geçen eritme (es-Sahru) hâdisesidir. Sonra (eriyen cesedleri) eski haline iade edilir."
Tirmizi, Cehennem 4, (2585).
5111 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı da üç gecelik yol
mesafesidir."
Müslim, Cennet 44, (2851); Tirmizi, Cehennem 3, (2580, 2581, 2582).
5112 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyamet günü yerde sürür, (Mevkıf'te) insanlar
onun üzerine basarlar."
Tirmizi, Cehennem 3, (2583).
5113 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü ilk çağrılacak olan, Hz. Âdem'dir. Hak Teâla Hazretleri:
"Ey Âdem!" der. Hz. Âdem:
"Buyur ey Rabbim, emrindeyim!" der. Rabb Teâla:
"Zürriyyetinden cehenneme girecekleri ayır!" emreder. Âdem:
"Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?" diye sorar. Rabb Teâla:
"Her yüzden doksandokuzunu!" ferman buyurur."
(Ashab bu esnada atılıp): "Ey Allah'ın Resûlü! Bizden geriye ne kaldı?" derler. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Benim ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!"
buyurdular."
Buhari, Rikak 45.
5114 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hz. İbrahim aleyhisselâm, Kıyamet günü, babası Azer'i (yüzü) üzerinde bir siyahlık ve toz
toprak olduğu halde görür. Babasına:
"Ben sana dünyada iken, "Bana, âsi olma!" demedim mi?" der. Babası ona:
"İşte bugün ben artık sana âsi olmayacağım!" der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm:
"Ey Rabbim! Sen yeniden diriltilme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin.
Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?" diye yakarır. Allah Teâla
Hazretleri:
"Ben cenneti kâfirlere haram kıldım!" cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir:
"Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?" İbrahim yere bakar ve kana bulanmış
bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim'in babasıdır, o
çirkin surete sokulmuştur)."
Buhari, Enbiya 8, Tefsir, Şu'arâ 1.
CENNETLİKLERİN VE CEHENNEMLİKLERİN MÜŞTEREKEN ZİKREDİLDİĞİ
HADİSLER
5115 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennet ve cehennem, aralarında (ihtilaf ederek Allah nezdinde) dâvâ açtılar. Cehennem:
"Ben, mütekebbirler (dünyada büyüklük taslayanlar) ve mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için
tercih edildim!" diye övündü. Cennet de:
"(Ey Rabbim!) Bana niçin sadece zayıflar ve (insanlar nazarında) düşük olanlar, (hakir
görülenler) girer?" dedi. Allah Teâla Hazretleri önce cennete hitap etti:
"Sen benim rahmetimsin. Kullarımdan dilediklerime rahmetimi seninle ulaştıracağım!" Sonra
da cehenneme hitap etti:
"Sen de benim azabımsın. Kullarımdan dilediğimi seninle azablandıracağım!" (Her ikisine
yönelerek):
"İkiniz(in de vazifesi var! İkiniz de) dolacaksınız!" buyurdu. Ancak cehennem, bir türlü
dolmak bilmedi. Allah Teâla da ayağını üzerine bastı. Derken cehennem:
"Yeter! Yeter!" diye inledi. Bu suretle dolmuş olan cehennemin ağzı birbirine kavuştu. Allah
mahlûkatından hiçbir ferde asla zulmetmez.
Cennete gelince, Allah onu yeni mahlûkat yaratarak onu dolduracaktır."
Buhari, Tefsir, Kâf 1, Tevhid 25; Müslim, Cennet 35, (2846); Tirmizi, Cennet 22, (2564).
5116 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de
yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan birkısım
kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine
şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar.
Sonra:
"Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün" denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi
yeniden biterler."
Müslim, İman 306, (185).
5117 - Yine Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Mü'minler cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet
hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece
günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret
elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki
evinden daha iyi bilir."
Buhari, Mezalim 1, Rikâk 48.
5118 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'ın şefaati ile, birkısım insanlar cehennemden çıkacak,
cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir."
Buhari, Rikak 513, Ebu Davud, Sünnet 23, (4740); Tirmizi, Cehennem 10, (2603).
5119 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri:
"Çıkarın bunları!" buyuracak. Onlara:
"Niçin bağırıyorsunuz?" diye sorulacak. Onlar:
"Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!" diyecekler. Rab Teâla:
"Benim size rahmetim, gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!" buyuracak. Onlar
gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri
kalkar fakat kendini ateşe atamaz. Allah Teâla hazretleri:
"Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?" diye sorar. Adam:
"Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümid
ediyorum!" der. Allah Teâla hazretleri:
"Haydi ümidini verdim!" der. İkisi de Allah'ın rahmetiyle cennete sokulurlar."
Tirmizi, Cehennem 10, (2602).
5120 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cennete en son giren kimse, bazan yürür, bazan ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer.
Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder ve:
"senden beni kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teâla hazretleri, bana evvelin ve ahirinden
hiç kimseye vermediği şeyi verdi!" der. Derken ona bir ağaç gösterilir.
"Ya Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!" Allah
Teâla hazretleri:
"Ey âdemoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin değil mi?" der. Adam:
"Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!" der ve başka bir şey istemeyeceğine dair
söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu
ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama,
evvelkinden daha güzel bir ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp:
"Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık senden
başka bir şey istemeyeceğim!" der. Allah Teâla:
"Ey âdemoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni
yaklaştıracak olsam başka şeyler isteyeceksin!" der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda
söz verir. Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı ona
yaklaştırır. Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer.
Sonra ona cennetin kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden daha
güzeldir. Adam yine:
"Ey Rabbim" Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden
başka bir şey istemiyorum!" der. Rab Teâla:
"Ey âdemoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz vermemiş miydin?"
der. Adam:
"Evet, Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim!" der. Rabbi onu mazur görür. Çünkü o,
sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca yaklaştırır. Adam ona yaklaştırılınca
cennet ehlinin seslerini işitir. (Dayanamayıp):
"Ey Rabbim! Beni cennete sok!" der. Rab Teâla:
"Ey âdemoğlu! Beni senden kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve beraberinde mislini
versem razı olur musun!" der. Adam:
"Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun? sen ki âlemlerin Rabbisin!" der."
İbnu Mes'ûd bu noktada güldü ve: "Niye güldüğümü sormuyor musunuz?" dedi.
"Niye güldün söyle!" dediler.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da böyle gülmüştü. "Niye güldünüz?" diye soruldu da:
"Rabbülalemin'in, adamın "Sen ki âlemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?"
demesine gülmesine gülüyorum!" dedi.
Allah Teâla Hazretleri:
"Ben seninle istihza etmiyorum. Lâkin ben, Azimüşşân dilediğimi yapmaya kâdirim!"
buyurdular."
Müslim, İman 310, (187).
RÜ'YETULLAH (ALLAH'IN GÖRÜLMESİ)
5121 - Cerîr İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
dolunay gecesi, aya baktı ve:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir
sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından
önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın
(namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."
Cerir der ki: "Resûlullah, sonra şu ayeti okudu: "Rabbini güneşin doğmasından ve
batmasından önce hamd ile tesbih et" (Tâ-ha 13).
Buhari, Mevâkitu's-Salât 6, 26, Tefsir, Kâf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu
Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizi, Cennet 16, (2554).
5122 - Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cennetlikler cennete girince Allah Teâla Hazretleri:
"Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!" buyurur. Cennetlikler:
"Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden
kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)" derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine
bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir."
Süheyb der ki: "Resûlullah bu sözlerinden sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "İyi iş,
güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyade vardır" (Yunus 26).
Müslim, İmam 297, (181); Tirmizi, Cennet 16, (2555).
5123 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Sen Rab
Teâla'nı hiç gördün mü?" diye sordum.
"Nurdur, ben O'nu nasıl görürüm" buyurdular."
Müslim, İman 291, (178); Tirmizi, Tefsir, Necm, (3278).
5124 - Mesrûk rahimehullah anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya dedim ki: "Ey
anneciğim! Muhammed aleyhissalâtu vesselâm Rabbini gördü mü?" Bu soru üzerine:
"Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana
söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: "Muhammed Rabbini gördü" derse yalan
söylemiş olur.
(Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu. (Mealen): "Onu gözler idrak
edemez, O ise gözleri idrak eder" (En'âm 103).
Devamla dedi ki: "Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir.
Zira ayet-i kerimede (mealen): "Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez" (Lokman 34)
buyrulmuştur. Kim sana "Muhammed'in vahiyden birşey gizlediğini söylerse o da yalan
söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede (Mealen): "Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni
tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın" (Maide 67)
buyrulmuştur. Lakin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cibril'i (suret-i asliyesinde) iki sefer
görmüştür."
Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed'ü'l-Halk 6, Tefsir, Necm 1, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177);
Tirmizi, Tefsir, En'âm, (3070).
CENNETİN VASFI
7291 - Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür.
Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan
faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah'a, bir daha
eski hararetine döndürmemesi için dua eder."
7292 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"(Cehennemde) kafirin vücudu büyür. Öyle ki bir azı dişi Uhud dağından büyük olur.
Vücudunun dişinden büyüklüğü, sizden birinin vücudunun dişinden büyüklüğü gibidir."
7293 - Hâris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki,
birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim
(davetime muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve
cehennemin bir köşesini teşkil eder."
7294 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ağlama, cehennem ahalisi üzerine gönderilir. Bunun üzerine onlar da (ağlamaya başlarlar
ve) gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Sonra (yaş yerine) kan ağlarlar. Öyle ki yüzlerinde
kanallar meydana gelir. Eğer bu kanallara gemiler salınsa gemiler yürür."
7295 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: "Ey cennet ahalisi!" diye nida
edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları
korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: "Ey cehennem ahalisi!" diye nida edilir. Onlar da
içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm
gösterilerek) "Bunu tanıyor musunuz?" denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir
ağızdan:) "Evet! Bu ölümdür" derler."
Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: "Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde
ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: "Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir,
burada artık ölüm yoktur" denilir."
CENNETİN EVSAFI
7296 - Ebu Sa'îdi'I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Cennette bir karışlık yer (ebedi olduğu için, fani olan) küre-i arz ve üzerinde
bulunanlardan -dünya ve içindekilerden- daha hayırlıdır."
7297 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Cennette bir kamçılık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve
içindekilerden daha hayırlıdır."
7298 - Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir
gün Ashab-ı Kiramına: "İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi
yoktur. Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu
üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun
meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel
saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır" buyurdu. Sahabiler: "Biz
zaten onun için gayretteyiz, ey Allah'ın Resulü!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "İnşaallah!"
deyiniz" dedi ve sonra cihaddan söz açtı ve ona teşvik etti."
7299 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Allah'ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş
olmasın. Bunlardan ikisi hüru'l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine
düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü
dâimidir."
Hişam İbnu Halid der ki: "(Hadiste geçen) "Cehennemliklerden kendine düşenmirası"
ibaresinden maksad, cehenneme giren erkeklerdir; bunların kadınlarına cennet ehli varis
olurlar, tıpkı Firavun'un hanımına varis olunduğu gibi."
7300 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: "Bir menzili cennette, bir
menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun menziline varis olur. İşte
Allah Teâla hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid eder: "İşte onlar varislerin ta kendileridir"
(Mü'minün 10)."
CİDAL MİRÂ BÖLÜMÜ
________________________________________
1131 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Bir kavm, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle
olmuştur."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu söyledikten sonra, delil olarak) şu âyeti okudu:
"Onlar: "Bizim tanrımız mı yoksa O mu daha iyidir?" dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf
tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir" (Zuhruf 58).
Tirmizî, Tefsir, Zuhruf, (3250); İbnu Mâce,Mukaddime 7.
1132 - Yine Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim haksız olduğu bir münakaşayı terkederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur.
Haklı olduğu bir münâkaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur."
Tirmizi, Birr 58, (1994); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4800); İbnu Mâce, Mukaddime 7, (51); Nesâî,
Edeb (6, 21).
1133 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular: "Kur'an hakkında münakaşa küfürdür"
Ebu Davud, Sünnet 5, (4603).
1134 - Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Allah'ın en ziyade buğzettiği erkek, şiddetli düşmanlık yapan hasımdır."
Buhari, Ahkâm 34, Mezâlim 15, Tefsir, Bakara 37; Müslim, İlm 5, (2668); Tirmizî, Tefsir,
Bakara, (2980); Nesâî, Kadât 33, (8, 247, 248).
1135 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz kader hususunda münâkaşa ederken
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin hâsıl ettiği
kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Bize şöyle çıkıştı:
"Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim. Bilin ki, sizden
öncekileri, dinî meselelerdeki münâkaşalarını çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri
ihtilafları helâk etmiştir."
Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: "Kader hususunda münakaşa etmemeniz için yemin
verdim. "
Tirmizî, Kader 1, (2134); İbnu Mâce, Mukaddime 10, (85).
1136 - İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ashâbının (radıyallahu anhüm) arasında otururken, bir adam Hz. Ebu Bekir'e hakaretâmiz
sözler sarfederek cefa verdi. Ancak Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) adama karşı sükût etti.
Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü
sefer de eziyet verince Hz. Ebu Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hemen kalktı. Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah'ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?" diye sordu.
"Hayır"dedi. "Ancak semadan bir melek inmiş, sana söylediklerini tekzib ediyordu. Sen
intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam. "
Ebu Dâvud, Edeb, 49 (4896, 4897).
1137 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Kardeşinle münâkaşa
etme, zîra münâkaşanın hikmeti anlaşılmaz, sıkıntısı eksik olmaz, tutamayacağın bir vaadde
de bulunma."
Rezîn ilavesidir.
CİHAD VE MÜCAHİDLERİN FAZİLETİ
________________________________________
962 - Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim
şöyle diyordu:
"Allah yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha
hayırlıdır."
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26; ( 1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Müslim, İmaret 163; İbnu
Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).
963 - Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Her ölenin ameline son verilir, ancak
Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır.
Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz."
Tirmizî, Fedâilu'1-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500).
964 - Tirmizî'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir."
Fedâiıu'l-Cihad 2, (1621).
965 - Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Öğleden evvel veya öğleden sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve içindeki
her şeyden daha hayırlıdır."
Buharî, Cihad 5, 6, 73, Rikak 2, 51; Müslim, İmâret 112- 115, (1880); Tirmizî, Fedâilu'l-
Cihâd 17, (1648, 1649, 1651); Nesâî, Cihâd 11, 12,(6,15); İbnu Mâce, Cihad 2,(2755-2757).
966 - Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"(Müslüman erkeklerden) kim, Allah yolunda, ilâ-yı kelimetullah için, devenin iki sağımı
arasında geçen müddet kadar savaşacak olsa cennet kendisine vacib olur."
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâî,Cihâd 25, (6, 26);
İbnu Mace, Cihâd 15, (2792).
967 - Muâz İbnu Cebel (radıyalahu anh) anlatıyor: "İçinden samimi şekilde Allah yolunda
cihâd yapmayı temenni eden bir kimse, bilâhare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır.
Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle
bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hâli içinde rengi zaferân renginde, kokusu da
misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir
yara açılacak olsa bu da onun için Şehidlik mührü olur."
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâi, Cihâd 25, (6, 26).
968 - Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki, kıyâmet günü, yarası kanıyor olarak gelmiş
olmasın, bu kanın rengi kan renginde, kokusu da misk kokusundadır."
Buharî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâret 103; Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 21, (1656); Nesâî,
Cenâiz 82, (4, 78), Cihâd 27, (6,28); Muvatta, Cihâd 29, (2, 461).
969 - Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri, Allah rızası için yola çıkan kimse hakkında:
"Bu kulum, benim yolumda cihad etmek üzere bana inanarak peygamberlerimi tasdik ederek
yola çıkmıştır, artık onu ya cennetime koymak yahut da ücret veya ganimet elde etmiş olarak,
çıkmış olduğu meskenine geri çevirmek hususunda garanti veriyorum" diyerek te'minat verir.
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, Allah yolunda
yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığn ilk günkü manzarasıyla gelmiş
olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusunda olarak.
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ediyorum ki, Müslümanlar'a
meşakkat vermeyecek olsam, Allah yolunda gazveye çıkan hiçbir seriyyeden asla geri
kalmazdım. Ancak onları hayvana bindirecek imkân bulamıyorum. Onlar da beni tâkibe
imkân bulamıyorlar. Benden geri kalmak da onlara zor geliyor.
Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun Allah yolunda gazaya
çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya
çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.
Buharî,İman 25, Cihâd 2,119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103- 107, (18?6), (8,
119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24.
970 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan bir
gün sordular:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Allah yolunda yapılan cihada hangi amel denk olur?"
" (Başka bir amelle) dedi, ona güç getiremezsiniz !"
Soruyu soranlar ikinci ve hatta üçüncü sefer tekrar sordular.
Resûlullah her seferinde aynı cevabı verip:
" (Bir başka amelle) ona güç getiremezsiniz!" dedi ve sonra şunu ilâve etti:
" Allah yolundaki mücâhidin misâli (gündüzleri ve geceleri hiç ara vermeden oruç tutup,
namaz kılan, Allah'ın âyetlerine de itaatkâr olan ve Allah yolundaki mücâhid, cihaddan
dönünceye kadar namaz ve oruçtan hiç gevşemeyen kimse gibidir. "
Buharî, Cihad 2; Müslim, İmâret 110, (1878); Tirmizî, Fed ilu'l-Cihâd 1, (1619); Nesâî, Cihâd
17, (6,19); Muvatta, Cihâd 1, (2, 443).
971 - Ebu Saîd (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"- Ey Allah'ın Resûlü! İnsanların en efdali kimdir?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
" Allah yolunda malıyla canıyla cihad eden mü'min kişi!"
"- Sonra kim? diye tekrar soruldu. Bu sefer:
" Tenhalardan bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları şerrinden bırakan kimsedir"
diye cevap verdi."
Buharî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâret 122, 123, 127, (1888); Ebu Dâvud, Cihad 5,
(2485); Tirmizî, Fedâuilu'l- Cihâd 24, (1660); Nesâi, Zekât 74, (5, 83), Cihâd 7, (6,11); İbnu
Mâce, Fiten 13, (3978).
972 - Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi! İnsanların en hayırlısı o
kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah
yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da, Allah 'ın Kitab 'ını okuyup (emir ve
yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir."
Nesâî, Cihad 8, (6,11-12).
973 - İbnu Abbas (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Size insanların en hayırlısını haber vereyim mi! O, atının yularından Allah yolunda tutan
kimsedir. (Hayırda) bunu takip edeni haber vereyim mi? O da koyunlarının peşine takılıp
(insanları) terkeden koyunlarda bulunan Allah'ın hakkını da ödeyen kimsedir.
Size insanların en kötüsünü de haber vereyim mi! O da, Allah'tan isteyip, Allah adına
vermeyendir."
Muvatta, Cihad 4, (2, 445); Tirmizî, Fedâilu'I-Cihâd 18, (1652); Nesâî, Zekât 74, (5, 83-84).
974 - Ebu Ümâme (radıyalahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır."
Ebu Dâvud, Cihad 6, (2486).
975 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah korkusuyla göz yaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe girmez. Bir kul
üzerinde, Allah yolunda yapışan tozla, cehennemin dumanı biraraya gelmez."
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 8, (1633); Zühd 37,(2372); Nesâî, Cihâd 8, (6,12).
976 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle söylediğini işittim:
"İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile, Allah yolunda uyanık
sabahlayan göz."
(Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 7, (1632).
977 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: "Kâfır ile onu öldüren
ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş
olan) tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased bir
araya gelmezler."
Müslim, İmâret 130, 131, (1891); Ebu Dâvud, Cihad 11, (2495); Nesâî, Cihâd 8, (6,12-14);
İbnu Mâce, Cihâd 9.
978 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün şöyle
dedi:
"Kim Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, peygamber olarak Muhammed'den râzı ise
ona cennet vâcib olmuştur." Bu söz hayretime gitti ve:
"- Ey Allah'ın Resûlü, bir kere daha tekrar eder misiniz?" dedim. Aynen tekrar etti ve arkadan
da şunu söyledi.
" Bir başka şey daha var ki, Allah, onun sebebiyle, kulun cennetteki makamını yüz derece
yüceltir. Bu derecelerden ikisi arasındaki uzaklık sema ile arz arasındaki mesâfe gibidir. "
Ben:
"- Öyleyse bu nedir`?" dedim. Şu cevabı verdi:
" Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!"
Müslim, İmâret 116, (1884); Nesâî, Cihâd 18, (6,19-20).
979 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah iki kişi hakkında güler: Bunlardan biri diğerini öldürmüş olduğu halde ikisi de cennete
gider. Bunlardan diğeri, Allah yolunda cihad eder ve şehid olur. Allah katile mağfiretini
ulaştırır, o da Müslüman olur, sonra Allah yolunda cihâda katılır ve şehid olur (Böylece her
ikisi de Cennette buluşurlar)."
Buharî, Cihâd 28; Müslim, İmâret 128,129, (1890); Muvatta, Cihâd 28, (2, 460); Nesâi, Cihâd
37, (2, 38); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (191).
980 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim Allah iman ederek ve va'dini tasdik ederek, Allah yolunda (kullanmak üzere) bir at
"tutarsa" bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyamet günü terâzisine girecektir, yani sahibine
sevap olacaktır."
Buharî, Cihâd 46; Nesâî, Hayl 11.
981 - Ebu Mes'ud el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a, yularlanmış bir deve getirerek: "Bu Allah yoluna bağışımdır" dedi. Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) adama:
" Buna karşılık sana, kıyamet günü, her biri yularlanmış yedi yüz deve vardır!" dedi.
Müslim, İmâret 132, (1892); Nesâî, Cihâd 46, (6, 49).
982 - Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"- Sadakanın hangisi efdâl (Allah nazarında en kıymetli)dir?" diye sorulmuştu, şu cevabı
verdi:
" Allah yolunda bir köleyi hizmete koymak veya Allah yolunda (askerler için) bir çadır
kurmak (bağışlamak) veya döl alma yaşına basan bir deveyi (hibe, iâre veya karz suretinde)
bağışlamak. "
Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 5, (1626).
983 - Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Kim Allah yolunda bir askerin teçhizatını temin ederse bizzat gaza yapmış olur. Kim, gazaya
çıkan bir askerin geride kalan âilesine hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur."
Buharî, Cihâd 38; Müslim, Emâret 135,136, (1899); Ebu Dâvud, Cihâd 21, (2509); Tirmizî,
Fedâilu'l-Cihâd 6, (1628); Nesâî, Cih d 44, (6, 46).
984 - Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm)'ı dinledim
şöyle demişti:
"Size bir çok memleketlerin fethi müyesser kılınacak. Oralarda (komşu küffarla cihad için)
toplanmış askeri birlikler göreceksiniz. Size bu birliklerle sefere çıkmak vazifesi verilecek.
Bazılarınız onlarla (hasbi olarak) sefere çıkmak istemiyerek, adamlarının arasından svışıp
gazveye (ücretsiz) katılmamanın yollarını arayacak. Arkadan da kendileriyle anlaşacak
kabileler araştırıp, onlara: "Falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok
mu, falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok mu?" diyecek. Bilesiniz,
(hasbeten gazveye gitmekten kaçan bu adam) bir ücretlidir, son damlasına kadar kanını akıtsa
da (gazi değildir, şehit sayılmaz, uhrevî ücretten mahrumdur)."
Ebu Dâvud, Cihâd 30, (2525).
985 - Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: "Ebu Ubeyde, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)'e yazarak
Rum cemaatlerini ve bunlardan duyduğu endişeyi belirtti. Hz. Ömer (radıyallahu anh)
kendisine şu cevabı verdi: "Emmâ ba'd: Bil ki, mü'min bir kula nerede bir şiddet inecek olsa
Allah ondan sonra bir ferec (kurtuluş) verir. Zira bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamaz.
Cenâb-ı Hakk da Kur'ân-ı Kerim'inde şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, sabredin,
düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihâda hazır bulunun, Allah'tan da korkun ki başarıya
eresiniz" (Al-i Imrân 200).
Muvatta, Cihâd 6, (2, 446).
ŞEHADET VE ŞEHİDİN FAZİLETİ
986 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde
olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle
yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder. "
Bir rivayette şu ziyade mevcut: ".. Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu
üstünlükler ve kerametler sebebiyle. . . (dönmek ister). "
Buharî, Cihâd 5, 21; Müslim,İmâret 108, 109, (1877); TirmizÎ, Fedâilu'l-Cihâd 13, (1643);
Nesâi, Cihâd 30, 6, 32).
987 - İbnu Ebî Umeyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde ve çadırda yaşayanların benim olmasından
daha sevgilidir."
Nesâî, Cihâd 30, (6, 33).
988 - Hz. Muğîre (radıyallahu anh) dedi ki: "Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm),
Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik
olacaktır. Bu sebeple biz, ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz."
Buharî, Cizye 1, Tevhid 46, (Buharî, Kitabu't-Tevhid'de muallak olarak kaydetmiştir. Rezîn
tam olarak kaydeder).
989 - Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam sordu:
"- Ey Allah'ın Resûlü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde, bütün hatalarım örtülecek mi?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
" Evet, sen sabreder, mükâfaat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette olduğun halde
öldürülürsen!" diye cevap verdi. Ve adama sordu:
" Nasıl sormuştun?"
Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz sözlerini
şöyle tamamladı:
" Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrâil bu hususu bana haber
verdi!"
Müslim, İmâret 117, (1885); Muvatta, Cihad 31, (2, 461); Nesâî, Cihâd 32, (2, 33).
990 - Müslim, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ)'dan şunu kaydeder:
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
"Şehidin -borç hariç- bütün günahları affedilir."
Müslim, İmâret 118.
991 - Fadale İbnu Ubeyd anlatıyor "Hz Ömer (radıyallahu anh)'i dinledim, "Hz.
Peygamber'den işittim" diyerek şu hadisi rivayet etti:
"Dört çeşit şehid vardır:
1- İmanı kavî mü'min kişi düşmanla karşılaşır, öldürülünceye kadar Allah sadık kalır. İşte bu
kıyamet günü, insanların gıbta ile gözlerini kaldırıp bakacakları gerçek şehiddir. -Bunu
yaparken başını kaldırır ve kalansuvesi yere düşer- (Fadâle der ki:) "Bu, Hz. Ömer'in
kalansuvesi mi idi, yoksa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kalansuvesi mi idi
anlıyamadım."
2- İmanı sağlam (ancak önceki kadar şecaat sahibi olmayan) bir mü'min düşmanla karşılaşır.
Korkudan vücudu -talh ağacının dikeni batmış gibi - titrer. Bu sırada gelen serseri bir ok
darbesiyle hayatını kaybeder. Bu, ikinci derecede bir şehiddir.
3- İyi amelle kötü ameli karıştırmış mü'min kişi, düşmanla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında
(sabır ve şecâatte, şehidliğin mükâfaatını beklemekte) Allah'a sâdık kalır. Öldürülünce bu
üçüncü mertebede bir şehid olur.
4. Günahkâr bir mü'min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah'a sâdık kalır. Bu da
dördüncü derecede bir şehid olur."
Tirmizî, Fedailu'l-Cihad 14, (1644).
992 - Yahya İbnu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
(Bedir'de bizleri) cihâda teşvik etti, cenneti hatırlattı. Bu sırada Ensâr'dan biri, elindeki
hurmalardan yemekte idi. Birden: "Ben şunları bitirinceye kadar oturacak olursam dünyaya
fazla hırs göstermiş olacağım" dedi ve ellerindeki hurmaları fırlatarak kılıncını çekip
öldürülünceye kadar savaştı."
Muvatta, Cihâd 42, (2, 466); Buharî, Megâzî, 17; Müslim, İmâret 145, (1901).
993 - Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zırh giyinmiş bir adam gelerek: "Ya Resûlullah!
Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı olayım?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
" Müslüman ol, sonra savaşa katıl"dedi. Adam Müslüman oldu, savaşa katıldı ve öldürüldü.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun hakkında:
Az bir amelde bulundu fackat çok şey kazandı!"buyurdu.
Buhari, Cihâd 1.3; Müslim, İmâret 144, (1900).
994 - Râşid İbnu Sa'd, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: "Bir zât Resûlullah'a gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü'minler kabirde imtihan edilirler?" diye
sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: "Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını
hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir."
Nesâî, Cenâiz 112.
995 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Şehidin ölüm (darbesinden) duyduğu ızdırab sizden birinin çimdikten duyduğu ızdırap
kadardır."
Tirmizî, Fedâilu'1-Cihâd 26, (1668).
996 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Rabbimiz, Allah yolunda savaşan şu kimseye taaccüb etmiştir: Arkadaşları hezimete
uğra(yıp kaçmış)tır. Ancak O, (kaçmanın haram olduğunu düşünerek) kendisine düşen
sorumluluğun idrakiyle geri dönerek, öldürülünceye kadar düşmanla çarpışmıştır. Bunun
üzerine Aziz ve Celil olan Allah, meleklere (iftiharla) şöyle der: "Şu kuluma bakın, benim
nezdimde olan mükâfaatı) düşünüp katımda olan (cezâdan) korkarak geri döndü,
öldürülünceye kadar savaştı."
Ebu Dâvud, Cihâd 38, (2536).
Abdü'l-Habîr İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays İbni Şemmâs an ebîhi an ceddihi (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Ümmü Hâlid adında bir kadın yüzü
örtülü olduğu halde gelerek Allah yolunda öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi.
Ashab'tan biri kadına: "Sen, yüzü örtülü olduğun halde gelip oğlundan mı soracaksın?" dedi.
Kadın: Oğlumu kaybetti isem de hayamı kaybetmedim" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına:
" Oğlun iki şehid mükâfatı elde etmiştir!" dedi. kadın:
"- Bunun sebebi nedir, ey Allah'ın Resûlü?" diye sorunca şu cevabı verdi:
" Çünkü onu Ehl-i Kitap öldürdü!"
Ebu Dâvud, Cihâd 8, (2488).
997 - Sehl İbnu Huneyf (radıyallahu anh) anlatıyor:, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim sıdk ile Allah'tan şehid olmayı taleb ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır,
yatağında ölmüş bile olsa" buyurdu."
Müslim, Cihâd 156, 157, (1908, 1909); Ebu Dâvud,Salât 361, (1520); Tirmizî, Fedâilu'1-
Cihâd 19, (1653); Nesâî-Gihâd 36, (6, 36); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2797).
998 - Ebu Mâlik el-Eş'ârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki:
"Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp)
boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah'ın dilediği hangi musibetle
ölmüş olursa olsun şehit olarak ölür."
Ebu Davud, Cihâd 15, (2499).
999 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a: "Ey Allah'ın Resûlü, kim cennete gidecek?" diye sorulmuş, o da şu cevabı
vermiştir: "Peygamber cennetliktir, şehid cennetliktir, çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri
gömülen çocuk cennetliktir."
Ebu Dâvud, Cihâd 27, (2521).
1000 - Ebu'n-Nasr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud
şehidlerine uğradı ve: "İşte bunlar var ya, bunlar için şehadet ederim" dedi. Ebu Bekir
(radıyallahu anh): "Ey Allah'ın Resûlü biz onların kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl
Müslüman oldularsa biz de Müslüman olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad
ediyoruz!" dedi. Resûlullah şu cevabı verdi:
" Evet (söylediğiniz hususlar doğru), ancak benden sonra ne gibi bid'alar çıkaracağınızı
bilemiyorum."
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ağladı, ağladı ve sonra:
"- Yani biz senden sonraya mı kalacağız? (diye eseflendi)."
Muvatta, Cihâd 32, (2, 461-62).
CİHADIN VACİB OLUŞU VE CİHADA TEŞVİK EDEN HADİSLER
1001 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Emîriniz, fâzıl veya fâcir her nasıl olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size
farzdır. Keza, namazı da fâzıl veya fâcir ve hatta kebâir işlemiş bile olsa her Müslümanın,
arkasında kılması bütün Müslümanlara farzdır."
Ebu Dâvud, Cihâd 35, (2533).
1002 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin."
Ebu Dâvud, Cihâd 18, 2504); Nesâî,Cihâd 1, (6, 7).
1003 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm.)
Mekke'nin fethi günü buyurdular ki:
"Artık bu fetihten sonra hicret yoktur. Fakat cihâd ve niyyet vardır. Öyleyse askere
çağrıldığınız zaman hemen silah altına koşun!"
Buharî, Cihâd 1, 27, 194, Cizye 22, Hacc 43, Cezâu's-Sayd 10; Müslim, İmâret 85, (1353),
Hacc 445, (1353); Tirmizî, Siyer 33, (1590); Nesâî, Cihâd 15, (7,146); Ebu Dâvud, Cihad 64,
(2480).
1004 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir
şube üzerine ölmüş olur."
İbnu'l-Mübârek der ki: "Biz bunun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sağlığına has
bir keyfıyet olduğuna hükmetmiştik."
Müslim, İmâret 158, (1910); Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Gihâd 2, (6, 8).
1005 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim bizzat gazveye katılmaz veya bir gaziyi
techiz etmez veya bir gazinin ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmez ise, Allah kıyamet
gününden önce ona hiç beklemediği bir musibet ulaştırır."
Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2503).
1006 - Ebu'n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh)'dan naklen anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin
meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: "Ey insanlar, düşmanla
karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afıyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin,
bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir."
En sonda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini şöyle tamamladı:
"Ey Kitab'ı indiren, bulutları yürüten, (Hendek Savaşı'nda düşman müttefikler olan) Ahzâb'ı
hezimete uğratan Rabbimiz, bunları da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım et".
Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20, (1742), Ebu Dâvud, Cihâd 98,
(2631).
1007 - Seleme İbnu Nüfeyl el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek, Allah da,
onlar(la mücâdele sebebi) ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve bunlardan (alınanlarla)
onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe, Allah'ın va'dinin gelme anına kadar
devam edecektir. Atın, kıyamete kadar alnında hayır bağlıdır. Rabbim bana, aranızda kalıcı
değil, gidici olduğumu, ruhumu kabzedeceğini, sizin de beni, (birbirinizin boynunu vuran
gruplar olarak) takib edeceğinizi bildirdi. Sakın birbirinizin boynunu vurmayın. Mü'minlerin
(fitne sırasında emniyette olacakları) asıl yerleri Şam'dır."
Nesâî, Hayl 1, (6, 214-215).
CİHAD'IN ÂDÂBI
1008 - Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazve
yaptığı zaman:
"Ey Rabbim sen benim destekcim ve yardımcımsın. Senin sayende çâre düşünür, senin
sayende saldırır, senin sayende mukâtele ederim" derdi.
Tirmizî, Da'avât 132, (35, 781; Ebu Dâvud, Cihâd 99, (2632).
1009 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve
askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir getirirler, inişe geçince de tesbihte
bulunurlardı. Namaz dahi buna göre vazedildi."
Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2595).
1010 - Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i komutan tayin etti. Bu seferde
müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi
kişi öldürdüm. Bunlar, farklı âilelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören)
öldür, öldür!" idi."
Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596),102, (2638).
1011 - Mühelleb İbnu Ebî Sufre (rahimehullah) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinleyen
birisinden, Efendimiz'in şöyle söylediğini naklediyor: "Düşman size gece baskını yaparsa Ha-
mim La yunsarûn deyin."
Tirmizî, Cihâd 11, (1682); Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2597).
1012 - Ka'b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: "Harb bir hiledir"
derdi."
Ebu Dâvud Cihad 101, (2637); Buharî, Cihad 157; Müslim, Cihâd 18, (1740).
1013 - Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah'ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla
gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir,
fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen kendisi için ücret olur. Bir de
övünmek, riyâkârlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama isyan eden, arzda
fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgarî ücreti bile elde edemez."
Ebu Dâvud, Cihad 25, (2515); Nesâî, Cihad 46, (6, 49); Muvatta Cihad 18 (2, 466).
1014 - Kays İbnu Abbâd anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı (radıyallahu
anhüm) savaş sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi."
Ebu Dâvud, Cihad 112, (2656).
1015 - Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'nın anlattığına göre, cihâda giderken, yola çıkıp, halkın
geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle bağırırmış: "Ey insanlar: Kimin
üzerinde bir borç olduğu halde, cihada katılır ve bilirse ki, öldüğü takdirde bu borç
ödenmeyecektir, hemen geri dönsün, sakın peşime takılmasın. Zîra, o, bu haliyle cihâdın
karşılığını alamaz."
Rezîn'in ilavesidir.
CİHADA NİYETTE SIDK VE İHLAS
1016 - Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e,
şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi,dostu) için veya gösteriş için mukâtele eden
kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi "Allah yolunda"dır? dendi. Resûlullah: "Kim,
Allah'ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır" diye cevap verdi."
Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149,(1904); Tirmizî,
Fedâilu'l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd
13, (2783).
1017 - EbuHüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e: "Ey Allah'ın Resûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği
halde bir de dünyalık isterse durumu nedir?" diye sordu. Şu cevabı verdi: "Ona hiçbir sevab
yoktur!" Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da her
seferinde: "Ona sevab yoktur!" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Cihâd 25, (2516).
1018 - Şeddâd İbnu'l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevî gelerek Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a iman etti. Sonra da sordu: "Seninle hicret edeyim mi?" Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra
yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu
taksim etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî: "Bu nedir?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Bu payı sana ayırdım" dedi. Adam: "Ben bunun için sana tâbi
olmuş değilim, ben -eli ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem
için sana tâbi oldum" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sen Allah'a sâdık oldun
mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)" dedi.
Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar. Adamcağızı,
az sonra sırtlayıp Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir
ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bu, o adam mı?" diye sordu:
"Evet, odur!" dediler.
"Öyleyse o Allah'a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi" dedi.
Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm)'ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan
işitilenler arasında şu da vardı: "Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret
etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik ediyorum."
Nesâî, Cenâiz 61, (4, 60, 61).
1019 - Abdurrahman İbnu Ebî Ukbe, babasından naklediyor. Babası İran asıllı bir azadlı idi.
Der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Uhud Savaşı'na katıldım.
Müşriklerden bir adama darbeyi indirdim ve: "Al, bu sana benden, ben İranlı bir köleden!"
dedim. (Sözlerimi işitmiş bulunan) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana doğru baktı ve:
"Niye, ben Ensarî bir köleyim demedin? Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu o kavimden sayılır"
dedi.
Ebu Dâvud, Edeb 121, 5/23; İbnu Mâce, Cihâd 13, (2784).Bu hadisin son cümlesi yani,
ibaresi diğer kitaplarda da yer alır. Buharî, Ferâiz 24, Tirmizî, Menâkıb 85, (3897); Nesâî,
Zekât 96, (5,106); Müslim, Zekat 133, (1059).
KITÂL VE GAZVE AHKÂMI
1020 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ordunun
veya seriyyenin başına komutan tayin ettiği zaman, -hassaten komutana- Allah'a karşı muttaki
olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi:
"Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin
fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkda bulunmayın, ölülerin vücudlarına sataşıp burun
ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin!
Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç şeyden birine çağır: Bunlardan birine cevap
verirlerse onlardan bunu kabul et ve artık dokunma!
Önce İslâm dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları
yurtlarından muhâcirler diyarına hicrete dâvet et.Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak
olurlarsa Muhcacirler‚ va'dedilen bütün mükâfaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp
edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedevîler hükmündedirler
ve Allah'ın mü'minler üzerine câri olan hükmü onlara icra edilecektir; ganimet ve fey'den
kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır. Müslümanlara birlikte cihâda katılırlarsa o hariç, (o
zaman ganimete iştirak ederler.)
Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse, onlardan cizye iste, müsbet cevap
verirlerse hemen kabul et ve onları serbest bırak.
Budan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Bu durumda
bir kale ahâlisini muhâsara ettiğinde onlar senden Allah ve Resûlü'nün ahd ve emânını talep
ederlerse kabul etme: onlar için, kendine ve ashâbına ait bir emân tanı. Zira sizin kendi
ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdini bozmaktan
ehvendir.
Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah'ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse
sakın onlara Allah'ın hükmünü tatbik etme, lakinkendi hükmünü tatbik et. Zira Allah'ın onlar
hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilemezsin."
Müslim, Cihâd 3, (1731); Tirmizî, Siyer 48, (1617), Diyât,14, (1408); Ebu Dâvud, Cihâd 90,
(2612, 2613).
1021 - Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nâfı'ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslâm'a)
davet etme hususunda sordum. Şu cevabı verdi: "Bu İslâm'ın başında idi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik'e ani baskın yaptı. Adamları gâfıldi, hayvanları su
kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir etti. O gün
Cüveyriye (radıyallahu anhâ) validemizi esir almıştı.
Bunu bana Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) rivayet etti. Abdullah bu orduya asker
olarak katılmıştı."
Buharî, Itk 13; Müslim, Cihâd 1, (1730); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2633).
1022 - Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbından
birini herhangi bir iş için gönderince şu tenbihte bulunurdu; "Müjdeleyin, nefret ettirmeyin;
kolaylaştırın zorlaştırmayın."
Müslim, Cihâd, (1732).
1023 - Semure İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Müşriklerin yaşlılarını öldürün, fakat tıfıllarına (şerh) yani henüz tüyü
çıkmayanlara dokunmayın."
Ebu Dâvud, Cihâd 121, (2670); Tirmizî, Siyer 28, ( 1583).
1024 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı."
Buharî, Cihâd 147,148; Müslim, Gihâd 24, (1744); Muvatta 3, (2, 447); Tirmizî, Gihâd 19,
(1569); Ebu Dâvud, Gihâd 34, (1667); İbnu Mâce, 30, (2841).
1025 - Nu'mân İbnu Mukarrin. (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birçok gazvelere katıldım. (Şunu gördüm): Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
şafak sökünce, güneş doğuncaya kadar mukâteleyi durdururdu. Güneş doğunca öğle vaktine
kadar tekrar mukâteleye geçerdi. Tam öğle vaktinde mukâteleyi durdurur, güneş batıya
meyledinceye kadar ara verirdi. Meyledince, ikindi vaktine kadar mukâtele eder, ikindi
vaktinde ikindi namazını kılıncaya kadar ara verir, sonra tekrar mukateleye geçerdi. (Ashab)
derdi ki: "Bu vakitte (yani güneşin zevali vaktinde) yardım rüzgârları eser, mü'minler
namazlarında orduları için dua ederler."
Tirmizî, Siyer 46, (1612); Ebu Dâvud, Cihâd 111, (2655); Buharî, Cizye 1.
1026 - Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), sabah vakti baskın
yapardı. (Yaklaştığı yerleşim bölgesine) kulak kabartır, (ezan okunup okunmadığını kontrol
eder) ezan sesi işitecek olursa durur, işitmezse saldırıya geçerdi."
Müslim, Salât 9, (382). Tirmizî, (Siyer 48, (1618); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2634).
1027 - İsâm el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
ordu veya seriyye yola çıkardığı zaman, askerlere şunu tenbihlerdi: "Bir mecsid görür veya
müezzini işitirseniz, orada kimseyi öldürmeyin."
Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2635); Tirmizî, Siyer 2, (1549).
1028 - El-Hâriss İbnu Müslim İbni'l-.Hâris babasından Müslim İbnü'l-Hâris (radıyallahu
anh)]'den naklediyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi bir seriyye ile gazveye
gönderdi. Baskın mahalline vardığımız zaman, atını hızlandırdım ve arkadaşlarımı geçtim.
Köy halkı beni imdât çığlıklarıyla karşıladı. Ben onlara: Lâilâhe illallah deyip kendinizi
koruyun dedim. Öyle yaptılar. Arkadaşlarım beni bu davranışım sebebiyle "Ganimeti bize
haram ettin" diyerek ayıpladılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına dönünce,
yaptığımı ona haber verdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni çağırttı. Yanına varınca
davranışımdan dolayı takdir etti ve: "Bilesin, Allah (celle celaluhu) senin için, o kurtardığın
insanlardan her birisi sebebiyle şu kadar sevab yazmıştır" buyurdu. Sonra Resûlullah
(aleyhissalâtu vessselâm) bana: "Sana kendimden sonra bir tavsiye yazacağım"dedi ve yazıp,
üzerini mühürleyip bana verdi."
Ebu Dâvud Edeb 110, (5080).
1029 - Cündeb İbnu Mekîs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
benim de katıldığım bir seriyye gönderdi. Orduya Benu'l-Mülevvah kabilesine baskın
yapılması talimâtını verdi. Yola çıktık. Kedîd nâm mevkiye geldiğimiz zaman el-Hâris İbnu'l-
Bersâ el-Leysî ile karşılaştık. Onu yakaladık. Bize:
"- Ben Müslüman olmak arzusuyla geliyordum. Memleketten de Resûlullah ( aleyhissalâtu
vesselâm)'a gitmek düşüncesiyle ayrılmıştım" dedi. Kendisine:
"- Eğer Müslümansan bizim sana bir gün bir gecelik bağımız zarar vermez, dediğin gibi
değilsen sana karşı tedbirimizi tam yapmış oluruz" dedik ve bağlarını daha bir sıkıladık."
Ebu Dâvud, İmâret 137, (1896).
1030 - Ebü Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî
Lihyan kabilesine bir askerî birlik göndermeye karar vermişti: "Her iki kişiden biri atılsın,
sevapta ortak olacaklar" buyurdu.
Müslim, İmâret,1896.
ALLAH YOLUNDA CİHADIN FAZİLETİ
6807 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah yolunda cihad eden kimse Allah'ın şu garantisi altındadır: "Allah onu ya
mağfiret ve rahmetine dahil eder (şehit olur), yahud sevap ve ganimetle sağ salim geri çevirir.
Allah yolunda cihad eden kimsenin misali, hiç ara vermeden geceleri hep namaz kılan,
gündüzleri de hep oruç tutan kimse gibidir. Bu hal evine dönünceye kadar böyledir."
BİR GAZİYİ TEÇHİZ ETMENİN FAZİLETİ
6808 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim Allah yolunda cihad eden bir gaziyi tam olarak teçhiz ederse, o gazi ölünceye veya
savaştan dönünceye kadar sevabına iştirak eder."
ALLAH YOLUNDA NAFAKANIN FAZİLETİ
6809 - Hz. Ali, Ebu'd-Derda, Ebu Hureyre, Ebu Ümâme, Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbni
Amr, Hz. Câbir, İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüm ecmain anlatmışlardır: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim evinde oturduğu halde; Allah yolunda (cihad
edenlere) bir nafaka gönderecek olursa, ona her bir dirhem karşılığında yediyüz dirhem
(sevabı) vardır. Kim de Allah yolunda bizzat cihad eder ve bu yolda mal harcarsa, ona da
herbir dirhem için yediyüzbin dirhem (sevabı) vardır."
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerini şu ayetle tamamladı: "Ve Allah dilediğine kat kat
sevap verir" (Bakara 26l).
ALLAH YOLUNDA RİBAT
6810 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anh anlatıyor: "Osman İbnu Affân radıyallahu anh
bir hitabesinde şöyle dediler: "Ey insanlar! Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bir
hadis işitmiştim. Size ve arkadaşlığınıza olan düşkünlüğüm (yani bu hadisi duyunca beni
terkederek hep cephelere koşacağınız endişem) bunu şimdiye kadar rivayetime mani oldu.
(Şimdi rivayet ediyorum. Artık) dileyen kendisine ribâtı (Allah yoluna bezli) seçsin, dileyen
de bıraksın. Efendimiz buyurmuştu ki: "Kim Allah Subhanehu yolunda bir gece ribât (yani
hududda ve tehlikeli yerde düşmana karşı bekleme)de bulunursa, o tek gecesi bin günlük gece
namazına ve bin günlük gündüz orucuna bedel olur."
6811 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kim Allah yolunda murâbıt olarak ölürse, kendisine, yapmakta olduğu salih amellerin
ücreti (sanki ölmemiş gibi Kıyamet gününe kadar verilir), rızkı da mütemadiyen verilir,
kabirdeki hesaba çekicilerden emin olur. Allah Teâla hazretleri onu, Kıyamet günü cehennem
korkusundan emin olarak diriltir."
6812 - Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah rızası için Ramazan ayı dışında müslümanların avreti gerisinde (yani
düşmanların gelmesinden korkulan tehlikeli cephede), sevap umuduyla bir günlük ribât, sevap
yönüyle yüz yıllık oruçlu, namazlı ibadetten hayırlıdır. Müslümanların avreti gerisinde,
ramazan ayında Allah rızası için bir günlük ribât Allah indinde, orucuyla namazıyla bin yıllık
ibadetten daha hayırlı, sevabca daha büyüktür. Eğer Allah onu sağ-salim ailesine
kavuşturursa, bin yıl ona bir tek günah yazılmaz, sadece haseneleri yazılır ve kendisine
Kıyamete kadar ribât sevabı akıtılır."
ALLAH YOLUNDA NÖBET
6813 - Ukbe İbnu Âmir el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Allah askerlerin nöbetini tutan kimseye rahmet eylesin (veya
eylemiştir)."
6814 - Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah yolunda bir gece nöbetcilik, bir adamın ailesi içinde bin yılda kılacağı
namaz ve tutacağı oruçtan daha hayırlıdır, (bu zikredilen) yıl üçyüzaltmış gündür ve bir gün
bin yıl gibidir."
CİHADA ÇIKMAK
6815 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Cihada çağırıldığınız zaman cihada koşun."
6816 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissaIatu vesselâm buyurdular ki:
"Allah yolunda kim tek bir yürüyüş yapsa, kendisine isabet eden toz, Kıyamet günü mislince
misk olur."
DENİZ GAZVESİNİN FAZİLETİ
6817 - Ebu'd Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "Denizde yapılan bir gazve (savaş), sevapça karada yapılan on gazveye bedeldir."
DEYLEM'İN FETHİ VE KAZVİNİN FAZİLETi
6818 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Dünyanın ömründen bir tek gün bile kalmış olsa, Ehl-i Beyt'imden bir adam melik
oluncaya ve Deylem dağına ve Konstantiniyye'ye (İstanbul'a) malik oluncaya kadar Allah, o
günü uzatacaktır."
6819 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Dünyanın etrafını fethetmek sizlere nasib kılınacak ve Kazvin denilen bir şehir size
fethedilecektir. Sizden kim bu gazveye kırk gün =veya kırk gece iştirak ederse, ona cennette
üzerinde yeşil zeberced taşı bulunan altından mamul bir sütun verilecektir. Bu sütun üzerinde,
kırmızı yakut taşlarından mamul bir kubbe (köşk) vardır. O kubbenin, altundan mamul
yetmişbin kapısı vardır, her kapı kanadının başında (huru'Iiyn denilen) siyah gözlü bir zevce
vardır."
ALLAH YOLUNDA CİHAD İÇİN AT BESLEMENiN FAZİLETİ
6820 - Temimu'd Dâri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam'ı işittim,
buyurdular ki: "Allah yolunda kim bir at (edinip) bağlar, kendi eliyle yemini verirse, yedirdiği
her bir dâne için bir sevap vardır."
ALLAH YOLUNDA ÇARPIŞMANIN FAZİLETİ
6821 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Ben bir harbe katıldım. Abdullah İbnu
Ravâha şöyle demişti : "Ey nefsim ! Seni cennet(e sokacak olan mukatele)den hoşlanmıyor
görüyorum. Allah'a yemin ederim ki sen istesen de istemesen de savaşacaksın!"
6822 - Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam'a gelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Cihadın hangisi en faziletlidir?" dedim. "Kanı dökülen ve iyi cins atı
yaralanan mücahid(in cihadı en faziletli cihaddır)" buyurdular."
6823 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki -ancak kimin O'nun yolunda yaralandığını
Allah bilir- Kıyamet günü, yarası, yaralandığı gündeki şekliyle getirilmiş olmasın: Kanı kan
renginde, kokusu misk kokusunda olarak."
ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLMANIN FAZİLETİ
6824 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam'ın
yanında şehitlerden bahsedilmişti. Şöyle buyurdular: "Yeryüzü şehidlerin kanından
kurumadan önce, onu, hurilerden iki karısı, emzikli yavrularını çöl bir arazide kaybedip
âniden bulan anne heyecanıyla, her birinin elinde -dünya ve içindekilerden daha değerli- birer
takım elbise olduğu halde karşılarlar."
SİLAH
6825 - Sa'ib İbnu Yezid radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissâlatu vesselam
Uhud günü iki zırh giydi. Aleyhissalatu vesselâm sanki ikisini de üst üste giymişti."
6826 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Mugire İbnu Şu'be radıyallahu anh, Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'la gazveye çıktığı vakit, beraberinde bir mızrak taşırdı. Dönüşünde
mızrağını atardı, ta ki onu, kendisi için bir başkası taşıyıversin. Ali ona: "Senin bu yaptığını
Resülullah 'a haber vereceğim!" dedi (ve haber verdi). Aleyhissalatu vesselâm Mugire'ye:
"Öyle yapma! Eğer yaparsan yere attığın mızrak, yitik mal olarak kaldırılmaz, (alan onu
temellük eder)" dedi. "
SİLAH YERLİ OLMALI
6827 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın elinde bir
arabi yay vardı. Aleyhissalâtu vesselâm o sırada elinde farisi bir yay olan bir adam görmüştü:
"Bu nedir? At onu!" buyurdular ve devamla: "Sizin şunu ve şunun benzerleri ile (el-kanâ
denen) mızrakları edinmeniz gerekir. Çünkü Allah Teâla hazretleri, sizin için dini bunlarla
güçlendirecek ve size muhtelif beldeler(in fethini) müyesser kılacaktır" buyurdular."
ALLAH YOLUNDA ATMAK
6828 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam (bir
defasında) ok atmakta olan (Eslem kabilesinden) bir gruba rastlamıştı, (onları takdiren): "Ey
İsmailoğulları! Atmaya devam edin. Sizin atalarınız da (çok iyi) atıcılardı" buyurdular."
SAVAŞ SIRASINDA ALIM-SATIM
6829 - Harice İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adamın, babam (Zeyd İbnu
Sâbit)ten gazveye çıkıp, gazve sırasında alış-veriş ve ticaret yapan kimse hakkında sorduğuna
şahit oldum. Babam ona şu cevabı vermişti:
"Biz Resülullah aleyhissalatu vesselâm ile Tebük (seferin)de iken alıyor, satıyorduk.
Resulullah bizi gördüğü halde yasaklamamıştı."
6830 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam, Eksem İbnu'l-
Cevn el-Huzâ'î'ye: "Ey Eksem! Kendi kavminden olmayanlarla birlikte {kâfrlere karşı) savaş
ki huyun güzelleşsin ve arkadaşlarının yanında kıymetin olsun. Ey Eksem! (Yolculuk
sırasında) arkadaşların en hayırlısı (sayıca) dört olandır. Askeri birliğin en hayırlısı, (miktarı)
dörtyüz olandır. Ordunun en hayırlısı dörtbin olandır. Onikibin kişilik ordu, sayı azlığı
sebebiyle mağlub olmaz."
MÜBAREZE (TEKE TEK SAVAŞ) VE SELEB
6831 - Seleme İbnu'l-Ekvâ' anlatıyor: "Bir adamla teke tek vuruştum ve herifi geberttim.
Onun selebini (eşyalarını) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana verdi."
6832 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kim bir kâfiri öldürürse seleb'i onundur" buyurdular."
GULÜL (GANİMETTEN ÇALMA)
6833 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
Huneyn günü bize, ganimet malından bir devenin yanında namaz kıldırdı. Namazdan sonra
deveden bir parça yün alıp onu iki parmağı arasına koydu sonra: "Ey insanlar! buyurdu. Şu
yün parçası bile sizin ganimetlerinizdendir. Bir iplik, bir iğne, bundan daha değerli, daha
değersiz bile olsa buraya getirin. Zira (getirmemek gulüldür yani hırsızlık); gulül ise, Kıyamet
günü yapan için ardır, ayıptır, ateştir."
NEFEL (GANiMETTEN AYRI OLARAK VERİLEN PARA)
6834 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan sonra nefel (yani mücahide ganimetteki hissesinden başka bir şey)
yoktur.Müslümanların kuvvetli olanları (kazandıklarından) zayıf olanlara verirler. "
(Ravilerden) Recâ demiştir ki: "Süleyman İbnu Musa'nın şöyle söylediğini işittim: "Mekhül
bana Habib İbnu Mesleme'den rivayeten dedi ki: "Resülullah savaşa giderken (askerlerden
bazılarına diğerlerinden fazla olarak) dörtte bir ve savaş dönüşünde üçte bir nisbetinde nefel
(denen ziyade bir ikram)da bulundu." Bunun üzerine Amr: "Ben sana babam vasıtasıyla
(sahabi olan) dedemden rivayet ediyorum, sen ise Mekhül'den hadis rivayet ediyorsun"
demiştir."
DEVLET BAŞKANININ SAVAŞA YOLLADIĞI ORDUYA TAVSİYESİ
6835 - Safvan İbnu Assâl radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm beni
seriyyede savaşa gönderdi. (Yola çıkarken) şu talimatı verdiler: "Allah'ın adıyla, Allah
yolunda yürüyün. Allah'ı inkâr edenlerle savaşın. İşkence yapmayın, (ahidde bulunduğunuz
taktirde) ahdinizi bozmayın, çocukları öldürmeyin."
ALLAH'A İSYANDA KULA İTAAT YOK
6836 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam Alkame İbnu
Mücezzez radıyallahu anh'ı, benim de içinde bulunduğum bir askeri birliğin başında savaşa
gönderdi. Kumandan gazvesinin başına geçince veya yolda belli bir yere varınca, askerlerden
bir grup, kendisinden (ayrı gitmek) hususunda izin istedi. Onlara izin verdi. Başlarına
Abdullah İbnu Huzafe İbnu Kays es-Sehmi'yi sorumlu tayin etti. Ben onunla savaşanlar
içerisinde idim. Yolun bir yerine gelmiştik, (mola sırasında) askerlerden bazıları ısınmak veya
üzerinde (yemek) yapmak maksadıyla bir ateş yaktılar. Komutanımız Abdullah -ki şakacı
birisiydi- "sizin üzerinizde itaat edilmek ve sözü dinlenmek hakkım yok mu?"diye sordu.
Askerler: "Elbette var!" dediler. "Öyleyse, dedi ne emredersem yapacaksınız değil mi?"
Askerler yine: "Elbette!" dediler. Bunun üzerine komutan: "Şu halde size, şu ateşe atılmayı
emrediyorum" dedi. Askerlerin birkısmı kalkıp emri yerine getirmeye hazırlandılar. Abdullah,
onların ateşe atılacaklarına inanınca: "Kendinizi tutun, ben size şaka yapmıştım" dedi.
Medine'ye dönünce, bu hadiseyi Resûlullah aleyhissalâtu vesselam'a anlattılar. Efendimiz
şöyle buyurdular: "Onlardan (yani başınızdakilerden) kim size Allah'a isyanı emrederse ona
itaat etmeyin."
BİATA VEFA GEREKİR
6837 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bilesiniz, Kıyamet günü ahdini tutmayan her vefasıza vefasızlığının
derecesine uygun bir bayrak dikilecek (böylece vefasızlığı teşhir edilecek)tir."
CİHADA MÜTEALLİK HADİSLER
1042 - Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aeyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah yolunda cihada çıkıp gazve yapan selamete erip
ganimetle dönen her ordu ve her seriyye ahirette elde edeceği mükâfaatın üçte ikisine dünyada
kavuşmuş olur. Hiçbir ganimet elde edemeyen, korku geçiren ve musibetlere mâruz kalan her
ordu ve her seriyye ise (ahirette) tam ücrete erer. "
Müslim İmâret 153, (1906); Ebu Dâvud; Cihâd 13, (2785); Nesâî,15, (6,17,18); İbnu Mâce,
Cihâd 13,(2785).
1043 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz bir gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile beraberdik, bir ara şöyle buyurdular: "Medine'de kalan öyleleri var ki,
kateddiğiniz her mesafe ve geçtiğiniz her vâdide ayrıca sizinle berabermiş gibi sevabınıza
eksiksiz ortak oluyorlar. Bunlar, (cihada katılmayı cânu gönülden arzulayıp da) özürleri
sebebiyle orada kalanlardır." Bu rivayeti Buhârî ve Ebu Dâvud, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten
tahric etmişlerdir.
Müslim, İmâret 159, (1911).
1044 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
işittim şöyle diyordu: "Zincirlere bağlı olarak cennete sevkedilen bir zümrenin haline
Rabbimiz taccüb (hayret) etti."
Ebu Dâvud: "Harp esiri yakalanır, zincire vurulur sonra da Müslüman olur" diyerek
açıklamıştır.
Buharı, Cihâd 144; Ebu Dâvud, Cihâd 124, (2677).
1045 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretlerinin anlattığına göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "İmam bir perdedir, onunla birlikte (düşmana
karşı) savaş yapılır."
Buhârî, Cihâd,109, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 43, 1841), Ebu Dâvud, Cihâd 163, (2757);
Nesâî, Büyû 30, (7,155).
1046 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Eslem kabilesinden bir genç: "Ey Allah'ın
Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum, ancak gazve için gerekli techizâtı temin edecek
malım yok!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Öyleyse falancaya git. O hazırlık yapmıştı ama hastalandı (gelemeyecek)" dedi. Genç o
adama gidip:
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sana selamı var, cihâd için hazırladığın techizâtı
bana vermeni söyledi" dedi. Adam, ismen çağırarak hanımına:
"- Hanım! cihad için hazırladığım teçhizâtı şu gence ver, onlardan hiçbir şeyi alıkoyup
esirgeme, Allah'a kasem olsun, esirgemeden her ne verirsen hakkında mübârek kılınır" dedi."
Müslim, İmâret 134, (1894); Ebu Dâvud, Cihâd 177, (2780).
1047 - Semure İbnu Cündeb (radıyallahu anh) (bir gün) dedi ki:"Emmâ ba'd, bilesiniz,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) atlarımıza "Allah'ın atları" diye isim verdi. Bize,
korktuğmuz zaman cemaat olmamızı, savaştığımız zaman da sabırlı ve sâkin olmamızı
emrederdi."
Ebu Dâvud, Cihâd 54, (2560).
1048 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "En hayırlı arkadaş (grubu) dört kişiliktir. En hayırlı askerî birlik dört yüz
kişiliktir. En hayırlı ordu dört bin kişidir. On iki bin kişi, sayıca az diye mağlub edilemez."
Ebu Dâvud, Cihâd 89, (2611); Tirmizî, Siyer 7, (1555); İbnu Mâce, Cihâd 25, (2827).
1049 - Ebu Talha (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kavme
galebe çalınca, (evler arasındaki) boş bir arsada üç gece ikâmet ederdi."
Buharî, Cihad 185, Megâzî 7; Müslim, Cennet 78, (2875); Tirmizî, Siyer 3, (1551); Ebu
Dâvüd, Cihâd 131, (2695).
1050 - İmrân İbnu'l-Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Sakif, Benî Ukayl'in müttefiki
idi. Sakîfliler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından iki kişiyi esir ettiler. Buna
mukabil Müslümanlar da Benî Ukayl'dan bir kişiyi esir ettiler, adamla birlikte Adbâ adlı
deveyi de ele geçirdiler. Adam bağlı halde iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına
geldi. Adam:
"- Ey Muhammed!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
" Ne istiyorsun?" diye sordu:
"- Beni niye yakaladınız, hacıları geçene (yani Adbâ'ya) niye el koydunuz?" dedi:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) meseleyi büyütmek için:
"Seni müttefiklerin olan Sakifin cinayetinden dolayı yakaladım!" cevabını verdi, sonra oradan
ayrılıp gitti. Adam tekrar seslenerek:
"- Ey Muhammed! Ey Muhammed" dedi. Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) merhametli ve
nezâketli idi. Adama dönerek:
" Ne istiyorsun?" dedi. Adam:
"- Ben Müslümanım!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Sen bunu, daha önce, kendi umuruna mâlik iken söylemiş olsaydın, tamamiyle
kurtulurdun" dedi ve adamdan uzaklaştı. Adam tekrar:
"- Ey Muhammed, ey Muhammed!" diye bağırdı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) geri
gelerek:
"- Ne istiyorsun?" dedi. Adam:
"- Açım, doyur beni, susadım, su ver bana!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Hacetin bu mu?" dedi. Adam öbür iki kişiye mukabil fıdye yapıldı."
Râvi İmrân sözüne şöyle devam etti: "Ensâr'dan bir kadın esir edildi.Adbâ dahi ele geçirildi.
Kadın bağa vurulmuştu. Halk develerini evlerinin önünde dinlendiriyorlardı.
Bir akşam bu kadın ipten boşanarak develerin yanına geldi. Kadın deveye yaklaştı mı deve
böğürüyordu. O da birini bırakıp öbürüne yaklaşıyordu. Sonunda Adbâ'ya yaklaştı. Bu
böğürmedi.
Râvî der ki: "Bu pişkin bir deve idi" -bir rivayette: "O terbiyeden geçmiş bir deve idi"
denmiştir. Ebu Dâvud'da: "Uysal bir deve" denmiştir. Kadın devenin arkasına bindi, hayvanı
sürüp yola revân oldu.
Kadının kaçtığını hissettiler, arayıp taradılar, ama bulamadılar.Kadın, Allah kendisine
kurtulma nasib ederse, deveyi Allah için kurban etmeyi adadı. Medine'ye gelince, halk onun
kurtulduğunu görünce: "Adbâ, Resûlullah (aleyhisssalâtu vesselâm)'ın devesi!" diye bağrıştı.
Kadın:
"- Ben nezretmişim. Allah beni kurtarırsa onu kurban edeceğim diye!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip bu durumu haber verdiler. O:
"- Sübhânallah! Hayvancağıza ne kötü mühâfaat vermiş: Allah onu bunun üzerinde kurtarırsa
o tutup bunu kesecek ha! Olacak şey mi? Hayır! Günah olan bir nezre uyulmaz, şahsen sâhip
olmadığı bir şey üzerine yaptığı nezre de uymaz!" dedi."
Müslim, Nüzür 8, (1641); Ebu Dâvud, Eymân 28, (3316).
1051 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Müşrikler, bir müşrikin cesedini parayla
satın almak istediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun para ile satılmasına karşı
çıktı."
Tirmizî, Cihâd 35,(1715).
GANİMETLER VE FEY
1076 - Mücemmi' İbnu Câriye el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh yapılıp)
oradan döndüğümüz zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere birikmeye) başladılar. Biz
hayretle: "Bu insanlara ne oluyor, (niçin hayvanlarını hızlandırıp bir yere üşüşüyorlar?)" diye
sorduk.
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahiy gelmiş" dediler. Biz de, halkla birlikte harekete
geçip develeri hızlandırdık. İlerleyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Kura'u'l-Gamîm
denen (Mekke ile Medine arasında Usfân'ın önünde bulanan) yerde bulduk. Devesinin
üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize süresini tilâvet buyurdular.
Askerlerden biri: "Yani bu sulh bir fetih midir?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Evet!" deyip ilaveten: "Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim bu bir
fetihtir" buyurdu. Süre-i celileyi okumaya devam eden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. İman edenler için bir delil
olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan
ellerini önlemiştir"meâlindeki âyete kadar (Fetih 20) okudu.
(Âyet-i kerimede işâret edilen âcil ganimetle) Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca
Hayber'e gazveye çıktık. (Elde edilen ganimet) Hudeybiye'ye katılanlara taksim edildi. Bunlar
bin beş yüz kişi idi. Bunlardan üç yüzü süvâri idi. Ganimet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvâri
olana iki, yaya olana bir hisse verildi."
Ebu Dâvud, Cihâd 155, (2736), Harâc 24, (3015).
1077 - Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hayber'i iki kısma ayırdı: Biri vukûa gelecek hâdiseler ve kendi ihtiyacı içindi, öbür kısmı da
Müslümanlar arasında taksim etti. Bu kısmı on sekiz hisseye ayırdı."
Ebu Dâvud, Harâc 24, (3010).
1078 - İbnu Şihâb der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber'i beşe taksim edip
beşte birini aldıktan sonra geri kalanı, Hudeybiye Seferi'ne katılanlardan Hayber'e iştirak eden
ve etmeyenler arasında taksim etti."
Ebu Dâvud, Harâc 24, (3019).
1079 - İbnu'z Zübeyr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hayber (fethedildiği) sene, (babam) Zübeyr'e dört hisse ayırdı. Bir hisse Zübeyr için, bir hisse
zilkurbâ ya giren Abdulmuttalib'in kızı ve Zübeyr'in annesi olan Safıyye (radıyallahu
anhümâ)için, iki hisse de atı için."
Nesâî, Hayl 17, (6, 228).
1080 - Haşrec İbnu Ziyâd'ın babaannesinden (radıyallahu anhâ) anlattığına göre, babaannesi
(Ümmü Ziyâd el-Eşceiyye) Resûllulah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte altı kadından biri
olarak Hayber Gazvesine katılır. Kadın der ki: "Bizim de iştirak ettiğimiz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a ulaşınca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bizi yanına
çağırttı. Gittik. Yüzünde öfke okunuyordu. Bize: "Kiminle çıktınız, kimin izniyle çıktınız?"
diye çıkıştı. Biz:
"Yün eğirip onunla Allah yolunda yardımcı oluruz. Okları (toplar gazilere) veririz, diye
çıktık. Ayrıca yanımızda yaralıları tedavi için ilaç var, yemek de yaparız" dedik. Bunun
üzerine: "Öyleyse kalın!" buyurdu.
Cenâb-ı Hakk Hayber'in fethini müyesser kılınca, bize de ganimetten, tıpkı erkeklere olduğu
gibi pay ayırdı."
Haşrec der ki:
"Ey babaanneciğim, bu verilen ne idi?" diye sordum.
"Hurma idi" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Cihâd 152, (2729).
1081 - Umeyr Mevlâ Âbî'l-Lahm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Efendilerimle birlikte Hayber
Gazvesi'ne katıldım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a benden bahsettiler ve benim köle
olduğumu söylediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da bana kılıç kuşatmalarını emretti.
Bana kılıç kuşatıldı. (Açıcak yaşça küçük olmam ve boyumun kısalığı sebebiyle) kılıcı yerde
sürüyordum. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana ev eşyası verilmesini
emretti. Delileri tedavi için okuduğum bir rukyeyi (afsunlama duası) (kontrol ettirmek için)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a arzettim. Bir kısmını atıp, diğer bir kısmını muhâfaza
etmemi emretti."
Tirmizî, Siyer 9, (1557); Ebu Dâvud, Cihad, (2730).İbnu Mâce, Cihâd 37, (2855).
1082 - Zührî anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan
Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı."
Tirnıizî, Siyer 10, (1558).
1083 - Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hayber'in fethinden sona bir grup Eş'arî ile
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına geldik. Ganimetten bize de pay vardı. Halbuki
(Habeşistan'dan dönmüş olan) gemi arkadaşlarımız Ca'fer (radıyallahu anh) ve arkadaşları
hâriç, Hayber Gazvesi'ne filen iştirak etmeyen kimseye pay ayırmamıştır."
Ebu Dâvud, Cihad 151, (2725); Tirmizî, Siyer 10, (1559).
1084 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gün -yani Bedir Savaşı günü kalkıp şöyle buyurdu:
"Muhakkak ki Osman Allah'ın ve Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm)" nün rızasına uygun bir
hizmet sebebiyle gelmiştir. Ben onun adına bey'at akdediyorum." Sonra Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ganimetten hisse ayırdı. Savaşa katılmayan onun dışında kimseye
hisse vermedi."
Ebu Dâvud, Cihad 151, (2726).
1085 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hangi bir köye varır da orada ikâmet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi bir
belde de Allah ve Resûlü'ne isyan ederse o beldenin beşte biri Allah ve Resûlü'ne aittir ve o
(geri) kalan) da sizindir."
Müslim, Cihâd 47, (1756); Ebu Dâvud, Harâc 29, (3036).
1086 - Râfi' İbnu Hadîc (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ganimet taksiminde on keçiyi bir deveye bedel tutardı."
Nesâî, Dahâyâ 15, (7, 221).
1087 - Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) gazveye gönderdiği kimselerden bâzılarına, umumî ganimet taksiminden düşecek
hisseden ayrı olarak, şahıslarına ait olmak üzere (bir nevi armağan olmak üzere) fazladan
ganimet verirdi."
Buhârı, Hums 15, Meğâzî 57; Müslim, Cihâd 35, (1749); Muvatta, Cihâd 15, (2, 450); Ebu
Dâvud, Cihâd 35, (2741-2746).
1088 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bedir
günü, Ebu Gehl'in kılıncını bana armağan etti. Ebu Cehl'i, İbnu Mes'ud öldürmüş idi."
Ebu Dâvud, Cihâd 150, (2722).
1089 - Ebu'l-Cüveyriyye el-Cermî (rahimehullah) anlatıyor: "Rum diyarında içinde dinar
bulunan kırmızı bir küp ele geçirdim. Bu sırada emîr, Hz. Muâviye (radıyallahu anh) idi.
Başımızda da komutan olarak, Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından, Ma'n
İbnu Yezid (radıyallahu anh) adında Benî Süleym'den biri vardı. Küpü ona getirdim. O
altınları Müslümanlara taksim etti. Bana da, öbürlerine verdiği kadar bir pay verdi. Sonra da,
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: 'Nefî (armağan) ancak hums'tan sonra olur" dediğini
işitmemiş olsaydım sana (daha fazla) verirdim" dedi. Sonra bana, kendi hissesinden bağışta
bulundu."
Ebu Dâvud, Cihâd 160, (2753, 2754).
1090 - Sa'd İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), ben yanında otururken, bir grub insana ihsanda bulundu. Ancak onlardan benim
daha çok hoşlandığım birine hiçbir şey vermedi. Ben: "Falanca ile aranızda ne var (ona niye
vermedin)? Allah'a kasem olsun, ben onu mü'min görüyorum!" dedim. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Müslüman (görüyorum de!)" buyurdu. Sa'd (dayanamayıp) bu
kanaatini üç kere söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da her seferinde aynı şekilde
karşılıkta bulundu. Sonuncu sefer şunu ekledi: "Ben, nazarımda daha sevgili olana hiçbir şey
vermezken, yüzü üstü ateşe düşeceğinden korktuğum insanı kurtarmak için ona ihsanda
bulunurum (ihsanda bulunmam sevgime ölçü değildir)"
Buharî, Zekât 3, İman 53; Müslim, İman 236, (150), Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4685); Nesâî,
İman 7, (8,103,104).
1091 - Râfî' İbnu Hadîc (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Huneyn günü Ebu Süfyân İbnu Harb, Savfân İbnu Ümeyye, Uyeyne İbnu Hısn, Akra' İbnu
Hâbis ve Alkame İbnu Ulâse'den herbirine yüzer deve verdi. Abbâs İbnu Mirdâs'a ise daha az
verdi. Bunun üzerine (aynı zamanda şair olan) Abbâs İbnu Mirdâs şu mânada bir şiir düzdü:
"Benimle atım Ubeyd'in payını Uyeyne ile Akra' arasında mı taksim ediyorsun?
Ne Bedr ne de Hâbis, cemiyette, Mirdâs'tan üstün değillerdir.
Ben de onların hiçbirinden aşağı değilim.
Ancak bugün sen, kimi alçaltırsan o bir daha yükselmez."
Râfı' der ki: "Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun payını da yüz deveye
yükseltti."
Müslim, Zekat 137, (1060).
1092 - Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Savaş sırasında kim bir düşmanı öldürür ve bunu isbatlarsa, maktülün seleb'i kendisinin
olur."
Buharî, Hums 18, Büyü 37, Meğâzî 54, Ahkâm 21; Müslim Cihâd 46, (1571); Muvatta, Cihâd
18, (2, 454); Tirmizî, Siyer 13, (1562); Ebu Dâvud, Cihâd 147, (2717).
1093 - Seleme İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir seferde idi, müşriklerden bir casus gelip, ashâbının yanında bir müddet oturup konuştu.
Sonra sıvışıp gitti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "(O bir casustur, arayıp bulun ve
öldürün!" diye emretti. Ben (erken) bulup öldürdüm. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
selebini bana bağışladı."
Buhârî, Cihâd 173; Müslim, Cihâd 45, (1754); Ebu Dâvud, Cihâd 110, (2653); İbnu Mâce,
Cihâd 29, (2836).
1094 - Avf İbnu Mâlik ve Hâlid İbnu Mâlik (radıyallahu anhümâ) şunu söylemişlerdir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selebin kâtile ait olduğuna hükmetti, selebi ganimet
malına katarak beşli taksime (humus) tâbi kılmadı."
Ebu Dâvud, Cihad 149, (2721).
1095 - Abdullah İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh)'nın anlattığına göre, kendisine: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, gıda maddelerini humus taksimine tâbi tutar mıydınız?"
diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Hayber günü yiyecek maddeleri de ele geçirdik, kişi gelir, ihtiyacı kadar alır, sonra giderdi."
Ebu Dâvud, Cihad 138, (2704).
1096 - Hz. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) zamanında bir ordu ganimet olarak yiyecek maddesi ve bal ele geçirdi. Ancak
bundan humus alınmadı."
Ebu Dâvud, Cihad 137, (2701).
1097 - Amr İbnu Abese (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kıble istikametinde (sütre olarak) bir ganimet devesi bulunduğu halde gerisinde bize namaz
kıldırdı. Namaz kılınca, hayvanın yan kısmından bir tutam yün aldı (elinde tutup göstererek):
"Ganimetinizden humus dışında şu kadarı bile bana helâl değildir. Humus da size iâde
edilecek (sizin maslahatlarınızda harcanacak)tır" dedi."
Ebu Dâvud, Cihad 161, (2755).
1098 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor: "Humustan Benî Hâşim ve Benî
Muttalib'e ayrılan pay hakkında konuşmak üzere Osman İbnu Affân (radıyallahu anh) ile
birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gittik. Ben:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, kardeşlerimiz olan Benî Muttâlib'e verdin, bize hiçbir şey
vermedin. Halbuki bizim de onların da (size) yakınlığı birdir" dedim. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Benî Muttalib ile Benî Haşim tek bir şeydirler!" buyurdular.
Cübeyr der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne Benî Abdu Şems'e, ne de Benî
Nevfel'e: (Benî Hâşim ve Benî Muttalib'e verdiği halde humustan) pay ayırmadı. Hz. Ebu
Bekir (radıyallahu anh) de humusu aynen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gibi taksim etti.
Ancak o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yakınlarına, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın onlara verdiği kadar vermedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de onlara humustan
verdi. Sonra da Osman (radıyallahu anh) verdi."
Buharî, Humus 17, Menâkıb 2, Megâzî, 38; Ebu Dâvud, Harac 20, (2978. 2979, 2980); Nesâî,
Fey 1, (7,130,131).
1099 - Abdurrahman İbnu Ebî Leylâ anlatıyor: "Ali (radıyallahu anh)'yi dinledim, demişti ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında ben, Abbâs, Fatıma ve Zeyd İbnu Hârise
toplanmıştık. Ben şunu söyledim:
"Ey Allah'ın Resûlü, Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabında zikri geçen şu humustaki
hakkımızın taksimine beni vazifelendirseniz de hayatınızda bu işi ben bir yapsam! Ta ki
sonradan kimse bu hususta bizimle ihtilafa düşmese!"
Ali (radıyallahu anh) devamla der ki: "Resûlullah bu isteğimi yerine getirdi. Hayatı boyunca
ben taksim ettim. Sonra buna, Hz. Ebu Bekir de beni vazifelendirdi. Aynı iş, Hz. Ömer
(radıyallahu anh) devrinin son senesine kadar bende devam etti. O yıl (fetihlerden dolayı) bol
mal gelmişti. Bizim hakkımızı yine ayırdı ve bana gönderdi. Ben:
"Bu sene ihtiyacımız yok, Müslümanların ihtiyacı var, onlara ver!" dedim. O da bu hisseyi
Müslümanlara dağıttı. Artık, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den sonra kimse beni bu işe
çağırmadı.
(Zaten o sene) Hz. Ömer'in yanından çıktıktan sonra Abbâs (radıyallahu anh)'a rastladığımda
(hayıflanarak) bana:
"Ey Ali, dün bize öyle bir şeyi haram ettin ki, bundan sonra artık kimse bunu bize vermez!"
demişti. (Meğer ne kadar doğru söylemişmiş. Dediğn aynen çıktı). O ne dahi insan imiş!"
Ebu Dâvud, Harâc 20, (2983-2984).
1100 - Katâde (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye bizzat
iştirak edince, onun sehm-i safıyy denen riyaset hissesi olurdu. Bu hisseyi, taksimden önce
köle, câriye, at gibi ganimete dahil mallardan dilediğinden alırdı. Safıyye validemiz de işte bu
hissedendi. Gazveye bizzat iştirak etmediği takdirde bu hisse gıyabında ayrılırdı, ancak bu
durumda seçme hakkı yoktu (ne ayrılmışsa onu kabul ederdi.)"
Ebu Dâvud, Harâc 21, (2993).
1101 - Mâlik İbnu Evs İbni Hadesân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)
bana haber gönderdi. Ben de gün yükseldiği zaman ona gittim. Kendisini evinde bir sedirin
üzerinde, deri yüzlü bir yastığa dayanmış vaziyette oturmuş buldum. Sedirin örgü ipleri
adalelerine gömülmüş durumdaydı. Bana:
"Ey Mâlik, seni şunun için çağırdım: Senin kavminden bir kaç hâne halkı peş peşe geldiler
(ihtiyaç arzettiler). Ben de kendilerine biraz bağışta bulunulmasını söyledim. İşte! Albunu
aralarında dağıtıver!" dedi. Ben:
"Bu işi benden başkasına söyleseniz daha iyi olur!" dedim. Ancak o ısrarla:
"Ey Mâlik al şunu!" dedi. Az sonra Hz. Ömer'in azadlısı (kapıcı) Yerfe' geldi ve:
"Ey mü'minlerin emîri! Osmân, Abdurrahmân İbnu Avf, Zübeyr ve Sa'd (radıyallahu
anhüm)'ın girmelerine izin veriyor musunuz? (sizi görmek istiyorlar!) dedi. O da:
"Evet, buyursunlar!" diyerek izin verdi. onlar da girip selam vererek oturdular.
Az sonra Yerfe' tekrar gelip:
"Abbas'la Ali (radıyallahu anhümâ) için de izin var mı?" dedi. Hz. Ömer, onlara da izin verdi.
Girdiler, selamı verip oturdular. Abbâs (radıyallahu anh) söz alarak:
"Ey mü'minlerin emîri! Benimle Ali arasında hükmet!" dedi.
Bunlar bir meselede ihtilâfa düşmüş, birbirlerini dâva ediyorlardı. Oradaki cemaat de:
"Evet ey mü'minlerin emîri, aralarında hükmet, onları rahatlat!" dediler. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) (önceden gelenlere yönelerek):
"Şöyle bir sâkin olun!" deyip devam etti:
"Arzı ve semayı ayakta tutan Allah aşkına soruyorum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle şöyle söylediğini biliyor musunuz? "Bize mirascı olunmaz, ne bırakmışsak o sadakadır."
"Evet!" dediler. Sonra da Hz. Abbâs ve Hz. Ali'ye yönelerek:
"Arz ve sema izniyle ayakta duran Zât'ın aşkına size soruyorum, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "Bize mirascı olunmaz, her ne bırakmışsak sadakadır" dediğini biliyor
musunuz?"
O ikisi de:
"Evetl" dediler. Hz. Ömer de:
"Allahu Teâla hazretleri, Resûlü'ne (aleyhissalâtu vesselâm) bazı imtiyazlar bahşetmiştir,
bunları ondan başka kimseye vermemiştir. Söz gelimi, beldeler ahâlisinden Allah'ın fey
kıldığı şeyler (hassaten) Allah ve Resûlü'ne aittir. Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) Benî
Nadir'in mallarını aranızda taksim etti. Allah'a kasem olsun, o işte, kendisini size tercih
etmedi, sizi bırakıp, onu kendisi almadı. (Nitekim, onu aranızda dağıttı.) Sâdece şu mal
(kendisine) kaldı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bundan (ailesinin) yıllık nafakasını alır,
mütebâkisini beytü'l-male koyardı" dedi."
Buhârî, Ferâiz 3, Humus 1, Cidâd 80, Meğâzî 14, Tefsir, Haşr 3, Nafakat 3, İ'tisam 5; Müslim,
48, (1757); Tirmizî, Siyer 44, (1619); Ebu Dâvud Harac 19, (2963, 2964, 2965, 2967); Nesâî,
Fey 1, (7,136,137).
1102 - (Yukarıdaki vak'a ile alâkalı olan) bir rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (yıllık ihtiyacını aldıktan sonra) geri kalanı Allah'ın malı kılar (Beytu'l-mâle koyar)
idi." Ömer (radıyallahu anh) sonra (cemaate yönelerek) dedi ki:
"Arz ve semânın izniyle ayakta durduğu Zât aşkına sizden soruyorum, bunu biliyor
musunuz?"
Onlar: "Evet!" dediler. Sonra Hz. Ömer teker teker, Hz. Abbâs ve Hz. Ali'ye yönelerek, öbür
cemaate yaptığı gibi, aynı şekilde yemin vererek bu hususu bilip bilmediklerini sordu. Her
ikisi de: "Evet, biliyoruz!" dediler. Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh) sözüne devam etti:
"(Hatırlayın! Siz,) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince Ebu Bekir'e bu meseleyi
götürdünüz. O, size: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın velisiyim, ikiniz bana
ihtilâfınızı getirdiniz, sen ey Abbâs, kardeşin oğlunun mirasını taleb ediyorsun, sen de ey Ali,
hanımın Fâtıma'nın babasından olan mirasını taleb ediyorsun" dedi ve devamla: "Ebu Bekir
(radıyallahu anh) size, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu sözünü hatırlattı: "Bize vâris
olunmaz. Her ne bıraktı isek sadakadır." Siz ikiniz (onu ithamda) ittifak ettiniz. (Allah biliyor
o, bu tatbikatta doğru, iyi, isabetli ve hakka uygun hareket ediyordu. Sonra Ebu Bekir
(radıyallahu anh) vefat etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ebu Bekir'in velisi ben
oldum, böylece o malın sorumluluğu bana geçti. Allah biliyor, bu işte ben de doğru, iyi,
isâbetli ve hakka uygun hareket ediyorum. Şimdi (ey Abbâs!) sen ve Ali bana geldiniz.
Meseleniz aynı mesele. Bana: "(Benî Nadir'den kalan fey malını) bize ver!" diyorsunuz. Ben
de şu cevabı veriyorum: "Dilerseniz, bir şartla o malı size vereyim. O şart da şudur: "Bu malı,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Ebu Bekir ve sorumluluğunu aldığım günden beri ben)
nasıl kullandı isek sizin de öyle kullanacağınıza dâir Allah'a söz vermenizdir. Onu bu şartla
aldınız mı? Tamam mı?" Onlar: "Evet!" dediler. Hz. Ömer de: "Sonra siz bana aranızda
(başka şekilde) hükmedeyim diye (mi)? geldiniz. Hayır, vallahi aranızda, kıyamet kopuncaya
kadar, bundan başka bir hüküm veremem. Bu şartı yerine getirmede âciz kalırsanız, malı bana
iade ediverin" dedi.
Buhârî, Ferâiz 3, Humus 1, Cidâd 80, Meğâzî 14, Tefsir, Haşr 3, Nafakat 3, İ'tisam 5; Müslim,
48, (1757); Tirmizî, Siyer 44, (1619); Ebu Dâvud Harac 19, (2963, 2964, 2965, 2967); Nesâî,
Fey 1, (7,136,137).
1103 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
Bahreyn'den bir mal getirildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunu mescide dökün" dedi. Bu mal (şimdiye kadar) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelenlerin en çok olanı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza gitti ve mala hiç nazar
etmedi. Namaz bitince gelip malın yanında durdu. Her gördüğüne ondan veriyordu. Derken
amcası Abbâs (radıyallahu anh) geldi ve:
"Ey Allah'ın Resûlü, bana da ver. Zîra ben hem kendimin, hem de Akil'in (esaretten kurtuluş)
fıdyesini verdim!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Al!" dedi.
Bunun üzerine o da torbasını iyice doldurdu. Sonra onu sırtlamaya çalıştı, ancak muvaffak
olamadı.
"Ey Allah'ın Resûlü, birilerine söyle de sırtıma kaldırıversin" dedi ise de: "Hayır" cevabını
aldı. Bunun üzerine; Abbâs:
"Öyleyse sen sırtıma kaldırıver!" dedi. Yine: "Hayır!" cevabını aldı. Bunun üzerine Abbâs,
torbadan bir miktarını döktü, tekrar sırtlamaya çalıştı, yine kaldıramadı. Ve:
"Birilerine söyle sırtıma kaldırıversin!" dedi. "Hayır!" cevabını alınca, yine: "Öyleyse sen
kaldırıver" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buna da "Hayır!" deyince Abbâs bir
miktar daha boşalttı, sonra kaldırıp omuzuna koyup çekip gitti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Abbâs (radıyallahu anh)'taki para hırsına taaccübünden,
bize görünmez oluncaya kadar gözleriyle onu takip etmişti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tek dirhem kalıncaya kadar oradan ayrılmadı."
Buhârî, Salât 42, Cizye 4, Cihâd 172).
1104 - Avf İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a fey
malı gelince, hemen gününde dağıtırdı. Evliye iki hisse, bekâra bir hisse verirdi."
Ebu Dâvud Harâc 14, (2953).
1105 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hayber mahsulünden her sene zevcelerine yüz vask veriyordu. Bunun seksen vaskı hurma,
yirmi vaskı arpa idi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife olunca, Hayber'den Yahudileri
çıkardığı zaman orayı taksim etti ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerini
muhayyer bıraktı. Dileyene arâzi ve (sulama) suyu verecek, dileyene de eskiden olduğu
şekilde belli miktardaki vaskı verecekti. Bazıları arâzi ve suyu tercih etti -ki Hz. Aişe ve
Hafsa (radıyallahu anhümâ) bu gruptandı- bir kısmı da kendilerine hurma verilmesini tercih
etti."
Buhârî, Hars 8, 9, 11, İcâre 22, Şirket 11, Şurut 5, Meğâzî 40; Müslim, Musâkât 1,(1551); Ebu
Davud, Harâc 24, (3008); İbnu Mâce, Rühün 14, (2467).
1106 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Peygamberlerden (aleyhimüsselam) biri, gazveye çıktı da kavmine: "Nikâhla bağlanıp,
gerdeğe girmek istediği halde henüz gerdek yapmadığı kadını olan benimle gelmesin, keza
bina yapıp henüz çatısı atılmamış inşsaatı olan da gelmesin, keza gebe koyun veya develer
satın alıp doğurmalarını bekleyeniniz varsa o da gelmesin" dedi. .
Gazveye çıktı. Derken tam ikindi namazı sırasında veya buna yakın bir zamanda (fethedeceği)
beldeye yaklaştı. Güneş'e: "Sen bir memursun, ancak ben de bir memurum" dedi ve Allah'a
yönelerek: "Ey Rabbim, şu güneşi bize durdur (da namazımız geçmesin!)" diye dua etti.
Güneş, o yerlerin fethini Allah müyesser kılıncaya kadar durduruldu. Sonra elde edilen
ganimetleri topladılar. Toplanan ganimetleri yemek üzere ateş geldi. Fakat ateş tatmadı bile.
Bunun üzerine Peygamber:
"İçimizde ganimetten çalan bir hırsız var, her kabileden bir kişi bana biat etsin!" dedi. Bu
suretle ona biat etmeye başladılar. Derken bir adamın eli peygamerin eline yapışıp
kaldı."Hırsız bu kabilede. Kabilenin her ferdi bana teker teker biat etsin !" dedi.
Biat etmeye başladılar. İki veya üç kişinin eli O'nun eline yapıştı kaldı. "Ganimet hırsızı
sizde" dedi.
Öküz başı kadar iri bir altın getirdiler. Ganimet yığınının içine o da atıldı. Ateş gelip ganimeti
yedi.
Bilesiniz, bizden önce hiçbir ümmete ganimet helal kılınmamıştır. Ganimetleri Allah sadece
bize helâl kıldı. Bu da, bizde gördüğü aczimiz ve za'fımız sebebiyledir.
Buhârî, Humus 8, Nikâh 58; Müslim, Cihad 32.
1107 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gün kalkıp gulûl'ü (yani ganimet malından çalma) hatırlattı, bunun kötülüğünü, günahının
büyüklüğünü belirtti ve bu meyanda şunları söyledi:
"Sakın sizden birini, kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde bana
gelmiş: "Ey Allah'ın Resûlü, bana yardım et!" diye yalvarıyor ve kendimi de cevaben: "Senin
için hiçbir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim" der bulmayayım..." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu tarzda hayvanları ve diğer ganimet mallarını teker teker zikretti."
Buharî, Cihâd 189; Müslim, İmâret 24, (1831).
1108 - Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
söylediğini haber verdi: "Kim ganimet hırsızını gizlerse bu da onun gibi olur."
Ebu Dâvud, Cihâd 146, (2716).
1109 - Abdullah İbnu Amr İbni'1- Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir ganimet ele geçirilince, Hz. Bilâl (radıyallahu anh)'e emrederdi, o
da halka yüksek sesle duyulur, askerler de ganimet olarak ne ele geçirmişse getirip teslim
ederdi. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) de önce beşte birini (humus) alır, geri kalanı
taksim ederdi.
Bir gün, (Bilâl'in) çağırmasından sonra bir adam kıldan mâmul bir yular getirdi ve:
"Ey Allah'ın Resûlü, ganimet olarak biz de bunu ele geçirmiştik!" dedi.
"Sen, dedi, üç kere bağırdığı vakit Bilâl'i işitmedin mi? O zaman niye getirmedin ?"
Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a (gecikmenin sebebiyle ilgili olarak kabul
görmeyen) özürler beyan etti. Ancak neticede şu cevabı aldı:
"Hayır! Bunu senden kabul etmiyorum. Kıyâmet günü sen bununla birlikte geleceksin."
Ebu Dâvüd, Cihâd 144, (2712).
1110 - Yine Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ağırlıklarının başını bekleyen Kerkere denen bir zât vardı, derken
vefat etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"O cehennemdedir!" buyurdu. Bu söz üzerine adamı görmeye gittiler. üzerinde, ganimetten
çalınmış bir aba buldular."
Buhârî, Cihâd 190; İbnu Mâce, Cihâd 34, (2849).
1111 - Zeyd İbnu Halid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hayber Savaşı sırasında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından biri öldürülmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a haber verildi.
"Arkadaşınız üzerine namaz kılnız!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözü üzerine,
halkın çehresi değişmiş, (bir soğukluk çökmüştü). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
açıkladı:
"Arkadaşımız Allah için cihâd sırasında ganimetten çalmıştı !"
Bunun üzerine, maktülün eşyasını karıştırdık. Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem
bile etmeyen bir kolyeyi çalmış olduğunu gördük."
Muvatta, Cihâd 23, (2, 458); Ebu Dâvud, Cihâd 143, (2710), Nesâî, Cenâiz 66, (4, 64); İbnu
Mâce, Cihad 34, (2848).
1112 - Sâlih İbnu Muhammed İbni Zâide anlatıyor: "Mesleme (radıyallahu anh) ile birlikte
Rum diyarına girdik. Ganimetten çalan bir adam getirildi. Mesleme, bu mesele hakkında
Sâlim'e sordu. Sâlim şu cevabı verdi:
"Babam'ı (Abdullah İbnu Ömer) (radıyallahu anhümâ) dinledim, babası Ömer (radıyallahu
anh)'den naklen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu sözünü rivayet etmişti:
"Kim ganimetten çalarsa, (bütün) eşyasını yakın, kendisini de dövün."
Salih İbnu Muhammed devamla der ki: "Adamın eşyası arasında bir Mushafbulduk. Sâlim'e
bunun hakkında da sorduk (yakalım mı? diye).
"Onu satıp, bedelini tasadduk edin!"buyurdu."
Tirmizî, Hudüd 28, (1461); Ebu Dâvüd, Cihâd 145, (2713).
1113 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhümâ), ganimet hırsızının
mallarını yaktılar ve kendisini de dövdüler."
Ebu Dâvud, Cihâd 145, (2715).
1114 - Âsım İbnu Küleyb (rahimehullah) babası (Küleyb)'den o da ensârî birinden naklederek
anlatıyor: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Sefer
sırasında şiddetli bir kıtlık ve sıkıntıya maruz kaldık. Derken, bir ganimet ele geçirdik.
Askerler, onu hemen yağmalayıverdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yaya olarak
(teftiş maksadıyla) yanımıza geldiğinde tencerelerimiz kaynamaya başlamıştı bile. Yayı ile
tencereleri deviriverdi. Etleri de toprağa buladı. (Hepsini böylece yenmeyecek hale
getirdikten) sonra şu açıklamayı yaptı:
"Yağma malı, lâşeden daha helâl değildir" veya (şöyle demişti):
"Lâşe, yağma malından daha helâl değildir." (Rivâyetin sonundaki) şek râvilerden Hennâd'a
aittir."
Ebu Dâvud Cihâd 138, (2705).
1115 - Sa'b İbnu Cessâme anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Koruluk ittihazı sâdece Allah ve Resûlü'ne ait (bir hak)dır."
Buhârî, Şirb 11, Cihâd 146; Ebu Dâvud, Harâc 39, (3083, 3084).
1116 - Bir rivayette, Şihâbu'z-Zührî şöyle demiştir: "Bize ulaşan habere göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Nakîi, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Seref ve Rebeze'yi himâ ilân
etmişlerdir."
Buhârî, Şirb 11].
1117 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) buyurmuştur ki: "Cahiliye devrinde taksim edilmiş
olan her mal, taksim edildiği şekil üzeredir. İslâm döneminde yapılan taksimat, İslâm'ın
taksim esasına göredir."
Ebu Dâvud, Ferâiz 11, (2914); İbnu Mace, Rühün 21, (2485).
1118 - İmam Mâlik, Sevr İbnu Zeyd ed-Dîlî'den mürsel olarak rivayet ettiğine göre ed-Dîlî
demiştir ki: "Bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediği ulaştı: "Hangi ev
veya arâzi, cahiliye devrinde taksim edilmiş ise, artık o, cahiliye taksimi üzerinedir. Ancak
hangi ev veya arâzi, taksim edilmeden İslam'a girmiş ise, artık onun taksimi islâm'a göre
yapılır."
Muvatta, Akdiye 35, (2, 746)].
1119 - Nâfi; İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıyor: "İbnu Ömer'in bir kölesi kaçarak
Rum diyarına geçti. Bilâhare, Hâlid İbnu'l-Velîd (radıyallahu anh) Rumlara galebe çaldı.
(Esirler arasında, kaçan bu köle de vardı) Hâlid köleyi İbnu Ömer'e iâde etti. Onun kaybolan
bir atı vardı. (Askerler) onu da ele geçirdiler. Hâlid atı da İbnu Ömer'e iâde etti" (Bu rivayetin
lâfzı Buhârî'nin rivayetine uygundur.)
Bir rivayette: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında kaçan bir at
mevzubahistir."
Muvatta'nın bir rivayetinde, düşman tarafından ganimet edildikten sonra ele geçirilen bir köle
ve at mevzubahistir. Bunlar, taksimden önce eski sahibine iâde edilebilirler.
Ebu Dâvud, köleyi mevzubahis eder ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in taksime
tâbi tutmadan eski sâhibine iade ettiğini belirtir.
Buhârî, Cihâd 187; Muvattâ, Cihâd 17, (2, 452); Ebu Dâvud, Cihâd 135, (2698, 2699); İbnu
Mâce, Cihâd 15, (2748).
1120 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Biz gazvelerimiz sırasında, bal ve kuru
üzüm elde ederdik ve bunları (taksim edilmek üzere, diğer ganimet mallarının yanına)
kaldırmaz, yerdik."
Buhârî, Humus 20).
1121 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a içerisinde
boncuk bulunan bir dağarcık getirildi. Boncukları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hür ve
câriye kadınlar arasında dağıttı." Hz. Aişe devamla der ki: "Babam da (boncuğu) hür köle
ayırımı yapmadan kadınlara dağıtırdı."
Ebu Dâvud, Harâc 14, (1952).
1122 - El-Misver İbnu Mhreme (radıyallahu anhümâ)'ye Amr İbnu Avf (radıyallahu anh) şunu
anlatmıştır: "Resûlullah (aleyhissalâm vesselâm) Ebu Ubeyde (radıyallahu anh)'yi Bahreyn'e,
oranın cizyesin getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce Ensâr geldiğini işitti. Sabah
namazını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın etrafını sardılar. Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm) tebessüm
buyurdular ve: "Öyle zannediyorum, Ebu Ubeyde'nin bir şeyler getirdiğini işittiniz" dedi. Hep
birlikte: "Evet!" dediler. Bunun üzerine şunları söyledi:
"Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah' a yemin olsun, sizler için
fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere
dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helak oldular.
Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinde korkuyorum."
Buharî Rikâk 7, Cizye 1, Megâzî 11; Müslim, Zühd 6, (2961); Tirmizî, Kıyâmet 29, (2464).
1123 - Sa'lebe İbnu Ebî Malik anlatıyor: "Ömer İbnu'1-Hattâb (radıyallahu anh), bir kısım
bürgüyü Medineli kadınlar arasında taksim etmişti, geriye güzel bir bürgü kaldı.
Yanındakilerden bazıları kendisine:
"Ey müminlerin emîri, bunu da senin yanında bulunan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
kızına ver" dediler. Bununla, Hz. Ali (radıyallahu anh)'in kızı Ümmü Gülsüm'ü
kastediyorlardı. Hz. Ömer onlara:
"Ümmü Selît, buna daha çok hak sâhibidir. Zîra o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biat
etmişti ve Uhud Savaşı'nda bize kırbalarla su taşıyordu" dedi.
Buhâri, Megâzî 22, Cihâd 66.
CİMRİLİK
________________________________________
393 - Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İki haslet vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü
ahlâk."
Tirmizî, Bir 41, (1963).H.
394 - Ka'b İbnu İyâz (radıyallahu anh) anlatıyor; "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı şöyle
derken işittim: "Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."
Tirmizî, Zühd 26, (2337).
395 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız."
Tirmizî, Zühd 20, (2329).
396 - Abdullah İbnu'ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Elhâhümü't-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: "İnsanoğlu malım malım der.
Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip
gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara
bırakır."
Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsir, Tekâsür, (3351).
397 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
söyledi: "Altına tapanlar mel'undur, gümüşe tapanlar mal'undur."
Tirmizî, Zühd 42, (2376).
398 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
keresinde, "Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat:
"Ey Allah'ın Resûlü içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever" dediler.
Bunun üzerine: "Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye
koyduğu da vârislerinin malıdır."
Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1, (6, 237-238).
399 - Ebû Vâil anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Hâşim İbnu Utbe'ye
uğradı. Maksadı geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Hâşim hastaydı. Yanına
varınca ağlar buldu. "Ey dayıcığım niye ağlıyorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya
karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?" diye sordu. Ebu Vâil:
-Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden
bir söz almıştı, onu tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz. Muâviye:
-Neydi o? diye sordu.
-Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı şöyle söylerken dinlemiştim: "Sizden birine,
dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar
mal toplaması yeterlidir." Halbuki bugün ben kendimi bundan daha çok mal toplamış
görüyorum.
Tirmizî, Zühd 19, (2328); Nesâî, Zînet 119, (8, 218-219); İbnu Mâce, Zühd 1, (4103).
Rezîn merhum şu ilâvede bulundu: "Ebu Hâşim rahmet-i Rahmân'a kavuştuğu zaman, geride
bıraktığı serveti hesapladı, hepsi otuz dirhem kadardı." (Bu ziyadenin kaynağı
bulunamamıştır.)
KAZANIN KERAHETİ
________________________________________
4847 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim insanlar arasında kâdı tayin edilmiş ise, bıçaksız boğazlanmış demektir."
Ebu Dâvud, Akdiye 1, (3571, 3572); Tirmizi, Ahkam 1, (1325).
4848 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kadı üçtür: Biri cennetlik, ikisi cehennemliktir. Cennetlik olan, hakkı bilip öyle
hükmedendir. Hakkı bilip hükmünde (bile bile) adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka
câhilâne hükümde bulunan da cehennemliktir."
Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3573).
4849 - Abdullah İbnu Mevhib anlatıyor: "Osman İbnu Affan, İbnu Ömer radıyallahu anhüm'e:
"Git insanlar arasında hükmet!" dedi. Abdullah:
"Ey mü'minlerin emiri, beni bu vazifeden affetmez misiniz?" diye ricada bulundu. Hz. Osman
radıyallahu anh:
"Bundan niye kaçınıyorsun? Senin baban da kâdı idi" diye ısrar etmek istedi. Ancak Abdullah
dedi ki: "Doğru da, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın:
"Kim kadı olur ve adâletle hükmederse, bu kimse başabaş (sevap ve günahı eşit) ayrılmaya
liyakat kazanmıştır" dediğini işittim. Artık (Resûlullah'ın bu sözünden) sonra ne ümid
edebilirim?" (Hz. Osman bunun üzerine İbnu Ömer'e teklifte bulunmadı.)"
Tirmizi, Ahkâm 1, (1322).
ÂDİL VE ZÂLİM HÂKİM
4850 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim kadılık talep eder ve bunun gerçekleşmesinde şefaatçilere başvurursa (iş) kendisine
yıkılır (Allah'ın yardımı olmaz). Kime de o iş zorla verilirse, Allah onu doğruya sevkedecek
bir melek gönderir."
Ebu Dâvud, Akdiye 3, (3578); Tirmizi, 1, (1323, 1324).
4851 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa
cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş onundur."
Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3575).
4852 - (Abdullah) İbnu Ebi Evfa anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla hazretleri onunla birliktedir (yardımcısıdır). Zulme yer
verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur."
Tirmizi, Ahkâm 4, (1330).
MÜÇTEHİDİN SEVABI
4853 - Amr İbnu'l-Âs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hâkim içtihad eder ve isabet ederse kendisine iki ücret (sevap) verilir. Eğer içtihad eder ve
hata ederse ona bir ücret vardır."
Buhâri, İ'tisâm 21; Müslim, Akdiye 15, (1716); Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3574); Tirmizi,
Ahkâm 2, (1326); Nesâi, Kazâ 3, (8, 224).
4854 - Yahya İbnu Sa'îd anlatıyor: "Ebu'd-Derdâ, Selman-ı Fârisi radıyallahu anhüma'ya:
"Arz-ı Mukaddese'ye gel!" diye yazmıştı. Selman ona şöyle cevap yazdı:
"Arz kimseyi takdis etmez. İnsanı mukaddes kılan şey amelidir. Bana ulaştığına göre, sen
orada tabib kılınmışsın ve hastaları tedavi ediyormuşsun. Eğer tedavi edebiliyorsan ne mutlu
sana. Eğer mütetabbib isen, insanları öldürüp cehennemlik olmaktan sakın!"
Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh iki kişi arasında hükmedince, onlar yanından ayrıldıkları vakit
onlara bakar ve:
"Vallahi mütetabbibdir. Bana geri dönün. Kıssanızı bana iade edin (meselenizi iyice tetkik
edeyim)!" derdi."
Muvatta, Vasiyyet 7, (2, 769).
RÜŞVET HAKKINDA
4855 - Ebu Hureyre, İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhüm anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hükümde rüşvet alan ve rüşvet veren (ve aracılık eden)
kimseyi lanetlemiştir."
Tirmizi, Ahkâm 9, (1336); Ebu Dâvud da bu hadisi sadece İbnu Ömer radıyallahu anh'tan
tahric etmiştir (Akdiye 4, (3580).
4856 - Mu'âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni
Yemen'e göndermişti. (Hareket edip) yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek geri
çağırdı. (Yanına varınca):
"Sana niye adam gönderip (geri çağırdığımı) biliyor musun?" buyurdular ve ilave ettiler:
"Benim iznim olmadan hiçbir şey almayacaksın. Zira bu gulûldür (hırsızlık). Kim gulûl
yaparsa, aldığı şeyle Kıyamet günü (Allah'ın huzuruna gelir). İşte bu (hususu tenbih etmek
için) seni çağırdım, artık işine gidebilirsin."
Tirmizi, Ahkâm 8, (1335).
KADILIK ÂDÂBI
4857 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Yemen'e
kadı olarak gönderdi. O sıralarda henüz yaşım küçüktü, kazayı (hüküm vermeyi)
bilmiyordum. (Beni takviye için):
"(Sen tereddüt etme, git! Bu vazife için) Allah kalbine hidayet koyacak ve dilini de sâbit
kılacak. Yanına iki hasım geldiği vakit, birinciyi dinlediğin gibi, diğerini de dinlemeden sakın
hüküm verme. Böyle yapman (daha isabetli) karar vermen için gereklidir!" buyurdular.
Hz. Ali devamla der ki: "Ondan sonra hep kadılık yaptım. Henüz, bir kerecik olsun hükümde
tereddüde düşmedim."
Ebu Dâvud, Akdiye 6, (3582); Tirmizi, Ahkam 5, (1331); İbnu Mâce, Ahkâm 1, (2310).
4858 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, iki
hasmın da kadı'nın önüne oturmasına hükmetmiştir."
Ebu Dâvud, Akdiye 8, (3588).
4859 - Ebu Bekre radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Sicistan'da kadılık yapan oğlu
Abdullah'a şöyle yazmıştır: "İki kişi arasında, öfkeli olduğun zaman hüküm verme. Zira, ben
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Kimse, öfkeli iken, iki kişi
arasında hüküm vermesin."
Buhari, Ahkâm 13; Müslim, Akdiye 16, (1717); Tirmizi, Ahkâm 7, (1334); Ebu Dâvud,
Akdiye 9, (3589); Nesâi, Kudât 17, (8, 337, 238).
4860 - Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki kişi
arasında bir hükümde bulunmuştu. Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse:
"Hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil (Allah bana yeterlidir. O ne iyi vekildir)!" dedi. (Bu sözü
işiten) Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah Teâla hazretleri aczi levmediyor (kötülüyor). Fakat sana akıllılık düşer. Ama bir şey
sana galebe çalacak olursa o zaman "hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil" de!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Akdiye 28, (3627).
4861 - Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer bir kısım Ashab radıyallahu anhüm demişlerdir ki: "Kadı
ve hâkim mescidde hüküm verebilir. Şâyet bir haddle ilgili hüküm vermişlerse, bunun icrası
mescidin dışında yapılır."
Buhâri, bab başlığı olarak kaydetmiştir. Ahkâm 19.
HÜKMÜN KEYFİYETİ
4862 - Hâris İbnu Amr İbni Ahî'l-Mugîre İbni Şu'be, Muâz radıyallahu anh'tan naklen
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Muaz'ı Yemen'e gönderdiği zaman kendisine
sorar: "Sana bir dâva geldiği vakit nasıl hükmedeceksin?"
"Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim" der Muâz.
"(Meseleyi Kitabullah'ta) bulamazsan?"
"Resûlullah'ın sünnetiyle hükmedeceğim."
"Ne Kitabullah'ta ve ne de Resûlullah'ın sünnetinde bulamazsan?"
"Kendi re'yimle ictihad edeceğim, (hüküm vermekten) geri durmayacağım."
Hz. Muaz der ki: "Bu cevabım üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (memnun kaldı),
göğsüme eliyle vurup:
"Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisini memnun edecek usûlde muvaffak kılan Allah'a
hamdolsun!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Akdiye 11, (3592, 3593); Tirmizi, Ahkâm 3, (1327, 1328).
4863 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp:
"Ben bir beşerim. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha belâgatlı (ikna
edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak kime bir
müslümanın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu bilsin. O ateşi ister
yüklensin, ister terketsin (kendisi bilir)" buyurdular."
4864 - Sahiheyn'in bir rivayetinde hadis şöyledir: "Ben de sizin gibi bir insanım. Siz
dâvalarınızın halli için bana geliyorsunuz. Bazınızın hüccet yönüyle, diğer bazısından daha
ikna edici olması, böylece benim, işittiğime dayanarak onun lehine hükmetmem mümkündür.
Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem (bilsin ki), onun için cehennemden
bir ateş parçası kesmiş oluyorum."
Burari, Şehâdât 27, Mezâlim 16, Hiyel 9, Ahkâm 20, 29, 31; Müslim, Akdiye 5, (1713);
Muvatta, Akdiye 1, (2, 719); Ebu Dâvud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizi, Ahkam 11, (1339);
Nesâi, Kudat 13, (8, 233).
4865 - Eş'as İbnu Kays'ın anlattığına göre, Humus'tan bir köleyi Abdullah'tan yirmibin
(dirhem)e satın almış ve Abdullah kölenin bedelini almak üzere kendisine bir adam
göndermiştir. Adam gelince Eş'as:
"Ben onu onbine satın aldım" dedi. Abdullah da:
"Öyleyse seninle benim arama (hakem olacak) bir kimse tayin et!" dedi. Eş'as: "Benimle
kendi aranda sen hakem ol!" dedi. Bunun üzerine Abdullah:
"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Alış-veriş yapan iki kişi ihtilafa düşerlerse ve
aralarında da delil yoksa, mal sahibinin söylediği esas alınır veya (alış-verişi) terkederler"
dediğini işittim" dedi."
Ebu Dâvud, Büyü 74, (3511); Nesâi, Büyü 82, (7, 302, 303). Nesai'de sadece müsned
(Resûlullah'a ait) kısım kaydedilmiştir.
DÂVÂLAR VE BEYYİNELER
4866 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bana dedi ki: "Beyyine dâvacı üzerine, yemin de dâvalı üzerine düşer."
Tirmizî, Ahkâm 12, (1341).
4867 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "İki kadın bir odada deri dikiyorlardı.
Bunlardan biri avucuna bîz batırılmış olarak dışarı çıktı. Bunu diğerinin yaptığını iddia etti.
Dâva İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya götürüldü. İbnu Abbâs dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuşlardı: "Eğer insanlara sırf iddialarıyla,
(delil olmadan) talep ettikleri verilseydi, insanlar başkalarının kan ve mallarını istemeye
kalkarlardı. Ancak iddia sahibine beyyine gerekmektedir. İddiayı inkâr edene de yemin
gerekmektedir. (Bu kadına) Allah'ı (yalan yere yemin etmenin günahını) hatırlatın. Ona şu
âyeti okuyun: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir pahaya değişenler, işte bunlar için ahirette
hiçbir nasib yoktur" (Âl-i İmrân 77).
Kadına bu hatırlatıldı. Bunun üzerine kadın suçunu itiraf etti."
Buhari, Tefsir, Al-i İmran 3, Rükün 6; Müslim, Akdiye 2, (1711); Ebu Dâvud, Akdiye 23,
(3619); Tirmizi, Ahkâm 13, (1343); Nesâi, Kudât 35, (8, 248).
4868 - Yine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
(iddia sahibi iki şahid bulamazsa) bir yemin ve bir şahid(in yeterli olacağın)a hükmetmiştir."
Müslim, Akdiye 3, (1712); Ebu Dâvud, Akdiye 21, (3608).
4869 - Abdullah İbnu Ubeydillah İbni Ebî Müleyke anlatıyor: "Beni Süheyb radıyallahu anh,
Mervân nezdinde, iki ev ve bir odanın kendilerine ait olduğunu, bunları (babaları) Süheyb'e
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın verdiğini iddia ettiler. Mervân: "Söylediğiniz şeye
şahidiniz var mı?" dedi. Onlar: "İbnu Ömer!" dediler. Mervan, İbnu Ömer'i çağırdı. O,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Süheyb radıyallahu anh'a iki ev ve bir oda verdiğini
söyledi. Mervân sadece onun şehâdediyle onlar lehine hükmetti."
Buhari, Hibe 30.
4870 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında iki
kişi bir deve hakkında iddiada bulundular. Her biri, iki tane şâhid getirdi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam deveyi ikiye bölerek aralarında taksim etti."
Ebu Dâvud, Akdiye 22, (3613, 3614, 3615); Nesai, Kudât 34, (8, 248).
4871 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
mal hususunda ihtilaf eden, fakat beyyineleri olmayan) bir kavme yemin teklif etti. (İki taraf
da) birden yemin etmeye koştu. Bunun üzerine (önce) yemin (edecek tarafın tesbiti için) kur'a
çekilmesini emretti."
Buhari, Şehadat 24; Ebu Dâvud, Akdiye 22, (3616, 3617, 3618).
4872 - Ebu Gatafân İbnu Tarîf el Mürri anlatıyor: "Zeyd İbnu Sâbit ve İbnu Mutî' aralarındaki
bir ev sebebiyle (Medine Valisi) Mervân'a dava açtılar. Mervân, minberde yemin etmesi
şartıyla, evin Zeyd Sâbit'e ait olduğuna hükmetti. Zeyd:
"Ben onun için şu yerimde yemin ederim!" dedi. Mervan da:
"Hayır! Hukukun kesinleştiği yerde yemin edeceksin!" dedi. Bunun üzerine Zeyd "Hakkım
haktır" diye yemin etmeye başladı ve minberde yemin etmekten imtina etti.
Mervan bu duruma hayret etti."
Muvatta, Akdiye 12, (2, 728).
YEMİNİN ŞEKLİ
4873 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, yemin
teklif ettiği bir adama:
"Kendinden başka ilah bulunmayan Allah'ın adıyla, o kimsenin yani dava sahibinin senin
yanında malı olmadığına yemin et!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Akdiye 24, (3620).
ADALET VE ŞEHADET
4874 - Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihi anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hain erkek ve hâine kadının, zani erkek ve zâniye kadının, kardeşine kin taşıyan kimsenin
şehâdeti caiz değildir."
Ebu Dâvud, Akdiye 16, (3600, 3601); İbnu Mâce, Ahkâm 30, (2366).
Tirmizi'de Hz. Aişe'den yapılan bir rivayette, hâine kelimesinden sonra şu ziyade vardır:
"Hadd-i kazf'la celde tatbik edilenin, şehadette (yalanı) tecrübe edilmiş olanın, ev halkına
hizmet edenin, kendisini nisbet ettiği mevla ve akrabaları hususlarında müttehem olan (gerçek
nesebini gizleyen)in."
Tirmizi, Şehâdât 1, (2299).
4875 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bedevînin, köylü aleyhindeki şehadeti câiz değildir."
Ebu Dâvud, Akdiye 17, (3602); İbnu Mâce, Ahkâm 30, (2367).
4876 - Eymen İbnu Hureym İbni Fâtik anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Yalan şehadet Allah'a şirkle bir tutulmuştur!" buyurdular ve âyeti okudular. (Meâlen):
"...Putlara tapmak gibi bir pislikten ve yalan sözden de kaçının." (Hâcc 30).
Tirmizi, Şehâdât 3, (2300, 2301); Ebu Dâvud, Akdiye 15, (3599); İbnu Mâce, Ahkâm 32,
(2372).
4877 - Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Size şahidlerin en hayırlısını haber vermeyeyim mi: O kendisine talep edilmezden önce
şehâdet etmeye gelendir."
Müslim, Akdiye 19, (1719); Muvatta, Akdiye 3, (2, 720); Ebu Dâvud, Akdiye 13, (3596);
Tirmizi, Şehâdât 1, (2296).
4878 - Huzeyme İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
bedeviden bir at satın almıştı. Aleyhissalâtu vesselâm, onu eve kadar getirivermesini ve orada
parasını almasını söyledi. Bu sırada kendisi hızlı hızlı yürüdü; bedevi ise ağır ağır yürüyordu.
(Aralarında epeyce bir mesafe hasıl oldu. Bu sırada) bazı kimseler bedeviye gelip at üzerinde
pazarlık yapmaya başladılar. Onu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın satın almış olduğunu
kimse bilmiyordu. Bedevi, Aleyhissalâtu vesselâm'a seslenip:
"Şu atı alacaksan al, değilse sattım!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bedevinin bu
sözünü işitince adama yönelip: "Ben onu zaten senden satın aldım ya!" buyurdular. Ama
bedevî:
"(Bu ne demek?) Vallahi ben onu sana satmadım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bilakis!
Ben onu senden aldım" dedi. Bunun üzerine bedevî:
"Bir şâhit getir!" demeye başladı. Hemen Huzeyme atılıp:
"Ben şehadet ederim, siz onu satın aldınız!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, Huzeyme'ye
gelerek: "Ne ile şehadet ediyorsun?" diye sordu. Huzeyme:
"Sana olan tasdikim ile, Ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm
Huzeyme'nin şehâdetini iki kişinin şehadeti yerine koydu."
Ebu Dâvud, Akdiye 20, (3607); Nesâi, Büyü 91, (7, 302).
Rezin şu ziyadeyi ilave etti: "Bedevî: "Bu, Resûlullah mı?" dedi. Ebu Hureyre kendisine:
"Peygamberini tanımaman cahillik olarak sana yeter. Allah Teâla Hazretleri doğru söyledi:
"Bedeviler küfür ve nifak yönünden daha şiddetli ve Allah'ın Resûlüne indirdiği emir ve
yasakları bilmemeye daha müsaiddirler" (Tevbe 97). Bedevi bunun üzerine atı sattığını itiraf
etti."
EHL-İ KİTABIN ŞEHADETİ
4879 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma şöyle hitap etmiştir: "Ey müslümanlar! Peygamberiniz
aleyhissalâtu vesselâm'a indirilen kitap, Allah'ın en yeni kitabı ve içine hiçbir şey karışmamış
olduğu halde, onu okuyup durduğunuz halde, nasıl olur da Ehl-i Kitab'a (şer'î) birşey
sormaktasınız? Halbuki Allah Teâla Hazretleri, Ehl-i Kitab'ın Allah'ın kitabını değiştirip
elleriyle yeni bir kitap yazdıklarını, sonra da az bir menfaatı satın almak için: "Bu, Allah
katındandır" dediklerini haber vermektedir. Bilesiniz, size gelen ilim, onlara soru sormanızı
men etmektedir. Hayır! Vallahi onlardan bir kişinin bile size inen kitaptan sizlere bir şey
sorduğunu görmüyoruz."
Buhari, İ'tisam 25, Şehâdât 29, Tevhid 42.
4880 - Şa'bi anlatıyor: "Müslümanlardan birine, Dakûka'da ölüm geldi. Vasiyetine şâhidlik
edecek hiçbir müslüman bulamadı. Bunun üzerine Ehl-i Kitap'tan iki kişiyi vasiyetine şâhid
kıldı. Bunlar Kûfe'ye geldiler. Ebu Musa el-Eş'ari'yi bulup durumu haber verdiler. Bunlar
ölenin tereke ve vasiyetini beraberlerinde getirmişlerdi. Ebu Mûsa radıyallahu anh onlara:
"Bu hâdise, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devrinden sonra hiç görülmeyen bir hâdisedir"
dedi. İkindi namazından sonra onlara, ihânet etmedikleri, yalan söylemedikleri, vasiyeti tebdil
etmedikleri, gizlemedikleri, değiştirmedikleri, söylediklerinin o adamın vasiyeti,
getirdiklerinin de terikesi olduğuna dair yemin ettirdi. Sonra şehâdetlerini(n gereğini yerine
getirip) uygulamaya koydu."
Ebu Dâvud, Akdiye 19, (3605).
HAPİS VE TAKİP
4881 - Behz İbnu Hakîm an ceddihi anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adamı
bir töhmet sebebiyle hapsetti, sonra da serbest bıraktı."
Ebu Dâvud, Akdiye 29, (3630); Tirmizi, Diyât 21, (1417); Nesai, Sârık 2, (8, 67).
4882 - Yine Behz İbnu Hakîm aynı tarikten naklediyor: "Kardeşi veya amcası, hutbe
vermekte olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a doğrulup: "Komşularım (ve kavmim,
ashabın tarafından) niçin tutulup hapsedildiler" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm (cevap
vermeyip) yüzünü çevirdi. (Adam aynı sözü tekrar edince) ikinci sefer yüzünü çevirdi. Sonra
adam (saygıyı taşan) bir şey söyledi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Bunun
komşularını salıverin!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Akdiye 29, (3631).
RESÛLULLAH'IN HÜKME BAĞLADIĞI DÂVÂLAR
4883 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ensar'dan bir erkek, hurma ağaçlarını
suladıkları Harre'nin su arkı yüzünden Zübeyr radıyallahu anh'la ihtilafa düşüp Resûlullah'ın
huzurunda murâfa'a oldular. Resûlullah (ihtilaflarını dinledikten sonra) Zübeyr'e:
"Ey Zübeyr (önce) sen sula, suyu sonra da komşuna sal!" buyurdular. Ensari bu hükme kızdı
ve: "Böyle hükmetmen, o senin halaoğlun olmasındandır!" dedi. Resûlullah bu söze çok kızdı,
yüzü renk renk oldu ve: "Ey Zübeyr! Önce sen sula, sonra duvara ulaşıncaya kadar da suyu
tut!" dedi. Zübeyr dedi ki: "Vallahi öyle zannediyorum ki şu âyet bu hadise ile ilgili olarak
indi.
(Meâlen): "Hayır öyle değil! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında kimi oraya kimi buraya
çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri
hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (Nisa 65).
Buhari, Şirb 6, 7, 8, Sulh 12, Tefsir, Nisa 12; Müslim, Fezail 129, (2357); Ebu Dâvud, Adiye
31, (3637); Tirmizi, Ahkâm 26, (1363); Nesâi, Kudât 26, (8, 245).
4884 - Sâ'lebe İbnu Ebi Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Kureyş'ten bir adamın Benî
Kureyza'da bir payı vardı. Suyun paylaştıkları Mehzûr ve Müzeynib vadisinin suyu hususunda
ihtilafa düşerek Aleyhissâlatu vesselâm'a müracaat ettiler. Resûlullah aralarında: "Su hakkı
topuklara kadardır. Üstteki, alttakine bundan fazlasına mâni olamaz" diye hükmetti."
Muvatta, Akdiye 28, (2, 744); Ebu Dâvud, Akdiye 31, (3638); İbnu Mâce, Rühûn 20, (2481).
4885 - Harâm İbnu Sa'd İbni Muhaysa anlatıyor: "Bera İbnu Âzib radıyallahu anh'a ait bir at,
Ensar'dan bir zâtın bahçesine girdi ve zarar meydana getirdi. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, bunun üzerine: "Mal sahibinin, malını gündüzleyin; hayvan (mevâşi) sahibinin de
hayvanını geceleyin muhâfaza etmesine hükmetti."
Muvatta, Akdiye 37, (2, 747, 748); Ebu Dâvud, Büyû' 92, (3569, 3570); İbnu Mâce, Ahkâm
13, (2332).
4886 - Râfi' İbnu Hadîc radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim başkasının tarlasına onların izni olmadan ekim yaparsa, ektiğinde hiçbir hakka sahip
olamaz, ona sadece nafakası verilir."
Tirmizi, Ahkâm 29, (1366); Ebu Dâvud, Büyû 33, (3403); İbnu Mâce, Rühûn 13, (2466).
4887 - Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "İki kişi, bir hurma ağacının harîmi hususunda
ihtilaf ederek Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a başvurdular. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ağacın ölçülmesini emir buyurdular. Yedi veya beş zirâ olduğu tesbit edildi.
Aleyhissalâtu vesselâm (harîmin) o kadar olmasına hükmetti."
Ebu Dâvud, Akdiye 31, (3640).
KAZA
6668 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Yemen'e
gönderdi. "Ey Allah'ın Resûlü dedim. Sen beni gönderiyorsun. Halbuki ben gencim ve
aralarında dâvâlarını hükme bağlayacağım. Ben ise daha hükmetmeyi bilmiyorum!"
Ali devamla der ki: "Bunun üzerine Resûlullah eliyle göğsüme vurdu ve: "Allahım, kalbine
hidayet, diline hakta sebat ver!" diye dua etti."
Ali der ki: "O günden sonra, iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüt etmedim."
RÜŞVET
6669 - Abdullah (İbnu Mes'ud) radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Halk arasında hüküm veren hiç kimse yoktur ki, Kıyamet günü bir
melek ensesinden tutmuş olarak onu getirmesin. Sonra melek başını semaya kaldırır. Eğer
(meleğe): "Onu at!" diyen olursa melek onu cehennemin öyle derin bir çukuruna atar ki, kırk
yılda o çukurun dibine varabilir."
HAKİMİN HÛKMÜYLE HARAM HELAL OLMAZ
6670 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Muhakkak ki ben bir insanım. Sizden bazısı, delilini beyanda diğerlerine
nazaran daha belâgatlıdır. Bu sebeple, ben, kimin lehinde diğer kardeşimin hakkından bir
parça kesersem, şüphesiz ona ateşten bir parça kesmiş olurum."
MAHKEMEDE YEMİN
6671 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Yaş bir misvak çubuğu için bile olsa, şu minberimin yanında bile bile yalan yere yemin
eden hiçbir köle ve cariye yoktur ki ona cehennem vacip olmasın."
ÇALINMIŞ MALINI BULANIN ALMA HAKKI
6672 - Semure İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bir kimsenin bir eşyası kaybolsa veya çalınsa, sonra bunu bir adamın
satmakta olduğunu görse, o mala sahibi ehaktır. Onu satın almış olan kimse satandan bedelini
geri alır."
BİRŞEYİ KIRAN HAKKINDA HÜKÜM
6673 - Benî Sûe kabilesinden bir adam anlatmıştır: "Ben Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ahlâkını bana haber ver!" demiştim. Şu cevapta
bulundu: "Sen Kur'ân'ın "Ve hiç şüphesiz sen pek yüce bir ahlâk üzerindesin" (Kalem 4)
ayetini okumadın mı?" (Aişe radıyallahu anhâ sözüne devamla) dedi ki: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) ashabıyla birlikte (hücremde) idiler. Kendisine yemek
yapmıştım. Hafsa da yemek yapmıştı. Ama yemeği hazırlamada Hafsa benden önce davrandı.
Ben cariyeme: "Git Hafsa'nın yemeğini dök!" dedim. O(nun cariyesi) yemeği Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın önüne tam koyacağı sırada cariyem yetişip ona vurdu ve tabak
kırıldı, yemek ortalığa dağıldı. Resûlullah çabuk davranıp (kırıkları) bir araya getirdi, deri
sofra üzerine dökülen yemekleri topladı ve (ashabıyla) yediler. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm benim kabımı (kırılana bedel, içindeki yemekle birlikte) Hafsa'ya gönderdi ve:
"Kırılan kabınız yerine bu kabı alınız, içerisindeki yemeği de yiyiniz" buyurdu." Aişe
devamla der ki: "Ben işlediğim (bu densizliğe hak ettiğim gücenmenin izini) Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın mübarek yüzlerinde hiç görmedim."
HATILINI KOMŞU DUVARA SAPLA
6674 - İkrime İbnu Seleme'den rivayet edildiğine göre: "Belmuğire'den iki kardeşten biri
duvarının üzerine hatıl koydurmamaya köle azad etmek üzere yemin etti. Sonra Mücemmi'
İbnu Yezid ile ensardan birçok kimse yanına gelip:
"Şehadet ederiz ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Hiçbiriniz komşusunun hatılını
duvarına saplamasına mani olmasın" buyurdu" dediler. Adamcağız bunun üzerine: "Ey
kardeşim! Senin lehinde benim aleyhimde hüküm verilmiş oldu. Ben (koydurmayacağım diye
köle azadı üzerine) yemin etmiştim. Bari, sen benim duvarımın yanına bir direk koy ve
hatılını bu direk üzerine at (böylece benim de yeminim bozulmasın)" dedi."
6675 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Sizden kimse, duvarına, komşusunun hatıl saplamasına mâni olmasın."
YOLUN GENİŞLİĞİNDE İHTİLAF OLURSA
6676 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Yolun (genişliği hususunda) ihtilafa düşerseniz yedi zira' yapın."
ZARARA ZARARLA MUKABELE YOK
6677 - Ubade İbnu's-Sâmit ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm şöyle hükmetmiştir: "Zarara sokmak ve zarara karşı zarar vermek
yoktur."
ZİLYED
6678 - Câriye (İbnu Zafer el-Hanefi) radıyallahu anh anlatıyor: "Bir grup insan, aralarında yer
alan ve sazlıktan mâmul bir çardağın mülkiyeti hakkındaki ihtilaflarını çözdürmek üzere
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a başvurdular. Aleyhissalâtu vesselâm, onlara, meselelerini
çözmesi için Huzeyfe radıyallahu anh'ı gönderdi. Huzeyfe gidince, kulübe kamışlarını
bağlayan ipin tesbit edildiği yere daha yakın olanlar lehinde hükmetti. Huzeyfe, Aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanına dönünce nasıl hükmettiğini haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm: "İsabet
ettin ve güzel hükmettin!" buyurarak taktirlerini ifad etti."
KÂİF
6679 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Kureyşliler kâhine bir kadına gelip: "(Hz.
İbrahim aleyhisselâm'ın ayak izinin bulunduğu bilinen Makam-ı İbrahim'deki taşı kastederek)
şu makam sahibine, iz yönüyle en çok benzeyeni bize bildir!" dediler. Kâhine:
"Suyun sürüklediği kum kadar ince olan şu toprak üzerine bir bez yayıp sonra da üzerinden
yürürseniz, ben istediğinizi haber veririm!" dedi. Söylendiği gibi bir bez yaydılar, sonra halk
üzerinde yürüdü. Kâhine kadın Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ayak izini görünce: "Ona
benzemede bu, en ileri olanınız!" dedi. Bu hadiseden sonra yirmi yıl-veya Allah'ın dilediği-
kadar bir zaman geçince Allah Teâla hazretleri, Muhammed Mustafa'yı peygamber olarak
gönderdi."
ÇOCUĞA EBEVEYN HAKKINDA MUHAYYERLİK
6680 - Abdülhamîd İbnu Seleme'nin dedesi radıyallahu anh anlatıyor: "(Boşanan) annesi ile
babası, kendisini yanında tutmak hususunda ihtilafa düşerek, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a başvurdular. Bunlardan biri kâfir, diğeri müslüman idiler. Aleyhissalâtu vesselâm
çocuğu (anne veya babadan birini seçmede) muhayyer bıraktı. Çocuk kâfir olanı tercih etmişti
ki, Aleyhissalâtu vesselâm: "Allahım, onu doğruya yönelt!" diye dua buyurdu. Bunun üzerine
çocuk müslüman olana yöneldi. Böylece çocuğu müslüman olana verdi."
MALINA ZARAR VERENE TASARRUF YASAĞI
6681 - Muhammed İbnu Yahya İbnu Habbân radıyallahu anh anlatıyor: "O benim dedem
Munkız İbnu Amr'dır. (Bir savaşta başından derin bir yara almıştı. Bu yara onun dilini
kırmıştı (normal konuşamıyordu). Buna rağmen o, ticareti bırakmamıştı. Alış-verişte hep
aldatılırdı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek durumunu anlattı.
Aleyhissalâtu vesselâm, "Sen alış-veriş edince: "(Dinimizde) aldatma yok!" de! Ayrıca sen,
satın aldığın her malı geri verme hususunda üç geceye kadar muhayyersin. (Bu üç günlük
muhayyerlik müddetinden) sonra rızan varsa malı tut, yoksa malı sahibine geri ver" buyurdu."
MÜFLİS
6682 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh'ı alacaklılarından kurtardı. Sonra onu Yemen'e
âmil (vâli) olarak yolladı. Bunun üzerine Hz. Muaz şöyle dedi: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, (elimde mevcut) malımla beni borçlardan halâs etti, sonra da Yemen'e âmil tayin
etti."
ŞAHİTLİK İSTENMEDEN ŞEHADET
6683 - Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh bize
Câbiye'de hitap etti ve dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tıpkı benim sizin
aranızdaki şu kalkmam gibi bizim aramızda hitap için ayağa kalktı ve dedi ki: "Ashabım,
bunları takip edenler (tabiin) ve onları da takip edenler (etbauttabiin) hakkında bana riayetkâr
olun (benim hatırım için onlara da saygılı olun). Onlardan (Etbauttâbiînden) sonra yalan
yaygınlaşacak, öyle ki, kişi kendisinden şahitlik istenmediği halde şehadette bulunacak, yemin
talep edilmediği halde yemin edecek."
BORÇLARDA ŞEHADET
6684 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh, Bakara suresinin (meâlen) "Ey iman edenler!
Birbirinize belirli bir müddet için borçlandığınız zaman!" diye başlayan (ve müdayene ayeti
olarak bilinen ve Kur'ân-ı Kerim'in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. ayetini) "...Eğer
bazınız bazınıza güvenirse -yani borcu, sened, şahidler veya rehinle tevsik etmeye gerek
duymazsa- kendisine güvenilmiş olan borçlu kimse borcunu ödesin..." ayetine gelince: "Bu
ayet, bundan önceki ayeti neshetti" dedi".
ŞAHİDLİĞİ CAİZ OLMAYANLAR
6685 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(İslâm dinine göre) hâin erkek ve hâine kadının,
müslüman iken hadd cezasına çarpılan kimsenin şahidliği makbul değildir. Keza kin ile
husumet sahibinin kin beslediği kimse aleyhine şahidliği caiz değildir."
TEK ŞAHİD VE YEMİNLE HÜKÜM
6686 - Sürrak radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir erkeğin
şahitliğini ve talibin (davacının) yeminini geçerli saydı."
YALAN ŞAHİTLİK
6687 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Yalancı şahidin ayakları, (daha şehadet mahallinden) ayrılmadan Allah Teâla
hazretleri ona cehennemi vacip kılar."
EHLİ KİTABIN BİRBİRİNE ŞAHİTLİĞİ
6688 - Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Ehl-i Kitab'ın birbirlerine şahitlik etmelerine izin verdi."
DİLİN AFETLERİ
________________________________________
5872 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyor:
"Ademoğlu sabaha erdimi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan
kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz
de sapıtırız!" derler."
Tirmizi, Zühd 61, (2409).
5873 - Süfyan İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, uyacağım
bir amel tavsiye et bana!" şu cevabı verdi:
"Rabbim Allah'tır de, sonra doğru ol!"
"Ey Allah'ın Resûlü dedim tekrar. Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?" Eliyle
dilini tutup sonra: "İşte şu!" buyurdu."
Tirmizi Zühd 61, (2412).
5874 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun."
Tirmizi, Kıyamet 51, (2502).
Tirmizi'nin İbnu Ömer radıyallahu anh'tan yaptığı diğer bir rivayette Resûlullah: "Kim susarsa
kurtulur" buyurmuştur.
5875 - Ali İbnu'l-Huseyn, Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan naklediyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kişinin mâlâyâni şeyleri terki İslâm'ının güzelliğinden ileri gelir."
Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 3. (2, 903).
5876 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: "Cennet mübarek olsun!"
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sordu:
"Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir
miktarda cimrilik etti!"
Tirmizi, Zühd 11, (2217).
5877 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki:
"Kul (bazan), Allah'ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de
Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah'ın
hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sebeple
onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar."
Buhâri, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (2, 985); Tirmizi, Zühd 10, (2315).
5878 - Kays İbnu Ebi Hâzım rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Zeyneb
adında Ahmesli bir kadının yanına girmişti. Onun hiç konuşmadığını gördü: "Nesi var, niye
konuşmuyor?" diye sordu. Oradakiler:
"Hiç konuşmadan hacc yapıyor!" dediler. Hz. Ebu Bekr kadına:
"Konuş. Zira bu yaptığın helal değil, bu cahiliye işidir" dedi. Kadın da konuşmaya başladı.
Önce:
"Sen kimsin?" diye sordu. Hz. Ebu Bekr:
"Muhacirlerden biriyim!" dedi.
"Hangi muhacirlerdensin?"
"Kureyş'ten."
"Kureyş'ten kimlerdensin?"
"Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr'im."
"Allah'ın cahiliyeden sonra bize lutfettiği bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacağız?"
"İmamlarınız müstakim (doğru yolda) oldugu müddetçe bakisiniz.
"İmamlar ne demek?"
"Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler halk da onlara itaat eder?"
"Evet!"
"İşte onlar imamlardır."
Buhâri, Menakıbu'l-Ensâr 26.
5879 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Münafığa "efendi" demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah'ı kızdırırsınız."
Ebu Dâvud, Edeb 83, (4977).
5880 - Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Ademoğlu'nun, emr-i bi'l-ma'ruf veya nehy-i ani'l-münker veya Allah Teâla hazretlerine zikir
hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir."
Tirmizi, Zühd 63, (2414).
5881 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, insanlardan, sığırların dilleriyle toplamaları gibi, dilleriyle toplayan
belâgat sahiplerine buşzeder."
Tirmizi, Edeb 82, (2857).
5882 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah Kıyamet günü,
ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!"
Ebu Dâvud, Edeb 94, (5006).
5883 - İbnu Mesûd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kelamda ileri gidenler helak oldular. Kelamda ileri gidenler helâk oldular!.Kelamda ileri
gidenler helak oldular!"
Müslim, İlm 7 (2670); Ebu Davud, Sünnet 6, (4609).
5884 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir
hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Beyanda mutlaka bir sihir var!" buyurdular."
Buhâri, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Dâvud, Edeb 94, (5007); Tirmizi, Birr 81,
(2029).
5885 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ben, haklı bile olsa münâkaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti
ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana
da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum."
Ebu Davud, Edeb 7, (4800).
5886 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Sana günah olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar)."
Tirmizi, Birr 58, (1995).
5887 - Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sizden kimse: "Ramazanın tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum"
demesin."
(Hadisi Ebu Bekre'den rivayet eden Hasan Basri der ki:) "Bilemiyorum, Aleyhissalatu
vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı mekruh addetti veya "uyumak
da lazım yatmak da" mı de(mek iste)di?"
Ebu Davud, Savm 47, (2415); Nesâî, Sıyam 6, (4, 130).
5888 - Sehl İbnu Hanif radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sakın biriniz: "Nefsim pis oldu!" demesin, aksine: "Nefsim kötü oldu" desin."
Buhâri, Edeb 100; Müslim, Elfaz 17, (2251); Ebu Dâvud, Edeb 84, (4978).
5889 - İmam Mâlik'e Yahya İbnu Saidden ulaştığına göre "Hz. İsa yolda bir domuza rastlar.
Ona: "Selametle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi
söylüyorsun?" diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telafuz etmekten çekindiğini
ifade eder ve:)
"Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!" cevabını verir."
Muvatta, Kelâm 4, (2, 985).
5890 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adamdan
kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: "Falan niye böyle söylemiş?" demezdi. Fakat:
"İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?" derdi."
Ebu Dâvud, Edeb 6, (4788).
5891 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
huyurdular ki:
"Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe
kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı kalbi katı olanlardır."
Tirmizi, Zühd 62, (2413).
5892 - Ebu Mâlik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ümmetimde dört şey vardır, cahiliye işlerindendir, bunları
terketmeyeceklerdir:
-Haseble iftihar
-Nesebi sebebiyle insanlara ta'n,
-Yıldızlardan yağmur bekleme,
-(Ölenin ardından) mâtem!"
Resülullah sözlerine şöyle devam etti: "Matemci kadın, şayet tevbe etmeden ölecek olursa,
Kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden)
kaldırılır."
Müslim, Cenâiz 9, (934).
5893 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Bir adam, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu aşiretin kardeşi ne kötü!"
buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince:
"Ey Allah'ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit
oldun, iyi davrandın" dedim. Şu cevabı verdi:
"Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teâla hazretlerinin yanında
mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terkettiği kimsedir."
Buhâri, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73, (2591); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 4; (2, 903, 904); Ebu
Davud, Edeb 6, (4791, 4792, 4793); Tirmizi, Birr 59, (1997).
5894 - Adiyy İbnu Hatim radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm'ın
yanında bir adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: "Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru
yolu bulmuş, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır."
Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: "...Kim Allah ve
Resülüne isyan ederse..." buyurdular."
Müslim, Cum'a 48, (810); Ebu Davud, Edeb, 85, (4981), Salat 229, (1099); Nesai, Nikah 40,
(6, 90).
5895 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah'ın istediği ve falanın istediği" demeyin, lâkin şöyle deyin: "Allah'ın istediği, sonra da
falanın istediği."
Ebu Dâvud, Edeb 84, (4980).
5896 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir kimsenin "İnsanlar helak oldu!" dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok
helak olandır."
Müslim, Birr 139, (2623); Muvatta, Kelam 2, (2, 989); Ebu Davud; Edeb 85, (4983).
5897 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişinin geceleyin
işledigi kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: "Ey falan, hu gece ben şu şu
işleri yaptım!" der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin,
üzerindeki Allah'ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir."
Buhâri, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).
5898 - Avf İbn Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emir veya (emirin tayin edeceği) memur veya
tekebbür sahibi yapar."
Ebu Dâvud, İlm 13, (3665).
NEFSİN (ŞAHSIN) DİYETİ
________________________________________
1874 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki.: "Kim hatâen öldürülürse, diyeti yüz
devedir; bunlardan otuzu bintü mehâz (iki yaşına girmiş dişi deve), otuzu bintü lebün (üç
yaşına girmiş dişi deve), otuzu hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve), on tane de ibnu lebündur
(üç yaşına girmiş erkek deve)."
Ebü Dâvud, Diyât 18, (4541); Tirmizi, Diyât 1, (1387); Nesâi, Kasâme 30, (8, 43).
Tirmizi'nin rivâyetinde şöyle denir: "Kim taammüden (kasıtla) öldürürse, öldürülenin
velilerine teslim edilir, dilerlerse öldürürler, dilerlerse diyet alırlar. Bu 30 hıkka (dört yaşına
giren dişi deve): 30 cezea (beş yaşına girmiş dişi deve); 40 aded halife (hamile deve) dir.
Ayrıca ne üzerine sulh yaptıysalar bu da onlarındır. Bu, diyetin şiddetini artırmaktır."
1875 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hataen öldürmede diyet olarak yirmi hıkka, yirmi cezea, yirmi bintu mehaz,
yirmi bintu lebün ve yirmi benü lebün vardır."
Ebü Dâvud, Diyât 18, (4545), Tirmizi, Diyât 1, (1386); Nesâi, Kasâme 32, (8, 43-44).
1876 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Şibhu'l amd'in diyeti üç kısımdır. 33 adet hıkka,
33 adet cezea, 34 adet seniyye-bâzil arası devedir. (Seniyye altı yaşına, bâzil de dokuz yaşına
basmış deveye denir.)"
Yine Hz. Ali şunu da rivâyet etmiştir: "Hatâen öldürmede diyet dört kısımdır: 25 hıkka, 25
cezea, 25 bintu lebün, 25 bintu mehâz."
Ebü Dâvud, Diyât 19, (4551, 4553).
AbduIIah İbnu Amr İbni'I-As (radıyallâhu anhümâ)'ın Ebü Dâvud ve Nesâi de merfu olarak
kaydedilen bir rivâyetinde şöyle denmiştir: "(Cürüm sırasında) kamçı ve değnek kullanıldığı
müddetçe hatâ, Şibhu'l amd'dir."
Ebü Dâvud, Diyât 19, 20, (4547; 4565); Nesâi, Kasâme 42 (8, 40); İbnu Mâce, Diyât 5,
(2627).
1877 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadının diyeti, erkeğin diyetine, diyetin üçte bir
miktarına kadar eşittir."
Nesâi, Kasâme 34, (8, 44, 45).
1878 - Hz. İbnu Abbas (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
öldürülen mükâteb hakkında, âzad edilen miktarınca hür diyetine göre, geri kalan kısmı için
de köle diyetine göre hesaplanmasına hükmetti."
Ebü Dâvud, Diyât 22, (4581); Nesâi, Kasâme 36, (8, 45, 46); Tirmizi, Büyü' 35, (1259).
(Metin, Nesâi'nin metnidir.)
1879 - Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Muâhedin diyeti hür kimsenin diyetinin yarısıdır."
Ebü Dâvud, Diyât 23, (4583).
1880 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Beni Âmir'den iki kişinin diyetini, Müslümanların diyet miktarına göre ödedi. (Müslümanlar
tarafından hatâen öldürülen) bu iki kişi ile Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın muâhedesi
(antlaşması) vardı."
Tirmizi, Diyât 12, (1404).
1881 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Ehl-i zimmetin diyeti, Müslümanların diyetinin
yarısıdır. Ehl-i zimmet de Yahudi ve Hıristiyanlardır."
Nesai, Kasâme 35, (8, 45).
1882 - Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kâfirin diyeti, mü'minin diyetinin yarısıdır."
4Tirmizi,
Diyât 17, (1413).
GÖZ
1883 - Süleyman İbnu Yesâr (rahimehullah) anlatıyor: "Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh)
derdi ki: "Göz yerinde kalır, fakat nuru sönerse diyeti yüz dinardır."
Muvatta, Ukül 9, (2, 857).
1884 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit kalarak kör olan göz hakkında diyetin üçte birine
hükmetti."
Ebü Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâi, Kasâme 41, (8,55, 56).
Nesâi'nin rivâyetinde şöyledir: "Resülullah : "Yerinde sâbit duran kör gözün kapanması
hâlinde diyetinin üçte birine hükmeti."
1885 - Hadisin Nesai'deki vechinde şu ziyade vardır: "Resulullah aleyhisselatu vesselam,
yerinde sabit duran kör gözün kapanması (yani cisminin patlatılması) halinde diyetinin üçte
birine, çolak elin kesilmesi halinde diyetinin üçte birine, kararmış dişin sökülmesi halinde
diyetinin üçte birine hükmetti.
DİŞ
1886 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) "Dişlerin diyeti beşer dinardır." buyurdu.
Ebü Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâi, Kasâme 41, (8,55).
1887 - İbnu'l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu'l Hattâb (radıyallâhu anh) her
azı diş için bir deveye hükmetti. Hz. Muâviye (radıyallâhu anh) ise her azı diş için beş deveye
hükmetti."
Muvatta, Ukül 7, (2,861).
PARMAKLAR
1888 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şu ve şu -yâni serçe parmakla baş parmak- diyette eşittirler."
Buhâri, Diyât 20, Tirmizi, Diyât 4, (1391,1392); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4558); Nesâi, Kasâme
42, (8, 56,57).
Tirmizi'nin rivâyetinde şu ziyade mevcuttur: "İki elin parmaklarıyla iki ayağın parmakları da
eşittir. Her bir parmağın diyeti on devedir."
Nesai'deki ziyâde şöyledir: "Parmaklar hakkında diyet, onar onardır."
YARALAMALAR
1889 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Mûzıha olan yaraların diyeti beşer devedir."
Tirmizi, Diyât 3, (1390); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4566); Nesâi, Kasâme 43, (8, 57).
NEFİS VE UZUVLAR HAKKINDA MÜŞTEREK HADİSLER
1890 - Abdullah İbnu Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm, bâbasından naklen
anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın İbnu Hazm'a diyetler hakkında yazdığı
tâlimatta şu hususlar da vardı: "Nefis için (diyet olarak) yüz deve, burun tamamiyIe
koparılacak olursa diyet-i kâmile, me'mûme (denen ve beyin zarına kadar ulaşan yara) için
diyetin üçte biri, câife (denen karın veya başın boşluğuna ulaşan yara) için de bunun kadar;
göz için elli, ayak için de elli, vücudda bulunan her parmak için on deve, her diş için beş,
müzıha (denen ve kemiğe ulaşan yara) için beş deve (lik diyet vardır)."
Muvatta, Ukül 1, (2, 849); Nesâi, Kasâme 44, (8, 57, 60).
Nesâi'nin bir rivâyetinde şu ibâre yer alır: "Nefis için diyet-i kâmile; burun tamamen
koparılmış ise diyet-i kâmile, dil için diyet-i kâmile, iki dudak için diyet-i kâmile, sulb (bel
kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile iki yumurta (husye) için diyet-i
kâmile, zeker (erkek tenâsül uzvu) için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin
kamburlaşması) için diyet-i kâmile, iki göz için diyet-i kâmile, bir ayak için diyet-i kâmilenin
yarısı, me'müme (beyin zarına ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, câife (baş veya
karın boşluğuna ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, münekkile (küçük kemik çıkan
yara) için on beş deve, el veya ayak parmaklarından her biri için on deve, (her bir) diş için beş
deve, müzıha (kemiğe ulaşan yara) için beş deve (diyet olarak verilir). Erkek, kadına karşı
öldürülür, altını olanlardan (diyet-i kâmile olarak) bin dinar alınır."
1891 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hatanın diyetini, köylerde yaşayanlar için dört yüz dinar olarak veya
buna denk kıymette gümüş olarak değerlendirir, bunu da develerin fıyatlarını esas alarak
tesbit ederdi. (Söz gelimi) develer pahalanınca (diyetin dinar ve dirhem miktarında)
yükseltme yapar, develerin kıymeti düşünce de (diyetin dinar ve dirhem miktarında) indirme
yapardı. (Hatâen işlenince cinayetlerin diyeti Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında
dört yüz dinarla sekiz yüz dinar arasına ulaştı. Bunun gümüş nev'inden muadili sekiz bin
dirhem idi. Sığır besleyenlere (diyet olarak) iki yüz sığır hükmetti. Diyetini davar cinsinden
vermek isteyene iki bin davara hükmetmiştir. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Diyet, öldürülenin vârisleri arasında yakınlık derecelerine göre, (yani Kur'an'da belirtiIen
nisbet üzere, diğer tereke malları gibi) taksim edilir. (Ashâbu'I-feraiz'den) artan olursa asabe
(denen akraba)ya geçer."
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzuvlar hakkında, daha önce geçtiği şekilde hükmetti."
Ebu Dâvud, Diyât 20, (4564); Nesâi, Kasâme 30, (8, 42, 43).
1892 - İbnu Abbâs hazretleri (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Parmaklar diyette eşit değerdedir. Dişler de aralarında eşittirler.
Köpek dişi, azı dişi eşittir. Bunlar öbürlerine diyet meselesinde denktirler."
Ebü Dâvud, Diyât 20, (4559, 4560, 4561).
1893 - Amr İbnu Şuàyb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor. "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit duran (bakar) kör gözün (cinâyet sebebiyle) kapanması
hâlinde, diyetinin, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti. Keza sakat elin kesilmesi
halinde, diyetinin normal diyetinin üçte biri kadar olacağına, siyahlaşmış dişin (cinâyet
sebebiyle) düşmesi halinde, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti."
Ebü Dâvud -bu rivâyetin sâdece gözle ilgili kısmını- önceki rivâyetin aynı bâbında), Nesâi'de
tam olarak tahric etmiştir.
CENİNİN DİYETİ
1894 - Ebü Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hüzeyl kabilesinden iki kadın
birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerine bir taş atarak kadını da, karnındaki yavruyu da
öldürdü. Dâva Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e geldi. Efendimiz, ceninin diyetini bir
gurre olarak hükme bağladı. Gurre kadın veya erkek bir köle demektir."
Ebü Dâvud'un bir rivâyetinde şu ziyâde vardır: ".. veya katır veya ata hükmetti. Kadının
diyetini âkilesi üzerine hükmetti. Kadına çocukları ve onlarla birlikte olanlar varis oldular."
Buhâri, Diyât 25, Tıbb 46, Ferâiz 11; Müslim, Kasame 34, (1681); Muvatta, Ukül 5, (2, 855);
Tirmizi, Diyât 15, (1410); Ebü Dâvud, Diyât 21, (4568,4580); Nesâi, Kasâme 37, (8, 47, 48).
DİYETİN KIYMETİ
1895 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) zamanında diyet-i kâmilenin kıymeti sekiz bin dirhem idi. Ehli
Kitab'ın diyeti de o gün, Müslümanların diyetinin yarısına denkti. Bu durum Hz. Ömer
(radıyallâhu anh)'ın halife olmasına kadar devam etti. Halife olunca bir hutbesinde "Artık
deve pahalandı" dedi ve diyeti altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine on iki bin
dirhem, sığır sahiplerine iki yüz sığır, davar sahiplerine iki bin koyun, elbise sahiplerine de iki
yüz takım elbise olarak tesbit etti. Ehl-i zimmetin diyetini, (Hz. Peygamber devrinde ne
idiyse) olduğu gibi bıraktı, hiçbir yükseltme yapmadı."
Ebü Dâvud, Diyât 18, (4542).
DİYETLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER
1896 - Ziyâd İbnu Sa'd İbni Dumeyre es-Sülemİ an ebihi an ceddihİ (radıyallâhu anh) -ki
bunlar (Sa'd ve Dumeyre) Resülullah (Aleyhisslâtu vesselâm) ile birlikte Huneyn'e
katılmışlardı- anlatıyor: "Muhallem İbnu Cessâme el-Leysi, Müslüman olduktan sonra Eşca'
kabilesinden birisini öldürmüştü. Bu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hüküm
verdiği ilk diyet vak'ası oldu. Uyeyne öldürülen Eşcai'nin katli hususunda ileri geri konuştu.
Çünkü (Uyeyne) kendisi de Gatafanlı idi. Akra İbnu Hâbis de Muhallem'in taraftarı (olarak
müdâfaa için) konuştu, çünkü o da Hındef'ten idi. Derken (münakaşa ilerledi) sesler
yükselmeye başladı, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
müdâhale ederek, "Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?" diye sordu.
"Hayır! Vallahi harb ve ızdırabtan benim kadınlarıma ulaştırılan, onun kadınlarına
ulaşmadıkça kabul etmiyorum!" cevabını verdi. Sonra bağırmalar yükseldi, tartışma ve
bağırıp çağırmalar arttı. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) tekrar araya girip: "Ey Uyeyne,
diyet kabul etmez misin?" dedi. Uyeyne önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bu hal, Beni
Leys'ten üzerinde silâh ve elinde de deriden mâmul bir kalkan bulunan Mukeytil adında
birinin kalkıp, "Ey Allahın Resülü! Bunun (Muhallem'in) İslâm'ın başında yaptığı şu cinâyete
misal olarak, su içmek üzere havuzun başına koşan koyun sürüsünü gösterebileceğim.
Sürünün ilk gelenlerine (öldürülmek veya uzaklaştırılmak üzere taş veya ok) atılır, arkadan
gelenler de korkarak kaçarlar. Bugün hüküm koy yarın değiştir!" demesine kadar devam etti.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine (Muhallem'e dönüp) hemen şu hükmü
verdi.
"Derhal huzurumuzda elli deve vereceksin, elli deve de Medine'ye dönüşümüzde vereceksin!"
Bu vak'a Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın seferlerinin birinde cereyan etmişti. Muhallem
uzun boylu, esmer birisi idi, cemaatin kenarında bulunuyordu. O ölümden kurtuluncaya kadar
halk oradan ayrılmadı. Resülullah'ın (bu nihâi hükmünden sonra) önüne, iki gözünden de
yaşlar akar vaziyette oturdu ve:
"Ey Allah'ın Resülü! Ben size ulaşan cinâyeti işlemiş bulunuyorum. Ben Allah'a tevbe ettim.
Sen de benim için ey Allah'ın Resülü, Allah'tan mağrifet dileyiver!" dedi. Resülullah
(aleyhissalâtu vesselam) yüksek sesle:
"Sen onu İslàm'ın başında silahınla mı öldürdün! Allah'ım, Muhallem'i mağrifet etme!" dedi.
Ebu Seleme şu ilavede bulunur: "Muhallem göz yaşlarını ridasının ucuyla silerek kalktı."
İbnu İshâk der ki: "Muhallem'in kavmi, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın daha sonra
onun için Allah'a istiğfar ediverdiğine inanıyorlardı."
Ebü Dâvud, Diyât 8, (4503).
1897 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Diyet aldıktan sonra (kâtili) öldüren kimseyi asla affetmem."
Ebü Dâvud, Diyât 5, (4507).
1898 - Amr İbnu Şuayb'ın rivâyetine göre: "Beni Müdlic'ten Katâde adında bir adam, oğluna
bir kılıç fırlattı. O da bacağına isâbet etti. Yaradan fasılasız kan kaybı oldu ve oğlan öldü.
Sürâka İbnu Cu'şum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'e gelip durumu haber verdi. Hz. Ömer:
"Kudeyd suyuna yüz yirmi deve hazırla, ben oraya geleceğim" dedi. Ömer (radıyallâhu anh)
oraya gelince bu develerden otuz hıkka (dört yaşına giren dişi deve), otuz cezea (beş yaşına
girmiş dişi deve) ve kırk halife (hâmile deve) aldı. Ve sordu:
"Maktülün kardeşi nerede?"
"İşte benim!" dedi.
"Al bunları! Zira Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştu: "Katile (ne
diyetten, ne mirastan) hiç bir hisse yoktur."
Muvatta, Ukül 10, (2, 867).
1899 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Huzeyl kabilesinden iki kadın, biri diğerini
öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin kocası ve birer oğlu vardı. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) efendimiz maktülenin diyetini ödeme işini, kâtilenin (öldüren kadının) âkilesine
yükledi, kocasını ve oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Çünkü bu ikisi Huzeyl'den değillerdi.
Maktülenin âkilesi, "ölenin mirası da bize aittir" dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Hayır! Mirası, kocasına ve oğluna aittir!" buyurdu."
Ebü Dâvud, Diyât 21, (4575).
1900 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) Ebü Cehm
İbnu Huzeyfe'yi zekât tahsildarı olarak gönderdi. Adamın biri sadaka ödeme meselesinde
onunla inatlaştı. Ebü Cehm (radıyallahu anh) de adama vurup başından yaraladı. Hemen Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip:
"Ey Allah'ın Resülü, kısas istiyoruz" dediler. Resülullah onlara:
"Size şu şu miktir diyet vereyim!" dedi ise de razı olmadılar. Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) miktarını daha da artırarak:
"Size şu şu miktar diyet vereyim" dedi. Onlar yine râzı olmadı. Hz. Peygamber (daha da
artırarak):
"Size şu şu kadar diyet vereyim" dedi. Bu sefer râzı oldular.
Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
"Ben bu akşam halka konuşup, onlara râzı olduğunuzu bildireceğim!" dedi. "Pekâla" dediler.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hitabesinde:
"Bu Leysliler bana kısas talebiyle geldiler. Ben onlara (kısasa bedel) şu şu miktar diyet teklif
ettim, onlar da râzı oldular, siz de râzı mısınız?" diye sordu. Fakat berikiler:
"Hayır, râzı değiliz!" dediler. Mühâcirün onlara kızıp üzerlerine yürüdü. Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlara dokunmamalarını emretti, Muhacirun da ileri gitmekten
vazgeçti. Sonra onları çağırıp, onlara verdiğini artırdı ve sordu:
"Râzı oldunuz mu?"
"Evet" dediler. Resülullah tekrar:
"Ben halka hitap edip, razı olduğunuzu bildireceğim" dedi. Onlar: "Pekâla?" dediler.
Resülullah halkı çağırarak:
"Râzı mısın?" diye sordu.
"Evet râzıyız!" dediler."
Ebü Dâvud, Diyât 13, (4534); Nesâi, Kasâme 24, (8, 35).
1901 - Hilâl İbnu Sirâc İbni Müccâa an ebihi an ceddihi tarikinden anlattığına göre: "(Ceddi
Müccâa) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek Beni Zühl kabilesine mensup
Benü Sedüs tarafından öldürülmüş olan kardeşinin diyetini taleb etti. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ona:
"Eğer ben bir müşrik için diyete hükmetseydim kardeşin için hükmederdim. Fakat ben sana
(diyet değil, bunun yerini tutacak) bir bedel vereyim" dedi ve ona, aleyhissalâtu vesselâm,
Beni Zühl müşriklerinden elde edilecek ilk humustan yüz deve vereceğine dâir (senet) yazdı.
(Müccâa bu yüz deveden) bir miktarını almıştı. (Tamanını almadan) Beni Zühl kabilesi
Müslüman oldu. Bilâhare Müccâa geri kalan develeri Hz. Ebü Bekr (radıyallâhu anh)'den
taleb etmek üzere, ona geldi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın borç senedini gösterdi.
Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) kendisine Yemâme'den gelecek zekattan ödenmek üzere on
iki bin sa', yani dört bin sa' buğday, dört bin sa' arpa, dört bin sa' hurma yazdı. Resülullah'ın
verdiği yazıda (borç senedinde) şunlar yazılıydı: "Bismillahirrahmanirrahim. Bu Peygamber
Muhammed (aleyhissalâtu vesselam)'den Beni Süleymli Müccaa İbnu Mürâre'ye (verilmiş bir
borç) senedidir. Ben kendisine (öldürülen) kardeşine bedel olarak, Beni Zülh müşriklerinden
gelecek ilk humustan yüz deve vereceğim."
Ebü Davud, Harac 20, (2990).
1902 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) her
kabileye bir diyet yazdı. Hiçbir âzadlıya kendini âzad edenden başka bir Müslümanı kendine
mevla ittihaz etmesi, asıl âzad edenin izni olmadan helâl değildir."
Nesâi, Kasâme 38, (8, 52).
1903 - İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Diyete iştirakte) tatbikat (sünnet) şöyledir:
Âkile âmden yapılan öldürmelerin diyetine (huküken) iştirak etmez. Gönül rızasıyla ederse o
başka. Keza, âkileye az da olsa çok da olsa kölenin bedelinden yüklenmez. Kölenin bedeli, ne
miktara baliğ olursa olsun, ona, malı olarak tasarruf edenedir. Çünkü o, şu hadise binâen
ticaret mallarından bir ticaret malıdır: Amden öldürenin diyetine sulhen tesbit edilen diyete;
itiraf yoluyla sübüt bulan cinayete terettüp eden (diyete); işlenen bir cinâyete terettüp eden
erş'e (diyete) ve kölenin bedeline âkile iştirak etmez, kendi arzusu ile iştirak ederse o başka."
(Kezâ bir başka) tatbikat dahi şöyledir: "Kişi hatâen hanımını yaralarsa, diyet öder, fakat kısas
yapılmaz. Ancak kadına âmden ulaşan (kötülüğü sebebiyle) kısas yapılır."
Bana ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) buyurmuştur ki:
"Kadın, nefsinin üçte birine ulaşan ve aşan yaralamalar âmden olduğu takdirde, erkekten kısas
isteyebilir."
Rezin ilavesidir.
1904 - Tarık İbnu Şihab (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Büzâha heyeti Hz. Ebü Bekir es-Sıddik
(radıyallâhu anh)'agelip sulh istediler. Hz. Ebü Bekir onları yerlerinden yurtlarından edecek
harp ile, rezil rüsvay edecek sulh arasında mühayyer bıraktı. Heyet mensupları:
"Yerden yurttan edeceği (mücliyyeyi) anladık, rezil-rüsvay edecek (muhziye) ne demektir?"
diye sordular.
"Sizden silahları ve binekleri alacağız. Sizin mal ve mülkünüzden elimize geçenleri ganimet
yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi bize iade edeceksiniz, bizden öldürdüklerinizin
(diyetini) borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik olacak (onlar için herhangi. bir
ödeme yapmayacağız). Allah Resülü'nün halifesine ve muhâcirlerine sizi mazur kılmalarına
sebep olacak bir durum (iyi hal) gösterinceye kadar kabileleri, develerin peşini takib etmeye
bırakacak (onlara karışmayacak)sınız."
Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) bu söylediklerini heyet mensuplarına teklif olarak arzetti. Hz.
Ömer (radıyallahu anh) söz alıp şunu söyledi: "Bahsettiğin "yerden -yurttan edecek savaş ve
rezil- rüsvay edecek sulh" sözün var ya! Ne güzel de söyledin. Ya şu, "Sizden ele
geçirdiklerimizi ganimet yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi iade edeceksiniz!" sözün var
ya! Ne güzel söyledin. "Bizden öldürdükleriniz için borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz
cehennemlik" sözüne gelince, bizim ölülerimiz Allah'ın emri üzerine savaştılar ve
öldürüldüler, onların ecirleri Allah'ın üzerinedir, onlar için diyet yoktur."
Heyet, Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in söylediği şartlar üzere beyat yaptı.
Derim ki: Bu rivâyeti tam olarak Şerefüddin el-Bârizi zikretti. Rivayeti tahric edene nisbet
etmedi. Bu rivâyeti Câmiul Kebir müellifi zikretmedi.
Ancak Buhâri, rivayetten sadece Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh)'in şu sözünü kaydetti:
"A!lah Resülü'nün halifesine ve Muhâcirlere sizi mâzur kılmalarına sebep olacak bir durum
gösterinceye kadar kabileleri develerin peşini tâkib etmeye bırakacak, (onlara
karışmayacak)sınız." Bu kısım Kitâbu'l Ahkâm'ın sonunda senetsiz olarak mevcuttur, gerisi
yoktur.
MÜSLÜMANI ZULMEN ÖLDÜREN
6770 - Ukbe İbnu Âmir el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Kim hiçbir şirk koşmadan ve haram bir kana da bulaşmadan Allah'a
kavuşursa (önünde sonunda) cennete girecektir."
6771 - Bera İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah Teâla nezdinde, bir mü'minin haksız yere
öldürülmesinden daha ehvendir" buyurdular."
6772 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir mü'mini öldürmeye yarım kelime kadar yardım etse, iki gözün
arasına "Allah'ın rahmetinden ümidsizdir" yazılı olduğu halde Allah Teâla hazretlerinin
huzuruna çıkacaktır."
KISAS NEREDE YOK?
6773 - Câriye İbnu Zafar radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam bir başkasının ön kolunu bir
kılıç vurarak mafsal olmayan bir yerden koparıp attı. Kolu koparılan adam Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a müracaatla kolunu kesenden hakkını almasını istedi. Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm kolu kesilene diyet ödemeyi emretti. Adam: "Ey Allah'ın Resülü! Ben
kısas istiyorum" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Diyetini al, Allah diyeti hakkında mübarek
kılacaktır" buyurdular ve kısasa hükmetmediler."
6774 - Abbâs İbnu Abdilmuttalib anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ne me'mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, ne câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara)da, ne de
münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara)da kısas vardır. (Yani başkasını bu çeşit
yaralarla yaralayan kimseye kısas uygulanmaz, diyet alınır)."
KÂFİRİN DİYETİ
6775 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalâtu vesselâm, ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların diyetinin müslümanların
diyetinin yarısı olduğuna hükmetti."
KATİL MAKTULE VARİS OLAMAZ
6776 - Amr İbnu Şuayb anlatıyor: "Benî Mudlic'ten bir adam oğlunu öldürmüştü. Hz. Ömer
ondan (diyet olarak) yüz deve aldı. Otuz hıkka (beş yaşına basmış dişi deve), otuz ceze'a (dört
yaşına basmış dişi deve) ve kırk da halifa (hamile deve). Sonra: "Maktül'ün kardeşi nerededir?
Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan: "Kâtile (maktulün malından) vâris olma hakkı
yoktur" dediğini işittim" dedi."
DİŞİN DİYETİ
6777 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir diş
için diyet olarak beş deveye hükmetti."
PARMAKLARIN DİYETİ
6778 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Parmakların hepsi diyette eşittirler. Herbirine onar
deve diyet vardır."
HÜR, KÖLEYE KARŞI ÖLDÜRÜLÜR MÜ?
6779 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam kölesini
kasten ve taammüden öldürdü. Resülullah aleyhissalâtu vesselam adama yüz sopa ile celde
tatbik etti ve bir yıl da sürgüne gönderdi ve müslümanların hisselerinin) içinden onun
hissesini sildi."
KISAS KILIÇLA YAPILIR
6780 - Nu'man İbnu Beşir ve Ebu Bekre radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Kısas (cezası) ancak kılıçla icra edilir."
HERKES KENDİ CİNAYETİNDEN SORUMLU
6781 - Tarık el Muharibi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar kollarını kaldırıp şöyle dediğini işittim: "Bilesiniz
hiçbir anne oğlunun günahından sorumlu tutulmaz, bilesiniz hiçbir anne oğlunun günahından
sorumlu tutulmaz."
6782 - Haşhâş el-Anberi radıyallahu anh anlatıyor: "Beraberimde oğlum olduğıı halde
Resûlullah aleyhissalatu vesselam'a gelmiştim. Bilvesile: "Sen oğlunun günahından sorumlu
tutulmazsın, o da senin günahından sorumlu tutulmaz" buyurdular."
6783 - Üsame İbnu Şerik anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Hiç
kimse başka birinin günahından mesul olmaz."
HEDER OLAN (TAZMİN EDİLMEYEN) ZARARLAR
6784 - Amr İbnu Avf anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam: "Acma (yani dilsiz
hayvan)ın verdiği zarar hederdir. Maden ocağında uğranılan zarar da hederdir" buyurdular."
6785 - Ubâde İbnu's-Sâmit anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle hükmetti:
"Madende uğranılan zarar hederdir, kuyunun sebep olduğu zarar hederdir, dilsizin (hayvanın)
sebep olduğu zarar hederdir."
Acma: Deve, sığır, davar (koyun-keçi) ve başka hayvan mânasınadır. Cübâr tazmini olmayan,
ödettirilmeyen zarardır, heder de denir.
KASÂME
6786 - Amr İbnu Şuâyb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Mes'ud'un oğulları
Huvayyısâ ve Muhayyısa ile Sehl'in oğulları Abdullah ve Abdurrahmân Hayber'den yiyecek
temin etmek maksadıyla (Medine'den) çıkıp gittiler. Orada Abdullah'a saldırıp öldürdüler.
Durum Resülullah aleyhissalâtu vesselam'a haber verilmişti. "(Abdullah'ın arkadaşlarına:
"Onun Hayber yahudileri tarafından öldürüldüğüne yemin ederseniz diyete) müstehak
olursunuz!" buyurdular. Onlar: "Ey Allah'ın Resülü! Görmediğimiz şey hususunda nasıl
yemin edelim!" dediler. Aleyhissalâtu vesselam: "Öyle ise yahudiler yemin ederek isnat
ettiğiniz suçtan berâet ederler" buyurdu. Onlar: "Ey Allah'ın Resulü! (Yahudiler, yemin
etmekle berâet edebilince) bizi öldürürler" dediler. Neticede maktulün diyetini, Aleyhissalâtu
vesselâm kendi nezdinden karşıladı."
MÜSLE YAPILAN KÖLE HÜRDÜR
6787 - Zinba (Ebu Ravh) radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanına gelmişti. Aleyhissalatu vesselam, onun kölesini hadımlaştırdığını
öğrenince, köleyi müsle (işkence) sebebiyle âzâd etti."
EMAN VERDİKTEN SONRA ÖLDÜREN
6788 - Rıfâ'a İbnu Şeddâd el-Fityâni demiştir ki: "Şayet Amr İbnu'I-Hamık el-Huzâ'i'den
işittiğim bir kelam (hadis) olmasaydı ben Muhtâr'ın başı ile cesedini (ayırıp) arasında
yürürdüm. Ondan, Aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Kim bir kimsenin kanına emân verir ve sonra
da öldürürse o kimse Kıyamet günü zulüm bayrağını taşır" buyurmuş olduğunu işittim."
DUANIN FAZİLETİ VE VAKTİ
________________________________________
1722 - Nu'man İbnu Beşîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Dua ibadetin kendisidir" buyurdular ve sonra şu âyeti okudular. (Meâlen): "Rabbiniz: ''Bana
dua edin ki size icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak
cehenneme gireceklerdir" buyurdu." (Gâfır 60).
Tirmizî, Tefsir, Gâfir, (2973); Ebû Dâvud, Salât 358, (1479). Metin Tirmizî'ye aittir.
1723 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kaıları açılmış demektir. Allah'a taleb
edilen (dünyevî şeylerden) Allah'ın en çok sevdiği afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her
çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek
gerekir. "
Tirmizî, Daavât 112, (3542).
1724 - Ubâde İbn's-Sâmit (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Yeryüzünde, mâsiyet veya sıla-i rahmi koparıcı olmamak kaydıyla Allah'tan
bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun
mislince bir günahı affetmek suretiyle icabet etmesin. "
Tirmizî, Daavât 126, (3568).
1725 - Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), (bir
gün) sordu:
"En hayırlı olan ve derecenizi en ziyade artıran, melîkinizin yanında en temiz, sizin için
gümüş ve altın paralar bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanız
veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan amelinizin hangisi olduğunu
haber vereyim mi ?"
"Evet! Ey Allah'ın Resûlü!" dediler.
"Allah'ın zikridir!" buyurdu.
Tirmizî, Daavat 6, (3374); Muvatta, Kur'ân 24.
1726 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Allahu Teâlâ hazretleri şöyle seslenir: "Beni bir gün zikreden veya bir makamda benden
korkan kimseyi ateşten çıkarın!"
Tirmizî, Cehennem 9, (2597).
1727 - Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Akşamdan (abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp
Allah'tan dünya ve âhiret için hàyır taleb eden hiç kimse yoktur ki Allah dilediğini vermesin."
Ebû Dâvud, Edeb 105, (5042).
1728 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Bir kimse evine veya yatağına gir'ince hemen bir melek ve bir şeytan alelacele gelirler.
Melek:
"Hayırla aç!" der. Şeytan da:
"Şerle aç!" der.
Adam, şayet (o sırada) Allah'ı zikrederse melek Şeytanı kovar ve onu korumaya başlar. Adam
uykusundan uyanınca, melek ve şeytan aynı şeyi yine söylerler. Adam, şayet: "Nefsimi,
ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda öldürmeyen Allah hamdolsun. İzniyle
yedi semayı arzın üzerine düşmekten alıkoyan Allah'a hamdolsun"dese bu kimse yatağından
düşüp ölse şehit olur, kalkıp namaz kılsa faziletler içinde namaz kılmış olur."
Rezîn ilâvesidir.
1729 - Hz.Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte
oturmam, bana İsmâil'in oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı
zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi âzad
etmemden daha sevgili gelir."
Ebû Dâvud, İlm 13, (3667).
1730 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve;
"Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim
bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der. "
Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle: "Allahu Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar
mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der:
"Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?"
Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13, Müslim,Salâtu'1-Müsâfırin 166, (758); Muvatta,
Kur'ân 30, (1,214); Tirmizî, Daavât 80, (3493); Ebû Dâvud, Salât 311, (1315).
1731 - Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Derdi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! En ziyade
dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua hangisidir?"
"Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!" diye cevap
verdi."
Tirmizî, Daavât 80.
1732 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Ezanla kaamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.)"
"Öyleyse, dendi, "ey Allah'ın Resûlü, nasıl dua edelim?"
"Allah'tan, dedi, dünya ve âhiret için âfıyet isteyin!"
Ebû Dâvud, Salât 35, (521); Tirmizî, Salât 46, (216), Daavât 138, (3588, 3589).
1733 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İki şey vardır, asla reddedilmezler: Ezan esnasında yapılan dua ile, insanlar birbirine
girdikleri savaş sırasında yapılan dua."
Muvatta, Nidâ 7, (1, 70); Ebû Dâvud, Cihâd 41, (2540).
1734 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın."
Müslim, Salât 215, (482); Ebû Dâvud, Salât 152, (875).
1735 - Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
anlatıyor:
"(Allah'ın kabul ettiği) üç müstecab dua vardır, bunların icâbete mazhariyetleri hususunda hiç
bir şekk yoktur. Mazlumun duası, müsâfirin duası, babanın evladına duası."
Tirmizî, Birr 7, (1906); Cennet 2, (2528), Daavât 139, (3592); Ebû Dâvud, Salât 364, (1536);
İbnu Mâce, Dua 11, (3862).
1736 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"İcâbete mazhar olmada gâib kimsenin gâib kimse hakkında yaptığı duadan daha sür'atli olanı
yoktur."
Tirmizî, Birr 50, (1981), Ebû Dâvud, Salât 364, (1535); Müslim, Zikr 88, (2733); Buhârî,
Mezâlim 9.
DUA EDENİN HEY'ETİ (DIŞ GÖRÜNÜŞÜ)
1737 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Duvaları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe
bakmış gibi olur. Allah'tan avuçlarımızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin; duayı
tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün."
Ebû Dâvud, Salât 358, (1489,1490,1491).
1738 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken
ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm."
Buhârî, İstiska 21.
1739 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini dua
ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı."
Tirmizî, Daavât 11, (3383).
1740 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Birle! Birle!" diye müdâhale etti."
Tirmizî, Daavât 117, (3552); Nesâî, Sehv 37, (3, 38).
1741 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis
şöyle gördüm" dedi ve baş ve orta parmaklarını kapayıp şehâdet parmağını açmış vaziyette
işaret etti."
Ebû Dâvud, Salât 230, (1105).
1742 - Hz. Selmân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Rabbiniz hayiydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini
boş çevirmekten istihya eder."
Tirmizî, Daavât 118, (3551); Ebû Dâvud, Salât 358, (1488).
1743 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulla: (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah'a duayı, size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah celle şânuhu
(bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul
etmez."
Tirmizî, Daavât 66.(3474.)
DUANIN KEYFİYETİ
1744 - Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e salat ve selam
okumadığını görmüştü. Hemen:
"Bu kimse acele etti" buyurdu. Sonra adamı çağırıp:
"Biriniz dua ederken, Allahu Teâlâ'ya hamd u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e salât okusun, sonra da dilediğini istesin" buyurdu."
Tirmizî, Daavat 66,(3473, 3475); Ebû Dâvud, Salât 358, (1481); Nesâî, Sehv 48, (3, 44).
1745 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Dua sema ile arz arasında durur. Bana salat okunmadıkça, Allah'a yükselmez. (Beni
hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve
sonunda salât okuyun.)"
Tirmizî, Salât 352, (486).
Tirmizî, bunu Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e mevkuf olarak rivayet etmiştir. Rezîn ise merfu
olarak rivayet etmiştir.
1746 - Hz. İbnu. Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.
Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum.
(Namazı bitirip) oturunca, Allah'a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a salât okuyarak devam ettim. Sanra kendim. için duada bulundum.
(Bu tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygaınber (aleyhissalâtu vesselâm);
"İşte!.İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor'' dedi."
Tirmizî, Cum'a 64, (593).
1747 - Hz. Übeyy İbnu Ka'b (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua ederek başlardı."
Tirmizî, Daavât, 10, (3382).
1748 - Ebû Müsabbih el-Makrâî, Ebû Züheyr en-Nümeyrî (radıyallahu anh)'den naklen
anlatıyor: "Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber çıktık., Derken bir adama
rastlatdık. Sual (ve Allah'tan talep) hususunda çok ısrarlı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onu dinlemek üzere durakladı. Ve:
"Eğer (duayı) sonlandırırsa vâcib oldu!" buyurdu. Kendisine:
"Ne ile sonlandırırsa ey Allah'ın Resûlü!" denildi.
"Amin ile" dedi, uzaklaştı. Adama:
"Ey fülan! duanı âminle tamamla ve de gözün aydın olsun!" dedi."
Ebû Dâvud, Salât 172, (938).
1749 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Sizden biri dua edince "Ya Rabb! Dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!"
demesin. Bilâkis, azimle (kesin bir üslubla) istesin, zira Allah Teâlâ Hazretleri'ni kimse icbâr
edemez. "
Buhârî, Daavât 21, Tevhîd 31; Müslim, Zikr 7, (2678-79); Muvatta, Kur'an 28 (1, 213);
Tirmizî, Daavât 79 (3492); Ebû Dâvud, Salât 358, (1483); İbnu Mâce, Dua 8, (3854).
1750 - Ebû Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk
(yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) (müdahele ederek):
"Nefislerinize karşı merhametli olun. Zîra sizler, sağır birisine hitàb etmiyorsunuz,
muhâtabınız gâib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zât'a, Allah'a
hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birirıize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi."
Buhârî, Daavât 50, 67, Cihâd 131, Meğâzî 38, Kader 7, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44,
(2704);Tirmizî, Daavât 3, 59, (3371, 3457); Ebû Dâvud, Salât 361. (1526,1527.1528).
1751 - Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir
kimsenin: "Ya Rabbi, senden nimetin kemâlini taleb ediyorum" dediğini işitmişti. Sordu:
"Nimetin kemâli nedir?"
"Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümîd ettim" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)
"Sordum, zîra, nimetin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır" dedi. Bir başkasının da
şöyle dediğini işitti:
"Ey celâl ve ikrâb sâhibi Rabbim!" hemen şunu söyledi:
"Duana icâbet edilmiştir, (ne arzu ediyorsan) durma iste" Derken ,bir başkasının:
"Ya Rabbi senden sabır istiyorum!" dediğini işitmişti, ona da: "Allah'tan bela istedin, afiyet de
iste!" dedi.
Tirmizî, Daavât 99, (3524).
1752 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) özlü
duaları tercih eder, diğerlerini bırakırdı."
Ebû Dâvud, Salât 358, (1482).
1753 - Hz. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı."
Ebû Dâvud, Salât 361, (1524).
MÜTEFERRİK HADİSLER
1754 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyudular ki: "Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle
diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi."
Buhârî, Daavât 22; Mislim, Zikr 92, (2735); Muvatta, Kur'an 29 (1, 213); Tirmizî, Daavât
145, (3602, 3603); Ebû Dâvud, Salât 358, (1484).
Müslim'in diğer bir rivâyeti şöyledir: "Kul, günah taleb etmedikçe veya sıla-i rahmin
kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder."
Tirmizî'nin bir diğer rivâyetinde şöyledir: "Allah'a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu
icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından
hafifletilmek süretiyle olur, yeter ki günah taleb etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını
istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun."
1755 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Nefslerinizin aleyhine dua etmeyin, çocuklarınızın aleyhine de dua etmeyin,
hizmetçilerinizin aleyhine de dua etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki,
Allah'ın duaları kabul ettiyi saate rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir."
Ebû Dâvud, Salât 362.(1532).
1756 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına
varıncaya kadar istesin."
Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).
1757 - Ebû Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri kendisinden istemeyene gadap eder."
Tirmizî, Daavât 3, (3370); İbnu Mâce, Dua 1, (3827).
1758 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâla Hazretleri'nin fazlından isteyin. Zira Allah,
kendisinden istenmesini sever. İbadetin en efdali de (dua edip) kurtuluşu beklemektir."
Tirmizî, Daavât 126 (3566).
1759 - Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kadın: "Ey Allah'ın Resûlü, bana ve kocama
dud ediver!" diye ricada bulunmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:
"Allah sana da, kocana da rahmet etsin!" diye dua buyurdu."
Ebû Dâvud, Salât 363, (1533).
1760 - Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü'min yoktur ki melek de: "Bir misli
de sana olsun" demesin."
Müslim, Zikr 86, 88, (2732, 2783); Ebû Dâvud, Salât 364, (1534).
Ebû Dâvud'un rivâyetinde şu ziyâde vardır: "Melekler: "Âmin, bir misli de sana olsun!"
derler."
1761 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Her kim, kendine zulmedene beddua ederse, ondan intikamını (dünyada) almış olur."
Tirmizî, Daavât 115, (3547).
İSM-İ ÂZAM VE ESMÂ-İ HÜSNA DUALARI
1762 - Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir
adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep
ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye
ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur."
Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzàmı adına talepte
bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla
talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir. "
Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât 358, (1493).
1763 - Mihcen İbnu'l-Edra' (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir adamın: "Ey Allah'ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de
olmayan Allah adıy-la senden istiyorum. Günahlarımı mağfıret et, sen Gafürsun, Râhimsin!"
dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:
"O mağfiret edildi. O mağfıret edildi. O mağfiret edildi!"
Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).
1764 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım,
hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın
celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyümsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.)
Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!"
(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:
"Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir`?"
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Âzam'ı ile dua etti. O
İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir."
Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).
1765 - Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın İsm-i Âzam'ı şu iki âyettedir:
1- "İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir." (Bakara 163).
2- Âl-i İmrân süresinin baş kısmı: Elif Lâm-Mim. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, O
Hayy ve Kayyümdur" (Âl-i İmrân 1-3).
Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65, (3472).
1766 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah
tektir, teki sever."
Bir rivâyette: "Kim o isimleri sayarsa cenntete girer" buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla
tahric etmiştir. Müslim'de "tek" kelimesi yoktur.
Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).
Tirmizî'nin rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Allah'ın isimlerini şöyle yazdı:
"O Allah ki O'nda başka ilâh yoktur. Rahman'dır. Rahim'dir. E1-Meliku'l-Kuddûsu, es-
Selâmu, el-Mü'minu, el-Müheyminu, el-Azîzu, el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-
Bâriu, el-Musavviru, el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu,
el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu, es-Semîu, el-Basîru, el-
Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru, el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu,
eI-Kebîru, el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu, el-Mucîbu, el-
Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu, eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-
Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu, el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-
Mümîtu, el-Hayyu, el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu, el-
Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru, el-Bâtinu, el-Vâli, el-
Müte'âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu, el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku'l-Mülki, Zü'l-
Celâli ve'l-İkrâm, el-Muksitu, el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni', ed-Dârru, en-
Nâfiu,en-Nûru, el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu es-Sâbüru."
İsimleri bu şekilde, sâdece Tirmizî saymıştır.
ALLAH'IN GÜZEL İSİMLERİNİN ŞERHİ
1767 - El - Kuddûs: Ayıplardan temiz demektir.
es-Selâm: Selâm sahibi‚ yani herçeşit ayıptan selâmette‚her türlü âfetten berî demektir.
el-Mü’min: Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan imandan gelir.
Yahut‚ kıyamet günü kullarına‚ azabına karşı garanti veren‚ güven veren demektir‚ bu mâna
emân’dan gelir.
el-Muheyyim: Şâhid olan (görüp güzeten) demektir. Emîn mânasına geldiği de söylenmiştir.
Aslı‚ müeymin’dir‚ ancak hemze‚ hâ’ya kalbolmuştur. Keza er-Rakîb ve el-Hafiz mânâsına
geldiği de söylenmiştir.
el-Azîzu: Kahreden‚ galebe çalan demektir. "İzzet"‚galebe çalmak mânasına gelir.
el Cebbâr: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan demektir. Bu
kelimenin‚ bütün mahlukâtının fevkinde yücedir mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Mütekebbir: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce‚ uzak mânasına gelir. Ayrıca "Mahlukâtından
büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına kalkanlara büyüklüyünü gösteren ve onlara
haddini bildiren mânasına geldiği de söylenmiştir.Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir:
"Mütekebbir" Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelmesinden gelir‚ tezyîfî bir mâna
taşıyan kibir kelimesinden gelmez.
el-Bârîu: Mahlukâtı‚ mevcut bir misâle bakmaksızın‚ yoktan‚ örneksiz olarak yaratan
mânasına gelir. Bu kelime‚ öncelikle hayvanlar için kullanılır‚ diğer mahluklar için pek
kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki mahlukât hakkında nâdiren kullanılır.
el-Müsavvir: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan" demektir. Tsvîr lügat olarak hat ve şekil
çizmek mânasına gelir.
el-Gaffâr: Kulların günahlarını tekrar tekrar affeden‚ mânasına gelir. Gafr kelimesi‚ aslında
setr (örtmek) ve kapatmak mânalarına gelir. Allah Teâla kullarının günahlarını affedici‚ onlar
için cezayı terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür.
el-Fettâh: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın (dâvalı-dâvacı)
arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: "Hâkim iki hasmın arasını fethetti" derler. Hükmetti,
çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih "Kullarına rızk ve
rahmet kapılarını açan", rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da gelir.
el-Kâbız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.
el-Bâsıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk,
hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır.
el-Hâfid: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları horlar ve değersiz kılar
demektir.
er-Râfi': Velîlerini, dostlarını yüeltir. Azîz kılar demektir. Böylece Allah, hem zelîl hem de
azîz kılıcı olmaktadır.
el-Hakem: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendis ne verilen, ona
gönderilen demek olur.
el-Adlu: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer
vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil makamında kullanılmıştır. Âdil'den
daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin kendisiyle isimlenmiştir.
el-Latîfu: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. "Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latîf"
mânasına geldiği de söylenmiştir.
el-Habîru: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.
el-Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan demektir.
eş-Şekûru: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren demektir. Allah'ın
kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul etmesidir.
el-Kebîru: Celâ1 (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.
el-Mukîtu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren mânasına geldiği de
söylenmiştir.
el-Hasîbu: el-Kâfi demektir. Muf'il mânasında fâildir, tıpkı mü'lim mânasında elim gibi,
hasîb'in muhâsib mânasında kullanıldığı da söylenmiştir.
er-Rakîbu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfîz (muhâfız) demektir.
el-Mucîbu: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.
el-Vâsiu: Zenginliği, bütün fakrlar bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir.
el-Vedûdu: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef'û1 mânasında feûl'dür. Allah Teâlâ
Mevdûd'dur. Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür.
Yani Allah Teâla sâlih kullarını sever, bu da "onlardan razı olur" demektir.
el-Mecîdu: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.
el-Bâisu: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir.
eş-Şehîdu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd aynı mânada
kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır.
Eşyayı müşahede edip her an görür.
el-Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.
el-Vekîlu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl edilmiş olanı
işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu hususta şu âyet hatırlanabilir: "(Dediler ki) Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir" (A1-i İmrân 173).
el-Kaviyyu: el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: "Kudreti ve kuvveti tam, O'nu hiçbir şey âciz
kılamaz" mânasına da gelir.
el-Metînu: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.
el-Veliyyu: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: "İşlerin kendisiyle yürüdüğü mütevelli,
yetimin velîsi gibi" diye de açıklanmıştır.
el-Hamîdu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef'ûl mânasında
fâildir.
el-Muhsî: İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan kimse
demektir.
el-Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.
el-Muîdu: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata iâde eden
kimse demektir.
el-Vâcidu: Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide kökünden
gelir.
el-Vâhidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd'dir. Ayrıca, şerik ve
arkadaşı olmayan kimse mânas da mevcuttur.
El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad, kendisiyle bir başka
adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de
müennestir. "Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır."
Vâhid'e gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: "Bana halktan biri (vahid) geldi" denir
ama, "Bana haktan kimse (ahad) geldi" denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir
mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir.
Öyle ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.
es-Samedu: İhtiyaçlarını temin etmek üzere, halkın kendisine başvurduğu efendidir. Yani
halkın kendisine yöneldiği kimsedir.
el-Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir'den daha öte bir güçlülük ifâde
eder.
el-Mukaddimu: Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.
el-Muahhiru: Eşyayı yerlerine te'hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa ona takdîm
eder, kim de te'hîre hak kazanırsa ona da te'hîr eder.
el-Evvelu: Bütün eşyadan önce var olan demektir.
el-Âhiru: Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak olan demektir.
ez-Zâhiru: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey demektir.
el-Bâtınu: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.
el-Vâlî: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.
el-Müteâli: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan
yüce ve âlî olan.
el-Berru: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli, şefkatli demektir.
el-Müntakimu: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden
müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun öfke ve nefret derecesine
ulaşmasıdır.
el-Afuvvu: Afv'dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle ise mâna:
"Günahları çokça bağışlayan" dcmek olur.
er-Raûfu: Katından gelen bir re'fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve şefkatli olan demektir.
Re'fetle rahmet arasındaki farka gelince; rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de
olabilir. Re'fet isteksiz olmaz, isteyerek olur.
Zü'l-Celâl: Celâl, celîl'in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet derecede büyüklük, azamet
demektir. Zü'l-Celâl büyüklük sahibi olan mânasına gelir.
el-Muksidu: Hükmünde âdil, demektir. Ef'àl babında adaletli oldu mânasına olan bu kelime,
sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim kasıt; cevreden, zâlim demektir.
el-Câmiu: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.
el-Mâniu: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir.
en-Nûru: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da hidâyetiyle irşâd eden
demektir.
el-Vârisu: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.
er-Reşîdu: Mahlukâta maslahatların gösteren demektir.
es-Sabûru: Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir müddet te'hîr
eden demektir. Allah'ın sıfatı olarak sabûr'un mânası halîm'in mânasına yakındır. Ancak ikisi
arasında şöyle bir fark vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler.
Ancak halîm sıfatıyla Allah'ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.
Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur, yücedir.
NAMAZ DUALARI
1768 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz
için tahrime tekbirini alınca kıraate geçmezden önce bir müddet süküt buyurmuştur. Ben:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki süküt
esnasında ne okuyorsunuz?" Bana şu cevabı verdi:
"Ey Allahım, beni hatalarımdan öyle temizle ki, kirden paklanan be-yaz elbise gibi olayım.
Allahım beni, hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka" diyorum."
Buhârî, Ezân 89; Müslim, Mesâcid 147, (598); Ebû Dâvud, Salât 123, (781); Nesâî, İftitâh 15,
(2,128,129).
Ebû Dâvud, Nesâî (ve Buhârî'nin) rivâyetlerinin başında şu ziyade vardır: "Allahım, benimle
hatalarımın arasını doğu ile batının arası gibi uzak kıl,"
1769 - İbnu Ömer (radyallahu anhumâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte namaz kılarken, cemaatten biri aniden:
"Allahu ekber kebîrâ, velhamdü lillâhi kesîrâ, subhânallâhi bükraten ve asîlâ (Allah, büyükte
büyüktür, Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah'adır!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:
"Bu sözleri kim söyledi?" diye sordu. Söyleyen adam:
"Ben, ey Allah'ın Resûlü" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesellâm) efendimiz:"
"O sözler hoşuma gitti. Sema kapıları onlara açıldı" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) der ki: "Söylediği günden beri o zikri okumayı hiç terketmedim."
Müslim, Mesâcid 150, (601); Tirmizî, Daavât 137, (3586); Nesâî İftitâh 8, (2,125).
Nesâî, bir rivâyette şu ziyâdede bulunmuştur: "On iki adet meleğin, bu sözleri (yükseltmek
üzere) koşuştuklarını gördüm."
1770 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz
kılarken nefes nefese bir adam geldi ve:
"Allahu ekber, Elhamdü lillâhi hamden kesîran tayyiben mubâreken fîhi. (Allah büyüktür, çok
temiz ve mübârek hamdler Allah'adır!)" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı
bitirince:
"Şu kelimeleri hanginiz söyledi?" diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"(Kim söylediyse çekinmesin, benim desin), Zîra fena bir şey söylemiş değil)" dedi. Bunun
üzerine adam:
"Ben, ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah'ın huzuruna) kendisi yükseltmek
için koşuşmuşlardı."
Müslim, Mesâcid 149, (600); Ebû Dâvud, Salât 121, (763): Nesâî, İftitâh 19, (2,132,133).
1771 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza
başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu: "İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve
memâtî lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Lâ şerîke lehu ve bi-zâlike ümirtü ve ene evvelü'l-müslimîn.
Allahümmehdinî li-ahseni'l a'mâli ve ahseni'l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahseniha illâ ente. Ve kınî
seyyie'l-a'mâl ve seyyie'l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente. (Namazım, ibâdetim hayatım ve
ölümüm âlemlerin Şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre
teslim olanların ilkiyim. Ey Allah'ım, beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en
iyisine senden başka sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların
kötülerinden ancak sen korursun."
Nesâî, İftitâh 16, (2,129).
1772 - Muhammed İbnu Mesleme (radıyallâhu anh)anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nâfile namaz kılmak için kalktığı vakit (bazan) şunu
okurdu:
"Allahu ekber veccehtü vechiye li'llezî fatara's-Semâvâti ve'1-arza hanî-fen müslimen ve mâ
ene mine'l-müşrikîn... (Allah büyüktür. Yüzümü Ha-nîf ve Müslüman olarak semâvat ve arzı
yaratan Allah a yönelttim. Ben müşriklerden değilim). . . ")
Devamını Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'in rivâyetinde olduğu şekilde zikretti. Sonra şunu
okudu:
"Allahümme ente'l-Meliku. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke ve bihamdike Allahım (kâinatın
gerçek) Meliki sensin. Senden başka ilah yoktur. Seni hamdinle takdîs ederim]. " Sonra
kıraata geçti."
Nesâî, İftitâh 17, (2,131).
1773 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza
(iftitah tekbiri ile) başlayınca şunu okurdu:
"Subhâneke Allahümme ve bi-hamdike ve tebârekesmüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe
gayruke. (Allah'ım seni her çeşit noksan sıfatlardan takdîs ederim, hamdim sanadır. Senin
ismin mübârek, azametin yücedir, senden başka ilah da yoktur)."
Tirmizî, Salat 179, (243); Ebû Dâvud, Salat 122, (776); İbnu Mâce, İkâmeti's-Salat 1, (804).
RÜKÜ VE SECDELERDE OKUNACAK DUALAR
1774 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Haberiniz olsun, ben rükü ue secde hâlinde Kur'ân okumaktan men edildim.
Öyleyse rüküda Rabb Teâlâ'yı tâzim edin, secdede ise dua etmeye gayret edin, (zira secdede
iken yaptığınız dua) icâbet edilmeye Iâyıktır."
Müslim, Salât 207 (479); Ebü Dâvud, Salât 152, (876); Nesai, İftitâh 98, (2,189).
1775 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm), secdelerinde şunları söylerdi: "Allahümmağfirli zenbi küllehu, dıkkahu ve cüllehu,
evvelehu ve âhirehu, sırrahu ve alâniyyetehu. (Allahım! Büyük-küçük birinci sonuncu, gizli-
açik, bütün günahlarımı mağfiret buyur. "
Müslim, Salât 216, (483); Ebu Dâvud, Salât 152, (878).
1776 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resullulah (aleyhissalatu vesselâm) rüküsunda
ve secdelerinde şu duayı çokca okurdu:
"Sübhânekallâhümme Rabbenâ ve bi-hamdike, Allahümmağfirli. (Allah'ım, seni takdis ve
tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni mağfiret et.)" Bu duayı
okumakla Kur'ân'a yani Kur'ân'ın: "Rabbini hamd ile tesbih et" (Nasr 3) âyetineuyuyordu."
Buhâri, Ezân 123, 139, Meğâzi 50, Tefsir, İzâcâe nasrullahi ve'l-Feth; Müslim, Salât 217,
(484); Ebü Dâvud, Salât 152, (877); Nesâi, İftitâh 153, (2, 219).
Müslim, Ebu Dâvud ve Nesâi'de gelen bir rivâyette şöyle denir: "Resüllullah (aleyhissalatu
vesselâm) rükü ve secdesinde şöyle derdi: "Subbühun kuddüsün Rabbü'l-melaiketi ver-Rühi,
(Münezzehsin, mükaddessin, meleklerin ve Ruh'un Rabbisin)".
1777 - Muvatta, Tirmizi ve Ebu Davud'un bir rivâyetinde şöyle denir: "Resülullah
(aleyhissalatu vesselâm)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına
rastladı. Secdede idi ve: "Allahümme inni eüzu bi-rızâke min sahtike ve eüzu bi-muâfâtike
min ukübetike ve eüzu bike minke Lâ uhsi senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsike.
(Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak
cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı
yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)" diyordu."
1778 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri rükü edince üç kere "Sübhâne rabbiyel azim (Büyük Rabbim (her
çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu, en az miktardir. Secde yapınca da üç kere "Sübhane
Rabbiye'l a'lâ (Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir" desin. Bu da en az miktardır."
Ebu Dâvud, Salât 154, (886); Tirmizi, Salât 194, (261).
1779 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), rükü
yaptığı zaman: "AIIahümme Ieke reka'tu ve bike âmentü ve leke eslemtü ve aleyke tevekkeltü
ente Rabbiye, haşaa sem'i ve basari ve Iahmî ve demi ve izâmi IiIIahi Ràbbi'I-âlemin. (Ey
AIIahım sana rükü yapıyorum, sana inandım, sana teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen
Rabbimsin, kulağım, gözüm, etim, kanım ve kemiklerim ÂIemIerin Rabbi olan Allah önünde
haşyette, tezeIIüIdedir."
Nesâi, İftitâh 104, (2,192). Bu rivâyet Müslim'de gelen uzun bir rivayetin bir parçasıdır
(Salâtu'l-Müsâfirin) 201, (771).
1780 - İbnu Ebi Evfâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) sırtını
rüküdan kaldırdığı zaman: "SemiaIlâhu Iimen hamideh, Allahümme Rabbenâ Ieke'I-hamdü
mil'es-semâvâti ve miI'eI-arzi ve miI'e mâ şi'te min şey'in ba'du. (AIIah, kendisine hamd edeni
işitir. Ey AIIahım, ey Rabbimiz, semâlar dolusu, arz dolusu ve bunlardan başka istediğin her
şey dolusu hamdler sana olsun"
Müslim, Salat 204, (476); Ebu Dâvud, Salat 144, (846).
1781 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki
secde arasında: "Allahümme'ğfir li ve'rhamni, ve'cbürni, ve'hdini ve'rzukni. (Allahım bana
mağfiret et, merhamet et, beni zengin kıl, bana hidâyet ver, bana rızık ver) derdi".
Ebü Dâvud, Salât 145, (850); Tirmizi, Salât 211, (284); İbnu Mâce, Salât 23, (898).
1782 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) secde
ettiği vakit şöyle dua okurdu: "Allahım sana secde ettim, sana inandım, sana teslim oldum.
Yüzüm de, kendisini yaratıp şekillendiren, ona kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir.
Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir" (Hacc 14).
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son duası:
"Allahümmağfir Ii mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve ma esrertü ve mâ a'Ientü ve maesreftü ve
mâ ente a'Iemu bihi minnî ente'I-mukaddim ve ente'I-muahhir. Lâ ilâhe illâ ente. (Allahım,
geçmiş ömrümde yaptıklarımı, gelecekte yapacaklarımı, gizli işlediklerimi, aleni yaptıklarımı,
israflarımı, benim bilmediğim fakat senin bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen, gerileten de
sensin, senden başka ilah yoktur)".
Müslim, Salâtul-Müsâfirin 201, (771), Tirmizi, Daavât 32, (3417, 3418, 3419); Ebü Dâvud,
Salât 121, (760); Nesâi, İftitâh 17, (2,130).
1783 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhüma) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a, Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) gelerek:
"Bana namazda okuyacağım bir dua öğret" dedi. Resülullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu
duayı okumasını söyledi:
"Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiran ue lâ yağfiru z-zünübe illâ ente fà'ğfir li
mağfireten min indike verhamni inneke ente'l-ğàfüru'r-rahim. (Allahım ben nefsime çok
zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretIe bağışla,
bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin".
Buhâri, Sıfâtu's-Salât 149, Daavât 17, Tevhid 9; Müslim, Zikr 48, (2705); Tirmizi, Daavât 98,
(3521); Nesâi, Sehiv 58, (3, 53).
TEŞEHHUDDEN SONRA OKUNACAK DUA
1784 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) teşehhüdden sonra şunu okurdu: "Allahümme inni eüzu
bike min azâbi cehennem ve eüzu bike min azâbi'I-kabri ve eüzu bike min fitneti'd-Deccâl ve
eüzu bike min fitneti'I-mahyâ ve'I-memât. (AIIahım, ben cehennem azabından sana sığınırım.
Kabir azabından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm
fitnesinden de sana sığınırım)".
Ebu Dâvud, Salât 184, (984).
SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA
1785 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim: "ÂlIahım! Senden, katından
vereceğin öyIe bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma
tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun
istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.
Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın.
Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye
ulaşayım.
Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhàr olan)
şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara
karşı yardım taleb ediyorum!
Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına
indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Ràhmetine muhtacım, halimi arzediyorum.
(İhtiyacım ve fakrim sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını
görüp şifâyâb kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının
arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabindan korumanı diliyorum.
Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatindan birine
vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de
istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husülü için de sana yakarıyor, bana
onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.
Ey Allahım! Ey (Kur'ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kâfirler
için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan
başlayacak ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada
iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen
sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini
yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine
getirirsin.)
Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh
(vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz.
Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adavet (düşmanlık) ediyoruz.
Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim
gayretimizdir, dayanağımız sensin.
Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir
nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur
ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur
koy!
Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri
de kuşatacak) bir nur daha ver!
İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu
sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine
layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zàt münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi
Zât münezzehtir. Celal ve ikrâm sâhibi Zat münezzehtir."
Tirmizi, Daavât 30, (3415).
1786 - Hz. Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam
verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: "Âllahümme entes-selâm ve minke's-
seIâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'l-celâli ve'I-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selàmet de
sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)" derdi."
Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizi, Salât 224, (300); Ebu Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâi,
Sehv 80, (3, 68).
1787 - Kà'a İbnu Ucre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
duyurdular ki: "Namazın takipçileri (muakkibât) var. Onları her namazın peşinden
söyleyenler -veya yapanlar- (cennet ve mükafaat hususunda) hüsrâna uğramazlar. Bunlar otuz
üç adet tesbih, otuz üç adet tahmid, otuzdört adet tekbir'dir".
Müslim, Mesâcid 144, (596); Tirmizi Daavât 25, (3409); Nesâi, 91, (3, 75).
Nesâi'nin Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh)'ten yaptığı bir rivâyette şöyle denmektedir: "Bu
emredildiği zaman Ensâr'dan bir adam rüyasında görür ki bir kimse: "Bunu yirmi beş yapın,
tehlili de ilâve edin" demektedir. Sabah olunca bunu Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'aanlattı. Efendimiz : "Söylendiği şekilde yapın!" buyurdu".
1788 - Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim sabah namazının arkasından yüz kere tesbihde ve yüz kere tehlilde
bulunursa, deniz köpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir".
Nesai, Sehv 95, (3, 79).
1789 - Ukbe İbnu Amir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) her
namazın arkasından muavvizâtı okumamı emretti."
Ebu Dâvud, Salât 361, (1523); Nesâi, Sehv (79, (3, 68).
TEHECCÜD NAMAZI ESNASINDA DUA
1790 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu: "AIIahım, Rabbimiz!
Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatin ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta tutanısın,
hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun,
hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va'din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır.
Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler hàktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)
de haktır. Kıyamet de haktır.
AIIahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına
karşı senin (bürhanın) iIe dâva açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden
gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim
bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de
sensin. Senden başka ilah yoktur".
Buhâri, Teheccüt 1, Daavât 10 Tevhid 8, 24, 35; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 199, (769);
Muvatta, Kur'ân 34, (1, 215, 216); Tirmizi, Daavât 29, (3414); Ebü Dâvud, Salât 121, (771);
Nesâi, Kıyâmu'l-Leyl 9, (3, 209, 210).)
AKŞAM VE SABAH YAPILACAK DUALAR
1791 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) akşam
olunca şu duayı okurdu:
"Elhamdulillah geceye erdik. Mülk de, Allah için geceye erdi. AIlah'tan başka ilâh yoktur.
Tektir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamdler 0'nàdır, O, her şeye kâdirdir. Rabbim! Bu
gecede olacak hayrı, bundan sonra olacak hayrı senden taleb ediyorum. Bu gecede olacak
şerden ve bundan sonra olacak şerlerden sana sığınıyorum. Ràbbim! TembeIlikten yaşlılığın
kötülüklerinden sana sığınıyorum. Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana
sığınıyorum!"
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) devamla, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın sabah olunca
şu duayı okuduğunu söyledi:
"ElhamduIiIIah sabaha erdik. Mülk de AIIah için sabaha erdi."
Müslim, Zikr 75, (2723); Tirmizi, Daavât 13, (3387); Ebu Dâvud, Edeb 110, (5071).
1792 - Ebu Selâm, Hz. Enes (radıyallâhu anh)'ten naklediyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kim akşama ve sabaha erdiği zaman: "Rabb olarak
Allah, din olarak İslâm'a, resül olarak Muhammed (aleyhissalatu vesselâm)'e razı olduk" derse
onu razı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur".
Rezin bu duaya: "Kıyamet günü" ifadesini ilave etmiştir.
Ebü Dâvud, Edeb 110, (5072) İbnu Mâce, Dua 14, (3870).
1793 - Abdullah İbnu Gannâm el-Beyâzi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim sabaha erdiği zaman: "Allahım, benimle veya
mahlukatından herhangi biriyle hangi nimet sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın
yoktur, hamdler sanadır, şükür sanadır" derse, o günkü şükür borcunu ödemiştir. Kim de aynı
şeyler akşama erince söylerse o da o geceki şükür borcunu eda eder."
Ebu Dâvud, Edeb 110, (5073).
UYUMA VE UYANMA DUALARI
1794 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına
girdiği zaman şu duayı okurdu: "Bize yedirip içiren, ihtiyaçlarımız görüp bizi barındıran
AIIah'a hamdolsun. İhtiyacını görecek, barınak verecek kimsesi olmayan niceleri var!"
Müslim, Zikr 64, (2715); Tirmizi, Daavât 16, (3393); Ebü Dâvud, Edeb 107, (5053).
1795 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn'i ve Kul hüvallahu ahad'i okur ellerini
yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi
kendisine yapmamı emrederdi".
Buhari Fedâilu'l-Kur'ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15,
(2, 942); Tirmizi, Daavât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).
1796 - Hz. Huzeyfe İbnu'l-Yemân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yatağına girince şu duayı okurdu:
"Allahım! Senin adınla hayat bulur, senin adınla ölürüm".
Sabah olunca da şu duayı okurdu:
"Bizi öldürdükten sonra tekrar hayat veren AlIah'a hamdolsun!. Zaten dönüşümüz de
O'nadır".
Buhâri, Daavat 7, 8, 16, Tevhid 13; Tirmizi, Daavât 29, (3413); Ebü Dâvud, Edeb 177,
(5049).
1797 - Hz. Berâ (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Yatağına girdiğin zaman şu duayı oku: "Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana
çevirdim, işlerimi sana emanet ettim sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvarım,
gazabından da korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne melce var, ne de kurtarıcı.
İndirdiğin Kitab'a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalâtu uesselâm)'e imàn ettim"
"Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen
hayır bulursun."
Buhâre, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Müslim, Zikr 56, (2710); Tirmizi, Daavat 76, (3391); Ebu
Dâvud, Edeb 107, (5046, 5047, 5048).
Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resülullah (àleyhissalâtu vesselâm), uyumak
isteyince sağ yanı üzerine dayanır ve şöyle dua ederdi: "Allàhım! Kullarını topladığın -veya
yeniden dirilttiğin- gün, beni azâbından koru".
1798 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
geceleyin uyanınca şu duayı okurdu: "Allahım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka
ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allahım ilmimi artır, bana
hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en
cömerdisin".
Ebu Dâvud, Edeb 108, (5061).
1799 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) yatacağı
sırada şu duayı okurdu:
"Allahım, kerim olan Zât'ın adına, eksiği olmayan kelimelerin adına, alınlarından tutmuş
olduğun hayvanların şerrinden sana sığınırım. Allahım sen borcu giderir günahı kaldırırsın.
Allahım senin ordun mağlub edilemez, và'dine muhalefet edilemez. Servet sahibine serveti
fayda etmez, servet sendendir. Allahım seni hamdinle tesbih ederim".
Ebu Dâvud, Ebed 107, (5052).
1800 - Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün, Hâlid İbnu Velid el-Mahzumi
(radıyallâhu anh):
"Ey Allah'ın Resülü, bu gece hiç uyuyamadım" diye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselam)'e yakındı.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu tavsiyede bulundu:
"Yatağına girdinmi şu duayı oku: "Ey yedi kat semânın ve onların gölgelediklerinin Rabbi, ey
arzların ve onların taşıdıklarının Rabbi, ey şeytanların ve onların azdırdıklarının Rabbi! Bütün
bu mahlükâtının şerrine karşı, bana himâyekâr oI! 0l ki hiç birisi, üzerime âni çullanmasın,
saldırmàsın. Senin koruduğun aziz olur. Senin övgün yücedir, senden başka ilah da yoktur,
ilah olarak sâdece sen varsın."
Tirmizi, Daavât 96, (3518).
1801 - İmam Mâlik'ten rivayete göre, ona şu haber ulaşmıştır: "Hâlid İbnu'l-Velid (radıyallâhu
anh), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)'e:
"Ben uykuda iken korkutuluyorum. (Ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?)" diye sordu. Ona şu
tavsiyede bulundu:
"Allah'ın eksiksiz, tam olan kelimeleri ile O'nun gadabından, ikabından, kullarının şerrinden,
şeytanların vesveselerinden ve (beni kötülüğe atan) beraberliklerinden AIlah'a sığınırım! de!".
Muvatta, Şi'r 9, (2, 950).
EVDEN ÇIKIŞ VE EVE GİRİŞ DUALARI
1802 - Ümmü Seleme (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)
evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu: "Allah'ın adıyla Allah'a tevekkül ettim. AIIahım!
zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete
düşülmüş olmasından sana sığınırız".
Tirmizi, Daavât 35, (3423); Ebü Dâvud, Edeb 112, (5094); Nesâi İstiâze 30, (8,268); İbnu
Mâce, Dua 18, (3884).
1803 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah'tandır"
derse kendisine: "İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da" denir, ondan
şeytan yüz çevirir".
Tirmizi, Daavât 34, (3422); Ebü Dâvud, Edeb 112, (5095); Nesâi, İstiâze (8,268).
1804 - Ebü Mâlik eI-Eş'àri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kişi evine girince şu duayı okusun: "AIIahım! Senden hayırlı girişler, hayırlı
çıkışlar istiyorum. AIIah'ın adıyla girdik, AIIah'ın adıyla çıktık, Rabbimiz AIIah'a tevekkül
ettik". Bu duayı okuduktan sonra ailesine selam versin".
Ebu Dâvud, Edeb, 112, (5096).
OTURMA-KALKMA DUALARI
1805 - Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
hazretleri buyurdular ki: "Kim, malâyâni konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan
kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde oturmaktan hasıl olan günahından arınmış olur:
Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden
mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb ediyorum)".
Tirmizi, Daavât 39, (2329).
1806 - İbnu Ömer hazretleri (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir cemaatte oturduğu zaman, ashâbı için şu duayı okumadan nadiren kalkardı:
"Allahım! Bize korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günahlarla bizim
aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete ulaştırsın. Yakîninden
öyle bir hisse lutfet ki dünyevi musibetlere tahammül kolaylaşsın.
Allahım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden istifade
etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan neslimize de nasib et. İntikamımızı,
bize zulmedenlerden almışlardan kıl (mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi
muzaffer kıl. Bize, dini musibet verme. Dünyayı, ne asıl gayemiz kıl, ne de ilmimizin son
hedefi. Bize merhametli olmayanı bize musallat etme."
Tirmizi. Daavât 73, (3497).
SEFERDE OKUNACAK DUA
1807 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sefer arzusuyla
ayağını bineğinin özengisine koyduğu zaman şu duayı okurdu:
"Bismillah! Allahım! Sen seferde arkadaşım, ailemde vekilimsin. Allahım, bize arzı dür,
seferi kolaylaştır. Allahım, yolun meşakkatlerinden, üzüntülü dönüşten, mal ve ailede vuküa
gelecek kötü manzaralardan sana sığınıyorum".
Muvatta, İsti'zân 34, (2, 977).
1808 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissâlatu vesselâm),
seferden dönerken, uğradığı her tümsekte üç kere tekbir getirir, arkadan da: "Lâ ilâhe iIlaIIâhu
vahdehu Iâ şerike Ieh, Iehü'I-mülkü ve Iehü'I-hamdü ve hüve aIâ külli şey'in kadir. (AIIah'tan
başka ilah yoktur. O tekbir, ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nadır. O herşeye kadirdir)
dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, secde ediyoruz, Rabbimize hamdediyoruz. AIIah
va'dinde sâdık oldu, kuluna yardım etti. (Hendek Harbi'nde) müttefik orduları tek başına helâk
etti" derdi.
Buhâri, Daavât 52, Ömer 12, Cihâd 133, 197, Megâzi 29; Müslim, Hacc 428, (1344);
Muvatta, Hacc 243, (1,421); Tirmizi, Hacc 104, (950); Ebu Dâvud, Cihâd 170, (2770).
1809 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselam)'e:
"Ey Allah'ın Resülü, ben sefere çıkmak istiyorum bana tavsiyede bulun!" diye talepte
bulundu. Efendimiz:
"Sana Allah'tan korkmanı ve (yol boyu aştığın) her tepeııin başında tekbir getirmeni tavsiye
ediyorum!" buyurdu. Adam döneceği sırada şu duada bulundu: "Allah'ım! Ona uzaklığı dür,
yolculuğu kolay kıl."
Tirmizi Daavat 47, (3441).
1810 - Abdullah el-Hatmi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
birisiyle vedalaştı mı şöyle derdi: "Dininizi emânetinizi ve işlerinizin âkibetini Allah'ın
muhafazasına bırakıyorum".
Ebu Dâvud, Cihâd 80 (2600); Tirmizi, Daavât 45, (3439).
1811 - Hz. Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) seferde iken gece olunca şu duayı okurdu:
"Ey arz, benim de senin de Rabbimiz Allah'tır. Senin de, (sende bulunanların da sende
yaratılmış olanların da, senin üzerinde yürüyenlerin de şerrinden Allah'a sığınırım. Arslanın,
iri yılanın, yılanın, akrebin ve bu beldede ikâmet eden (insilerin ve cinni)lerin, İblis'in ve İblis
neslinin şerrinden de Allah'a sığınırım."
Ebu Dâvud, Cihâd 80, (2603).
1812 - Havle Bintu Hàkim (radıyallâhu anh ) anlatıyor:
"Resülullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurmuşlardır ki: "Kim bir yerde
konakladığı zaman şu duayı okursa, oradan ayrılıncaya kadar ona hiçbir şey zarar vermez:
"Eüzü bi-kelimâtillahi't-tâmmât min şerri mâ halâka. (Allah'ın eksiksiz, mükemmel kelimeleri
ile, yarattıklarının şerrinden AIlah'a sığınıyorum.)"
Müslim, 54, (2708); Muvatta, İsti'zân 34 (2, 978); Tirmizi, Daavât 41, (3433).
ÜZÜNTÜ VE TASA HALİNDE DUA
1813 - Hz. Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Balığın karnında iken, Zü'n-Nün'un yaptığı dua şu idi: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni
küntü mine'z-zâlimin. (Allahım! Senden başka ilâh yoktur, seni her çeşit kusurlardan tenzih
edirim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.)" Bununla dua edip de icâbet görmeyen yoktur."
Tirmizi, Daavât 85. (3500).
1814 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) üzüntü sırasında şu duayı okurdu: "Halim ve azim. olan Allah'tan başka ilah yoktur.
Büyük Arş'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur. Kıymetli Arş'ın Rabbi, arzın Rabbi,
Semâvât'ın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur."
Buhâri, Daavât 27, Tevhid 22, 23; Müslim, Zikr 83, (2730); Tirmizi, Daavât 40, (8431); İbnu
Mâce, Dua 17, (3883).
1815 - el-Hudri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün
Mescid'e girdi. Orada Ensâr'dan Ebü Ümâme (radıyallahu anh) denen kimse ile karşılaştı.
Ona:
"Ey Ebu Ümâme, niçin seni namaz vakti dışında Mescid'de oturmuş görüyorum?" diye sordu.
"Peşimi bırakmayan bir sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allah'ın Resülü" diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselâm):
"Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? Bunları okursan, Allah, senden sıkıntını giderir ve
borcunu öder."
"Evet, ey Allah'ın Resülü, öğret!" dedim.
"Öyleyse, dedi, akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku: "AIlahım üzüntüden ve
kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten
sana sığınırım. Borcun galebe çaImasından ve insanların kahrından sana sığınırım."
(Ebü Ümâme) der ki: "Ben bu duayı yaptım, Allah benden gamımı giderdi, borcumu ödedi."
Ebü Dâvud, Salât 367, (1555).
1816 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ)
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:
"Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)" dedi:
"Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam'ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin
Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden
sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin,
senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin,
senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim
borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl."
Tirmizi, Daavât 68, (3477); İbnu Mâce, Dua, 2 (3831).
1817 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir şey
üzecek olsa şu duayı okurdu: "Yâ Hayyu ya Kayyum, birahmetike estağisu. (Ey diri olan, ey
Kayyüm olan Rabbim rahmetin adına yardımını talep ediyorum)." Ve keza şöyle derdi:
"Elizzu bi-yâ-ze'l-celâli ve'l-İkrâm." (Yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm)i devamlı söyleyin!
Tirmizi Daavât 99, (3522).
1818 - Esmâ Bintu Umeys (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bana: "Sana sıkıntı zamanında okuyacağın bir duayı öğreteyim mi?" diye sordu ve şu duayı
söyledi: "Allâhu, Allâhu Rabbi lâ üşriku bihi şey'en. (Rabbim Allah'tır, Allah! Ben ona hiçbir
şeyi ortak koşmam!)"
Ebu Dâvud, Salât 361, (1525), İbnu Mâce, Dua 17, (3882).
1819 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Kimin sıkıntısı artarsa şu duayı okusun:
"Allahım ben senin kulunum, kulunun oğluyum, câriyenin oğluyum, senin avucunun
içindeyim, alnım senin elinde. Hakkımdaki hükmün caridir. Kazan ne olursa hakkımda
adalettir. Kendini tesmiye ettiğin veya kitabında indirdiğin veya nezdinde mevcut gayb
hazinesinden seçtiğin, sana ait her bir isim adına senden Kur'ân'ı kalbimin baharı, sıkıntı ve
gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim."
Bu duayı okuyan her kulun gam ve sıkıntısını Allah gidermiş, yerine ferahlık vermiştir."
Mecmau'z Zevaid'de (10, 136) mevcuttur. Hâkim'in Müstedrek'inde de (1,509) kaydedilmiş.
HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUALARI
1820 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ali İbnu Ebi Tâlib (radıyallâhu
anh) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek: "Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu
Kur'àn göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum" dedi.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi: "Ey Ebül-Hüseyin! (Bu meselede)
Allah'ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği,
öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?"
Hz. Ali (radıyallâhu anh): "Evet, ey Allah'ın Rasülü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber şu tavsiyede bulundu:
"Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde
kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhüd bir andır. O anda
yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Yà'kub da evlatlarına şöyle söyledi: "Sizin için Rabbime
istiğfàr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin." Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında
kalk. Bunda da muvàffàk olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek'àt namaz kıl. Birinci
rek'atte, Fâtiha ile Yà-sin süresini oku, ikinci rek'atte Fâtiha ile Hâ-mim, ed-Duhân süresini
oku, üçüncü rek'atte Fâtiha ile Eliflam-mim Tenzilü's-secde'yi oku, dördüncü rek'atte Fatiha
ile Tebareke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah'a hamdet, Allah'a senayı
da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salat oku, güzel yap. Mü'min erkekler ve mü'min
kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin için istiğfar et. Sonra bütün bu
okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:
"Allahım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek
merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden
râzı kılacak şeylere hüsn-i nâzar etmemi bana nasib et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan
celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allahım. Ey Allah! ey Rahman! celalin
hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni
benden razı kılacak şekilde okumamı nasib et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün
nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi
yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı bulmakta bana
ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet
ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır. " Ey Ebu'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma
yapacaksın. Allah'ın izniyle duana icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı
Zülcelâl'e‚ yemin olsun bu duayı yapan hiçbir mü'min icâbetten mahrum kalmadı."
İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) der ki: "Allah'ayemin olsun, Ali (radıyallâhu anh) beş veya
yedi cuma geçti ki Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü! dedi, geçmişte dört beş âyet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime
okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet
öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde
duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde
aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan
tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallâhu anh)'ye: "Ey Ebü'l-
Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü'minsin!" dedi."
Tirmizi, Daavât 125, (3565).
1821 - Şeddad İbnu Evs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
namazda şu duayı okumamızı öğretiyordu:
"Allàhım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza
nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil,
eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. AIIahım, senin bildiğin her çeşit şerden sana
sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan sana
istiğfàr ediyorum!"
Tirmizi, Daavât 22, (3404); Nesâi, Sehv 61.
GİYİNME VE YEMEK DUALARI
1822 - el-Hudri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) elbiseyi
yenilediği zaman şu duayı okurdu:
Allahım! Hamd sanadır. -(giydiği şey ne ise) ismen söyleyerek- Bunu bana sen giydirdin.
Bunun hayırlı olmasını, yapılış gayesine uygun olmasını diliyor, şerrinden ve yapılış gayesine
uygun olmamasından da sana sığınıyorum."
Ebu Dâvud, Libas 1, (4020); Tirmizi, Libâs 29, (1767).
1823 - Ebu Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) yeni bir
elbise giymişti ve şöyle dua etti: "Avretimi örtebileceğim ve hayatta güzellik
sağlayabileceğim bir elbise giydiren AIlah'a hamd olsun."
Sonra şunu söyledi: "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim: "Kim yeni bir elbise
giyer, böyle söyler, daha sonra da eskittiği elbiseyi tasadduk ederse, sağken de öldükten sonra
da Allah'ın himâyesi, hıfzı ve örtmesi altında olur."
Tirmizi, Daavât 119, (3555); İbnu Mâce, Libâs 2, (3557).
1824 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir şey
yeyip içti mi şu duayı okurdu: "Bize yedirip içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allah'a
hamdolsun."
Tirmizi, Daavât 75, (3453); Ebu Dâvud, Et'ime 53, (3850); İbnu Mâce, Et'ime 16, (3283).
1825 - Muâz İbnu Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim bir şey yer ve: "Bana bu yiyeceği yediren ve tarafımdan hiçbir güç ve
kuvvet olmadan bunu bana rızık kılan Allah'a hamdolsun" derse geçmiş günahları aff olunur"
dedi."
Ebu Dâvud, Libâs 1, (4023); Tirmizi, Da'avât 75, (3454); İbnu Mâce, Et'ime 16, (3285).
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyâde var: "Kim bir elbise giyer ve: "Bunu bana giydirip,
tarafımdan bir güç ve kuvvet olmaksızın beni bununla rızıklandıran Allah'a hamdolsun" derse
geçmiş ve gelecek günahları affedilir."
1826 - Muâz İbnu Enes (radıyallâhu anh) der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Muhakkak ki Allah, kulun bir şey yiyip hamdetmesinden veya bir şey içip
hamdetmesinden razı olur."
Müslim, Zikr 89, (2734); Tirmizi, Et'ime 18, (1817).
1827 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Sa'd İbnu
Ubâde'nin yanında ekmek ve zeytinyağı yemişti. Sonunda şöyle bir dua buyurdu:
"Yanınızda oruçlular yemek yesin, yemeğinizden ebrarlar yesin, üzerinize melekler dua
etsin."
Ebu Dâvud, Et'ime 55, (3854).
Ebu Dâvud'un Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den kaydettiği diğer bir rivâyette şöyle denir:
"Ebû'l-Heysem bir yemek hazırladı, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashâbın'ı
(radıyallâhu anhüm) dâvet etti. Hz. Peygamber yemekten kalkınca: "Kardeşinizi
mükâfaatlandırın!" buyurdu. Ashâb: "Mükâfaatı da ne?" diye sordular. Efendimiz: "Kişinin
evine girilip yemeği yendi, içeceği içildi mi ev sâhibi için dua edilir. İşte bu onun
mükâfaatıdır" cevabını verdi."
KAZA-YI HACET DUASI
1828 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) kazâyı hâcet
için helâya girdiği zaman şu duayı okurdu:
"Allahümme inni eüzu bike mine'lhubsi ve'l-habais. (Allahım, pislikten ve (cin ve şeytan gibi)
kötü yaratıklardan sana sığınırm."
Buhâri, Vudü 9, Da'avât 15; Müslim, Hayz 122, (375); Tirmizi, Tahâret 4, (5); Ebü Dâvud
Tahâret 3, (4,5); Nesâi, Tahâret 18, (1, 20).
1829 - Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan
çıkınca: "Gufrâneke (affını taleb ediyorum) derdi."
Ebu Dâvud, Tahâret 17, (30); Tirmizi, Tahâret 5, (7); İbnu Mâce, Tahâret 10, (300).
Tirmizi'nin Hz. Ali'den kaydettiği diğer bir rivâyette şöyle denir: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Helâya girdiği zaman insanoğlunun avretleri ile cinnilerin gözleri
arasındaki perde, kişinin "bismillah" demesidir."
MESCİDE GİRİŞ ÇIKIŞ DUALARI
1830 - Fâtıma Bintu'l-Hüseyin İbni Ali, büyükannesi Fâtımatu'l-Kübrâ (radıyallâhu anhâ)'dan
naklen anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescide girdiği zaman Muhammed
(aleyhissalatu vesselam)'e salât (dua) okur, sonra da: "Rabbim! günahımı affet, rahmet
kapılarını bana aç" derdi, Çıkarken de yine Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e salât okur,
sonra da: "Rabbim! günahımı affet, lütuf kapılarını benim için aç" derdi".
Tirmizi, Salât 234, (314).
HİLALİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUALAR
1831 - Talha İbnu Ubeydillah (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) hilâli görünce şu duayı okurdu: "Allahım, Ay'ın hilâl devresini bize bereketli,
imanlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey hilâl) benim de senin de Rabbin Allah'tır."
Tirmizi, Daavât 52, (3447).
1832 - Katâde (rahimehullah)'ye ulaştığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hilâli
görünce şu duayı okurmuş: "Hayırlı ve istikametli bir ihtilaI (devresi diliyorum.)" bunu üç
kere söyledikten sonra, "Seni yaratan AIIah'a inandım."
Bunu da üç kere tekrar ettikten sonra: ". . Ayını çıkarıp... Ayını getiren Allah'a hamdolsun"
dermiş."
Ebu Dâvud, Edeb 111 (5092).
Ebü Dâvud'un yine Katâde'den kaydettiği bir diğer rivâyetinde:
"Resulullah (aleyhissalatu vesselâm), hilâli görünce yüzünü ondan çevirirdi" denmektedir.
GÖK GÜRLEYİNCE, RÜZGÂR ESİNCE, BULUT ÇIKINCA OKUNACAK DUA
1833 - İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) gök
gürleyip, şimşek çakınca şu duayı okurdu:
"Allah'ım bizi gadabınla öldürme, azabınla da helâk etme, bu (azabı)ndan önce bize afiyet
(içinde ölüm) ver."
Tirmizi, Daavât 51, (3446).
1834 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) ufuk-ı
semâda bir bulut belirtisi gördü mü işi terkeder, namazda idiyse kısa keser ve şu duayı
okurdu: "Allah'ım, bunun şerrinden sana sığınırım." Yağmur başlarsa: "Allah'ım, boI yağmur,
faydalı yağmur (ver)" derdi."
Ebü Dâvud, Edeb,113, (5099); İbnu Mâce, Dua 21, (3889).
1835 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) rüzgâr
estiği zaman şu duayı okurdu: "AIIah'ım, senden bunun hayrını ve bunda olan (menfaatların
da) hayrını ve bunun gönderiliş maksadındaki hayrı da istiyorum. Bunun şerrinden, bunda
olanın şerrinden, burcunla gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınıyorum."
Buhâri, Bed'ül-Halk 5, Tefsir, Ahkâf 2, Edeb, 68; Müslim, İstiskâ 14, (899); Tirmizi, Daavât
50, (3445).
1836 - Yine Tirmizi'de Übey İbnu Kà'b (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) buyurdular ki: "Rüzgâra küfretmeyin. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgar görünce:
"Allah'ım, senden bunun hayrını taleb ediyorum" deyin. "
Tirmizi, Fiten 64, (2253).
AREFE GÜNÜ VE KADİR GECESİ DUASI
1837 - Amr İbnu Şuayb an Ebihi an Ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Duaların en faziletlisi àrefe günü yapılan duadır. Ben
ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ
şerike leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadir. (Allah'tan başka ilah
yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, herşeye kâdirdir)
sözüdür."
Muvatta, Kur'ân 32, (1, 214, 215); Tirmizi, Da'avât 133, (3579).
1838 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü, dedim, şâyet Kadir
gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı okumamı söyledi:
"Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu anni. (Allahım! Sen affeedicisin, affı
seversin, beni affet."
Tirmizi, Da'avât 89, (3508).
HAPŞIRANIN DUASI
1839 - Âmir İbnu Rebia (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)ın
arkasında namaz kılan birisi, namazda hapşırdı ve şu duayı okudu: "Mübarek (heyrı boI),
ihlaslı ve çok hamdle Allah'a hamdederiz, tâ Rabbimiz razı oluncaya kadar; dünya ve âhiret
işindeki rızasından sonra da (hamdimize devam ederiz)." Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazdan çıktıktan sonra: "Namazda dua okuyan kimdi?" diye sordu. Ancak okuyan kişi
süküt etti. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) tekrar sordu:
"Duayı kim okudu? Zira fena bir şey söylemedi." Bunun üzerine adam: "Bendim, bu dua ile
sâdece hayır murad ettim" dedi. Efendimiz:
"(Duanız) Rahman'ın Arşına kadar yükseldi" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 121, (770, 774); Tirmizi, Salât 296, (404); Buhâri, Ezan 115, (muhtasaran);
Muvatta, Kur'àn 25, (1, 212); Nesâi, İftitah 112 (2,196).
1840 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri hapşırınca "Elhamdülillah alâ külli hâl." (Her hal için
elhamdülillah) desin. Kardeşi de yahut arkadaşı da- ona "Yerhamükâllah" diye cevap versin.
(Kardeşi bunu) kendisi için söyleyince, hapşıran da Yehdikümullah ve yuslih baleküm (Allah
size de hidâyet versin ve işinizi düzeltsin) desin."
Buhâri, Edeb 126, Ebü Dâvud, Edeb 99, (5033).
HZ. DAVUD (aleyhisselam)'UN DUASI
1841 - Ebü'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hz. Dâvud (aleyhisselâm)'un duaları arasında şu da vardır: "Allahım! Senden
sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum.
Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl."
Ebü'd-Derdâ der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud'u zikredince, onu
"insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif ederdi."
Tirmizi, Da'avât 74, (3485).
Hz. YUNUS (aleyhisselam) KAVMIN DUASI
1842 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) Resülullah'a ref ederek demiştir ki: "Yunus
kavminin duaları arasında şu da vardı: "Ey diri olan, ey (mahlükata) kıyam veren, ey hiçbir
hayat sâhibinin olmadığı zamanda hayat sâhibi olan, ey hayat veren, ey ölüm veren, ey celâl
ve ikrâm sâhibi!"
Rezin ilavesidir.
BELAYA UĞRAYANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA
1843 - Hz. Ömer ve Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyorlar: "Resülullah
(aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim bir belaya uğrayanı görünce şu duayı okursa:
"Seni imtihan ettiği şeyde bana âfiyet veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah'a
hamdolsun!" Artık yaşadığı müddetçe, bu bela ne olursa olsun ona mâruz kalmaktan muaf
kılınır."
Tirmizi, Da'avât 38, (3427, 3428); İbnu Mâce, Dua 22, (3892).
Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)'nin bir rivayetinde sâdece: "..Bu bela ona isâbet etmez"
denmiştir.
SEBEBE VE VAKTE BAĞLI OLMAYAN DUALAR
1844 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua
ederken şunu söylerdi: "Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da
doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı
benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a
kavuşma) kıl."
Müslim, Zikr 71, (2720).
1845 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah'ın duasının çoğu: "Allahümme âtina
fi'd-dünya haseneten ve fi'l âhireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr. (Allahım bize dünyada da
bir hayır, ahirette de bir hayır ver, bizi cehennem azâbından koru" idi."
Buhâri, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebü Dâvud, Salât 381, (1.519).
1846 - Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim cenneti üç kere isterse, cennet: "AIIah'ım onu cennete koy" der. Kim
AIIah'tan üç sefer ateşe karşı koruma taleb ederse, cehennem: "AIIah'ım onu ateşten koru"
der."
Tirmizi, Cennet 27, (2575); Nesâi, İsti'âze 56, (8, 279); İbnu Mâce, Zühd 39, (4340).
1847 - Hz. AIi (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, "Bir mükâteb ona gelerek: "Kitâbet
borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et" dedi. Ona şu cevabı verdi: "Sana,
Resülullah (aleyhissalâtu vesseIâm)'ın bana öğretmiş bulunduğu bir duayı öğreteyim. (Onu
okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Şöyle
diyeceksin: "AIIah'ım, yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver,
başkasına muhtaç etme."
Tirmizi, Daavât 121, (3558).
İSTİÂZE
1848 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
istiâze ederlerdi: "Allah'ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan
ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azabından sana sığınırım. Haya ve ölüm
fitınesinden sana sığınırım."
Buhâri, Daavât 38, 40, 42, Cihâd 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizi, Daavât 71, (3480,
3481); Ebü Dâvud, Salât 367, (1540, 1541); Hurüf 1, (3972); Nesâi, İstiâze 6, (8, 257, 258).
1849 - Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu
duayı okurlardı: "Allah'ım! Cüzzamdan, barastan (alaten), delilikten ve hastalıkların
kötüsünden sana sığınırım."
Ebü Dâvud, Salat 367, (1554); Nesâi, İstiâze 36, (8, 271).
1850 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı okurlardı: "AIlah'ım, huşü duymaz bir kalbten sana
sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası
olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım."
Tirmizi, Daavât 69, (3478); Nesâi, İstiâze 2, (8, 255).
1851 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Belanın ezmesinden, helâkın gelmesinden, kötü kazadan, düşmanların
şamatasından Allah'a istiâze edin."
Buhâri, Kader 13, Daavât 28; Müslim, Zikr 53, (2707); Nesâi, İstiâze 34, (8, 269, 270).
1852 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle dua ederdi: "Allahım, şikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım."
Ebü Dâvud, Salât 367, (1546); Nesâi, İstiâze 21, (8, 264).
Bir rivâyette şöyle denmiştir: "Allahım! Açlıktan sana sığınırım, çünkü o pek fena yatak
arkadaşıdır. Hıyânetten de sana sığınırım, çünkü o ne kötü huydur."
1853 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Mirac gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şüle olduğu halde
beni tâkip ediyordu. Nazarımı her atışımda onu görüyordum. Cibril (aleyhisselâm) bana:
"İstersen sana bir dua öğreteyim, onu okursan, şülesi söner ve ağzının üstüne düşer" dedi."
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Pekâla!" dedi. Cibril (aleyhisselâm) de "Şunu oku!"
buyurdu:
"Allah'ın kerim olan rızàsı için, eksiksiz, mükemmel kelimâtullah hakkı için -ki hiç kimse
muttaki olsun, fâcir olsun onu aşıp daha güzelini söyleyemez- (bela olarak) semadan inen,
semaya yükselen, (ve ceza gerektiren) şerlerden, yeryüzünde yarattığı şerden, yer(in altın)dan
çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden, gece ve gündüz gelen musibetlerden AIIah'a
sığınırım. Ey Rahman, hayır getiren hâdiseler hâriç."
Muvatta, Şi'r 10, (2, 950, 951).
İSTİĞFAR, TESBİH, TEHLİL TEKBİR, TAHMİD VE HAVKALE
1854 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İki haslet veya iki hallet -vardır ki onları Müslüman
bir kimse (devam üzere) söyleyecek olursa mutlaka cennete girer. Bu iki şey kolaydır. Kim
onlarla amel ederse, azdır da... Her (farz) namazdan sonra on kere tesbih (sübhânallah), on
kere tahmid (elhamdülillah), on kere tekbir (Allahu ekber) söylemekten ibarettir."
(Abdullah der ki:) "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunları söylerken
parmaklarıyla saydığını gördüm. Resülullah devamla buyurdular: "Bunlar beş vakit itibariyle
toplam olarak dilde yüzellidir. Mizanda bin beş yüzdür. "İkinci haslet" ise yatağa girince
Allah'a yüz kere tesbih, tekbir ue tahmid'de bulunmanızdır. Bu da lisanda yüzdür, mizanda
bindir. (Her ikisi toplam iki bin beş yüz eder.)"
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine şöyle bir soru ile devam etti:
"Hanginiz bir günde, gece ve gündüz iki bin beş yüz günah işler?"
"Bunları niye söylemiyelim ey Allah'ın Resülü?" dediler. Şu cevabı verdi:
"Şeytan, namazda iken her birinize gelir: "Şunu şunu hatırla" der, ve namazdan çıkıncaya
kadar devam eder. (Bu hatırlatmaların neticesi olarak) kişi bu tesbihatı terk bile eder. Kişi
yatağına girince de şeytan ona gelir, (zikir yapmasına imkân vermeden) uyutmaya çalışır ve
uyutur da."
Tirmizi Daavât 25, (3407); Ebü Davud, Edeb 209, (5065); Nesâi, Sehv 90, (3, 74).
1855 - İbnu Ebi Evfa (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam gelerek- "Ey Allah'ın Resülü!
dedi, ben Kur'àn'dan bir parça seçip alamıyorum. Bana kifâyet edecek bir şeyi siz bana
öğretseniz!"
"Öyleyse, buyurdu, Sübhânallah velhamdüIillah, ve lâilâhe illallah, vallahu ekber, velâ havle
vela kuvvete illâ billâh. (Allahım seni tenzih ederim, hamdler sana mahsustur. Allah'tan başka
ilah yoktur, Allah en büyüktür, güç kuvvet Allah'tandır) de."
"Ey Allah'ın Resülü! dedi, bu zikir Allah içindir. (O'nu senâdır), kendim için dua olarak ne
söyleyeyim?"
"Şöyle dua et: Allahım bana merhamet et, afiyet ver, hidayet ver, rızık ver!"
Adam (dinleyip, kalkınca) ellerini sıkıp göstererek: "Şöyle (sımsıkı belledim!)" dedi.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), bunun üzerine:
"İşte bu adam iki elini de hayırla doldurdu !.." buyurdu."
Ebü Davud, Salât 139, (832); Nesâi, İftitâh 32, (2, 143); Hadis Ebü Dâvud'da tam olarak,
Nesâi'de kısmi olarak rivâyet edilmiştir.
1856 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölümünden
önce şu duaları çok tekrar ederdi: "Sübhânallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu ileyh.
(Allahım seni hamdinle tesbih ederim, màğfiretini diler, günahlarıma tevbe ederim.)" Ben
kendisinden bunun sebebini sordum. Şu açıklamayı yaptı:
"Ràbbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkında bir alamet göreceğim. Ben onu görünce
Sübhânallâhi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu ileyh zikrini artırdım. Bu gördüğüm, İzâ
câe nàsrullahi ve'l-fethu.. süresidir. "
Buhâri, Tefsir, Nasr, Ezân 123,139; Megâzi 50; Müslim, Salât 220, (484).
1857 - Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sübhânallahi, velhamdu lillahi, velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber (Allah'ı
tesbih ederim, hamdler Allah'adır, Allah'tan, başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür) demem,
bana, üzerine güneşin doğduğu şeyden (dünyadan) daha sevgilidir."
Müslim, Zikr 32, (2695); Tirmizi, Daavât 139, (3591).
1858 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Miraç sırasında İbrahim (aleyhisselâm)'le karşılaştım. Bana:
"Ey Muhammed, ümmetine benden selam söyle. Ve haber ver ki: Cennetin toprağı temiz,
suyu tatlıdır. Burası (suyu tutacak şekilde) düz ve boştur. Oraya atılacak tohum da
sübhânallah, velhamdülillah, ve lâilâhe illallah, vallahu ekber cümlesidir."
Tirmizi, Daavât 60, (3458).
1859 - Hz. Ebü Bekri's-Sıddikin âzadlısı Yüseyre (radıyallâhu anhümâ) -ki ilk muhâcirlerden
idi- anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize dedi ki: "Size tesbih, tehlil, takdis,
tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira parmaklar (Kıyamet günü
nelerde kullanıldıklarından) suale maruz kalacaklar ve konuşturulacaklardır."
Tirmizi, Daavât 131, (3577); Ebü Dâvud, Salât 359, (1501).
1860 - Hz. Ebü Bekri's-Sıddik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse
günahta musır sayılmaz."
Tirmizi, Daavât 119, (3554); Ebü Dâvud, Salât 361, (1514).
1861 - el-Eğarru'l-Müzeni (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, bazan kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah'a günde
yüz sefer istiğfar eder (affımı dilerim)."
Müslim, Zikr 41, (2702); Ebü Dâvud, Salât 361, (1515).
1862 - Yine Eğarru'l-Müzeni, Müslim'in bir rivâyetinde Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle dediğini nakletmiştir: "Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin. AIIah kasem olsun ben
Rabbim Tebârek ve Teâlâ hazretlerine günde yüz kere tevbe ederim."
Müslim, Zikr 42, (2702).
1863 - Buhâri ve Tirmizi'de gelen bir rivâyette Hz.Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) diyor ki:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, demişti ki: "AIIah'a kasem olsun, ben günde
Allah'a yetmiş kere istiğfar ediyorum tevbede bulunuyorum."
Buhâri, Daavât 3; Tirmizi, Tefsir, Muhammed, (3255).
1864 - Esmâ İbnu'I-Hakem el-Fezâri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hazreti Ali'yi dinledim,
şöyle demişti: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan bir hadis dinledim mi, Allah Tealâ
hazretlerinin faydalanmamı dilediği kadar ondan istifade ediyordum. Şayet bir adam O'ndan
hadis rivâyet edecek olsa (gerçekten duydun mu diye) yemin ettiriyordum. Yemin edince onu
tasdik edip rivâyetini kabül ediyordum."
Hz. Ebü Bekri's-Sıddik (radıyallâhu anh) bana şu hadisi rivâyet etti ve bu rivâyetinde Ebü
Bekir doğru söyledi: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, demişti ki: "Günah
işleyip arkasından kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kılan sonra da AIIah Teâla hazretlerine
tevbe eden her insan mutlaka mağfiret olunur." Sonra da şu ayeti okudu. (Meâlen): "Onlar
fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederler, günahlarının
bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? (Al-i İmrân 135).
Tirmizi, Tefsir Al-i İmran, (3009); Ebü Dâvud, Salât 361, (1521) İbnu Mâce İkâmetu's-Salât
193, (1395).
1865 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Kim: "Lâ ilâhe illallâhu vahdehu la-şerike leh, lehu'l mülkü ve lehu'l-hamdü
ve hüve alâ külli şey'in kadir" duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad
etmiş gibi sevàb verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu, ayrıca üç
gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan
daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim
de bir günde yüz kere "Sübhânallahi ve bihàmdihi" derse hataları dökülür, hatta denizin
köpüğü kadar (çok) olsa bile."
Buhâri, Daavât 54, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur'ân 20, (1, 209);
Timizi, Daavât 61, (3464).
1866 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissàlâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim çarşıya girince Lâ ilâhe iIIalIâhu vahdehu Iâ şerike Ieh, Iehü'I-mülkü ve Iehü'I-
hamdü yuhyi ve yümitü ve hüve hayyün Iâ yemütü bi-yedihi'I-hayr ve hüve aIa külli şey'in
kadir. (AIlah'tan başka ilàh yoktur, tekdir, ortağı yoktur, mülk ve hamd ona aittir. Hayatı o
verir, ölümü de o verir. Kendisi hayattârdır, ölümsüzdür. Hayırlar O'nun elindedir. O her şeye
kâdirdir) duasını okursa AIIah ona bir milyon sevab yazar, bir milyon da günah affeder ve
mertebesini bir milyon derece yüceltir."
Bir rivâyette, üçüncü mükâfaata bedel, "Onun için cennette bir köşk yapar" denmiştir."
Tirmizi, Daavât 36, (3424).
1867 - Resülullah (aleyhissàlâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Cüveyriyye (radıyallâhu anhâ)'nin
anlattığına göre, "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz bir gün sabah namazını
kılınca, daha kendisi namazgâhında iken, erkenden yanından çıkmış, gitmiş, kuşluktan sonra
Cüveyriyye (aynı yerinde zikrederek) otururken geri gelmiş ve: "Bırakıp gittiğim halde
duruyorsun (hiç yerinden kımıldamadın galiba?)" diye sormuştur. "Evet" cevabı üzerine şunu
söylemiştir: "Ben senden ayrıldıktan sonra dört kelime(Iik bir dua)yı üç kere okudum. Eğer
bunlardan hâsıl olan sevab tartılacak olsa, senin burada sabahtan beri okuduğun duaların
sevabının ağırlığına denk olur. O dua şudur: "Sübhânallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rıdâ
nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi. (Allah'ı mahlukatı sayısınca, nefsinin rızasınca,
arşının ağırIığınca, kelimelerinin adedince tesbih (noksanlıklardan tenzih) ederim."
Müslim, Zikr 79, (2726); Tirmizi, Daavât 117, (3550); Ebü Dâvud, Salât 359, (1503); Nesâi,
Sehv, 93, (4, 77).
1868 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "İki kelime vardır, bunlar dile hafif, terazide ağır, Rahmân'ada sevgilidirler:
Sübhânallahi ve bihamdihi, Sübhânallâhi'l-azim. (Allahım seni hamdinle tesbih ederim, yüce
Allahım seni tenzih ederim) kelimeleridir."
Buhâri, Daavât 65, Eymân 19, Tevhid 58; Müslim, Zikr 31, (2694); Tirmizi, Daavât 61,
(3463).
1869 - Yine Ebü Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Lâ havle ve Iâ kuvvete illa billah. (Güç de kuvuet de ancak
AIIah'tandır) sözünü çok tekrar edin."
Mekhül dedi ki: "Kim bunu der ve sonra da: "Allah (ın gazabın) dan ancak O (nun rahmeti)'na
iltica etmekle kurtuluşa erilebilir" derse, Allah ondan yetmiş çeşit zararı kaldırır ki bunların en
hafifi fakirliktir."
Tirmizi, Daavât 141, (3596).
HZ. PEYGAMBER'E SALAVÂT
1870 - Ebü Mes'ud el Bedri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Sa'd İbnu Ubâde'nin meclisinde
otururken Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşir İbnu Sa'd:
"Ey Allah'ın Resülü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl
salât okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi:
"Şöyle söyleyin: "AIIahümme salli aIa Muhammedin ve aIâ âI-i Muhammed, kema salleyte
aIa İbrahime ve barik aIâ Muhammedin ve aIâ âI-i Muhammedin kemâ bârekte aIa aI-i
İbrahime inneke hamidun mecid. (AIIah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline rahmet kıI,
tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl. Tıpkı
İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." (ResuIullah ilâveten şunu söyledi): "Selam da
bildiğiniz gibi olacak."
Müslim,Salât 65, (405), Kasru's-Salât 67,(1,165,166); Tirmizi,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebü
Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâi, Sehv 49, (3, 45, 46).
Tirmizi dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebü Humeyd es-Sâidi (radıyallâhu anh)'den
gelen bir rivayet şöyle:
"Ashab sordu: "Ey Allah'ın Resülü sana nasıl salât okuyalım?" Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm): Şöyle söyleyin, dedi: "AIIahümme salli aIâ Muhammedin ve aIâ ezvâcihi ve
zürriyyetihi kema salleyte aIâ İbrâhime ve bàrik aIâ Muhammedin ve aIaezvâcihi ve
zürriyyetihi kemâ bârekte aIâ İbrâhime inneke hamidun mecid. (AIIahım! Muhammed‚
zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i,
zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, tıpkı İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye
Iayıksın, Şerefi yücesin)."
Buhâri, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru's-Salât 66, (1,165);
Ebü Dâvut, Salât,183, (979); Nesâi, Sehv 54, (3, 49).
Kà'b İbnu Ucre'den gelen bir rivâyet de şöyle: "Resülullah (aleyhissaIatu vesselam) yanımıza
gelmişti: "Ey Allah'ın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl
salât okuyacağız (bilmiyoruz)? " "Şöyle söyleyin! dedi:
"AIIahümme salli aIa Muhammed'in ve alâ âI-i Muhammedin kema salleyte aIa İbrahime
inneke hamidun mecid. AIIahümme barik aIâ Muhàmmedin ve aIa âI-i Muhammed, kemâ
bârekte aIa âIi İbrahime inneke hamidun mecid."
Buhâri, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebü Dâvud, Salât 183, (976);Nesâi, Sehv 51, (3,
47); Tirmizi Vitr,20, (483).
1871 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim bana (bir kere) salât okursa AIIah da ona on salât okur ve on günahını affeder,
(mertebesini) on derece yükseltir."
Nesâi, Sehv 55, (3, 50).
Yine Nesâide Ebü Talha (radıyallâhu anh)'dan gelen bir rivâyet şöyle: "Bir gün Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine:
"Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik.
"Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salavat
okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm
okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?"
Nesâi, Sehv 55, (3, 50).
1872 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissâlatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır."
Tirmizi, Salât 357, (484).
Yine Tirmizi'de Hz. Ali (radıyallâhu anh)'den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği
halde bana salavât okumayandır."
Tirmizi, Daavât 110, (3540).
1873 - Hz. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissâlatu vessalâm)
buyurdular ki: "Yeryüzünde Allah'ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını
(ânında) bana tebliğ ederler."
Nesâi, Sehv 46. (3, 43).
LA İLAHE İLLALLAH'IN FAZİLETİ
7090 - Su'dâ'I-Mürriyye radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
vefatından sonra Hz. Ömer, (bir gün kocam) Talha'ya uğradı. (Onu üzgün bularak:) "Neyin
var, niye üzgünsün? Amca oğlun (Ebu Bekr'in) halife oluşu mu seni üzdü?" dedi. Talha:
"Hayır! Lakin ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Ben bir kelime biliyorum, her kim
ölümü anında onu söylerse mutlaka amel defteri için bir nur olur ve onun cesedi ve ruhu,
ölüm anında o kelime sebebiyle bir rıza, bir rahmet bulacaktır" buyurduğunu işittim" dedi.
Ben bu kelimenin ne olduğunu o ölünceye kadar sormadım. (İşte bunun için üzgünüm)" dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ben o kelimeyi biliyorum. O, Resülullah aleyhissaltu vesselâm'ın
amcası (Ebu Tâlib)e vefatı anında teklif ettiği kelime-i tevhiddir. Eğer Resülııllah
aleyhissalâtu vesselâm, amcası için, kelime-i tevhidden daha kurtarıcı bir şey bilseydi onu
(söylemesini) emrederdi" dedi."
7091 - Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ölen bir nefis (ölüm anında) Allah'ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma
şehadet eder, kalbi de bunu tasdik ederse, Allah mutlaka ona mağfiret kılar."
7092 - Ümmü Hâni radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "La ilahe illallah (Allahtan başka ilah yoktur)" kelimesini fazilette hiçbir amel geçemez ve
bu kelime hiçbir günahı bırakmaz, (affettirir)."
7093 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim, sabah namazının peşinden La ilâhe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehü'l-mülkü ve
lehü'l-hamdü bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr (Allah'tan başka ilah yoktur. O
birdir, ortağı yoktur mülk ona aittir, hamdler de ona layıktır, her çeşit hayır O'nun elindedir. O
her şeye kadirdir)" derse kendisine, Hz. İsmail evlatlarından bir köleyi âzâd etmiş gibi sevap
yazılır."
7094 - Kudame İbnu İbrahim el-Cümahî radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kendisi, Hz.
Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattab radıyallahu anhüma'ya gidip geliyordu. Bu uğramaları
esnasında yaşça delikanlı ve üzerinde kırmızıya boyanmış iki parça giyecek vardı. Kudâme
devamla der ki: "Abdullah İbnu Ömer bize Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ın kendilerine
şunu anlattığını söyledi: "Allah'ın kullarından bir kul dedi ki: "Ey Rabbim! Senin zâtının
celaline ve senin hâkimiyetinin azametine layık şekilde sana hamd olsun." Bu hamd kulun
amelini yazmakla muvazzaf iki meleği aciz bıraktı. Onlar (bunun sevabını) nasıl yazacaklarını
bilemediler. Bunun üzerine melekler göğe çıktılar ve: "Ey Rabbimiz! Senin kulun öyle bir
kelam söyledi ki, nasıl yazacağımızı bilemiyoruz" dediler. AllahTeâla hazretleri, -kulun
söylediği sözü en iyi bilen olduğu halde-: "Benim kulum ne söyledi?" diye sordu. Melekler:
"Ey Rabbimiz! O kul: "Ya Rabbi lekel-hamdu kemâ yenbaği li-Celâli vechike ve azîmi
sultânike" söyledi" dediler. Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri o iki meleğe buyurdu ki:
"Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söze (hamde) karşılık mükâfaatlandırıncaya kadar
siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız" buyurdu."
7095 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sevdiği bir
şeyi görünce: "Hamd o Allah'a mahsustur ki sâlih şeyler sadece onun lütuf ve nimetiyle
tamamlanır" derdi. Hoşlanmadığı bir şey görünce de: "Her durum üzerine Allah'a hamd
olsun" derdi."
7096 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
derlerdi: "Elhamdulillah alâ külli hail. Rabbi eüzu bike, min hâli ehli'n-nâr" (Her hal için
Allah'a hamdolsun. Ey Rabbim cehennem ehlinin halinden sana sığınırım."
7097 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah kuluna bir nimet verdiği zaman kul "Elhamdülillah" derse, kulun verdiği (yani hamd
demek suretiyle ödediği, kendine sağlayacağı menfaatçe) aldığından efdal (üstün) olur."
7098 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kendisi ağaç dikerken yanına
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm uğrar ve: "Ey Ebu Hureyre! Şu diktiğin nedir?" der.
"Kendim için bir fidan dikiyorum!" cevabını verir. Aleyhissalâtu vesselam: "Sana, senin için
daha hayırlı bir dikilecek fidan göstereyim mi?" buyurur. Ebu Hureyre: "Göster! Ey Allah'ın
Resülü!" der. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ
ilahe illallahu vallahu ekber (Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, bütün hamdler ona
mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür)" de! Bunu söylersen her bir
kelimesi için sana cennette bir ağaç dikilir."
7099 - Nu'man İbnu Beşîr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah'ın celalinden zikrettiğiniz tesbih (sübhanallah), tehlil (lâ ilahe illallah)
ve tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş'ın etrafında dönüp dururlar. Onlar tıpkı arı oğulu
uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar. Sizden biri, Arş'ın civarında kendisini
andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz mı?"
7100 - Ümmü Hani radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim
ve: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana (kolay ve sevabı büyük) bir amel gösterin. Zira artık ben
yaşlandım, zaafa ugradım ve şişmanladım" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm derhal şu cevabı
verdiler: "Yüz kere Allahuekber de! Yüz kere elhamdulillah de, yüz kere sübhanallah de.
(Bunu yapman senin için) Allah yolunda eğerlenip gemlenmiş yüz attan daha hayırlıdır.
(Kurban edilmiş) yüz deveden daha hayırlıdır. Yüz köle azad etmekten daha hayırlıdır."
7101 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana dedi
ki: "Sana sübhanallahi velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber" demeyi tavsiye
ederim. Zira bu kelimeler, günahları döker, tıpkı ağacın yapraklarını dökmesi gibi."
İSTİĞFAR
7102 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ben günde yüz sefer Allah'a istiğfarda bulunurum."
7103 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ben günde yetmiş kere Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunurum."
7104 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Benim dilimde, aile efradıma karşı bir ölçüsüzlük
vardı. Fakat bu başkalarına olmazdı. Bu halimi Aleyhissalâtu vesselâm'a söyledim.
Resülullah: "İstiğfar bakımından ne haldesin? (Bu kusurunun bağışlanması için günde yetmiş
kere istiğfar et!" buyurdular."
7105 - Abdullah İbnu Busr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Amel defterinde çok istiğfar bulunana ne mutlu!"
7106 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah aleyhisselatu vesselâm şöyle dua
ederdi: "Ey Allahım! Beni, güzel amel işledikleri zaman(bunun mükâfaatıyla) müjdelenen ve
hata işlediği zaman da istiğfar edenlerden eyle!"
LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH
7107 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana: "Sana
cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?" buyurdular.
"Evet! Ey Allah 'ın Resülü!" dedim.
"Lâ havle velâ kuvvete illa billah (Gerek ibadet için gerek dünyevî işlerim için muhtaç
olduğum) bütün güç kuvvet Allah'tandır" de!" buyurdular."
7108 - Hâzım İbnu Harmele radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
uğramıştım. Bana: "Ey Hâzım! Lâ havle velâ kuvvete illa billah" de! Çünkü bu cümle cennet
hazinelerinden biridir" buyurdular."
RESÜLULLAH'IN DUASI
7109 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah şu duayı çok yapardı:
"Allahümme sebbit kalbî alâ dînike.(Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl." Bir adam: "Ey
Allah'ın Resülü! Biz sana iman ettiğimiz ve senin getirdiklerini tasdik ettiğimiz halde bizim
(âkibetimiz) için korkuyor musun?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm adama şu cevabı verdi:
"Kalpler, muhakkak ki Rahman'ın parmaklarından iki parmağı arasındadır, onu (dilediği
şekilde) döndürür."
Ravi der ki : "A'meş iki parmağını gösterdi. "
RESULULLAH'IN SIĞINMA TALEP ETTİĞİ ŞEYLER
7110 - İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Kur'ân'dan
bir sure öğretir gibi şu duayı bize öğretmişti: "Allahım! Cehennem azabından, kabir
azabından, Mesih Deccâl'in fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım."
7111 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah'tan
faydalı ilim dileyin, faydasız ilimden Allah'a sığının" buyurdu."
7112 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
kendisine şu duayı öğretmiştir: "Allahım ben senden hayrın her çeşidini isterim; yakın olsun,
uzak olsun; bildiğim olsun, bilmediğim olsun; bütün şerlerden de sana sığınırım; yakın olsun,
uzak olsun; bildiğim şer olsun, bilmediğim şer olsun. Allahım! Kulun ve peygamberin
Muhammed'in senden istediği şeyleri senden ben de istiyorum. Kulun ve peygamberin hangi
şerlerden sana sığınmışsa ben de o şerlerden sana sığınıyorum. Allahım! Ben senden-, cenneti
ve cennete götüren söz ve amel(de beni muvaffak kılman)ı istiyorum. Ateşten ve ateşe
götüren söz ve fiillerden de sana sığınıyorum. Ve dahi benim hakkımda hükmettiğin her kaza
ve kaderi hayırlı kılmanı senden diliyorum."
7113 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir
adama: "Namazda ne diyorsun?" diye sordu. Adam: "Teşehhüdü (Ettahiyyatu, Allahümme
salli, Allahümme barik...) okuyorum. Sonra Allah'tan cennet diliyor ve cehennem ateşinden
O'na sığınıyorum. Ama vallahi ben, ne senin okuduğunu ne de Muaz'ın okuduğunu
bilmiyorum" dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (adama): "Biz de senin okuduğun şeyler
çerçevesinde okuyoruz" buyurdu."
7114 - Evs İbnu İsmail el-Beceli radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resülullah aleyhissalatu
vesselâm vefat ettiği zaman, Hz. Ebu Bekr'in şöyle söylediğini işitmiştir:
"Resülullah aleyhissalatu vesselâm benim şu makamımda ilk yıl, ayağa kalktı -böyle
söyleyince Hz. Ebu Bekr gözlerinin yaşını tutamayıp ağladı- sonra dedi ki:
"Size doğru olmanızı sıdkı, tavsiye ederim. Çünkü sıdk birr (denen Allah'ın rızasına götüren
en iyi amelle beraberdir) ikisi de cennettedir. Yalandan sakının. Çünkü o, fücürla beraberdir
ve ikisi de cehennemdedir. Allah'tan afiyet dileyin. Çünkü, kimseye Çünkü, kimseye
yakinden sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Birbirinizle hasedleşmeyin.
Birbirinizle aranızdaki iyi münasebetleri kesişmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın
kulları kardeşler olun!"
7115 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kişinin yaptığı dualar içerisinde en hayırlısı şudur: Allahümme innî es'eluke'l-
mu'âfâte fid-dünya ve'l-âhireti (Ey Allah'ım! Senden dünya ve ahirette afiyet istiyorum),"
DUAYA KENDİNLE BAŞLA
7116 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah bize ve Âd'ın kardeşine rahmet eylesin."
İSM-İ AZAM
7117 - el-Kâsım (İbnu Abdirrahman) radıyallahu anh demiştir ki: "Allah'ın, duada şefaat
kılındığı taktirde, o duayı kabul ettiği ism-i âzamı şu üç surededir: Bakara, Âl-i İmran ve Tâ-
Hâ.
Ebu Ümâme radıyallahu anh'tan yapılan bir rivayette, bunun benzeri Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan merfu olarak gelmiştir.
7118 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
yalvardılar: "Allahım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan,
onunla dua edildiği taktirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin,
onunla rahmetin talep edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince
kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum."
Hz. Aişe'nin belirttiğine göre, bir başka gün Aleyhissalâtu vesselam'ın, kendisine "Ey Aişe!
Kendisiyle dua edildiği taktirde icabet ettiği ismi, Allah'ın bana gösterdiğini sen biliyor
musun?" diye sormuştu. Hz. Aişe der ki: "Ben: "Ey AIlah'ın Resülü! Annem babam sana feda
olsun, onu bana da öğret!" dedim. "Ey Aişe onu sana öğretmem uygun düşmez!" buyurdu. Bu
cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp, başını
öptüm ve: "Ey Allah'ın Resülü! Onu bana öğret" diye ricada bulundum. O yine: "Onu sana
öğretmem uygun olmaz, ey Aişe! Onunla senin dünyevî bir şey talep etmen uygunsuz olur"
buyurdu."
Hz. Aişe devamla der ki: "Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekât namaz kıldım, sonra:
"Allahım! Sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum.Sana
Birrurrahîm isminle dua ediyorum. Sana bildiğim ve bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle
dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle" diye dua ettim."
Aişe devamla der ki: "Bu duam üzerine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm güldü ve: "İsm-i
âzam, senin yaptığın şu duanın içinde geçti" buyurdu."
7119 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretlerinin doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir,
teki sever. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-
Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâlık, el-Bâri, el-Musavvir, el-Melik, el-
Hakk, es-Selâm, el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, er-Rahmân, er-
Rahîm, el-Latif, el-Habîr, es-Semî', el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Müte'âl, el-Celîl,
el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kâdir, el-Kâhir, el-Aliyyu, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mucîb,
el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd, eş-Şekür, el-Mâcid, el-Vacid, el-Vâli, er-Râşid, el-Afuvvu,
el-Ğafür, el-Halîm, el-Kerîm, et-Tevvâb, er-Rabb, el-Mecîd, el-Veliyyu, eş-Şehîd, el-Mübîn,
el-Bürhân, er-Ra'üf, er-Rahîm, el-Mübdiu, el-Mu'îd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyyu, eş-Şedîdu,
ed-Dârru, en-Nâfi'u, el-Bâki, el-Vâkî, el-Hâfıd, er-Râfi', el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Mu'ızzu, el-
Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü'l-Kuvve, el-Metîn, el-Kâim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekîl,
el-Fâtır, es-Sâmi', el-Mu'tî, el-Muhyî, el-Mümît, el-Mâni', el-Câmi', el-Hâdî, el-Kâfı, el-Ebed,
el-Âlim, es-Sâdık, en-Nür, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitru, el-Ahadu, es-Samedu,
ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven ahad."
Zûhrî der ki: "Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmâu Hüsna'nın okunmasına
"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü'l Mülkü ve Lehü'I-Hamdu bi-yedihi'l-Hayr ve
huve ala külli şeyin kadîr, la ilahe illâllahu, lehül-Esmâu'l-Hüsnâ" diye başlanmalıdır."
BABANIN DUASI
7120 - Ümmü Hâkim Bintü Vedda'el-Huzâ'iyye radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular: "Babanın duası perdeyi deler (kabul makamına
ulaşır)."
SABAH VE AKŞAM YAPILACAK DUALAR
7121 - Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hâdimi Ebu Selâm anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurdular: "Akşam ve sabaha erdiği vakit: "Radîtu billahi
Rabben ve bi'I-İslâmi dînen ve bi-Muhammedin nebiyyen (Rabb olarak Allah'tan, din olarak
İslâm'dan, peygamber olarak Muhammed'den razıyım" diyen bir müslüman veya insan veya
köle yoktur ki, o kimseyi Kıyamet günü razı ve memnun etmek Allah üzerine bir hak
olmasın."
YATAĞA GİRİNCE YAPILACAK DUA
7122 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm,
yatağına girince, sağ elini yanağının altına koyar sonra şu duayı okurdu:
"Allahümme, kınî azâbeke yevme teb'asu -ev tecme'u- ibâdeke (Allahım! Kullarını yeniden
dirilttiğin veya topladığın- gün beni azabından koru."
EVDEN ÇIKINCA YAPILACAK DUA
7123 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, evinden
çıktığı vakit şu duayı okurdu: "Bismillahi la havle vela kuvvete illa billah, et-tüklânî alallah.
(Allahın ismiyle. Dünya ve ukbâ işlerine güç kuvvet Allah'tandır. Dayanağım Allah'dır."
7124 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kişi evinin -veya apartmanın- kapısından çıkınca, adama müekkel (nezaretçi)
iki meleği vardır. Adam: "Bismillah" deyince onlar: "Doğruya irşad edildin" derler. "Lâ havle
velâ kuvvete illâ billâh" deyince, melekler: "Korundun" derler. Adam: "Tevekkeltü alâllah"
deyince onlar: "İşin (sana bedel) görüldü" derler.
(Resülullah aleyhissalâtu vesselâm devamla) dedi ki: "Sonra adamın iki karîni (yani onu
günaha sürüklemek isteyen insî ve cinnî iki şeytanı) onu karşılarlar. Melekler (o şeytanlara):
"Hidayete erdirilen, işi (Allah tarafından) görülen ve muhafaza altına alınan bir kimseden ne
istiyorsunuz?" derler "
ECEL VE EMEL BÖLÜMÜ
________________________________________
147 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
birgün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun
dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinad eden bir
kısım küçük çizgiler attı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: Şu çizgi insandır. Şu onu
saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini
kesen) şu küçük çizgiler de müsibetlerdir. Bu musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese
bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.
Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Kıyamet 23, (2456); İbnu Mace, Zühd 27, (4231).
148 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yere bir çizgi
çizdi ve: "Bu insanı temsil eder" buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek:
"Bu da ecelini temsil eder" buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra: "Bu da
emeldir" dedi ve ilâve etti: "İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha
yakın olan (eceli) ansızın geliverir."
Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Zühd 25, (2335); İbnu Mâce, Zühd 27, (4232).
149 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
omuzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu.
İbnu Ömer (radıyallahu anh) hazretleri şöyle diyordu: "Akşama erdinmi, sabahı bekleme,
sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap.
Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap."
Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, (2334).
Tirmizî'nin rivayetinde, "yolcu gibi ol" sözünden sonra şu ziyade var: "Kendini kabir ehlinden
added."
150 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elindeki iki
çakıl(dan birini yakına, diğerini uzağa) atarak: "Şu ve şu neye delalet ediyor biliyor
musunuz?" dedi. Cemaat: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Şu (uzağa
düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de eceldir. (Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken
ulaşmadan ölüverir)".
Tirmizî, Emsâl 7, (2874).
151 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı kimselerden Cenab-ı Hakk, her çeşit özür ve bahâneyi
kaldırmıştır."
Buhârî Rikak 4; Tirmizî, Da'vât 113, (3545), Zühd 23 (2332); İbnu Mâce, Zühd 27, (4236),
Metin Buhârî'den alınmıştır.
Tirmizî'nin metni şu şekildedir: "Ümmetimin vasatî ömrü 60-70 yaş arasıdır. Allah, kime
ömründe 40'ına kadar mühlet verdi ise, ondan özrü kaldırmıştır."
EMEL VE ECEL
7264 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "İhtiyar kimsenin kalbi iki şeyin sevgisinde daima gençtir: "Hayat sevgisi, çok
mal sevgisi."
7265 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Eğer âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı bir üçüncüsünü isterdi. Onun
nefsini ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder."
EHL-İ BEYT'İN FAZİLETİ
________________________________________
4458 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Nimetleriyle sizi beslediği için Allah'ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi
de benim sevgim için sevin."
Tirmizi, Menakıb, (3792).
4459 - Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman, (mealen):
"Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: "Gelin,
çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp
toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah'ın laneti yalancılar üzerine olsun!" (Âl-i İmran 61),
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ali'yi , Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhüm
ecmain'i çağırdı ve:
"Allah'ım, bunlar da benim ehlim (ailem)" buyurdu."
Tirmizi, Tefsir, Âl-i İmran, (3002).
4460 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Ben "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: "...Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip
sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33). Evde "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ali,
Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:
"Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden
tertemiz kıl!" buyurdu. Ben atılıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben ehl-i beytten deyil miyim?" dedim. Bana:
"Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah'ın zevcesisin!" diye cevap verdi."
Tirmizi, Menakıb, (3870).
4461 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber
ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33), "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma
radıyallahu anha'nın kapısına uğrayıp:
"Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!"
buyurdu."
Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3204).
4462 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, üzerinde
siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi,
onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu.
Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:
"Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor" (Ahzab 33)
buyurdu."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 61, (2424).
4463 - Yezid İbnu Hayyan, Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor:
""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâla'nın Kitabı'dır.
O, Allah'ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de
onu terkederse dalâlete düşer. İkincisi itretim, Ehl-iBeytim'dir." Biz, Zeyd İbnu Erkam'a
sorduk:
"Kadınları da Ehl-i Beyt'inden midir?"
"Hayır! dedi, Allah'a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu
boşar, o da babasına ve kavmine döner. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ehl-i Beyt'i aslı
ve kendinden sonra sadaka haram olan asabesi'dir."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 37, (2408).
4464 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Bekr radıyallahu anh buyurdular ki:
"Muhammed aleyhissalatu vesselam'ı Ehl-i Beytinde gözetin."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 12, 22.
ENSARIN FAZİLETİ
________________________________________
4465 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Şayet Ensar bir vadiye veya geçide sülûk etse ben de mutlaka Ensar'ın gittiği vadiye ve
geçide sülûk ederim. (Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr'dan biri olurdum.)"
Ebu Hüreyre der ki: "Ona annem ve babam feda olsun. (Bu sözüyle haddi aşmış, Ensarın
hakkından fazlasını onlara vererek) zulmetmiş değildir. (Zira) onlar O'nu barındırdılar ve O'na
yardım ettiler veya bir başka kelime (ile ifade edilecek) yardımlar yaptılar. Mallarıyla
kendisine ve Ashabına muâvenette bulundular."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 2, Temenni 9.
4466 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Benim kendisine sığındığım sırdaşım ehl-i Beyt'imdir, dayanağım da Ensar'dır. Öyleyse
onların (Ehl-i Beyt ve Ensâr'ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da sarılın."
Tirmizi, Menakıb, (3900).
4467 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah'a ve ahirete iman eden kimse Ensâr'a buğzetmesin."
Tirmizi, Menakıb, (3903).
4468 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların
iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 11; Müslim, Fezailu's-Sahabe 176, (2510); Tirmizi, Menakıb,
(3901).
Buhari, İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın kaydettiği bir diğer rivayette: "Onlar azalacaklar"
lafzının peşinde şu ziyadeye yer verir: "... Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar."
ENSÂR
5993 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ensâr iç gömlek, insanlar da dış gömlek (mesabesinde)dirler. Eğer insanlar,
bir vadiye veya bir koyağa (dağlardaki düzlük) yönelirken Ensar da bir başka vadiye
yönelecek olsa ben, Ensar'ın gittiği vadiyi takip ederdim. Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan
bir kimse olurdum."
5994 - Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah,
Ensarı, Ensarın oğullarını, Ensarın oğullarının oğullarını rahmetine bandırsın" buyurdular."
ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
________________________________________
3267 - Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım,
kadına, kocasına secde etmesini emrederdim."
Tirmizi, Rada' 10, (1159).
3268 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.''
Tirmizi, Radâ 10, (1161).
3269 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bir erkek hanımını
yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada
olan (melekler) ona gadab ederler.''
3270 - Bir başka rivâyette şöyle denmiştir: "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da
gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette
yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.''
3271 - Bir başka rivâyette: "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa,
melekler onu lânetler" denmiştir.
Buhari, Nikâh 85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120 - 122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41,
(2141).
3272 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü. dendi, hangi kadın
daha hayırlıdır?''
"Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının
hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi."
Nesâi, Nikâh 14 (6,68).
3273 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz."
Ebu Davud, Nikah 43, (2147).
3274 - Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)'ın
hanımı, yanında Safvân da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da
orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!'' dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân'a sordu. Safvân:
"Ey Allah'ın Resülü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor '' sözüne gelince,
o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım'' dedi. Resulullah
kadına:
"İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir '' buyurdu. Safvân devam etti:
"Oruç tuttuğum zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor. Ben
gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular.
Safvân devamla:
"Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir
âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz''
diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Savm 74, (2459).
3275 - Ebu'I - Verd İbnu Sümâme anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed'e dedi ki:
"Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın kızı Fâtıma (radıyallahu
anhâ)'dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?''
"Evet, bahsedin!'' dedim. Bunun üzerine:
"Fâtıma radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su
taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu
sıralarda) Rasûlüllah'a bir kısım köleler getirilmişti.. Fâtıma 'ya:
"Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm'ın yanında
bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtıma'ya
gelerek:
"Kızım ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtıma süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip:
"Ben anlatayım Ey Allah'ın Resülü!'' dedim ve açıkladım: "Fatıma'nın değirmen kullanmaktan
elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine,
size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim.
Bu açıklamam üzerine Resulullah:
"Ey Fatıma, Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına girince
otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece
hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.." buyurdular. Fatıma (radıyallahu
anha):
"Allah'dan ve Allah'ın Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi."
Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da'avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi,
Da'avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).
MİRASIN SEBEPLERİ, MANİLERİ
________________________________________
4672 - Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdu ki:
"Müslüman kimse kâfir kimseye varis olamaz; kafir de müslümana varis olamaz."
Buhari, Feraiz 26; Müslim, Feraiz 1, (1614); Muvatta, Feraiz 10, (2, 519); Ebu Davud, Feraiz
10, (2909); Tirmizi, Feraiz 15, (2108).
4673 - İbnu Amr İbni'l-As ve Hz. Cabir radıyallahu anhüm anlatıyorlar: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İki farklı din mensupları birbirlerine varis olamazlar."
Ebu Davud, Feraiz 10, (2911); Tirmizi, Feraiz 16, (2109). Ebu Davud'un rivayeti İbnu
Amr'dan, Tirmizi'nin rivayeti Hz. Cabir'dendir.
4674 - Hz. Üsame radıyallahu anh'ın anlattığına göre (haccı sırasında (Aleyhissalatu
vesselam'a) denmiştir ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Yarın nereye ineceksin. Mekke'deki evine mi?"
"Akil bize ev-bark bıraktı mı ki?" buyurdular. Akil ile Tâlip, Ebu Tâlib'e varis olmuşlardı. Ne
Ali ne de Câfer radıyallahu anhüma ona varis olamamışlardı. Çünkü bu ikisi müslüman idiler.
Akil ve Tâlib ise kâfirdiler."
Buhari, Hacc 44, Cihad 180, Megazi 48; Müslim, Hacc 439, (1351); Ebu Davud, Feraiz 10,
(2910).
4675 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Katil vâris olamaz."
Tirmizi, Feraiz 17, (2110).
4676 - Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Arap
(memleketinde) doğmadıkça, Acem'den birini varis kılmaktan imtina etmiştir."
Muvatta, Feraiz 14, (2, 520).
Rezin şu ilavede bulundu: "Hamile olarak gelip Arap (memleketinde) doğuran kadını da hariç
kıldı. Bu durumda erkek, eğer ölürse kadına varis olur. Eğer erkek ölürse, kadın da ona varis
olur. Erkeğin miras(taki pay nisbet)i Allah'ın kitabında vardır."
4677 - Ebu'l-Esved ed-Düeli anlatıyor: "Hz. Mu'az'a bir yahudinin miras meselesi getirildi.
Onun müslüman oğluna da mirastan pay verdi ve dedi ki:
"İslam (galebe çalar, ona galebe çalınmaz), artar eksilmez."
Ebu Davud, Feraiz 10, (2912, 2913).
4678 - Amr İbnu Şu'ayb, an ebihi an ceddihi tarikiyle anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Hür veya cariye bir kadınla kim zina yaparsa, bundan hasıl olacak çocuk veled-i zinadır, ne o
babasına, ne de babası ona varis olamaz."
Tirmizi, Feraiz 21, (2114).
DEDE VE NİNE
4679 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: Ehl-i Küfe, kendisine yazarak
dede hakkında sormuşlardı. O da şu cevabı vermişti: "Hakkında Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın: "Ben bu ümmet içerisinde birini kendime halil seçseydim, onu seçerdim" dediği
kimse, yani Ebu Bekr, dedeyi (miras meselesinde) baba yerine koymuştu."
Buhari, Fezâilu'l-Ashab 5.
4680 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
bir adam gelerek, "Oğlumun oğlu vefat etti. Ondan miras hakkım nedir?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselâm:
"Sana altıda bir var!" buyurdu. Adam dönüp gidince geri çağırdı ve:
"Sana diğer bir altıda bir daha var!" buyurdu. Adam dönüp gidince tekrar çağırdı ve:
"Diğer altıda bir, (hak değil) fazladan bir ikramdır!" buyurdu."
Ebu Davud, Feraiz 6, (2896); Tirmizi, Feraiz 9, (2100).
Ebu Davud der ki: "Katâde şunu söyledi: "(Sahabe, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bu
kimseyi, başka) hangi varisler olduğu halde varis kıldığını bilmiyor." Katâde devamla der ki:
"Dedenin tevarüs ettiği en az miktar, altıda birdir."
4681 - Hz. Muaviye radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Kendisine dedenin miras payından
soran Zeyd İbnu Sâbit'e şöyle yazmıştır: "Bana yazarak dededen soruyorsun. Doğruyu Allah
bilir. Bu mesele, ancak ümeranın -yani halifelerin- hükmedeceği meselelerden biridir. Ben
sizden önce iki halifeyi gördüm. Onlar ölenin tek bir kardeşi ile verasete iştirak eden dedeye
malın yarısını veriyorlardı. İki ve daha fazla kardeş olması halinde üçte bir veriyorlardı. Erkek
kardeşler çok da olsa dedenin payı üçte birden aşağı düşmezdi."
Muvatta, Feraiz 1, (2, 510).
4682 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, büyükanneye,
önünde, (ölenin) anne(si) olmadığı takdirde, altıda bir pay koydu."
Ebu Davud, Feraiz 5, (2895).
KIZLAR VE KIZKARDEŞLER
4683 - Esved İbnu'l-Yezid anlatıyor: "Bize (Yemen'e), Muâz radıyallahu anh, muallim ve
emir olarak geldi. Ona, bir kızla bir kızkardeş bırakarak ölen kimse(nin veraset durumu)
hakkında sorduk. O, kız için yarım, kızkardeşi için de yarıma hükmetti. O sırada
Aleyhissalâtu vesselam sağdı."
Buhari, Feraiz 6, 12; Ebu Davud, Feraiz 4, (2893).
4684 - Hüzeyl İbnu Şurahbil anlatıyor: "Ebu Musa radıyallahu anh'a "Ölenin bir kızıyla
kızkardeşinin oğlu ve (ana-baba bir) kızkardeşinin miras payından soruldu. Dedi ki:
"Kız için yarı, (anne-baba bir) kızkardeş için de yarı. (İbni Mes'ud'a gidin, ondan da sorun. O
da benim söylediğime muvafakat edecektir!) (Ebu Musa, fetvasında oğlan kardeşin kızına
mirastan pay vermemişti.) Bunun üzerine doğru İbnu Mes'ud'a sorulmaya gidildi ve Ebu
Musa'nın söylediği de kendisine haber verildi. İbnu Mes'ud radıyallahu anh dedi ki: "(Eğer
ben onun fetvasına uyarsam) dalalete düşmüş olurum ve hidayetten ayrılanlara katılırım!"
Sonra ilave etti: "Onlar hakkında, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın verdiği hükümle
hükmedeceğim: "Kız için yarı, oğulun kızı için, -üçte ikiyi tamamlamak üzere- altıda bir, geri
kalan da kızkardeş içiindir!"
Ebu Musa'ya İbnu Mes'ud'un sözü haber verildi. Bunun üzerine:
"Bu derin alim aranızda olduğu müddetçe (mişkillerinizi) bana sormaya gelmeyin" dedi."
Buhari, Feraiz 7, 12; Ebu Davud, Feraiz 4, (2890); Tirmizi, Feraiz 4, (2094).
ERKEK KARDEŞLER
4685 - Hz. Ali radıyallahu anh buyurmuştur ki: "Sizler şu ayeti okuyorsunuz: "...Bu hisseler,
onların borçları ödendikten ve vasiyetleri yerine getirildikten sonradır..." (Nisa 12). Bilesiniz
ki Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vasiyyetin yerine getirilmesinden önce borçlarının
ödenmesine hükmetti. Anne-baba bir kız ve erkek kardeşler, baba bir, anne ayrı kız ve erkek
kardeşlerden önce birbirlerine varis olurlar. Erkek, anne-baba bir erkek kardeşine, baba bir
erkek kardeşinden önce varis olur."
Tirmizi, Feraiz 5, (2095).
CENİN
4686 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölü olarak
düşürülen bir cenin için köle veya cariye bir gurreye hükmetti. Sonra lehine bir gurreye
hükmedilen kadın ölmüştü. Aleyhissalatu vesselam, kadının mirasının oğullarına ve kocasına
kalacağına, diyetinin de asabesine kalacağına hükmetti.
Buhari, Feraiz 11, Tıbb 46, Diyat 25; Müslim, Kasame 35, (1681); Tirmizi, Diyat 15, (1410),
Feraiz 19, (2112).
4687 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
doğan çocuk ağlar sonra ölürse, varis olur ve ona varis olunur. Ağlamazsa (ölü doğarsa), ne
varis olur ne de ona varis olunur."
Ebu Davud, Feraiz 15, (2920).
MÜLÂ'ANE ÇOCUĞU
4688 - Mekhûl anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mülâ'ane (ile ayrılan karı-
kocanın) çocuğunun mirasını annesine kıldı, anneden sonra da annenin varislerine kıldı."
Ebu Davud, Feraiz 9, (2907).
4689 - Vâsile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kadın üç mirası toplar. Azadlısı(nın mirası), buluntusu(nun mirası), üzerine mülâ'anede
bulunduğu çocuğu(nun mirası)."
Ebu Davud, Feraiz 9, (2906); Tirmizi, Feraiz 23, (2116).
MU'TEDDE (İDDET BEKLEYEN KADIN)
4690 - Muhammed İbnu Yahya İbni Hibban anlatıyor: "Dedem Hibbân'ın iki hanımı vardı.
Biri Haşimiye, diğeri Ensariye idi. Dedem, Ensariye'yi, çocuğu meme verir halde boşadı.
Kadının üzerinden bir yıl geçti, sonra dedem öldü, kadın hâlâ hayız olmadı. Bunun üzerine:
"Ben kocama varis olurum, çünkü hayız olmadım!" dedi. Dava Hz. Osman radıyallahu anh'a
intikal etti. Hz. Osman kadının mirasa iştirak etmesine hükmetti. Haşimiye kadın, bu kararı
sebebiyle Hz. Osman'ı levmetti. Hz. Osman:
"Bu, senin amcaoğlunun işidir. Böyle hükmetmemize o işaret etti!" dedi. "Amcaoğlun"
sözüyle Hz. Ali radıyallahu anh'ı kasdetmişti.
Muvatta, Talak 43, (2, 572).
4691 - Abdurrahman İbnu Hürmüz el-A'rac anlatıyor: "Osman İbnu Affân radıyallahu anh
İbnu Mükemmil'in hanımlarını kendisine varis kıldı. İbnu Mükemmil hasta iken hanımlarını
boşamıştı."
Muvatta, Talâk 41, (2, 572).
4692 - Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Avf'ın hanımı, ondan
kendisini boşamasını talep etti. Abdurrahman: "Adetten temizlenince bana haber ver!" dedi.
Kadın haber verdi. O da talak-ı bette ile (üç talakla) -veya baki kalan tek bir talakla- boşadı.
Ne var ki Abdurrahman o gün hasta idi. Hz. Osman, kadının iddeti tamamlanınca kocasının
malına onu da varis kıldı."
Muvatta, Talak 40, (2, 571, 572).
KELÂLE (NE EVLAD NE DE BABA BIRAKMADAN ÖLEN)
4693 - Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a kelâle(nin miras hissesin)den sormuştu.
"Bu yaz nâzil olan, Nisa suresinin sonundaki ayet, bu meselede sana yeterlidir" buyurdular.
Hadisin ravisi der ki: "Ebu İshak'a sordum: "Kelâle, ne çocuk ne de baba bırakmadan ölen
kimse değil mi?" Bana: "Böyle zannettiler!" diye cevap verdi."
Muvatta, Feraiz 7, (2, 515); Müslim, Feraiz 9, (1617).
Yaz mevsiminde indiği için "Yaz âyeti" denen ayet şudur. (Mealen):
"Senden fetva istiyorlar. De ki: "Varis olarak babası ve çocuğu bulunmayan kimsenin mirası
hakkında Allah size hükmünü bildiriyor: Eğer bir kimse ölür ve kendisinin çocuğu olmayıp da
bir kızkardeşi bulunursa, mirasın yarısı onundur. Eğer kadın ölür de çocuğu olmayıp geride
sadece erkek kardeşi varis olarak bulunursa, mirasın tamamını alır. Varisler iki kızkardeş ise,
mirasın üçte ikisi onlara aittir. Eğer varisler hem erkek, hem de kızkardeşler ise, erkeğe iki kız
hissesi vardır." Allah şaşırırsınız diye hükümlerini size böylece bildiriyor. Allah herşeyi
hakkıyla bilir" (Nisa 176).
kış mevsiminde indiği için kış ayeti denen ayet de, Nisâ suresinin baş tarafındadır:
"Allah, miras taksimini size şöyle emrediyor: Size varis olan çocuklarınızdan erkeğe iki kız
hissesi vardır. Çocuklar, hepsi kız olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman mirasın üçte ikisi
onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kızdan ibaretse ona mirasın yarısı verilir. Eğer ölenin
çocuğu varsa, ölenin anne ve babasından herbirine altıda bir hisse vardır. Ölenin çocuğu
olmayıp da sadece anne ve babası onun mirasçısı ise, o zaman annenin hakkı üçte birdir. Bu
hükümler ölünün borçları ödendikten ve usulü dairesinde vasiyeti yerine getirildikten sonra
kalan mal içindir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size menfaatçe daha yakın
olduğunu siz bilemezsiniz; bu yüzden de onlar arasındaki miras taksimini size bıraktığımız
takdirde adaletsizlik edersiniz. Bu hisseler ise, Allah katından birer hak olarak size
emrolunmuştur. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir ve her işini hikmetle yerine getirir"
(Nisa11).
ZEVİLERHAM
4694 - Muhammed İbnu Ebi Bekr İbni Hazm'ın anlattığına göre, babasının sıkça şöyle
söylediğini işitmiştir:
"Hz. Ömer radıyallahu anh pek çok defalar şöyle derdi: "Halanın haline hayret ediyorum!
Kendisine varis olunur, fakat o varis olmaz."
Muvatta, Feraiz 9, (2, 517).
4695 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendilerindendir."
Ebu Davud, Edeb 121, (5122); Nesai, Zekât 96, (5, 106); Buhari, Feraiz 24.
Nesâi'de şu ibare de gelmiştir: "Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendi nefislerindendir."
DİYETİN MİRASI
4696 - Said İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki:
"Diyet âkile üzerinedir. Öyle ise âkile(yi teşkil edenler) diyete varis olurlar; kadın (âkileden
olmadığı için) kocasının diyetine varis olamaz." Dahhak İbnu Süfyan radıyallahu anh
kendisine (itiraz ederek) dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bana Eşyem ed-
Dıbâbi'nin hanımını kocasının diyetine varis kılmamı yazmıştı. Kadın bir başka cemaatten
idi." Bunun üzerine Hz. Ömer, önceki tatbikatından hemen vazgeçti."
Ebu Davud, Feraiz 18, (2927); Tirmizi, Feraiz 18, (2111).
SADAKANIN MİRASI
4697 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir kadın Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
gelip: "Ben anneme bir cariye tasadduk etmiş idim. Şimdi annem, cariyeyi bırakarak vefat
etti" (deyip, hükmünü sordu). Aleyhissalatu vesselam:
"Sanna onun sevabı vacip olmuştur. Miras yoluyla da cariye sana geri gelmiştir!" buyurdular."
Müslim, Sıyam 154, (1149); Tirmizi, Zekat 31, (667); Ebu Davud, Vesaya 12, (2877), Zekat
31, (1656).
4698 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, "Ensardan bir zat, ebeveynine bir bağışta bulundu.
Bilahare ebeveyni vefat etti. Oğulları tekrar bu mala veraset yoluyla sahip oldu. Bu bir
hurmalıktı. Oğlan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bu hususta sual etti. Aleyhissalatu
vesselam ona:
"Şurası muhakkak ki tasadduk sevabını aldın. Şimdi o malı (Allah) sana miras olarak geri
gönderdi" buyurdu.
Muvatta, Akdiye 54, (2, 760).
VARİSLER CEMAATİ
4699 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Cahiliye devrinde ölen babanın) malı
oğluna kalırdı. Vasiyet de valideyn için yapılırdı. Allah Teâla hazretleri bundan dilediği kısmı
neshedip erkeğin hissesini kadının hissesinin iki misli kıldı, ebeveynden herbiri için (eğer
çocuk varsa) altıda bir, üçte bir kıldı. Kadına (çocuk varsa) dörtte bir kıldı. Zevc'e, (çocuk
yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir miras payı kıldı."
Buhari, Vesâya 6, Tefsir, Nisa 5, Feraiz 10.
4700 - Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Oğulların çocukları, kendileriyle ölü
arasında başka bir erkek çocuk olmadığı takdirde, ölenin çocuğu menzilesindedir: Oğlanların
erkek çocukları, ölenin erkek çocukları gibidir. Oğulların kız çocukları da ölenin kız çocuğu
gibidirler. Oğulların çocukları, oğullar gibi miras alırlar. Oğullar kendilerinden aşağıdakilerin
mirasına mani oldukları gibi, oğulların oğulları da kendilerinden aşağıdakilerin miras
almasına mani olurlar. Oğulun çocuğu, oğulla birlikte miras alamaz.
Ölen kimse, bir kızla, bir oğulun oğlunu bıraksa, kız yarı alır, geri kalanı da oğulun oğlu alır.
Zira Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur:
"Miras paylarını (Kur'an'da zikredilen) hak sahiplerine verin. Geri kalan, (baba tarafından) en
yakın erkeğe aittir."
Buhari, Feraiz 7.
4701 - Hz. Ali radıyallahu anh'tan biri anne bir erkek kardeş, diğeri koca olan iki amca
çocuğu hakkında sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Koca için yarı anne bir erkek kardeş için
altıda bir, geri kalan da aralarında ikiye bölünür."
(Rezin tahric etmiştir.) Buhari'de muallak olarak gelmiştir. Feraiz 15.
4702 - Zeynep radıyallahu anha anlatıyor: "Muhacir kadınlardan bir kısmı Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a evlerinin darlığından ve kendilerinin evlerden çıkarıldıklarından
şikayet ettiler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kadınların muhacir evlerine
varis kılınmalarını emretti."
Ebu Davud, Harac 37, (3080).
VELA'NIN MİRAS OLMASI
4703 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mala kim varis olursa velâ'ya da varis olur."
Tirmizi, Feraiz 22, (2115).
4704 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Velâ, erkeklerden en büyüğe aittir. Kadınlar, velâya (iki durum dışında) varis olamazlar. Bu
iki durum şudur: Bizzat azad ettikleri veya azad ettiklerinin azad ettikleri."
Rezin tahric etmiştir.
4705 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anha, azad etmek
niyetiyle bir cariye satın almak arzu etti. Ancak, kölenin sahibi velanın kendilerine ait
olmasını şart koydu. Hz. Aişe durumu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a söyledi.
Efendimiz:
"Bu şart sana mani olmasın, (zira batıldır); vela, köleyi kim azad etmişse ona aittir!"
buyurdu."
Müslim, Itk 15, (1505).
4706 - Ebu Bekr İbnu Abdirrahman İbni'l-Haris İbni Hişam anlatıyor:
"Âs İbnu Hişam ölmüş, geride üç oğlan bırakmıştı. Bunlardan ikisi bir anadan, biri de bir
başka anadandı. Aynı anadan olan iki oğlandan biri daha öldü. Bu da mal ve azadlılar bıraktı.
Aynı anadan olan kardeşi mala ve azadlıların velasına varis oldu. Sonra da mal ve velaya
varis olan kardeş de öldü, geriye bir oğlanla, baba bir kardeşini bıraktı. Oğlu: "Ben babamın
sahip olduğu şeylere sahibim!" dedi. Kardeşi de:
"Durum böyle değil. Sen sadece mala sahip olursun, azadlıların velasına sahip olamazsın!
Bilmez misin, kardeşim bugün ölseydi, ben ona varis olmayacak mıydım?" dedi ve Hz.
Osman radıyallahu anh nezdinde dava açtılar. O, velanın ölen kerdeşe; malın da ölenin oğluna
ait olduğuna hükmetti."
Muvatta, Itk 22, (2, 784).
ASABE'NİN MİRASI
4707 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ben mü'minlere, kendi nefislerinden evlâyım. Öyleyse kim üzerinde borcu olduğu halde
ölür, bunu ödeyecek mal bırakmazsa, onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakarak ölürse bu
mal varislerine aittir. -Bir rivayette- Kim bir mal bırakmışsa, buna, kim olursa olsun asabesi
varis olur."
Buhari, Feraiz 4, 15, 25, Kefalet 5, İstikraz 11, Tefsir, Ahzab 1, Nafakat 15, Müslim, Feraiz
16, (1619); Tirmizi, Feraiz 1, (2091), Cenaiz 69, (1070); Ebu Davud, Harac 15, (2955).
4708 - Mikdam radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim külfet bırakırsa yükü banadır. Kim de mal bırakırsa bu varislerinedir. Ben varisi
olmayanın varisiyim. Onun yerine diyet öderim, ona varis de olurum. Dayı da varisi
olmayanın varisidir, ona bedel diyet de öder. Esirini de ona (fidye ödeyerek) kurtarıverir, ona
varis de olur."
Ebu Davud, Feraiz 8, (2900).
4709 - Tirmizi'de Hz. Aişe radıyallahu anha'dan merfu olarak şu rivayet gelmiştir: "Dayı
sadece varisi olmayan varis olur."
Tirmizi, Feraiz 12, (2105).
4710 - Tirmizi'de Hz. Aişe radıyallahu anha'dan merfu olarak, şu rivayet edilmiştir:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir azadlısı vefat etti ve mal bıraktı. Geride ne evladı ne
de bir yakını yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Mirasını köyünden bir adama verin!" emretti."
Ebu Davud, Feraiz 8, (2902); Tirmizi, Feraiz 213, (2106).
4711 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
geldi ve: "Bende Ezd'den birisinin mirası var. Ben onu verecek bir Ezdli bulamıyorum (ne
yapayım?)" dedi. Aleyhissalâtu vesselam:
"Git bir yıl bir Ezdli ara!" emretti. Adam bir yıl sonra tekrar geldi ve "Mirası verecek bir Ezdli
bulamadım!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Git bak; karşılaşacağın ilk Huzâ'i'ye malı ver!" buyurdu. Adam geri dönünce: "Adamı bana
çağırın" emretti. Adam çağırıldı. Gelince:
"Huza'a'nın en yaşlısına bak, malı ona ver!" buyurdu."
Ebu Davud, Feraiz 8, (2903, 2904).
4712 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kişi ölmüş, geride azad ettiği bir
köleden başka (varis) bırakmamıştı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu adamın geride bırraktığı bir adamı var mı?" diye sordu.
"Hayır yok! Sadece azad etmiş olduğu bir kölesi var!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, mirasını azadlısına verdi."
Ebu Davud, Feraiz 8, (2905); Tirmizi, Feraiz 14, (2107).
4713 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Lakit (buluntu) hürdür. (Ölünce) malı da
beytülmale aittir. Sâibe de böyledir (hürdür)" buyurdu."
Rezin tahric etmiştir. (Hadisi Buhari muallak olarak kaydetmiştir: Feraiz 19.
RESÛLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM VE GERİDE BIRAKTIKLARININ
MİRASI
4714 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Fatıma radıyallahu anha, Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh'tan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bıraktığı maldaki hissesini taksim
edivermesini talap etti. Hz. Ebu Bekr, ona şu cevabı verdi.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Bize vâris olunmaz, bıraktığımız sadakadır"
buyurmuştu."
Hz. Fatıma bu cevaba öfkelendi ve Hz. Ebu Bekr'e küstü, ölünceye kadar da konuşmadı.
Zaten Aleyhissalâtu vesselâm'dan sonra altı ay kadar hayatta kalmış (ve rahmet-i Rahman'a
kavuşmuştu.)
Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh bunu yaptı: Medine'deki sadakasını Hz. Ali ve Abbas
radıyallahu anhüma'ya verdi. Hayber ve Fedek'teki (sadakasını) kendi elinde tuttu ve: "Bu iki
arazi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın karşısına çıkan hakları ve hadiseleri içindi. (Şimdi)
bu iki arazinin işi, Resûlullah'tan sonra devlet işini eline alan halifenin tasarrufuna kalmıştır"
dedi." Ravi devam eder: "Bu iki yer, bugüne kadar aynı minval üzere devam etmiştir."
Müslim, Cihad 52, (1759); Ebu Davud, Harac 18, (1968, 2969); Nesai, Kasmu'l-Fey' 1, (7,
132); Buhari, Feraiz 4, -Buhari muhtasar olarak almıştır-.
4715 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Fatıma radıyallahu anhâ, Hz. Ebu
Bekr radıyallahu anh'ın yanına gelip:
"Sana kim varis olacak?" diye sordu.
"Ehlim ve çocuğum!" cevabını alınca: "Öyleyse ben niye babamın bıraktığına varis
olamıyorum?" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr:
"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Bize varis olunamaz!" dediğini işittim. Ancak
ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın geçimini sağladıklarının geçimlerini sağlarım.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın nafaka verdiklerine ben de nafakalarını veririm!" dedi."
Tirmizi, Siyer 44, (1608).
4716 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hanımları,
Resûlullah vefat ettiği zaman Hz. Osman'ı, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhüma'ya gönderip
miras hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm: "Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!" demedi mi (nasıl miras talep
edebilirsiniz?)" dedim (ve onları bu niyetten vazgeçirdim.)"
Buhari, Feraiz 3; Müslim, Cihad 51, (1758); Muvatta, Kelam 27, (2, 993); Ebu Davud, Harac
19, (2976, 2977).
4717 - Amr İbnu'l-Haris el-Huzâi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm (öldüğü vakit geride) ne diner, ne dirhem, ne köle, ne cariye ne de başka bir şey
bıraktı. Onun bıraktıkları beyaz katırı, silahı ve yakınları için tasadduk ettiği bir tarladan
ibaretti."
Buhari, Vesâsa 1, Cihad 61, 86, Humus 3, Megazi 83; Nesai, Ahbâs 1 (6, 229).
4718 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (öldüğü vakit)
ne dinar, ne dirhem, ne koyun ve ne de deve bıraktı. Hiçbir vasiyette de bulunmadı."
Müslim, Vasiyyet 18, (1635); Ebu Davud, Vesaya 1, (2863); Nesai, Vesaya 2, (6, 240).
4719 - Yunus İbnu Ubeyd Mevlâ Muhammed İbnu'l-Kasım anlatıyor: "Muhammed İbnu'l-
Kasım, beni, Bera İbnu Azib radıyallahu anh'a gönderip, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
sancağının neden yapılmış olduğunu sormamı emretti. (Ben de gidip sordum.) Şu cevabı
verdi:
"Sancağı siyahtı, Kaplan alacası şeklinde olacak bezden dört köşeli idi."
Ebu Dâvud, Cihad 76, (2591); Tirmizi, Cihad 10, (1680).
4720 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Mekke'ye
girdiği gün bayrağı beyaz renkliydi."
Tirmizi, Cihad 9, (1679); Ebu Davud, Cihad 76, (2592).
4721 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
bayrağı siyah, sancağı beyazdı."
Tirmizi, Cihad 10, (1681).
4722 - Simak İbnu Harb, -kavminden bir adamdan, bu da onlardan bir başkasından naklen-
anlattığına göre, adam: "Resûlullah'ın bayrağını sarı gördüm!" demiştir."
Ebu Davud, Cihad 76, (2593).
4723 - Âsım el-Ahvel anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın su bardağını Enes İbnu
Malik radıyallahu anh'ın yanında gördüm; bardak çatlamıştı. Enes onu gümüş (halkalar) ile
bağlayıp tutturmuştu." Âsım ilaveten dedi ki: "O nudâr ağacından yapılmış geniş, (güzel) bir
bardaktı."
Ma'mer der ki: "Nudâr, Necid'de yetişen bir ağaç çeşididir."
Enes der ki: "Ben bu bardakla, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a sayamayacağım kadar çok
su verdim!"
Muhammed İbnu Sirin rahimehullah der ki: "Ben bu bardağı gördüm. Onun demirden bir
halkası vardı. Enes onun yerine gümüşten veya altından bir halka koymak istemişti. Ebu
Talha kendisine:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yapmış olduğu bir şeyi değiştirme!" dedi. O da bundan
vazgeçti.
Enes radıyallahu anh der ki: "Ben bu kadehimle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a her çeşit
meşrubat içirdim: Bal, nebiz, su ve süt!"
Buhari, Eşribe 30, Humus 5, (Hadis bu veçhiyle Buhari'de mevcut olmayıp Ahmed İbnu
Hanbel'in Müsned'inde gelmiştir: ( 247).
FERAİZ (VARİSLERİN PAY HAKLARI) İLMİNE TEŞVİK
6799 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ey Ebu Hureyre, feraiz ilmini öğrenin ve öğretin. Çünkü o, ilmin yarısıdır. O unutulan bir
ilimdir ve o ümmetimden çekip alınacak ilk ilimdir."
CEDDE (BÜYÜKANNE)NİN PAYI
6800 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir
ceddeyi südüse (altıda bir'e) varis kıldı."
KELÂLE
6801 - Ömer İbnu't-Hattâb radıyallahu anh demiştir ki: "Üç mesele vardır ki, şayet Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm onları açıklamış olsaydı bu benim yanımda, dünya ve dünyanın
içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktı: Kelâle,fâiz ve hilâfet."
KÂTİLİN MİRASI
6802 - Abdullah İbnu Amr anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Mekke'nin
fethedildiği gün kalkıp şu beyanda bulundu: "Kadın kocasının diyetine ve malına vâris olur.
Erkek de karısının diyetine ve malına varis olur, yeter ki bunlar birbirlerini öldürmüş
olmasınlar. Bunlardan biri diğerini taammüden öldürürse ne malına, ne de diyetine hiçbir
surette vâris olamaz. Bunlardan biri arkadaşını hatâen öldürürse malına vâris olur, diyetine
vâris olamaz."
ÇOCUĞUNU İNKÂR EDEN
6803 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Mulâane âyeti nazil olduğu zaman Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kendilerinden olmayan bir kimseyi (yalan beyanla) bir
kavme dahil eden kadının, Allah'tan bekleyeceği hiçbir şeyi yoktur. Allah onu asla cennetine
koymayacaktır. Kendinden olduğunu bile bile çocuğunu inkâr eden erkeğe karşı Allah,
(rahmetini) perdeleyecek ve onu, şahidler huzurunda rezil-rüsvay edecektir."
6804 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bir kimsenin, bilmediği bir nesebi iddia etmesi veya iç
yüzü meçhul olsa bile bir nesebi reddetmesi bir nankörlüktür."
ÇOCUK İDDİA ETME
6805 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm: "Nisbet edildiği babasının ölümünden sonra ilhak edilmesi istenen
çocuk, (adamın sağlığında inkâr etmemiş olması şartıyla) babası olduğu söylenen adamın
ölümünden sonra mirasçılarının ilhak iddiasında bulundukları kimsedir."
Ravi der ki: "Aleyhissalâtu vesselâm onun hakkında şu hükmü koydu: "Cinsi temasta
bulunduğu sırada mülkiyetinde bulunan cariyeden doğan çocuk, bu çocuğun, o adamın
çocuğu olduğunu iddia eden mirasçılara katılmış olur. Fakat mirasçıların yaptığı bu ilhak
iddiasından önce (ölen adamın) mirasçılar arasında taksim edilmiş olan malından o ilhak
edilen kimseye artık pay yoktur. (Şayet varsa) henüz taksim edilmemiş mirastan yetiştiği
miktardan kendine hissesi vardır. Nisbet edildiği babası (hayatta iken) onu inkâr etmiş (yani
onun kendi çocuğu olmadığını söylemiş) olma halinde, artık (mirasçılar, ilhak iddiasında
bulunsalar bile) o kimse mirasçılara katılmaz (ve adamın çocuğu sayılmaz). Eğer çocuk,
adamın, cinsi temasta bulunduğu sırada) mâlik olmadığı bir cariyeden veya zina ettiği hür bir
kadından olsa, (adamın mirasçıları ilhak iddiasında bulunsa bile) çocuk, adamın evladından
sayılmaz ve çocuğa mirasçı olamaz; bu durumda kendisine nisbet edilen adam, çocuğun
kendisinden olduğunu te'yid etse bile hüküm böyledir. Çünkü o, zina mahsulü bir çocuktur.
Hür veya cariye olan annesinin mirasçılarına katılır."
MİRASLARIN TAKSİM ÇEŞİTLERİ
6806 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Cahiliye devrinde taksim edilmiş bir miras malı, o zamanki taksim üzere
muteberdir. İslâm dönemine intikal eden bir miras, artık İslâm'a göre taksim edilecektir."
FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAK TAVSİYE
________________________________________
4724 - Ebu Ümeyye eş-Şa'bani anlatıyor: "Ey Ebu Sa'lebe dedim, şu ayet hakkında ne
dersin?" (Mealen): "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış
olanlar size zarar vermez.." (Maide 105).
Bana şu cevabı verdi:
"Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a sormuştum. Demişti ki:
"Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir hevâ,
(dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin(selefi dinlemeden) kendi reylerini
beğendiklerini müşahade edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. zira (bu
safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi
(sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir."
Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014).
4725 - Vâkid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu
anhüma'dan anlattığına göre demiştir ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki:
"Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen birkısım ayak takımı
(hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?"
"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resûlü!" dedim. Buyurdular ki:
"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının
(hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı)
terkedersin."
Buhari, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melahim 17, (4342); İbnu Mâce, Fiten 10, (3957).
4726 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm seslendiler:
"Ey Ebu Zerr!
"Buyurun, Ey Allah'ın Resûlü, emrinizdeyim!" dedim.
"İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından
kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular.
"Benim için Allah ve Resûlü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!" dedim.
"Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar
seslendiler:
"Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun ey Allah'ın Resûlü, sizi dinliyorum!" dedim.
"Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?"
"Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim.
"Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. Ben sordum:
"Ey Allah'ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?"
"Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular.
"Bana ne emredersiniz!" dedim.
"Evine çekil!" buyurdular.
"Evime girilirse?" dedim.
"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin
günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular."
Ebu Davud, Fiten 2, (4261); İbnu Mace, Fiten 10, (3958).
4727 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min
olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O
fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı
kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz.
Adem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil.)"
Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizi, Fiten 33, (2205).
Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler: "Bize ne
emredersiniz (ey Allah'ın Resûlü!)? dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."
4728 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kişinin en hayırlı malının, peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip
edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur."
Buhari, İman 12, Bed'ü'l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti'zan 16, (2,
970); Ebu Davud, Fiten 4, (4267); Nesai, İman 30, (8, 123, 124).
4729 - Ma'kıl İbnu Yesar anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir."
Müslim, Fiten 130, (2948); Tirmizi, Fiten 31, (2202).
4730 - Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile, belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu
ona!"
Ebu Davud, Fiten 2, (4263).
4731 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur."
Ebu Davud, Fiten 1, (4249).
İSMİ ZİKREDİLEN FİTNELER
4732 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh'ın yanında idik. Bize:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?"
dedi. Ben atılıp: "Ben biliyorum!" dedim.
"Sen iyi cür'etlisin, nasılmış söyle bakalım!" dedim.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim. Demişti ki: "Kişinin fitnesi ehlinde, malında,
çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-
münker bu fitneye kefaret olur!"
Ömer radıyallahu anh atılıp: "Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları
gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben:
"Ey mü'minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı
mevcut!" dedim.
"Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?" dedi.
"Hayır açılmayacak, bilakis kırılacak!" dedim. Hz. Ömer (hayıflanarak):
"(Eyvah!) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu." Ravi der ki: "Biz Huzeyfe
radıyallahu anh'a sorduk:
"Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?"
"Evet dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyette onu biliyordu. Ben size hadis
rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım."
Huzeyfe radıyallahu anh'a soruldu:
"O kapı kimdir?"
"Ömer radıyallahu anh'tır!" buyurdu."
Buhari, Mevâkitu's-Salat 4, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 25, Fiten 17, Müslim, Fiten 17, (144),
Tirmizi, Fiten 71, (2259).
4733 - Müslim rahimehullah'ın bir rivayetinde (Huzeyfe radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim. Demişti ki:
"Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubus çubuk atılır. Hangi
kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda
beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır;
dinyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran
testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden)
kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir."
Bu rivayette Huzeyfe radıyallahu anh der ki: "(Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir
kapı vardır, kırılması yakındır!"
Hz. Ömer atıldı: "Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı? Keşke açılsaydı. Böylece tekrar
(kapatılarak eski normal hale) dönülürdü!"
Huzeyfe der ki: "Ben ona bu kapı ile öldürelcek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini
bildiren bir hadis söyledim. Mugalata (ve efsane anlatıp boş laf) etmedim."
Ravi der ki: "Sa'd İbnu Tarık'a (hadiste geçen) "esvedü mürbad" tabiri ne demektir" diye
sordum.
"Siyah üzerinde şiddetli beyazlıktır" dedi. Ben tekrar "el-Kûzu mechıyy" nedir? dedim.
"Tepetaklak (ters çevrilmiş) testi!" diye cevap verdi."
Müslim, İman 231, (144).
4734 - Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ümmetimden birkısım insanlar Dicle denen bir nehir yanında. Basra denen geniş bir düzlüğe
inerler. Nehrin üzerinde bir koprü vardır. Oranın halkı (kısa zamanda) çoğalır ve muhâcirlerin
(müslümanların) beldelerinden biri olur. Ahir zamanda geniş yüzlü, küçük gözlü olan Beni
Kantûra gelip nehir kenarına inerler. Bundan böyle (Basra) halkı üç fırkaya ayrılır:
-Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine takılıp (kır ve ziraat hayatına dönerler, bunlar)
helâk olurlar.
-Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Beni Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar.
Böylece bunlar küfre düşerler.
-Bir fırka da çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. İşte bunlar şehit olurlar."
Ebu Davud, Melahim 10, (4306).
4735 - Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr ibnu Nüfeyr'den, o da Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda (başkalarına) düşman olacaklar,
sizler (de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve (Allah'ın keremiyle) yardıma mazhar
olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete ereceksiniz. Sonra dönüp tepelikli bir çayıra
ineceksiniz. Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak ve: "Salib galebe çaldı!" diyecek.
Müslümanlardan bir adam öfkelenip onu (salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, (antlaşmasına)
ihanet edip büyük bir savaş için toplanacak. Müslümanlar da silaha sarılıp savaşacaklar. Allah
bu orduya şehadet lutfedecek."
Ebu Davud, Melahim 2, (4292, 4293)
.
4736 - Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcelerinden Ümmü Seleme radıyallahu anha
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine
ahalisinden bir adam (Mehdi), kaçarak Mekke'ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona
gelecek ve (fitne çıkar korkusuyla) istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn ile
Makam arasında ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam'dan bir ordu
gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda'da yere batırılacak. İnsanlar bu
(kerameti) görünce ona Şam'ın Ebdal'ı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra
Kureyş'ten, dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına)
karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbi'nin (ihtirasıyla
çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbi'nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. (Mehdi),
malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel eder.
İslam yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. -Bazı raviler dokuz yıl demiştir.- Sonra ölür
ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar.-
Ebu Davud, Melahim 1, (4286, 4288, 4289).
4737 - Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini
çağıracakları zaman yakındır."
Orada bulunanlardan biri: "O gün sayıca azlığımızdan mı?" diye sordu.
"Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler
gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın
kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!"
"Zaaf da nedir ey Allah'ın Resûlü?" denildi.
"Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!" buyurdular."
Ebu Davud, Melahim 5, (4297).
4738 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki: "Vallahi bilemiyorum! Arkadaşlarım gerçekten
unuttular mı yoksa unutmuş mu gözüküyorlar? Allah'a kasem olsun, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, Kıyamete kadar gelecek fitne başılardan üçyüz ve daha fazla etbaı bulunan herkesi,
hiçbirini bırakmadan, bize ismiyle, babasının ismiyle, kabilesiyle söyleyip haber verdi."
Ebu Davud, Fiten 1, (4243).
İSMEN ZİKREDİLMEYEN FİTNELER
4739 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O
fitne geldi mi kişi mü'min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü'min olarak
akşama erer de kâfir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya menfaatine satar."
Müslim, İman 186, (118); Tirmizi, Fiten 30, (2196).
4740 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Bu ümmette dört (büyük) fitne olacak. Sonuncusunda Kıyamet kopacak!"
Ebu Davud, Fiten 1, (4241).
4741 - Arfece radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Şerler ve fesadlar olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin işinde tefrika çıkarmak isterse,
kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun." -Bir rivayette: "...onu öldürün!" denmiştir-."
Müslim, İmaret 59, (1852); Ebu Davud, Sünnet 30, (4762); Nesai, Tahrim 6, (7, 93).
4742 - Hz. Muaviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
aramızda doğrulup buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i kitap, yetmişiki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise
yetmişüç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmişikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-
i Sünnet ve'l) cemaattir."
Ebu Davud, Sünnet 1, (4597).
Bir rivayette şu ziyade var: "Ümmetimden birkısım gruplar çıkacak, bunları bid'alar istila
edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her
tarafını sardığı gibi, bu bid'a da onların her hallerine sirayet edecek."
4743 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Beni İsrail üzerine gelen şeyler, aynıyla ümmetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan
aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır.
Nitekim, Beni İsrail yetmişiki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de
yetmişüç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir."
"Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.
"Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular."
Tirmizi, İman 18, (2643).
4744 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (birgün):
"Lât ve Uzza'ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir!" buyurdular. Ben atılıp:
"Ey Allah'ın Resulü! Allah Teâla Hazretleri "O Allah'ki Resûlünü hidayet ve hak dinle
göndermiştir, ta ki onu bütün dinlere galebe kılsın" (Saff 9) ayetini indirdiği zaman ben bunun
tam olduğunu zannetmiştim!" dedim. Aleyhissalatu vesselam cevaben:
"Bu hususta Allah'ın dediği olacak. Sonra Allah hoş bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle
kalbinde zerrre miktar imanı olanın ruhu kabzedilecek. Kendisinde hiçbir hayır olmayan
kimseler dünyada baki kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!" buyurdular."
Müslim, Fiten 52, (2907).
4745 - Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık
Kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden birkısım kabileler müşriklere iltihak
etmedikçe, ümmetimden birkısım kabileler putlara tapmadıkça Kıyamet kopmaz. Ümmetimde
otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben
peygamberlerin mührüyüm (sonuncusuyum) ve benden sonra peygamber de yoktur.
Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara
zarar veremezler. Allah'ın (Kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir."
Ali İbnu'l-Medini: "Bunlar ashabu'l-hadistir" demiştir."
Müslim, İmaret 170, (1920); Ebu Davud, Fiten 1, (4252); Tirmizi, Fiten 32, (2203, 2220,
2230). Hadisi, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi parça parça rivayet etmişlerdir. Rezin ise bu
lafızla (kaydettiğimiz şekilde tek bir rivayet halinde) tahric etmiştir.
4746 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü
bilemeyecek."
"Bu nasıl olur?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
"Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir."
Müslim, Fiten 56, (2908).
4747 - Üsame İbnu zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
Medine'nin Ütüm denen (eski ve yüksek) binalarından birine yaklaşmıştı:
"Benim gördüklerimi sizler de görüyor musunuz?" buyurdular. Yanındakiler: "Hayır"
deyince, açıkladı:
"Ben, şu evlerinizin arasında birkısım fitnelerin yerlerini görüyorum, tıpkı yağmur yerleri
gibi."
Buhari, Fezailu'l-Medine 8, Mezalim 25, Menakıb 25, Fiten 4; Müslim, Fiten 9, (2885).
4748 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Müslümanlar arasına tefrika girip (iki fırkaya ayrıldıkları) zaman dinden çıkan bir taife zuhur
edecek. Onları, iki taifeden halka en yakın olanı öldürecektir."
Müslim, Zekat 150, (1065); Ebu Davud, Sünnet 13, (4667).
4749 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ümmetim çalımlı çalımlı yürüdü ve meliklerin evladları, Rumlar ve İranlılar
hizmetini yaptı mı, şerirleri hayırlılarına musallat edilecektir."
Tirmizi, Fiten 64, 2262.
4750 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bir gün:
"Size İran ve Bizans'ın hazineleri açılınca, nasıl bir kavim olacaksınız?" diye sormuştu.
Abdurrahman İbnu Avf: "Allah'ın emrettiği şekilde oluruz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Bilakis, sizler birbirinizle münafese (menfaat yarışı) edecek, hasedleşecek sonra da
birbirinizden yüz çevirecek ve kinleşeceksiniz. Daha sonra da muhacirlerin miskin (ve zayıf
olan)larına gidip birkısmını diğeri üzerine valiler yapacaksınız."
Müslim, Zühd 7, (2962).
4751 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ümeranız hayırlı olanlarınızdan iseler, zenginleriniz sehâvetkâr kimselerse, işlerinizi
aranızda müşavere ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü (hayat), altından (ölümden)
hayırlıdır. Eğer ümeranız şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise,
yerin altı üstünden, (ölmek yaşamaktan) daha hayırlıdır. (Çünkü artık dini ikame imkanı
kalmaz)."
Tirmizi, Fiten 78, (2267).
4752 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?" diye sormuştu.
(Yanındakiler hayretle):
"Ey Allah'ın Resûlü, yani böyle bir hal mi gelecek?" dediler.
"Evet, hatta daha beteri!" buyurdu ve devam etti:
"Emr-i bi'l-ma'rufta bulunmadığınız, nehy-i ani'l-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?"
diye sordu. (Yanındakiler hayretle:)
"Yani bu olacak mı?" dediler.
"Evet, hatta daha beteri!" buyurdular ve sormaya devam ettiler:
"Münkeri emredip, ma'rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?" (Yanında bulunanlar iyice
hayrete düşerek):
"Ey Allah'ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?" dediler.
"Evet, hatta daha beteri!" buyurdular ve devam ettiler:
"Ma'rufu münker, münkeri de ma'ruf addettiğiniz zaman haliniz ne olur?" (yanindeki Ashab:)
"Ey Allah'ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?" diye sordular.
"Evet, olacak!" buyurdular."
Rezin tahric etmiştir. Bu rivayet daha muhtasar olarak Ebu Ya'lâ'nın Müsned'inde ve
Taberâni'nin el-Mu'cemu'l-Evsat'ında tahric edilmiştir. Heysemi, Mecma'u'z-Zevaid'de
kaydetmiştir (7, 281).
4753 - Ebu Mâlik veya Ebu Amir el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden bir kavim, ferci (zinayı), ipeği, içkiyi, çalgıyı helal addedecektir. Birkısım
kavimler de bir dağın eteğine inecekler. Onların sürüsünü, çoban sabahları yanlarına
getirecek. (Fakir) bir adam da, bir ihtiyacı için yanlarına gelecek. Onlar adama:
"Bize yarın gel! derler. Bunun üzerine Allah onları geceleyin yakalayıverir ve dağı tepelerine
koyarak birkısmını helak eder. Geri kalanları da mesh ederek Kıyamete kadar maymun ve
hınzırlara çevirir."
Buhari, Eşribe 6.
4754 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a halk
hayırdan sorardı. Ben ise, bana da ulaşabilir korkusuyla, hep şerden sorardım. (Yine bir gün:)
"Ey Allah'ın Resûlü! Biz Cahiliye devrinde şer içerisinde idik. Allah bize bu hayrı verdi. Bu
hayırdan sonra tekrar şer var mı?" diye sordum.
"Evet var!" buyurdular. Ben tekrar: "Pekiyi bu şerden sonra hayır var mı?" dedim.
"Evet, var! Fakat onda duman da var" buyurdular. Ben: "duman da ne?" dedim.
"Bir kavim var. Sünnetimden başka bir sünnet edinir; hidayetimden başka bir hidayet arar.
Bazı işlerini iyi (ma'rûf) bulursun, bazı işlerini kötü (münker) bulursun" buyurdular. Ben
tekrar:
"Bu hayırdan sonra başka bir şer kaldı mı?" diye sordum.
"Evet! buyurdular. Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o
kapıya doğru giderse, onlar bunu ateşe atarlar" buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Ben (o
güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz?" dedim.
"Müslümanların cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. (İmam sırtına (zulmen)
vursa, malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et!)" buyurdular.
"O zaman ne cemaat ne de imam yoksa?" dedim.
"O takdirde bütün fırkaları terket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile
olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal" buyurdular."
Buhari, Fiten 11, Menakıb 25; Müslim, İmaret 51, (1847); Ebu Davud, Fiten 1, (4244, 4245,
4246, 4247).
4755 - Abdurrahman İbnu Abdi'l-ka'be anlatıyor: "Mescide girmiştim. Abdullah İbnu Amr
İbni'l-As radıyallahu anhüma'yı gördüm: Ka'be'nin gölgesinde oturuyordu. Ka'be'nin
gölgesinde birçok kimse ona müteveccih olarak oturmuştu. Ben de ona doğru oturdum. Şunu
anlattı:
"Bir seferde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz
çadırını tamir ediyor, kimimiz yerini düzlüyor, kimimiz hayvanlarını güdüyordu. Derken
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın münadisi seslendi: "es-Salâtu câmi'a: "Haydin namaza!"
Resûlullah'a gittik, yanında toplandık.
"Benden önce her peygamber, ümmeti için hayır bildiği şeyi onlara öğretmekle mükellef idi.
Onlar için şer bildiği şeyden de onları inzar etmesi (korkutması) gerekli idi. Bilesiniz, şu
ümmetinizin afiyeti önce gelenler hakkında kesin kılınmıştır. Sonrakiler belaya ve kötü
addedeceğiniz birkısım hallere maruz kalacaklardır. Birbirini takip eden fitneler gelecek.
Mü'min: "Bu fitne helâkimdir" diyecek. Sonra bu kalkacak, başka bir fitne gelecek. "Helakim
işte bundan, işte bundan" diyecek. Öyleyse, kim ateşten uzak kalmayı ve cennete girmeyi
dilerse, Allah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ölümü karşılasın. İnsanlara, onların
kendisine nasıl muamele etmelerini dilerse öyle muamelede bulunsun. Kim bir imama biat
edip, samimiyetle sadakat sözü vermiş ise, elinden geldikçe ona itaat etsin. Bir başkası gelip,
önceki ile münâzaaya girişecek olursan sonradan çıkanın boynunu uçurun."
Ravi (Abdurrahman) der ki: "Abdullah İbnu Amr'a yanaştım ve:
"Allah aşkına söyle. Bu anlattıklarını bizzat kendin Resûlullah aleyhissalâm'dan işittin mi?"
dedim. Sorum üzerine eliyle kulak ve kalbini tutarak:
"Evet kulaklarım işitti, kalbim de belledi" dedi. Ben:
"Ama, amcaoğlun Muaviye, bize mallarımızı aramızda batıl bir şekilde yememizi, birbirimizi
öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah Teâla hazretleri (mealen): "Ey iman edenler!
Birbirinizin malını haram şekilde yemeyin; ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaret başkadır.
Birbirinizi ve kendinizi öldürmeyin. Canlarınızı da boşu boşuna tehlikeye atmayın. Şüphesiz
ki Allah size merhametlidir" (Nisa 29) buyuruyor" dedim. Biraz sustu sonra:
"Allah'a itaatte ona itaat et, Allah'a isyanda ona isyan et!" dedi."
Müslim, İmaret 46, (1844); Nesai, Bey'at 25, (7, 153); Ebu Davud, Fiten 1, (4248); İbnu
Mace, Fiten 9, (3956).
4756 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Irak ehline bir ölçeklik yiyecek ve tek dirhemlik paranın gelmeyeceği zaman yakındır!"
buyurmuşlardı.
"Nereden?" diye soruldu.
"Acem diyarından. Onlar bunu yasaklayacak" buyurdu ve devamla:
"Şam ehline de tek dinarlık paranın ve bir ölçeklik yiyeceğin gelmeyeceği zaman yakındır!"
buyurdular. Yine:
"Bu nereden gelmeyecek?" diye soruldu.
"Rum cihetinden!" buyurdular. Sonra (Hz. Cabir) bir müddet sustu (ve ilave etti: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm dedi ki:
"Ümmetimin sonunda bir halife gelecek; malı sayı ile değil, avuç avuç dağıtacak!)"
Müslim, Fiten 67, (2913).
4757 - Yine Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı sayarak değil, avuçlayarak dağıtacak."
Hadisi (Hz. Cabir'den rivayet eden) Ebu Nadre ve Ebu'l-Alâ'ya:
"Bunun Ömer İbnu Abdilaziz olmasına ne dersiniz?" diye sorulmuştu. Onlar:
"Hayır, (o değildir)!" dediler."
Müslim, Fiten 67, (2913).
4758 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Irak'a ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam'a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır'a ölçeği
ve dinarı verilmeyecek. Başladığınız yere döneceksiniz" buyurdu ve üç kere tekrar etti. Buna
Ebu Hureyre'nin eti ve kanı şahit oldu."
Müslim, Fiten 33, (2896); Ebu Davud, Harac 29, (3035).
4759 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İblis'in arşı deniz üzerindedir. Oradan askerlerini gönderip insanları fitneye atar. Bunlardan,
yanında mertebece en yüksek olanı en büyük fitneyi çıkarandır. Askerlerinden biri gelip:
"Şunu şunu yaptım!" der. İblis: "Hiçbir şey yapmamışsın!" der. Sonra bir diğeri gelip: "Ben
falanı(n peşini) hanımıyla arasını açıncaya kadar bırakmadım!" der. İblis onu kendisine
yaklaştırıp: "sen ne iyisin!" der."
Müslim, Münafikûn 66-67, (2813).
4760 - Ebu'l-Bahteri anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinleyen bir zatın bana
anlattığına göre Resûlullah demiştir ki:
"İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak olmayacaklardır."
Ebu Davud, Melahim 17, (4347).
4761 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bize kılıç kaldırırsa bizden değildir."
Müslim, İman 162, (99).
4762 - Ebu Musa ve İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Kim bize karşı silah taşırsa bizden değildir."
Buhari, Fiten 7; Müslim, İman 163, (100); Tirmizi, Hudûd 26, (1459).
4763 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Kim kılıcını çeker sonra koyarsa kanı hederdir."
Nesai, Tahrim 26, (7, 117).
ASABİYET VE EHVA
4764 - Cündeb İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete yardım ederken
öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir."
Müslim, İmaret 57, (1850); Nesai, Tahrim 28, (7, 123).
4765 - Süraka İbnu Malik el-Cu'şemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"En hayırlınız, (zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa edendir."
Ebu Davud, Edeb 121, (5120).
4766 - Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, asabiyet
nedir?"
"Asabiyet, buyurdular, zulümde kavmine yardım etmendir."
Ebu Davud, Edeb 121, (5519).
4767 - Amr İbnu Ebi Kurre anlatıyor: "Huzeyfe radıyallahu anh Medain'de iken, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın öfke halinde, ashabından bazılarına sarfettiği sözleri anlatıyordu.
Huzeyfe'den bunları işitenlerden birkısmı Selmân radıyallahu anh'a gelip, Huzeyfe'nin
anlattıklarını kendisine söylüyorlardı. Selmân da onlara:
"Huzeyfe söylediğini daha iyi bilir!" diyordu. Onlar da tekrar Huzeyfe'nin yanına dönüp
kendisine:
"Biz senin söylediklerini Selman'a sorduk. Ne tasdik etti ne de reddetti" dediler. Bunun
üzerine Huzeyfe (Sebze tarlasında bulunan) Selmân radıyallahu anhüma'nın yanına gidip:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğim şeyler hususunda beni niye tasdik etmedin?"
diye sordu. Selman da:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öfkelenir ve öfkeli iken konuşurdu. Razı olur ve rıza
halinde de konuşurdu!" cevabını verdi ve sonra devamla:
"Ey Huzeyfe! dedi. Sen, kalplerde, birkısım insanlara sevgi, birkısım insanlara buğz hasıl edip
aralarında ihtilaf ve ayrılıklara sebep olan bu konuşmalardan vazgeçsen olmaz mı! Nitekim
biliyorsun ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) hutbesinde şöyle buyurmuştu:
"Allahım! Ben senin katından bir garanti talep ediyorum: Ümmetimden kime öfkeli halimde
(haksız yere) sebbetmiş veya lanet etmiş (veya vurmuş veya incitmiş) isem -ki ben de
ademoğluyum, tıpkı onların öfkelenmeleri gibi öfkelenirim. Halbuki sen beni alemlere rahmet
olarak gönderdin- bu (haksız sözümü) o kimseler için Kıyamet günü rahmet, (zekat, ecir,
yakınlık vesilesi, tuhûr) kıl. (Ta ki o vesile ile sana yaklaşsın!)"
Ey Huzeyfe! Allah'a yemin olsun, ya bu konuşmalardan vazgeçeceksin, yahut da seni Ömer
İbnu'l-Hattab radıyallahu anh'a yazıp şikayet edeceğim!"
Ebu Dâvud, Sünnet 11, (4659).
FİTNELERİN GELDİĞİ CİHET VE FİTNELERİN ÇIKTIĞI KİMSELER
4768 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Küfrün başı doğu cihetindedir. Övünme ve çalım satma işi at, deve, sığır besleyenler, çadırda
oturanlar arasındadır. Sükûnet de koyun besleyenlerdedir."
4769 - Buhari'nin bir diğer rivayetinde denir ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İman Yemenlidir. Fitne şu tarafta, şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir."
4770 - Müslim'in rivayetinde şöyledir: "İman Yemenlidir. Küfür de şark cihetindedir. Sükûnet
koyun besleyenlerin yanındadır. Övünmek ve çalım satmak feddâdların, yani at besleyip
çadırda kalanların yanındadır."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 15, Menakıb 1, Megazi 74; Müslim, İman 85, (52); Muvatta, İsti'zan 15,
(2, 920).
MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİYLE SAVAŞLARI
4771 - Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: "Şu adamı kastederek (evden) çıkmıştım.
Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh'a rastladım.
"Ey Ahnef nereye gidiyorsun?" dedi.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın amcaoğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!" dedim.
"Dön! dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "İki
müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!" (Bu söz
üzerine Resûl-i Ekrem'e): "Ey Allah'ın Resûlü! Katili anladık ama maktûl niye ateşte?" diye
sorulmuştu.
"Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!" cevabını verdi. -Bir başka rivayette ise: "O da
kardeşini öldürmek istemişti" demiştir.-"
Buhari, Diyat 2, Fiten 10; Müslim Fiten 14, (2888); Ebu Davud, Fiten 5, (4268); Nesai,
Tahrim 29, (7, 125).
4772 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Sizden kimse kardeşine silahla işarette bulunmasın. Zira, o bilemez, belki de şeytan
elinde bir fesatta bulunur da ateşten bir çukura düşer."
Buhari, Fiten 7; Müslim, Birr 126, (2617); Tirmizi, Fiten 4, (2163).
4773 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Müslümana sövmek fısktır, onunla çarpışmak da küfürdür."
Buhari, Fiten 8, İman 36, Edeb 44; Müslim, İman 116, (64); Tirmizi, İman 15, (2636); Nesai,
Tahrim 27, (7, 132).
4774 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olarak (dinden) dönmeyin."
Tirmizi, Fiten 28, (2194); Buhari, Fiten 8, Diyat 2; Ebu Davud, Sünnet 16, (4686); Müslim,
İan 66, (119); Nesai, Tahrim 28, (7, 127).
Nesai, İbnu Mes'ud'dan yaptığı bir rivayette şu ziyadeye yer verir: "Kişi ne babasının ne de
kardeşinin cinayetinden sorumlu tutulmaz."
HZ. OSMAN'IN ŞEHİD EDİLMESİ
4775 - Abdullah İbnu Selâm'ın kerdeşioğlu, amcası (Abdullah İbnu Selam) radıyallahu
anh'tan naklediyor:
"Hz. Osman radıyallahu anh öldürülmek istendiği zaman yanına geldim. Osman bana:
"Sen niye geldin?" diye sordu.
"Sana yardım edeyim diye geldim" dedim.
"Öyleyse halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zira sen bana hariçte olursan, yanımda
olmaktan daha faydalı olursun!" dedi. Ben de çıkıp: "Ey insanlar! Bilirsiniz, benim adım
cahiliye devrinde falandı. Ama Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Abdullah diye tesmiye
buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah'ta birkısım ayetler nazil olmuştur. Şu ayet benim
hakkımda nazil olanlardan biridir:
"De ki: Söyleyin bana, eğer bu Kur'ân Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar
ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat'a dayanarak onun hak kitap olduğuna
şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz
mısınız? Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol göstermez" (Ahkâf 10). Keza şu ayet de
benim hakkımda nazil oldu: "İnkar edenler, "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber
değilsin" diyorlar. De ki: "Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O'nun kitapları
hakkında bilgi sahibi olanlar yeter" (Ra'd 43). Allah'ın size karşı kınına konmuş bir kılıcı var.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın inmiş olduğu bu beldenizde melekler size mücavir
oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah'tan korkun! Allah'tan korkun! Allah'a yemin
olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve
Allah'ın size karşı kında tuttuğu kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o Kıyamete kadar
kınına girmeyecek!"
Bu sözlerim üzerine:
"Şu yahudiyi öldürün! Osman'ı öldürün!" diye bağrıştılar.
Tirmizi, Tefsir, Ahkâf.
CEMEL VAKASI
4776 - Abdullah İbnu Ziyâd anlatıyor: "Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe radıyallahu anhüm
Basra'ya yürüyünce, Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan'ı (radıyallahu anhüm) gönderdi. Bu
ikisi Küfe'ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan radıyallahu anh minberin
yukarısında idi. Ammar radıyallahu anh da ondan aşağıda idi. Biz onların etrafında toplandık.
Ammar'ın şöyle konuştuğunu işittim:
"Aişe, Basra'ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber aleyhissalatu
vesselam'ın zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor: Kendisine mi itaat edeceksiniz,
yoksa ona (Hz. Aişe'ye) mi?"
Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Fiten 17.
4777 - Şakik İbnu Abdillah anlatıyor: "Ben, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Mes'ud el-Ensari ve
Ammar radıyallahu anhüm ile oturuyordum. Ebu Mes'ud, Ammar'a:
"Senin arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen hariçsin.
Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a arkadaş
olduğum günden beri, ikinizin şu işteki ağırlığınızdan başka bir kusurunuzu görmüş değilim!"
Ebu Mes'ud -zengin birisiydi- şu karşılıkta bulundu: "Ey oğlum! İki hulle (takım) getir. Birini
Ebu Musa'ya ver, diğerini de Ammar'a!" Ve ilave etti: "Bunların içinde ikiniz cumaya gidin."
Buhari, Fiten 18, Fezailu'l-Ashab 30.
4778 - Kays İbnu Abbâd radıyallahu anh anlatıyor: "Ali radıyallahu anh'a: "Söyle bize! (Savaş
için) şu yürüyüşünü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir emrini yerine getirmek üzere mi
yapıyorsun, şahsi bir içtihadın olarak mı?" diye sordum.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde
bulunmadı. Ben bunu şahsi reyimle yapıyorum!" cevabını verdi."
Ebu Davud, Sünnet 13, (4666).
HARİCİLER
4779 - Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni -ki bu zat, Hz. Ali radıyallahu anh Haricilerle savaşmak
üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor: "Hz. Ali dedi ki: "Ey
insanlar ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Ümmetimden bir grup çıkar. Kur'ân'ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında
bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kkalır. Orucunuz da oruçları yanında bir
hiç kalır. Kur'ân'ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazları
köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar.
Onlarla harb eden ordu(nun askerlerine) peygamberlerinin diliyle ne (kadar çok ücret)ler
takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) amel yapmaktan vazgeçerlerdi. Onların alameti
şudur: Aralarında pazusu olduğu halde kolu olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme
ucu bir çıkıntı bulunacak. Bunun üzerinde de beyaz kıllar bulunacak. Sizler Muâviye ve
Şamlıların üzerine gidecek, buradakileri terkedeceksiniz. Onlar da sizin (yokluğunuzdan
istifade ile) çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef olacaklar!."
(Hz. Ali ilave etti:) "O vallahi! Ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum.
Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasbettiler. Öyleyse, Allah
adına bunlar üzerine yürüyün!"
Ravi der ki: "Haricilerin başında o gün, Abdullah İbnu Vehb er-Râsibi olduğu halde, onlarla
karşılaşınca Hz. Ali radıyallahu anh askerlerine:
"Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size
yaptıkları gibi yine size sulh teklif edeceklerinden korkuyorum!" dedi. Bu emir üzerine
döndüler, mızraklarını bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını
sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengâverlerden sadece iki kişi isabet alıp şehit düştü.
Ali radıyallahu anh:
"Aralarında o sakat herifi arayın!" emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst
üste öldürülmüş insanların yanına geldi.
"Bunları geri çekin!" dedi. Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması
üzerine Hz. Ali radıyallahu anh tekbir getirdi ve:
"Allah doğru söyledi. Resûlü de doğru tebliğ etti" dedi. Ubeyde es-Selmâni, Hz. Ali'ye
doğrulup:
"Ey mü'minlerin emiri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu hadisi
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bizzat işittin mi?" diye sordu. Ali radıyallahu anh:
"Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim, evet!" dedi. Ubeyde Hz. Ali'ye üç
sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin etti."
Müslim, Zekat 156, (1066).
4780 - Müslim, (bu hadisi) Abdullah İbnu Rafi'den de aynı şekilde tahriç etmiştir. O rivayetin
baş kısmında şu ziyade var: "Haruriyye, Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'a karşı hurûc
ettikleri zaman: "Hüküm Allah'ındır" dediler. (Bu ibare Kur'an'dan bir iktibas olması
hasebiyle) Hz. Ali de: "Kendisiyle bâtıl murad edilen hak bir söz" dedi."
Müslim, Zekat 157, (1066).
4781 - Süveyd İbnu Gafle radıyallahu anh anlatıyor: "Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ben size
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bir hadis söyleyince, Allah'a yemin olsun Aleyhissalatu
vesselam'ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten atılmayı tercih ederim. Ancak benimle
sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zira ben
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının
sözünü söylerler, Kur'ân'ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip
geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin. Zira, onları öldürene,
Kıyamet günü, Allah'ın vereceği ücret var."
Buhari, Fezailu'l-Kur'ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekat 154, (1066); Ebu Davud,
Sünnet 31, (4767); Nesai, Tahrim 26, (7, 119).
4782 - Ebu Said ve Enes radıyallahu anhüma anlatıyorlar: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimde ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek, (Onlardan) bir grup lafıyla güzel,
ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur'ân'ı okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı
geçmeyecek. Bunlar, dinden tıpkı okun avu delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar, ok kirişine
dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatın en şeriridir. Onları öldürene ve
onlar tarafından öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah'a çağırırlar, fakat kitaptan
zerre kadar nasipleri yoktur."
Yanında bulunan Ashab:
"Ey Allah'ın Resûlü dediler. Onların alameti nedir?" diye sordular da:
"Tıraş olmak!" buyurdular."
Ebu Davud, Sünnet 31, (4765).Benzer bir rivayeti Ebu Saidi'l-Hudri'den Sahiheyn
kaydetmiştir. Buhari, Fezailu'l-Kur'an 36, Menakıb 25, Edeb 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekat
143-148, (1064); Muvatta, Kur'ân 10, (1, 204, 205); Nesai, Zekat 79, (5, 87), Tahrim 26, (7,
119).
4783 - Hz. Enes'ten gelen bir rivayette (Resûlullah şöyle) buyurmuştur: "Onların alameti tıraş
ve saçın yolunmasıdır. Onları gördüğünüz zaman öldürün."
4784 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Huneyn
dönüşünde bir adam yanına geldi. Bu sırada Hz. Bilâl'in eteğinde gümüş (para) vardı.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bundan avuç avuç alıp insanlara dağıtıyordu. Gelen adam:
"Ey Muhammed! Adil ol!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (öfkeli olarak):
"Yazık sana! Ben de adil olmazsam kim adil olabilir? Eğer adil olmazsam zarara ve hüsrana
düşerim!" buyurdular. Hz. Ömer atılıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana müsaade buyurun şu münafığın kellesini uçurayım!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Halkın "Muhammed arkadaşlarını öldürüyor" diye dedikodu yapmasından Allah'a sığınırım.
Bu ve arkadaşları Kur'an okurlar (ama okudukları) hançerelerini aşağı geçmez. Dinden, okun
avı delip geçtiği gibi çıkıp giderler!" buyurdular."
Buhari, Humus 16; Müslim, Zekât 142, (1063). Metin Müslim'inkidir.
HAKEMEYN HADİSESİ VE YEZİD İBNU MUÂVİYE'YE BİAT VAKASI
4785 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. Hafsa radıyallahu anhâ'nın yanına
girdim ve:
"(Ali ile Muaviye radıyallahu anhüma'nın Sıffin'deki hadiseleri sebebiyle halka gelenleri
görüyorsun. (Şimdi Harameyn ve başka yerde hayatta kalan sahabeleri toplayıp fikirlerini
almak istiyorlar.) Bu hilafet ve emirlik meselesinde bana hiçbir hak tanımadılar (bu sebeple
gitmek istemiyorum, ne dersin?)" dedim.
"Katıl. Çünkü onlar seni bekliyorlar. Onlardan geri durmanı, onların bir muhalefet
saymalarından korkarım!" dedi ve Abdullah, oraya gidinceye kadar Hafsa onu bırakmadı.
(Hakemlerin hüküm vermesinden sonra) Hz. Muaviye bir hutbe irad etti ve (Abdullah'la
babası Ömer'i kastederek) dedi ki:
"Kim bu hilafet meselesi hakkında bizimle konuşmak isterse kendini bize göstersin (meydana
çıksın). Şurası muhakkak ki biz, halifeliğe ondan da babasından da ehakkız."
Habib İbnu Mesleme der ki: "Abdullah'a: "Ona cevap vermedin mi?" dedim. Abdullah
cevaben:
"Bu işe senden daha ehak olan, İslam adına sana ve babana karşı (Uhud'da, Hendek'te)
mücadele vermiş olan Ali radıyallahu anh'tır!" demek istedim. Fakat, herkesin arasına tefrika
sokup, kan akıtacak ve istemediğim bir manaya çekilecek bir kelime sarfetmekten korktum.
Allah'ın sabredene) cennette hazırladığı mükafaatları da hatırlayarak (Muaviye'ye karşılık
vermedim) demiştir. Habib İbnu Mesleme: "Bu tavrı takdir ederek: "Sen bir fitneden (inayet-i
ilahi ile) korunmuş ve (ciddi) bir felaketten muhafaza edilmişsin!" dedm" der."
Buhari, Megazi 29.
4786 - İbnu'l-Müseyyeb radıyallahu anh anlatıyor: "İlk fitne yani Hz. Osman radıyallahu
anh'ın şehid edilmesi vukua geldiği zaman Ashab-ı Bedr'den kimseyi hayatta bırakmadı.
Sonra ikinci fitne yani Harra hadisesi vukua geldi. Bu da Hudeybiye ashabından kimseyi
hayatta bırakmadı. Sonra üçüncüsü vukua geldi. O da insanlar arasında akıl ve kuvvet
(sahabe) bırakmadı."
Buhari, Megazi 11.
İBNU'Z-ZÜBEYR DEVRİ
4787 - Ebu Nevfel anlatıyor: "Abdullah İbnu'z-zübeyr radıyallahu anhümâ'yı (Mekke'deki)
Akabetü'l-Medine (denilen yerde) (asılmış) gördüm. Kureyş ve diğer halk onun yanına
gelmeye başlamıştı. Derken Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma da geldi. Yanında
durdu. "es-Selâmu aleyke ey Ebu Hubeyb!" dedi ve bu selamı üç kere tekrar etti. Sonra
sözlerine devamla (üç kere de) "Vallahi seni bu işten men etmiştim (ama beni dinlemedin)"
deyip şunları söyledi: "Vallahi, benim biildiğime göre sen, çok oruç tutan, çok namaz kılan,
yakınlara çokça yardımcı olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen olan bir ümmet mutlaka
en hayırlı bir ümmettir!"
Haccâc'a, Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın İbnu'z-Zübeyr karşısındaki tavrı ve
söylediği bu sözleri ulaştı. Derhal adam göndererek İbnu'z-Zübeyr'in cesedini asılı olduğu
kütükten indirip, yahudilerin kabirlerine attırdı. Sonra annesi Esma Bindu Ebi Bekr
radıyallahu anha'ya da bir adam gönderip çağırttı. Fakat kadıncağız gitmekten imtina etti.
Haccac ikinci bir elçi gönderdi ve: "Ya bana kendi rızanla gelirsin ya da, sana saç
örgülerinden sürüyerek getirecek birisini gönderirim!" dedi. Esmâ yine imtina edip:
"Sen, örgülerimden tutup beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi
gelmeyeceğim!" dedi. Haccâc:
"Bana ayakkabılarımı gösterin!" dedi. Papuçlarını alıp, çalımla koşup Esmâ'nın yanına girdi.
"Allah düşmanına ne yaptığımı gördün mü?" dedi.
"Ona dünyasını berbat ettiğini, onun da senin ahiretini berbat ettiğini gördüm. Bana ulaştığına
göre ona: "Ey iki kuşaklının oğlu!" demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Onlardan biriyle ben
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ve Ebu Bekr'in (hicret sırasındaki) yiyeceklerini
bağladım. Diğeri de, kadının belinden ayırmadığı kuşağıdır. Şunu ilave edeyim ki, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bana: "Sakif'te bir yalancı, bir de zalim var!" demişti. Yalancıyı
gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacağını zannediyorum!" dedi. Haccac, hiç
cevap vermeden yanından ayrıldı."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 229, (2545)
Rezin şu ilavede bulundu: "Haccac (bilahare) demiş ki: "Ben Esma'nın yanına onu üzmek için
girmiştim, ama o beni üzdü."
HACCÂC
4788 - Zübeyr İbnu Adiy rahimehullah anlatıyor: "Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh'ın
yanına girdik. Haccâc'ın bize yaptıklarını şikayet ettik.
"Sabredin, buyurdu. Zira öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü
olacak. Bu hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Resûlunüz
aleyhissalâtu vesselâm'dan işittim."
Buhari, Fiten 6; Tirmizi, Fiten 35, (2207).
4789 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sakif'ten bir yalancı, bir de zalim çıkacaktır."
Tirmizi, Fiten 44, (2221).
4790 - Hişâm İbnu Hisân rahimehullah anlatıyor: "Haccac'ın hükmen öldürdüğü insanların
miktarı sayılmış. 120 bin kişiye ulaştığı görülmüştür."
Tirmizi, Fiten 43, (2221).
BENÎ MERVAN
4791 - Sa'id İbnu Amr İbni Said İbni'l-As anlatıyor: "Ceddim bana dedi ki: "Ben Ebu Hureyre
radıyallahu anh ile beraber Medine mescidinde oturuyordum. Yanımızda Mervan da vardı. Bir
ara Ebu Hureyre radıyallahu anh:
"Ben, sadık ve masduk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle buyurduklarını işittim:
"Ümmetimin helâk olması, Kureyş'e mensup (aklı kıt) bir grup çocukcağızların elleriyledir!"
Mervan: "Allah onlara lanet etsin!" dedi. Ebu Hureyre der ki:
"Eğer ben dileseydim falan falan diye onları teker teker ismen sayardım." Said rahimehullah
dedi ki:
"Ben, Beni Mervan iktidar olduğu zaman dedemle birlikte Şam'a gittim. Orada onları genç
oğlanlar olarak görünce:
"Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın kastetttiği bunlar olmasın!" ded. Ben de: "Sen daha iyi
bilirsin!" dedim."
Buhari, Fiten 3, Menakıb 25.
4792 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Bana İslâm telaffuz eden kaç kişi olduğunu sayıverin" buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü!
Bizim sayımız altı-yediyüze ulaşmış olduğu halde, hakkımızda korku mu taşıyorsunuz?"
dedik.
"Siz bilemezsiniz, (çokluğunuza rağmen) imtihan olunabilirsiniz!" . Gerçekten öyle (belaya
maruz kalıp) imtihan olunduk ki, içimizden namazını gizlice kılanlar oldu."
Buhari, Cihad 181; Müslim, İman 235, (149).
4793 - Sahiheyn'de yine Huzeyfe radıyallahu anh'tan gelen bir rivayet şöyledir: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"(Kıyamet günü, havz-ı kevserime birkısım gruplar da gelecekler ki, onlar oradan
uzaklaştırılacaklar. Ben: "Onlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Fakat,
"Sen, onların arkandan neler işlediklerini bilmiyorsun!" denilecek."
Buhari, Rikak 53; Müslim, Fezail 32, (2297).
4794 - Müseyyeb İbnu Rafi' anlatıyor: "Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma'ya rastladım.
Kendisine:
"Sana ne mutlu! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la sohbet şerefine erdin. O'na
(Hudeybiye'de) ağaç altında biat ettin!" demiştim. Bana şu cevapta bulundu:
"Ey kardeşimoğlu! Biz ondan sonra ne bid'alar işledik sen bilmezsin."
Buhari, Megazi, 35.
HARİCİLER
5995 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup insan Kur'ân'ı muhakkak surette okuyacak. Ancak bunlar, okun avı
süratle delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar."
5996 - Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Cürrâne'de, işlenmemiş altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal Hz. Bilal'in
eteğinde idi. Bir adam:
"Ey Muhammed adil ol! Çünkü adalet etmiyorsun!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Yazık
sana! Eğer ben de adil olmazsam, benden sonra kim daha âdil olur?" diye mukabele etti. Hz.
Ömer, (Resûlullah'ın üzüldüğünü farkederek):
"Ey Allah'ın Resülü! Bana müsaade buyurun, şu münafığın kellesini uçurayım!" talebinde
bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"İşte bu adamın mutlaka arkadaşları -veya arkadaşcıkları- var. Bunlar Kur'ân'ı okurlar, ama
okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp
giderler!" buyurdular."
5997 - İbnu Ebi Evfa anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hâriciler
cehennemin köpekleridir."
5998 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'ân'ı okuyacaklar, ancak, okudukları
gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek. Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır."
İbnu Ömer der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Onlardan bir grup çıktıkça kökleri
kazınacaktır" ibaresini yirmi kereden fazla işittim."
(İbnu Ömer, Resûlullah'tan işittiği sözleri şöyle tamamladı:) "Nihayet bu cemaatin sürdürdüğü
hile ve aldatma esnasında Deccal çıkacaktır."
CEHMİYE
5999 - Ebu Rezîn anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Rabbimiz,
sıkıntılı durumunun değişeceği zaman yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe
düşmesine güldü."
Ebu Rezin devamla der ki: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, hiç Rab Teâla güler mi?"
"Evet" buyurdular. Ben de:
"Öyleyse gülme vasfı bulunan bir Rabb'ten bize hayır eksik olmayacaktır!" dedim."
6000 - Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal
başlarını kaldırırlar. Rab Teâla'yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: "Ey cennet
ehli, sizlere selam olsun!" dediğini görürler."
Resûlullah devamla dedi ki: "İşte bu hal, Kur'ân'da zikri geçen: "Rahmet sahibi Rablerinden
onlara selam vardır" ( Yasin 58) ayetinin haber verdiği durumdur."
Resülullah devamla buyurdular:
"Rab Teâla onlara, onlar da Rab Teâla'ya bakarlar. O'na baktıkları müddetçe etraflarındaki
cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teâla hicaba
bürününceye kadar devam eder. Rabb Teâla hicaba bürünür, fakat Allah'ın nüru ve bereketi
cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır."
6001 - Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Abdullah İbnu Amr İbni Harâm, Uhud
günü, öldürüldüğü zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana rastladı ve: "Ey Câbir!
Allah baban için ne söyledi, sana haber vermiyeyim mi?" buyurdular." Yahyâ'nın rivayetinde
ise Resûlullah: "Ey Cabir, seni niye böyle kalben kırık (ve üzüntülü) görüyorum" buyurmuş,
Câbir de: "Ey Allah'ın Resûlü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın horanta ve borç bıraktı"
demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Sana, Allah'ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?" diye
sordu. Câbir: "Evet! Ey Allah'ın Resûlü!"dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselâm
açıkladı: "Allah her kimle konuştu ise mutlaka hicab gerisinden konuştuğu halde babana
vicâhen konuştu ve: "Ey kulum! Benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!" dedi. O
da:
"Ey Rabbim! Beni hir kere daha ihya et, senin yolunda ikinci kere öleyim!" dedi. Rab Teâla
Hazretleri de: "Benden daha önce şu hüküm sâdır oldu: "Ölenler artık dünyaya bir daha
dönmeyecekler" buyurdular. Baban da:
"Ey Rabbim, öyleyse (benim durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!"
dedi. Bu talep üzerine şu ayet nazil oldu: "Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar
Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O'nun nimetleriyle rızıklanırlar" (Âl-i İmran 169).
6002 - Nevvâs İbnu Sem'ân el-Kilâbi anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim.
Dedi ki:
"Rahmân'ın iki parmağı arasında olmayan bir kalp yoktur. Allah dilerse onu doğru yola
sevkeder, dilerse şaşırtır!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua ederdi:
"Ey kalpleri tesbit eden Rabbimiz! Kalplerimizi dinin üzerine tesbit et."
Resûlullah yine derdi ki: "Mizan (terazi) Râhmanın elindedir. Kıyamet'e kadar bazı kavimleri
yükseltir, bazı kavimleri de alçaltır."
6003 - Ebu Sa'idi'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah üç şeye güler (rahmetiyle yönelir): Namaz için teşkil edilen saf, geceleyin namaz kılan
adam ve orduda cihad eden adam."
6004 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Allah her an iş
başındadır" (Rahman 29) âyeti ile ilgili olarak: "Bir günahın affı, bir sıkıntıyı gidermesi, bir
kavmi yükseltip, bir başkalarını alçaltması O'nun işlerindendir" buyurduğunu nakletmiştir."
LAİLAHE İLLALLAH DİYENE DOKUNULMAZ
7136 - Evs (İbnu Ebî Evs Huzeyfe es-Sakafi) radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında oturuyorduk. O bize birkısım kıssalar anlatarak vâzu
nasihat ediyordu. Derken bir adam gelerek, gizli bir şeyler söyledi. Resulullah: "Bunu götürüp
öldürün!" emretti. Adam geri dönünce, Resülullah onu çağırdı ve: "Allah'tan başka ilah
olmadığına şehadet edermisin?" diye sordu. Adam "Evet!" deyince: "Gidin, bu adamı serbest
bırakın! Zira ben, insanlarla onlar lâ ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.
Bunu dediler mi, bana onların kanları ve malları haram olur" buyurdu.
7137 - İmrân İbnu'I-Husayn radıyallahu anh anlatıyor: "Nâfi' İbnu'l-Ezrak ve arkadaşları
geldiler ve bana: "Ey İmrân helak oldun (dinden çıktın)!" dediler. İmrân: "Hayır! İmran helak
olmadı (dinden çıkmadı)" dedi. Onlar ısrarla: "Evet evet helak oldun!" dediler. İmrân: "Beni
helak eden şey nedir?" dedi. Onlar: "Allah Teâla hazretleri: "Fitne olmasın, dinin tamamı
Allah için olsun diye onlarla savaşın" buyuruyor" dediler. İmrân: "Evet biz onlarla savaştık ve
hatta onları sürdük. Dinin tamamı Allah içindi. Dilerseniz, ben size Resülullah aleyhissalatu
vesselâm'dan işittiğim bir hadisi rivayet edeyim!" dedi. Onlar: "Onu Resülullah aleyhissaltu
vesselâm'dan sen mi işittin?" dediler. İmran: "Evet! Ben gördüm ki, Resülullah, müşriklere
karşı müslümanlardan müteşekkil bir ordu gönderdi. Askerler müşriklerle karşılaşınca,
aralarında çok şiddetli bir savaş oldu. Müşrikler mağlup olup sırtlarını müslümanlara verdiler
(saf dışı oldular). Sonra benim yakınlarımdan bir adam müşriklerden birine mızrakla saldırdı.
Adamın üzerine yürüyünce, müşrik Eşhedü en lâilâhe illallah (Allah'tan başka ilah olmadığına
şehadet ederim), ben müslümanım" dedi. Fakat müslüman asker ona mızrağını saplayıp adamı
öldürdü. Adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelip: "Ey Allah in Resülü! Helak
oldum! (Yani büyük bir günah işledim)" dedi. Aleyhissalatu vesselam bir iki sefer: "Ne
yaptın?" diye sordu. Adam yaptığını olduğu gibi anlattı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
adama: "Kalbini yarıp içinde ne olup olmadığına bakmalı değil miydin?" dedi. Adam:
"Ey Allah'ın Resülü! Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim ?" diye sordu .
Aleyhissalâtu vesselâm: "Sen adamın hem sözünü kabul etmiyorsun hem de kalbindekini
bilmiyorsun (olur mu böyle şey!)" dedi. İmrân sözlerine devam etti: "Sonra Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm, adam hakkında bir şey söylemedi. Adam da az bir zaman yaşadı.
Nihayet öldü. Biz onu defnettik. Ertesi günü adamın cesedi yerüstünde görüldü. Halk: "Belki
de bir düşman, kabrini deşip (kötülük için çıkarmıştır)" dedi. Tekrar onu defnettik.
Gençlerimize mezarı başında nöbet tutmalarını söyledik. Buna rağmen cesedi tekrar mezardan
dışarı atıldı. "Bekleyen gençlerimiz uyumuş olabilirler" diye düşündük. Bir kere daha onu
defnettik. Bu sefer mezarını kendimiz bekledik. Ertesi gün yine cesedi kabirden dışarı atıldı.
Bunun üzerine, adamın cesedini dağlar arasında bir geçide attık."
Hadise, bir başka rivayette İmrân İbnu'I-Husayn tarafından (biraz farkla) şöyle anlatılmıştır:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bizi bir seriyyeye göndermişti. Sonra (savaşın bitiminde)
müslümanlardan biri, müşriklerden birine saldırdı..." hadisi yukarıdaki gibi anlattı. Şu ilavede
bulundu: "Toprak onun cesedini dışarı attı. Biz durumu Resülullah'a haber verdik.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu toprak, ondan daha şerir insanları da kabul eder. Fakat Allah
Teâla hazretleri, size "lâ ilahe illallah" kelâmının hürmetinin büyüklüğünü ders vermek
istedi."
MÜ'MİNİN KANI MALI HARAMDIR
7138 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Veda haccı
sırasında buyurdular ki: "Bilesiniz! Günlerin en ziyade haram olanları şu günlerinizdir.
Bilesiniz! Ayların en haramı da şu ayınızdır. Bilesiniz! Beldelerin en haramı da şu
beldenizdir. Bilesiniz! Kanlarınız, mallarınız birbirinize şu ayda, şu beldede şu gününüzün
haramlığı gibi haramdır. Acaba tebliğ ettim mi?" Halk: "Evet!" dediler. Resülullah: "Ey
Allahım şahid ol!" buyurdu."
7139 - Abduldah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı Ka'be'yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: "Sen ne temizsin, kokun da ne
güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin ne büyük! Muhammed'in nefsini elinde tutan Zat-ı
Zülcelâl'e yemin olsun! Mü'minin Allah katındaki hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür.
Mü'minin malının, kanının hürmeti de böyledir. Biz mü'min hakkında sadece hüsn-i zanda
bulunuruz."
7140 - Füdâle İbnu Ubeyd anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Gerçek mü'min, halkın, kendisinden malı ve canı hususunda emîn olduğu kimsedir. Hakiki
muhâcir de hata ve günahlardan hicret (terk) eden kimsedir."
YAĞMA YASAKTIR
7141 - Sa'lebe lbnu'l-Hakem radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gazvede) düşmanın koyun
sürüsüne rastlamıştık. Hemen yağmaladık ve tencereleri kurduk. Resülullah aleyhissalatu
vesselâm tencerelerimizin yanından geçti (ve onları gördü). Kaldırmamızı emretti. Derhal
hepsini devirdik. Sonra: "Yağma helal değildir" buyurdu."
MÜSLÜMANA SÖVMEK FISKTIR
7142 - Ebu Hureyre ve İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Müslümana sebbetmek (sövmek) fısktır, öldürmek de
küfürdür."
BİRBİRİNİZİ BENDEN SONRA ÖLDÜRMEYİN
7143 - Sunâbih el-Ahmesi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bilesiniz! Havz(-ı kevser)e ilk geleniniz ben olacağım ve ben diğer ümmetlere
karşı çokluğunuzla övüneceğim. Benden sonra birbirinizi öldürmeyin."
MÜSLÜMANLAR ALLAH'IN ZİMMETİNDE (GARANTİSİNDE)DİR
7144 - Ebu Bekrı's-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Sabah namazını kim kılarsa, o Allah'ın zimmetindedir. Allah'ın bu garantisini
ihlal etmeyin. Kim onu öldürürse, Allah, yüzüstü cehenneme atıncaya kadar öldürenin peşini
bırakmaz."
7145 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Kim sabah namazını kılarsa, Allah'ın garantisi altındadır."
7146 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "Mü'min, Allah katında, birkısım meleklerden daha kıymetlidir."
ASABİYET
7147 - Füseyle'nin babası (Vâsile İbnu'l-Eska) radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü
dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir?"
"Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır."
SEVADU'L-A'ZAM (EKSERİYET)
7148 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim dalâlet (bâtıl) üzerinde toplanmaz. Öyleyse bir ihtilâf görünce, size çoğunluğu
iltizam etmenizi tavsiye ederim.
7149 - Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün, Resülullah aleyhissalâtu
vesselam, bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: "Ey Allah'ın
Resülü! Bugün namazı çok uzattınız!" dedik. Şu açıklamayı yaptılar: "Ben bugün, bir ümit ve
korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah'tan ümmetim için üç şey talep
ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah'tan ümmetime, kendileri
dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah'tan
ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu
da kabul etti. Allah'tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim, Allah bunu
reddetti."
7150 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "(Benden sonra ümmetim içerisinde) fitneler olacak. O fitnelerde, kişi mü'min olarak
sabahlar, kâfır olarak akşamlar, Allah'ın ilimle ihya ettikleri hâriç."
FİTNEDE TESEBBÜT (DİKKATLİ, SABIRLI OLMA)
7151 - Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:"Şurası muhakkak ki, bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak. Bu
durum gelince, Uhud'a kılıncınla git! Kırılıncaya kadar onu (taşa) çal. Sonra evinde otur.
Hatta sana günahkâr bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden çıkma)."
Nitekim (haber verilen bu fitne) çıktı ve ben Resülullah aleyhissalâtu vesselam'ın söylediğini
yaptım."
İKİ MÜSLÜMAN BİRBİRİNE KILIÇ ÇEKERSE
7152 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam (bir
keresinde): "İki müslüman birbirlerine kılıç çekerlerse kâtil de maktül de cehennemdedir"
buyurmuşlardı. Orada bulunanlar: "Ey AIlah'ın Resülü! Katili anladık, cehennemdedir; ya
maktulün suçu ne?" dediler.
"Çünkü, o da kardeşini öldürmek istemişti" buyurdular."
7153 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Mertebe itibariyle insanların Kıyamet günü Allah indinde en kötüsü, ahiretini, başkasının
dünyası için helâk eden kuldur."
FİTNEDE DİLİ TUTMAK
7154 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi
gibidir."
7155 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Şurası muhakkak ki: Kişi, (bazan) Allah'ın gazabına sebep olan bir kelâm eder, kendisi o
sözde bir mahzur görmez. Ama o söz sebebiyle, cehennem ateşinin yetmiş yıllık dibine iner."
7156 - Ebu'ş-Şa'şâ' rahimehullah'ın anlattığına göre, "İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya: "Biz
ümerânın yanlarına girer, bir çeşit konuşuruz, yanlarından çıkınca da bir başka çeşit
konuşuruz" denilmişti. Onlara "Biz bunu, Resülullah aleyhissalâtu vesselam zamanında
münafıklık addederdik" dedi."
İSLÂM GARİB BAŞLADI
7157 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki İslâm garib (eşine rastlanmadık bir şekilde) başladı tekrar garibliğe
avdet edecek. Gariblere ne mutlu."
FİTNEDEN KİMLER SALİM OLABİLİR
7158 - Hz. Ömer radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Bir gün Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın mescidine gitmiştir. Orada Hz. Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh'ı Aleyhissalâtu
vesselam'ın kabrinin dibinde oturmuş ağlar bulmuş ve: "Niçin ağlıyorsun?" diye sormuştur.
Hz. Mu'âz: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işitmiş olduğum bir hadis sebebiyle"
demiş ve Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hadisini okumuştur: "Şurası muhakkak ki
riyanın azı dahi şirktir. Kim Allah'ın velisine düşmanlık yaparsa şüphesiz Allah ile savaşmaya
çıkmış olur. Allah itaatkâr, takva sahibi ve halktan uzak duran öyle (kendi halinde) kullarını
gerçekten sever ki, onlar görünmedikleri zaman aranmazlar (ehemmiyet verilmedikleri için,
yoklukları kimsenin dikkatini çekmez), hazır bulundukları zaman (da meclislere, ciddi
meşguliyetlere) çağırılmazlar, tanınmazlar. Kalpleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. (Onları
hiçbir şey şekke şüpheye atamaz.) Her müşkil meselenin, ağır belanın altından kalkarlar."
7159 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: 'İnsanlar, içerisinde bir tane iyisini bulamayacağın yüz deve(lik bir sürü)
gibidirler."
ÜMMETLERİN AYRILMASI
7160 - Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Yahudiler yetmişbir fırkaya bölündüler, onlardan sadece bir fırka cennetliktir,
yetmiş fırka cehennemliktir. Hıristiyanlar ise yetmişiki fırkaya bölündüler. Bunlardan da
yetmişbir fırka cehennemliktir, sadece biri cennetliktir. Muhammed'in nefsi elinde olan Zât-ı
Zülcelâl'e yemin olsun! Benim ümmetim yetmişüç fırkaya bölünecek, bunlardan biri
cennetlik, yetmişikisi cehennemliktir."
"Ey Allah 'ın Resülü! Cennetlikler kimlerdir?" diye sorulmuştu. "Onlar, cemaattir"
buyurdular."
7161 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Muhakkak ki, İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündü, ümmetim de yetmişiki fırkaya
ayrılacak. Biri hariç hepsi ateştedir. O hâriç olan cemaattir."
7162 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve
karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler
oraya siz de gireceksiniz."
Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü! (Onlar) yahudiler ve hıristiyanlar mı?" diye sordular.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Bunlar değilse kimler olur?" buyurdular."
KADIN FİTNESİ
7163 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her sabah mutlaka iki melek nida eder: "Kadından vay erkeğin haline!" ve "Erkekten vay
kadının haline!"
7164 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam mescidde
otururken Müzeyre kabîlesinden bir kadın girdi, çok süslüydü, zinetleriyle mescidin içinde
bile pek çalımlı yürüyordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey insanlar!
Kadınlarınızı mescidde süsler takınmaktan ve çalımlı yürümekten men edin! Zira
İsrailoğulları, kadınları zinet takınıp, mescidde çalımlı yürüyünceye kadar lanetlenmediler"
buyurdular."
EMR-İ Bİ'L-MÂ'RUF
7165 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin" buyurmuştu. Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resülü! Bizden
biri nefsini nasıl tahkir eder?" diye sordular. "Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili
birşey söylemesi Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz. (Yani,
insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allah Teâla hazretleri
de Kıyamet günü, ona: "Şu şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?" diye hesaba
çeker. Adam: "Konuşmamı halk korkusu engelledi" der. Allah Teâla da: "Sen (insanlardan
değil), önce benden korkmalıydın" der."
7166 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ın yanına
Habeşistan muhacirleri dönünce, onlara: "Habeşistan diyarında gördüğünüz farklı şeylerden
bana anlatmaz mısınız?" buyurdular. Onlardan bir grub genç: "Elbette! Ey Allah'ın Resülü!"
dediler (ve anlatmaya başladılar): "(Bir gün) biz otururken, onların yaşlı rahibelerinden biri,
başının üstünde bir su küpü olduğu halde yanımızdan geçti, onlardan bir gence rastladı. Genç
elinin birini rahibenin omuzları arasına koyup onu itti. Kadın dizlerinin üzerine düştü ve küpü
kırıldı. Kadın yerden kalkınca, gence yöneldi ve: "Ey zalim! Allah kürsüyü kurup, evvelîn ve
âhirîni toplayıp hesaba çektiği, el ve ayakların lisana gelip yaptıklarını anlattıkları (o Kıyamet
gününde) sen bana yaptığın zulmün ne demek olduğunu bileceksin! Yarın Allah'ın huzurunda
benim halimle, kendi halinin ne olduğunu göreceksin!" dedi.
Râvi der ki: "Resülullah (bu anlatılanları dinledikten sonra): "Rahibe doğru söylemiş, rahibe
doğru söylemiş. Allah, zayıfların intikamını güçlülerden almayan bir ümmeti nasıl takdis edip
(günahlarından arındırır?)" buyurdu."
7167 - Ebu Umâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah (hacc esnasında) birinci cemrenin
yanında iken yanına bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Hangi cihad efdaldir?" dedi.
Aleyhissalatu vesselâm adama cevap vermedi. Adam ikinci cemrede görünce tekrar aynı şeyi
sordu. Resülullah yine süküt buyurdular. Akabe taşlamasını yapınca, bineğine binmek üzere,
ayağını özengiye koyunca: "Soru sahibi nerdedir?" dedi. Adam da: "İşte benim ey Allah'ın
Resülü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "(En efdal cihad) zalim sultana karşı hakkı
söylemektir!" buyurdular."
KENDİNİZE DÜŞENE BAKIN
7168 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Ey Allah'ın Resülü! Emr-i
bi'l-ma'ruf ve'n-nehy-i ani'l-münker'i ne zaman terketmeliyiz?" diye sorulmuştu. Aleyhissalâtu
vesselâm şu cevabı verdi: "Aranızda, sizden önceki milletlerde zuhur etmiş olan şeyler zuhüra
başladığı vakit."
Biz: "Bizden önceki ümmetlerde ne zuhür etmişti?" diye sorduk.
"Hükümdarlık küçüklerinizin elinde olduğu, fuhuş (her çeşit çirkin ve kirli işler)
büyüklerinizce işlendiği, ilim de rezillerinizin eline geçtiği vakit" buyurdular."
Râvi Zeyd İbnu Yahya der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın "ilim rezillerinizin eline
geçtiği vakit" sözünün mânasının açıklanması, "İlmin, fasıkların (haramı alenen işleyen,
farzları alenen terkeden) eline geçmesi demektir."
7169 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, Kıyamet günü kulu mutlaka hesaba çeker. Hatta şunu da söyler:
"Münkeri gördüğün zaman onu tatbik etmene mani olan şey ne idi?" Eğer Allah Teâla
hazretleri kula hüccetini söylemeyi telkin ederse kul şöyle der: "Ey Rabbim! Ben senin
rahmetini umdum ve insanlardan korktum (ve dinin reddettiği münkerlere müdahaleyi bu
sebeple terkettim)."
7170 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam
yanımıza gelip şöyle buyurdular: "Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız
zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a
sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)
l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aIenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o millette
tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görûlmeyen hastalıklar
yayılır.
2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve
sultanın zulmüne uğrar.
3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur
kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.
4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini (yani düşmanla yaptığı
anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı
musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.
5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terkederek
Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında
savaştırır."
7171 - Berâ İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir
defasında): "Onlara Allah lanet eder ve lanet edenler de onlara lanet eder" buyurdu ve
arkasından lanet edenler ibaresiyle "yerde yürüyen hayvanlar" ın kastedildiğini açıkladı."
7172 - Sevban radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Ömrü sadece yapılan iyilik artırır. Kaderi de sadece dua geri çevirir. Şurası muhakkak ki,
kişi, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum edilir."
BELAYA SABIR
7173 - Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam hasta
yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin
altında hissettim. "Ey Allah'ın Resülü! Hararetiniz çok fazla!" dedim.
"Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli
verilir" buyurdular.
"Ey Allah'ın Resülü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?" dedim. "Peygamberler!"
buyurdular.
"Ey Allah'ın Resûlü! Sonra kimler?" dedim.
"Sonra sâlihler! buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki,
kendini örten abadan başka birşey bulamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle
sevinirler."
7174 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Uhud (savaşı) gününde Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın bir dişi kırıldı ve başından yaralandı. Kan yüzüne akmaya başladı. Yüzündeki
kanı hem siliyor hem de: "Kendilerini AIlah'a çağıran peygamberlerinin yüzünü kana boyayan
bir kavim nasıl ıslah olur?" diyordu. Allah Teâla hazretleri (sanki bu sözleri tevekküle uygun
bulmayarak) şu ayeti inzal buyurdu:
"Kullarımın tedbir ve idaresinden senin elinde birşey yoktur ve sen onların inkârlarından
mes'ul değilsin. Allah dilerse onlara tevbe nasip eder, dilerse zalim oldukları için onlara azab
verir" (Âl-i İmran 128).
7175 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün Hz. Cibril aleyhisselâm, Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldi. O sırada Resülullah üzgün vaziyette oturuyordu.
Sebebiyse Mekkelilerden biri vurup yaralamıştı, mübarek vücutları kana boyanmıştı. Hz.
Cebrail: "Neyin var (niye üzgünsün)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Şunlar bana
yaptıklarını yaptılar!" dedi. CibrÎl: "Diler misin sana bir mucize göstereyim?" dedi.
Resülullah: "Evet bana (bir mucize) gösterin!" buyurdu. Derken Cebrail aleyhisselâm,
bulundukları vadinin gerisindeki bir ağacı gösterdi: "Şu ağacı çağır!" dedi. O da hemen
çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi önünde durdu. Cebrail aleyhisselâm: "Ona söyle de geri
gitsin!"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ağaca: "Geri dön!" dedi, o da döndü, eski yerine vardı.
(Bunu gören Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, "üzüntümün zâil olması için) bu bana yeter!"
buyurdu."
7176 - Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
Mi'rac gecesinde çok hoş bir koku hissetti.
"Ey Cibril bu güzel koku nedir?" diye sordu. O da anlattı:
"Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların
hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail'in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol
güzergahında manastırda oturan bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar,
İslâmı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâmı hanımına
öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı.
Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır'ı bir başka
kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam'ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı
o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece onun İslâm'ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun
üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya
geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır'ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: "Ben Hızır'ı
gördüm!" dedi. Ona: "Seninle beraber onu başka kim gördü?" denildi. O: "Falan kimse!" dedi.
Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü.
Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun'un kızının başını
tararken tarak elinden düştü. Kadıncağız: "Firavun helak olsun!" dedi. Kız bunu babasına
haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları
dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler. O zaman Firavun: "Öyleyse sizi
öldüreceğim!"dedi. Karı-koca: "Bu, tarafınızdan bize bir ihsan olur!" diye merdane cevap
verdiler ve: "Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!" dediler. O da öyle yaptı.
Resülullah aleyhissatâtu vesselâm, Mirac'ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselâm'a
bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı."
7177 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Halilim Aleyhissalâtu vesselâm bana şu
vasiyette bulundu: "Hiçbir şeyi Allah'a ortak kılma, hatta param parça edilsen, ateşlerde
yakılsan da; bile bile hiçbir namazını terketme; kim namazı bile bile terkederse ondan Allah'ın
zimmeti (garantisi) kalkar; içki içme, çünkü o, bütün kötülüklerin anahtarıdır."
FİTNE SEBEBİYLE ZAMANIN FENALAŞMASI
7178 - Hz. Muâviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "Dünyanın bela ve fitneden başka hiçbir şeyi kalmadı."
7179 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İnsanlar öyle aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğru
söyleyenler tekzib edilecekler. Keza o yıllarda hâine itimad edilecek, emin kimseye de hainsin
denecek. O zaman ruvaybıda adam amme işinde söz sahibi olacak."
"Ruvaybıda kimdir?" diye sorulmuştu. "Amme işlerinde (söz sahibi olan) değersiz adam" diye
cevap verdi."
7180 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İyi hurmalar adilerinden ayıklandığı gibi siz de ayıklanacaksınız. İyileriniz
gidecek, kötüleriniz kalacak. (O devirde kötülerin içinde kalmaktansa) elinizden gelirse
hemen ölün (ölün de hayırlı olanı tercih edin)."
7181 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "(İslam'ı yaşama) işi gittikçe zorlaşacak. Dünya da (gerçek müslümanlara)
gittikçe sırt çevirecek. İnsanların da cimriliği artacak. Kıyamet ancak şerirlerin tepesine
kopacak. Mehdî, Hz. İsa'dan başkası değildir."
GADAB (ÖFKE)
________________________________________
4281 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?" diye sordu. Ashab radıyallahu anhüm:
"Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm:
"Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir."
Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3, (4779).
4282 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kuvvetli kimse, (güneşte hasmını yenen) pehlivan değildir. Hakiki kuvvetli, öfkelendiği
zaman nefsini yenen kimsedir."
Buhari, Edeb 76, Müslim, Birr 107, (2760); Muvatta, Hüsnü'l-Halk 12, (2, 906).
4283 - Ebu Vail radıyallahu anh anlatıyor: "Urve İbnu Muhammed es-Sa'di'nin yanına girdik.
Bir zat kendisine konuştu ve Urve'yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve:
"Babam, dedem Atiyye radıyallahu anh'tan anlattı ki, o, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
şöyle söylediğini nakletmiştir:
"Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse
biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın."
Ebu Davud, Edeb 4, (4784).
4284 - Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize
buyurmuştu ki:
"Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala geçmezse yatsın."
Ebu Davud, Edeb 4, (4782).
4285 - Hz. Mu'az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor. "İki kişi Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın huzurunda küfürleştiler. (Öyle ki) birinin yüzünde (diğerine karşı) öfkesi
gözüküyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinde zuhur eden öfke giderdi: Eûzu
billahi mineşşeytanirracim" buyurdular."
Tirmizi, Da'avat 53, (3448); Ebu Davud, Edebb 4, (4780).
4286 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bana kısa
bir nasihatta bulun, uzun yapma! Tâ ki nasihatini unutmayayım" demişti (ve birkaç kere tekrar
etmişti). Aleyhissalatu vesselam (bir kelimeyle):
"Öfkelenme!" cevabını verdi!"
Buhari, Edeb 76; Tirmizi, Birr 73 (2021); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 11, (2, 906).
4287 - Sehl İbnu Mu'az İbni Enes el-Cüheni, babası radıyallahu anh'tan naklediyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu halde öfkesini tutan kimseyi, Allah
Teâla Hazretleri, Kıyamet günü, mahlukatın başları üstüne davet eder; tâ ki, (onlardan önce)
dilediği huriyi kendine seçsin."
Tirmizi, Birr 74, (2022); Ebu Davud, Edeb 3, (4777).
4288 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Uyeyne İbnu Hısn (Medine'ye) gelince,
kardeşinin oğlu Hürr İbnu Kays'ın yanına indi. Hürr İbnu Kays ise Hz. Ömer'in
yakınlarındandı. Onun meclisinde yaşlı veya genç bir kısım kurrâ ve fakihler müşavere heyeti
olarak bulunurdu. Uyeyne İbnu Hısn:
"Ey kardeşimin oğlu! Emirü'l-mü'minin'in yanına girmem için izin taleb et!" dedi. O da izin
istedi. Ancak yanına girince:
"Yeter artık! Ey İbnu'l-Hattab sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de
hükmetmiyorsun!" dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh pek öfkelendi. Neredeyse dövmek için
üzerine yürüyecekti ki, Hürr radıyallahu anh atılıp:
"Ey emire'l-mü'minin! Allah Teâla Hazretleri, Resûlüne: "Affı eses tut, ma'rufu emret ve
cahillerden de yüz çevir!" (A'raf 199) emretmiştir. Bu adam da cahillerden biridir" dedi.
Vallahi, Hürr ayeti okuyunca, Hz. Ömer olduğu yerde kalıp hiçbir şey yapmadı. Hz. Ömer
Kitabullah'ın yanında hemen durur, onu koyup geçmezdi (radıyallahu anh)."
Buhari, İ'tisam 2, Tefsir, A'raf 5.
GADR (VEFASIZLIK)
________________________________________
4303 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü, Allah, öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman her vefasız için,
onu tanıtan bir bayrak dikilir ve: "Bu falan (oğlu falanın) vefasızlığıdır" denilir."
Buhari, Edeb, 99, Cizye 22, Hiyel 9, Fiten 21; Müslim, Cihad 10, (1735); Ebu Davud; Cihad
162, (2756); Tirmizi, Siyer 28, (1581).
4304 - Müslim'in el-Hudri'den nakline göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle demiştir:
"Her zalimin arkasında bir bayrağı vardır, zulmü ölçüsünde bu bayrak yükseltilir. Haberiniz
olsun, amme hizmetlerini üzerine alandan daha büyük vefasız yoktur."
Müslim, Cihad 15, (1738).
GASB
________________________________________
4289 - Ebu Seleme İbnu Abdirrahman Hz. Aişe radıyallahu anha'dan anlattığına göre
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu: "Kim (gasben başkasının) arazisine bir karış
haksız tecavüz ederse yedi kat yerin dibine kadar boynuna dolandırılarak (cezalandırılır)."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 2, Mezalim 13; Müslim, Müsakat 142, (1612)
4290 - Buhari'nin İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle
buyrulmuştur: "Kim, araziden haksız olarak bir karışlık yer alırsa, Kıyamet günü, onunla yedi
kat yere batırılır."
Buhari, Mezalim 13, Bed'ü'l-Halk 2.
GAZVELER
________________________________________
4195 - Büreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onaltı gazve
yapmıştır."
Buhari, Megazi 89, 1, 77; Müslim, Hacc 218, (1254), Cihad 147, (1814); Tirmizi, Cihad 6,
(1676).
4196 - Müslim'in rivayetinde: "(Büreyde radıyallahu anh) Resülullah'la birlikte onaltı gazveye
katıldığını söyler."
Müslim, Cihad 146, 147, (1814).
4197 - Yine Müslim'in bir rivayetinde: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ondokuz gazve
yaptı, bunlardan sekizinde savaştı" denmektedir.
Müslim, Cihad 146, (1819); Buhari, Megazi 87.
4198 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
birlikte yedi gazve yaptım. Ayrıca çıkardığı seferlerden de dokuzuna katıldım. Bir defasında
başımızda Ebu Bekr radıyallahu anh, bir defasında da Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma
vardı."
Buhari, Megaazi, 87; Müslim, Cihad 148, (1815).
BEDİR GAZVESİ
4199 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kendisine Ebu
Süfyan'ın gelmekte olduğu haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu Bekr radıyallahu
anh konuştu. Ondan yüzün çevirdi (iltifat etmedi). Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh konuştu.
Ondan da yüzünü çevirdi. Derken sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh (Resûlullah'ın maksadını
sezerek) ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın Resulü, biz (ensariler)i mi kastediyorsunuz? Nefsimi
kudret elinde tutan zata yemin ederim, eğer bize bineklerimizi denize sürmemizi emredecek
olsanız, mutlaka (gözümüzü kırpmadan) daldırırız. Bize onlara binip Berkı'l-Gımâd'a
gitmemizi emretseniz onu da yaparız!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr'e kadar gelip indiler.
Orada, Kureyş'in su almaya gönderdiği kimselerle karşılaştılar. İçlerinde Beni Haccac'a ait
siyahi bir köle vardı. Onu yakaladılar. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabı Ebu Süfyan
ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle:
"Ebi Süfyan hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehl, Utbe, Şeybe ve Umeyye İbnu
Halef var!" dedi. O böyle söyleyince Ashab onu dövdü. O da: "Evet, ben size haber
veriyorum. Bu Ebu Süfyan'dır!" dedi. Onu bıraktıkları zaman başkaları sordular. O yine:
"Ben Ebu Süfyan hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada halkın içinde Ebu Cehil, Utbe,
Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!" dedi. Böyle söyleyince onlar da aynı şekilde dövdüler. Bu
esnada Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz kılıyordu. Bu hali görünce namazı bıraktı ve:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, size doğruyu söyleyince onu
dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de bırakıyorsunuz" dedi.
Ravi der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm elini koyarak "burası falancanın öldürüleceği
yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği yer" diye teker teker gösterdi."
Ravi der ki: "Allah'a yemin olsun onlardan hiçbiri, Aleyhissalatu vesselam'ın elini koyduğu
yerin dışına sapmadan, gösterdiği yerlerde öldürüldüler."
Müslim, Cihad 83, (1779); Ebu Davud, Cihad 125, (1681).
4200 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bana Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh
anlattı. Dedi ki: "Bedir günü olunca, Aleyhissalatu vesselam müşriklere bir baktı. Onlar bin
kişiydiler. Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı.
Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:
"Ey Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım,
eğer ehl-i İslam'ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!"
Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam etti ki, rıdası omuzundan düştü. Bunu gören
Ebu Bekir radıyallahu anh yanına gelerek rıdasını aldı omuzuna attı, sonra arkasından
yaklaşıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teala Hazretleri sana vaadini
mutlaka yerine getirecek!" dedi. O sırada aziz ve celil olan Allah şu vahyi inzal buyurdu:
"Hani siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da O da: "Muhakkak ki ben size meleklerden
birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim" diyerek duanızı kabul buyurmuştur" (Enfal 9).
Gerçekten Hak Teala Hazretleri o gün melerlerle yardım etti."
Müslim, Cihad 58, (1763); Buhari, Megazi 4; Tirmizi, Tefsir, Enfal (3081); Ebu Davud,
Cihad 131, (2690).
4201 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Mikdad İbnu'l-Esved'in ağzından gayet kesin
bir söz söylediğine şahid oldum ki, o sözün sahibi olmak, bana (sevabca) ona denk olabilecek
her kıymetli sözden daha sevimlidir. O (Resûlullah) bu sırada halkı müşriklere karşı Bedr'e
katılmaya davet ediyordu. Resûlullah'a gelerek dedi ki:
"Ey allah'ın Resûlü! Biz, Beni İsrail'in (Hz. Musa'ya): "Sen ve Rabbin ikiniz gidin savaşın, biz
burada oturucularız!" dediği gibi diyecek değiliz. Bilakis, "Sen hükmet! Biz sağında, solunda,
önünde ve arkanda seninle beraberiz!" diyoruz."
Bu söz üzerine Resûlullah'ın yüzünün parladığını ve sevinçle dolduğunu gördüm."
Buhari, Megazi 4, Tefsir, Maide 4.
4202 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Bedir
günü buyurdular ki: "İşte Cebrail aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş
teçhizatı var, (yardımınıza gelmiş durumda)!"
Buhari, Megazi 11.
4203 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
Bedir günü, ashabından üçyüzonbeş kişi ile yola çıktı. Bedir'e gelince:
"Allahım bunlar açtır, doyur! Allahım bunlar ayakkabısızdır, bindir! Allahım bunlar çıplaktır
giydir!" diye dua etti. Allah Bedir günü fetih ve zafer müyesser etti. Savaş bitince döndüler.
Savaşa katılanlardan her biri bir veya iki deve ile döndüler. Elbiseler giydiler, doydular da."
Ebu Davud, Cihad 157, (2747).
4204 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Bedir savaşı başlayınca bir miktar savaştım. Sonra
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın yanına geldim. Ne yaptığına bakmak istiyordum. Secde
etmiş, şöyle diyor buldum:
"Ey hayy (diri) olan, ey kayyûm olan (kainatı ayakta tutan) Allahım, rahmetinle sana
sığınıyor, yardımını talebediyorum!"
Oradan ayrılıp tekrar bir miktar daha savaştım, tekrar geldim, o hala secde halinde idi ve:
"Ey Hayy olan, kayyûm olan Allahım, rahmetinle sana sığınıyor, yardımını talebediyorum!"
diyordu. ben tekrar döndüm savaşmaya gittim. Bir müddet sonra yine geldim. Hâlâ aynı halde
devam ediyordu. Allah zafer verinceye kadar bu halde devam etti."
Rezin tahric etmiştir. İbnu Hâcer, Hâkim ve Nesâi'nin rivayet ettiğini belirtir. (Fethu'l-Bari 8,
291).
4205 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "(Bedir günü) savaş meydanından)
geçiyordum. Ebu Cehl'in ayağından isabet alarak yıkılmış olduğunu gördüm:
"Ey Allah'ın düşmanı! Ey Ebu Cehl, nihayet Allah seni de böyle rüsvay etti!" dedim (ve
ilavaten): "Bu halde ondan korkacak değilim!" dedim. (Ebu Cehil):
"Kavminin öldürdüğü kimseden daha şereflisi var mıdır?" diye cevap verdi. Ben, keskin
olmayan bir kılıçla vurdum. Bu, bir işe yaramadı. Kendi kılıncı elinden düşünceye kadar
vurdum. Onu alıp, onunla vurup geberttim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onun kılıncını
bana (ganimet hissemden fazla olarak) verdi."
Buhari, Megazi 8, Ebu Davud, Cihad 142, (2709).
4206 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Mekke halkı, esirlerin fidye-i necatlarını
gönderdikleri zaman, (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kerimeleri) Zeyneb de kocası
Ebu'l-As İbnu'r-Rebi'in fidye-i necatı olarak mal gönderdi. Bunun gönderdikleri arasında Hz.
Hatice radıyallahu anha'nın, Ebu'l-As'la evlenmesi sırasında Zeyneb'e vermiş olduğu bir kolye
de vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu kolyeyi görünce son derece duygulandı ve:
"İsterseniz Zeyneb'in esirini serbest bırakın ve kolyesini de ona iade edin!" buyurdular.
Ashab: "Baş üstüne!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ebu'l-As'dan, Zeyneb'i kendine
göndermesi (hicretine izin vermesi) hususunda söz aldı -veya Ebu'l-As... vaadetti-
Aleyhissalatu vesselam ensar'dan bir zatla Zeyd İbnu Harise radıyallahu anhüma'yı, Zeyneb'i
getirmek üzere gönderdi ve onlara: "Batn-ı Ye'cic'e gidin. Orada, size Zeyneb uğrayacak,
buraya gelinceye kadar ona refakat edin" emir buyurdu."
Ebu Davud, Cihad 131, (2692).
4207 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Bedir cihetine
yola çıktı. Harratu'l-Vebere'ye varınca arkasından cüret ve secaatiyle tanınan bir adam ona
yetişti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashabı onu görünce sevindiler. Adam kavuşunca
Resulullah'a: "Ben sana uymak ve seninle birlikte yaralanmak için geldim!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Allah ve Resulüne inanıyor musun?" diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Öyleyse dön. Ben müşrikten yardım taleb etmem" buyurdu.
Hz. Aişe devamla der ki:
"Adam gitti, sonra bir ağacın yanında Aleyhissalatu vesselam'a yine yetişti ve önceki
söylediğini yine söyledi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da önceki sözünü aynen tekrar
etti:
"Geri dön, ben müşrikten yardım taleb etmem" dedi. Adam döndü. Ancak Beyda'da tekrar
yetişti. Önceki söylediğini aynen yine söyledi. Resûlullah da:
"Allah'a ve Resûlüne inanıyor musun?" dedi. Adam bu sefer: "Evet!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam da:
"Öyleyse yürü!" buyurdu. Adam orduya katıldı."
Müslim, Cihad 150, (1817); Tirmizi, Siyer 10, (1558); Ebu Davud, Cihad 153, (2732).
4208 - Ebu't-Tufeyl radıyallahu anh anlatıyor: "Huzeyfe İbnu'l-Yeman radıyallahu anhüma
dedi ki: "Benim Bedr'e katılmama mani olan şey şudur: Ben ve babam el-Hüseyl ikimiz
beraber yola çıkmıştık. Kureyş kafirleri bizi tuttular ve:
"Siz muhakkak Muhammed'in yanına gitmek istiyorsunuz!" dediler. Biz de:
"Hayır, ona gitmiyoruz. Medine'ye gitmek istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine bizden,
Muhammed'in safında yer alıp beraber savaşmayacağımız hususunda Allah'a ahd ve misak
aldılar. Biz Medine'ye gelince, durumu Resûlullah'a arzettik.
"Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allah'tan yardım dileriz!"
buyurdular."
Müslim, Cihad 98, (1787).
BENİ NADİR GAZVESİ
4209 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Beni'n-
Nadir hurmalığını kesti ve yaktı. Bu hurmalığa el-Büreyre deniyordu. Büreyre hakkında
Hassan İbnu Sabit radıyallahu anh şöyle demişti:
"Büreyre'de tutuşa8n yangın, Beni Lüey reislerine ehemmiyetsiz geldi."
Ebu Süfyan İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib ona şöyle cevap verdi: "Allah bu yapılanı
(yangını) devam ettirsin. -Büreyre'nin etrafını da cehennem yaksın. Yangından hengimizin
uzakta olduğunu bileceksin.- Mekke, Medine'den hangisinin zarardide olduğunu göreceksin."
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Şu ayet bu hadise hakkında naziyl olmuştur: "İnkarcı
kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde
ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır" (Haşr
5).
Buhari, Megazi 14, Hars 6, Cihad 154, Tefsir, Haşr; Müslim, Cihad 29, (1746); Tirmizi,
Tefsir, Haşr (3298); Ebu Davud, Cihad 91, (2615).
4210 - Bintu Muhayyisa, babasından naklediyor: "Allah Teala Hazretleri, Peygamberine,
yahudilerin tasarladıkları suikasdı bildirince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Yahudi erkeklerden kimi yakalarsanız onu hemen öldürün!" ferman buyurdu. Bunun üzerine
babam Muhayyısa radıyallahu anh, yahudi tüccarlarından biri olan Şebibe'nin üzerine atılıp
öldürdü. Amcam Huvayyısa o sıraada henüz müslüman değildi ve babamdan daha yaşlıydı.
Babama hem vuruyor ve hem de:
-Ey Allah'ın düşmanı! (Onu nasıl öldürürsün?) Karnındaki yağ belki de onun malından!"
diyordu. Babam şu cevabı verdi:
"Bana onu yapmamı öyle bir zat emretti ki, eğer seni öldürmemi emretse seni de sağ
bırakmazdım." Amcam o esnada müslüman oldu."
Ebu Davud Harac 22, (3002).
4211 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Nadir ve Kureyza yahudileri Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm ile savaştılar. O da Beni'n-Nadir'i sürdü. Kureyza'yı yerinde bıraktı.
Kureyza'ya ihsanda dahi bulundu. Sonradan onlar da Resûlullah'la savaştılar. Aleyhissalatu
vesselam da erkeklerini öldürdü, kadınlarını, mallarını, çocuklarını müslümanlar arasında
taksim etti."
Buhari, Megazi 14, Müslim; Cihad 62, (1766); Ebu Davud, İmaret 23, (3005).
KA'B İBNU EŞREF'İN KATLİ
4212 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Ka'b İbnu'l-Eşref'in hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve Resulüne eza veriyor!"
buyurdular. Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh atılarak: "Onu öldürmemi ister
misiniz?" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!" deyince Muhammed İbnu Mesleme:
"Hakkınızda menfi şeyler söylememe de izin veriyor musunuz? (Güvenini kazanmamız için
buna gerek olacak)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"(İstediğinizi) söyle(yin)" buyurdu.
Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh Ka'b İbnu'l-Eşref'e gelip onunla
konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu hatırlattı ve:
"Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!" dedi.
Ka'b bunu işitince: "Ha şöyle! Vallahi ondan daha da çekeceksiniz!" dedi.
Muhammed İbnu Mesleme:
"Biz ona şimdi gerçekten tabi olduk. Onu büsbütün terkedip sonunun ne olacağını
seyretmekten de korkuyoruz" dedi.
Ka'b: "Söyle bana dedi, içinde ne var, ne yapmak istiyorsunuz?"
Muhammed: "Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak istiyoruz" deyince, Ka'b: "Şimdi beni
mesrur ettin" dedi.
Muhammed ilave etti: "Bana biraz ödünç vermeni taleb ediyorum." dedi. Ka'b da: "Bana rehin
olarak ne bırakacaksın?" diye sordu. Muhammed İbnu Mesleme: "Ne istersin?" dedi. Ka'b:
"Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!" dedi.
"Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl rehin bırakalım? (Şu
yakışıklığın sebebiyle hangi kadın nefsini senden men edebilir?)" dedi. Ka'b: "Öyleyse
çocuklarınızı rehin bırakırsınız!" dedi.
"Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: "Bir veya iki vask hurma karşılığında rehin
edildin" diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin bırakalım" dedi. (Ka'b bu
teklifi makul bulup:)
"Pekala, bu olur?" dedi. Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme, ona el-Haris İbnu'l-Evs,
Ebu Abs İbnu Cebr ve Abbâd İbnu Bişr ile birlikte gelmek üzere randevulaştı.
Bunlar geceleyin gelip onu (dışarı) çağırdılar. Ka'b yanlarına indi. Kadını: "Ben bazı sesler
işitiyorum, bu sanki kan sesidir (gitme!) dedi.
Ancak O: "Hayır, bu gelen Muhammed İbnu Mesleme ile süt kardeşi ve Ebu Naile'dir. Mert
kişi geceleyin yaralanmaya bile çağrılsa icabet eder!2 dedi.
Muhammed İbnu Mesleme arkadaşına: "Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam
yakaladım mı göreyim sizi!" dedi. Ka'b kılıncını kuşanmış olarak indi.
"Sende tıyb kokusu hissediyoruz!" dediler. Ka'b: "Evet! nikahımda falan kadın var. Arap
kadınlarının (sevdiği) kokuyu sürüyorum" dedi. Muhammed İbnu Mesleme: "Ondan
koklamama müsaade eder misin?" dedi.
Ka'b: "Tabi ederim, kokla!" dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra:
"bir kere daha koklamama müsaade eder misin?" dedi. Sonra onu yakaladı.
"Göreyim sizi!" dedi ve orada öldürdüler."
Buhari, Meğazi 15, Rehn 3, Cihad 158, 159; Müslim, Cihad 119, (1801); Ebu Davud, Cihad
169, (2768).
EBU RAFİ' ABDULLAH İBNU EBİ'L-HUKAYK'IN ÖLDÜRÜLMESİ
4213 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Rafi'e bir
heyet gönderdi. Abdullah İbnu Atik, geceleyin evine girerek, onu uyurken öldürdü."
4214 - Bir başka rivayette şöyle der: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yahudi Ebu Rafi'e,
Ensar'dan bir grup adam gönderip, başlarına da Abdullah İbnu Atik'i koydu.
Ebu Rafi', Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a eza veriyor ve aleyhinde çalışmalar yapıyordu.
Ebu Râfi', Hicaz bölgesindeki kendine has bir kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman
güneş batmıştı. Halk artık sürüleriyle dönüyordu.
Abdullah arkadaşlarına: "Siz burada oturun ve yerinizden ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara
biraz iltifat edip, içeri girme imkanı arayacağım" dedi ve ilerledi. Kapıya kadar geldi. Kaza-yı
hacet yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri girmişti. Kapıcı seslendi:
"Ey Allah'ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı kapatacağım (çabuk ola)" dedi.
Ben de girdim ve (bir köşeye) gizlendim. Halk tamamen girince kapıyı kapattı. Sonra da
anahtarları bir kazığa taktı.
Ben (müsait bir anda) kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım. Ebu Rafi evinde gece sohbeti
yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi.
Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp girdikçe içeriden üzerime
kapadım. "Eğer halkın haberi olur da beni öldürmeye azmederlerse, ben Ebu Rafi'i
öldürmeden ona ulaşamasınlar" diye böyle yaptım. Sonunda yanına kadar geldim. Köşkün
ortasında yer alan karanlık bir odadaydı. Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum.
"Ebu Râfi" diye seslendim.
"Kim o?" dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa
gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. (Sesimi
değiştirip, yardıma gelmiş gibi:)
"O ses de ne? ey Ebu Râfi" dedim.
"Kahrolası, odada biri var, az önce bana kılıç vurdu" dedi.
(Yerini iyice keşfetmiştim), bir darbe daha indirdim. Yaraladım, fakat öldüremedim. Sonra
kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım. Geri dönüp,
kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim. Ayağımı bastım. Yere kadar
ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla
sardım. Sonra gidip kapının önüne oturdum. Onu gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar
bu gece kaleden dışarı çıkmayacağım" dedim.
Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm habercisi:
"Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Rafi'nin ölümünü duyuruyorum!" diye bağırıyordu. Ben hemen
arkadaşlarımın yanına gittim.
"Zafer! dedim, Allah Ebu Rafi'in canını aldı!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim, olup biteni anlattım. Bana:
"Uzat ayağını!" buyurdular. Ben de ayağımı uzattım. Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış
gibi hiçbir rahatsızlık kalmadı."
Buhari, Megazi 16, Cihad 155).
4215 - Abdurrahman İbnu Ka'b radıyallahu anhüma anlatıyor: !Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm İbnu Ebi'l-Hukayk'ı öldürenleri, (bu işe giderken) kadın ve çocukları öldürmekten
nehyetmişti. Onlardan bir adam dedi ki: "Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı
sıyırıp tepesine kaldırdım. (Vuracağım sırada) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'(ın tenbihini)
hatırladım ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata erecektik."
Muvatta, Cihad 8, (2, 447).
UHUD GAZVESİ
4216 - Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Uhud'a
çıktığı zaman, (bir müddet sonra) O'nunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. (Bunlar
hakkında) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup: "Bunları
öldürelim" diyordu. Öbür grup ise: "Hayır onları öldürmeyelim" diyordu. Bu ihtilaf üzerine şu
ayet nazil oldu:
"(Ey Müslümanlar!) Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları
yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek
istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamıyacaksın" (Nisa 88).
Resûlullah da şöyle buyurdu: "Burası Taybe'dir. Deccâl'ı sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin
pasını çıkardığı gibi."
Buhari, Megazi 17, Fedailu'l-Medine 10, Tefsir, Nisa 15; Müslim, Münafıkun 6, (2776);
Tirmizi, Tefsir, Nisa (3031).
4217 - Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma anlatıyor: "O gün müşriklerle karşılaştık.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ok atıcılardından müteşekkil (elli kişilik) bir grup askeri
ayırıp, başlarına Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh'ı tayin etti. Ve şu tenbihte bulundu:
"Hiç bir surette yerinizden ayrılmayın! Hatta bizim onlara galip geldiğimizi görseniz bile
yerinizden ayrılmayın. Onların bize galebe çaldıklarını (ve kuşların cesetlerimize
üşüştüklerini) görseniz dahi (ben size adam göndermedikçe) bize yardıma gelmeyin!"
Müşriklerle karşılaştığımız zaman (Allah onları hezimete uğrattı ve) kaçtılar. Hatta dağa hızla
kaçan kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. (Ayak bileklerindeki) halkaları bile
gözüküyordu. (Bizimkiler) şöyle demeye başlamışlardı: "Ganimet, ganimet!"
Abdullah İbnu Cübeyr radıyallahu anh:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın size ne söylediğini unuttunuz mu?) "yerlerinizi
terketmeyin" diye tenbihledi!" dedi ise de (okçular) dinlemediler. (Vallahi, biz de
arkadaşlarımızın yanına gidip, ganimet alacağız" dediler.) Onlar bu emre itiraz edince, yüzleri
ters çevrildi, (ne yapacağını bilemeyen şaykınlara döndüler ve) (mağlup oldular). Yetmiş ölü
verildi. Ebu Süfyan ortaya çıkıp: "Aranızda Muhammed var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam "Ona cevap vermeyin!" dedi. Ebu Süfyan tekrar sordu: "Aranızda İbnu Ebi Kuhâfe
var mı?"
Resûlullah yine: "cevap vermeyin" buyurdu. Ebu Süfyan:
"Aranızda İbnu'l-Hattab var mı?" diye sordu. Hiç kimse ona cevap vermedi. O zaman Ebu
Süfyan: "Bunların hepsi öldürüldüler. Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi!" dedi. Bu söz
karşısında Hz. Ömer radıyallahu anh kendini tutamadı ve: "Ey Allah düşmanı yalan söyledin.
Sana üzüntü verecek şeyleri Allah ibkâ etsin!" dedi. Ebu Süfyan: "(Şanın) yüce olsun Ey
Hübel!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Buna cevap verin!" emretti. Ashab:
"Ne diyelim?" diye sordu.
"Allah mevlamızdır, sizin mavlanız yoktur!" deyin" dedi. Ebu Süfyan:
"Güne gün! (Uhud Bedir'e karşılıktır.) Harb (elden ele geçen) kova gibidir! Müsleye uğramış
(uzuvları koparılmış) kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim. (Buna memnun
olmadım, kızmadım da, yasaklamadığım gibi emir de etmedim) beni kötülemeyin!" dedi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Buna cevap verin!" emrettiler. Ashab: "Ne söyleyelim?" diye sordu.
"Hayır eşitlik yok! Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde! deyin!" buyurdular.
Buhari, Megazi 17, 9, 20, Cihad 164, Tefsir, Al-i İmran 10, Ebu Davud, Cihad 116. (2662).
"Beni kötülemeyin" den sonrasını Rezin ilave etmiştir.)
4218 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Amcam Enes İbnu'n-Nadr radıyallahu anh Bedir
savaşında bulunamadı. Bu sebeple: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın müşriklere
karşı yaptığı ilk savaşta yoktum. Eğer Allah, bana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la
birlikte müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!" dedi.
Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca:
"Ey Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı özürlerinin kabulünü dilerim.
Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da sana sığınıyorum!" dedi ve kılıncını çekip
ilerledi. Karşısına Sa'd İbnu Mu'az çıkmıştı:
"Ey Sa'd İbnu Mu'az! Cenneti istiyyorum! Nadr'ın Rabbine yemin olsun ben Uhud'un
önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!" dedi.
(O günü anlatan) Sa'd İbnu Mu'az, (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a):
"Ey Allah'ın Resulü. (o gün) onun yaptıklarını (bir bir anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi
(diyeyim o kadar)" dedi. Enes İbnu Malik, (Sa'd İbnu Mu'az radıyallahu anh'ı te'yiden) dedi
ki:
"Biz (Enes İbnu Nadr'ın) cesedinde seksen küsür darbe izi bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak,
kimisi ok yarasıydı. ayrıca biz onu müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu,
kulakları koparılmış) olarak bulduk. Öyle ki onu kimse tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam
Rübeyyi') -bedenindeki bir ben'inden veya-parmağının ucundan tanıdı.
Enes radıyallahu anh devamla dedi ki: "Biz şu ayetin, Enes İbnu Nadr ve benzerleri hakkında
indiğine inanırdık: "Mü'minlerden Allah'a verdiğgi ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi
bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir, ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir" (Ahzab
23).
Buhari, Megazi 17, Cihad 12; Müslim, İmaret 148, (1903); Tirmizi, Tefsir, (3198).
4219 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Uğud günü bir adam Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a sordu:
"Öldürülecek olsam, nereye gideceğim Ey Allah'ın Resulü?"
"Cennete!" cevabını alınca elindeki hurmaları fırlatıp attı. (Kafirlerin içine dalıp)
öldürülünceye kadar savaştı."
Buhari, Megazi 17; Müslim, imaret 143, (1899); Nesai, Cihad 31, (6, 33).
4220 - İbnu'l-müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh'ı
işittim, demişti ki: "Uhud gününde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sadakının içerisindeki
okları bana bir bir verip:
"At! diyordu, at annem babam sana feda olsun!"
Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız bir ok attım. Yan
tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret yerleri de açıldı. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm güldüler, o kadar ki yan dişlerini gördüm."
Buhari, Megazi 18, 15; Müslim, Fedâilu's-Sahabe 41, (2411, 2412).
4221 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Uhud günü, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın sağ ve sol iki tarafında beyaz elbiseli iki adam görüyordum. Bunlar, şiddetli bir
şekilde savaşıyorlardı. Onları ne daha önce görmüştüm ne de daha sonra gördüm. -Yani
bunlar Cibril ve Mikail aleyhimâsselam idiler-."
Buhari, Megazi 18, Libas 24; Müslim, Fedail 46, (2306).
4222 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Babam Uhud günü şehid oldu. Yüzünü açıp
ağlamaya başladım. Bana mani oldular. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mani
olmuyordu. Fatıma Bintu Amr İbni haram radıyallahu anha ona ağlamaya başladı. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Ona ağlasan da ağlamasan da melekler onu, siz (cenazesini) kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla
gölgelemektedirler" buyurdular."
Buhari, Cenaiz 3, 34, Cihad 20, Megazi 26; Müslim, Fedailu's Sahabe 130, (2471); Nesai,
Cenaiz 13, (4, 13).
4223 - Sa'ib İbnu Yezid, -ismini söylemiş olduğu- bir adamdan naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü."
Ebu Davud, Cihad 75, (2590); İbnu Mace, Cihad 18, (2806).
4224 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Uhud
günü: "Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı" dedi ve (kırılan) dişine
işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı, Resûlullah'ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de
Allah'ın öfkesi şiddetlendi."
Buhari, Megazi 24; Müslim, Cihad 106, (1793).
4225 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Uhud günü
dişi kırıldı, başından yaralandı. (Yüzüne akan) kanı, yüzünden siliyor ve:
"Allah, kendilerini Allah'a davet eden peygamberlerinin (başını) yarıp, dişini kıran (ve yüzünü
kana bulayan) bir kavmi nasıl iflâh eder?" diyordu. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi:
"Allah'ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilgin yoktur. Çünkü
onlar zalimlerdir. Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar,
dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir" (Al-i İmran 128-129).
Müslim, Cihad 104, (1791); Tirmizi, Tefsir, al-i İmran, (3005, 3006); Buhari, muallak olarak
kaydetmiştir (Megazi, 21).
RECİ GAZVESİ
4226 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
gözcü seriyye gönderdi. Başına Asım İbnu Sabit'i komutan tayin etti. Bu zat Amr İbnu Asım
İbni'l-Hattab'ın ceddi idi. Usfan ile Mekke arasında bulunan bir yere kadar gittiler. Huzeyl
Kabilesi'nin Beni Lihyan denen bir koluna haber verdiler. bunları yüz okçu yakından takibe
aldı. İzlerin takiben onların inmiş bulunduğu yere kadar geldiler. Onların azık olarak
Medine'den beraberlerine almış oldukları hurmanın çekirdeğini buldular.
"Bu Yesrib (Medine) hurmasıdır!" dediler ve izlerini takibe devam ederek, Ashab'a
kavuştular. Asım ve ashabı onları hissedince sarp bir yere sığındılar. Takipçiler gelip onları
kuşattılar.
"Eğer bize teslim olursanız size ahd ve misakımız var, sizden kimseyi öldürmeyeceğiz!"
dediler. Asım:
"Ben bir kafirin zimmetine teslim olmam. Allahım, Resulüne bizden haber ver!" dedi.
Aralarında mukâtele (vuruşma) çıktı. Takipçiler ok attılar. Asım radıyallahu anh yedi kişiyle
birlikte şehid oldu. Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha kaldı. Takipçiler, bunlara da ahd ve
misak etklif ettiler. Bunlar, onlara teslim oldular. ele geçirir geçirmez, derhal yayların
kirişlerini çözerek, bunları onlarla bağladılar.
Hubeyb ve Zeyd'in yanındaki üçüncü şahıs:
"Bu, verdikleri söze birinci ihanetleri" deyip, onlarla beraberliği reddetti. Onu sürüyüp
beraberliğe zorladılar. O yine de direndi. Onu da şehid ettiler. Hubeyb ve Zeyd'i Mekke'ye
götürüp orada sattılar. Hubeyb'i Beni'l-Haris İbni Amir İbni Nevfel satın aldı. Hubeyb, Bedir
günü el-Hâris'i öldürmüştü. Yanlarında esir olarak kaldı. Sonunda öldürmeye karar verdiler.
(Bir ara) el-Haris'in kızlarından birinden, etek traşı olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın
der ki: "Bir çocuğum vardı, gafil davrandım. Hubeyb'in yanına kadar çıktı. Hubeyb onu dizine
oturttu. O vaziyette görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb farketti, ustura da
elindeydi:
"Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah böyle bir şey yapmam" dedi. Yine o
kadın şunu anlatmıştı:
"ben Hubeyb'ten daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun, salkımdan üzüm yediğini
gördüm. Halbuki o sırada Mekke'de hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir zincirlerle bağlı idi.
Demek ki o, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.
Öldürmek üzere onu, Harem bölgesinden çıkardılar. Orada:
"Beni bırakın iki rek'at namaz kılayım!" dedi. (Bıraktılar namazını kılınca) geri geldi.
"Eğer ölümden korktu demiyecek olsaydınız daha fazla kılacaktım!" dedi. İdam sırasında
namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb idi.
"Allahım, onların hepsini say, (dağınık dağınık öldür)" dedi. Sonra şu beyitleri terennüm etti:
"Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam yemem.
Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum,
Bu ölüm O'nun zatı(nın rızası) yolundadır.
Dilerse O, darmadağınık uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.
(Sonra Hubeyb: "Allahım, Resulüne selamımı götürecek kimse bulamıyorum, sen duyur"
der.)
Sonra Ukbe İbnu'l-Haris kalkıp Hubeyb'i öldürdü.
Kureyş, Bedir'de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan Asım'ın cesedinden bir parça
getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne adamlar gönderdi. Allah Teala Hazretleri de
onun üzerine arı oğulu nev'inden bir gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş'in gönderdiklerine karşı
onun cesedini korudu, hiç bir şey alamadılar."
Buhari, Megazi, 38, 9, 170, Tevhid 14; Ebu Davud, Cihad 115, (2660, 2661), Cenaiz 16,
(3112).
Bİ'R-İ MÂUNA GAZVESİ
4227 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Beni
Süleym'den bir grubu Beni Amir'e gönderdi, -bir rivayette: (annem) Ümmü Süleym'in kardeşi
dayım Haram'ı yetmiş süvari içerisinde gönderdi.- (Bi'r-i Maûna'ya vardıkları zaman dayım
onlara:
"Ben sizden önce gideyim. Eğer bana Resulüllah'tan tebliğde bulunmam için eman verilirse
(tebliğde bulunurum). Eman vermezlerse, sizler bana yakın bir yerde bulunmuş olursunuz"
dedi. Ve ilerledi. Gerçekten dayıma önce eman verdiler. O, kendilerine Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan bahsederken, kendilerinden bir adama ima ile işaret ettiler. O da
dayıma ansızın mızrak sapladı. Dayım:
"Allahu ekber, Ka'be'nin Rabbına yemin olsun, (şehidlik) kazandım!" dedi. Sonra dayımın
diğer arkadaşlarına yönelip (dağa kaçan iki kişi hariç) hepsini öldürdüler. Cibril aleyhisselam
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a onların Rablerine kavuştuğunu, allah'ın onlardan razı olup
onları da razı ettiğini haber verdi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam bir ay boyu, Arap kabilelerinden Ril, Zekvan, Usayye
ve Beni Lihyan'a sabah namazında beddua etti."
Buhari, Megazi 38, Vitr 7, Cihad 9; Müslim, Mesacid, 297, (677).
FEZARE GAZVESİ
4228 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Bizimle su arasında bir müddetlik
mesafe kalınca Hz. Ebu Bekr emretti, gece istirahati için mola verdik. Sonra baskını başlattı.
Suya vardı. Suyun başında ölen öldü, esir alınan esir alındı. Ben halktan bir cemaate
bakıyordum. İçerisinde çocuklar ve kadınlar vardı. Dağa benden önce varırlar diye korkarak
onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku görünce durdular. Onları sürerek getirdim. aralarında
Beni Fezare'den bir kadın vardı. Üzerinde deriden bir kaş' vardı. Kaş' kuru post demektir.
Kadının yanında Arapların en güzelinden bir kız vardı. Onları, sürerek Hz. Ebu Bekr
radıyallahu anh'a kadar getirdim. Ebu Bekir, kızı bana hediye etti. Medine'ye kadar geldik.
Kızın elbisesini bile açmadım. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çarşıda bana rastladı.
"Ey Seleme, dedi, kadını bana bağışla!"
"Ey Allah'ın Resulü, dedim, vallahi hoşuma gitti, ancak henüz elbisesini bile açmadım."
Ertesi günü, çarşıda bana yine rastladı.
"Ey Seleme, ceddine rahmet, kadını bana bağışla!" buyurdu.
"Ey Allah'ın Resulü! dedim, o senindir, Allah'a yemin olsun, kadının elbisesini açmadım!"
Sonra Aleyhissalatu vesselam o kadını Mekke'ye gönderdi ve Mekke'de esir edilen bazı
müslümanların fidye-i necatı yaptı."
Müslim, Cihad 46, (1755); Ebu Davud, Cihad 134, (2697).
HENDEK GAZVESİ
4229 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hendek'e gitti.
Gördü ki Muhacir ve Ensar soğuk bir sabah vakti hendek kazıyorlar. Onların, bu işi
kendilerine bedel yapacak köleleri yok. Onları vuran yorgunluk ve açlıklarını görünce
(şiirimsi bir ifade) terennüm ettiler:
"Ey Allahım! gerçek hayat ahiret hayatıdır,
Ensar ve muhaciri mağfiret buyur!"
Çalışanlar da O'na şöyle mukabele ettiler:
"Biz Muhammed'e bey'at edenleriz
Hayatta kaldıkça cihad gayemiz."
Buhari, Megazi 29, 33, 34, 110, Fedailu'l-Ashab 9, Rikak 1, Ahkam 43; Müslim, Cihad 127,
(1805); Tirmizi, Menakıb (3857).
4230 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "(Hendek kazarken) Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı gördüm, bizimle birlikte omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının beyazlığını
toprak bürümüştü. (Bu esnada, ashabı şevke getirmek için zaman zaman) şöyle terennüm
ediyordu:
"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık,
Ne sadaka verir ne namaz kılardık.
Üzerimize sekinet indir Allahım!
Ayaklarımıza sebat ver Allahım!
Müşrikler bize karşı azdılar,
Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar"
Resülullah bunları söylerken sesini yükseltiyordu."
Buhari, Megazi 29, Cihad 34, 161, Kader 16, Temenni 7; Müslim, Cihad 125, (1803).
4231 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hendek'den
döndüğü zaman, silahları bırakıp (elini yüzünü) yıkamış, tam başındaki toprakları çırparken
Cebrail aleyhisselam geldi.
"Sen, dedi, silahı bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık. Onlara geri git.
"Nereye kadar?" dedi Resûlullah.
"Şuraya!" diyerek Beni Kureyza'yı gösterdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu emir
üzerine onlarla savaşmaya çıktı. Kureyzalılar hükmüne razı oldular. Hakem olarak Sa'd İbnu
Mu'az'ı seçtiler. O da:
"Ben onlardan muharib olanların öldürülmesine, kadın ve çocukların esir edilmesine,
mallarının da taksim edilmesine hükmediyorum!" dedi. Sa'd, Hendek savaşı sırasında ana
damarından yara almıştı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm tedavisiyle yakından ilgilenmek
için mescidin içinde ona bir çadır kurdurmuştu. -Bir rivayette Sa'd der ki: "Ey Allahım sen
biliyorsun ki, senin yolunda kendileriyle cihad etmekten en ziyade memnun olacağım bir
kavim Resulünü tekzib eden ve Onu yurdundan sürüp çıkaranlardır. Ey Allahım kanaatim şu
ki, sen, bizimle onların arasındaki (harbi artık) bıraktın. Eğer hâlâ Kureyş'le savaş olacaksa
bana daha hayat ver de senin yolunda onlara karşı cihad edeyim. Eğer savaşı kesti isen
damarımı daha da aç, ölümüm ondan olsun."- Bu dua üzerine, o gece damarı iyice açıldı. O
zaman mescidde bulunan Beni Gıfar'a ait çadırda kalanları kanın kendilerine doğru
akmasından başka bir şey ürkütmemiş.
"Ey çadır sahibi, dediler. Sizin taraftan bize doğru gelen nedir?"
Bu, kanamakta olan Sa'd'ın yarasından akmıştı. O sebeple öldü, radıyallahu anh."
Buhari, Megazi 30, Cihad 18; Müslim, Cihad 67, (1769); Ebu Davud, Cenaiz 8, (3101);
Nesai, Mesacid 18, (2, 45).
4232 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Ahzab (Hendek) günü Sa'd İbnu Mu'az
radıyallahu anh (Kureyş'ten İbnu'l-Arika'nın attığı bir okla) koldaki ana damardan vurulmuştu,
böylece damarı kesilmiş oldu. (Kanı durdurmak için) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
dağlama uyguladı. Bunun üzerine eli şişti, çokça kan akarak Sa'd'ı zayıf düşürdü. Resûlullah
tekrar dağladı. Eli yine şişti. Bu hali görünce (Sa'd radıyallahu anh):
"Allahım, Beni Kureyza'dan gönlüm rahata ermedikçe canımı alma!" diye dua etti. Derken
kanı durdu. Kureyza onun hükmünne baş eğinceye kadar tek damla akmadı. Onlar hakkında
erkeklerin öldürülmesine, kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm:
"Haklarında Allah'ın verdiği hükme isabet ettin!" buyurdu. Dörtyüz kişiydiler. Onların katli
tamamlanınca, damarı patladı. Sâd radıyallahu anh vefat etti. (Allah rahmetini bol kılsın)."
Tirmizi, Siyer 28, (1582).
ZÂTU'R-RİKA' GAZVESİ
4233 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte bir
gazveye çıktık. Biz aramızda bir deve olan altı kişiydik, sırayla biniyorduk. Derken
ayaklarımız delindi. Benim ayaklarım da delindi ve tırnaklarım düştü. Ayaklarımıza bezler
sarıyorduk. Böylece seferimiz, ayaklarımıza sardığımız parçalar sebebiyle zatu'r-Rika' gazvesi
diye isimlendi."
Buhari, Megazi 31, (7, 325); Müslim, Cihad 149, (1816).
BENİ MÜSTALİK GAZVESİ
4234 - Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nafi' rahimehullah'a kıtalden önce (yapılan İslam'a)
davet hakkında sormak üzere yazmıştım. Bana şöyle yazdı: "Bu, İslam'ın evvelinde idi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Beni Müstalik'e (önceden haber vermeden ani) baskın
yaptı. Onlar ( bu sırada) gafil haldeydi, hayvanları su kenarında sulamıyorlardı. Mukatillerini
öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını esir aldı. O gün Cüveyriye'yi de ele geçirmişti."
Buhari, Itk 13, Müslim, Cihad 1, (1730); Ebu Davud, Cihad 100, (2633).
ENMÂR GAZVESİ
4235 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı Enmar
Gazvesi'nde bineğinin üzerkinde doğuya müteveccih olarak nafile namaz kılarken gördüm."
Buhari, Megazi 33, Salat 31, Teksiru's-Salat 7, 9.
HUDEYBİYE GAZVESİ
4236 - Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan almış. Misver ve Mervan her
ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hudeybiye senesinde Medine'den çıktı. Yolda bir yerlere
ulaşınca Aleyhissalatu vesselam:
"Halid İbnu'l-Velid, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup atlının başında olarak el-
Gamim'dedir, siz sağ tarafı takib edin!" dedi. Vallahi, Halid müslümanların varlığını
sezemedi. Ne zaman ki müslüman askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların
geldiğini) Kureyş'e haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yoluna devam etti. Seniyye nam mevkiye gelindi. Oradan
(devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin bulunduğu yere inmek mümkündü. Ama devesi orada
ıhıverdi. Halk:
"Kalk, kalk, yürü, yürü!" dedi ise, de deve kalkmamakta ısrar etti. Halk bu sefer:
"(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın devesi) Kasva çöküp kaldı. Kasva çöküp kaldı!"
dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Hayır! Kasvâ çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok. Ancak onu, "Fil'i (Mekke'ye
girmekten alıkoyan) Zat" dourdurmuştur!" buyurdu. Sonra ilave etti:
"Nefsimi kudret eliyle tutan o Zat'a yemin olsun. (Kureyş, Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı
şeyleri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse onlara vereceğim!" Sonra deveyi zorladı, deve
sıçrayıp kalktı. Ravi dedi ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Kureyş tarafından saptı, suyu
az olan Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi.
(Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı. Çok
geçmeden suyu kurudu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a susuzluktan şikayette bulundular.
Aleyhissalatu vesselam sadağından bir ok çıkardı, onu kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a
yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara
yetecek kadar akmaya devam etti.
Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Kuza'i, Huza'a kabilesinden bir grupla çıkageldi.
Huza'alılar (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihâme kabileleri arasında Resulullah'ın
sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki:
"Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Amir İbnu Lüeyy kabilelerini birçok Hudeybiye
sularının başına, beraberlerinde sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm.
Onlar seninle savaşacak. Beytullah'ı ziyaretine mani olacak olmasınlar!
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dedi ki:
"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya geldik! Mamafih Harb Kureyş'in
(iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler. Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar)
kendilerine müddet tanırım, onlar da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben
öbürlerine galebe çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi
rızalarıyla) girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak
zahmetinden kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime itiraz
ederlerse, ruhumu elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, bu davam için, ölünceye kadar
onlarla savaşacağım. O zaman Allah, (bana olan emrini (gerçekleştirme hususundaki vaadini
mutlaka) yerine getirecektir."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bu sözü üzerine Büdeyl:
"Senin bu sözlerini Kureyş'e mutlaka duyuracağım!" dedi ve gitti. Kurayşlilere gelince:
"Ben, size şu adamın yanından geliyorum. Onun bazı sözlerini işittik. Eğer dilerseniz size
söyleriz" dedi. Onların serseri takımı:
"Ondan herhangi bir haber söylemene ihtiyacımız yok!" dedi ise de aklı başında olanlar:
"Hele şu işittiğini söyle!" dediler. Büdeyl:
"Ben Muhammed'in şöyle şöyle söylediğini işittim!" diyerek Aleyhissalatu vesselam'ın
söylediklerini bir bir nakletti. Bunun üzerine Urve İbnu Mes'ud kalkıp:
"Ey kavm! Siz benim babam değil misiniz?" dedi. Hepsi:
"Evet!" dediler.
"Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız), ithamınız var mı?" dedi.
"Hayır!" dediler.
"Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin yardımınıza çağırmış, onlar yanaşmayınca
ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle kendim gelmiştim değil mi?" diye sordu.
(Kureyşliler, hep bir ağızdan buna da "evet!" deyince Urve (bu tasdikleri aldıktan sonra):
"Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve benim ona (anlaşmak üzere)
gitmeme izin verin!" dedi. Kureyşliler:
"Pekala git!" dediler. Urve, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldi, Onunla konuştu.
Aleyhissalâtu vesselâm Budeyl'e söylediklerine yakın şeyler söyledi. Urve bu esnada:
"Ey Muhammed! Kavminin kökünü kazıdığını farzedelim, (eline ne geçecek). Senden önce,
Araplardan kavmini toptan helak eden birini işittin mi? Durum aksi olursa (başınıza geleceği,
Kureyş'in size neler yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha kavi bir ihtimal) zira ben,
aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum, halktan toplanmış, seni terkedip kaçmaya
mütemayil kimseler de görüyorum" dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh (onun bu sözüne
dayanamayıp):
"(Halt etmişsin, git!) Lât putunun fercini yala! Demek biz Resûlullah'ı terkedip yalnız
bırakacakmışız ha!" (diye şiddetle çıkıştı). Urve:
"Bu da kim?" dedi. Kendisine onun Ebu Bekr olduğu söylendi. -Urve: "Nesfimi elinde tutan
Zâta yemin olsun! Eğer senin bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış olsaydı
ben sana (layık olduğun) cevabı verirdim" dedi. Ravi der ki: "Urve, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'la konuşmaya devam etti. Her konuşmasında (cahiliye adeti üzere) Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğire İbnu Şu'be, üzerinde
miğfer, elinde kılıç Aleyhissalatu vesselam'ın yanında ayakta (muhafız gibi) bekliyordu.
Urve, tutmak üzere, elini Resûlullah'ın sakalına her uzatışında, kılıncın demiriyle eline
vuruyor:
"Elini Resûlullah'ın sakalından çek!" diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı.
"Bu da kim?" dedi. Kendisine:
"Bu Muğire İbnu Şube'dir!" dendi. Bunun üzerine Urve:
"Ey zalim! Ben hala senin (geçmişteki) gadr ve ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?"
dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi:) "Cahiliyede Muğire İbnu Şu'be bir grup kimse ile
yolculuk yapmış, yolda arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da: "Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak malları
kabul etmiyorum, (bu ihânet malıdır)" demişti.
Urve bu esneda göz ucuyla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashabını tedkikten
geçiriyordu. (Bilahare gördüklerini şöyle anlatacaktır:)
"Vallahi (öylesine hürmet hiç görmedim). Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yere bir kerecik
tükürmeye görsün, mutlaka onlardan bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine,
derilerine (teberrüken, bir tiyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi birden
koşuşuyordu. Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse (itişip-kakışıp)
kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlardı. Saygıları sebebiyle O'na
dikkatle bakamıyorlardı bile."
Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki:
"Ey kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna çıktım. Kisra'nin, Kayser'in,
Necaşi'nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed'in ashabının, Muhammed'e gösterdiği
saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım. Vallahi tükürecek olsa mutlaka onlardan birinin
eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine bedenlerine sürüyorlar. Bir şey emretse hepsi birden
koşuşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyu(ndan kapmak) için nerdeyse kavga ediyorlar.
Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlar. Ona hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu
adam size makul bir teklifte bulunuyor, onu kabul edin!"
Urve'nin bu açıklaması üzerine, Beni Kinane'den bir adam:
"Beni bırakın, ona bir de ben gideyim!" dedi. Ona da müsaade ettiler, "git!" dediler.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve ashabına yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam:
"İşte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık develere saygı gösteren bir kavimdendir.
Kurbanlıklarınızı önüne salıverin görsün!" buyurdu. Ashab o zatı telbiyelerle karşıladı. Adam
bu manzarayı görünce:
"Sübhanallah!" Bu kimselere Beytullah'ın yolunu kapamak münasip düşmez!" dedi.
Arkedaşlarının yanına dönünce:
"Ben kurbanlık develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış, gerekli işaretler vurulmuş,
onlara Beytullah'ı yasaklamayı uygun görmüyorum!" dedi. Onun kavminden Mikrez İbnu
Hafs denen bir zat kalkıp:
"Bırakın, bir de ben gideyim!" dedi. Ona da müsaade edip "git!" dediler.
Müslümanlara yaklaşınca, Aleyhissalatu vesselam:
"Bu gelen Mikrez'dir, fâcir birisidir" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la konuşmaya
başladı. Onlar konuşurken Süheyl İbnu Amr çıkageldi, Aleyhissalatu vesselam:
"İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr geldi."
Resûlullah'a:
"Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
kâtibini çağırdı ve emretti:
"Yaz: Bismillahirrahmanirrahim."
Süheyl itiraz etti:
"Rahmân ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat: Bismikallahümme yaz,
vaktiyle senin de yazdığın gibi" dedi.
Müslümanlar da ona itiraz ettiler:
"Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahim'i yazarız!" dediler.
Ama Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm emreder:
"Bismikallahümme yaz! ve devam et: "Bu Allah Resulü ve Süheyl'in üzerinde mutabık
kaldıkları hususlardır..."
Süheyl yine itiraz eder:
"Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah'ın Resulüsün, sana Beytullah'ı kapamazdık, seninle
savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbnu Abdillah."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah'ın Resûlüyüm. Bununla beraber,
Muhammed İbnu Abdillah yaz!" buyurur ve devam eder:
"Bizimle Beytullah arasında çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz şartıyla."
Süheyl itiraz eder:
"Vallahi hayır, (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar "bizim âniden emrivakiye
geldiğimiz" hususunda dedikodu yapar. Ancak ziyareti gelecek yıl yapacaksınız" der. Böyle
yazılır. Süheyl ilâve eder:
"Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla."
Müslümanlar bu şarta itiraz ederek:
"Sübhanallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl iade edilir?" derler. Bu halde
iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke'nin
aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış, kendini müslümanların arasına atmıştı.
Süheyl:
"Ey Muhammed, bu, seninle üzerine anlaştığımız maddelerin ilk uygulaması olacak, bunu
bana iade edeceksin!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik" buyurdu. Süheyl:
"Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh yapamam!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam:
"Öyleyse şu Ebu Cendel'i bana bağışla da imza et!" buyurdu. Fakat Süheyl:
"Asla ben bunu sana bağışlamam" diye direndi. Aleyhissalatu vesselam:
"Hayır, hatırım için yap!" ricasında bulundu. Süheyl direndi:
"Asla yapmam!"
Mikrez İbnu Hafs atılıp:
"Biz onu sana müsaade ettik!" dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu
dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti.) Ebu Cendel radıyallahu anh:
"Ey müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size müslüman olarak sığınmışım. Beni müşriklere teslim
mi ediyorsunuz? Bana yaptıklarını görmüyor musunuz?" dedi. Ebu Cendel'e Allah yolunda
çok işkenceler yapılmıştı.
Ömer İbnu'l-Hattab der ki: "(O gün, bu cereyan eden hadiseleri çok alçaltıcı bularak)
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip:
"Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" dedim.
"Evet!" dedi.
"Biz hak üzere düşmanlarımızda batıl üzere değiller mi?" dedim.
"Evet" dedi.
"Öyleyse biz niye dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz" dedim.
"Ben Resûlullah'ım; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah'a asi olmuş da değilim. Allah
yardımcımızdır!" dedi.
"Sen, bize (Medine'den çıkarken) Beytullaha gideceğiz, onu tavaf edeceğiz demedin mi?"
dedim.
"Pek tabii, ama, sana bu yıl gideceksin dedim mi?" dedi.
"Hayır!" dedim.
"Sen mutlaka onu tavaf etmeye geleceksin!" buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a
geldim. "Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi?" dedim.
"Elbette hak peygamberi!" dedi.
"Biz hak, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?" dedim.
"Elbette (onlar batıl, biz haz üzereyiz)" dedi.
"Öyleyse, niye dinimiz için alçaklığı kabul ediyoruz?" dedim.
"Be adam! O Allah'ın Resûlüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine isyan etmiş olmayacak da.
Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O'nun emrine sarıl. Allah'a yemin ederim o hak
üzeredir!" dedi.
"O bize: "Ka'be'ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz" demiyor muydu?" dedim.
"Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?" dedi.
"Hayır!" dedim.
"Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!" dedi.
(Hedisi rivayet eden Zühri) der ki: "Hz. Ömer radıyallahu anh dedi ki:
"(O günki nezaketsiz çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum."
Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ashabına:
"Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!" buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu
antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkmadı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme
radıyallahu anha'nın çadırına girdi. Ona halktan maruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine:
"Ey Allah'ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, traşını olmasını) istiyor musun?
Öyleyse çık, Ashab'tan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini
kesti, berberini çağırdı, traş oldu.
Ashab bunları görünce kalktılar, kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada
gam ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü'mine kadınlar (Mekkelilerden
kaçarak) geldiler. Allah Teâla Hazretleri, (onların geri verilmemesi için) şu ayeti indirdi: "Ey
İman edenler, (kendi ifadelerince) mü'mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları
imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü'mine kadınlar
olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere)
verin. sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah
yoktur..." (Mümtehine 10).
Hz. Ömer, ayet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki hanımını boşadı. Birini Hz.
Muaviye İbnu Ebu Süfyan nikahladı, diğerini de Safvan İbnu Ümeyye.
Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye döndü. Kureyş'ten Ebu Basir müslüman
olarak Medine'ye iltica etti. Mekkeliler onu almak üzere arkasından iki adam gönderdiler.
"(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basir'i alıp gittiler. Yolda Zülhuleyfe nam
mevkie gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere konakladılar. Ebu Basir onlardan
birine:
"Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!" dedi. O, hemen kınından sıyırıp;
-Doğru! Vallahi pek harika! Onunla ne tecrübelerim var! dedi. Ebu Basir:
"Hele bir göster, daha yakından bakayım!" deyip kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü
kaçıp Medine'ye geldi, koşarak Mescid'e girdi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu görünce (yanındakilere):
"Bu adam her halde bir korku geçirmiş" dedi. Adam Aleyhissalatu vesselam'a gelince:
"Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!" did. Ebu Basir radıyallahu anh da geldi.
"Ey Allah'ın Resûlü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü) yerine getirdi, beni onlara iade
ettin. Allah beni onlardan tekrar kurtardı" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha olsa!" cevabını verir. Ebu Basir bu
sözü işitince anlar ki, Aleyhissalatu vesselam onu yine iade edecek. Hemen oradan çıkıp deniz
kenarına gelir (İs denen bir yere yerleşir).
Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Suheyl de kurtulup Ebi Basir'e iltihak eder. Derken
Kureyş'ten müslüman olan herkes Ebu Basir'e katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup
teşekkül eder. Allah'a yemin olsun, Kureyş'ten Şam'a gitmek üzere bir kervanın haberini
aldılar mı, ona saldırıp adamları öldürüyor, mallarına el koyuyorlardı.
Kureyş Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a elçi gönderip, allah'ın adını ve aralarındaki
akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke'den geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu
Basir ve arkadaşlarının yaptığı baskınların önlenmesini rica ettiler. (Bazı rivayette, bunu
temin için Medine'ye çağırdı. bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "O size Mekke'nin karnında
(hududu içinde), onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sözden, sizin ellerinizi
onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar, küfreden, sizi Mescid-i
Haram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir. Eğer
(Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek
çiğneyip de o yüzden size bir vebal isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin
verirdi). (Bunu) kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip
ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba giriptar etmiştik
bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki
hemen Allah, Resûlünün ve mü'minlerin üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva
sözü üzerinde durdurdu. Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir." (Feth 24-26).
Buhari, Şurüt 15, 1, Hacc 106, Muhsar 3, Megazi 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Davud, Cihad
168, (2765, 2766), Sünnet 9, (4655).
4237 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Hudeybiye günü bir grup köle, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a sulhtan önce gelmişti. Efendileri Aleyhissalatu vesselam'a: "Ey
Muhammed, onlar senin yanına, dinine iştiyak göstererek gelmiş değiller, kölelikten kaçtılar"
diye mektup yazdılar. (Ashabdan bazı) kimseler de:
"(Doğru söylüyorlar), onları sahiplerine geri ver!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
(şeriat bu çeşit sığınan müslümanları hürler olarak kabul edip himaye vermeye hükmettiği
halde müslümanların müşrik dostlarının: "Bunlar din için değil, hürriyet için sana geldiler"
şeklindeki tahkiki mümkin olmayan aldatıcı sözlerini esas alıp geri göndermelerini teklif
etmelerine) öfkelenip:
"Ey Kureyşliler, öyle zannediyorum ki, siz böyle hükmederek, Allah'ın, boyunlarınızı vuracak
birini göndermesini bekliyorsunuz!" dedi ve köleleri iade etmekten imtina etti ve:
"Onlar aziz ve celil olan Allah'ın azadlılarıdır!" buyurdu."
Ebu Davud, Cihad 136, (2700); Tirmizi, Menakıb, Hz. Ali'nin menakıbı, (3716).
4238 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
birlikte Hudeybiye'ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı.
Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kuyunun kenarına oturdu.
(İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu.
Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra Aleyhissalatu vesselam, bizi
bir ağacın altında biat etmeye çağırdı.
Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet halkın ortasında kalınca:
"Ey Seleme, biat et!" buyurdu."
"Ey Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!" dedim.
"Yine de!" buyurdu.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni çıplak, yani silahsız bulmuştu. Bana deriden yapılmış
bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya devam etti. Son kişiden de bey'at alınca:
"Ey Seleme, sen bana biat etmiyor musun?" dedi.
"Ey Allah'ın Resulü, ben sana başta da, ortada (da olmak üzere iki kere) biat ettim" dedim.
"Olsun, yine de" buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat ettim. Sonra bana: "Ey Seleme! Benim
sana verdiğim kalkanın nerede?" dedi.
"Ey Allah'ın Resulü dedim, amcam Amir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona
verdim. Bu sözüm üzerine Aleyhissalatu vesselam güldü ve:
"Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin: "Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o
bana, kendi nefsimden daha sevgili olsun!"
Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar. Öyle ki; birbirimize gidip
gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. ben Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh'ın
hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar, kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü)
Allah ve Resulü yolunda hicret için malımı ve ailemi terketmiştim.
Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık. Ben bir ağacın yanına gelip
dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke halkından dört müşrik yanıma geldi. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın
dibine geçtim. silahlarını ağaca asıp yattılar.
Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle sesleniyordu:
"Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!" "Hemen kılıncımı çekip, bu
uyuyan dört kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım, elimde deste yapıp, sonra da:
"Muhammed'in yüzünü mükerrem kkılan o Zât'a yemin olsun, sakın sizden kimse başını
kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!" dedim. Sonra onları sürerek Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a getirdim. O sırada amcam Amir radıyallahu anh da Abelat'tan Mikrez
denilen bir adamı, üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde
Resulullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam onlara bir nazar edip:
"Bırakın onları, fücûrun başı da sonu da onların olsun!" dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine
Allah Teâla hazretleri şu ayeti indirdi:
"O sizi Mekke'nin karnında (hududu içinde) onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların
ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi..." (Fetih 24-26)
Sonra Medine'ye müteveccihen oradan ayrıldık. Beni Lihyan ile aramızda bir dağın yer aldığı
bir yerde konakladık. Beni Lihyan'ın hepsi müşrik idi. Aleyhissalatu vesselam geceleyin dağa
tırmanacak kimseye istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la
ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç kere dağa çıktım.
Sonra Medine'ye geldik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam yük develerini, beraberinde, ben
de olduğum halde, hizmetcisi Rabâh ile gönderdi. Ben onun maiyyetine Talha İbnu
Ubeydillah radıyallahu anh'ın atı ile çıktım. Ben atı develerle birlikte kırasıya götürüp
getiriyordum.
Sabahleyin bir de ne göreyim! Abdurrahman el-Fezâri, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da öldürmüş.
"ey Rabâh! dedim, şu atı al; durumu Talha İbnu Ubeydillah'a bildir ve Resûlullah'a haber ver
ve de ki: "Müşrikler mer'adaki sürüyü yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak
medine'ye yönelip üç defa nida ettim:
"Ey Sabahım!"
Sonra adamların arkasından ok atmak üzere çıktım ve şunları da terennüm ediyordum:
"Ben İbnu'l-Ekva'ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan birine kavuştum ve semerine bir
ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi.
"Al bunu!" dedim.
Ben İbnu'l-Ekva'ım. Bugün alçakların vay haline! Vallahi onlara atıyor ve yaralıyordum. Bir
atlı bana dönecek olsa, bir ağaca gelip dibine oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken
dağ(ın vadisi) daraldı. Dar yere girdiler. Ben dağa tırmandım. Onlara taş atmaya başladım.
Böylece onları takib etmeye devam ettim. öyle ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
hayvanlarından Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım. Böylece
müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler.
Sonra onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan fazla bürde ve otuz mızrak
bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek istiyorlardı. Bir şey atacak olsalar, üzerine
taşlardan nişan koyuyordum. Ta ki, Resûlullah ve ashabı onları tanısın. Böyle gide gide dar
bir dağ yoluna geldiler. Bir de ne görsünler! yanlarına Bedr el Fezâri'nin falan oğlu gelmiş.
Hemen kuşluk yemeği yemek üzere oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezari:
"Şu gördüğüm de ne?" diye sordu.
"Bununla başımız belada! Vallahi sabahın köründen beri peşimizde. Bize durmadan atıyor.
elimizde ne varsa çekip aldı" dediler.
"Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!" dedi. Böylece bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve
dağa tırmandı. Bana konuşma imkanı verdikleri vakit, onlara:
"Beni tanıyor musunuz?" dedim.
"Hayır, sen kimsin?" dediler.
"Ben Seleme İbnu'l-Ekva'ım. Muhammed'in yüzünü şereflendiren Zâta yemin olsun sizden
kimi istesem mutlaka yakalarım. Ama sizden kimse beni yakalayamaz!" dedim. Onlardan bir
adam:
"Ben biliyorum!" dedi ve geri döndüler. Ben yerimden ayrılmadım. Derken Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın atlılarını, ağaçların arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-
Esedi, arkasında Ebu Katade el-Ensarı, onun arkasında el-Mikdad İbnu'l-Esved radıyallahu
anhüm vardı.
Ahram'ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffâr dönüp gitti. Ahram'a:
"Ey Ahram! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı gelinceye kadar yolunu kesmesinler!"
dedim. Bana:
"Es Seleme! Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıryor, cennetin de cehennemin de hak
olduğunu biliyorsan, benimle şehadet arasına engel olma!" dedi. Ben de onu bıraktım.
Abdurrahman'la karşılaştılar. Abdurrahman'ın atını hemen öldürdü, Abdurrahman da onu
yaralayarak öldürdü ve onun atına atladı. Derken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın süvarisi
Ebu Katade radıyallahu anh Abdurrahman'a yetişti, yaralayıp öldürdü. Muhammed'in yüzünü
şerefli kılan Zat'a yemin olsun, ben onları yaya koşarak takip ettim. Öyle ki, arkamda
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabı ve tozları sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün
batımı öncesine kadar böyle devam ettik. Bu sırada bir dağ yoluna saptılar, orada Zû-Karad
denen bir su vardı. Sudan iç mek için sapılmıştı, çünkü susamışlardı. Peşlerinden koşarak
gelen bana baktılar. Ben onları bundan uzaklaştırdım, bir damla bile tadamadılar. Oradan
çıkıp zorlak veren bir dağ yoluna saptılar. Ben koşup onlardan bir adama yetiştim, omuz
kemiğine bir ok sapladım.
"Al bunu! Ben İbnu'l-Ekva'ım. Bugün alçakların vay haline!" dedim.
"Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekva'mı?" dedi.
"Evet ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekva'ım!" dedim. Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirdim. Amcam Amir İbnu'l-Ekva'da birinde
sulandırılmış süt diğerinde su bulunan iki kapla bana yetişti. Hem içtim, hem abdest aldım.
Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldim. Az önce kafirleri başından kovaladığım
suyun başında idi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, bütün develeri ve müşriklerden
kurtardığım bütün eşyaları, bürdeleri, mızrakları almış buldum. Bilal radıyallahu anh da
kurtardığım o develerden birini kesmiş, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a ciğerini ve
hörgücünü kızartıyordu.
"Ey Allah'ın Resûlü! Beni bırak, ashabtan yüz kişi seçip müşrikleri takip edeyim, geriye
bıraktıkları bütün habercilerini geberteyim!" dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yan
dişleri gündüz ışığında görününceye kadar güldü.
"Ey Seleme! buyurdu. Kendini bunu yapabilecek güçte görüyor musun?"
"Evet dedim, seni şerefli kılan Zât'a yemin olsun! Evet!"
"Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet verilmektedir" dedi. Derken Gatafanlı bir adam geldi
ve: "Onlara falan kişi bir deve kesmişti, derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve:
"Düşman size de gelmiş" deyip kaçıp gittiler" dedi.
(Geceyi orada geçirdik). Sabah olunca Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz de Seleme idi" buyurdu.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana iki hisse verdi: Biri süvari hissesi, biri de piyade
hissesi idi. Bana bu iki hisseyi de vermişti.
Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devesi Adbâ'nın terkisine beni alarak Medine'ye
müteveccihen hareket etti. Biz yolda giderken, yaya yürüyüşünde hiç kimsenin kendisini
geçemediği Ensar'dan bir adam:
"Medine'ye kadar yarış yapacak var mı; koşucu yok mu? demeye başladı. Bu sözünü habire
tekrar ediyordu. Sesini işitince:
"Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi saymaz mısın?" dedim.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hariç, hayır!" dedi. Ben Aleyhissalatu vesselam'a yönelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana müsaade buyurun, şu adamla
yarışayım!" dedim.
"Sen bilirsin!" buyurdular. Adama:
"Geliyorum hazır ol!" dedim. ayaklarımı ayarlayıp sıçradım, koştum. Nefesimi canlı tutmak
için bir veya iki tepede kendimi tuttum. Sonra yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için
(tabanları) kaldırdım. (Ve dokundum).
"Geçildin, vallahi seni geçtim!" dedim.
"Biliyorum!" dedi. Medine'ye varıncaya kadar onu geçtim. Vallahi Medine'de üç gece kalıp,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte helen Hayber'e gittik. Yolda amcam Amir
İbnu'l-Ekva, halka şu beyitleri terennüm etti:
"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık.
Ne sadaka verir ne de namaz kılardık.
Biz senin fazlından müstağni değiliz,
Düşmanla karşılaşınca ayağımıza sebat ver,
Üzerimize sekine (kuvve-i manevi) indir."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm " Bu da kim?" dedi. Amcam:
"Ben Abir İbnu'l - Ekva" cevabını verdi. Aleyhissalatu vesselam:
"Mağfiret göresin Ey Amir!" diye dua buyurdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
kimseye mağfiret dileğinde bulundu mu mutlaka şehid olurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu'l-
Hattab radıyallahu anh kendi devesinin üstünde seslendi:
"Ey Allah'ın Resûlü! Keşke bizi Amir'le faydalandırsan!" Hayber'e vardığımız zaman, kralları
Merhab kılıncı elinde (karşımıza) çıktı. Şöyle söylüyordu.
"Hayber bilir ki ben Merhab'ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"
Amcam Amir radıyallahu anh da ilerleyip şunları söyledi:
"Hayber benim de Amir olduğumu bilir,
Silahı tam yiğit kahraman."
Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab'ın kılıncı amcam Amir'in kalkanının içine rastladı.
Amir onu alttan vurmaya yeltendi. Ama kılıcı kendine döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de
bundan oldu.
(Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından
birkaç kişi:
"Amir'in ameli batıl oldu, o kendi kendini öldürdü" demezler mi! Hemen ağlayarak
Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldim.
"Ey Allah'ın resulü! Amir'in ameli batıl mı oldu?" dedim.
"Bunu kim söyledi?" buyurdular.
"Ashabınızdan bazıları!" dedim.
"Bunu kim söylemişse yanılmış. Bilakis onun ecri iki kattır!" buyurdular. Sonra benni Ali
İbnu Ebi Talib radıyallahu anh'a gönderdiler. O gözünden hasta idi. Bu arada Aleyhissalatu
vesselam:
"sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve Resulü'nü sever; Allah ve Resulü'de onu
sever" dedi. Ali'ye geldim, gerçekten gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona verdi.
Sonra Merhab çıktı. Şöyle demeye başladı:
"Hayber bilir ki ben Merhab'ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"
Ali radıyallahu anh da şöyle dedi:
"Ben, annemin arslan dediği kimseyim,
Ormanların çirkin manzaralı arslanı gibi,
Düşmanlara kilo ile ton tartarım."
Sonra Menhab'ın başına bir darbe indi ve onu öldürdü. Hayber onun eliyle fethedilmişti."
Müslim, Cihad 132, (1807).
4239 - Amr İbnu Dinar rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu
anhüma'yı dinledim, diyordu ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hudeybiye günü bize
şöyle söyledi: "Bugün siz arz ehlinin en hayırlı olanlarısınız. O gün biz bindörtyüz kişi idik.
Bugün görebilseydim, size (altında biat yapılan) ağacın yerini gösterirdim."
Buhari, Megazi 35, Menakıb 25, Tefsir, Feth 5, Eşribe 31; Müslim, İmaret 71, (1856).
UMRETU'L-KAZA
4240 - Bera İbnu'l-Azib radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Zülkade ayında umreye çıkmıştı. Mekkeliler Onun Mekke'ye girmesine izin vermediler.
Resûlullah, gelecek yıl girmek, orada üç gün kalmak, Mekke'ye silahlar torbalarda olarak
girmek, ailelerinden peşine düşmek isteyen çıksa bile kimseyi almamak, Ashabından
Mekke'de kalmak isteyen çıkarsa kimseye mani olmamak şartları üzerine anlaşmıştı.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (Mekke'ye umre için) girip, müddet de dolunca, Mekkeliler
Hz. Ali'ye gelip:
"Arkadaşına söyle! bizi terketsin, müddet doldu!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
çıktı, ancak Hamza'nın kızı radıyallahu anhüma peşine takıldı:
"Ey amcam, ey amcam!" diye bağırıyordu. Hz. Ali radıyallahu anh onu alıp elinden tuttu. Hz.
Fatıma radıyallahu anha'ya:
"Amcanın kızını yanına al!" dedi. (Medine'ye gelince) kızı (yanına alma) hususunda Hz. Ali,
Zeyd ve Cafer radıyallahu anhüm ihtilafa düştüler. Hz. Ali:
"O benim amcamın kızıdır! (Ben ehakkım)" diyordu. Ca'fer radıyallahu anh:
"O hem amcamın kızı, hem de teyzesi nikahım altında!" diyordu. Zeyd de:
"Kardeşimin kızıdır!" diyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kazın, teyzesinin yanında
kalmasına hükmetti ve: "Teyze anne makamındadır!" buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh'a
yönelerek: "Sen bendensin, ben de senden!" buyurdu. Ca'fer radıyallahu anh'a: "Yaratılışın ve
huyun bana benzer" diyerek iltifat etti. Zeyd radıyallahu anh'a da: "Sen bizim hem kardeşimiz,
hem de mevlamız (azadlımız)sın!" buyurdu."
Buhari, Meğazi 43, Umre 3, Cezâu's-Sayd 17, Sulh 6, Cizye 19; Müslim, Cihad 90, (1783).
MUTA GAZVESİ
4241 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mûta
gazvesinde Zeyd İbnu Harise radıyallahu anhüma'yı emir (komutan) tayin etti ve dedi ki:
"Eğer Zeyd öldürülecek olursa, komutan Ca'fer'dir. Ca'fer öldürülecek olursa Abdullah İbnu
Ravâha'dır" (radıyallahu anhüm).
Abdullah der ki: "Bu gazvede aralarında ben de vardım. (Bir ara) Ca'fer İbnu Ebi Talib
radıyallahu anh'ı aradık. Onu ölüler arasında bulduk. Öyleydi ki cesedinin ön cephesinde
doksan küsür ok ve mızrak yarası saydık." Bir rivayette de şu ziyadeyi ilave etmiştir: "Arka
tarafında hiç yara yoktu."
Buhari, Meğazi 44.
4242 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Zeyd, Ca'fer
ve İbnu Ravâha'nın öldüklerini onlardan haber gelmezden önce bildirdi. Şöyle demişti:
"Bayrağı Zeyd aldı ve isabet aldı (öldü). Bayrağı ondan sonra Ca'fer aldı o da öldü. Sonra
Abdullah İbnu Ravâha aldı, o da öldü. -Böyle deyince Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
gözleri yaşla doldu.- (Resûlullah sözlerine devam etti): "Bayrağı, sonra Allah'ın kılıçlarından
bir kılıç, tayin edilmeksizin aldı: Hâlid İbnu'l-Velîd... Allah Teâla Hazretleri ona zafer verdi."
Buhari, Cenaiz 4, Cihad 7, 183, Menakıb 25, Fedaili'l-Ashab 25, 44; Nesai, Cenaiz 27, (4,
26).
4243 - Kays İbnu Ebi Hazım rahimehullah anlatıyor: "Hâlid'in şöyle söylediğini işittim:
"Mûta günü elimde dokuz kılıç kırıldı. Elimde sadece Yemen'de mamul bir safiha (geniş
demirli kılıç) kaldı."
Buhari, Megazi 44.
4244 - Avf İbnu Malik el-Eşca'i radıyallahu anh anlatıyor: "Mûta gazvesine zeyd İbnu Harise
radıyallahu anh ile birlikte çıktım. Bana Yemenli bir asker refakat etti ki, üzerinde sadece bir
kılıncı vardı. Müslümanlardan biri bir deve kesti. Yemenli, ondan derinin bir parçasını istedi,
o da verdi. Yemenli ondan kendine bir nevi kalkan yaptı. Yolumuza devam ederken bir Rum
birliğiyle karşılaştık. Onlar arasında, üzerinde müzehheb (altın işlemeli) eğer taşıyan sarı bir
at üzerinde bir adam vardı. Adamın silahı da müzehheb idi. Rumi adam müslümanlara
şiddetle saldırmaya başladı. Yemenli asker de bir kayanın arkasında saklanarak onu takibe
başladı. Derken rumi ona uğradı. Yemenli kılıncıyla atın ayaklarını kırdı ve Rumi yere düştü.
Hemen kılıcıyla üzerine atılıp adamı öldürdü. At(ta olanları) ve silahı aldı.
Allah Teâla Hazretleri müslümanlara zafer müyesser edince, Halid İbnu'l-Velid adama birini
göndererek selebden (öldürdüğü kimsenin eşyalarından el koyduğu şeylerden) bazısını ondan
aldı.
Avf der ki: "Ben Hâlid'e gelerek, kendisine:
"Bilmiyor musun, Resûlullah, selebin öldürene ait olduğuna hükmetmiştir!" dedim.
"Elbette biliyorum. Fakat bunun aldıkları gözüme çok geldi!" dedi. Ben:
"Ya bunu adama geri verirsin, ya da durumu Aleyhissalatu vesselam'a söylerim!" dedim. Ama
Hâlid, geri vermekten imtina etti."
Avf der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında toplanınca, ben Yemenlinin ve
Hâlid'in yaptığı şeyleri hikaye ediverdim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ey Hâlid niye
böyle yaptın?" diye sordu. Hâlid:
"Bu gözüme çok göründü!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Ondan ne aldı isen geri ver!" dedi. Ben:
"Ey Hâlid! Al işte, ben sana (böyle yapman gerektiğini) söylemedim miydi?" dedim.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Bu da ne demek?" buyurdu. Ben de anlattım. Bunun
üzerine Resûlullah öfkelendi ve:
"Ey Hâlid, ona geri verme! Siz benim komutanlarımı bana bırakır mısınız hiç! (Sizin ve
komutanlarımın misali, deve veya koyun çobanı tutulup da onları güden, sulama vakti gelince
havuza götüren çoban ve sürüsüne benzersiniz. Sürü gelir havuza girer, temiz suyu içer,
çobana bulanığı kalır. Temizi size bulanığı komutanlarıma."
Ebu Davud, Cihad 148, (2719, 2720); Müslim, Cihad 44, 45, (1753, 1754).
ÜSAME İBNU ZEYD'İN, CÜHEYNE'NİN HURUKA'YA GÖNDERİLMESİ
4245 - Ebu zabyan anlatıyor: "Üsame İbnu zeyd radıyallahu anh'ı dinledim, diyordu ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi huruka'ya gönderdi. Sabah baskını yapıp hezimete
uğrattık. Ben ve Ensardan biri, Hurukalı bir adama rastladık. Adama galebe çalmıştık.
Lailaheillallah dedi. Adam bunu söyler söylemez Ensari savaşmayı bıraktı, ben devam ettim
ve mızrağımı saplayıp öldürdüm.
Medine'ye geldiğimiz zaman benim yaptığım, Resûlullah'ın kulağına ulaşmış. (Beni çağırttı
ve:)
"Ey Usâme! Sen, lailahe illallah dedikten sonra adam mı öldürdün?" diye sordu. Ben:
"O bunu, canını kurtarmak için söyledi" dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Sen onu
Lailahe illallah dedikten sonra öldürdün mü?" dedi. Bu cümleyi o kadar çok peşpeşe tekrar
etti ki, keşke bugünden daha önce müslüman olmasaydım (müslüman olarak böyle bir
cinayeti işlememiş olurdum) diye temenni ettim."
Buhari, Diyat 2; Müslim İman 158, (96). Ebu Davud, Cihad 104, (2643).
Müslim'in Cündeb'ten kaydettiği bir diğer rivayet şöyle: "Sen Lailahe illallah diyeni öldürdün
mü? Kıyamet günü Lailahe illallah gelince ona nasıl hesap vereceksin?" Bunu ona çok
tekrarladı."
FETİH GAZVESİ
4246 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni, Zübeyr'i ve
Mikdâd'ı gönderdi ve dedi ki:
"Gidin Ravzatu Hâh nam mevkiye varın. Orada bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var,
mektubu ondan alın gelin."
Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza'ya geldik. Kadınla karşılaşınca:
"Mektubu çıkar!" dedik. Kadın: "Bende mektup yok!" dedi.
"Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini soyarız!" diye ciddi konuştuk. Saç örgülerinin
arasından mektubu çıkardı. Onu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirdik. İçerisinde şu
vardı:
"Hatıb İbnu Ebi Belte'a tarafından, Mekke'de olan bazı müşriklere yazılmıştı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın (sefer hazırlığı ile ilgili) faaliyetlerini haber veriyordu. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm (Hâtıb'ı çağırtarak):
"Ey Hâtıb, bu da ne?" diye sordu. Hâtıb:
"Ey Allah'ın resulü, bana kızmada acele etme. Ben Kureyş'e dışardan katılan bir adamım. Ben
onlardan değilim (aramızda kan bağı yok). Senin bereberindeki muhâcirlerin (Mekke'de)
akrabaları var. Mekke'deki mallarını ve ailelerini himaye ederler. Bu şekilde nesebten gelen
hâmilerim olmadığı için oradaki yakınlarımı himaye edecek bir el edineyim istedim. Bunu
katiyyen küfrüm veya dinimden irtidadım veya İslâm'dan sonra küfre rızamdan dolayı
yapmadım" dedi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Bu size doğruyu söyledi!" dedi.
Hz. Ömer atılarak: "Ey Allah'ın Resulü! Bırak beni, şu münafığın kellesini uçurayım!" dedi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da:
"Ama o Bedr'e katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allah Teâla Hazretleri Bedir ehlinin hâline
muttali oldu da: "Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret etmişim" buyurdu. Bunun üzerine Allah
Teâla Hazretleri şu vahyi indirdi: "Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi
düşmanlarınızı da dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara
(peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?) Halbuki onlar Hak'tan size gelene
küfretmişlerdir" (Mümtehine 1).
Buhari, Meğazi 9, Cihad 141, 195, Tefsir, Mümtehine 1, İsti'zan 23, İstitabe 9; Müslim,
Fedailu's-Sahabe 161; Ebu Davud, Cihad 108, (2650, 2651); Tirmizi, Tefsir, Mümtahine,
(3302).
4247 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Feth
gazvesini Ramazan ayında yaptı."
Buhari, Megazi 47, Savm 34, Cihad 106; Müslim, Sıyam 88, (1113).
4248 - Urve İbnu Zübeyr rahimehullah anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih
senesinde (Mekke'ye müteveccihen) yürüyünce, bu haber Kureyş'e ulaştı. Ebu Süfyan İbnu
Harb, Hakim İbnu Hizam, Büdeyl İbnu Verka haber toplamak üzere şehrin dışına çıktılar.
Yürüyerek ilerleyip Merrü'z-Zehran nam mevki'e kadar geldiler. Bir de ne görsünler; her
tarafta ateşler yanıyor, tıpkı Arafat'ta hacıların yaktığı ateşler gibi. Ebu Süfyan şaşkın:
"Bu da ne? Sanki Arafat'taki ateşler!" der. budeyl İbnu Verka', "Beni Amr'ın ateşleri
olmasın?" der. Ebu Süfyan:
"Ama, Beni Amr'ın ateşi bundan az olmayı! der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
devriyelerinden bazıları bunları görür, yaklaşır ve tevkif edip, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a getirirler. Ebu Süfyan müslüman olur.
Yürüdükleri zaman Abbas radıyallahu anh'a:
"Sen Ebu Süfyan'ı şu dağın burnunda durdur da müslümanları görsün!" buyurur. Tenbih
edildiği şekilde Hz. Abbas, Ebu Süfyan'ı (hakim bir noktada) durdurur. Kabileler, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte bölük bölük Ebu Süfyan'ın önünden geçmeye başlarlar. Bir
bölük geçer, Ebu Süfyan sorar: "Ey Abbas bunlar kim?"
"Bunlar Beni Gıfar!" der. Ebu Süfyan:
"Bana ne Gıfâr'dan!" der. Sonra Cüheyne kabilesi geçer. Ebu Süfyan aynı şekilde sorar, aldığı
cevaba benzer mukabelede bulunur. Arkadan Süleym geçer. Ebu Süfyan aynı şekilde sorar,
aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Derken bir bölük gelir ki, bu öncekilerden çok
farklıdır. Yine sorar:
"Ey Abbas bunlar kim?"
"Bunlar, der Abbas, Ensârdır. Başlarında Sa'd İbnu Ubade, beraberlerinde de bayrak var!"
Sa'd der ki:
"Ey Ebu Süfyan, bugün savaş günüdür. Bugün Ka'be'nin helal addolunacağı gündür!"
Ebu Süfyan Abbas'a:
"Ey Abbas! (Sen Mekkelisin) bugün muhafaza vazifeni yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni
(şehri yağmalatma)" der. Derken bir bölük daha geçer. Bu geçenlerin sayıca en küçüğü.
Bunun içinde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve (yakın) ashabı var. Resûlullah'ın sancağı
da Zübeyr İbnül-Avvam radıyallahu anh'ın elindedir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ebu
Süfyan'ın yanından geçerken, Ebu Süfyan:
"Sa'd İbnul-Ubade'nin söylediğini biliyor musun?" der.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ne demişti?" diye sorar. Ebu Süfyan:
"Şunu şunu söyledi" diyerek (yukarıda kaydedilen sözlerini) hatırlatır. Bunun üzerine
Resülullah:
"Sâd İbnu Ubâde yanıldı. Bilakis, bugün Allah'ın Ka'be'nin şanını yücelttiği bir gündür; bugün
Ka'be'ye örtünün giydirildiği bir gündür!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sancağının
(Mekke'nin Batı ve Kuzey cihetinde yer alan iki dağdan biri olan) el-Hacûn'a dikilmesini
emretti. Hâlid İbnu Velid radıyallahu anh'a, şehre Mekke'nin üst kısmından, Kedâ'dan
girmesini ferman buyurdu.
O gün Halid İbnu Velid'in süvarilerinden iki kişi öldürülür: Hubeyş İbnu'l-Eş'ar ve Kürz İbnu
Cabir el-Fihri radıyallahu anhüma."
Buhari, Meğazi, 48.
4249 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Abbas, Ebu Süfyan İbnu Harb'i getirmişti,
Merrü'z-Zahran'da müslüman oldu. Abbas radıyallahu anh dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü, Ebu Süfyan, şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun şerefleneceği) bir
şey yapsanız!"
"Doğru söyledin! (Şehre girerken ilan edin:) Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse emniyettedir,
kim kapısını kapar (evinden dışarı çıkmazsa) emniyettedir; kim silahını atarsa o da
emniyettedir. Kim Mescide (Ka'be'ye) girerse o da emniyettedir!"
Ebu Davud, Harac 25, (3021, 3022).
4250 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih günü,
Mekke'ye başında miğferiyle girdi. Onu çıkardığı zaman, bir adam gelerek:
"İbnu Hatal Ka'be'nin örtüsüne sarılmış (vaziyette yakalandı, affedelim mi?)" dedi.
"Onu öldürün!" emir buyurdular."
Buhari, Megazi 48, Cezau's-Sayd 18, Cihad 169, Libas 17; Müslim, Hacc 450, (1357);
Muvatta, Hacc 247, (1, 423); Ebu Davud, Cihad 127, (2685); Tirmizi, Cihad 18, (1693);
Nesai, Hacc 107, (5, 201).
4251 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
Fetih günü dört erkek iki kadın dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) eman tanıdı. Bu
dörtler arasında İbnu Ebi Sarh da vardı. Hz. Osman'ın yanında saklandı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm halkı, kendisine biat etmeye çağırınca, Hz. Osman radıyallahu anh onu
da getirip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında durdurdu ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! Abdullah'tan biat al!" dedi. Aleyhissalatu vesselam, (hiç ses çıkarmadan)
üç sefer başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde bey'at'tan imtina ediyordu.
Üç seferden sonra, onunla da biat etti. Sonra ashabına yönelip:
"İçinizde, elimi bey'at için vermekten imtina ettiğimi görünce kalkıp öldürecek aklı başında
bir adam yok muydu?" buyurdular. Ashab:
"İçinizden geçeni nasıl bilelim. Keşke bize gözünüzle bir imada bulunsaydınız!" dediler.
Bunun üzerine:
"bir peygambere hain gözlü olmak yaraşmaz!" buyurdular.!"
Ebu Davud der ki: "Abdullah, Hz. Osman'ın süt kardeşiydi."
Ebu Davud, Cihad 127, (2683); Nesai, Tahrimu'd-Dem 14, (7, 105, 106).
4252 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih günü,
(Mescid-i Haram'a) girdiği zaman Beytullah'ın etrafında üç yüz altmış tane dikili (put) vardı.
Elindeki çubukla onlara dürtüyor ve:
"Hak geldi, batıl zeval buldu. Batıl zaten zeval bulucudur" (İsra 81);
"Hak geldi, batıl hiçbir şeyi yoktan varedemez, gideni de geri getiremez" (Sebe' 49) diyordu."
Buhari, Megazi 48, Mezalim 32, Tefsir, Beni İsrail 12; müslim, Cihad 87, (1781); Tirmizi,
Tefsir, Beni İsrail (3137).
4253 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih
sırasında, Ömer İbnu'l-Hattab'a, Batha'da iken Ka'be'ye gelip oradaki bütün suretleri ortadan
kaldırmasını emretti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm oradaki bütün suretler ortadan
kaldırılmadıkça Ka'be'ye girmedi."
Ebu Davud, Libas 48, (4156).
4254 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih
günü, Mekke'nin yukarı kısmından, devesinin üzerinde olarak ilerledi. Terkisinde de Üsame
İbnu Zeyd radıyallahu anhüma vardı. Beraberinde Hz. Bilal ve (Ka'be'nin) haciblarinden olan
Osman İbnu Talha da vardı. Mescid-i Haram'da devesini ıhtırdı. Osman'a Kabe'nin anahtarını
getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak kadın anahtarı vermekten imtina etti.
Osman:
"Vallahi, ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç belimden çıkacaktır.!" dedi.
Kadın anahtarı verdi. Osman Resûlullah'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam (kapıyı açıp)
Beytullah'a girdi. Onunla birlikte Hz. Üsame, Bilal ve Osman da girdiler. Gündüzleyin içinde
uzun müddet kaldı, sonra çıktı. Halk (içeri girmede) yarış etti. Abdullah İbnu Ömer ilk giren
kimseydi. Girince, Bilal radıyallahu anh'ı kapının arkasında ayakta duruyor buldu.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nerede namaz kıldı?" diye sordu. Bilal, Aleyhissalatu
vesselam'ın namaz kıldığı yeri işaret ederek gösterdi. Abdullah der ki:
"Kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum."
Buhari, Cihad 127, Salat 30, 81, 96, Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Megazi 77, 48; Müslim, Hacc
389, (1329).
4255 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Allah Teâla Hazretleri, Resul-i Ekrem
aleyhissalatu vesselam'ın Mekke'nin fethini nasib edince, halkın içinde kalkıp, Allah'a hamd
ve sena ettikten sonra dedi ki:
"Allah'u Zülcelal Hazretleri, Mekke'yi filin girmesinden korumuştur. Mekkelilere Resulünü
ve mü'minleri musallat etti. Mekke(de savaşmak) benden önce hiç kimseye helal edilmedi.
Bana da bir günün muayyen bir zamanında helal edildi. Benden sonra da kimseye helal
edilmeyecek. Onun avı ürkütülmemeli, otu yolunmamalı, ağacı kesilmemeli. Buluntular da
ancak sahibi aranmak kasdıyla alınabilir.
Kimin bir yakını öldürülmüşse, o kimse iki husustan birinde muhayyerdir: Ya diyet alır, ya da
ölünün ailesi kısas ister (katil öldürülür)."
Abbas radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resulü! İzhir otu bu yasaktan hariç olsun! Zira biz onu kabirlerimizde ve
evlerimizde kullanıyoruz!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
"İzhir hariç!" buyurdu.
Buhari, İlim 39, Lukata 7, Diyat 8; Müslim, Hacc 447, (1355); Ebu Davud, Menasik 90,
(2017).
4256 - Vehb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir radıyallahu anh'a sordum: "Mekke
fethedildiği gün, herhangi bir şey ganimet kılındı mı?"
"Hayır!" cevabını verdi."
Ebu Davud, Harac 25, (3023).
4257 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mekke'ye
girdiğinde sancağı beyaz, üzerindeki sarığı da siyahtı."
Ebu Davud, Cihad 76, (2592); Tirmizi, Cihad 9, (1679).
HUNEYN GAZVESİ
4258 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Huneyn Gazvesine çıkmayı arzu edince:
"Yarınki konaklama yerimiz inşaallah Beni Kinâne Hayfı'dır. Onlar küfür üzerine orada
yeminleşmişlerdi" buyurdu."
Buhari, Megazi 48, Hacc 45, Fedailu'l-Ashab 39, Tevhid 31; Müslim, Hacc 345, (1314).
4259 - Sehl İbnu Hanzaliyye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la
Huneyn günü beraber yürüdük. Öğle sonrası oluncaya kadar yürümeyi uzattık. Öğle
namazı(nın vakti) girdi. Derken bir atlı geldi.
"Ey Allah'ın Resulü! dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim. Hatta falan falan dağa çıktım. Bir
de ne göreyim! Havazin kabilesi toptan karşımda. Kadınları, develeri, davarları toptan
Huneyn'de toplanmışlar" dedi. Aleyhissalatu vesselam tebessüm buyurdu ve:
"İnşaallah, yarın bunlar müslümanların ganimetidir!" dedi ve sordu:
"Bu gece bizi kim bekleyecek?"
Enes İbnu Ebi Mersed el-Ganevi atılıp:
"Ben, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Öyleyse bin!" buyurdular. Enes atına bindi ve Aleyhissalatu vesselam'ın yanına geldi. O
zaman:
"Şu geçide yönel, en yüksek yerine kadar çık. (Gece boyu atından inme.) Sakın senin
cihetinden geceleyin aldatılmayalım!" tenbihinde bulundu. Sabah olunca Aleyhissalatu
vesselam namazgahına geçti. İki rek'at namaz kıldı. Sonra:
"Atlıdan bir haberiniz var mı?" diye sordu.
"Bir haberimiz yok!" dediler. Namaza duruldu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz
kılarken geçide doğru (hazan) göz atığyordu. Namazı kılıp selam verince:
"Müjde, atlınız geldi!" buyurdu. Biz de geçidin ağaçları arasına baktık. Gerçekten o idi. Geldi,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında durdu, (Selam verdi ve:)
"Ben dedi, gittim bu geçidin en yüksek yerine, Resûlullah'ın emrettiği şekilde vardım. sabah
olunca iki geçit daha tırmandım. Baktım kimseyi görmedim!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ona:
"Gece (attan) indin mi?" diye sordu.
"Namaz veya kazâ-yı hacet dışında inmedim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"(Bu amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle ameli terketmenin sana bir günahı
yok. (Bu amelin cennete girmen için kafidir)" buyurdular."
Ebu Davud, Cihad 17, (2501).
4260 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Huneyn gününde, Hevâzin, Gatafan ve diğerleri
çocukları ve develeriyle birlikte (savaş yerine) geldiler. O gün Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın ordusunda da 10 bin kişi vardı. Mekkeli Tulekâ da Resûlullah'ın safında idi.
(Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalatu vesselam yalnız kaldı. O gün iki defa
nida etti. İkisi arasına bir başka söz karıştırmadı. Şöyle ki:
Sağ tarafına yönelip: "Ey Ensar cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler:
"buyurun ey Allah'ın Resûlü! Biz seninle beraberiz! Müjde!" dediler. Aleyhissalatu vesselam
sonra da soluna döndü:
"Ey Ensâr cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler de:
"Buyur ey Allah'ın Resûlü! Müjde, biz seninleyiz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam beyaz bir
katırın üstünde idi. Katırdan
indi ve: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim!" dedi. (Müslümanlar toparlanıp mukabil hücuma
geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalatu vesselam çok ganimet elde etti. Onu
Muhacirler ve Tuleka arasında taksim etti. Ondan Ensâr'a hiç bir şey vermedi. Bunun üzerine
Ensariler radıyallahu anhüm (serzenişte bulunup): "Sıkıntı olunca biz çağırılıyoruz. Ama
ganimeti bizden başkasına veriyor!" dediler. Bu sözleri Aleyhissalatu vesselâm'ın kulağına
ulaşmıştı, hemen Ensarı topladı.
"Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed aleyhissalatu vesselam'la
dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve memnun değil misiniz?" dedi. Ensar:
"Elbette ey Allah'ın Resulü, razıyız, memnunuz!" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "İnsanlar
bir vadiye yürüseler, Ensar da bir geçide yürüse, ben Ensar'ın geçidinde giderim" buyurdular."
Buhari, Meğazi 56, Humus 19, Menakıb 14, Menakıbu'l-Ensar 1, Feraiz 34; Müslim, Zekat
135, (1059); Tirmizi, Menakıb, (3897).
4261 - Ebu İshak rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma'ya
geldi ve:
"Ey Ebu İmare! Huneyn gününde hepiniz geri mi kaçtınız?" diye sordu. Bera: "Ben,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın kaçmadığına şehadet ederim! Ancak, askerlerden yükü
hafif olan (aceleciler) ile zırh taşımayanlar Hevazin'in bir kanadına yürüdüler. Halbuki
buradakiler okçu kimselerdi: Onları çekirge sürüsü gibi hep birden ok yağmuruna tuttular.
Bunun üzerine dağalmak zorunda kaldılar. Böylece düşman, Resûlullah'a yöneldi.
Aliyhissalatu vesselam'ın katırını Ebu Süfyan İbnu'l- Haris İbni Abdilmuttalib radıyallahu anh
yediyorkdu. Aleyhissalatu vesselam katırından indi, dua etti, (Allah'tan) yardım taleb etti.
Şöyle diyordu:
"Ben Peygamberim yalan değil!
Ben Abdulmuttalibin Oğluyum!
Allahım yardımını indir."
Sonra askerleri düzene koydu. Bera devamla der ki: "Vallahi, biz savaş kızıştı mı Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a sığınırdık. Bizim cesurumuz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la
aynı hizada durabilendi."
Buhari, Meğazi, 54, Cihad 52, 61, 97, 167; Müslim, Cihad 79, (1776); Tirmizi, Cihad 15,
(1688).
4262 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
seferde iken yanına bir düşman gözcüsü uğradı. Ashabla konuşmaya oturdu. Sonra birden
sıvıştı.Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Onu yakalayın ve öldürün!" emir buyurdu. Ben (yakalayıp) öldürdüm. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm seleb'ini bana verdi."
Buhari, Cihad 173; Müslim, Cihad, 45, (1754); Ebu Davud, Cihad 110, (2654).
4263 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "(Annem) Ümmü Süleym, Huneyn savaşı sırasında
bir hançer temin etmişti, yanından ayırmıyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (hançeri
görünce) sordu:
"Ey Ümmü Süleym, şu da ne?"
"Bunu, müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına saplamak için temin ettim!" dedi.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu söz üzerine gülmeye başladı. Ümmü Süleym:
"Ey Allah'ın Resûlü, sizinle olup da şu Tulekâ'dan hezimete uğrayan bizim dışımızdakileri
öldür!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ey Ümmü Süleym, şurası muhakkak ki Allah bize kâfi geldi ve iyi yaptı" buyurdu."
Müslim, Cihad 134, (1809); Ebu Davud, Cihad 147, (2718).
EVTAS GAZVESİ
4264 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Huneyn
Gazvesi'nden fariğ olunca, Ebu Amir radıyallahu anh'ı bir askeri birliğin başında Evtas'a
gönderdi. Ebu Amir, orada Dureyd İbnu's-Sımme ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü. Allah da
adamlarını hezimete uğrattı. (O sırada) ben Ebu Amir ile beraberdim. Dizine bir ok atıldı.
Yanına gelip:
"bu oku sana kim attı?" diye sordum. Bana bir şahsı işaret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona
yönelip, yanına vardım. Beni görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm.
"Utanmıyor musun, durmuyor musun?" diye peşinden bağırmaya başladım. Birden durdu.
Karşılıklı olarak bir-iki kılıç salladık. Derken ben onu öldürdüm. Sonra gelip Ebu Amir'e:
"Allah seninkinin canını aldı!" dedim.
"Hele şu oku bir çek!" dedi. Ben oku çektim. (Okun yerinden) su çıktı.
"Ey kardeşimin oğlu, dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a benden selam söyle, benim
için Allah'tan mağfiret dileyiversin."
Ebu Amir, birliğin komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup sonra vefat etti. Dönünce,
durumdan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a bilgi verdim. Bir miktar su getirtti, abdest alıp
ellerini kaldırdı. Koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dua etti.
"Allahım, Ubeyd Ebu Amir'e mağfiret buyur. Allahım, Kıyamet günü onu, onun derecesini
kullarının -veya insanların- birçoğunun derecesinden üstün tut!"
"(Ey Allah'ın Resûlü) benim için de istiğfar ediver!" dedim.
"Allahım, Abdullah İbnu Kays'ın günahını mağfiret et! Onu, Kıyamet günü iyi bir yere koy!"
dedi. Ebu Bürde der ki:
"O iki duadan biri Ebu Amir içindi, diğeri de Ebu Musa içindi."
Buhari, Megazi 55, Cihad 69, Da'avat 49; Müslim, Fedailü's-Sahabe 165, (2498).
TAİF GAZVESİ
4265 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Taif'i
kuşatınca hiç bir netice elde edemedi. Bunun üzerine:
"İnşaallah yarın yolcuyuz (muhasarayı kaldıracağız)" dedi. Bu Ashabın pek ağrına gitti:
"Yani, Taif'i fethetmeden gidecek miyiz" -bir rivayette "denecek miyiz"- dediler.
Aleyhissalatu vesselam da:
"Sabahleyin saldırın!" buyurdular. Sabahleyin saldırdılar ve birçokları yaralar aldı. Resulullah
tekrar:
"Yarın İnşaalllah gideceğiz!" buyurdular. Bu sefer akserler memnun kaldılar. Aleyhissalatu
vesselam (onların haline) güldü."
Buhari, Meğazi 56, Edeb 68, Tevhid 31; Müslim, Cihad 82, (1778).
4266 - Osman İbnu Ebi'l-As radıyallahu anh anlatıyor: "Sakif hey'eti geldiği zaman,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına indiler. Aleyhissalatu vesselam onları mescidde
ağırladı, ta ki kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun.
Onlar (müslüman olup bey'at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada çağrılmamalarını ve
namazın kendilerine farz kılınmamasını şart koştular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Sizden öşür alınmasın, cihada da çağırılmayın. Ama rükusuz (namazsız) bir dinde hayır
yoktur" buyurdu."
Ebu Davud, Harac 26, (3026).
4267 - Vehb İbnu Mürebbih anlatıyor: "Bey'at yaptıkları zaman Sakif'in durumu ne idi?" diye
sordum.
"Sadaka (zekat = vergi) vermemeyi, cihad etmemeyi şart koştular" dedi ve Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın: "(Onlar gerçek manada müslüman olunca, kendiliklerinden) zekat
da verecekler, cihada da katılacaklar!" dediğini işittiğini söyledi."
Ebu Davud, Harac 26, (3025).
HALİD İBNU VELİD RADIYALLAHU ANH'IN BENİ CEZİME'YE GÖNDERİLMESİ
4268 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Halid
radıyallahu anh'ı Beni Cezime'ye gönderdi. (Yurdlarına varınca Halid) onları önce İslam'a
davet etti. Onlar "müslüman olduk!" demeyi güzel söyleyemediler, "Sâbii olduk, Sâbii
olduk!" dediler. Halid de onları öldürmeye, esir etmeye başladı. bizden her bir askere esirini
verdi. sonra bir gün geçince, herkese esirini öldürmeyi emretti. Ben:
"Vallahi ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan da kimse esirini öldürmez!2 dedim.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelince, durumu haber verdik. Ellerini kaldırıp:
"Allah'ım, Halid'in yaptığından beriyim!" dedi ve bunu iki sefer tekrar etti."
Buhari, Megazi 58, Ahkam 35; Nesai, Adabu'l-Kudat 16, (8, 237).
ABDULLAH İBNU HUZÂFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU MÜCEZZİZ EL-MÜDLİCİ
SERİYYESİ (Buna Serriyyetü'l Ensâri de denmiştir.)
4269 - Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
seriyye gönderdi ve birliğin başına Ensar'dan bir zat koydu ve askerlere komutanlarına itaat
etmelerini emretti. (Sefer esnasında komutan, bir meseleden) öfkelenip:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana itaat etmenizi emretmedi mi?" dedi. Hepsi de: "Evet
emretti!" dediler.
"Öyleyse, dedi, derhal bana odun toplayın!" Hemen otun toplanmıştı. Bu sefer:
"Ateş atın!" emretti. Ashab (odun yığınına) ateş attı. Komutan:
"İçine girin!" emretti. Girmek üzere ilerlediler. Ancak birbirlerinden tutup:
"Biz, ateşten kaçarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldik (şimdi ateşe girmemiz olur
mu?)" diyerek girmediler. Öyle durdular. Ateş söndü. Komutanın da öfkesi geçti, Bu vak'a
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a intikal edince:
"Eğer girselerdi, Kıyamet gününe kadar bir daha ondan çıkamazlardı! Allah'a isyanda (kula)
itaat yok! Taat ma'ruftadır!" buyurdular."
Buhari, Megazi, 59, Ahkam, 4, Haberu'l-Vahid 1; Müslim, İmaret 40, (1840); Ebu Davud,
Cihad 96, (2625); Nesai, bey'at 34, (7, 159).
HZ. EBU MUSA VE MUAZ'IN YEMENE GÖNDERİLMESİ (Veda Haccından Önce)
4270 - Ebu Musa Radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Beni ve
Muaz radıyallahu anhüma'yı Yemen'e gönderdi ve şu tenbihte bulundu: "İnsanları dine
(tatlılıkla) davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu
olun geçimsiz olmayın."
Biz Yemen'e vardık. Her ikimizin ayrı birer çadırı vardı, çadırlarımızı müstakillen
kullanıyorduk. Birbirimize ziyaretlerimiz olur, (birleşirdik. bir seferinde) Mu'az, Ebu Musa
radıyallahu anhüma'ya geldi. Ebu Musa, çadırının önünde oturuyordu. Yanında (zincire
vurulmuş), öldürmek istediği bir yahudi duruyordu.
"Ey Ebu Musa, nedir bu manzara (ne oluyor?) " dedim.
"Bu bir yahudidir, müslüman olmuştu, tekrar yahudiliğe döndü" dedi.
"Sen onu öldürmeyince oturmayacağım!" dedim. Kalkıp öldürdü. Sonra oturup konuşmaya
başladılar. Muaz radıyallahu anh:
"Ey Ebu Musa, Kar'an'ı nasıl okuyorsun?" diye sordu.
"Yatağımın üzerinde, namazımda, bineğimde zaman zaman (fırsat buldukça) parça parça
okuyorum!" dedi. Sonra Ebu Musa, Muaz'a:
"Ya sen nasıl okuyorsun?" diye sordu.
"Bunu sana bildireceğim: Ben uyurum, sonra kalkar Kur'an'dan okurum. Böylece uyanıkken
ümid ettiğim sevabı uykumda da kazanacağımı ümid ederim" diye cevap verdi."
Buhari, Megazi, 60, İcare 8, İstitabe 2, Ahkam 7, 12; Müslim, Cihad 7, (1733), Eşribe 71; Ebu
Davud, Hudud 1, (4354, 4355, 4356, 4357); Nesai, Taharet 4, (1, 10).
ALİ İBNU EBİ TALİB VE HALİD İBNU VELİD'İN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ (Veda
Haccından önce)
4271 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Ali
radıyallahu anh'ı humusu (ganimetin beşte birini) almak üzere Halid'e gönderdi. Halid
radıyallahu anh, humusu ona verdi. ali, ondan (kendine) bir cariye seçti. Ali, geceleyin gusül
yapmış olarak sabahha erdi. Ali'ye kızmıştım. Halid radıyallahu anh'a:
"Şunu görmüyor musun?" diye söylendim. Sonra da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
gelince durumu anlattım.
"Ey Büreyde! buyurdular, sen Ali'ye kızıyor musun?"
"Evet!" dedim.
"Kızma! buyurdular, zira onun humustaki hissesi aldığından fazladır." (Ondan sonra Ali en
çok sevdiğim insan oldu.)"
Buhari, Megazi, 61.
ZÜ'L-HALASA GAZVESİ
4272 - Cerir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
bana: "Beni, Zü'l-Halasa'dan kurtarmaz mısın?" buyurdu. Bu, Has'am'da bir bina idi. el-
Kabetu'l Yemâniyye denmekte idi. Ahmes kabilesinden yüzelli atlı ile oraya vardım.
Ahmesliler at besleyen insanlardı. Ben ise at üzerinde duramıyordum. (Durumu Resulullah'a
söyledim.) Aleyhissalatu vesselam göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izini göğsümün
üzerinde gördüm. Sonra:
"Allah'ım, Cerir'i (atının üstünde) sabit kıl, onu hidayete ermiş ve hidayet edici kıl!" buyurdu.
Ben gittim, onu kırdım ve yaktım."
Buhari, Megazi 62, Cihad 154, 162, Menakıbu'l-Ensar 21, Edeb 68, Da'avad, 19; Müslim,
Fadailu's-Sahabe 137; Ebu Davud, Cihad 172, (2772).
ZATÜ'S-SELASİL GAZVESİ
4273 - Ebu Osman en-Nehdi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Amr İbnu'l-As radıyallahu anh'ı Zatu's-Selasil ordusunun başında göndermişti.
Amr İbnu'l-As der ki: "(Ya Resulullah) sana en sevgili insan kimdir?" dedim. "Aişe'dir!"
buyurdular. Ben tekrar sordum:
"Erkeklerden kim?"
"Onun babasıdır!" buyurdular. Ben bir kere daha sorayım dedim:
"Sonra kim?"
"Ömer" buyurdular ve bazı erkek saydılar. Beni en sona atacak korkusuyla sükut edip başka
sormadım."
Buhari, Megazi 63, Fedailu'l-Ashab 5; Müslim, Fedailu'l-Ashab 8, (2384).
TEBÜK GAZVESİ
4274 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Ashabım, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
usre (darlık) ordusu, yani Tebük Gazvesi sırasında yüklerini koyacakları deve hakkında
sormam için beni gönderdiler.
Yanına vardığımda meğer öfkeliymiş de ben hissedememişim.
"Ey Allah'ın Resulü, dedim, arkadaşlarım size, beni gönderdiler, kendilerine yük devesi
vermenizi istiyorlar."
"Vallahi ben onlara hiçbir yük devesi veremem!" buyurdular. Ayrıldım, ama üzgündüm, hem
yük devesi verilmeyişine, hem de bana kızmış olabileceği korkusuyla üzgündüm.
Arkadaşlarımın yanına varıp Aliyhissalatu vesselam'ın söylediğini kendilerine haber verdim.
Sonra Resulullah bana birini (Bilal'i) göndererek beni çağırdı ve:
"Şu çifti, şu çifti, şu çifti al! Bunları arkadaşlarına götür. Ve de ki:
"Allah -veya Resûlullah- sizi bunlarla taşıyacak, bunlara binin" dedi. Ben onları
arkadaşlarıma götürdüm ve:
"Resûlullah sizleri bunlarla taşıyacak. Lakin, vallahi sizden biri, sizin için ilk istediğim
zaman, Resûlullah'ın söylediğini ve vermen dediğini duyan birine gitmedikçe yakanızı
bırakmam" dedim. Arkadaşlarım:
"Vallahi sen yanımızda (müttehem değilsin), doğru söylediğine inanıyoruz. Ama sen yine de
dilediğini yap!" dediler. Ebu Musa, onlardan bir grupla gitti. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın önce söylemiş olduğu sözü işitenlere vardılar. Bunlar Ebu Musa'nın kendilerine
söylediği şeyleri aynen söylediler."
Buhari, Megazi 78, 74, Humus 15, Zebaih 26, Eyman 1, 4, 18, Kefaret 9, 10, Tevhid 56;
Müslim, Eyman 8, (1649).
4275 - Vasile İbnu'l-Eska' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Tebuk Gazvesine katılmak için çağrıda bulundu. Ben hemen ehlime gittim. Gazveye gitmeye
yöneldim. Resulullah'ın ashabının ilk kısmı yola çıkmıştı bile. Medine'de seslenmeye
başladım:
"(Ganimetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir kimseyi (devesiyle) taşıyacak bir kimse yok
mu?" diyordum. Ensar'dan yaşlı bir zat:
"Kendisini münavebe ili bindirmem ve yiyeceğini de vermem karşılığında (savaştan elde
edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla götürürüm!" dedi. Ben:
"Anlaştık!" dedim. Ensari:
"Öyleyse Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi. Böylece en hayırlı bir arkadaşla yola çıktım.
Allah ganimet de nasib etti, hisseme bir miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni devesine
alan Ensariye) getirdim. Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan biri üzerine oturdu, ve:
"Bu develeri sen geri sür!" dedi. Sonra tekrar:
"Sen bu develeri ileri sür. (bana getirme)!" dedi ve ilave etti: "Ben senin bu develerini değerli
görüyorum" dedi. Vasile de:
"Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre senin ganimetin!" dedim. Ama Ensari:
"Ey kardeşimin oğlu, ganimetini al. Ben senin bu maddi payını istememiştim (sevaba, manevi
kazanca iştirak etmeyi düşünmüştüm)" dedi."
Ebu Davud, Cihad 123, (2676).
GIYBET EDENE NASIL MUKABELE EDİLMELİ?
________________________________________
4291 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:
"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir
adam:
"Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de
bühtanda (iftirada) bulundun demektir."
Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589).
4292 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal
yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve:)
"Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad
edecekti" buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir
insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi:
"Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil)
bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"
Ebu Davud, Edeb 40, (4875); Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame 52, (2503, 2504).
4293 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini)
tırmalıyorlardı.
"Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum.
"Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir."
Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879).
4294 - Müstevrid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah
ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı
iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri
mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan
büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek
para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu
mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)"
Ebu Davud, Edeb 40, (4881).
4295 - Sa'id İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir."
Ebu Davud, Edeb 40, (4876).
4296 - Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet
günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana
kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden
birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."
Ebu Davud, Edeb 41, (4883).
4297 - Hz. Cabir ve Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz.
Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur."
Rezin ilavesidir. Buhari'de ikinci kısım mevcuttur. Edeb, 60; Müslim, zühd 52, (2990).
4298 - Hz. Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir."
Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.
Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169, (105); Ebu Davud, Edeb 38, (4771); Tirmizi, Birr 79,
(2027).
4299 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin
karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."
Tirmizi, Menakıb (3893); Ebu Davud, Edeb 33, (4860).
CENABETTEN GUSÜL
________________________________________
3706 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Erkek, kadının dört uzvu arasına çöker ve kadına mübâşeret ederse gusül
vacib olur.''
Bir rivâyette de şu ziyade var: ". . . İnzal olmasa bile. ''
Ebu Dâvud'un rivayetinde dört uzvu kelimesinden sonra ". . .hitana (sünnet mahalli) hitanı
kavuşturursa, gusül vacib olur" denmiştir.
3707 - İmam Mâlik'in Hz. Aişe'den kaydettiği bir rivayette: "Hitân, hitanı geçince gusül vacib
olur, ben ve Resulullah böyle yaptık ve yıkandık '' denmiştir.
Buhari, Gusl 28; Müslim, Hayz 87, (348); Muvatta, Tahâret 71, (1, 45, 46); Ebu Davud,
Taharet 84, (216); Nesâi, Tahâret 129, (1, 110, 111); İbnu Mâce, Tahâret 111, (610).
3708 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr'dan
birine adam göndererek, yanına çağırttı. . Ensâri, başından sular damlaya damlaya geldi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Herhalde sana acele ettirdik?'' buyurdu. Ensâri:
"Evet ey Allah'ın resulü!'' deyince:
"Acele ettirilir veya inzal olmazsan gusletmen gerekmez. Sadece abdest gerekir'' buyurdular.''
3709 - Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam): "Suyu
(yıkanmayı), su (meninin gelmesi) gerektirir" buyurdu '' denmiştir.
3710 - Nesai'nin Ebu Eyyub (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir rivayette de Resulullah: "Su,
sudan dolayıdır" buyurmuştur.
Buhâri, Vudü 34, Müslim Hayz 81-83, (343-345); Ebu Dâvud, Tahâret 84, (217); Nesâi,
Tahâret 132, (1, 115).
3711 - Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Su, sudan gerekir" hükmü İslam'ın
bidayetinde bir ruhsattı. Sonra bundan nehyedildi.'' Übeyy ilaveten der ki: "Su, sudan gerekir"
hükmü ihtilâm hakkında muteberdir.''
Ebu Dâvud, Tahâret 84, (214, 215); Tirmizi, Tahâret 81, (110, 111).
3712 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah'a, "bir kimse elbisesinde ıslaklık
bulsa, ancak ihtilam olduğunu hatırlamasa (yıkanması gerekir mi?)'' diye sorulmuştu.
"Evet, yıkanmalıdır!" diye cevap verdi. Sonra, ihtilam olduğunu görüp de, yaşlık göremeyen
kimseden soruldu:
"Ona gusül gerekmez" dedi. Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ) sordu:
"Bunu kadın görecek olursa, kadına gusül gerekir mi?'' Buna da:
"Evet! Kadınlar, erkeklerin emsalleridir!'' diye cevap verdi.''
Ebu Dâvud, Tahâret 95, (236); Tirmizi, Tahâret 82, (113).
3713 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ümmü Süleym (radıyallahu anhâ)
Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'a "Rüyasında, erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında
sorarak, gusül gerekip gerekmiyeceğini öğrenmek istedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Evet! suyu görürse!" cevabını verdi. Aişe (radıyallahu anhâ) (Ümmü Süleym''e yönelip:)
"Allah hayrını versin (neler söylüyorsun)? '' diye ayıpladı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
(Aişe'ye yönelerek):
"Ey Aişe, bırak onu, (dilediğini sorsun!) Öyle olmasa (çocuklarda anne tarafına) benzerlik
olur mu? Kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelirse, çocuk dayılarına benzer; erkeğin suyu
kadınınkine üstün gelirse, çocuk amcalarına benzer '' buyurdular.''
MüsIim, Hayz 33, (314); Muvatta, Tahâret 84, (1, 51); Ebu Dâvud, Tahâret 96, (237); Nesâi,
Tahâret, 131, (1,112, 113).
3714 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şu ziyade var: ". . .Erkeğin suyu koyu ve beyazdır.
Kadının suyu sarı ve akışkandır. Bunlardan hangisi üstün olur veya öne geçerse, benzerlik
hâsıl olur."
Müslim, Hayz 30, (311); Buhari, Menâkıbu'l-Ensâr 49.
3715 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "ResuIuIIah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Her bir kılın dibinde cünüblük vardır. Saçları yıkayın, deriyi paklayın.''
Ebu Dâvud, Taharet 98, (248); Tirmizi, Tahâret 78, (106).
3716 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim, yıkamadan tek bir saç kılının dibini kuru bırakırsa, ateşte nice nice azablara düçar
olacaktır."
Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Bu(nu işitmem) sebebiyle başıma düşman oldum. Bu
sebeple başıma düşman oldum, Bu sebeple başıma düşman oldum.'' Nitekim Hz. Ali saçlarını
keserdi.''
Ebu Dâvud, Taharet 98, (249).
3717 - Hz. Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
cenâbetten temizlenmek hususunda sorulmuştu. Buyurdular ki: "Erkek ise, saçını açsın ve su
kılların dibine varıncaya kadar yıkasın. Kadın ise, saçını(n örgüsünü) açmamasının ona bir
zararı yok. Başına elleriyle üç kere su avuçlayıp döksün.''
Ebu Dâvud, Tahâret 100, (255).
3718 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) cenabetten
gusledince önce ellerini yıkamaktan başlardı, sonra namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra
parmaklarını suya batırır, onIarla saç diplerini hilallerdi. Deriyi ıslattığı kanaati hâsıl olunca
tepesinden üç kere su dökerdi. Sonra da bedeninin geri kalan kısımlarını yıkardı. En sonra da
ayakIarını yıkardı.''
3719 - Bir diğer rivayette: ".Suya sokmazdan önce ellerini yıkayarak başlardı'' denmiştir.
3720 - Bir başka rivayette: "Sağ elini yıkayarak başlar, onun üzerine su döker, sonra sağ eliyle
vücudundaki ezâ'nın üzerine su döker, sol eliyle de onu yıkardı. '' denmiştir. Bu Sahiheyn'in
lafzıdır.
3721 - Ebu Dâvud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) der ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), başı üzerine üç kere su dökerdi: Biz ise, örmelerimiz
sebebiyle beş kere dökerdik."
3722 - Sahiheyn'in bir rivayetinde şöyle denir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
cenabetten yıkandığı zaman (süt sağılan şab gibi) bir kab(ta su) isterdi. Onu eliyle tutar,
başının sağ tarafını yıkayarak başlar, sonra da sol kısmını yıkardı. Sonra iki avucuyla su alır,
onlarla başına dökerdi."
3723 - Buhari'nin diğer bir rivayetinde (Hz. Aişe) şöyle demiştir: "(Resulullah'ın
zevcelerinden) birimiz cenâbet olduğu vakit, eliyle üç kere başının üzerine su döker, sonra
eliyle üç kere sağ tarafına su döker, diğer eliyle de sol tarafın dökerdi."
Buhari, Gusl 1,15,19; Müslim, Hayz 35, (316); Muvatta, Tahâret 67, (1, 44), 80, (1,45); Ebu
Dâvud, Tahâret 98, (240, 241, 242, 243, 244),100, (253); Nesâi, Tahâret 152, 153, 155, 156,
157, (1, 132-135); Tirmizi, Tahâret 76, ( 104).
3724 - Hz. Meymune (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
cenabetten yıkanırken ben O'na perde oldum, (şöyle yıkanmıştı):
Önce ellerini yıkadı. Sonra sağ eliyle (kaptan) solu üzerine su dökerek fercini ve (meniden)
bulaşanları yıkadı. Sonra elini duvara -veya yere- sürdü. Sonra namaz abdesti gibi abdest aldı,
ancak ayaklarını yıkamayı terketti. Sonra üzerine su döktü. Sonra ayaklarını çekip yıkadı.
Aleyhissalatu vesselam'ın cenabetten guslü işte böyledir."
Buhari, Gusl 1, 5, 7, 8, 10, 11, 16, 18, 21; Müslim, Hayz 4, (317); Ebu Dâvud, Tahâret 98,
(245); Tirmizi, Tahâret 76, (103); Nesâi, Tahâret 161, (1, 137), Gusl 15, (1, 204), 22, (1, 208).
3725 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babam) Ömer (radıyallahu anh)
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a cenâbetten nasıl yıkanacağını sordu. Aleyhissalatu
vesselam dedi ki:
"(Kişi) sağ eli üzerine su dökerek başlar, iki veya üç kere döker (ve ovalayıp yıkar). Sonra sağ
elini kaba sokar (avuçladığı suyu) ferci üzerine boşaltır, bu sırada sol eli ferci üzerindedir.
Dökülen su ile oralarındaki (meni bulaşığı)nı temizleninceye kadar yıkar. Sonra isterse elini
toprağa koyar, sonra sol eli üzerine, temizleninceye kadar su döker. Sonra üç kere ellerini
yıkar. İstinşakta bulunur (burnuna su çekip yıkar). Mazmaza yapar (ağzına su alıp yıkar).
Yüzünü ve kollarını üçer kere yıkar. Başına sıra gelince meshetmez, suyu döker (ve bedeninin
geri kalan kısmını yıkar).''
Nesâi Gusl 18, (1, 205, 206).
3726 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "(Bir gün) ey AIlah'ın Resulü! dedim. Ben
çok örgüsü olan bir kadınım. Hayız ve cenabetten yıkanırken örgüleri çözeyim mi?''
"Hayır! buyurdular, başının üzerine, ellerinle üç kere su avuçlayıp dökmen, sonra da bedenine
su döküp yıkanman sana yeterlidir.''
Müslim, Hayz 58, (330); Ebu Dâvud, Tahâret 100, (251, 252); Tirmizi, Tahâret 77, (105);
Nesâi, Tahâret 150, (1, 131).
3727 - Ubeyd İbnu Umayr el-Leysi anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ye, Abdullah İbnu
Ömer'in, kadınlara yıkandıkları zaman örgülerini açmalarını emrettiği haberi ulaşmıştı, şöyle
dedi:
"İbnu Ömer 'e hayret doğrusu! Kadınlara başlarını çözmelerini emrediyormuş, bir de traş
olmalarını emretmiyor mu? Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) aynı kaptan
(beraberce) yıkanırdık. Ben, başıma üç kere su dökmekten başka birşey yapmazdım (da
Resulullah müdahale edip "örgülerini de çöz '' demezdi)."
Müslim, Hayz 59, (331).
3728 - Katâde rahimehullah anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'in bize anlattığına göre,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tek bir gusülle, bütün hanımlarını dolaştığı olmuştur."
Buhari, Gusl 12, 24, Nikah 4, 102; Ebu Dâvud, Tahâret 75, (218); Tirmizi, Tahâret 106,
(140); Nesâi, Tahâret 170 (1,143).
3729 - Ebu Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), birgün
bütün hanımlarına uğradı. Her birisinin yanında ayrı ayrı yıkandı. Kendisine:
"Ey Allah'ın Resulü dedim, en sonunda bir kere yıkansanız olmaz mı?"
"(Olmasına olur, ancak) böyle yapmak daha temiz, daha hoş ve daha paktır!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Tahâret 86, (219).
3730 - Ebu Sa'idi'l-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz ehline temas eder, sonra tekrar etmek dilerse ikisi arasında abdest
alsın.''
Müslim, Hayz 27, (308); Ebu Dâvud, Tahâret 86, (220); Tirmizi, Tahâret 107, (141); Nesai,
Tahâret 107, (1,142).
3731 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yıkanır,
(sabahtan önce) iki rek'at namazla sabah namazını kılardı. Gusülden sonra Aleyhissalatu
vesselam'ın bir de abdest aldığını zannetmiyorum.''
Tirmizi, Tahâret 79, (107); Nesâi, Tahâret 162, (1,137); Ebu Dâvud, Tahâret 99, (250).
3732 - Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farak denen tek
bir kaptan beraber guslederdik.'' Süfyan der ki: "Bir farak üç sa'dır.''
3733 - Ebu Seleme'nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
'nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Aişe'nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) 'in cenâbetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa' miktarında bir kap
getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su
döktü ve dedi ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması işin
saçlarının başlarını alırlardı.''
Buhari, Gusl 2; MüsIim, Hayz 41, 42, (319, 320); Muvatta, Tahâret 68, (1, 44, 45); Ebu
Dâvud, Tahâret 97, (238); Nesai, Tahâret 144, (1, 127).
3734 - Muhammed el-Bâkır rahimehullah anlatıyor: "Hz. Cabir (radıyallahu anh)'in yanında
idik. Yanında gusülden soran bir grup insan vardı. Şöyle cevap verdi:
"Bir sa ' su sana yeter!'' Bir adam:
"Bana kâfi gelmez!'' diye itiraz etti. Hz. Câbir:
"Ama, saçı senden daha çok ve senden daha hayırlı olan zâta yetiyordu!'' dedi. Onun burada
kasdettiği "hayırlı zât '' Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) idi."
Buhari, Gusl 3, 4; Nesâi, Tahâret 144, (1,128). (İbnu Hacer, bu rivayetin Müslim'de
bulunmadığını söyler).
3735 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sarıdan mâmul bir kaptan su alarak yıkanırdık.''
Nesâi, Tahâret, 47, (9 8, 99).
3736 - Ya 'la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
açıkta (izarsız) yıkanan bir adam görmüştü. Derhal minbere çıkarak, Allah'a hamd ve senâda
bulunduktan sonra:
"Allah diridir ve ayıpları örtücüdür, hayayı ve örtünmeyi sever. Öyleyse biriniz yıkanınca
örtünsün'' buyurdu.''
Ebu Dâvud, Hamâm 2; Nesâi, Gusl 7, (1, 200).
3737 - Ebu's-Semh (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a hizmet
ediyordum. Yıkanmak isteyince:
"Bana enseni dön!'' derdi. Ben de ensemi dönerdim. Böylece ona perde olurdum.''
Nesâi, Tahâret 143, (1, 126).
3738 - Ümmü Hani Bintu Ebi Tâlib (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Mekke 'nin) Fethi gününde
Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın yanına gittim. O'nu yıkanır buldum. Kızı Fâtıma da bir
giyecekle O'na perde yapıyordu."
Müslim Hayz 70, (336).
3739 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yıkanmıştı. (Kurulanması için) bir havlu getirildi. Onunla kurulanmayıp:
"Su(yun) ıslaklığı ile böyle (daha iyi)!'' buyurdular.''
Nesâi, Taharet 162, (1, 138).
3740 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Namaz elli vakitti cenâbetten gusül de
yedi defa idi. Elbiseden sidiğin yıkanması da yedi defa idi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (azaltmasını Cenab-ı Hak'tan) taleb ede ede namaz beş'e, cenabetten gusül bire,
elbiseden sidiğin temizlenmesi bir kereye indirildi.''
Ebu Dâvud, Tahâret 98, (247).
3741 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bazen Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
cenabetten yıkanır, sonra (üşümüş olarak gelip) bana sokulup benim ısıtmamı isterdi, ben de
O'nu bağrıma bastırıp ısıtıyordum. Bundan dolayı ben ayrıca yıkanmıyordum."
3742 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah cenabetten yıkanırken başını
hıtmi (denen otla) yıkardı. Bununla yetinir, (hıtmili su) üzerine ayrıca su dökmezdi."
Ebu Davud, Tahâret 101, (256).
3743 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
beraberinde ihramlı ve ihramsız her iki durumda da buIunduk. Bu esnada saçlarımız
yapıştırılmış bulunduğu halde yıkanırdık.''
Ebu Dâvud, Tahâret 100, (254).
3744 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünüb
olmadıkça her halimizde bize Kur'an okutup ta'lim ederdi."
3745 - Nesâi'nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
heladan çıkınca Kur'an okutur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O'nunla
Kur'an arasına perde olmazdı.''
Ebu Dâvud, Tahâret 91, (229); Tirmizi, Tahâret 111, (146); Nesai, Tahâret 171, (1, 144).
3746 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre O cünüb kimsenin Kur'an
okumasında bir beis görmezdi."
Rezin tahric etmiştir. Buhari bab başlığında muallak olarak kaydetmiştir. Buhâri, (Hayz 7).
3747 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam), cünübken
uyumak istediği takdirde fercini yıkar ve namaz abdestiyle abdest alırdı.''
3748 - Müslim'in bir rivayetinde: ". .Yemek veya uyumak istediği zaman namaz abdestiyle
abdest alırdı '' denmiştir.
3749 - Müslim'in, Abdullah İbnu Ebi Kays 'tan yaptığı diğer bir rivâyette Abdullah der ki:
"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ya Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vitir namazından
sordum. '' Hadisi zikreder. Hadiste şu ibare de var:
"Hz. Aişe'ye: "Resulullah cünübken ne yapardı, uyumadan önce yıkanır mıydı? Veya
yıkanmadan önce uyur muydu?'' diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bunların hepsini
yapardı. Bazan yıkanır ve sonra uyur, bazan abdest alır ve uyurdu." Bunu işitince:
"Bu meselede genişlik koyan Allah'a hamdolsun!" dedim..."
3750 - Ebu Dâvud 'un rivâyetinde, Gudayf İbnu'I-Hâris der ki: "Hz. Aişe (radıyallahu an
hâ)'ye sordum:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenabetten gecenin başında mı yıkanırdı sonunda mı?"
"Bazan başında, bazan da sonunda yıkanırdı." dedi. Ben:
"Allahuekber! Bu meselede genişlik veren Allah 'a hamdolsun!'' dedim ve tekrar sordum.
"Vitir namazını gecenin evvelinde mi kılardı, âhirinde mi?''
"Bazan evvelinde bazan âhirinde kılardı '' dedi. Ben:
"Allahuekber! Bu meselede genişlik veren Allah'a hamdolsun!'' dedim ve tekrar sordum:
"Resulullah (aleyhlssalâtu vesselâm) Kur'ân'ı açıktan mı okurdu sessiz mi okurdu?"
"Bazan açıktan okur bazan da sessiz okurdu'' dedi. Ben:
"Allahuekber! dedim. Bu meselede kolaylık koyan Allah'a hamdolsun!''
3751 - Tirmizi ve Ebu Dâvud 'un bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam), cünübken uyur ve hiç suya dokunmazdı."
Tirmizi der ki: "Hz. Aişe'den, Aleyhissalatu vesselam'ın uyumazdan önce abdest aldığı da
rivayet edilmiştir ve bu rivayet en sahih olanıdır."
3752 - Nesai'nin bir rivayetinde: "Resulullah aleyhissalatu vesselam yemek veya içmek
istediği zaman ellerini yıkar sonra yer içerdi" denmiştir.
Buhari, Gusl 27, 25; Müslim, Hayz 21, (305, 307); Muvatta, Taharet 77, (1, 47, 48); Ebu
Dâvud, Tahâret 88, 90 (222, 223, 224, 226, 228); Salât 343, (1437); Tirmizi, Tahâret 87, (118,
119); Nesâi, Tahâret 163, 164, 165, 166 (1,138-139), Gusl 4, 5, (1, 199).
3753 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh),
geceleyin Cünüb olduğunu, (ne yapması gerektiğini) sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Abdest
al, uzvunu yıka, sonra uyu!" buyurdular. "
Buhari, Gusl 27, 25; Müslim Hayz 25, (306); Muvatta, Tahâret 76 (1, 47); Ebu Dâvud,
Tahâret 87, (221); Nesâi, Tahâret 167, (1,140) ; Tirmizi, Tahâret 88, (120). Bu metin
Sahiheyn'e aittir.
3754 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhümâ, cünübken uyumak veya
yemek istediği zaman, yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkar, başını mesheder, sonra yer
veya uyurdu.''
Muvatta, Taharet 78, (1, 48).
3755 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselâm) Medine sokaklarından birinde kendisine rastlamıştır. Ebu Hüreyre bu sırada cünüp
olduğu için, Aleyhissalatu vesselam'ın nazarından sıvışarak gidip yıkanır gelir. Gelince
Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Ebu Hüreyre neredeydin?'' diye sorar.
"Ben cünübtüm, pis pis sizinle oturmak istemedim'' cevabında bulunur. Aleyhissalatu
vesselam:
"Sübhânallah! (bilmez misin ki) müslüman pis olmaz!" ferman eder.
Buhari, Gusl 23, 24; Müslim, Hayz 115, (371); Ebu Dâvud, Tahâret 97, (231); Tirmizi,
Tahâret 89, (121); Nesâi, Tahâret 172, (1, 145, 146).
3756 - Huzeyfe İbnu'I-Yemân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la bir gün karşılaştığımızda cünüb idim, hemen yolumu çevirip gidip yıkandım.
Bilahare gelince:
(Böyle sizi görünce alelacele sıvışmamın sebebi) cünüb olmam idi!' dedim. Aleyhissalâtu
vesselam:
"Müslüman (cenabetle) pis olmaz ki!'' buyurdular.''
3757 - Nesâi 'nin rivayetinde hadis şöyledir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm),
Ashabından bir erkekle karşılaşınca onu mesheder ve ona dua ediverirdi. Bir gün erken
vakitte Aleyhissalâtu vesselam'ı (sokakta) gördüm. Hemen yolumu ondan çevirdim. (Eve
gidip yıkandıktan sonra) güneş yükselince yanına geldim. Bana:
"(Sabahleyin) seni görmüştüm, hemen yolunu benden çevirdin!'' buyurdular. Ben de
açıkladım:
"Çünkü ben cünübtüm (bu halde) bana dokunmanızdan korktum.''
"Şurası muhakkak ki dedi Aleyhissalâtu vesselam, mü'min necis olmaz!''
Müslim, Hayz 116, (372); Ebu Dâvud, Taharet 92, (230); Nesâi, Tahâret 172, (1, 145).
3758 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor. "Namaza kalkılıp saflar düzlenmişti ki
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi, namazgâhına geçti. O anda cünüb olduğunu hatırları.
Bize: "Yerinizde durun!" deyip, hemen ayrılıp yıkanmaya gitti. Gusledip dönünce başından
henüz su damlıyordu. Tekbir getirdi, namaza durdu, beraber namaz kıldık..."
3759 - Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sabah
namazını kıldırmak üzere (mescide) girmişti. Eliyle "Yerinizde durun!" diye işaret buyurdu
(ve çıktı). Sonra başından su damladığı halde geri geldi ve cemaate namazlarını kıldırdı."
3760 - Bir rivayette: "...Namazıa tamamlayınca: "Ben de bir insanım. (İlk geldiğimde)
cünübtüm" buyurdu" denmiştir.
Buhari, Gusl 17, Ezan 24, 25; Müslim, Mesacid 157, (605); Muvatta, Taharet 79, (1, 48); Ebu
Davud, Taharet 94, (234, 235); Nesai, İmamet 14, (2, 81, 82).
3761 - Süleyman İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh halka sabah
namazını kıldırdı ve arkadan Curuf nam mevkideki arazisine gitti. Orada, elbisesinde meni
bulaşığı gördü.
"Biz dedi, yağlı yeyince, damarlarımız gevşedi (bu yüzden ihtilam olduk)."
Derhal yıkandı ve elbisesinde gördüğü meni bulaşığını da yıkadı. Sonra, namazını iade etti."
3762 - Bir başka rivayette "meni" kalimesinden sonra şu ibare yer alır: "Halkın işini üzerime
alalıdan beri ihtilam olmaya başladım" dedi. Derhal yıkanıp elbisesinde gördüğü bulaşığı
yıkadı. Sonra kuşlukta güneş tam olarak yükselince namazını kıldı."
Muvatta, Taharet 80, 81, 82, (1, 49).
HAYIZLI VE NİFASLI KADINLARIN YIKANMASI
3763 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ensardan bir kadın, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a hayızdan nasıl yıkanacağını sordu. Bunun üzerine, Aleyhissalatu vesselam da nasıl
yıkanacaksa öyle emretti ve dedi ki:
"Miske bulanmış bir (bez, pamuk vs.) parçası al. Onunla temizlen!"
"Onunla nasıl temizleneceğim?" diye kadın tekrar sordu. Resûlullah:
"Onunla temizlen!" buyurdu. Kadın tekrar etti: "Nasıl?"
Resûlullah:
"Sübhânallah! temizlen!" dedi. (Baktım ki anlamıyor;) kadını kendime çektim ve: "O parçayı,
kan bulaşığına tatbik et" dedim.."
Buhari, Hayz 13, 14, İ'tisam 24; Müslim, Hayz 60, 61, (332); Ebu Davud, Taharet 122, (314,
315, 316); Nesai, Taharet 159, (1, 135 - 137).
3764 - Diğer bir rivayette: "...misklenmiş bir parça al, üç kere yıka!" buyurdu. Sonra
Aleyhissalatu vesselam utanarak yüzünü çevirdi" denmiştir.
Bu Sahiheyn'in metnidir.
3765 - Müslim'in diğer bir rivayetinde metin şöyledir: "Esma -ki Bintu Şekel'dir- radıyallahu
anha, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a, hayızdan nasıl yıkanacağını sormuştu. Şöyle cevap
verdi:
"Sizden biri, suyunu ve sidresini alır, sonra temizlenir, ve temizliğini de güzel yapar. Sonra
başına suyu döker, başını şiddetli şekilde eliyle ovalar, ta ki su saçın diplerine kadar ulaşsın.
Sonra üzerine su döker. Sonra misklenmiş bir (bez) parçası alır, onunla temizlenir!"
Esmâ: "Onunla nasıl temizlenir?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Sübhanallah! Onunla
temizlen!" dedi. Hz. Aişe radıyallahu anha -sanki sözünü gizlemek isteyerek (fısıldayarak)-
kadına: "Onu kan bulaşığına tatbik et" dedi. Esma der ki: "Cenabetten yıkanma hususunda da
sordum. Bana: "Su al, temizlen ve temizliği güzel kıl veya temizliği mübalağalı yap, sonra
başına su dök ve onu ovala, ta su diplerine varıncaya kadar. Sonra üzerine su dök!" dedi. Aişe
radıyallahu anha devamla der ki: "Ensar kadınları ne iyi kadınlardı, haya onların dinlerini
öğrenmelerine mani olmadı."
Müslim, Hayız 61, (332).
3766 - Ümeyye İbnu Ebi's-Salt, Beni Gıfarlı -isminde zikrettiği- bir kadından nakleder ki,
kadın şöyle demiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, beni devesinin döşüne serilen
örtünün üzerine bindirdi." Kadın devamla der ki: "Allah'a yemin olsun, sabahleyin indi ve
deveyi ıhtırdı. Ben de terkiden indim... Örtüde benden bulaşan kan vardı. Bu benim ilk hayız
kanım idi. Görünce deveye doğru sıçradım ve utandım.. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bendeki bu hali farkedip, kanı da görünce:
"Neyin var? Belki de hayız oldun?" buyurdular. Ben "Evet!" dedid. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm: "Öyleyse (hayız görenlerin tedbirlerine başvurarak) kendine çekidüzen ver. Sonra
da bir su kabı al, içerisine tuz at. Sonra örtüye değen kanı yıka, sonra bineğine dön!" ferman
buyurdular.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber'i fethettiği zaman ganimetten bize de bağışta
bulundu.
(Ümeyye Bintu Ebi's-Salt) der ki: "(Gıfarlı sahabiyye), suyuna tuz katmadan hayız kanını
yıkamazdı. Öldüğü zaman cenazesinin yıkanacağı suya da tuz atılmasını vasiyet etmiştir."
Ebu Davud, Taharet 122, (313).
CUMA VE BAYRAM GUSLÜ
3767 - Ebu Sa'id radıyallahu ahn anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cuma guslü her muhtelime (büluğa erene) vacibtir. Misvaklanması, bulduğu takdirde koku
sürünmesi de öyle:"
Buhari, Cuma 2, 3, 12, Ezan 161; Şehadat 18; Müslim, Cuma 5, (846); Muvatta, Cuma 4, (1,
102); Ebu Davud, Taharet 129, (341); Nesai, Cuma 6, 8, (3, 92 - 93).
3768 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh derdi ki: "Cuma günü gusletmek, her muhtelim'e
(büluğa ermiş kimseye) tıpkı cenabet guslü gibi vacibtir."
Muvatta, Cuma 2, (1, 101).
3769 - Bera İbnu Azib radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Müslümanların cuma günü yıkanmaları, üzerlerine hak olmuştur. Her biri
ailesinin kokusundan sürünsün. (Koku) bulamazsa, su onun sürünme maddesi olsun. Yani
hem yıkansın hem koku sürünsün, koku yoksa, artık, su (yıkanma) ile yetinsin."
Tirmizi, Salat 381, (525).
3770 - Ubeydullah İbnu's-Sebbak rahimehullah'tan gelen bir rivayette, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm cumalardan birinde şöyle buyurmuştur: "Ey müslümanlar! Bu öyle bir
gündür ki, Allah Teâla Hazretleri onu (sizlere) bayram kılmıştır, öyleyse yıkanın. Kimin
yanında bir tiyb (sürünme maddesi) varsa ondan sürünmesinde bir zarar yoktur. Size misvakı
da tavsiye ediyorum."
Muvatta, Taharet 113, (1, 65 - 66); İbnu Mace, İkametu's-Salat 83, (1098). (İbnu Mace'de
rivayet mevsuldur).
3771 - İbnu Ömer ve Ebu Hüreyre radıyallahu anhüm anlatıyor: "Cuma günü, Ömer İbnu'l-
Hattab hutbe verirken, Osman İbnu Affan mescide girdi. Ömer radıyallahu anh minberden
ona seslendi: "Vaktin farkında mısın, (niye cumaya geciktin!)"
Hz. Osman:
"Bugün meşguliyetim vardı. Eve gelir gelmez ezanı işittim. Abdest almanın dışında bir
oyalanmam da olmadı!" açıklamasında bulundu.
Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Keza abdest(le yetinmen de bir eksiklik). Biliyorsun, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize
yıkanmayı da emretmişti."
3772 - Ebu Hüreyre'nin bir hadisinde: "(Hz. Ömer, Hz. Osman'a:) "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın: "Biriniz cumaya giderken yıkansın" dediğini duymadın mı?" demiştir.
Buhari, Cuma 4; Müslim, Cuma 3, (845); Muvatta, Cuma 3, (1, 101, 102); Ebu Davud,
Taharet 129, (340); Tirmizi, Salat 255, (493).
3773 - İkrime rahimehullah anlatıyor: "Iraklılardan bir grup kimse İbnu Abbas radıyallahu
anh'a gelerek: "Cuma günü gusletmek vacib midir ne dersin" diye sordu. İbnu Abbas şu
açıklamayı yaptı: "(Farz değil), ancak temizliğe çok uygundur ve gusleden için pek hayırlıdır.
Yıkanmayan üzerine de vacib değildir. Ben size guslün nasıl başladığını anlatayım: "İnsanlar
meşakkatli işler yapıyorlar ve yünlü elbiseler giyiyorlardı. Çalışmaları çoğunlukla sırtlarında
yük taşımak şeklinde oluyordu. Mescidleri dardı ve tavan alçaktı, yani arîş (denen üzeri
hurma dallarıyla örtülmüş çardak) şeklindeydi. Sıcak bir günde Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm (minbere) çıktı. Cemaat yün elbiselerin içinde terlemişti. (Terleri sebebiyle)
onlardan çıkan kokular ortalığı sardı ve herkesi rahatsız etti. Koku Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a da uzanınca: "Ey insanlar, bu gün gelince yıkanın. Ayrıca herkes, bulabildiği en
güzel kokuyu sürünsün!" buyurdular."
İbnu Abbas açıklamasına devam etti: "Bilahare Cenab-ı Hakk'ın lütfu yetişti (bolluk arttı),
herkes yünlüden başka elbiseler giydiler, çalışmaları hafifledi, mescidleri genişletildi.
Birbirlerini rahatsız eden terlerin bir kısmı ortadan kalktı."
3774 - Sahiheyn'in Tâvus'tan kaydettikleri rivayette, Tâvus der ki: İbnu Abbas radıyallahu
anhüma'ya sordum: "Halk, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Cuma günü yıkanın,
başlarınızı da yıkayın, cünüb olmasanız dahi!. Ayrıca koku da sürünün!" buyurduğunu
söylüyorlar, (ne dersiniz, doğru mudur?)"
İbnu Abbas şu cevabı verdi: "Guslü emretmesi doğrudur. Kokuya gelince, o hususta bir şey
bilmiyorum!"
Ebu Davud, Taharet 130, (353); Buhari, Cuma 6; Müslim, Cuma 8, (848).
3775 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Cuma günü kim abdest alırsa bununla (o, sünneti yerine getirmiş, fazilete
ermiş) olur ve (sünneti yapmış olma) nimetine erer. Ama cuma günü kim de guslederse (bilsin
ki) gusül daha faziletlidir."
Ebu Davud, Taharet 130, (354); Tirmizi, Salat 357, (497); Nesai, Cuma 9, (3, 94).
3776 - Yahya İbnu Said rahimehullah anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: "Sizler, günlük iş takımınızdan hariç bir de cuma
takımınız olsa ne kaybedersiniz?"
Muvatta, Cuma 17, (1, 110); Ebu Davud, Salat 219, (1078); İbnu Mace, İkametu's-Salat 83,
(1095).
3777 - Nâfi' rahimehullah der ki: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma ihramlı olmadıkça yağlanıp
kokulanmadan cumaya gitmezdi."
Muvatta, Cuma 17, (1, 110).
3778 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın, Fıtır bayramında, musallaya gitmezden önce
yıkandığı rivayet edilmiştir.
Muvatta, Iydeyn 2, (1, 177).
3779 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her müslüman yedi günde bir kere yıkanmalıdır, bu gün de cuma günü olmalıdır."
Nesai, Cuma 8, (3, 93).
ÖLÜNÜN YIKANMASI VE ÖLÜ YIKAYANIN YIKANMASI
3780 - Ümmü Atiyye el-Ensariye radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, kızı (Zeyneb radıyallahu anha) vefat ettiği zaman yanımıza girdi ve: "Onu sidreli su
ile üç veya beş veya -gerek görürseniz- daha fazla yıkayın. Sonuncu yıkamaya kafûr koyun.
Yıkama işini bitirdiniz mi bana haber verin!" buyurdu. İşimiz bitince Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı çağırdık. Bize kendi izarını verdi ve: "Ona, önce bunu sarın!" dedi."
Buhari, Cenaiz 12, 8, 9, 10, 11, 13 - 17; Müslim, Cenaiz 36, (939); Muvatta, Cenaiz 2, (1,
222); Ebu Davud, Cenaiz 33, (3142 - 3146); Tirmizi, Cenaiz 15, (990); Nesai, Cenaiz 28, 30 -
36, (4, 28 - 32).
3781 - Bir diğer rivayette: "Onu üç, beş, yedi ve daha fazla olmak üzere tek olarak yıkayın.
Sağ tarafından ve abdest uzuvlarından yıkamaya başlayın" buyurdu" denmiştir. aynı rivayette
Ümmü Atiyye radıyallahu anha: "Yıkayan kadınlar, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
kızının başına üç örgü yaptılar. (Şöyle ki): Önce saçının örgülerini bozdular sonra yıkadılar,
en sonda tekrar üç örgü yaptılar."
Süfyan der ki: "Örgünün ikisi yanda biri alnında idi."
Buhari, Cenaiz 12, 8, 9, 10, 11, 13 - 17; Müslim, Cenaiz 36, (939); Muvatta, Cenaiz 2, (1,
222); Ebu Davud, Cenaiz 33, (3142 - 3146); Tirmizi, Cenaiz 15, (990); Nesai, Cenaiz 28, 30 -
36, (4, 28 - 32).
3782 - Bir diğer rivayette: "Biz saçına üç örgü ve örgüleri arkasına koyduk" denmiştir.
Buhari, Cenaiz 12, 8, 9, 10, 11, 13 - 17; Müslim, Cenaiz 36, (939); Muvatta, Cenaiz 2, (1,
222); Ebu Davud, Cenaiz 33, (3142 - 3146); Tirmizi, Cenaiz 15, (990); Nesai, Cenaiz 28, 30 -
36, (4, 28 - 32).
3783 - Ümmü Kays Bintu Mihsan radıyallahu anha anlatıyor: "Oğlum ölmüştü. Bu sebeple
çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye: "Oğlumu soğuk su ile yıkama, oğlumu öldüreceksin!"
dedim. Bunun üzerine Ukkâşe İbnu Mihsan radıyallahu anh hemen Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a gidip benim söylediklerimi haber verdi. Resûlullah tebessüm buyurup: "Böyle mi
söylüyor! Onun ömrü uzadı." Biz, onun gibi uzun yaşayan bir başka kadın bilmiyoruz" dedi."
Nesai, Cenaiz 29, (4, 29).
3784 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Kim
ölü yıkarsa, yıkansın" buyurdular." Ebu Davud'un rivayetinde: "Kim de cenaze taşırsa
abdestlensin" ziyadesi mevcuttur.
Ebu Davud, Cenaiz 39, (3161); Tirmizi, Cenaiz 17, (993).
3785 - Naciye İbnu Ka'b anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh dedi ki: "Ebu Talib ölünce
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip: "Dalâlette olan ihtiyar amcan öldü" dedim. Bana:
"Git babanı göm! Sonra, bana gelinceye kadar hiçbir şey yapma!" buyurdular. Ben de gidip
gömdüm ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip haber verdim. Bunun üzerine bana
yıkanmamı emir buyurdular ve yıkandım.. Sonra bana dua ediverdi (ancak duayı
ezberleyemedim)"
Ebu Davud, Cenaiz 70, (3214); Nesai, Taharet 128, (1, 110), Cenaiz 84, (4, 79).
3786 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah, dört şeyden dolayı guslederlerdi:
Cenabet, cuma, hacâmat, ölü yıkamak."
Ebu Davud, Cenaiz 39, (3160).
3787 - Nafi anlatıyor. "İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Said İbnu Zeyd'in bir oğluna
mübaşereten tahnit yaptı ve (kabre) taşıdı. Sonra mescide girip, abdest almaksızın namaz
kıldı."
Buhari, Cenaiz 8, Bab başlığında senetsiz olarak rivayet etmiştir. Muvatta, Taharet 18, (1, 25).
3788 - Abdullah İbnu Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm anlatıyor: "Hz. Ebu
Bekr'in hhanımı Esma Bintu Umeys radıyallahu anhüma vefat ettiği zaman Hz. Ebu Bekr'i
yıkadı. Sonra (dışarı) çıkıp, cenazenin yanında hazır bulunan muhacirlere: "Ben oruçluyum.
Şu gün de, çok soğuk bir gün. Bana gusül gerekir mi?" diye sordu. Hepsi birden, "Hayır!"
dediler."
Muvatta, Cenaiz 3, (1, 223).
MÜSLÜMAN OLUNCA GUSÜL
3789 - Kays İbnu Asım radıyallahu anh anlatıyor: "Müslüman olmak arzusuyla Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelmiştim. Bana su ve sidre ile yıkanmamı emir buyurdu."
Ebu Davud, Taharet 131, (355); Tirmizi, Salât 429, (605); Nesai, Taharet 127, (1, 109).
Tirmizi ve Nesai'nin bir rivayetinde: "(Kays) müslüman oldu. (Resûlullah) ona yıkanmayı
emretti" denmiştir.
3790 - Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an ceddihi'nin anlattığına göre (ceddi Küleyb),
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek: "Müslüman oldum!" der. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm: "Üstünden küfür saçını at!" der ve traş olmasını söyler. Useym'in
babası dedi ki: "Bana bir başka (sahabi)nin bildirdiğine göre Aleyhissalatu vesselam,
beraberinde olan bir diğerine de: "Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!" buyurmuştu."
Ebu Davud, Taharet 131, (356).
HAMMAM HAKKINDA
3791 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadınları da
erkekleri de halmama girmekten nehyetmişti. Sonradan izarlarına sarınmış olarak erkeklerin
girmesine izin verdi."
3792 - Bir başka rivayette şöyle denmiştir. "Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanına, Şamli
kadınlardan bir grup girmişti. Hz. Aişe: "Sizler herhalde, hanımları hamamlara giren
bölgedensiniz!" dedi. Kadınlar: "Evet!" diye cevap verdiler. Hz. Aişe: "Ama ben Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Elbisesini evinden hariç bir yerde çıkaran her kadın, mutlaka
Allah'la kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur" dediğini işittim" buyurdu.
Ebu Davud, Hammam 1, (4009, 4010); Tirmizi, Edeb 43, (2803, 2804).
3793 - Abdullah İmnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Size Acem diyarının fethi müyesser olacak. Oralarda hammam
denen evlere rastlıyacaksınız. Sakın ola erkekler onlara izarsız girmesinler. Nifâs veya
hastalık hali dışında kadınların oralara girmesine izin vermeyin."
Ebu Davud, Hammam 1, (4011).
3794 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah ve ahiret gününe inanan kimse izarsız hammama girmesin. Kim Allah'a ve ahirete
inanıyorsa, bir özrü olmadan hanımını hammâma sokmasın. Kim Allah'a ahirete, inanıyorsa
üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın."
Tirmizi, Edeb 43, (2802); Nesai, Gusl 2, (1, 198).
KADININ ARTIĞI İLE GUSÜL
6072 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve ehli; tek bir
kapta yıkanıyorlardı. Onlardan biri, arkadaşının (guslettiği suyun) artığı ile yıkanmazdı."
KADIN VE ERKEK AYNI KAPTAN GUSLEDER
6073 - Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm
ve zevceleri tek bir kaptan (su alarak) yıkanırlardı."
CÜNÜBKEN ABDESTSİZ UYUNUR MU
6136 - Ebu Saidi'I-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Kendisi geceleyin cünüb olur, o
halde uyumak ister. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ise, ona abdest alıp öyle uyumasını
emreder."
HER KILIN DİBİNDE CENABETLİK
6137 - Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Beş vakit namaz, cuma namazına kadar cuma namazı, emanetin edası, arada
cereyan eden (küçük günahlara kefarettir."
Ben: "Emanetin edası nedir?" dedim.
"Cenabetten gusuldür. Zira her kılın dibinde (yıkanması gereken) cenabetlik vardır"
buyurdular."
KADIN İHTİLAM OLUR MU?
6138 - Havle Bintu Hakim radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a "Rüyasında erkeğin gördüğü şeyi gören kadının hükmünü sormuş, Aleyhissalâtu
vesselâm da kendisine: "İnzal vaki olmadıkça gusül gerekmeyeceğini, tıpkı inzal olmadıkça
erkeğe de gusül gerekmediği gibi" şeklinde cevap vermiştir."
6139 - Amr İbnu şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "İki hitan (sünnet mahalli) birbirine kavuştu, (erkek
uzvunun) baş kısmı kayboldumu gusül vacip olur (inzal şart değildir)."
GUSÜL SIRASINDA PERDE
6140 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Sizden kimse açık arazide veya kendisini örtmeyen bir dam üstünde gusül yapmasın. O
kimseyi görmese de, kendisi (ruhaniler tarafından) görülmektedir."
HAYIZLI NASIL YIKANIR?
6145 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, ben adetli iken,
bana: "Saçını(n örgülerini) çöz ve yıkan" dedi."
Hz. Ali, kendi rivayetinde: "Başını çöz" demiştir."
AVRETE BAKMAMAK
6154 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın fercine hiç
bakmadım -veya "görmedim.-"
Ebu Bekr der ki: "Bu hadisi (Hz. Aişe'den) onun azadlı bir cariyesi rivayet etmiştir."
VÜCUDDA SU DEĞMEDİK KURU YER
6155 - İbnu Abbâs radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
cünüblükten yıkanmıştı. Gusülden sonra bir parça yerin kuru kaldığını farketti. Bunun üzerine
perçeminden (akıttığı su ile) orayı ıslattı."
İshâk, rivayetinde: "O kuru yerin üzerine saçını sıktı" demiştir."
6156 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
gelerek: "Ben cenabetten yıkanmış, sonra da sabah namazını kılmıştım, sonradan, bedenimde
tırnak kadar bir yere suyun değmemiş olduğunu farkettim (ne yapayım?)" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Eğer, orayı (ıslak) elinle meshetseydin bu sana yeterliydi" buyurdular."
GÜNAHLARI HATIRLAMAK
________________________________________
7268 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm bana: "Ey
Aişe! Ehemmiyetsiz görülen amellere karşı aman dikkatli ol! Çünkü onlar için de Allah
(tarafın)dan (vazifelendirilmiş) araştırıcı bir melek vardır."
7269 - Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
"Ümmetimden birkısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme dağları emsalinde
bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâla hazretleri o sevapları
saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar, kabul etmez)."
Sevban dedi ki : "Ey Allah'ın Resülü! Onları bize tavsif et, durumlarını açıkla da, bilmeyerek
biz de onlardan olmayalım!" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladılar:
"Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aIdığınız gibi onlar da
gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhâda başbaşa
kalınca o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler."
HACCIN FAZİLETLERİ
________________________________________
1138 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, cihâdı amellerin en
faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmiyelim mi?" Şu cevabı verdi:
"Ancak, cihâdın en efdal ve en güzeli hacc-ı mebrürdur. Sonra şehirde kalmaktır." Hz. Aişe
der ki: "Bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım."
Buhârî, Hacc 4, Cezâu's-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâî, Hacc 4, (5, 113). "Sonra şehirde kalmak"
cümlesi Buhârî'de yok.)
1139 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Telbiyede bulunan hiç bir Müslüman yoktur ki, onun sağında ve solunda
bulunan taş, ağaç, sert toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın, bu iştirak (sağ ve solunu
göstererek) şu ve şu istikâmette arzın son hududuna kadar devam eder."
Tirmizî, Hacc 14, (828).
1140 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Haccla umrenin arasını birleştirin. Zîra bunlar günhı, tıpkı körüğün demirdeki
pislikleri temizlemesi gibi temizler."
Nesâî, Menâsik 6, (5,115); İbnu Mâce, Menâsik 3, (2886).
1141 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir umre, diğer umreye arada işlenenler için
kefarettir. Hacc-ı Mebrûr'un karşılığı cennetten başka bir şey olamaz!"
Buharî, Umre 1; Müslim, Hacc 437, (1349); Tirmizî,Hacc 90, (933); Nesâî, Menâsik 3,
(5,112), 5, (5,115); İbnu Mâce, Menâsik 3, (2887); Muvatta, Hacc 65, (2, 346).
1142 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Beyt'i (Kâbe-i Muazzama'yı) kim elli defa tavaf ederse, günahlarından çıkar
ve tıpkı annesinden doğduğu gündeki gibi olur."
Tirmizî, Hacc 41, (866). Buradaki tavaftan maksad, şavtlar olmayıp, elli tam tavaftır.
1143 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, hacc veya umre için Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a (kadar)
ihrâma girerse, geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilir veya cennet kendisine vâzcib
olur." -Râvi, Resûlullah'ın hangisini dediği hususunda şekke düştü "
Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1741), İbnu Mâce, Menâsik 49, (3001-3002).
1144 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Ensâr'dan Ümmü Sinân adındaki bir kadına:
"Bizimle haccetmekten seni ne alıkoydu?" diye sordu. Kadın:
"Ebü fülânın (kocasını kasteder) sadece iki sulama devesi var. Biriyle o ve oğlu haca gitti.
Öbürü (ile de ben kaldım) arâzimizi suluyor (um)" dedi. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Öyleyse Ramazan'da (yapacağın) umre, (kaçırdığın) bir haccın veya benimle (yapmış
olacağın) bir haccın kazasıdır. Ramazan gelince umre yap. Zîra Ramazan'daki bir umre hacca
muâdil olur."
Buhârî, Umre 4, Cezâu's-Sayd 26; Müslim, Hacc 222; Nisâî, Sıyâm 6, (4,130).
1145 - Ebu Bekr İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Ben haccetmek için hazırlık yapmıştım. Bana (bir mâni) ârız oldu ne yapayım?"
"Ramazan'da umre yap, zira o ayda umre tıpkı hacc gibidir" buyurdu."
Muvatta, Hacc 66, (1, 347); Ebu Dâvud, Hacc 79, Tirmizî, Hacc 95, (939); Nesâî, Sıyâm 6,
(4,130); İbnu Mâce, Hacc (Menâsik) 45, (2991-2995).
1146 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zîra,
kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıl1arıyla, sınnaklarıyla gelecektir. Hayvanın
kanı yere düşmezden önce Allah indinde yüce bir mevkiye ulaşır. Öyle ise, onu gönül hoşluğu
ile ifâ edin."
Tirmizî, Edâhî 1, (1493); İbnu Mâce, Edâhî 3, (3126). Rezîn şunu ilave etmiştir: "Kurban
sahibine, hayvanın her bir tüyü için sevap vardır. "
1147 - Ebu Bekri's-Sıddîk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"Hangi hacc daha efdaldir?" diye sorulmuştu.
"Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban kesilerek yapılan hacc!" diye cevap verdi."
Tirmizî, Hacc 14, (827), Tefsir, Âl-i İmrân (3001).
1148 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Küçüğün, büyüğün, zyıfın, kadının cihadı hacc ve umredir."
Nesâî, Hacc 4, (5,114); İbnu Mâce, Menâsik 8, (2902).
HACCIN VÜCÛBU
1149 - Ebu Hüreyre hazretleri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bize şöyle hitab etti:
"Ey insanlar, size hacc farz kılınmıştır. Şu halde haccı edâ edin!"
Cemaatte bulunan bir adam:
"Her sene mi, Ey Allah'ın Resûlü?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm) cevap
vermedi. Adam sorusunu üç kere tekrar etti. Bunun üzerine:
"Ben sizi bıraktıkça siz de beni bırakın. (Madem ki sükût ettim, niye sormada ısrar
ediyorsunuz?) Şayet (sorunuza) "Evet!" deseydim, her yıl haccetmek vacib oluverirdi ve buna
güç yetiremezdiniz. Şunu bilin ki, sizden öncekileri helak eden şey, çok sual sormaları ve
peygamberleri hakkında ihtilaflarıdır. Size bir iş emrettiğim zaman, bunu gücünüz yettiğince
Îfa edin, bir yasaklamada bulunduğum vakit de ondan kaçının (bu emir ve yasakla ilgili olarak
aklınıza gelen her şeyi sormaya kalkmayın!)"
Buhârî,İtisam 4; Müslim, Hacc 412, (1337), Fedâil 130, (1337); Nesâî, Hacc 1, (5,110-111).
1150 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz
şöyle buyurdular:
"Kim kendisini Beytullahi'1-haram'a ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde
haccetmemişse onun Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zîra, Cenab-ı
Hakk şöyle buyurmuştur: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe'yi haccetmesi gerekir"
(Âl-i İmrân 97).
Tirmizî, Hacc 3, (812).
1151 - İbrzu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Akra' İbnu'1-Hâbis
(radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"Hacc her sene midir, ömürde bir kere midir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Bir keredir, fazla yapan nafile olarak yapmış olur!" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Hacc 1, (1721); Nesâî, Hacc 1, (5,111); İbnu Mâce, Menâsik 2, (2886).
1152 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "İslâm'da hacc yapmamak (saruret) yoktur."
Ebu Dâvud, Hacc 3, (1729).
1153 - Yine İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu
sözünü rivayet etmiştir: "Hacc yapmak isteyen acele davransın."
Ebu Dâvud, Menâsik 6, (1732).
1154 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan: "Umre
vacib midir?" diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Hayır! Ancak, umre yapmanız faziletli bir ameldir. "
Tirmizî, Hacc 88. (931).
1155 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın: "Umre vacibtir" dediği rivayet olunmuştur.
Tirmizî, Hacc 88, (931).
1156 - Yukarıdaki rivayetin bir benzeri İbnu Mes'ud'dan vapılmıştır. İbnu Mes'ud (radıyallahu
anh) hazretleri Şöyle kıraat ederdi: ve derdi ki: "Eğer günah olmasaydı -Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselàm)'dan bu mevzuda hiç bir şey işitmemiş olmama rağmen- umre vaciptir
derdim."
Rezîn ilavesi.
MÎKATLAR
1157 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "Hacc ayları Şevvâl, Zülkade ve Zilhicce'den
de on gündür."
Buharî, Hacc 33 (Tercüme yani bâb başlığı olarak senetsiz kaydetmiştir.)
1158 - Hişâm İbnu Urve (merhum) anlatıyor: "Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anhümâ)
Mekke'de dokuz yıl ikâmet etti. Bu esnada Zilhicce'nin hilâli ile yüksek sesle telbiyeye
başladı. (Kardeşi) Urve de onunla aynı şeyi yapardı"
Muvatta, Hacc 50, (1, 339).
1159 - Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Mekkelilere şöyle
hitab etti: "Ey Mekkeliler! Ne oluyor da uzak diyardan gelenler saçları dağınık vaziyette iken
sizler yağlanıyorsunuz? (Zilhicce) hilâlini görünce siz de telbiyede bulunun."
Muvatta, Hacc 49, (1, 339).
1160 - Atâ'ya: "Mücâvir (Mekke'de ikâmet eden) hacc için ne zaman telbiyede bulunur?" diye
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) mütemetti olarak gelince,
terviye günü, öğleyi kılıp, devesine bindi mi hacc için telbiyede bulunurdu."
Buharî, Hacc 82, (Tercüme yani bab başlığı olarak kaydedilmiştir. Senetsizdir.)
1161 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şunu söylemiştir: "Hacc için, sadece hacc aylarında
ihrama girmek sünnettendir."
Buharî, Hacc 33 (tercüme yani bab başlığı olarak kaydetmiştir).
1162 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Medineliler Zülhuleyfe'de, Şamlılar Cuhfe'de, Necidliler Karn'da ihrama girer,
telbiyeye başlar."
Buharî, Hacc 8, 5, 10, İlm 52, İ'tisam 16; Müslim, Hacc 1347, (1182); Muvatta, Hacc 22,
(1,330); Tirmizî, Hacc 17, (831); Ebü Dâvud, Menâsik 9, (1737); Nesâî, Hacc 17,18, 21,
(5,122-125).
1163 - Bir rivayette İbnu Ömer der ki: "Bizzat işitmemekle beraber, bana söylendiğine göre,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurmuştur ki: "Yemenliler de Yelemlem'de ihrâma
girerler. "
Buharî, Hacc 8, İlm 52, İ'tisâm 16; Müslim, Hacc 13-18 (1182).
1164 - Buharî'de gelen bir diğer rivayette belirtildiği üzere, bir zât (Abdullah İbnu Ömer'e)
gelerek: "Umre için nerede ihrama girmem câiz olur?" diye sorunca: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) mîkat yerleri olarak Necidliler için Karn'ı, Medineliler için
Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için Cuhfe'yi belirledi" demiş, başka bir mîkat yeri zikretmemiştir."
Buharî, Hacc 3.
1165 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Medineliler için Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için Cuhfe'yi, Necidliler için Karnu'l-Menâzil'i
Yemenliler için Yelemlem'i mîkat yerleri olarak ta'yin etmiştir. Bu yerler, ora ahalileri ve
oraya başka yerlerden hacc ve umre yapmak maksadıyla gelenler için mîkat yerleridir. Bu
söylenen mîkat yerlerinin berisinde (yani mîkatlarla Mekke arasında) bulunanlar için mîkat,
bulunduğu yerdir. Daha yakın yerde olanlar da böyledir. Nitekim Mekkeliler de Mekke'de
ihrama girerler."
Buharı, Hacc 7, 9, 11, 12, Cezâu's-Sayd 18; Müslim, Hacc 11, (2181); Ebü Dâvud, Menâsik 9,
(1737); Nesaî, Hac 20, 23, (5,123-125).
1166 - Bir rivâyette şöyle denmiştir: "Kim (mîkatlerin) berisinde ise, (niyeti) başlattığı yerde
ihram giyer, öyle ki, Mekkeliler Mekke'de (ihrama girerler).
Buharî, Hacc 7; Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1737).
1167 - Ebu z-Zübeyr anlatıyor: "Hz. Câbir (radıyallahu anh)'e ihrama girme yerinden
sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu hususta şöyle
söylediğini işittim. "Medineliler'in ihrama girme yeri Zülhuleyfe'dir. Diğer yol Cuhfe'dir.
IrakIılar 'ın ihrama girme yeri Zât-ı Irk'dır. Necidliler'in ihrama girme yeri Karnı'lMenâzil'dir.
Yemenliler'in ihrama girme yerleri Yelemlem'dir."
Müslim, Hacc 18, (1183).
1168 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Şu iki memleket (Basra ve Küfe) fethedildiği
zaman Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e halk gelip :
"Ey mü'minlerin emîri! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) Necidliler için Karn'ı (mîkat
olarak) tesbit etti. Orası bizim yolumuza sapa düşer. (Buradan) Karn'e gitmeye kalksak, bize
zor olur!" dediler. Hz. Ömer (radıyallahu anh) onlara:
"Öyleyse onun kendi yolunuzdaki hizasına bakın" dedi ve onlar için Zât-ı Irk'ı tesbit etti."
Buhârî, Hacc 13.
1169 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Iraklılar
için Zât-ı Irk'ı mîkat kıldı."
Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1739); Nesâî, Hacc 22, (5,125).
1170 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Meşrikliler için Akîk'i mîkat kıldı."
Ebu Dâvud, Menâsik 9, (1740); Tirmizî, Hacc 17, (832).
1171 - İmam Mâlik: "Bana ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ci'râne'de
umre için ihrâma girdi" demiştir.
Muvatta, Hacc 27, (1, 331); Ebu Dâvud, Hacc 81, (1996); Tirmizî, Hacc 96, (935); Nesâî,
Hacc 104, (5, 199)
1172 - Yine İmam Mâlikin, nazarında güvenilir (sika) bir kimseden rivayet ettiğine göre, İbnu
Ömer (radıyallahu anhümâ) İliyâ'da hacc ihrâmı giymiştir."
Muvatta, Hacc 26, (1, 331).
1173 - Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın: "Bir kimsenin Horasan veya Kirmân'da ihrama
girmesini mekruh addettiği" rivayet edilmiştir.
Buharî, Hacc 33, (Bab başlığında, senetsiz olarak kaydedilmiştir).
İHRAM VE HARAMLARI
1174 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Muhrim ne kamis (gömlek), ne
sarık, ne bürnus. ne şalvar ne de vers veya zaferân bulaşmış bir giysi taşımaz. Ayağında da
mest (ve benzeri ayakkabı) yoktur. Ancak nalın bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını
kesmelidir. "
Buharî'de şu ziyade var: "İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giymez."
Buharı,Hacc 21, Cezâu's-Sayd 13,15, İlm 53, Sâlât 9; Müslim, Hacc 1, (1177); Muvatta, Hacc
8, (1, 324-328); Tirmizî, Hacc 18, (833); Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1824, 1825,1826); Nesâî,
Hacc 28, (5,129).
1175 - Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den rivayete göre demiştir ki: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kadınları ihrâma girdikleri vakit eldiven kullanmaktan, yüzlerini
örtmekten ve vers ve za'ferân değmiş elbise giymekten yasakladı ve: "Buınlardan gayrı,
hoşuna giden elbise çeşitlerinden safranla boyanmış veya ipekli veya zinet veya şa1var veya
kamis veya mest giysin" dedi."
Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1827).
1176 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den gelen bir rivayette: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ihramlı iken mest giymede kadınlara ruhsat tanıdı" denmiştir.
Ebu Dâvud, Menâsik 33, (1831).
1177 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) hazretleri buyurdular ki: "Kim izar bulamazsa şalvar giysin, kim de nalın
bulamazsa mest giysin."
Buharî, Libâs 14, 37, Hacc 132, Cezâu's-Sayd 15, 16; Müslim, Hacc 4,(1178); Tirmizî, Hacc
19, (834); Ebu Dâvud, Hacc 32, (1829); Nesâî, Hacc 32, (5,132).
1178 - Nâfı'nin anlattığına göre, Eslem Mevlâ Ömer'in, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e
şöyle söylediğini işitmiştir: "Ömer (radıyallahu anh), Hz. Talha (radıyallahu anh)'nın
üzerinde, ihramlı iken boyalı bir giysi görmüştü. "(Ey Talha) bu boyalı giysi de ne?" diye
sordu. (Talha cevaben): "Ey mü'minlerin emîri, bu kızıl toprakla boyanmıştır!" dedi. Ömer
(radıyallahu anh):
"Ey azizler, sizler halkın imamlarısınız, halk sizlere uymaktadır. Eğer câhil biri bu elbiseyi
görse: "Talha İbnu Ubeydillah, ihramda boyalı elbise giymiş" diyecek. Ey azizler, bu boyalı
elbiselerden hiçbirini giymeyin!" dedi"
Muvatta, Hac 10, (1, 326).
1179 - Urve anlatıyor: "Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ), ihramlı olduğnu halde,
sarı renkli giysiler giyerdi. Ancak bunlarda za'ferân olmazdı."
Muvatta, Hacc 11, (1, 326).
1180- Ya'lâ: İbnu Umeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ciirrâne'de iken, umre için ihrama girmiş bir adam geldi. Adamın sakal ve saçları sarıya
boyanmış, sırtında da za'ferân lekeleri bulunan bir cübbe vardı.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedi, şu gördüğün vaziyette, umre için ihrâma girdim!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Şu cübbeyi çıkar, sarı boyayı da yıka!" diye emretti."
Buharî, Umre 10, Cezâu's-Sayd 16, 17, Megâzî 56, Fedailu'l,Kur'ân 2; Müslim, Hacc 6,
(1180); Muvatta, Hacc 18, (1, 328-329); Tirmizî,Hacc 20, (835, 836); Ebu Dâvud, Menâsik
31, (1819-1822);Nesâî, Hacc 43, (5,142-143).
Bu metin, Sahiheyn'deki metindir. Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Umrede
iken, hacda yaptığını yap. "
1180 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in: "İhramlının mıntıka takmasını mekruh addettiği"
rivayet edilmiştir.
Muvatta, Hacc 12, (1, 326).
1181 - Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Bana, el-Ferâfısa İbnu Umeyr el-Hanefi haber
verdi ki, O, Hz.Osman (radıyallahu anh)'ı, ihramlı iken yüzünü örter görmüş."
Muvatta, Hacc 13, (1, 327).
1182 - Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Başın çeneden
yukarısını ihramlı kimse örtemez."
Muvatta, Hacc 13, (1, 327).
1183 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz (kadınlar) ihramlı olarak Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber iken, binekliler bize uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince,
herbirimiz cilbabını başından yüzünün üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar
kaldırırdık."
Ebü Dâvud, Menâsik 34, (1833).
1184 - Fâtıma Bintu'l-Münzir anlatıyor: "Biz, bir kısım kadınlar ihramlı iken, yanımızda
Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) olduğu halde, yüzlerimizi sıkıca örtüyorduk"
Muvatta, Hacc 16, (1, 328).
1185 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, ihrama
gir(ece)ği zaman (ihramı için), keza ihramdan çıktığı zaman da Kâbe'yi tavaftan önce hıll'i
için, içinde misk bulunan sürünme maddesini şu iki elimle sürdüm."
Buharî, Hacc 18, 143, Libâs 73, 89, 91; Müslim, Hacc 31, 33, (1189); Muvatta, Hacc 17, (1,
328); Tirmizî, Hacc 77, (917); Ebu Dâvud, Menâsik 11, (1745,1746); Nesâî, Hacc, 41, (5,136-
141).
1186 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vessalâm)'a, ihrama
gir(ece)ği zaman (ihram için), keza ihramdan çıktığı zaman da Kâbe'yi tavaftan önce hıll'i
için, içinde misk bulunan sürünme maddesini şu iki elimle sürdüm."
Buharî, Hacc 18. 143, Libâs 73, 89, 91; Müslim, Hacc 31, 33, (1189); Muvvata, Hacc 17, (1,
328); Tirmizî, Hacc 77, (917);Ebu Dâvud, Menâsik 11, (1745, 1746); Nesâî, Hacc, 41,(15,
136-141)
Bir rivayette şu ibare de var: "..Veda haccında zerire denilen koku ile. . ."
Bir başka rivayette : ". . ihrama girmezden önce, sonra ihrama girerdi. "
Bir diğer rivayette: "..bulabildiğim kokunun en iyisi ile başında ve sakalında koku maddesinin
parıltısını görünceye kadar (sürerdim). "
Bir diğer rivayette: "...Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı iken (sürülen) koku
maddesinin saç ayırımlarındaki parlaklığına (şu anda) bakıyor gibiyim. "
Bir rivayette şu ziyade var: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) zeytinyağıyla yağlanırdı. Bunu
İbrahim (Nehâî)'ye zikretmiştim, bana:
"Pekâlâ, şu rivayeti ne yapacaksın: "Esved, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)' den onun şöyle
söylediğini rivayet etti: "...(Sürülen koku maddesinin saç ayrımlarındaki parlaklığına bakıyor
gibiyim."
Bir rivayette de şu ziyade var: "..Bu, ihram(a girmezden önce süründüğü) koku idi. "
1187 - Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Önce koku sürünüp sonra ihrama giren kimse
hakkında soruldu. Şu cevabı verdi: "Ben (tîb sürünerek) ihrama girip koku neşretmeyi
sevmem. Katrana bulanmam bunu yapmaktan daha iyidir." Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye,
İbnu Ömer'in, bu sözü haber verilince: "Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihrama
(gireceği) sırada tîb sürdüm. Bu halde hanımlarına uğradı. Sonra da ihrama girdi, koku
neşrediyordu" dedi.
Buharî, Gusl 14; Müslim, Hacc 47, (1192); Nesâî, Hacc 42, (5, 139), Gusl 13, (1, 203).
1188 - Nesâî'nin kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), ihrama girmeyi arzu ettiği zaman bulabildiği en güzel yağla yağlanırdı. Öyle ki,
yağın parlaklığını başında ve sakalında görürdüm." (Râvi Hz. Aişe'dir).
Nesâî, Hacc 42, (5,139-140).
1189 - Yine Nesâî'nin bir başka rivayetinde, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle buyurmuştur:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ihrama gireceği zaman ihramı için, şeytan
taşlamasını yaptıktan sonra ve Beytullah'a yapacağı tavaf (-ı ziyaret)ten önce ihramdan
çıkınca da hıll'i (ihramsız hâli) için tîbini sürdüm."
Nesâî, Hacc 41, (5, 137).
1190 - Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah'ın tîb'i (sürdüğü koku) sizin şu tîbinize
benzemez." Yani (sizin kullandığınız tîb), uzun müddet koku neşretmeye devam etmez,
demektir.
Nesâî, Hacc 41, (5, 137).
1191 - Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
(hacc ve umre için ihrama girip) Mekke'ye giderdik. İhram sırasında alınlarımıza sükk denen
bir tîb sürerdik. Birimiz terleyecek olsa, yüzüne akardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bunu gördüğü halde (bize) onu(n sürülmesini) yasaklamazdı."
Ebu Dâvud, Menâsik 32, (1830).
1192 - Sâlt İbnu Zübeyd (rahimehullah), ailesinin bazı fertlerinden naklen şunu rivayet
etmiştir: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) Şecere nâm mevkide iken, bir tîb kokusu hissetti.
"Bu koku kimden geliyor?" diye sordu: Kesîr İbnu's-Salt:
"Bendendir, (saçımın dağılmaması için) süründüm ve tıraş olmamaya karar verdim" dedi. Hz.
Ömer (radıyallahu anh):
"Su birikintilerinden birine git, başını koku gidinceye kadar ovuştur!" diye emretti. Kesir
İbnu's-Salt öyle yaptı."
Muvatta, Hacc 20, (1, 329).
1193 - Muvatta'nın bir diğer rivayeti, Eslem Mevlâ Ömer'den: "Ömer (radıyallahu anh), bir tîb
kokusu hissetmişti.
"Bu koku kimden?" diye sordu. Muâviye İbnu Ebî Süfyan (radıyallahu anh):
"Ey mü'minlerin emîri! Bendendir!"diye cevap verdi. (Hz. Ömer kızgın bir eda ile):
"Allah Allah! Senden mi?" diye çıkıştı. Hz. Muâviye:
"Bana Ümmü Habibe sürdü, ey mü'minlerin emîri!" (diye özür) beyan etti. Hz. Ömer:
"Allah aşkına geri dön ve şu sürdüğün şeyi yıka!" diye emretti."
Muvatta, Hacc 19.
1194 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre: "İhramlı iken Cuhfe'de ölmüş
olan oğlu Vâkid'i kefenlemiş, bu arada başını ve yüzünü örttükten sonra şöyle demiştir: "Eğer
ihramlı olmasaydık, cenâzeye tîb de sürerdik."
Muvatta, Hacc 14, (1, 327).
1195 - Nâfî anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihram giyerek Mekke'ye
müteveccihen yola çıktığı zaman, güzel kokusu olmayan bir yağ ile yağlanırdı. Sonra
Zülhuleyfe mecsidine gelir, orada (ihram için iki rek'at) namaz kılar, sonra hayvanına binerdi.
Devesi (ayağa kalkıp) onu doğrultunca telbiyeye başlar ve şöyle derdi: "Ben Resûlullah'ın
böyle yaptığını gördüm."
Buharî, Hacc 28; Muvatta, Hacc 32, (1, 333).
1196 - Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denir: "(İbnu Ömer) reyhanlanmamış bir yağla
yağlanırdı." Yani kokulandırılmamış.
Tirmizî, Hacc 114, (962); İbnu Mâce, Menâsik 88, (3083).
1197 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "İhramlı reyhan koklayabilir, aynaya
bakabilir. Yediği zeytinyağı ve tereyağı ile tedâvi olabilir."
Buharî, Hacc 18, (Bab başlığında, senetsiz olarak kaydetmiştir).
1198 - Abdullah İbnu Huneyn anlatıyor: "İbnu Abbas ile Misver İbnu Mahreme (radıyallahu
anhümâ) Ebvâ'da ihtilâf ettiler. İbnu Abbas: "Muhrim başını yıkar" dedi. Misver ise: "Hayır,
yıkayamaz!" dedi. İbnu Abbâs, beni Ebu Eyyüb el-Ensârî (radıyallahu anh)'ye gönderdi. Ben
onu iki direk arasına gerilmiş bir perde gerisinde yıkanıyor buldum. Kendisine selam verdim.
"Kim o?" dedi.
"Abdullah İbnu Huneyn'im. Beni, size İbnu Abbas gönderdi. Sizden, ihramlı iken Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın başını nasıl yıkadığını soruyor" dedim. Bunun üzerine Ebü Eyyüb
(radıyallahu anh) elini perde (ipinin) üzerine koyup aşağı doğru bastı ve başı göründü.
Üzerine su döken birisine: "Dök!" dedi. O da döktü. Ebu Eyyub (radıyallahu anh) başını
elleriyle ileri geri ovalayıp:
"Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm)'ı böyle yapar gördüm" dedi."
Buharî, Cezâis-Sayd 14; Müslim, Hacc 91, (1205); Muvatta, Hacc 4, (1, 323); Ebu Dâvud,
Menâeik 38, (1840); Nesâî, Hacc 27, (5,128-129); İbnu Mâce, Menâaik 22, (2934).
Muvatta dışındaki rivayetlerde şu ziyade mevcuttur: "Misver, İbnu Abbâs'a şunu söyledi:
"Seninle bir daha münakaşa etmiyeceğim (ne dersen kabülüm)."
1199 - Hârice İbnu Zeyd, babası Zeyd (radıyallahu anh)'den naklediyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ihrama girmek çin soyundu ve yıkandı."
Tirmizî, Hacc 16, (830).
1200 - Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) ihrama girmezden önce ihram için,
Mekke'ye girmek için, Arafat'ta vakfe için yıkanırdı."
Muvatta, Hacc 3, (1, 322); Buharî, Hacc 38.
Bir rivayette şu ziyade vardır: "İhrama girdi mi, başını sadece ihtilâm olduğu zaman yıkardı."
1201 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yıkandığı su ile saçlarını (dağılmayacak şekilde) tarayıp nizama soktu."
Ebu Dâvud, Menâsik 12,(1747, 1748) Nesâî, Hacc 40, (5, 136); Buhârî, Hacc 19; Müslim 21,
(1184); İbnu Mâce, Menâsik 72, (3047).
1202 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "İhramlı kimse hamama girer."
Buharî, Cezâu's-Sayd 14 (Tercüme bab başlığı olarak, senedsiz şekilde) kaydedilmiştir.].
1203 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ihramlı iken hacamat oldu (kan aldırdı)."
Buharî, Cezâu's-Sayd 11, Tıbb 12,15; Müslim, Hacc 88., (1203); Ebu Davud, Menâsik 36,
(1835-1836); Tirmizî, Hacc 22, (839); Nesâî, Hacc 92, (5, 193); İbnu Mâce, Menâsik 87,
(3081).) Bu metin Sahiheyn'in metnidir.
Buharî merhumun bir diğer rivayetinde: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)) oruçlu iken
hacamat oldu" denir. Yine Buharî'nin bir diğer rivayetinde: "(Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)) ihramlı iken çektiği ağrı sebebiyle başından hacamat oldu" denir.
Bir diğer rivayette: "Şakîka denen (başının ön kısmındaki) bir ağrı sebebiye, Lahyu Cemel
adında Mekke yolu üzerindeki bir su başında, başının ortasından hacamat oldu" denir.
1204 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı iken
ayağının sırtından çektiği bir ağrı sebebiyle hacamat oldu."
Ebu Dâvud, Menâsik 36, (1837); Nesâî, Hacc 94, (5,194).
Nesâî'nin rivayetinde "..Maruz kaldığı incinme sebebiyle (ayağının sırtından hacamat oldu)"
denmiştir.
1205 - Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "İhramlı kimse kaçınılmaz
bir sebepten dolayı mecbur kalmadıkça hacamat olamaz."
Muvatta, Hacc 75, (1, 350).
1206 - Nübeyh İbnu vehb (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu Ubeydillah İbni Ma'mer,
ihramlı iken gözünden hastalandı. Bunun üzerine gözlerine sürme çekmek istedi. Ancak Ebân
İbnu Osman onu bundan men etti ve gözlerine sabır basmasını tavsiye etti. İlâveten: Hz.
Osman (radıyallahu anh)'ın Resûlullah'ın böyle yaptığını rivayet ettiğini söyledi."
Müslim, Hacc 89, (1204); Ebu Dâvud, Menâsik 37, (1838); Tirmizî, Hacc 106, (952); Nesâî,
Hacc 45, (5,143).
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyade var: "Ebân hacc emîri idi."
1207 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den rivayet edilmiştir ki, ihramlı iken, gözüne gelen
bir rahatsızlık sebebiyle aynaya bakmıştır.
Muvatta, Hacc 93, (1, 358.)
1208 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Meymune validemizle (radıyallahu anhâ) ihramlı iken tezevvüc buyurdular."
Buharî, Cezâu's-Sayd 12, Meğâzi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikâh 46, (1410); Ebu Dâvud,
Menasik 39, (1844,1845); Tirmizî, Hacc 24, (842); Nesâî, Hacc 90, (1,191,192).
Buhârî'nin bir rivayetinde şu ziyâde var: "Umretü'l-kazâ sırasında ihramsız olarak Meymüne
ile gerdek yaptı. Meymüne Serefte vefat etti."
Ebu Dâvud der ki: İbnu Müseyyeb demiştir ki: "ihramlı iken Resûlullah'ın Meymüne ile
evlenmesi meselesinde İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) vehme düşmüştür."
Nesâî'ye ait bir başka rivayette: "İhramlı iken Resîlullah (aleyhissalâtu vesselâm) evlendi"
denir. Meymüne ile evlendiği zikredilmez.
1209 - Ebü Râfi' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramsız
iken Meymüne (radıyallahu anhâ) ile evlendi. İhramsız olduğu halde onunla gerdek yaptı.
İkisinin evlenmesinde aralarında ben elçilik yapmıştım."
Tirmizî, Hacc 23, (841).
1210 - Meymüne (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Her ikimiz de Serefte ihramsız iken,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) benimle evlendi."
Müslim, Nikâh 48, (1411); Ebu Dâvud, Menâsik 39, (1843); Tirmizî, Hacc 24, (845).Bu
metin Ebu Dâvud'dakidir.
Müslim'de şöyle denmiştir: "Kendisi ihramsız olduğu halde O'nunla (Meymüne) evlendi, Râvi
-ki Yezîd İbnu'l-Esamm'dır- der ki: "Meymüne hem benim teyzemdi, hem de İbnu Abbâs'ın
teyzesi idi."
Tirmizî'de şu ziyade vardır: "Meymüne (radıyallahu anhâ) ile gerdek yaptığında ihramsız idi.
Meymüne Serefte öldü. Onu, Resûlullah'ın kendisiyle gerdek yaptığı çadırda defnettik.
1211 - Süleymân İbnu Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalatu vesselâm), azadlısı Ebu
Râfı'yi Ensâr'dan bir başkasıyla birlikte (Meymüne'ye) gönderdi. Onlar, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı Meymüne bintu'l-Hâris (radıyallahu anhâ) ile evlendirdiler. (O
vakit) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) henüz Medine'de idi (ve umretu'1-kaza için yola)
çıkmamıştı."
Muvatta, Hacc 69, (1, 348).
1212 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İhramlı ne evlenir, ne evlendirir, ne de dünür gönderir."
Müslim, Nikâh 41, (1409); Muvatta, Hacc 70, (1, 348, 349); Ebu Dâvud, Menâsik 37, (1841);
Tirmizî, Hacc 23, (840); Nesâî, Hacc 91, (5,192).
1213 - Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle hükmetmiştir: "İhramlı
evlenmez, evlendirmez, ne kendisi için kız ister, ne de başkası için."
Muvatta, Hacc 72, (1, 349).
1214 - Ebu Gatafân el-Mürrî'nin anlattığına göre, babası Tarîf, ihramlı iken bir kadınla
evlenmiş ise de Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu nikâhı reddetmiştir.
Muvatta, Hacc 71, (1, 349).
1215 - Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hudeybiye Sulhu yapıldığı sene, bir gün
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından bir grupla birlikte, Mekke yolu üzerinde bir
yerde oturuyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bizden ileride (konaklamış) idi. Ben
hâriç herkes ihramlıydı. Halk vahşî bir eşek gördü, ben o sırada meşguldüm, ayakkabımı
tamir ediyordum. Gördüklerinden beni haberdar etmediler, onu kendiliğimden görmüş
olmamı istiyorlardı. Bir ara aralarında bir gülüşme oldu. Birden etrafıma bakındım (ve bu
esnada) hayvanı gördüm. Hemen (Cerâde adındaki) atıma gidip eğerledim ve bindim.
(Acelemden) kamçıyı ve mızrağı unutmuştum. "Kamçı ve mızrağımı bana verin!" diye
seslendim.
"Hayır, dediler, vallahi bu işte sana yardımcı olmak istemeyiz." Öfkelendim. İnip onları
aldım. Tekrar binip, eşeğe doğru hızla gittim, (yetişip) avladım. Beraberimde getirdim,
ölmüştü. Arkadaşlarım etinden yediler. Ancak sonradan ihramlı iken yeyip yememe
hususunda şekke düşüp (yediklerine pişman oldular). Yürüdük, ben bir parça ayırdım.
Resûlullah'a kavuşunca, bu meseleyi sorduk.
"Beraberinizde birşeyler kaldı mı?" dedi. Ben: "Evet!" diyerek parçayı uzattım, ihramlı
olduğu halde, ondan yedi. Ve:
"Bu bir taamdır. Onunla Allah size ikramda bulunmuştur!"dedi."
Buharî, Cezâu s-Sayd 2, 3, 4, 5, Hibe 3, Cihâd 46, 88, Megâzi 35, Et ime 19, Zebâih 10, 11;
Müslim, Hacc 56, (1196); Muvatta, Hacc 76, (1, 350); Tirmizî, Hacc 25, (847); Ebu Dâvud,
Menâsik 41, (1852); Nesâî, Hacc 78, (5,182); İbnu Mâce, Menâsik 93, (3093).
Bunlarda gelen bir ziyade şöyledir: "(Resûlullah:) "O helaldir, yiyin (dedi)."
Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şunu söyledi: "Sizden biri
(hayvanı yakalamak üzere) saldırmasını emretmedi veya ona hayvanı göstermedi mi?" Onlar:
"Hayır!" diye cevap verince, (Resûlullah:)
"Öyleyse yiyin!" buyurdu."
Bir diğer rivayette: "(Resûlullah): İşaret ettiniz veya yardım ettiniz veya saldırmasını
sağladınız mı?" (diye sordu)."
1216 - Sa'b İbnu Cessâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kendisi, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a, Ebvâ veya Vehdân'da (canlı) bir yaban eşeği hediye etmiştir.
Ancak Resûlullah bunu kendisine iâde etmiş, Sa'b'ın üzüldüğünü yüzünden anlayınca: "Bunu
sana iade edişimizin sebebi ihramlı oluşumuzdur" demiştir.
Buharî, Cezâu's-Sayd 6, Hibe 5,17; Müslim, Hacc 50, (1193), Muvatta, Hacc 83, (1, 353);
Tirmizî, Hacc 26, (849); Nesâî, Hacc 79, (5,183-185); İbnu Mâce, Menâsik 92, (3090).
1217 - Nesâî'nin kaydettiği diğer bir rivayette İbnu Abbâs (radıyallahu anh) şöyle anlatmıştır:
"Sa'b İbnu Cessâme (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, ihramlı iken,
Kudeyd'de ucundan kan damlayan bir vahşî eşek budu hediye etti. Resûlullah, bu hediyeyi
Sa'b'a iade etti (kabul etmedi)."
Nesâî, Hacc 79, (5,183-185).
1218 - Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Siz ihramlı iken, bizzat avlamamış iseniz veya (sizin arzunuzla) sizin için avlanmamış ise
kara av hayvanları(nın eti) size helâldir."
Ebu Dâvud, Menâsik 41, (1851); Tirmizî, Hacc 25, (846); Nesâî, Hacc 81, (5,187).
1219 - Abdurrahman İbnu Osman anlatıyor: "Biz ihramlı iken Talha ile beraberdik. Bize bir
kuş hediye edildi. Bu sırada Talha yatıyordu. Kuş etinden bazılarımız yedi, bazılarımız
çekinip yemedi. Talha uyanınca yiyenleri.te'yid etti ve: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la birlikte onu yedik" dedi."
Müslim, Hacc 65, (1197); Nesâî, Hacc 78, (5,182).
1220 - Abdullah İbnu Âmir İbni Rebîa anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a Arc'ta iken
bir av eti getirildi. Arkadaşlarına:
"Yiyiniz!" dedi. Onlar:
"Sen yemiyor musun?" diye sordular.
"Ben, dedi, sizin durumunuzda değilim, bu hayvan benim için avlandı."
Muvatta, Hacc 84, (1, 354).
1221 - Urve merhum anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye: "Bir av hayvanı benim için
avlanmamışsa bu bana helâl mi, haram mı?" diye sormuştum, şu cevabı verdi:
"Ey kızkardeşimin oğlu, o (ihram müddeti) on gündür. İçinde bir seğrime (rahatsızlık, şüphe)
hissedersen bırakıver (yeme)."
Muvatta, Hacc 85, (1, 354).
1222 - el-Behzî (radıyallahu anh) -ki ismi Zeyd İbnu Ka'b'dır- anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye gitmek düşüncesiyle ihramlı olarak (Medine'den) çıktı.
Ravhâ nam mevkiye varınca orada kesilmiş bir vahşî eşekle karşılaştılar. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a bundan bahsedildi:
"Bırakın onu, dedi, sahibi hemen gelebilir!"
Derken hayvanın sahibi Behzî geldi ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),ı bularak:
"Ey Allah'ın Resûlü, bu eşeği (size bıraktım) dilediğiniz gibi tasarruf edin!" dedi. Resûlullah
derhal Hz. Ebu Bekir'e emrederek, yol arkadaşları arasında taksim etmesini" söyledi.
Sonra yola devam edip İsâye nâm yere geldi. Burası Ruveyse ile Arc arasında bir yer idi.
Sıcak bir gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan vardı. -Râvi der ki- "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir şahsa, herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı
rahatsız ettirmemesini emretti."
Muvatta, Hacc 79,1, (351); Nesâî, Hacc 78, (5,182,183), Sayd 32, (7, 205).
1223 - Urve (rahimehullah) anlatıyor: "Zübeyr (radıyallahu anh) ihramlı olduğu halde (yemek
üzere yanına) güneşte kurutulmuş ceylan eti dizisini azık olarak alıyordu."
Muvatta, Hacc 77, (1, 350).
1224 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, hacc veya umre için Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte yola çıkmıştık. Yo1 esnasında bir çekirge sürüsüne
rastladık. Kamçı ve yaylarımızla vurmaya başladık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunu yeyin, zîra o deniz avından (sayılır)" dedi."
Ebu Dâvud, Menâsik 42, (1853); Tirmizî, Hacc 27, (850).
1225 - Ka'bu'l-Ahbâr demiştir ki: "Çekirge deniz avı(ndan sayılmış)dır."
Ebu Dâvud, Menâsik 42, (1853); Muvatta, Hacc 82,(1,352).
1226 - Muvatta'da şu ziyade var: Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ka'b'a sordu: "Nereden
biliyorsun (ki çekirge deniz avıdır)?" Ka'b şu cevabı verdi:
"Ey mü'minlerin emîri, nefsimi yed-i kudretinde tutan Zât-ı Zülcelâ1'e yemin ederim, bu (bir
nevi) balık hapşırmasıdır, her yıl iki sefer hapşırır."
Muvatta, Hacc 82, (1, 352).
1227 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Esmâ Bintu Umeys, Muhammed İbnu Ebî
Bekir'in doğumu sebebiyle Şecere nâm nevkide nifas olmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), Hz.Ebu Bekir (radı-yallahu anh)'i görüp, kadına yıkanıp ihrama girmesini
emretmesini söyledi."
Müslim, Hacc 109, (1209); Ebu Dâvud, Menâsik 35, (1834); İbnu Mâce, Menâsik 12, (2911).
1228 - Esmâ Bintu Ümeys (radıyallahu anhâ) Muhammed'i Beydâ'da doğurduğunu söylemiş,
önceki hadisteki durumu aynen zikretmiştir."
Muvatta, Hacc 1, (1, 322); Nesâî, Hacc 26,(5,127.)
Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle denir: "(Esmâ..) Zülhuleyfe'de Muhammed'i
doğurdu). Ebu Bekir (radıyallahu anh) ona yıkanmasını sonra da ihrâma girmesini emretti."
Nesâî, bir başka rivayette şu ziyadeyi ilâve eder: "...sonra hacc için ihrama girmesini, Ka'be'yi
tavaf hâriç, herkesin yaptıklarını aynen yapmasını (emretti)."
Yine Nesâî'nin bir başka rivayetinde (Esma) şöyle demiştir:
"Resûlullah'a (birisini) göndererek: "Ne yapayım?" diye sordurdum. Bana: "Yıkan, (kan gelen
kısma) sargı bağla, sonra da ihrama gir" haberini gönderdi."
1229 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den yapılan bir rivayete göre, hacc veya umre için
ihrama giren hayızlı kadın hakkında, "Kadın dilerse umre veya haccı için ihrama girer, ancak
Beytullah'ı tavaf edemez, Safa ile Merve arasındaki sa'yi de yapamaz. Bunlar dışındaki bütün
menâsike insanlarla birlikte katılır. Temizleninceye kadar mescide yakın olmaz."
Muvvata, Hacc 45.
1230 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar mîkata gelince gûslederek ihrama girerler ve
Beytullah'a olan tavaf hariç bütün menâsiki îfa ederler."
Ebu Dâvud, Menâsik 10, (1744); Tirmizî,Hacc 100, (945).
1231 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Beş hayvan vardır, bunların öldürülmesi ihramlıya günah değildir: Karga,
çaylak, akrep, fâre, kelb-i akûr."
Buharî, Cezau's-Sayd 7; Müslim, Hacc 72, (1199); Muvatta, Hacc 88,(1, 356); Ebu Dâvud,
Menâsik40, (1846); Nesâî, Hacc 82, 83, 84, 86, 87, 88, (5,187-190).
Bir rivayette şöyle denmiştir: "Bunları, Harem'de ve ihramda iken öldürene günah yoktur."
Ebu Dâvud ve Tirmizî'nin, Ebu Saîdi'l-Hudrî'den kaydettikleri bir rivâyette: "Âdi yırtıcılar" da
denmiştir. Bundan maksad insana saldırıp yaralayandır.
1232 - Alkame İbnu Ebî Alkame, annesinden rivayet etmiştir ki: "Annesi, Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ)'yi ihramlı iken bedenini kaşıyan kimse hakkında soru sorulunca
dinlemiştir. Hz. Aişe şu cevabı verir: "Evet, kaşınsın ve şiddetle kaşısın." Sonra Hz. Aişe ilâve
eder: "Ellerimi bağlasalar, (kaşınmak için ayaklarımdan başka bir imkânım olmasa)
ayaklarımla kaşınırım."
Muvatta, Hacc 93, (1, 358).
1233 - Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hacc yapmak üzere Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte çıktık. Arc nâm mevkiye kadar geldik. Orada
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) konakladı, biz de konakladık. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına oturdu. Ben de babam Ebu Bekir'in yanına
oturdum. Resûlullah'ın binek devesi ile, Hz.Ebu Bekir'in binek develeri tekdi ve o da Ebu
Bekir'e ait bir köle ile birlikte (yolda) idi. Ebu Bekir (radıyallahu anh) oturup, kölenin
gelmesini beklemeye başladı. Köle geldi ama beraberinde deve yoktu. Hz.Ebu Bekir
(radıyallahu anh): "- Deven nerde?" diye sordu. Köle:
"- Sabahleyin onu kaybettim!" dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh):
"- Tek bir deveyi kayıp mı ettin!" deyip köleye vurmaya başladı.
Resûlullah bu sırada gülüyor ve şöyle diyordu:
" Şu ihramlıya bakın neler de yapıyor!"(İbnu Ebi Rizme der ki: Resûlullah: "Şu ihramlıya
bakın neler de yapıyor?" deyip gülüyor, (başka bir Şey söylemiyordu)."
Ebu Dâvud, Menâsik 30, (1818); İbnu Mâce, Menâsik 21, (2933).
1234 - Rebîa İbnu Abdillah: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i ihramlı iken (Mekke ile Medine
arasındaki Sükyâ köyünde) devesinin kurtlarını alıp toprağa atarken gördüm."
Muvatta, Hac 92, (1, 357).
1235 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), ihramlının, devesinden pire veya
güve gibi haşereleri temizlemesini mekruh addederdi."
Muvatta, Hacc 95, (1, 358).
TELBİYE HAKKINDADIR
1236 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şunu söyledi: "Sizin Beydâ'nız, hakkında
Resûlullah'a iftira ettiğiniz şurasıdır. Ama, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece
mescidin -yani Zülhuleyfe mescidininyanında ihrama girip telbiye getirdi."
Buharî, Hacc 20; Müslim, Hacc 23, (1186); Muvatta, Hacc 30, (1, 332); Tirmizî, Hacc
8,(818); Ebu Dâvud, Hacc 21, (1771); Nesâî, Hacc 56, (5,162-164); İbnu Mâce, Menâsik 14,
(2916).
Bir rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şecere nâm mevkide devesine
bindiği zaman telbiye getirdi."
Nesâî'nin diğer bir rivayetinde denir ki: "İbnu Ömer'e: "Seni deven kaldırdığı zaman telbiye
çeker gördüm" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: "Çünkü Resûlullah böyle yapmıştı."
1237 - Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm) öğleyi kıldı.
Sonra devesine bindi. Beydâ tepesine çıktığı zaman telbiye getirdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 21, (1774); Nesâf, Hacc 25, (5,127), 56, (5,162).
Nesâî, bir diğer rivayette şu ziyadeyi kaydetti: "Öğleyi kıldığı zaman hacc ve umre için
ihrama girdi."
1238 - Ebu Cübeyr anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a dedim ki: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın, vâcib kıldığı zaman, getirdiği telbiye hususunda Ashab'ın
ihtilâfına doğrusu hayret ediyorum!" Bana şu cevabı verdi. "Bu meseleyi ben herkesten iyi
biliyorum. Aslında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tek bir hacc yaptı. Bütün ihtilaflar
bununla ilgili.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hacc maksadıyla (Medine'den) yola çıktı. Zülhuleyfe
Mescidi'ne gelip iki rekatlık ihram namazını kılınca, haccı fiilen olduğu yerde başlattı.
Namazı bitirince de hacc için telbiyede bulundu. İşte bu telbiyeyi bır kısım insanlar işitti.
Bunu kendisind en ben de (işittim ve) hatırımda tuttum. Sonra hayvanına bindi. Devesi onu
yerden kaldırınca tekrar telbiye getirdi. Bu ikinci telbiyeyi de işitenler oldu. (Her seferinde
telbiyeleri) farklı kimselerin işitmesi, insanların dağınık ve hareket halinde olmalarındandı.
Böylece, devesi onu kaldırdığı zaman çektiği telbiyesini de yeni insanlar işitti. İşte bunlar:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), devesi kaldırdığı zaman telbiye getirdi"dediler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yoluna devam etti. Beydâ tepesine çıkınca da telbiye
getirdi. Bu telbiyeyi de işiten başkaları vardı. Bunlar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Beydâya çıkınca telbiye getirdi" dediler. Allah'a kasem olsun! Resûlullah namazgâhında haccı
başlattı. Devesi kaldırdığı zaman telbiye getirdi, sonra Beydâ tepesine çıkınca orada da telbiye
getirdi."
Said İbnu Cübeyr sözüne devamla dedi ki: "İbnu Abbas'ın sözünü esas alanlar (Zülhuleyfe
'deki) namazgâhta iki rek 'atlık ihram namazını kılar kılmaz telbiye getirdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 21, (1770).
1239 - Nâfi' diyor ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Harem bölgesinin en yakın yerine
geldi mi telbiyeyi artık bırakırdı. Sonra zu Tuva nâm mevkide geceyi geçirir, orada sabah
namazını kılar, sonra yıkanırdı ve derdi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle
yapmıştı."
Buharî, Hacc 38, 39; Müslim, Hacc 226, (1259); Muvatta, Hacc 32, (1, 333).
1240 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mukim olanlar veya umre yapanlar, Hacer-i Esved'i istilâm edinceye kadar
telbiyeyi bırakmazlar."
Ebu Davud, Menâsik 29, (1817), Tirmizî, Hacc 79, (919).
Hadis, Tirmizî'de şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), umrede iken, Hacer-i
Esved'e istilâm yapınca telbiyeyi bırakırdı."
1241 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
telbiye çekerken -bir rivayette mülebbiyen değil, mülebbiden demiştir- işittim şöyle diyordu:
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk. İnne'l-hamde ve'nni'mete leke
ve'l-mülk,lâ şerîke leke." Bu kelimelere başka ilâvede bulunmuyordu.
Buharî, Hacc 26, Libâs 89; Müslim, Hacc 19 (1184); Muvatta, Hacc 28, (1, 331-332); Tirmizî,
Hacc 13, (825); Ebu Dâvud, Menâsik 27, (1812); Nesâî, Hacc, 54, (5,159-160).
1242 - Bir rivayette şu ziyade var: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) derdi ki:
"(Babam) Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) bu kelimelerden ibâret olan Resûlullah'ın
telbiyesi ile telbiye getirir ve şunu söylerdi: "Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyk ve
sa'deyk ve'l-hayru fî yedeyk. Lebbeyk, ve'r-rağbâu ileyk ve'lamel."
Nesâî, Hacc 54, (5,161).
1243 - Ebu Dâvud'un diğer bir rivayetinde Hz. Câbir (radıyallahu anh)'den şu ziyade vardır:
"Resûlullah şöyle telbiye getirirdi..." dedikten sonra tıpkı İbnu Ömer'in hadisindeki gibi bir
metin zikretti. Sonra Hz. Cabir'in şunu ilâve ettiğini kaydetti: "İnsanlar telbiyeye "...Zü'l-
Meâric" ve benzeri kelimeler ilâve ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları işitti
ancak hiçbir müdahelede bulunmadı."
Zü'l-Meâric, Allah'ın isimlerinden biri olup "yükselme yerlerinin sahibi" "yüksek dereceler
sahibi" mânasına gelir.
1244 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın telbiyesinde
"Lebbeyk İlâhe'l-Hakk (Buyur! Hak olan İlâh!)" tâbiri de vardı" demiştir.
Nesâî, Hacc 54, (5,161-162).
1245 - Saib İbnu Hallâd el-Ensâarî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şunu söylediler: "Cibril (aleyhisselam) bana gelip, ashabıma ve beraberimde
olanlara telbiye -veya ihlâl dedi- çekerken seslerini yükseltmelerini emretmemi emir
buyurdu."
Muvatta, Hace 34, (1, 334); Ebu Dâvud, Menâsik 27, (1814); Tirmizî, Hacc 15, (829); Nesâî,
Hacc 55, (5,162); İbnu Mâce, Menâsik 16, (2922-2923).
1246 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Müşrikler (haccederken şu şekilde
telbiyede bulunurlardı): "Lebbeyke lâ şerî-ke leke: ' Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Yazık size, yeter, yeter" buyururdu. Müşrikler (telbiyelerinin devamında): "Yalnız bir şerik
müstesna, o senin şerikindir, sen ona da, onun mâlik olduğu şeylere de mâliksin" derlerdi.
Onlar, bunu, Kâbe'yi tavaf ederken söylerlerdi."
Müslim, Hacc 22, (1185).
İHRAMINI İFSAD EDENLER HAKKINDA
1247 - İmam Mâlik (rahimehumullah) anlatıyor: "Bana ulaştı ki, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anhüm ecmain)'ye haccetmek üzere ihrama girmiş bulunan birisi
hanımı ile cinsî temasta bulunursa ne gerekir diye sual sorulmuştu. Şu cevabı verdiler:
"Bunlar (başladıkları) haccı tamamlarlar. Sonra müteâkip sene yeniden hacc yaparlar ve (ceza
olarak da) kurban (hedy) keserler."
Hz. Ali (radıyallahu anh) şunu söylemiştir: "Müteakip yıl, bunlar hacc için ihrama girince,
haccı tamamlayıncaya kadar birbirlerinden ayrılırlar."
Muvatta, Hac 151, (1,381-382).
1248 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a, Minâ'da iken, ifâza tavafından önce, hanımına
cinsî temasta bulunan bir kimse hakkında sorulmuştu, bir bedene kesmesini emretti." Bir
rivayette şöyle demiştir: "İfâzadan önce ehline temas eden kimse (ceza olarak) yeni bir umre
yapar ve bir de kurban (hedy) keser."
Muvatta, Hacc 159, (1, 384).
SAYD'IN CEZASI
1249 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) sırtlan öldüren için
bir koç, geyik öldüren için bir keçi, tavşan öldüren için bir çebiş (küçük keçi), Arap tavşanı
(denilen bir nevi tarla fâresi) için bir kuzuya hükmetti."
Muvatta, Hacc 235, (1, 416).
1250 - Yine Muvatta'da mürsel (senetsiz) olarak Ebu'z-Zübeyr'den gelen rivayete göre, Hz.
Ömer, çekirge hakkında: "Onu kim öldürürse -iki hakemin hükmüyle- onun karşılığını öder"
diye hükmetmiştir. Şöyle ki: Zeyd İbnu Eslem'in rivayetine göre, bir adam gelerek Hz.
Ömer'e: "Ey mü'minlerin emîri, ben ihramlı iken kamçımla birkaç çekirge öldürdüm, ne
yapmam gerekir?)" diye sormuş. Hz. Ömer ona bir avuç kadar taam yedir (tasadduk et)
cevabını vermiştir."
Muvatta, Hacc 235, (1, 416).
1251 - Muvatta'nın bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: "Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu
anh)'e, ihramda iken öldürdüğü çekirge hakkında sordu. Hz. Ömer, (yanında bulunan) Ka'bu'l-
Ahbâr'a: "Gel beraber hükmedelim" dedi. Ka'b: "Bir dirhem tasadduk etmesi gerekir" diye
hükmetti. Hz. Ömer ona: "Sen dirhemleri buluyorsun. Şurası muhakkak ki hurma, çekirgeden
daha hayırlıdır" dedi.
1252 - İbnu Sîrîn (rahimehullah) anlatıyor: "Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek:
"Ben ve arkadaşım ihramlı olduğumuz halde Akabe'deki bir tepeye doğru atlarımızla yarış
yaptık ve bu esnada bir ceylan öldürdük. Bu fiilimize hükmünüz nedir?" diye sordu. Hz.
Ömer (radıyallahu anh), yanında bulunan birine: "Gel beraber hükmedelim"dedi.
(İbnu Sîrîn) der ki: "İkisi birlikte bir keçiye hükmettiler. Bunun üzerine adam döndü ve
(yanındakilere): "Ömer'e bakın, mü'minlerin emîri ama, bir ceylan hakkında hüküm
veremiyor, yardımcı olarak bir adam çağırıyor!" dedi. (Bu sözü işiten) Hz.Ömer (radıyallahu
anh), adamı çağırtıp:
"Sen Mâide süresini okudun mu?" diye sordu. Adam:
"Hayır!" deyince:
"Pekiyi (hüküm vermede yardımını istediğim) bu adamı tanıyor musun?" dedi. Adam bu
soruya da:
"Hayır!" deyince Hz. Ömer:
"Eğer, Mâide süresini okuduğunu söyleseydin dayakla canını yakacaktım" dedi ve ilâve etti:
"Cenâb-ı Hakk Kitab-ı Mubîn'inde: "Ey iman edenler... İçinizden adalet sahibi iki adam
hüküm (ve takdir) edecektir..." (Mâide 95) buyurmuştur. Ve şu da Abdurrahman İbnu Avftır."
Muvatta, Hacc 231,(1,414).
1253 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Kim, haccın nüsükünden farzları
dışında bir şey unutur veya terkederse bir kan (dem) akıtsın."
Muvatta, Hacc 240, (1, 419).
HACC-I İFRAD
1254 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den rivayete göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
hacc-ı ifrad yapmıştır."
Müslim, Hacc 122,(1211); Muvatta, Hacc 38, (1,335); Tirmizî, Hacc 10, (820); Ebü Dâvud,
Menâsik 23,(1777); Nesâî, Hacc 48, (5,145).
1255 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) buyurmuştur ki: "Babam Ömer (radıyallahu anh) dedi
ki): "Haccınızla umrenizin arasını ayırın. Zîra böyle yapmak, sizden birinin haccının daha
mükemmel olmasını sağlar. Umrenizin mükemmel olması da, onu hacc ayları dışında
yapmaya bağlıdır."
Muvatta, Hacc 67, (1, 347).
1256 - Hz. Muâviye (radıyallahu anh)'den yapılan rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Ey
Resûlullah'ın ashabı! Biliyor musunuz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu şunu
yapmayı yasakladı, kaplan derilerine oturmayı yasakladı?" Dinleyenler: "Evet (biliyoruz!)"
dediler. Hz.Muâviye (radıyallahu anh) tekrar sordu: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hacc ile umrenin arasını birleştirmenizi (hacc-ı kıran yapmanızı) da yasakladığını biliyor
musunuz?" Yanındakiler: "Hayır, bunu bilmiyoruz!" dediler. Hz. Muâviye (radıyallahu anh):
"Öyleyse bilin, bu da öbürleriyle birlikte (yasaklar arasında). Ne var ki, sizler unutmuşsunuz!"
dedi.
Ebu Dâvud, Menâsik 23, (1794).
1257 - Hz. Câbir ve Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anhümâ) şöyle demişlerdir: "Biz
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte hacc için avazımızın çıktığı kadar yüksek sesle
telbiye getirerek (Mekke'ye) geldik."
Müslim, Hacc 212, (1248).
HACC-I KIRAN
1258 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"ı hacc ve
umre her ikisi için de (ihrama girip) telbiye çekerken işittim." Bekr İbnu Abdillah el-Müzenî
demiş ki: "Ben bunu Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e söyledim. Bana:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece hacc için telbiye getirdi" diye cevap verdi.
Sonra tekrar Enes (radıyallahu anh)'le karşılaştım ve İbnu Ömer'in sözünü kendisine aktardım.
Bana (kızarak):
"Galiba bizi çocuk yerine koyuyorsunuz. Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı: "Umre ve
hacc için lebbeyk!" derken işittim"dedi."
Buhârî, Taksîru s-Salât 5, Hacc 24, 25, 27,117,119, Cihâd 104,126; Müslim, Hacc
185,(1232); Ebu Dâvud, Hacc 24, (1795); Tirmizî, Hacc 11, (821); Nesâî, Hace 49, (5,
150);İbnu Mâce, Hacc 38, (2968, 2969).
1259 - Ebu Vâil (radıyallahu anh) anlatıyor: "es-Subeyy İbnu Ma'bed dedi ki: "Ben Hıristiyan
bir bedevî idim. Sonradan Müslüman oldum. Kabilemden Hüzeym İbnu Sürmüle adında bir
kimseye gelerek: "Hey adamım, ben cihâd hususunda hırslıyım. Hacc ve umre yapmayı da
üzerime vecibe buldum. Ben bu ikisini nasıl birleştirebilirim?"diye sordum. Bana:
"İkisini birleştir ve kolayına gelen bir kurban kes" dedi. Ben de ikisine birden (niyet edip)
ihrama girdim. (Küfe'ye bir merhale mesafedeki) Uzeybe nam mevkiye geldiğim zaman
Selmân İbnu Rebîa ve Zeyd İbnu Sühan ile karşılaştım. Ben hacc ve umre her ikisi için
ihramdaydım. Biri diğerine benim hakkımda:
"Bu adam devesi kadar da bilgili değil" dedi. Bunu işitince tepeme dağ yıkıldı zannettim.
Doğru Ömer İbnu'1-Hattâb (radıyallahu anh)'agittim. Ben, hac ve umre her ikisi için de
ihramımı devam ettirerek, hikâyemi anlattım. Hz. Ömer bana:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sünnetine irşâd edilmişsin" dedi."
Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1799); Nesâî- Hacc 49, (5, 146, 147); İbnu Mace,Menâsik 38,
(2970).
1260 - Câfer İbnu Muhammed babasından naklediyor: "Mikdâd İbnu'1-Esved, (Mekke yolu
üzerindeki Sükya nam karyede) Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin yanına girdi. Hz. Ali, bu sırada
develerine un ve ağaç yaprağı karışımı yemlerini veriyordu. Mikdâd:
"Şu Osman İbnu Affân (radıyallahu anh) hacc ve umrenin arasını birleştirmeyi yasaklıyor"
dedi. Hz. Ali (radıyallahu anh), ellerinde un ve yaprak bulaşığı olduğu halde dışarı çıktı. -
Kollarındaki un ve yaprak bulaşığını hiç unutmayacağım- doğru Hz. Osman'ın yanına girdi.
"Sen, dedi haccla umrenin arasını birleştirmeyi yasaklıyormuşsun, oğru mu?" Hz. Osman
(radıyallahu anh) şu cevabı verdi:
"Bu benim reyimdir!"
Hz. Ali: "Umre ve hacc için lebbeyk!" diyerek, öfkelenmiş olarak çıktı."
Muvatta, Hacc 40,(1, 336).
1261 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hacc ve
umreyi birleştirip, her ikisi için de tek bir tavaf yaptı."
Tirmizî, Hacc 102, (947); Nesâî, Hacc 144, (5, 226); İbnu Mâce, Menâsik 39, (2973).
1262 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Hac ile umreyi birleştiren kimseye tek
bir tavaf yeterlidir. İkisinin ihramından birlikte çıkar."
Buharî, Hacc 77,105, Muhsar 1,3, 4, Megâzî 35; Müslim, Hacc 181, (1230); Tirmizî, Hacc
102, (947); Nesâî, Hacc 144, (5, 225-226); İbnu Mâce, Menâsik 39, (2975).
1263 - Tirmizî'de şöyle gelmiştir: "Kim hacc ve umre için ihrama girerse, her ikisinin de
ihramından çıkıncaya kadar, tek tavaf, tek sa'y yeterlidir.
Tirmizî, Hacc 102, (948); İbnu Mâce, Menâsik 39, (2975).
1264 - Nâfi' alatıyor: "Haccâc-ı Zâlim, Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)'le savaşmak
üzere Mekke'ye indiği zaman, Abdullah İbnu Abdillah ile Sâlim İbnu Abdillah geldiler ve
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhüm)'le konuştular: Kendisine:
"Bu yıl haccı terketmen sana bir zarar vermez. Zîra biz, halk arasında savaş çıkıp seninle
Beytullah arasına girileceğinden korkmaktayız"dediler. Abdullah onlara:
"Benimle Beytullah arasına girilerek engel çıkarılırsa, ben de Kureyş'in Hz. Peygamber'le
Beytullah arasına girdiği zaman Resûlullah'ın davrandığı şekilde davranırım. Şahid olun, şu
anda umreye niyet ettim!"dedi ve derhal kalkıp Zülhuleyfe'ye gitti. Umreye niyet ederek
ihram giydi, telbiye getirdi.
Sonra şunu söyledi: "Yolumu serbest bırakırlarsa umremi tamamlarım. Beytullah'la aramda
engel olurlarsa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığı gibi yaparım." Ve şu âyeti
tilâvet etti. (Meâlen): 'Resûlullah'ta sizler için güzel örnek vardır" (Ahzâb 21).
Sonra yoluna devam etti ve Beydâ sırtına kadar geldi. Orada: "Bunların ikisinin hükmü de
aynı. Eğer benimle umrem arasına girip mâni olurlarsa haccıma da mâni olmuşlar demektir.
Sizleri şâhid kılıyorum, umre ile birlikte hacca da niyet ettim" dedi. Yoluna devam etti.
Kadid'e geldiği zaman bir kurbanlık aldı. Sonra (Mekke'ye girip) hacc ve umre her ikisi için
tek bir tavafyaptı."
Bir rivayette şöyle denmiştir: "Her ikisi için de ihrama girdi ve böylece Mekke'ye geldi.
Beytulah'ı tavaf etti. Safâ ve Merve arasında sa'y etti, buna bir ilâvede bulunmadı, ne kurban
kesti, ne traş oldu, ne taksirde bulundu, ne de ihramla haram ettiği şeylerden birini nefsine
helâl kıldı. Kurban gününe kadar bu hâl üzere devam etti. O gün kurban kesti, traş oldu. İlk
yaptığı tavafla hem haccın hem de umrenin tavafını yerine getirdiği kanaatinde idi.
Sonunda: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle yapmıştı" dedi."
Buharî, Hacc 77,105, Muhsar 1, 3, 4, Meğâzî 35; Müslim, Hacc 180-183, (1230); Muvatta,
Hacc 42, (1, 337); Nesâî, Hacc 53, (5,158),144, (5, 226).
HACC-I TEMETTU VE HACCIN FESHİ
1265 - Abdullah İbnu Şakîk anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh) hacc sırasında temettuda
bulunmayı yasaklıyor, Hz. Ali de bunu emrediyordu. Hz. Osman, Hz. Ali (radıyallahu
anhümâ)'ye bir kelâm söyledi. Hz. Ali (radıyallahu anh): "Sen de biliyorsun ki biz, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte haccederken temettu haccı yaptık" dedi. Hz. Osman da:
"Evet, ama biz korkuyorduk" dedi."
Müslim, Hacc 158,(1223); Nesâî, Hacc 50, (5,152).
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm ecmain) hacc-ı temettu yaptılar. Bunu ilk
yasaklayan Hz. Muâviye (radıyallahu anh) oldu."
Tirmizî, Hacc 12, (822); Nesâî, Hacc 50, (5,153,154).
1266 - Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) demiştir ki: "Biz Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile hacc-ı temettu yaptığımız zaman bu adam -ki Muâviye'yi kasteder- Urş'ta -ki
Urş'la cahiliye devrndeki Mekke evlerini kasteder- kâfirdi."
Müslim, Hacc 164, (1225); Muvatta, Hacc 60,(1, 344); Tirmizî, Hacc 12, (823); Nesâî, Hacc
50, (5,152-153).
1267 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda
haccında umre ile hacca kadar temettuda bulundu ve kurban kesti. Kurbanını Zülhuleyfe'den
itibaren beraberinde götürdü. Menâsikin icrasına (umre için niyetli) başlayıp, umre telbiyesi
getirdi. Sonra hacc için telbiye getirdi. Beraberindeki ashabı da umre ile hacca kadar
temettuda (istifade) bulundu. Hacc kafılesi içerisinde kurbanı olanlar da vardı, olmayanlar da.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye geldiği zaman halka hitâben: "Kimin kurbanı
varsa, haccını tamamlayıncaya kadar ihramdan çıkmasın, kimin kurbanı yoksa tavaf ve sa'yini
yapsın, saçını kısaltarak ihramdan çıksın. Sonra hacc için tekrar ihrama girip kurbanını kessin,
kim kurban bulamazsa hacc sırasında üç gün, evine dönünce de yedi gün olmak üzere (on
gün) oruç tutsun" buyurdu."
Buharî, Hacc 104; Müslim, Hacc 174, (1227); Ebu Dâvud, Hacc 24, (1805); Nesâî, Hacc 50,
(5,151-152).
1268 - İkrime anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a müt'atul-hacc'dan sorulmuştu, şu
cevabı verdi: "Veda haccında, Muhacirler, Ensarîler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevceleri hep ihrama girdiler, biz de girdik. Mekke'ye geldiğimiz zaman Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Kurbanlık nişanlıyanlar hariç, herkes hacc için giydiği ihramı umreye çevirsin" diye emretti.
Biz de Beytullah'ı tavaf etik. Safâ ve Merve'de sa'y yaptık. (İhramdan çıkarak) kadınlarımıza
geldik, elbiselerimizi giydik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şunu da söylemişti:
"Kim kurbanlık nişanlamışsa, kurbanlığı mahalline varıncaya kadar ihramdan çıkmasın!"
Terviye akşamında (yani Zilhicce'nin 8. günü) bize hacc için ihrama girmemizi emretti.
(Harem bölgesinin dışına çıkarak ihramlarımızı giyerek hacca başlayıp) menâsiki
tamamladığımız zaman Mekke'ye geri gelip Beytullah'ı, Safâ ve Merve'yi tavaf ettik. Böylece
haccımız tamamlanmış, âyet-i kerimenin buyurduğu üzere (Meâlen): "Haccı da umreyi de
Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkonursanız, o.halde kolayınıza
gelen kurban gönderin..." (Bakara 196) üzerimizde kurban borcu kalmıştı."
Buharî, Hacc 37. (Buharî bunu bab başlığında ta'lik (senetsiz) olarak kaydetmiştir.
1269 - Ebu Zer (radıyallahu anh) demiştir ki: "Haccda mut'a sadece Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabına hastır."
Müslim Hacc 189, (1224); Ebu Dâvud, Menâsik 25, (1808); Nesâî, Hacc 77, (5, 179-180);
İbnu Mâce, Hacc 42, (2984).
1270 - Ebu Dâvud'daki rivayette şöyle denmektedir: "Ebu Zer (radıyallahu anh), hacca niyetle
ihram giyip sonradan bunu umreye çevirenler hakkında şöyle diyordu: "Bu, sadece Hz.
Peygamber'le haccedenlere has bir ruhsattı."
Ebu Dâvud, Menâsik 25, (1807); İbnu Mâce, (Hacc 42, (2985).
1271 - Ebü Cemre anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a mut'à'dan sordum; bana onu
yapmamı emretti, haccda kesilen kurbandan sordum. "Bu hususta, dedi, deve veya sığır veya
davar veya kana ortak olmak imkânları var (bunların hepsi meşrudur)."
Ebü Cemre der ki: "İnsanlar mut'ayı mekruh addediyorlardı. (Eve gelip) uyudum. Rüyamda
birisini gördüm (bana gelip): "Makbul umre, mebrür hacc!" diye müjdeledi. Hemen İbnu
Abbas (radıyallahu anhümâ)'a gelip haber verdim. Bana: "Allahu ekber! Ebu'l-Kâsım
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti!"dedi."
Buharî, Hacc 102; Müslim, Hacc 204, (1242).
1272 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Kim hacc aylarında umre yapar, sonra
Mekke'de hacc zamanı gelinceye kadar ikamet ederse bu kimse, hacc da yaparsa
mütemettidir. Bu durumda kolayına gelen bir kurban kesmesi vacib olur. Eğer kurban
bulamazsa, üç günü hacc sırasında, yedi günü de döndüğü zaman olmak üzere (on gün) oruç
tutar. "
İmam Mâlik der ki: "Bu hüküm, o kimsenin hacc zamanına kadar orada ikamet etmesi ve aynı
sene içinde hacc yapması halinde câridir."
Muvatta, Hacc 62, (1, 344).
Muvatta'nın bir diğer rivayetinde der ki: "Allah'a yemin olsun, haccdan önce umre yapıp (bu
sebeple) kurban kesmem, haccdan sonra Zilhicce ayında umre yapmamdan daha sevimlidir."
1273 - Abdurrahmân İbnu Harmele el-Eslemî anlatıyor: "Bir adam gelip Said İbnu'l-
Müseyyib'e: "Haccdan önce umre yapayım mı?"diye sormuştu. Şöyle cevap verdi:
"Evet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) haccetmezden önce umre yaptı."
Muvatta, Hacc 57, (1, 343).
1274 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Ömer İbnu Ebî Seleme, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den,
Şevvâl ayında umre yapmak için izin istedi.O da izin verdi. İbnu Ebî Seleme umre yapıp
ailesine döndü, haccetmedi."
Muvatta, Hacc 58, (1, 343).
1275 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle demiştir: "Oruç, umre yapıp hacca kadar temettuda
bulunup da hacc için ihrama girmesinden arefe gününe kadar kurban bulamayan kimse
içindir. Eğer orucu tutmazsa, Minâ günlerinde tutar" İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) de
böyle hükmediyordu.
Muvatta, Hacc 255, (1, 426).
1276 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Veda haccında),Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ve ashabı (radıyallahu anhüm), hacc için ihrama girdikleri vakit, Resûlullah ile
Talha hariç, hiç kimsenin kurbanlığı yoktu. O sırada Hz. Ali, beraberinde bir kurbanlık olduğu
halde Yemen'den geldi. Ve derhal: "Ben de Resûlullah'ın niyet ettiği şeye niyet ederek ihram
giydim" deyip katıldı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabına bu hacclarını umreye çevirmelerini, tavaf
yapmalarını, (sa'y yapmalarını), beraberinde kurbanlığı olanlar hariç saçlarını kısa keserek
ihramdan çıkmalarını emretti.
Bir kısmı itiraz ederek: "Yani henüz cenabetken Mina'ya mı gideceğiz?" dediler. Bu söz Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ulaşmıştı: "Geride bıraktığım işlerimi tekrar bulsaydım
kurban getirmezdim. Eğer, beraberimde kurbanlığım olmasaydı, ben de ihramdan çıkardım"
dedi.44)
Bu sırada Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) hayız oldu. Beytullah'ı tavaf hâriç, haccın bütün
menâsikini yerine getirdi. Temizlenince de tavafı yaptı. Dedi ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Sizler hem umre hem de hacc yapmış olarak burdan ayrılacaksınız, ben
ise sadece haccla ayrılacağım!"
Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oğlan kardeşi Abdurrahman İbnu Ebî Bekr
(radıyallahu anhümâ)'e, Hz. Aişe'yi (Harem bölgesinin dışında yer alan) Ten'im'e götürmesini
emretti. (Hz. Aişe adıyallahu anhâ) orada ihram giyerek) haccdan sonra umre yaptı." 45)
1277 - Buharî'nin bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "(Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Mekke'ye gelince ashabına:"İhramınızdan çıkın. Önceki niyetinizi müt'aya çevirin!" dedi.
Ashab:
"Biz önce "hac" diye ismen belirterek niyet etmişken, şimdi nasıl müt'aya çevirebiliriz?" diye
itiraz ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Ben size ne söylüyorsam onu yapın. Eğer kurbanlık getirmemiş olsaydım, size emretmiş
bulunduğumu ben de yapardım. Ancak, kurbanım (Mina'daki kesim) mahalline ulaşmadan
ihramlıya haram olan şeylerden hiçbirisi bana helâl olmaz!" dedi. Bunun üzerine Ashab-ı
Kiram Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın emrini yerine getirip ihramdan çıktılar."
1278 - Yine Buharî'nin bir başka rivayetinde şu ziyade yer alır: "Biz Mekke'ye Zilhicce ayının
dördünde gelmiştik. Müslim in bir rivayetinde şu ibâreye de yer verilmiştir: "Bize ihramdan
çıkmamız, hacc için yaptığımız niyyetin umreye çevrilmesi emredilmişti. Bu, bize çok
imkânsız bir emir geldi ve hepimizin canını sıktı. Memnuniyetsizliğimiz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a ulaştırıldı. Ona semâvî bir şey (haber) mi ulaştı, insanlardan mı bir
şey ulaştı bilemiyoruz, her ne ise, bize şu hitabda bulundu:
"Ey nâs, ihramdan çıkın. Eğer beraberimde kurbanlığım olmasaydı,ben de sizin gibi
yapardım!" (Resûlullah'ın bu kesin emri üzerine) ihramdan çıktık. Hatta hanımlarımızla
münasebet-i cinsiyede bile bulunduk. İhrama girmemiş olan bir kimsenin yaptığı her şeyi
yaptık. Bu hal terviye gününe (Zilhicce'nin sekizinci günü) kadar devam etti. O gün gelip,
Mekke'yi arkada bıraktığımız vakit, hacca niyet ederek ihrâma girdik."
1279 - Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denir: "Biz, hacc-ı ifrad için ihram giyip
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte ilerledik. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) de umre
için ihrama girdi. Seref'e gelince Hz. Aişe hayız oldu. (Mekke'ye) gelince Kâbe'yi, Safâ ve
Merve'yi tavaf ettik. Sonra, beraberinde kurbanlık olmayanların ihramdan çıkmaları
emredildi.
"Neleri nefsimize helâl edeceğiz?" diye sorduk. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"(İhramlıya yasak olan) her,şeyi!" dedi. Bunun üzerine kadınlarımızla da yattık, kokular
süründük, elbiselerimizi giydik. (Bunların hepsini yaparken) bizimle arefe (yani hacc ihramı
giyme) günü arasında sadece ve sadece dört gece vardı.
Sonra terviye günü (Zilhicce'nin 8'i) tekrar ihrama girdik. Bir ara Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin yanına girmişti, onu ağlıyor buldu.
"Neyin var?" diye sordu.
"Hayız oldum, herkes ihramdan çıktı, ben çıkamadım, tavafımı da yapamadım. Herkes artık
(umresini tamamladı), hacc için (Arafat'a)çıkıyor!" diyerek yakındı. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Bu hal, Cenab-ı Hakk tarafından Âdem (aleyhisselam)'in kızlarına yazılmış bir kaderdir,
(sana mahsus bir kusur değil). Sen de, (ihrama giren herkesin yaptığı gibi) yıkanı ve hacc için
ihrama gir' dedi. O da öyle yaptı. (Mina, Arafat ve Müzdelife'deki) vakfelerin hepsine katıldı.
Hayızdan temizlenince de (ifâza) tavafını yaptı. (Bunlar bittikten sonra Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye:
"Artık hem haccını hem de umreni yapmış, her ikisinin de ihramından çıkmış oldun!" dedi.
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ):
"Ancak benim içimden Beytullah'ı tavaf etmeden hacc yaptığım hissi geçiyor" dedi. Bunun
üzerine (oğlan kardeşine seslenerek):
"Ey Abdurrahman (kızkardeşin) Aişe yi Ten'îm'e götür, orada umre için ihrama girsin!" dedi.
Bu vak'a Hasbe gecesi cereyan etmişti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mülâyim bir
insandı. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) birşey arzu etti mi onun arkasını takip eder (yerine
getirirdi)."
1280 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir: "... Deve ve sığırda ortak olmamız
emredildi. Bizden her yedi kişi bir deveye iştirak edecekti."
Yine Müslim'in bir başka rivayetinde: "Ne Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ne de Ashab
(radıyallahu anhüm), hiç kimse, Safâ ile Merve arasında ilk tavafın dışında başka bir tavaf
yapmadı" denmiştir.
1281 - Ebu Dâvud ve Nesâî'de şu ziyade gelmiştir: "Sürâka İbnu Mâlik (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resûlü, bu sene (hacc sırasında) yaptığımız temettu bu yıla mı has, bundan sonra
her haccda ebediyen yapılacak mı?" diye sormuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Elbette, ebediyen yapılacaktır!"cevabını verdi" (48).
Buharî, Hacc 81,32, 34, 35, Umre 6, 15, Meğâzî 61, Temennî, 3, 27; Müslim, Hacc 1213-
1216 arasındaki rivayetler); Ebu Dâvud, Menâsik 23, (1785-1789 arasındaki rivayetler);
Nesâî, Hacc 77,(5,178-179).
1282 - Buhari, Müslim, Ebu Dâvud ve Nesâi de kaydedilen bir rivayette İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "(Cahiliye Arapları) hacc aylarındaki umreyi yeryüzünde
işlenebilen günahların en büyüğü biliyorlardı. Keza Muharrem ayını da Safer diye isimlenirip:
"Bere iyileşip eser kalmadığı ve Safer ayı çıktığı vakit umre yapmak isteyene umre helâl olur"
diyorlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashab-ı Güzîn (radıyallahu anhüm)'i, hacc
için ihrama girmiş olarak 4 Zilhicce sabahı (Mekke'ye) geldiler. (Gelir gelmez) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), hacc niyetlerini umreye tahvil etmelerini emretti. Bu, Ashab
nezdinde büyük bir hâdise oldu.
"- Ey Allah'ın Resûlü, neleri helal addedeceğiz?" diye sordular. "Bütün (ihram haramları)
helâl olacak!" diye cevap verdi."
Nesâî'deki rivayette: Eser yerine veber (yün) denmiştir. Mâna: "Yün çoğalınca" olur. Keza
"Safer ayı çıkınca" tâbirinden sonra: "Veya şöyle dedi: Safer ayı girince" tâbiri ilâve
edilmiştir.
(Buharî, Hacc 34, Menâkıbu'1-Eâr 26; Müslim 198, (1240,1241); Ebu Dâvud, Hacc 80,
(1987), Menâaik 23, (1792); Nesâî, Hacc 77,108, (5,180,181, 201, 202.)
1283 - Müslim ve Tirmizî'de şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Umre, kıyamete kadar hacca dahil oldu:Yani, umre ameli, hacc-ı kıran yapmak isteyenin
hacc ameline dahil oldu."
Müslim, Hacc 203, (1241); Tirmizî, Hacc 89, (932).
1284 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Biz hacc aylarında, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la birlikte, hacc için ihrama girmiş olarak, hacc gecelerinde yola çıkıp Seref nâm
yere indik. Orada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kimin beraberinde kurbanlığı yoksa,
haccını umre yapmak isteyen umreye çevirsin. Beraberinde kurbanlığı olan bunu yapmasın"
dedi. Hz. Aişe sözünde devamla der ki: "Ashab'tan bazısı umreye niyet etti, bazısı da terketti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile, gücü yerinde olan bazısının yanında kurbanlığı vardı.
(Bir ara) Resûlullah yanıma gelince beni ağlar buldu.
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Ben ashabına söylediklerini işittim ve umre yapmaktan engel olundum!" dedim. Bunun
üzerine:
"Neyin var?" diye tekrar sordu.
"Namaz kılamıyorum (hayız oldum)" dedim.
"Bu sana zarar vermez. Sen Hz. Âdem (aleyhisselâm)'in kızlarından bir kadınsın. Allah
öbürlerine yazdığı kaderi sana da takdir etti, bu bir kusur sayılmaz. Sen haccına devam et.
Cenab-ı Hakk inşaallah, umreyi de sana nasib edecek" dedi.
1285 - Bir diğer rivayette Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şöyle der: "Hayız halim Arefe gününe
kadar devam etti, o gün temizlendim. Ben de sadece umreye niyet etmiştim. Resûlullah saçımı
çözüp taramamı, umreyi bırakıp, hacc niyetiyle ihrama girmemi emretti. Emrini yerine
getirdim ve haccımı eda ettim."
1286 - Hz. Aişe bir başka rivayette şöyle der: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte
çıktık, kurban günü Mina'ya geldik. Ben (orada) temizlendim. Sonra Mina'dan çıktım.
Beytullah'a koştum. Sonra, Resûlullah'la birlikte nefr-i âhir (teşrik günlerinin üçüncüsü, yani
bayramın dördüncü günü = onüç Zilhicce) günü çıktık, Muhassab'a indik. Abdurrahman
(radıyallahu anh)'ı çağırdı ve:
"Kızkardeşini Harem bölgesinden çıkar (Ten'm'e kadar götür. Orada) umre için ihram giysin.
Umreyi yapınca buraya gelin, sizi dönünceye kadar burada bekliyorum!"dedi. Ben ayrılıp
(Ten'im'e gidip ihram giydim, umre yaptım) tavaftan boşalınca, seherde yanına geldim. Yola
çıkma emri verdi. Herkes göç yükleyip Medine'ye müteveccihen hareket etti."
1287 - Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beytullah'a
uğrayıp sabah namazından önce tavaf etti, sonra Medine'ye hareket etti."
1288 - Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
yola çıktık. Bazılarımız umre niyetiyle ihrama girdi, bazılarımız hem hacc hem de umre
niyetiyle ihrama girdi, bazılarımız da sadece hacc niyetiyle ihrama girdi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da sadece hacc için ihrama girmişti. Umre için ihrama girenler,
(Vemreyi yapınca) ihramdan çıktılar. Hacc için ihrama girenler veya hacc ve umre için
ihrama girenler, yevm-i nahr'e (kurbanın birinci gününe) kadar ihramdan çkmadılar.
( Buharî, Umre 6, 8, 9, Hayz 1, 7, Hacc 3,33, 81, Edâhî 3, 10; Müslim, Hacc 111-135, (1211-
1212); Muvatta, Hacc 223-224, (1,410-412); Ebu Dâvud, Menâsik 23, (1778-1783); Nesâî,
Hacc 77, (5, 177-178), Tirmizî, Hacc ,91, (934).
1289 - Ebu Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Ey Abdurrahman! Kızkardeşini devenin arkasına al, Ten im,den itibaren umre
yaptır. Tepelikten inip oraya vardın mı ihrama girsin. Zîra yapacağı, kabul görecek bir
umredir. "
Ebu Dâvud, Menâsik 81, (1995).
1290 - Ebu Müsâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bathâ'da
mola vermişken yanına uğradım. Bana: "Neye niyetle ihrama girdin?" diye sordu: Ben:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın niyeti ile niyetlendim" dedim. Ban:
"Kurbanlığın var mı?" diye sordu. Ben:
"Hayı!" dedim:
"Öyleyse, dedi Beytullah'ı, Safâ ve Merve'yi tavafet ve ihramdan çık!"
Resûlullah'ın bu söylediklerini yaptım. Ailemden bir kadına uğradım. Saçlarımı tarayıp,
başımı yıkayıverdi.
Ben Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in halifeliği sırasında, halka bu şekilde fetva veriyordum.
O öldü, yerine Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife olu. Onun zamanında, bir hacc mevsimiydi.
Ben (hacc için hazırlığa) kalkmış olduğum sırada bir adam gelip:
"Fetvalarında teennili ol. Emîrü'1-mü'minînin hacc mevzuunda neler ihdas edeceğini
bilemezsin!" dedi. Ben de:
"Ey insanlar, ben, kime haccla ilgili bir fetvâ vermiş idiysem, teennili olsun. İşte mü'minlerin
emîri size geliyor. Onu imam edinin, ona uyun!" dedim. Hz. Ömer (radıyallahu anh) gelince
kendisine:
"Ey mü'minlerin emîri, kulağıma gelen nedir"? Hacc menâsikiyle alâkalı yeni şeyler mi ihdâs
ettiniz?" diye sordum. Bana:
"Eğer Allah'ın kitabıyla amel edeceksek, bak Allah'ın kitabı ne diyor: "Haccı da, umreyi de
Allah için tam yapın..." (Bakara 196)emrediyor. Eğer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sünneti ile ameledeceksek. O: "Menâsikinizi benden alın" diyor ve kurbanlığı,
yerine(Mina'ya) ulaşıncaya kadar ihramdan çıkmıyor."
Buharî, Umre,11, Hacc 32,34125, Megâzî 60, 77; Müslim, Hacc 154, (1221); Nesâî, Hacc 5,
(5,153).
1291 - Müslim ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette şöyle denir: "Ebü Müsa hacc-ı temettuya
fetva veriyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona: "Biliyorum ki Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ve ashabı bunu yaptılar. Ancak ben, halkın Erâk 51) denilen yerde kadınlarla cima
ederek, sonra başlarından su damlar bir halde hacc yapmaya gitmelerini uygun bulmadım"
dedi."
Müslim, Hacc 157, (1222); Nesâî, Hacc 50, (5,159).
1292 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali'yi
Yemen'e emir olarak gönderdiği zaman ben onun yanında idim. Onunla beraber ben de (altın)
kaplar elde ettim. Hz. Ali (radıyallahu anh), (Yemen'den) Resûlullah'ın yanına gelince,
Hz.Fatıma'nın, (boyalı elbiseler giymiş), evi de (hâlâ kokmakta olan) bir tütsü ile tütsülemiş
olduğunu gördü. (Bu kıyafet ve bu tütsünün yasak olduğu hacc döneminde karşılaştığı bu
manzaraya Ali) kızdı. Hz. Fâtıma: Niye kızıyorsun? Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ashabına (ihramdan çıkmalarını emir buyurdu, onlar da ihramdan çıktılar" dedi. (Bunun
üzerine Hz. Ali, zevcesine: "Ben zaten Resûlullah'ın niyyeti ile ihrama girmiştim" dedi ve)
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e uğradı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen
ne yaptın ?" diye sordu. Hz. Ali:
"Resûlullah'ın niyeti ile niyetlendim"deyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben kurbanlık getirdim ve hacc-ı kırana niyet ettim"diye açıklamada bulundu ve Hz. Ali
(radıyallahu anh)'ye şu emri verdi:
"Altmış yedi -veya altmış altı- deve kes. Develerden otuz üç -veya otuz dört- tanesini kendin
için ayır ve develerden her birinden bir parça da (benim için) ayır."
Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1797).
1293 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Zülhuleyfe'de geceledi. Sabah olunca (devesine) bindi. Devesi onu Beydâ'da havaya
kaldırınca, Allah'a hamdetti, tesbih etti, tekbir getirdi, tahlil getirdi. Sonra hacc ve umre için
(niyet edip) telbiye getirdi. Halk da her ikisi için (niyet edip) telbiye getirdi. (Mekke'ye)
gelince halka emretti, onlar da ihramdan çıktılar. Bu hal terviye gününe (Zilhicce'nin 8'i)
kadar devam etti. Terviye günü hacc için ihrama girip telbiye getirdiler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) haccı îfa edince kendi eliyle ayakta olduğıu halde, yedi deve kesti."
Ebu Dâvud, Menâsik 24,(1796); Nesâî, Hacc 143, (5, 225).
1294 - Bilal İbnu'1-Hâris (radıyallahu anh)'in yaptığı bir rivayette şu ibare mevcuttur: "Ey
Allah'ın Resûlu, hacc (için yapılan niyet)'ı umreye çevirmek sadece bize mi hastır, yoksa
bizden sonrakiler için decâiz olacak mıdır?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Bu sadece size hastır. (Sizden sonraki Müslümanlara câiz değildir)."
Ebu Dâvud, Menâsik 25, (1808); Nesâî, Hacc 77, (5,179).
Nesâî, Bilâl İbnu'l-Hâris'ten sadece (sadedinde olduğumuz) feshu'l-hacc hadisini tahric
etmiştir. Feshu'l-hacc: Kişinin önce hacca niyet etmesi, fakat sonradan bunu umreye
çevirmesi, umre yapınca ihramdan çıkması, tekrar hacc için ihrama girmesidir.
1295 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
umre için, ashabı da hacc için ihrama girdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1804); Müslim,Hacc 196, (1239); Nesâî, Hacc 77, (5,178).
1296 - İkrime İbnu Halid el-Mahzümî diyor ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e haccdan önce
yapılan umre hakkında (caiz mi, değil mi diye) sordum. Bana:
"Yapmakta bir beis yok. Bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)haccdan önce umre
yapmıştı" cevabını verdi."
(Buharî, Umre 2.
1297 - Yine Buharî'nin, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan kaydettiği bir rivayette şöyle
denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), insanlara (haccın İslâm'a uygun olan) âdâbını
öğretmesi ve Resûlullah adına tebligatta bulunması için Hz. Ebu Bekir'i hacc emîri olarak
gönderdi. Hac kafilesi Arafat'a Zülmecaz cihetinden vasıl olunca Kâbe'ye yaklaşmadı, fakat
Zülmecaz'a doğru yöneldi. Böyle yapışı, hacca umre ile niyet etmemiş olmasından ileri
geliyordu."
1298 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından bir
adam, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek, huzurunda, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ölmüş bulunduğu hastalığı sırasında, haccdan önce yapılan umreyi yasaklarken
Resûlullah'ı işittiğine dair şehâdette bulundu."
Ebu Dâvud, Menâsik 23, (1793.).
TAVAF VE SA'Y'İN MAHİYETİ
1299 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve
ashabı (radıyallahu anhüm) Mekke'ye, Yesrib hummasından bitkin düşmüş bir halde geldiler.
Müşrikler (şehirde menfi bir dedikodu yaparak): "Yarın buraya humma hastalığından dermanı
kesilmiş ve ondan çok ızdırab çekmiş bir kavim gelecek"dediler ve (Müslümanlar'ın seyrine
bakmak için) Hicr'in arkasına oturdular. (Onların hainliğinden vahyen haberdar olan)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), celâdetlerini müşriklere göstermeleri için, Müslümanlar'a
tavafın ilk üç şavtında remel yapmalarını, iki köşe arasında da adi yürüyüşle yürümelerini
emretti.
Bu hali gören müşrikler: "Bunlar mı hummanın bitkin düşürdüğünü zannettiğiniz insanlar,
bunlar falan ve falandan daha sağlammış " dediler.
İbnu Abbâs (radıyallahu anh) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ashabına
(radıyallahu anhüm) bütün şavtlarda remel yapmalarını emretmekten alıkoyan şey onlara
duyduğu merhametti."
(Buharî,Hacc 55, Megâzî 43; Müslim, Hacc 240, (1266); Tirmizî, Hacc 39, (863); Ebu
Dâvud,Menâsik 51, (1886,1889); Nesâî,Hacc 155, (5, 230).
Buharî, bu rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sulh
antlaşması yaptığı sene (umre için) gelince müşriklere kuvvetlerini göstermeleri için "hızlı
yürüyün!" diye emretti. Müşrikler bu sırada Kuaykıân dağı tarafına oturmuş
(seyrediyor)lardı."
1300 - Bir diğer rivayette (İbnu Abbas) şöyle demiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Beytullah'ın etrafında, Safâ ile Merve arasında, müşriklere kuvvetini göstermek için sa'y etti."
1301 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ızdıbâ yaptı, istilâmda bulundu, tekbir getirdi, sonra üç tavafta remel yaptı. Müslümanlar
Rükn-i Yemânî'ye varınca Kureyş'in nazarından gizleniyor, gizlenince de normal yürüyüşe
geçiyor, sonra tekrar karşılarına çıkınca bu sefer yeniden remele geçiyorlardı. Onları böyle
remel (yaparken canlı ve kıvrak) gören Kureyş: "Bunlar ceylanlar gibiymiş" diyorlardı.
İbnu Abbâs: "Remel sünnettir" demiştir.
Ebu Dâvud, Menâsik 51, (1889).
1302 - Ebu't-Tufeyl (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) dedim ki:
"Kâbe'nin etrafında (tavaf yaparken) ilk üç şavtında remel, son dört şavtında da normal
yürüme yapmak sünnet midir, değil midir? Senin kavmin buna sünnet diyorlar?"
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana şu cevabı verdi:
"Hem doğru söylemişler, hem de kizb etmişler."
"Yani hem doğru söylemişler, hem de kizb etmişler demekle neyi kastediyorsun?" diye
açıklama istedim.
Anlattı:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye (umretü'1-kaza için) gelmişti. Müşrikler:
"Muhammed ve ashabı zayıflıktan Kâbe'yi tavaf edemez" dediler. Müşrikler onu
kıskanıyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ashabına üç (şavtta)
remel yaparak, dört şavtta da normal şekilde yürümelerini emretti."
Ben tekrar, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a:
"Bana Safâ ile Merve arasındaki tavafı binerek yapmanın sünnet olup olmadığını haber ver.
Zîra senin kavmin bunun sünnet olduğunu söylüyorlar!" dedim. Bana şu cevabı verdi: "Hem
doğru söylemişler, hem de kizb etmişler."
"Hem doğru söylemeleleri, hem de kizb etmeleri ne demektir?" diye ben tekrar sorunca
açıkladı:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye umre için geldiği zaman (Mekkeli) ahali
etrafını çokca sarmış: "İşte Muhammed! İşte Muhammed!" diye sıkıntı veriyorlardı. Hattâ,
genç kızlar bile evlerden çıkmışlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzurunda (yol
açmak için) halka vurulmazdı. Halk başına üşüşünce, bu sebeple o da hayvana bindi. Aslında
sa'yi yayan yapmak (binerek yapmaktan) efdaldir."
Müslim, Hacc 237, (1264); Ebü Dâvud, Menâsik 51, (1885).
Ebu Dâvud'un rivayetinde İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) -Müslim'deki rivayete ziyade
olarak- şunu söyler: "Hudeybiye müzakereleri sırasında Kureyşliler: "Muhammed'i ve
arkadaşlarını bırakın, böcekler gibi ölsünler" dediler. Müteakip sene umre yapmak şartı
üzerine sulh antlaşması yapılınca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye
geldi.Müşrikler de Kuaykıân tepesi yönünden geldiler. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz
ashabına: "Beytullah'ı üç şavtta remel yaparak tavaf edin"dedi. Bu (bütün ümmete şâmil) bir
sünnet değildir.
Safâ ile Merve arasındaki sa'y ile ilgili olarak (Ebu Dâvud'da gelen açıklama, (yukarıda
kaydedilen) Müslim rivayetindekinin aynıdır.)
Ancak Ebu Davud'da şu ziyâde dahi yer alır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), halk,
sözlerini daha iyi işitsin, yerini daha iyi görsün ve elleri ona ulaşmasın diye bir deveye bindi."
1303 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, yedi
şavttan üçünü hızlıca yaptığı ilk tavafta, Hacer-i Esved'e istilâm buyururken gördüm."
Buharî,Hacc 56; Müslim,Hacc 232, (1261); Muvatta, Hacc 108, (1,365); Ebu Dâvud, Menâsik
51, (1891) 52, (1893); Nesâî,Hacc 152, (5, 229),153, (5,230).
Bir rivayette şöyle demiştir: "Safâ ile Merve arasında sa'y ederken sel çukurunda koşuyordu."
Buhârî ve Müslim'in bir rivayetinde şöyle demiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Haceru'l-Esved'den Haceru'l-Esved'e üç tur remel yaptı, dört tur da yürüdü, sonra iki rekât
namaz kıldı, yani tavaftan sonra. Sonra da, hem haccda hem de umrede Safâ ile Merve
arasında tavaf yaptı."
1304 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye
geldi. Doğru Mescid-i Haram'a girdi ve Haceru'l-Esved'i istilâm buyurdu. Sonra sağ kolu
üzerinde ilerleyerek üç tur remel yaptı, dört tur da yürüdü. Sonra Makam-ı İbrahim'e geldi ve
"Siz de İbrahim'in makamından bir namazgâh edinin..." (Bakara 125) âyetini okudu. Ardından
makam, Beytullah'la kendi arasında olacak şekilde iki rek'at namaz kıldı. Bu namazı bitirince
tekrar Haceru'l-Esved'e geldi ve istilâmda bulundu.
Sonra Safâ ve Merve'ye gitti. Zannedersem orada:
"Şüphe yok ki Safâ ve Merve Allah'ın şeâirindendir" (Bakara 158) âyetini okudu."
Müslim, Hacc 147, (1218), 235 (1263); Muvatta, Hacc 107, (4, 364); Tirmizî, Hacc 33, (856),
34, (857); Nesâî, Hacc 149, (5, 228);İbnu Mâce, Menâsik 29, (2951).
1305 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve
ashabı (radıyallahu anhüm) Ciirrâne'den umre yaptılar. Bu umrede Beytullah'ı remel yaparak
tavaf ettiler. Bu tavafta ridalarının bir ucunu sağ koltuklarının altına koymuşlar, diğer ucunu
da sol omuzlarının üzerine atarak (ızdıba yapmışlardı)."
Ebu Dâvud, Menâsik 50, (1884), 50, (1891).
1306 - Urve (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu'z-Zübeyr, umre maksadıyla
Ten'îm'de ihrama girdi. Sonra ben onu Beytullah'ın etrafında, üç şavtta koşar gördüm."
Muvatta, Hacc 34, (1, 365).
1307 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den Nâfı'in anlattığına göre, İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ) Mekke'de ihrama girdiği zaman ne Beytullah'ı tavaf eder, ne de Safâ ve Merve
arasında sa'yde bulunurdu. Bunları Mina dönüşü yapardı. Mekke'de ihrama girdiği zaman
Beytullah'ı tavafedecek olsa remel yapmazdı."
Muvatta, Hacc 34, (1, 365).
1308 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ifaza
tavafının yedi şavtında da remelde bulunmamıştır."
Ebu Dâvud, Menâsik 83, (2001).
1309 - Eslem mevlâ Ömer İbnu'l-Hattâb anlatıyor: "Ömer İbnu'l Hattâb (radıyallahu anh)'ı
dinledim, diyordu ki: "Bugün Allah, İslâm'ı hakim ve güçlü kılmış, küfrü ve kâfırleri de
bertaraf etmiş olduğuna göre remel yapmanın ve omuzu açmanın (ızdıba) ne gereği var.
Ancak bununla beraber, bizler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte yapmış
olduğumuz şeylerden hiçbirini bırakmayız."
Ebu Dâvud, Menâsik 51, (1887).
1310 - Ya'la İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir bürde ile ızdıba yapmış olarak tavaf etti."
(Ebu Dâvud, Menâsik 50, (1983); Tirmizî, Hacc 36, (859).
Hadisin Ebü Davud'daki vechinde "yeşil bir bürde" denir.
-Abdurrahman İbnu Safvan (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı, ashabı ile birlikte Kâbe'den çıkarken gördüm. Beytullah'ı, kapısından Hatim'e
kadar istilâm ettiler ve Beytullah'ın üzerine yanaklarını koydular. Bu sırada Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ortalarında idi."
Ebu Dâvud, Menâsik 55, (1898).
İSTİLÂM
1311 - Âbis İbnu Rebîa (rahimehullah) anlatıyor: "Ben Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i Haceru'l-
Esved'i öperken gördüm. Onu hem öptü, hem de: "Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir faydan
ne de zararın vardır. Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı seni öper görmeseydim, seni
asla öpmezdim" dedi."
Buharî, Hacc 50, 57, 60; Müslim Hacc, 248, 120; Muvatta, Hacc 36, (1367); Tirmizî, Hacc
37, (860); Ebu Dâvud, Menâsik 47, (1873); Nesâî, Hacc 147, (5, 227); İbnu Mâce, Menâsik,
27, (2943).
1312 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı Kâbe'den sadece iki rüknü öperken gördüm, bunlar da iki rükn-i Yemânî'dir."
Buhari, Hacc 59; Müslim, Hacc 242, (1267); Ebu Dâvud, Menâsik 48, (1874); Nesâî, Hacc
156, (5, 231-232).
1313 - Bir rivayette, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in şöyle dediği belirtilmiştir: "Ben, şu
iki Yemânî rükne ve Haceru'l-Esved'e Resûlullah'ın istilâm ettiğini göreliden beri rahat halde
de olsam, sıkışık halde de olsam istilâmda bulunmayı hiç terketmedim."
Buharî, Hacc 60;Müslim, Hacc 245, (1268)(54).
1314 - Şeyheynin (Buharî ve Müslimümâ) bir diğer rivayetinde Nâfî der ki: "Ben İbnu Ömer
(radıyallahu anh)'i (tavaf yaparken gördüm. Haceu'l-Esved'i) eliyle istilâm ediyor, sonra da
elini öpüyürdu."
Buharî, Hacc 60; Müslim, Hacc 246, (1268).
1315 - Ebü Dâvud ve Nesâî'deki bir rivayet şöyledir: "(İbnu Ömer) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), (tavafın) her şavtında rükn-i Yemânî ve Haceru'l-Esved'i istilâm
etmeyi terketmezdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 48, (1876); Nesâî, Hacc 156, (5, 231).
1316 - Buharî ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayet şöyle: "Bir adam İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ)'e Haceru'l-Esved'i istilâm etme hususunda sormuştu. Şu cevabı aldı:
"Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, onu hem istilâm eder hem de öper gördüm..."
Adam tekrar sordu:
"Pekâlâ, sıkışacak olsam, bana galebe çalacak olsalar, (ne yapayım İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ) kızgın bir eda ile: "Sorusu Yemen'de batasıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı,
onu hem istilâm eder, hem öper gördüm."
Buharî, Hacc 60; Nesâî, Hacc 155, (5, 231).
1317 - Amr İbnu Şuayb babası tarikiyle bildiriyor: "Abdullah'la -ki babasıdır- tavafta
bulundum. Kâbe'nin arka kısmına gelince: "istiâzede (sığınmada) bulunmuyor musun?"
dedim.
"Ateşten Allah'a sığınırım!" dedi ve yürüdü. Haceru'l-Esved'e kadar gelip istilâmda bulundu.
Rükn ile kapı arasında (Mültez m'de) durarak göğsünü, yüzünü, kollarını ve avuçlarını şöyle
yamadı -onları iyice açarak gösterdi- ve sonra:
"İşte Resûlullah'ı aynen böyle yaparken gördüm!" dedi.
Ebu Dâvud,Menâsik 55, (1899).
1318 - Ebü't-Tufeyl anlatıyor: "Ben Hz. İbnu Abbas ve Hz. Muâviye (radıyallahu anhümâ) ile
birlikte idim. Muâviye (radıyallahu anh) hazretleri her rükne uğradıkça istilâmda
bulunuyordu. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) kendisine:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece Haceru'l-Esved ve rüknü'l-Yemânî'den başka yeri
istilâm etmezdi" dedi. Hz. Muâviye şu cevabı verdi:
"Beytullah'tan hiçbir şey ihmal edilmez."
İbnu z-Zübeyr bütün rükünlere (köşelere) istilâmda bulunurdu."
Buharî, Hacc 59; Müslim, Hacc 247, (1269); Tirmizî, Hacc 35, (858).
1319 - Hanzala (İbnu Ebî Süfyân İbni Abdirrahman) (rahimehumullah) anlatıyor: "Tâvus
merhumu (tavafyaparken) gördüm. Rükne gelince (Haceru'l-Esved) üzerinde izdiham bulursa
sıkışıklık yapmaz, geçer giderdi; boş ve müsait bulursa üç sefer öperdi. Sonra şunu söyledi:
"Ben İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ı aynen böyle yaparken gördüm." İbnu Abbas da:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i aynen böyle yaparken gördüm" dedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh) de:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı böyle yaparken gördüm". dedi."
Nesâî, Hacc 148, (5, 227).
1320 - Urve İbnu'z-Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
İbnu Avf (radıyallahu anh)'a: "Ey Ebü Muhammed! Rüknü'l-Esved'i nasıl istilâm ettin?"diye
sordu.
"İstilâm ettim ve bıraktım!" deyince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam);
"Doğru yapmışsın" dedi."
Muvatta, Hacc 113; (1, 366).
1321 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Kendisine Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ)'nin: "Hıcr'ın bir kısmı Beytullah'tan değildir"dediği haber verilince şunu söyledi:
"Allah'a kasem olsun, şayet Aişe bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş ise,
kanaatım o ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu iki rüknün istilâmını, bunlar Beyt'in
temelleri üzerinde olmadıkları için terketmiş olmalıdır. Keza halk da bu sebeple tavafı Hıcr'ın
gerisinden yapmaktadır."
Ebu Dâvud, Menâsik 48, (1875).
1322 - Ubeyd İbnu Umeyr anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) iki rükne geldiği
zaman (öpmek için) bunlar üzerine abanır, sıkışıklık yapardı. Kendisine: "Ey Ebu
Abdirrahmân, dedim, sen Resûlullah'ın diğer ashabının hiçbirinde görmediğim şekilde bu
rükünlere abanıp sıkışıklık yapıyorsun (sebebi nedir)?"
Bana şu cevabı verdi:
"Ben böyle yapıyorsam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu işittiğim içindir: "Bu iki
rüknü meshetmek günahlara kefarettir." Keza Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu da
işittim: "Kim şu Beytullah'ı bir hafta boyu tavaf eder ve sayarsa bir köle âzad etmek gibidir."
Keza şunu da söylediğini işittim: "Kişi tavaf için bir ayağını koyup diğerini kaldırdıkça her
adımı sebebiyle Allah onun bir hatasını siler ve bir sevap yazar."
Tirmizî, Hacc 111, (959); Nesâî, Hacc 134, (5, 221).
1323 - Abdullah İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Mültezem, rükn ile kapı
arasıdır."
Muvatta, Hacc 81, (1, 424).
1324 - Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adamın şöyle söylediğini
işittim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'a: "Ey Ebu
Hafs, sende fazla kuvvet var. (Haceru'l-Esved'i öpeceğim diye) zayıfa eziyet vermeyesin.
Rüknü boş görürsen yanaşarak istilâm et, değilse tekbir getirip geç" dedi. Sonra adam şunu
söyledi: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bir adama şunu söylediğini işittim: "İnsanlara fazla
kuvvetinle eziyet verme."
Rezın'in ilâvesidir. Bu rivayeti Ş'âfiî hazretleri Müsned'inde (2, 43)kaydetmiştir. Ahmed İbnu
Hanbel'in Müsned'inde, hadisi bizzat Hz. Ömer rivayet eder (1, 23).
1325 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) her yedide iki rek'at namaz kılardı."
Buharî, Hacc 69; Muallak (senetsiz) o1arak kaydetmiştir.)
1326 - Urve (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr yedilerin arasını birleştirir ve yürüyüşü
hızlandırırdı ve Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin de böyle yaptığını söylerdi. Ancak en sonda
her yedi için iki rek'at (tavaf) namazı kılardı."
Rezîn'in ilavesidir.
1327 - Bir diğer rivayette: "İbnu Zübeyr'in "Fecirden sonra tavaf ta bulunduğu, iki rek'ât
namaz kıldığı, tavaf edince hızlı yürüdüğü" belirtilir."
Rezîn ilavesidir.
1328 - Hz. Aişe'ye hizmet eden bir kadının rivayetine göre: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
kendisiyle birlikte kesintisiz, yedili dört tavaf yapmış, her bir yedinin ardından kılınması
gereken iki rek'atlik tavaf namazlarını en sonda ard arda kılmıştır. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)
ilâveten demiştir ki: "Her bir şavtın sonunda rükn-ü istilâm müstehabdır."
Rezîn ilâvesidir.
1329 - Abdurrahrmân İbnu Abdi'l-Kâri anlatıyor: "Ömer İbnu'I-Hattâb (radıyallahu anh) ile,
sabah namazından sonra tavaf ettik. Hz. Ömer tavafı tamamlayınca güneşe baktı ve
(doğduğunu) göremedi. Devesine binip Zu-Tavâ nam mevkiye kadar geldi. Orada devesini
durdurarak iki rek'at (tavaf sünnetini) kıldı."
Muvatta, Hacc 38, (1, 369).
1330 - İsmail İbnu Ümeyye (merhum) anlatıyor: "Zührî'ye, "Atâ: "Farz namaz, iki rek'atlik
tavaf namazının yerini de tutar" diyor, (ne dersiniz)?" dedim. Şu cevabı verdi: "Sünnete
uymak daha iyidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) yedi şavtlık bir tavaf yaptı. Mutlaka
onun için iki rek'atlik bir tavaf namazı kılmıştır."
Buharî,Hacc 69.
1331 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iki
rek'atlik tavaf namazında iki İhlâs süresini yani: Kul yâ eyyuhe'l-kâfirûn ve Kul hüvallahü
ehad sürelerini okudu."
Tirmizî, Hacc 43, (869).
1332 - Kesir İbnu Cemhân anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i, sa'y mahallinde
(mes'a) yürürken görüp kendisine: "Koşma mahallinde yürüyor musun?" dedim. Bana:
"Koşsaydım, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı koşuyor görmüşüm demektir. Yürüdüysem
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı yürür gördüm demektir. Şimdi ben yaşlı bir insanım."
Tirmizî, Hacc 39, (864); Ebu Dâvud, Menâsik 56, 1904); Nesâî, Hacc 174, (5,241-242); İbnu
Mâce Hacc 43, (2988).
1333 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselàm Safâ'dan
indiği zaman normal yürürdü. Ayakları vâdinin tabanına değince de koşardı. Koşması vâdi
tabanının bitimine kadar devam ederdi."
Muvatta, Hacc 42, (1, 374); Nesâî, Hacc 178, (5, 243).
1334 - Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
Mescid-i Haram'dan çıkıp Safâ'ya yönelirken: "Allah'ın başladığı ile başlayalım" deyip (sa'ye)
Safâ' dan başladığnı gördüm."
Muvatta, Hacc 42, (5, 374); Tirmizî, Hacc 38, (862); Nesâî, Hacc, 163 (5l235), 168 (5l237).
Bu mânâda Müslim'de de gelmiştir: Hacc 147, (1218). Keza Ebü Dâvud'da Menâsik 57,
(1905); ibnu Mâce, Menâsik 84, (3074).
Rezîn, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den naklen şu ilâvede bulundu: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Safâ'ya çıkınca oradan Beytullah'a baktı, ellerini kaldırıp dilediği
şekilde Allah'ı zikretmeye koyuldu."
1335 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Safâ ile Merve arasında, vâdinin dibinde
koşmak sünnet değildir. Burada cahiliye ehli koşar ve şöyle derdi: Bathâ'yı (vadinin dibini)
biz ancak koşarak geçeriz."
Buhârî, Menâkıbu'l-Ensar 26.
1336 - Safiyye Bintu Şeybe anlatıyor: "Bir kadın dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâın)'ı, Safâ ve Merve tepeleri arasındaki vadinin dibinde "Vadi ancak koşularak
katedilir" diyerek yürürken gördüm."
Neaî, Hacc 177, (5, 242); İbnu Mâce, Menâsik 43, (2987).
1337 - Zührî (merhum) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e sordular:
"Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Safâ ile Merve arasında remel yaparken (hızlı
koşarken) gördün mü?"
"Evet, dedi. İnsanlardan bir cemaatle birlikteydi. Hep birlikte koşuyorlardı. Ben onları onun
koşusuyla koşuyor görüyordum."
Nesâî, Hacc,175, (5, 242).
TAVAF VE SA'YİN AHKÂMI
1338 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Beytullah etrafındaki tavaf, namaz gibidir. Ancak bunda konuşabilirsiniz.
Öyle ise, kim tavaf sırasında konuşursa sadece hayır konuşsun."
Tirmizî, Hacc 112, (960); Nesâî, Hacc 136, (5, 222).
1339 - Nesâî'nin bir başka rivayetinde şöyle buyurulmuştur: "Tavaf sırasında az kelâm edin.
Zîra sizler namazdasınız."
1340 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Veda haccında bir deve üzerinde tavaf yaptı. Rükn'e bir bastonla istilam buyurdu."
Bir rivayette: "Rükn'e her gelişinde, ona elindeki bir şeyle isaret buyurdu" denmiştir.
Buhârî, Hacc 58, 61, 62, 74, Salât 24, Müslim, Hacc 253, (1272);Ebu Dâvud, Menâsik 49,
(1877); Nesâî, Hacc 15, (5, 233); Tirnıizî, Hacc 40, (865); İbnu Mâce, Menâsik 28, (2948).
1341 - Ebu Dâvud'da gelen bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye
geldiği vakit hasta idi. Bu sebeple bineği üzerinde tavaf etti. Tavaf sırasında Rüknün karşısına
her gelişte onu bastonu ile selamladı. Tavafını bitirince, devesini ıhdı ve iki rek'at namaz
kıldı." denir.
Ebü Dâvud, Menâsik 49, (1881).
1342 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) halk
kendinden uzaklaştırılır endişesiyle deve üzerinde tavaf etti ve Rükn'ü istilâm buyurdu."
Müslim, Hacc 256, (1274); Nesâî, Hacc 140, (5, 224).
1343 - Müslim ve Ebü Dâvud'un İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan kaydettikleri bir diğer
rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm).Rükn'e beraberinde bulunan bir
bastonla istilâmda bulunuyor ve bastonu öpüyordu."
1344 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
hasta olduğumu söyledim. Bana: " Öyleyse, insanların gerisinden, bir hayvan üzerinde tavaf
et" dedi. Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beytullah'ın yan tarafında namaz kılarken
tavaf ettim. O namazda "Ve't-Tür ve Kitâbi'n-Mestur" süresini okuyordu."
Buhârî, Hacc 74, 64, 71, Salât 78; Müslim, Hacc 258, (1276); Muvatta, Hacc 40, (1, 371);
Ebü Dâvud, Menâsik 49, (1882); Nesâî, Hac 138, (5, 223); İbnu Mâce, Menâsik 34, (2961).
1345 - Vebre İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Bir adam, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e:
"Vakfe yerine gelmezden önce Beytullah'ı tavaf etmem uygun olur mu?" diye sordu. İbnu
Ömer (radıyallahu anhümâ) cevâben:
"Evet!" deyince, adam:
"Ama İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Vakfe yapmadan Beytulah'ı tavaf etme" dedi!" der.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) de:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hacc yaptı. O zaman, vakfe yapmadan Beytullah'ı tavaf
etti. Ve dahi, şayet sözünde sâdık isen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözüyle amel mi
daha doğrudur, İbnu Abbas'ın kavliyle amel mi?" der."
Müslim, Hacc,187, (1233); Nesâz, Hacc 141, (5,224).
1346 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
(Veda haccında) Mekke'ye geldi, tavafını yaptı, Safâ ve Merve arasında sa'yetti. (Geldiği
zaman yaptığı bu ilk) tavaftan sonra, Arafat'tan dönünceye kadar Kâbe'ye yaklaşmadı."
Buhârî, Hacc 70, 23,127.
1347 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ey Abdümenafoğulları, sizden kim halkı idârede bir sorumluluk deruhte
ederse, Beytullah'ı gündüz veya gece herhangi bir saatte ziyaret edip namaz kılanı sakın
menetmesin."
Tirmizî, Hacc 42, (868); Ebu Dâvud, Menâsik 53, (1894); Nesâî, Hacc 137, (5, 223); İbnu
Mace, İkâmetu's-Salât 149, (1254).
1348 - Ebuz-Zübeyr el Mekkî anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın ikindi
namazından sonra yedi kere tavaf edip hücresine çekildiğini gördüm. Artık orada ne yaptığını
(tavaf namazı kılıp kılmadığını) bilmiyorum."
Ebu'z-Zübeyr devamla dedi ki: "Ben Beytullah'ın sabah namazından sonra, güneş doğuncaya
kadar, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar boşaldığını, kimsenin tavaf
etmediğini gördüm."
Muvatta, Hacc 117, (1, 369).
ZİYARET TAVAFI
1349 - İbnu Abbâs ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), yevm-i nahrde (Kurban'ın birinci günü) tavafı geceye te'hir etti."
Bir başka rivayette: "....Ziyâret tavafını" denmiştir. "...Beyt-i Atik'i tavaf etsinler" (Hacc 29)
âyetiyle emredilen tavaf bu tavaftır.
Ebu Dâvud, Menâsik 83, (2000); Tirmizî, Hacc 80, (920); İbnız Mâce, Menâsik 77, (3059).
Bu hadisi Buhârî, ta'lik olarak kaydetmiştir (Hacc 129).
1350 - Nâfi, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den naklen diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yevm-i nahirde ifâza (ziyâret) tavafını yaptı, sonra dönüp öğleyi Mina'da kıldı."
Buhârî, Hacc 129, Müslim,Hacc 335, (1308); Ebu Dâvud, Menâsik 83, (1998.
VEDA TAVAFI
1351 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Halk (haccın bitmesiyle) her tarafa
dağılıyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sakın kimse, son vardığı yer Beytullah olmadıkça bir yere gitmesin" buyurdu."
Müslim, Hacc 379, (1327); Ebü Dâvud, Menâsik 84, (2002); İbnu Mâce, Menâsik 82, (3070).
1352 - Muvatta'da geldiğine göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Hacc
menâsikinin en sonuncusu Beytullah'ı tavaftır."
Muvatta'da kaydedilir ki, Hz. Ömer (radıyallahu anh) veda tavafı yapmadan ayrılan birisini
Merrü'z-Zahrân denen yerden veda tavafı yapmak üzere geri çevirdi."
Muvatta, Hacc 1, 369).
1353 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Kadın hayızlı olduğu takdirde (veda tavafı
yapmadan) yola çıkmasına ruhsat verildi" demiştir.
Buhârî, Hayz 27, Hacc 144; Müslim, Hacc 380, (1328).
1354 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Halka, son varacakları yerin Beytullah olması emir
buyuruldu. Ancak hayızlı kadına ruhsat verildi."
Müalim, Hacc 380, (1328).
1355 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerinden Safiyye Bintu Huyey (radıyallahu anhâ) hayız oldu. Durum Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a haber verilmişti.
"O bizi burada hapis mi edecek!" dedi. Kendisine, Safıyye'nin tavâf-ı ifâzayı yapmış olduğu
söylenince:
"Öyleyse hayır, (beklemenize gerek yok, yola çıkınız)" açıklamsında bulundu."
Buhârî, Hacc 129,145, Hayz 27, Megâzî 77; Müslim, Hacc, 382, (1211); Muvatta, Hacc 225-
228, (1, 412-413); Nesâî, Hayz 23, (1, 194); Tirmizî, Hacc 99, (943); Ebu Davud, Menasik
85, (2003); Nesâî, Hayz 23 (1,194); İbnu Mâce, Menâsik 83, (3072). Bu metin Şeyheyn
(Buhârî ve Müslim) metnidir.)
1356 - Amre merhum anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) beraberinde kadınlar olduğu
halde haccetse, kadınların hayız oluvermelerinden korkardı: Bu sebeple yevm-i nahirde
(kurbanın birinci giünü) hemen onlara öncelik tanır ve derhal ifâza tavaflarını yaptırırdı. İfâza
tavaflarını yaptılar mı, artık onları (temizlensinler de veda tavafı da yapsınlar diye) beklemez,
kadınlar hayızlı iken hemen (Medine'ye dönmek üzere) yola çıkardı."
Muvatta, Hacc 227, (1, 413).
ERKEKLERİN KADINLARLARLA KARIŞIK TAVAFLARI
1357 - İbnu Cüreyc anlatıyor: "Ata, bana İbnu Hişâm'ın kadınları erkeklerle karışık olarak
tavaftan yasakladığı zaman dedi ki: "O bunu nasıl yasaklar, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zevceleri bile erkeklerle birlikte haccettiler!" Ben Atâ'ya sordum:
"Onların beraber haccları örtünme emrinden önce miydi, sonra mıydı?"
"(Evet, kasem olsun) buna, ben örtünme emrinden sonra şâhid oldum!" diye cevap verdi. Ben
tekrar sordum:
"Pekâlâ erkeklere nasıl karışırlardı?" Şu cevabı verdi:
"Erkeklere karışmazlardı, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) erkeklerden ayrı olarak tavaf ederdi,
onlara karışmazdı." Hatta bir kadın kendisine: "Ey mü'minlerin annesi, yürü (Hacerü'l-Esved'e
elimizi değerek) istilâm edelim!" demişti de Hz. Aişe ona:
"Sen dilediğin şekilde git" deyip kendisi gitmekten imtina etmişti.Onlar geceleyin kim
oldukları bilinmez halde çıkarlar, (erkeklerle beraber tavaf yaparlardı. )
Beytullah'a girmek istedikleri zaman da, erkeklerin tamamen çıkarılmış olmalarına kadar
durup beklerler, sonra girerlerdi.
(Atâ devamla): "Ben (Mekke kadısı) Ubeyd İbnu Umeyr'le birlikte,Müzdelife'deki Sebir
dağında mücâvir (yani ikamet eder) olan Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin yanına giderdim"
dedi. Ben hemen sordum:
"Pekâlâ Hz. Aişe'nin örtüsü ne idi`?"
"Keçeden yapılmış küçük bir Türk çadırının içindeydi. Çadırın bir perdesi vardı. Aişe
(radıyallahu anhâ) ile bizim aramızda bu perdeden başka bir şey yoktu. Ben Hz. Aişe'nin
üzerinde gül renginde bir zıbın gördüm."
Buhârî, Hacc 64.)
HICR'IN GERİSİNDE TAVAF
1358 - Ebu's-Sefer Saîd İbnu Muhammed anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ı
işittim, diyordu ki: "Ey insanlar, size söyleyeceğimi benden dinleyin, (bilahare)
söyleyeceklerinizi de bana dinletin." "İbnu Abbâs şöyle dedi, İbnu Abbâs böyle dedi" diye
kafadan atmayın. Beytullah'ı kim tavaf edecekse Hıcr'ın gerisinden tavaf etsin. Oraya "Hatîm"
demeyin. Zîra cahiliye devrinde kişi yemin edip kamçısını veya ayakkabısının tekini yahut
yayını atardı."
Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 26.
SAFÂ VE MARVE ARASINDA SA'Y
1359 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ne Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne de
Ashab-ı Kirâm (radıyallahu anhüm)'ı Safâ ile Merve arasında birden fazla tavafda bulunmadı,
bu da ilk defa yaptıkları tavaf idi."
Ebu Dâvud, Menâsik 54, (1895); Nesâî, Hacc 182, (5, 244); Müslim, Hacc 140, (1215) İbnu
Mâce, Menasik (2972).
1360 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm),
Kâbe'yi başına yular veya başka bir şey takılmış halde tavaf eden bir adam görmüştü. Hemen
yuları koparıp attı."
Buhâri, Hacc, 65, 66, Eymân ve'n-Nüzür 31; Ebu Dâvud, Eyman ve 'n-Nüzür 23,(3302);
Nesâî, Hacc 186, (5, 221-222), Eymân ve'n-Nüzür 30, (7,18).
Bir başka rivayette şöyle denmiştir ". . .burnuna geçirilmiş bir halka ile birisini yeden bir
adam görmüştü, derhal halkayı kopardı ve adama: "elinden tutarak yed!" diye emretti.
1361 - İbnu Ebî Müleyke anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), Beytullah'ı tavaf eden
cüzzamlı bir kadın görmüştü, hemen:
"Ey Allah Teâla'nın câriyesi, insanlara ezâ verme, sen evinde otursan kendin için daha hayırlı
olurdu!" dedi. Kadın (söz tutup) evinde oturdu. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in vefatından
sonra bir adam kadına uğrayarak:
"Seni haccdan yasaklayan kimse artık vefat etti, çık evinden!" dedi.Kadın adama şöyle cevap
verdi:
"Allah'a yemin olsun, ben ona sağken itaat edip, ölünce isyan edecek kimse değilim."
Muvatta, Hacc 250, (1, 424).
1362 - Abdullah İbnu's-Sâib in anlattığına göre, (yaşlanıp gözlerini kaybettiği vakit) İbnu
Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a (tavaf sırasında) refakat edip, Haceru'1-Esved'i takip eden
(Haceru'1-Esved ile) kapı arasındaki kısımda (mültezem) durdurmuş bu sırada İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) kendisine: "Bana söylendiğine göre, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) işte burada namaz kılarmış" demiştir. Abdullah İbnu Sâib de "evet" demiş, bunun
üzerine İbnu Abbâs, kalkıp orada namaz kılmıştır."
Ebu Dâvud, Menâsik 55; Nesâî, Hacc 133, (5, 221).
1363 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh), mürâhık (yani
zaman bakımından daralmış, vakfeyi kaçırma endişesine düşmüş) olarak Mekke'ye gelince,
Beytullah'la Safâ ve Merve'yi tavaftan önce, Arafat'a çıkar, Arafat'tan döndükten sonra
tavafını îfa ederdi."
Muvatta, Hacc 125, (1,371).
1364 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Beytullah'ı tavaf etmek, Safâ ve Merve arasında sa'yetmek ve şeytan taşlamak Allah'ı
zikretmek için emredilmiştir."
Ebu Dâvud, Menâsik 51, (1888); Tirmizî, Hacc 64, (902).
TAVAF VE SA'YDE DUA
1365 - Abdullah İbnu Sâib anlatıyor: "Safâ ile Merve arasındaki tavaf sırasında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle dua ettiğini işittim:
"Rabbimiz bize dünyada hayır ver, ahirette de hayır ver ve bizi ateş azabından koru."
Ebu Dâvud, Menâsik 52, (1892).
1366 - Nâfi' (rahimehullah)'nin anlattığına göre, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i Safâ tepesi
üzerinde şöyle dua ederken işitmiştir:
"Ey Allah'ım, Kitab-ı Mübîn'inde: "Bana dua edin size icâbet edeyim!" (Gâfır 60) diyorsun,
sen sözünden dönmezsin. Ben şimdi senden istiyorum: Bana hidayet verip İslam'ı nasib ettin,
onu geri alma. Son nefesimi Müslüman olarak vermemi nasib et" (Âmin).
Muvatta,Hacc 128, (1,372-373).
Ya Rabb, aynı duayı biz de yapıyoruz, kabül et!
Rezîn şunu ilâve etmiştir: "(İbnu Ömer), üç kere tekbir getirir ve şöyle derdi: "Allah'tan başka
ilâh yoktur, O tekdir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, bütün hamdler O'na âittir, O her
şeye kâdirdir." Bunu da yedi kere tekrarlardı.
Merve'de de, her şavtta aynı şeyleri tekrar ederdi.
Rezîn'in bu ilâvesi de Muvatta'nın aynı babındadır (127. hadis)
1367 - Rezîn'in bir rivayetinde şöyle denir: "Bu yirmi bir tekbir, yedi tehlîl eder. Bunlar
arasında da dua eder, Allah'tan ister, sonra (tepeden inmeye başlar), vadinin tabanına
(şimdilerde Yeşil Sütunlara) varınca koşmaya başlar, buradan çıkıncaya kadar koşar, Merve
yamacına varınca normal yürümeye devam eder. Tepeye, zirveye çıkar, orada durup, Safâ'da
yaptıklarını aynen tekrar ederdi.
Bunu yedi kere tekrarlar ve böylece sa'yini tamamlamış olurdu."
1368 - Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safâ
tepesinde durduğu zaman üç kere tekbir getirip sonra: Allah'tan başka ilah yoktur. O tekdir,
O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir, O herşeye kadirdir" derdi. Ve bunu üç
sefer tekrar eder, dua okurdu. Aynı şeyi Merve tepesinde de yapardı."
Muvatta, Hacc 127, (1, 372); Müslim, Hacc 147, (1218); Ebu Dâvud, Menâsik 57, (1908);
İbnu Mâce, Menâsik 84, (3074).
1369 - İbnu Şihâb anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in tavaf sırasında telbiye
getirmemesi, bunun meşrü olmamasındandır. Bu sebeple oğlu Sâlim de tavafta telbiyeyi
mekruh addetmiştir. İbnu Uyeyne der ki: "Kendisine ihtida edilip uyulanlardan Atâ İbnu's-
Sâib hâriç hiç kimsenin Beytullah'ın etrafında telbiye getirdiğini görmedim." Şâfıî hazretleri
ve Ahmed İbnu Hanbel sessizce telbiye getirmeyi câiz bulmuşlardır. Ancak Rebîa tavaf
edince telbiye getirirdi."
Hanefîlere göre, telbiye, Zilhicce'nin 10'uncu günü (yâni bayramın birinci günü) şeytana ilk
taşın atılmasına kadar devam eder, o zaman bırakılır.
BEYTULLAH'A GİRİŞ
1370 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mesrür bir
halde yanımdan çıkmıştı, sonra üzüntülü olarak geri döndü. Dedi ki:
"Kâbe'ye girdim. Ancak pişman oldum, yaptığım bu işi geri getirebilseydim, girmezdim.
Ümmetime meşakkat vermiş olmaktan korkuyorum: '
1371 - Tirmizî'de şöyle denir: "...Yapmamış olmayı temenni ettim. Zîra, kendimden sonra
ümmetimi yormuş olmaktan korkuyorum."
Ebu Dâvud, Menâsik 95, (2029); Tirnıizî, Hacc 45, (873); İbnu Mâce, Menâsik 79,(3063).
1372 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
beraberinde Usâme İbnu Zeyd, Bilâl, Osman İbnu Talha (radıyallahu anhümâ) olduğnu halde
hep beraber girip kapıyı kapadılar. Açtıkları zaman içeri ilk giren ben oldum. Bilal'le
karşılaştım ve hemen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Kâbe'nin içerisinde namaz kılıp
kılmadığını sordum.
"Evet" dedi, "iki Yemânî direk arasında." Kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum."
1373 - Bir rivayette geldiğine göre (İbnu Ömer) şöyle demiştir:"Çıktığı zaman Bilâl
(radıyallahu anh)'e sordum:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) içerde ne yaptı?" Cevaben:
"İki direği sağına, birini de soluna aldı, üç direği de arkasına aldı. -O zaman Beytullah'ta altı
direk vardı- sonra namaz kıldı."
1374 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Beytullah'a girdiği zaman soluna gelen iki direk arasında
iki rek'at namaz kıldı. Sonra çıktı ve Kâbe'nin önünde iki rek'at namaz kıldı."
1375 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Fetih senesi, devesi Kasvâ'nın üzerinde olduğıı halde ilerledi, terkisinde de Üsâme
(radıyallahu anh) vardı."
1376 - Bir diğer rivayette şöyle denmiştir:
"...Üsâme'ye ait bir devenin üzerinde (gelip) Kâbe'nin avlusunda deveyi ıhdı. Sonra, Osman
İbnu Talha (radıyallahu anh)'yı çağırdı ve:
"Kâbe'nin anahtarını bana ver!" dedi. Osman annesine koştu. Ancak kadın vermekten imtina
etti. Osman (radıyallahu anh):
"Allah'a kasem olsun ya derhal verirsin veya şu kılıncım belimden hemen çıkacaktır!"diye
kükredi. Bunun üzerine kadın anahtarı Osman'a hemen verdi, o da Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a getirip teslim etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kâbe'yi açtı..." Devamını
önceki rivayetteki gibi zikretti.
1377 - Yine Müslim'de kaydedilen bir rivayette, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şunu
söyler: "Sizler Kâbe'yi tavafla emrolundunuz, içine girmekle değil." Ve der ki: "Üsâme
(radıyallahu anh) bana, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Beytullah'a girdiği zaman her
tarafında dua ettiğini, dışarı çıkıncaya kadar namaz kılmadığını, çıkınca Beytullah'ın önünde
(kapısına yakın yerde) iki rek'at kılıp: "Bu (Beyt), kıbledir" dediğnni haber verdi."
1378 - Buhârî'nin bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Kâbe'ye girdi. İçeride altı direk vardı. Her bir direğin yanında bir miktar durdu, dua etti, ama
namaz kılmadı."
1379 - Nesâî'de şöyle denmiştir: "Kâbe'ye girdi ve her tarafında tesbihde bulundu. Namaz
kılmadan çıktı. Makâm'ın gerisinde iki rek'at namaz kıldı."
1380 - Nesâî'nin bir diğer rivâyeti şöyle: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm)) Kâbe'ye girdi,
ilerledi. Kapıya yakın bulunan iki sütunun arasına gelince oturdu. Allah'a hamd ve senâda
bulundu. Sonra kalkıp Kâbe'nin arka cihetinden karşısına gelen kısma kadar yürüdü. Alnını ve
yanağını sürdü. Allah'a hamd'u senâda bulundu, dua ve istiğfar etti. Sonra Kâbe'nin her bir
köşesine gitti ve her birini tekbir, tehlil, tesbih ve Allah Teâla'ya senâ, dua ve istiğfarla
karşıladı.Sonra çıkıp, Beytullah'ın ön yüzünde iki rek'at namaz kıldı. Namazdan çıkınca: "Bu
(Beyt), kıbledir" dedi."
Buhâri, Hacc 51, 52, 54, Megâzî 77, 48, Salât 30,81, 96, Teheccüt 25, Cihâd 127; Müslim,
Hacc 388-397 (1329-1332); Muvatta, Hacc 193, (1, 398);Ebu Dâvud, Menâsik 93, (2023);
Nesâî, Mesâcid 5, (2, 33-34), Hacc 126,127,131,139 (5,216-221), Kıble 6, (5, 217).
1381 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
(Mekke'ye) geldiği vakit içerisinde put olduğu için, Beytullah'a girmekten imtina etti
(kaçındı). Onların çıkarılmalarını emretti. Hepsi de çıkarıldı. Hz. İbrahim ve Hz. İsmâil
(aleyhimâsselam)'in ellerinde fal okları bulunan heykelleri de çıkarıldı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bunu görünce): "Allah canlarını alsın! Allah'a kasem olsun, onlar da
bilirler ki, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimâsselam) bu oklarla kısmet aramadılar."
Buhârî, Hacc 54 Enbiya 8, Megâzî 48;Ebu Dâvud, Hacc, 93, (2027).
1382 - Eslemiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hz. Osman (radıyallahu anh)'a dedim ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) seni çağırdığı zaman sana ne söyledi." Bana şu cevabı
verdi:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Sana iki boynuzu örtmeni söylemeyi unuttum.
Zîra Beytullah'da namaz kılan kimseyi meşgul edecek herhangi bir şeyin bulunması doğru
değildir" dedi. "
Ebu Dâvud, Menasik 95, (2030).
1383 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben Kâbe'ye girip içinde namaz kılmayı çok
arzu ediyordum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerimden tutup beni Hıcr'a soktu ve:
"Beytullah'a girmek istiyorsan burada namaz kıl. Zîra burası ondan bir parçadır. Senin kavmin
Kâbe'yi (tamir maksadıyla) yeniden inşa ederken, inşaatı kısa tutup onu Beytullah'tan hâriç
bıraktılar"dedi."
Tirnizî, Hacc 48, (876); Ebu Dâvud,Menâsik 94, (2028); Nesâî, Hacc 129, (5, 219), Muvatta,
Hacc 105, (1, 364). (Muvatta'nın rivayeti mânâ yönüyle mutabakat sağlar).
1384 - Nesâî'de gelen bir diğer rivayet şöyle: "(Hz. Aişe der ki):"Ey Allah'ın Resûlü, dedim,
Beytullah'a girmeyeyim mi?"
Bana şu cevabı verdi:
"- Hıcr'a gir, çünkü o da Beytullah'tan bir parçadır."
Nesâî, Hacc 129.
1385 - Nâfi 'anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Kâbe'ye girdi mi, girince yüzü
istikâmetinde yürür, kapıyı arkasında tutar, karşı duvarla arasında üç zira'lık mesâfe kalıncaya
kadar düz yürür, (orada durup) namaz kılar, böyle davranmakla, Hz. Bilâl (radıyallahu
anh)'in, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada kıldı" diye haber verdiği yerde namaz
kılmayı kastederdi. Ancak (İbnu Ömer) şunu da söyledi:
"- Kişinin, Beytullah'ın içerisinde, dilediği noktada namaz kılmasında bir beis yoktur!"
Buharî, Hacc 52, 51, Salât 30, 81, 96.
VAKFELER VE HÜKÜMLERİ
1386 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Kureyş ve onun dinine mensub olanlar,
(cahiliye devrinde) Müzdelife'de vakfe yapıyorlardı ve kendilerine hums denilirdi. Diğer
Araplar ise Arafat'da vakfe yapıyorlardı. İslâm dini gelince, Cenâb-ı Hakk, Peygamberine
(aleyhissalâtu vesselâm), Arafat'a gidip orada vakfe yapmalarını, sonra da oradan topluca
ayrılmalarını emretti. Şu âyet bu hususu beyan eder: "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği
yerden siz de akın edin..."(Bakara 199).
Buhârî, Tefsir, Bakara 35, Hacc 91; Müslim, Hacc 152, (1219); Tirmizî, Hacc 53,(884); Ebü
Dâvud, Menâsik 58, (1910); Nesâî, Hacc 202 (5, 255).
1387 - Bir diğer rivayette Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) der ki:"Hums: Allahu Teâlâ
hazretlerinin, haklarında: "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği yerden siz de akın edin"
(Bakara 199) âyetini indirdiği kimselerdir."
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) devamla şu açıklamayı yaptı: "İnsanlar Arafat'ta (vakfe yaparak
oradan) boşanırlardı. Hums olanlar ise, Müzdelife'de (vakfe yaparak oradan) boşanırlar ve:
"Biz ancak Harem'den akın ederiz" derlerdi. Ancak, "Sonra, insanların toplu olarak akın ettiği
yerden siz de akın edin" (Bakara 199) meâlindeki âyet nâzil olunca, onlar da, (vakfe için)
Arafat'a çıktılar."
1388 - Rezîn de bir rivayet ilâve etmiştir: "Kureyş ve onun dininde olanlar -ki bunlar Hums
denen zümredir- Müzdelife'de vakfe yapıyorlar ve: "Biz, Allahu Teâla'nın katîniyiz yani
Beytullah'ın komşularıyız, biz O'nun Harem'inden dışarı çıkmayız" derlerdi. Ebu Seyâre,
Arabı, (semeresiz) bir Arap eşeğinin üzerinde Arafat'tan indirdi."
1389 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir devemi kaybetmiştim. Arefe
günü aramaya çıktım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'da herkesle vakfe yaparken
gördüm. (Hayretimden):
"-Vallahi bu hums'tan biri, burda ne işi var?" dedim. Kureyşliler, hums'tan addedilirdi."
Buhârî, Hacc 91; Müslim, Hacc 153, (1220); Nesâî, Hacc 202,(5, 255).
1390 - Amr İbnu Abdillah İbni Safuânin Yezid İbnu Şeyban el-Ezdî (radıyallahu anh)'den
naklettiğine göre şöyle anlatmıştır: "Biz, vakfe mahallinde (Arafat'ta), Amr'ın imamdan uzak
tuttuğu bir yerde vakfe yaparken, İbnu Mirba' el-Ensâr yanımıza gelerek:
"Ben Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm)'nün size gönderdiği elçiyim. Efendimiz hazretleri
sizlere şu emri gönderdiler:
"Meşâirleriniz üzere olun. Zîra sizler, babanız ibrahim'in mirası üzeresiniz."
Tirmizî, Hacc 53, (883); Ebu Davud, Menâsik 63, (1919); Nesâî,Hacc 202, (5, 255); İbnu
Mâce, Menâsik 55, (3011).
1391 - Nübeyt İbnu Şerît el-Eşcaî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı arafe günü, kızıl bir devenin üzerinde hutbe verirken gördüm."
Ebu Dâvud, Menâsik 62, (1916); Nesâî, Hacc 199(5, 253).
1392 - el-Addâ İbnu Hâlid İbni Hevze el-Âmirî (radıyallahu ,anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı, arafe günü, bir devenin üzerinde üzengilere (basarak) doğrulmuş,
halka hutbe verirken gördüm."
Ebü Dâvud, Menâsik 62, (1917).
1393 - Zeyd İbnu Eslem, Benî Damureli bir adamdan, o da babası veya amcasından şunu
nakletmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Arafat'ta bir minber üzerinde gördüm."
Ebü Dâvud, Menâsik 62,(1915).
1394 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) arefe
günü sabahı, sabah namazını kılınca Mina'dan hareket ederek Arafat'a geldi, Nemire'ye indi.
Burası, Arafat'a gelen ümerânın indikleri yerdir. Öğle namazı vakti olunca Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sıcakta Nemire'den yürüdü. Öğle ile ikindiyi birleştirdi, sonra halka
hitab etti. Sonra yürüyüp Arafat'taki vakfe yerinde durdu."
Ebu Dâvud, Menâsik 60, (1913).
1395 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) öğleyi, ikindiyi, akşamı, yatsıyı ve
sabahı Mina'da kılar, sonra güneş doğunca Arafat'a hareket ederdi."
Muvatta, Hacc 195,11, 400.
1396 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah, terviye günü, Mina'da bize
öğleyi, ikindiyi, akşamı, yatsıyı ve ertesi günü (Zilhicce'nin dokuzu) sabahı kıldırır, sonra
Arafat'a hareket ederdi."
Tirmizî, Hacc 50, 879).
1397 - Ebu Dâvud'da yine İbnu Abbâs: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), terviye günü
öğleyi, arefe günü de sabahı Mina'da kıldırdı" demiştir.
Ebu Dâvud, Hacc 59, (1911).
1398 - Urve İbnu Mudarrıs et-Tâî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a Müzdelife'de namazı kıldığı zaman geldim.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, ben Tayy dağlarından geliyorum. Hayvanım da kendim de
yorgunum ve bitkin düştük. Allah'a kasem olsun, ey Allah'ın Resûlü, gelirken geçtiğim her
dağın başında mutlaka durdum. Benim için hacc imkânı var mı?"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
"Bizimle birlikte şu namazı burada kılıp, bizimle kalan, bundan önce de Arafat'da geceleyin
veya gündüzleyin kalmış olan, artık haccını tamamlamış, haramlardan kurtulmuş olur."
Tirmizî, Hacc 57, (891); Ebu Dâvud,Menâsik 69, (1950); Nesâî, Hacc 211, (5, 263); İbnu
Mâce, Menâsik 57, (3016).
1399 - Abdurrahmân İbnu Ya'mur ed-Dîlî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Arafat'da iken, münâdîsine (dellâlına) şöyle nidâ edip duyurmasını
emretti: "Hacc Arafat'tır, kim Cem (Müzdelife) gecesi fecrin doğmasından önce (vakfeye)
yetişirse, haccı idrak etmiş demektir. Eyyâm-ı Mina üç gündür. Kim ilk iki günde acele
davranırsa, herhangi bir günah terettüp etmediği gibi, te'hir edene de bir günah terettüp
etmez."
Tirmizî, Hacc 57, (889); Ebü Dâvud, Menâsik 69, (1949);Nesâî, Hacc 211, (5, 264); İbnu
Mâce, Menâsik 37, (3015).
1400 - Hz.Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kuzah'ta
vakfe yaptı ve: "Burası Kuzah'tır, vakfe mahallidir, Cem'in (Müzdelife'nin) tamamı vakfe
mahallidir. Ben burada kurbanı kestim. Mina'nın her yanı kesim yeridir. Kurbanlarınızı
evlerinizde kesin" buyurdu."
Ebu Dâvud, Menâsik 65, (1935).
1401 - İmam Mâlik (rahimehullah)'e ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "Arafat'ın tamamı vakfe yeridir. Urene vâdisinden çıkın (vakfe yeri
değildir). Müzdelife'nin tamamı vakfe yeridir, Muhassır vâdisinden çıkın (vakfe yeri
değildir)."
Muvatta, Hacc 166 (1, 388); Müslim, Hacc 149.)
İFÂZA HAKKINDADIR
1402 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Arafat'tan yola çıkmıştı, arkasından birisinin (koşturmak için) devesine şiddetle bağırıp,
vurduğunu işitti. Bunun üzerine kamçısıyla (etrafındakilere kulak verin diye) işaret edip, şöyle
buyurdu:
"Sâkin olun. (Allah'ı razı edecek iyi davranış ve) birr acelede değildir."
Buharî, Hacc 94, Müslim, Hacc 268, (1282), 282, (1286); Ebu Dâvud, Menâsik 64, (1920);
NesâÎ, Hacc 204,(5, 257-258).
1403 - Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) güneş battığı zaman Arafat'tan (ifâza yaparak) yola çıktı. Dağ geçidine geldiği
zaman deveden inip bevletti. Sonra abdest aldı. Abdesti bol su kullanarak değil, hafıfçe aldı.
Ben:
"Namaz mı kılacağız ey Allah'ın Resûlü`?" diye sordum.
"Hayır, namaz önümüzde!" dedi ve devesine bindi. Müzdelife'ye gelince hayvandan indi ve
yeniden abdest aldı. Bu sefer bol su kullandı.Sonra namaz başladı. Akşam namazını kıldı.
Sonra herkes devesini ıhdı.Yine namaza başlandı. Bu sefer de yatsıyı kıldı. İkisi arasında
başka bir namaz kılmadı."
Buhârî, Vudü 6, 35, Hacc 93, 95; Müslim, Hacc 266, (1280). Muvatta, Hacc 19?, (1, 400-
401); Ebu Dâvud, Menâsik 64, (1925); Nesâî, Mevâkît 56 (1, 292), Hacc 206, (5, 259).
1404 - Urve'den yapılan bir rivayet şöyledir: "Hz. Üsâme (radıyallahu anh)'ye : "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Veda haccından, ifâzadan (Arafat'tan ayrıldıktan) sonra yolculuğu
nasıl yaptı?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Hızlı yürürdü. Ancak yolda bir düzlüğe rastlarsa daha hızlı yürürdü."
Buhârî, Hacc 92, Cihâd 136, Megâzî 77; Müslim, hacc 282, (1286); Muvatta, Hacc 176, (1,
392); Ebu Dâvud, Menâsik 64, (1923); Nesâî, Hacc 205, (5,259).
1405 -Fâtıma Bintu'l-Münzir anlatıyor: "Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) kendisi
ve beraberindekilere Müzdelife'de sabah namazı kıldırıverecek olan kimseye, şafak söktüğü
zaman kıldırmasını emredip, bineğine atlar ve Mina'ya hareket eder (yolda da) durmazdı."
Muvatta, Hacc 175, (1, 392).
1406 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Müzdelife gecesinde, ailesinden, erkenden taşlamaya gönderdiği zayıflar grubu arasında
idim" demiştir.
Buhârî, Hacc 98;Müslim, Hacc 300, (1293); Tirmizî, Hacc 58, (892, 893); Ebu Dâvud,
Menâsik 66, (1939,1940); Nesâî, Hacc 208, (5, 261, 271, 272); İbnu Mâce, Menâsik 62,
(3025).
1407 - Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Sevde (radıyallahu anhâ), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan Müzdelife'den geceleyin ifâza yapmak için izin istedi. Sevde iri,
ağır yürüyen bir kadındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona izin verdi."
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): "Keşke ben de onun gibi izin istemiş olsaydım" diye hayıflanırdı.
(Vaktiyle izin almamış olduğu için) O, hep imamla birlikte ifâzada bulunurdu."
Buhârî, Hacc 98; Müslim, Hacc 293-296,(1290); Nesâî Hacc 209, (5, 262), 214 (5, 266).
1408 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm) Ümmü
Seleme'yi kurban gecesi (Mina'ya) gönderdi. Ümmü Seleme, daha şafak sökmeden şeytan
taşlamasını yaptı. Sonra gidip ifâza (tavafını) yaptı."
Elbu Dâvud, Menâsik 66, (1942); Nesâî, Hacc 223, (5, 272).
1409 - Fâtıma Bintu'l-Münzir anlatıyor: "Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) kendisi
ve beraberindekilere Müzdelife'de sabah namazı kıldırıverecek olan kimseye, şafak söktüğü
zaman kıldırmasını emredip, bineğine atlar ve Mina'ya hareket eder (yolda da) durmazdı."
Muvatta, Hacc 175, (1, 392).
ARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE
1410 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Üsâme (radıyallahu anh) Arafat'tan
Müzdelife'ye kadar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın terkisinde idi. Sonra Müzdelife'den
Mina'ya kadar da Fadl İbnu Abbâs'ı terkisine aldı. Her ikisi de: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) büyük şeytanı (Cemretu'1-Akabe) taşlayıncaya kadar telbiyeyi bırakmadı"
demiştir."
Buhârî, Hacc 86, Cihâd 126; Müslim, Hacc 266, (1281); Tirmizî, Hacc 78, (918); Ebu Dâvud,
Menâsik 28, (1815); Nesâî, Hacc 216, (5, 268), 229, (Buhârî'de gösterilen bablarda rivayet
mânâ yönüyle mevcuttur, lâfzan değil).
1411 - Sâid İbnu Cübeyr anlatıyor: "Ben, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) ile Arafat'ta
beraberdim. Bir ara bana: "Niye halkın telbiyesini işitmiyorum?" diye sordu, ben kendisine:
"Muâviye (radıyallahu anh)'den korkuyorlar!" dedim. Bunun üzerine:
"Lebbeyk Allahümme lebbeyk, bu insanlar Ali'ye buğuzları sebebiyle sünneti terketmişler!"
diyerek çadırından çıktı."
Nesâî, Hacc 197 (5, 253).
1412 - Muhammed İbnu Ebî Bekr es-Sakafî anlatıyor. Arafat'tan Mina'ya gelirken,
beraberindeki Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh)'e telbiyeden sorarak: "Siz Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile nasıl yapıyordunuz?" dedim. Bana:
"Dileyen telbiye getirirdi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale etmezdi. Dileyen
tekbir getirirdi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)ona da mudâhale etmezdi! Dileyen de
tehlil getirirdi, ona da müdâhale etmezdi. Bizden kimse, (farklı zikirler de bulunduğu için)
arkadaşını ayıplamazdı. "
Buhâri, Hacc 86, İydeyn 12; Müslim, Hacc 274, (1285); Nesâî, Hacc 192, (5, 250).
1413 - Ca'fer İbnu Muhammed babasından naklen anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh),
haccda, arefe günü güneşin zeval noktasına gelmesine kadar telbiyeye devam eder, ondan
sonra keserdi."
Muvatta,Hacc 44, (1, 338).
1414 - Hz. Üsâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Arafat'da ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın devesinin terkisinde idim. Bir ara dua için ellerini kaldırmıştı. (O esnada) deve,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı eğdi.Derken yuları düştü. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) yuları elinin biriyle tutup, diğer elini kaldırarak duasına devam etti."
Nesâî, Hacc 202, (5, 254).
REMYİN KEYFİYETİ (TAŞLAMANIN NASIL YAPILDIĞI)
1415 - Abdurrahman İbnu Zeyd anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh), vadinin dibinden
yedi çakıl atarak büyük şeytanı taşladı. Her taşı attıkça tekbir getriyordu. Bu sırada Beytullah
sol tarafında, Mina da sağında olacak şekilde durmuştu. Kendisine:
"İnsanlar, taşları yukarısından atıyorlar!" denince şu cevabı verdi:
"Burası, kendinden başka ilâh olmayan Zat'akasem olsun, Bakara süresinin üzerine indiği
makamdır.
Buhârî, Hacc 135, 136, 137,138; Müslim, Hacc 305, (1296); Tirmizî, Hacc 64, (901); Ebu
Dâvud, Menâsik 78, (1974); Nesâî. Hacc 226,(5,273).
1416 - Tirmizî ve Nesâî'de şöyle denmiştir: "(İbnu Mes'ud) Akabe cemresine geldi. Vâdinin
dibinde durdu, kıbleye karşı yönelip, sağ kaşının üst hizasından yığına (taşları) atmaya
başladı..."
Tirmizî, Hacc 64, (901).
1417 - Hz. Sâd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Veda haccından Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la beraber döndük. (Yolda konuşurken) bâzılarımız "Yedi taş attım" bazılarımız da:
"Altı taş attım" diyordu, kimse kimseyi bu sebeple kınamıyordu."
Nesâî, Hacc 227, (5, 275).
1418 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Akabe (taşlaması) sabahı, bineğinin üzerindeyken:
"Bana (taş) toplayıver!"dedi. Ben de (şehadet ve başparmaklarla atılabilecek büyüklükte) ufak
taşlardan onun için topladım. Avucuna koyduğum sırada:
"İşte bunlar gibi. Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helâk
etmiştir!" dedi."
Nesâî, Hacc 217, (5, 268).
TAŞLAMANIN (REMY) VAKTİ
1419 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
yevm-i nahrde kuşluk vakti taş atarken gördüm. Ama bundan sonraki günlerde, güneşin
zevâlinden (öğle vaktinden) sonra taş attı."
Müslim, Hacc 313, (1299); Tirmizî, Hacc 59, (894); Ebu Dâvud, Menâsik 78, (1971j; Nesâî,
Hacc 221, (5, 270j. Bu hadisi Buhârî, muallak olarak zikretmiştir, Hacc 134.)
1420 - Nâfi' anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in zevcesi Safıyye Bintu
Ebî Ubeyd'in oğlan kardeşinin kızı Müzdelife'de nifas oldu (doğum yaptı). Bu yüzden o da,
Safiyye de geri kaldılar ve Mina' ya yevm-i nahrde gürıeş battıktan sonra geldiler. Hz.
Abdulllah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) onlara geldikleri anda taş atmalarını emretti ve bu
gecikmeden dolayı onların herhangi bir kefaret ödemesine hükmetmedi."
Muvatta, Hacc 220, (1, 409).
1421 - Ebu'l-Beddâh Âsım İbnu Adiyy, babası Adiyy (radıyallahu anh)'den naklediyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) develerin çobanına, yevm-i nahrde taş atmışlarsa, ertesi
gün taş atmayıp develerle kalmaya, sonra da iki günlük taş atmaya ve yevm-i nefrde atmaya
ruhsat tanıdı. "
Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle derdi: "Eyyam-ı teşrikin ortası günü,
güneş batmazdan önce Mina'dan ayrılmayan kimse ertesi günü taşları atmadan ayrılmasın."
Muvatta, Hacc 214, (1, 407).
BİNEREK VE YÜRÜYEREK TAŞLAMA
1422 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
taşları atacağı zaman yaya gider, yaya dönerdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 78, (1969); Tirmizî, Hacc 63, (900).
1423 - Kâsım İbnu Muhammed anlatıyor: "İnsanlar (yani sahâbeler) taşlamaya yayan gider,
yayan dönerdi. (Bu safhada) ilk binen Hz.Muâviye (radıyallahu anh) oldu."
Muvatta, Hacc 215, (1, 40?).
1424 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Yevm-i nahrde (kurban gününde) Resûlullah
(aleyhissalàtu vesselâm)'ı, taşlamayı binerek yaparken gördüm. Taşlarını devesinin üzerinde
iken atmış ve şöyle demişti:
"Menâsikinizi benden alın. Bilemiyorum, belki de bu haccdan sonra hatcc yapamam:"
Müslim; Hacc 310, (2197); Ebu Dâvud; 78 (1970); Neaâî,Hacc 2220, (5, 270).
MÜTEFERRİK HADİSLER
1425 - Hz. Câbir anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki:
"(Taharet maksadıyla) taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safâ ile Merve arasında
sa'y tektir, tavaf da tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek
kılsın."
Müslim, Hacc 315, (1300).
1426 - İbnu Abbs (radıyallahu anhümâ)'ın (anlattığına göre)Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle demiştir: "Atılan taşlardan kabul edilenler kaldırılmasaydı, Sebîr dağından
daha büyük bir yığın ortaya çıkardı."
Rezîn'in ilâvesidir. Hadis Münzirî'nin et-Tergib ve't-Terhib'inde kaydedilmiştir (2,131).
HALK VE TAKSÎR HAKKINDA
1427 - Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cemretu'1-Akabe'ye
geldi, taşlarını attı, sonra Mina'daki menziline (konakladığı yere) geldi ve kurbanını kesti.
Sonra berbere: "Al!" dedi ve sağ yanını işaret etti. Sonra sol tarafını işaret etti, sonra (kesilen
saçları) halka vermeye başladı." Bir rivayette şöyle denir: "Sağ yandan kesileni sağındakilere,
sol yandan kesileni de Ümmü Süleym'e verdi."
Buhârî, Vudü 33; Müislim, Hacc 323, (1305); Tirçnizî, Hacc 73, (912); Ebu Dâvud, Menâsik
79, (1981).
1428 - Bir rivayette şöyle denmiştir: "Sol taraftan kesilenleri Ebu Talha'ya verdi ve ona:
"Bunu halka dağıt" diye emretti."
1429 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadının saçını
traş etmesini yasakladı."
Tirmizî, Hacc 75,(914).
Rezîn'in ilâvesinde: "...Haccda da, umrede de" ziyadesi vardır. Bu ziyadeden sonra (Rezîn
ilaveten şunu) der: "Onlara sadece teksîr (kısaltma) gereklidir."
1430 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ey
Allahım, traş olanlara rahmet et" diye dua etmişti. Yanındakiler:
"Kısaltanlara da ey Allahın Resûlü!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:
"Ey Allahım traş olanlara rahmet et!"diye duasını tekrar etti. Yanındakiler tekrar:
"Kısaltanlara da Ey Allah'ın Resûlü!" dediler, bu sefer:
"Kısaltanlara dal"buyurdu."
Buhârî, Hacc 127; Müslim, Hacc 316, (1301);Muvatta, Hacc 184, (1, 395); Tirmizî, Hacc 74,
(913); Ebu Dâvud, Menâsik 79, (1979).
1431 - Sahiheyn'in Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den kaydettiğn bir rivayet şöyledir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ey Allahım,traş olanlara mağfiret et!" demişti,
yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Kısaltanlar için de (dua ediver!)" dediler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yine: "Ey Allahım, traş olanlara mağfiret et!" buyurdu. Yanındakiler:
"Ey Allah'ın Resûlü! Kısaltanlar için de (dua ediver!)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Ey Allahım, traş olanlara mağfiret et!" dedi.Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü!
Kısaltanlara da (dua ediver)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bu üçüncü talebte):
"Kısaltanlara da!" dedi."
Buhâri, Hacc 127; Müslim, 320, (1302).
1432 - Müslim'de Ümmü'1 Husayn (radıyallahu anhâ)'ın bir rivayeti şöyledir: "Veda haccında
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, traş olanlara üç kere, kısaltanlara bir kere dua ettiğini
işittim."
İHRAMDAN ÇIKMA ( TAHALLÜL)
1433 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Veda haccında Mina'da, halkın meselelerini kendisine sorması için
durmuştu. Bir adam gelip:
"(Ben kurbanın traştan önce olacağını) bilemedim ve kurbandan önce traş oldum?" dedi.
Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm):
"(Şimdi de kurbanını) kes, burada bir beis yok" cevabını verdi. Bir başkası daha gelip:
"(Taşı kurbandan önce atmak gerektiğini) bilemedim ve taşlamayı yapmadan kurban kestim"
dedi. Buna da:
"Şimdi taşını at, bunda bir mahzur yok!" diye cevap verdi. O gün Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselàm)'a "Şunu önce, yaptık"; "Bunu sonra yaptık" şeklinde takdim te'hirle ilgili her ne
soruldu ise hepsine: "Yap bunda bir mahzur yoktur!" diye cevap verdi."
Buhârî, Hacc 131, İlm. 23, 46,Eymân 15; Müslim, Hacc 327, (1306); Muvatta, Hacc 242, (1,
421); Tirmizî, Hacc 76,(916); Ebu Dâvud, Menâsik 80, (2014); İbnu Mâce, Menâsik 74,
(3051).
1434 - Üsâme İbnu Şerîk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
birlikte ben de hacca çıktım. Halk kendisine mürâcaat ediyordu. Gelenlerden bazısı:
"Ey Allah'ın Resûlü, tavaftan önce sa'y yaptım, bazı şeyleri vaktinden sonraya bıraktım veya
vaktinden önce aldım (ne buyurursunuz, hükmü nedir?)" şeklinde soruyordu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselam) da:
"Bunda bir günah yok. Ancak bir kimse bir Müslümanın ırzını makaslarsa (gıybetini ederse) o
zâlimdir. İşte günah işleyen ve kendini helâke atan odur. " buyurdu.
Ebu Dâvud, Menâsik 88, (2015).
1435 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), ifâza tavafını yapmış, fakat
cehâletle henüz traş olmamış, kısaltma da yaptırmamış bir adama rastladı. Adama, dönüp traş
olmasını veya saçını kısaltmasını, sonra da Beytullah'a yeniden ifâza tavafında bulunmasını
emretti."
Muvatta, Hacc 189, (1, 397).
İHRAMDAN ÇIKMA VAKTİ
1436 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babam) Hz. Ömer (radıyallahu anh)
buyurdu ki:
"Kim cemretu'1-Akabe'ye taşını atar, sonra traş olur veya kısaltır ve de -yanında olduğu
takdirde- kurbanını keserse, kendisine ihramlı iken haram olanlardan -kadına temas ve koku
hâriç- hepsi helâl olur. Bunların haramlığı Beytullah'a yapacağı ifâza tavafına kadar devam
eder. İfâza yapınca onlar da helâl olur."
Muvatta, Hacc 221, (1, 410).
1437 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Bir kimse cemretü'1-Akabe'ye taşını
attı mı kendisine -kadın dışında- haram olan her şey helâl olur." Onun bu sözü üzerine:
"Ya koku? (o da mı helâl olur?)" diye soruldu. Dedi ki:
"Gerçekten ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı misk sürünürken gördüm. Yoksa o koku
değil miydi?"
Nesâî, Hacc,231, (5, 277); İbnu Mâce, Menâsik 70, (3041).
1438 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "(Veda haccında) yevm-i nahrın gecesinde
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın beraber olma nöbeti bende idi. O akşam, Vehb İbnu
Zem'ave beraberinde Ebu Ümeyye ailesinden bir adam olduğu halde, kamislerini giymiş
o1arak yanımıza geldiler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Vehb (radıyallahu anh)'e:
"Sen ifâza tavafını yaptın mı Ey Ebu Abdillah ?" diye sordu. Vehb:
"Hayır! Vallahi ey Allah'ın Resûlü, yapmadım!" deyince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Öyleyse şu kamisi çıkar!" dedi. Vehb, onu başından çıkardı. Arkadaşı da kamisini başından
çıkardı. Sonra Vehb sordu:
"Niçin (çıkarıyoruz) Ey Allah'ın Resûlü`?"
"Çünkü bugün, cemreye taş attığınız takdirde ihramdan çıkmanıza, yâni size haram edilen her
Şeyin -kadın hariç- helâl olmasına ruhsat tanındı. Eğer siz, Beytullah'ı tavaf etmeden akşama
girerseniz, cemretü'l- Akabeye taş atmazdan önceki gibi haram olursunuz, bu hal Beytullah'ı
tavaf edinceye kadar devam eder" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Menâsik 83,(1999).
1439 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Beytullah'ı hacc maksadıyla olsun,
başka maksadla olsun, her kim tavaf ederse tahallül etmiş (ihram yasaklarından çıkmış) olur."
(İbnu Abbâs'ın bu sözünü nakleden) Atâ'ya:
"Bunu neye dayanarak söylüyor?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
"Cenab-ı Hakk'ın şu sözüne dayanarak: "Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'a müntehîdir"
(Hacc 33). Kendisine şu cevap verildi:
"Ama bu, Arafat'ta vakfeye durulduktan sonra olacaktır."
Atâ bu cevap üzerine açıkladı:
"İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bunun Arafat vakfesinden önce ve sonra olacağını
söylerdi. Bu hükmü, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâın)'in Veda haccı sırasında Ashâb'a
verdiği ihramdan çıkma emrinden istinbat ediyordu."
Buhârî, Megâzî 77; Müslim, Hacc 206-208, (1244,1245).
1440 - Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
zevcelerine, Veda haccı senesinde ihramdan çıkmalarını emretti. Ben:
"Siz niye ihramdan çıkmıyorsunuz?" diye sordum.
"Ben başımı telbid ettim, kurbanlığımı hazırladım, kurbanlığımı kesmeden ihramdan
çıkamam"diye cevap verdi."
Buhârî, Hacc 34, 107, 126,Megâzî 77, Libâs 89; Müslim,Hacc 186, (1229); Muvatta, Hacc
180 (1, 394); Ebu Dâvud,Menâsik 24, (1806); Nesâî, Hacc 40, (5,136) 67, (5,172); İbnu
Mâce, Menâsik 72, (3046).
1441 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm)
(Veda haccında) umre için ihrama girdi. Ashabı ise (radıyallahu anhüm ecmain) hacc için
ihrama girdi. (Mekke'ye varınca) ne Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne de beraberinde
kurbanlıkları olanlar ihramdan çıkmadılar. Geri kalanlar ihramdan çıktılar."
Müslim, Hacc 196, (1239).
1442 - Nâfi' (rahimehullah) anlatıyor:
"İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "İhramlı kadın, ihramdan çıkınca, saç örgülerinin
ucundan bir miktar kesmedikçe taranmaz. Şâyet kurbanlığı varsa, kurbanı kesilinceye kadar
saçından hiçbir şey kesemez."
Muvatta, Hacc 163, (1, 387).
KURBANIN VACİB OLUŞU VE SEBEPLERİ
1443 - Mihnef İbnu Süleym (radıyallahu anh) arlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
işittim şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar, her aile sâhibine her sene bir kurbanlık, bir de atîre
borç olmuştur. Atîre'nin ne olduğunu biliyor musunuz ? O, recebiye dediğiniz şeydir. "
Tirmizî, Edâhi 18, (1518); Ebu Dâvud, Dahâya 1, (2788); Nesâî, Akîka 6, (7,167-168); İbnu
Mace, Menâsik 2, (3125).
1444 - Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu
ümmet için Allah bayram kılmıştır" buyurmuştu. Bir adam kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben iâreten verilmiş bir hayvandan başka bir şeye sahip değilsem, onu
kesebilir miyim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, dedi, ancak saçını,
tırnaklarını kısaltır, bıyıklarından alır, etek traşını olursun. Bu da sana Allah indinde bir
kurban yerine geçer."
Ebu Dâvud, Edâhî,1 (2789); Nesâî, Dahâya 2, (7, 213).
1445 - Nâfi' (rahimehullah) anlatıyor: "(Ailenin her ferdi için kurban kesmek gerektiği
görüşünde olan) Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), anne karnındaki çocuk adına
kurban kesmezdi."
Muvatta Dehâyâ 13, (2, 487).
KURBANIN KEMİYETİ VE MİKTARI
1446 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte (Hudeybiye senesi) umrede temettu yaptık. O zaman yedi kişi adına bir sığır keserek
iştirak ettik. Keza deve de yedi kişi adına kesilmişti."
Müslim, Hacc 355, (1318); Muvatta, Dahâyâ 9, (2, 486); Timizî, Hacc 66, (904); Ebu Dâvud,
Dahâya 7, (2807); Nesâî, Dahâyâ 16, (7, 222).
1447 - İbnu Abbâss (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte bir seferde iken Kurban Bayramı geldi. Kurban için, sığırda yedi kişi, devede on
kişi ortak olduk."
Tirmizî, Hacc 66, (905); Nesâî, Dahâya (7, 222).
1448 - Huceyye İbnu Adiyy anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh): "Sığır yedi kişi adına
kesilir" demişti. Kendisine:
"Ya doğurmuşsa?" diye soruldu.
"Öyleyse yavrusunu da beraber kes!" buyurdu. Kendisine:
"Ya topalsa?" diye soruldu.
"Kesim yerine ulaşabildiyse tamam" dedi.
"Ya boynuzu kırıksa?" dendi.
"Zarar etmez. Biz göz ve kulaklarının sağlamlığını kontrol etmekle emrolunduk!" diye cevap
verdi."
Tirmizî, Edâhî 9, (1503).
1449 - Nâfi' (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) kurbanlıkların:
"Tırnaklılar (yani sığırlar) hakkında üçüncü senesine girmiş, veya geçmiş, etli ayaklılar
(develer) hakkında da altıncı yaşına girmiş veya geçmiş olmasını" şart koşardı."
Muvatta,Hacc 147, (1, 380).
1450 - Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bizden biri, kendisi ve ailesi halkı için tek bir
koyun kurban eder, (etinden hem yerler hem de başkalarına yedirirlerdi). Sonra insanlar,
övünmeye başladılar ve (kurbanlar) bir övünme vâsıtası oldu."
Muvatta, Dahâya 10, (2, 486); Tirmizî, Dahâya 10, (1505); İbnu Mâce, Dâhâya 10, (3147).
1451 - İbnu Şihab (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Veda
haccı sırasında) kendisi ve âile halkı için sadece bir deve veya bir sığır kesmiştir."
Muvatta, Dâhâya 11, (2, 486).
1452 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Sığır, sadece (bir kimse için kesilir,
koyun da bir kimse için kesilir, deve de bir kimse adına kesilir."
(Keza İbnu Ömer) derdi ki: "İbadet için kesilen hayvana cemaat iştirak edemez. İştirak olsa
olsa aynı aile halkı arasında olur."
Rezîn ilâve etmiştir.
1453 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ayakta
olduğu halde yedi deveyi kendi eliyle kesti. Medine'de ise, boynuzlu ve alacalı iki koyun
kurban etti. Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm) keserken tekbir getiriyor, besmele çekiyor ve
ayağını hayvanların boyunlarının üzerine koyuyordu."
Buhârî, Hacc 117, 119, Cihâd 104,126; Müslim, Edâhî 17, (1966); Tirmizî, Edâhî 2, (1494);
Ebu Dâvud, Edâhî 4, (2793, 2794); Nesâî, Dahâyâ 28-31, (7, 219-230); İbnu Mâce, Edâhi 1,
(3120).
1454 - Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) boynuzlu
erkek bir koçu kurban etti. Koç siyahın içinde bakar, siyahın içinde yürür, siyahın içinde
yerdi."
Tirmizî, Edâhî 4, (1496);Ebu Dâvud, Dahâyâ 4, (2796); Nesâî,Dahâyâ 14, (7, 221); Müslim,
Edâhî 19, (1967).
1455 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kurbanlığın en hayırlısı (boynuzlu) koçtur. Kefenin en hayırlısı da takımdır."
Tirmizî, Edâhî 18, (1517).
1456 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda
haccında, Muhammed âilesi için tek bir sığır kesti"
Ebu Dâvud, Menâsik 14, (1750).
1457 - Haneş (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi gördüm, iki koç kesmişti.
Dedi ki:
"Biri kendim için, diğeri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için"
Hz. Ali (radıyallahu anh) ilâve etti:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)) böyle emretti -veya şöyle demişti: Böyle vasiyet etti-
Ben (hayatta olduğum müddetçe ebediyyen terketmeyeceğim."
Tirmizî, Edâhi 1, (1495); Ebu Dâvud, Dahâya 2, (2790).
1458 - Urve (rahimehullah)'den anlattığına göre, evladlarına şöyle demiştir: "Evlâtlarım.,
sakın biriniz, bir büyüğe hediye edince utanacağı bir şeyi Allah için kurban sunmasın. Zîra
Allah, büyüklerinin büyüğüdür ve O, en seçkine herkesten ziyâde lâyıktır."
Muvatta, Hacc 147, (1, 380).
KURBAN OLABİLECEK HAYVANLAR
1459 - Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Yıllanmış
(yaşını başını almış) hayvanlardan kurban kesin. Böylesini bulmakta zorluk çekerseniz o
başka. Bu taktirde koyundarı bir kuzu kesiverin"buyurdular."
Müslim, Hacc 13, (1963); Ebu Davud,Dahâya 5, (2797); Nesâî, Dahâya 13, (7, 218).
1460 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh)'in anlattığına göre:"Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ashabı arasında taksim edilmek üzere bir miktar davar vermişti. Dağıtım yapılınca
geriye bir oğlak arttı. Ukbe durumu Resûlullah (aleyhissa1âtu vesselâm)'a haber verince:
"Onu da sen kurban et!" buyurdu."
Bir rivayette (artık Ukbe'ye kalan) bir ceze'dir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "(Sen de)
onu kurban et!" demiştir.
Buhârî,Edâhî 7, 2;Vekâlet 1, Şirket 12; Müslim, Edâhî 15, (1965); Tirmizî, EdâhÎ 7, (1500);
Nesâî, Dahâya 13, (7, 218); İbnu Mâce, Edâhî 7, (3138).
1461 - Asım İbnu Küleyb babasından, o da Mücâşi' es-Sülemî (radıyallahu anh)'den haber
veriyor. Onun rivayeti üzere: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Koyunun kuzusu,
keçiden ikinci yaşına basanın gördüğü vazifeyi görür" buyurmuştur.
Ebu Dâvud, Dahâya 5, (2799); Nesâî, Dahâya 13, (7,219); İbnu Mâce, Edâhi 7, (3140).
KURBAN OLAMAYACAK HAYVANLAR
1462 - Hz.Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (kurbanlık
olarak keseceğimiz hayvanın) göz ve kulaklarına dikkat etmemizi, "Kulağı önden delinmişi
veya arkadan delinmişi veya ortadan yarılmışı, veya yuvarlak delirımişi kurban
yapmayın"diye emretti."
Tirmizî, Edâhî 6, (1498); Ebu Dâvud, Dahâya 6, (2804, 2805, 2806), Nesâî,Edâhî 10, (7,
217); 11,12, İbnu Mâce, Edâhî 8, (3142).
1463 - Ubeyd İbnu Fîrüz, Berâ (radıyallahu anh)'dan naklen, Reslullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Kurbanlıklarda körlüğü belli olan kör, hastalığı açıkca belli olan hasta, (yürümeye mâni
olacak derecede) topallığı açık ola topal, iliği kurumuş zayıf hayvanın kurban edilmesi caiz
değildir. "
Muvatta, Dahâyâ 1, (2,482); Tirmizî, Edâhî, 5, (1497); Ebu Dâvud, Dahâya 6, (2802); Nesâî,
Dahâyâ 5,6, 7, (7,214, 215).
1464 - Yezid Zî-Mısr anlatıyor: "Utbe İbnu Abd essülemî'ye gelip: "Ey Ebu'l-Velid!
Kurbanlık almak için çıkmıştım, hoşuma giden bir şey bulamadırn. Azıları dökülmüş bir şey
vardı, ona da gönlüm razı olmadı. Siz ne dersiniz?" diye sordum.
"Onu bana getirmedin mi?" demesin mi.?
"Sübhanallah, dedim, yani o, senin için câiz de benim için mi câiz değil?"
"Evet, öyledir, dedi..Sen şüphe ediyorsun, ben etmiyorum. Bilesin ki, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselàm) şunları yasakladı: "Kulağı dibinden kesik, boynuzu dibinden çıkmış,
gözünün biri oyulmuş, (zayıflığı, dermansızlığn sebebiyle sürüden kalıp) yatır olmuş, ayağı
kırılmış."
Ebu Dâvud, Dahâya 6, (2803).
KURBANLIĞIN İŞARETLENMESİ
1465 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Zülhuleyfe'de öğle namazını kıldı, sonra kurbanlık devesini getirip hörgücünün sağ yanına
nişanı vurdu, kan akıttı (boynuna) iki tane nalın taktı. Sonra binek devesine atladı. Beydâ
düzlüğüne ulaşınca, hacca niyet ederek telbiye getirdi."
Müslim, Hacc 205 (1243); Tirmizî, Hacc 67, (906); Ebu Dâvud, Menâsik 15, (1752); Nesâî,
Hacc 63, (5,170172); İbnu Mâce, Menâsik 96, (3097).
1466 - Hz. Ayşe (radıyallahu anhâ)'nin bir rivayetine göre, "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kurban olarak davar sevketti ve koyunlara işaret taktı."
Buhârî Hacc 110, Edâhî 15; Müslim, Hacc 359, (1321); Tirmizî, Hacc 70, (909); Ebu Dâvud,
Menâsik 15, (1755); Nesâî, Hacc 69, (5,173,174); İbnu Mâce; Menâsik 95, (3096).
1467 - Vekî' (rahimehullah): "Kurban olacak deveye nişan vurup, boynuna alâmet takmak
sünnettir" demişti. Ehl-i reyden birisi kendisine:
"Nehâî'den, bunun müsle (eziyet) olduğu rivayet edilmiştir" dedi.Vekî 'kızarak:
"Ben sana "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesine işaret vurdu, bu sünnettir" diyorum,
sen bana: "Falandan rivayet edildi" diyorsun. Sen hapse tıkılıp şu sözünden vazgeçinceye
kadar salınmamaya ne kadar lâyıksın!" der.
Tirmizî, Hacc 67, (906).
KURBAN KESMENİN YERİ VE ZAMANI
1468 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Namazdan
önce kurban kesmiş olan (bilsin ki, kestiği kurban değildir, ailesine et takdim etmiştir),
yeniden kessin!"buyurdu."
Buhârî, Edâhî 1, 4, 12, Iydeyn 5, 23; Müslim, Edâhî 16, (1962); Nesâî, Iydeyn 30, (3,193).
1469 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ebu Bürde İbnu Niyâr (radıyallahu anh) namazdan
önce kurbanını kesmişti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
"Kurbanını yenile!" dedi. Ebu Bürde:
"Ey Allah'ın Resûlü, benim sadece bir oğlağım var. Ancak nazarımda yıllanmış olandan daha
kıymetlidir!" deyince: "Öbürünün yerine bunu kurban et. Ancak oğlak senden sonra, kimseye
kurban için yeterli olmayacak!" dedi."
Buharî, Edâhî 1, 8,11,12, Iydeyn 3, 5, 8,10,17, 23; Müslim, Edâhî 4, (1961); Tirmizî, Edâhî
12, (1508); Ebû Dâvud, Dahâya 5, (2800); Nesâî, Dahâya 17, (7, 222, 223).
1470 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mina'da şöyle
demiştir: "İşte kurban kesilen yer. Mina'nın her tarafı kesim yeridir."
Umre sırasında da şöyle buyurmuştur: "Burası kurban kesme yeridir." "Burası" sözü ile
Merve'yi kastedmiştir. Mekke'nin bütün geçit ve yolları kurban kesme yeridir."
Muvatta, Hacc 178, (1, 393); Ebu Dâvud, Menâsik 65, (1937); İbnu Mâe, Menâsik 73, (3048).
1471 - Nafi' (rahimehullah) anlatıyor: "Kim bir bedene kesmeye nezrederse, artık devesine
alâmet olarak iki nalın takar, (hörgücünü kanatarak) nişan vurur, sonra da onu Beytullah'ın
yanında veya Mina'da yevm-i nahrde (bayramın birinci günü) keser. Kurban için bir başka
kesim yeri yoktur. Kim de deve veya sığırdan cezûr adamış ise onu dilediği yerde keser."
Muvatta, Hacc 182, (1, 394).
1472 - Yine Nâfi'nin anlattığına göre İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şu açıklamayı
yapmıştır: "Kurban günleri, yevm-i nahr'den sonra iki gündür."
İmam Malik der ki: "Bana, bunun aynısı Ali İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)'den de ulaştı."
Muvatta, Dahƒya 12, (2, 487).
KESMENİN ÂDÂBI
1473 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yevm-i
nahr'de alacalı, boynuzlu ve iğdiş edilmiş iki koç kesti. Koçları kesmek üzere (yatırıp kıbleye)
yöneltince: "Şüphesiz ki ben, bir muvahhid (Allah'ı bir tanıyıcı) olarak yüzümü o gökleri ve
yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim" ve "Şüphesiz benim
namazım da, menâsikim de, hayatım da, ölümüm de hiçbir ortağı olmayan, âlemlerin Rabbi
Allah'ındır. Ben böylece emrolundum. Ben (bu ümmette) Müslüman olanların ilkiyim"
(En'âm 162) (âyetlerini okudu ve:)
"Ey Rabbim (bu kurban bize) sendendir, senin rızan için (kesiyoruz) ve sana (ulaşacak)tır. Ey
Rabbim, Muhammed ve ümmetinden bunu kabul buyur. Bismillahi vallahu ekber!" deyip,
sonra koçu kesti."
Ebu Dâvud, Dahâya 4, (2795); Tirmizî, Edâhî 21, (1520); İbnu Mâce, Edâhî 1, (3121).
1474 - Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'le musallâda hazır bulundum. Hutbesini tamamlayınca minberinden indi. Kurbanlık
koçuna gelip kendi eliyle kesti. Keserken: "Bismillahi vallahu ekber. Bu benim adıma ve
ümmetimden kurban kesmeyenlerin adınadır!" dedi."
Tirmizî, Edâhî 22, (1522).
1475 - Garafe İbnu'l-Hâris el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Vedâ haccında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a şâhid oldum. Kendisine (kesmesi için) bir deve getirilmişti.
"Bana Ebu'l-Hasan'ı çağırın !" dedi. Hz. Ali (radıyallahu anh) çağırıldı.
"Harbenin aşağısından tut!" dedi. Hz. Ali tuttu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da
yukarısından yakaladı. İkisi birden deveye dürttüler. Deve sol ön ayağından bağlıydı. Diğer
ayaklarının üstünde ayakta duruyordu. Deveyi kesip yere yıkınca:
"İsteyen parça alsın!" dedi. Bu müşâhedem Mina'da yevm-i nahrde idi. Kesim işinden
boşalınca, katırına bindi. Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi de terkisine aldı."
Ebu Dƒvud, Menƒsik 19,1766.)
1476 - Yine Tirmizî'nin Abdullah İbnu Gurt'tan kaydettiği rivayette şöyle denir: ". . . Hayvan
yere yıkılınca:
"Dileyen parça alsın!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Menâsik 19, (1765).
1477 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elleriyle otuz
deve kesti. Geri kalanı da bana söyledi, ben kestim. Bunlar yetmiş tâneydi."
Muvatta, Hacc 181, (1, 394); Ebu Dâvud Menâsik 19, (1764).
1478 - Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğ ne göre: Kızlarına, kurbanlarını
kendi elleriyle kesmelerini, ayağını kurbanın boynuna basmayı, keserken tekbir getirip
besmele çekmeyi tenbih etmiştir. "
Rezin, ilâvesidir. Buharî, senetsiz olarak bab başlığında kaydetmiştir. (Edâhî 10).
KURBANDAN YEMEYE DAİR
1479 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz kurbanlarımızın etinden üç günden fazla
yemezdik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize ruhsat tanıdı ve:
"Yiyin ve azıklanın da!" buyrdu."
Buhârî, Hacc 124, Cihâd 123, Et'ime 27 Edâhî 16; Müslim, Edâhî 29, (1972); Nesâî, Edâhî
36, (7, 233).
1480 - Âbis İbnu Rebîa anlatıyor: "Hz.Aişe'ye: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kurbanların etlerinden üç günden fazla yenilmesini yasakladı mı?" diye sordum.
"Evet, fakat bunu insanların (kıtlık çekip) acıktığı yılda yaptı. Böylece zenginlerin fakirleri
doyurmasını arzu etmişti. Biz koyunun paçasını kaldırıp, on beş gece sonra yiyorduk" dedi.
Ben:
"Sizi buna mecbur eden şey ne idi!" deyince güldü ve:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Allah'a kavuşuncaya kadar, Muhammed âilesi üç gün üst
üste doyuncaya kadar katıkla ekmek yememiştir" dedi."
Buhârî, Et'ime 27, Edâhî 16; Müslim,Edâhî 28, (1971); Muvatta, Edâhî 5; Tirmizî, Edâhî 14,
(1511); Ebu Dâvud, Edâhî 10, (2812); Nesâî, Edâhî 37, (7, 235, 236).
1481 - Nübeyşe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Biz sizleri, kurbanların etinden üç günden fazla yemenizi, birçoğunuza kurban eti ulaşsın
diye yasaklamıştık. Şimdi, Allah Teâla bolluk verdi. Artık yiyin, biriktirin ve ücret isteyin.
Haberiniz olsun, bu bayram günleri yemek, içmek ve zikir günleridir."
Ebu Dâvud, Edâhî 10, (2813); İbnu Mâce, Edâhî 16 (3160).
HELÂK OLAN KURBANLIK HAKKINDA
1482 - Nâciye el-Huzâî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
hedy'ini Medine'den benimle gönderdi. Ben:
"Bunlardan yolda helak olan çıkarsa ben ne yapacağım?" diye sordum.
"Hemen kesersin, nalınını kanına batırırsın, sonra onunla insanlar arasından çekilirsin, yerler"
dedi."
Muvatta, Hacc 148, (1, 380); Tirmizî, Hacc 72, (910); Ebu Dâvud, Menâsik 19, (1762); İbnu
Mâce, Menâsik 101, (3105).
1483 - İbnu'l-Müseyyeb der ki: "Nafile olarak sevkedilen bir deve yolda helâk olsa ve hemen
kesilerek halka terkedilse, halk da bunu yese, bu nafile kurbanın sahibine bir şey gerekmez.
Kendisi yese veya ondan yiyene emretse borçlanır."
Muvatta, Hacc 149, (1, 381).
1484 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) der ki. "Kim Kâbe'ye bir deve ihda eder, sonra (daha
mahalline ulaşıp; kesilmeden) kaybederse veya hayvan ölerse, şâyet bu bir nezir idiyse, yerine
yenisini alır. Nezir değil de tetavvu idiyse, dilerse yeniler, dilerse terkeder."
Muvatta, Hacc 150, (1,138).
KURBANLIK DEVEYE BİNMEK
1485 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir deve
sevkeden birisini görmüştü ki:
"Binsene ona!" dedi. Adam:
"O kurbanlıktır!" dediyse de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) emrini tekrarladı:
"Bin ona!" Adam tekrar:
"O kurbanlıktır" diye haykırdı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bin ona" diye tekrarladı ve ikinci veya üçüncü seferde:
"Yazıklar olsun sana!" diye ilâvede bulundu.
Buhârî, Hacc 103, 112, Vesâya 12, Edeb 95, Müslim, Hacc 371, (1322); Muvatta, Hacc 139,
(1, 337); Ebu Dâvud, Menâsik 18, (1760); Nesâî, Hacc 74, (5,176); İbnu Mâce, Menâsik 100,
(3103).
Buhârî'nin bir rivayetinde, Ebu Hüreyre'den naklen şu ziyade vardı: "(Râvi) der ki: "Ben o
adamı, deveye binmiş Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber yürürken gördüm,
devenin boynunda nalın takılı idi."
1486 - Hz. Câbir (radıyallahu anh)'e; kurbanlığa binme hususunda sorulmuştu, şu cevabı
verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim şöyle demişti: "Kurbanlığa, mecbur
kaldıysan ma'ruf üzere bin. Bir başka sırt (binek) bulunca da in."
Müslim, Hacc 375, (1324); Ebu Dâvud, Menâsik 18, (1761); Nesâî, Hacc 76, (5,177).
KÂBE'YE KURBAN HEDİYE EDEN MUKÎM İHRAM GİYER Mİ?
1487 - Hz. Aiş (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'de
iken Kâbe'ye kurban sunar, ben de kurbanının boynuna takılacak nişanlarını hazırlardım. Bu
sırada Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlıların sakındığı yasaklardan sakınmazdı."
Buhârî, Hacc 110, Edâhî 15; Müslim 359, (1321); Muvatta, Hacc 51, (1, 340); Tirmizî, Hacc
69 (908); Ebu Dâvud, Menâsik 17, (1757, 1758, 1759); Nesâî, Hacc 65, 66, 67, 68, 69, 72,
(5,171,178); İbnu Mâce, Menâsik 94, (3094).
1488 - Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in anlattığına göre: "Ashab'tan Medine'de Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ile kalanlardan bir kısmı Kâbe'ye kurbanlıklar göndermiş, bunlardan
dileyen ihrama girmiş, dileyen de girmemiştir."
Nesâî, Hacc 71, (5,174).
1489 - Rebîâ İbnu Abdillah İbni'l-Hüdeyrin anlattığına göre: "Irak'ta elbiseden soyunmuş bir
adam görür ve sebebini sorar. Kendisine, bu adamın Kâbe'ye kurbanlık gönderdiği, bu sebeple
elbiseleri attığı belirtilir.
Rebîa der ki: "Sonra ben Abdullah İbnu Zübeyr'le karşılaştım ve bu durumu ona anlattım.
Bana:
"Kâbe'nin Rabbine kasem olsun bu bid'attır" dedi."
Muvatta, Hacc 53, (1, 341).
MÜTEFERRİK HADİSLER
1490 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bedene (yolda) doğuracak olursa, yavrusu
da götürülüp annesiyle birlikte kesilir. Yavruyu taşıyacak bir mahmel (taşıyıcı) bulunmazsa
annesine yükletilir."
Muvatta, Hacc 143, (1, 378).
1491 - Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in anlattığına göre: "Babası Hz.Ömer, necib
(denen çok muteber cinsten bir deveyi) Kâbe'ye kurban olarak bağışlamıştı. (O ara necibe) üç
yüz dinar verdiler.Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip sordu:
"Ben necibi Kâbe'ye bağışlamıştım. Bu ara bazıları gelip üç yüz dinar verip satın almak
istediler. Bunu satıp yerine bir başka deve alayım mı?" "Hayır, dedi. Başkasını değil, onu
keseceksin!"
Ebu Dâvud, Menâsik 16, (1756).
1492 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hudeybiye senesinde, Kâbe'de kesilmek üzere bir çok deveyi kurban kıldı. Bunlar arasında
(vaktiyle) Ebu Cehl'e ait olan, başında gümüşten -bazı râviler altından der- mâmul bir büre
bulunan deve de vardı. Bununla, müşrikleri öfkelendiriyordu."
Ebu Dâvud,Menâsik 13, (1749).
1493 - Nafi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhüâ), kurbanlık devesine kabâtî ketenden,
yünden mâmul renkli kilimlerden, iki parçalı takımlardan çul sarar, sonra bunu Kâbe'ye
yollardı. Bunlarla orada Kâbe'ye örgü yapılırdı."
Muvatta, Hacc 146, (1, 379, 380).
1494 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), (beni
göndererek), kurbanlık develeriyle ilgilenmemi, onların etlerini, derilerini, çullarını tasadduk
etmemi, bunlardan kasaba bir (ücret) vermememi tenbih etti."
Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: "Kasaba ücretini kendimizden öderdik."
Buhârî, Hacc 122,112,120,122, Vekâlet 1; Müslim, Hacc 348, (1317); Ebu Dâvud, Menâsik
20, (1769); İbnu Mâce, Menâsik 97, (3099).
1495 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)
kurbanlığını (Mekke ile Medine arasında bir mevki olan) Kudeyd'de satın almıştı. İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) de aynen öyle yaptı."
Tirmizî, Hacc 68, (907).
HASTALIK VE EZA SEBEBİYLE MAHSUR KALANLAR
1496 - Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Biz Hudeybiye'de iken), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yanıma geldi. O sırada ben tenceremin altını yakıyordum. Yüzümde
de bitler kaynaşıyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"Başındaki şu böcekler seni rahàtsız etmiyor mu ?" diye sordu. Ben:
"Evet! ediyor!" dedim.. Bana:
"Öyleyse traş o1 ve üç gün oruç tut veya altı fakiri, her birine yarım sa' vermek suretiyle
doyur veya bir kurban kes. (Bunlardan hangisini yaparsan olur)" dedi. Ancak bu saydıklarının
önce hangisini zikretmişti bilmiyorum" diye cevap verdi. Tam o sırada şu âyet nazil oldu:
"Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan, ya
sadakadan, yahud da kurbandan biriyle fidye vacib olur..." (Bakara 196).
Buhâri, Muhsar 5, 6, 7, 8, Me-gâzî 35, Tefsir, Bakara 32, Merdâ 16, Tıbb 16; Müslim, Hac
80, (1201); Muvatta, Hacc 337,. (1,417); Ebu Dâvud, Menâsik 43, (1856-1861); Tirmizî,
Hacc 107 (953); Nesâî, Hacc 96, (5, 194,195); İbnu Mâce, Menâsik 91, (3079).
1497 - el-Haccâc İbrıu Amr el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Kimin (bir bacağı) kırılır
veya sakatlanırsa ihramdan çıkar (ve memleketine döner ve müteâkip sene yeniden hacc
yapar. "
Tirmizî, Hacc 96, (940); Ebu Dâvud, Menâsik 44 (1862); Nesâî, Hacc 102, (5,198,199).
1498 - Ebu Esmâ Mevlâ Abdillah İbni Ca'fer (rahimehullah)'in anlatığına göre: "Efendisi
Abdullah İbnu Ca'fer'le beraber Medine'den çıktılar. Sükyâ'da hasta olan Hüseyin İbnu Ali
(radıyallahu anhümâ)'ye uğradılar, Abdullah İbnu Ga'fer, Hz. Hüseyin'le ilgilenmek için
yanında kaldı. Haccın fevte uğramasından (o sene kaçırmaktan) korkarak Medine'de mukim
Hz. Ali ve (zevcesi) Esma Bintu Umeys (radıyallahu anhümâ)'e haber gönderdi, bunlar derhal
yanına geldiler. Hz. Hüseyin (radıyallahu anh) (ağrıdan şikayet ederek) başına işaret etti. Hz.
Ali (radıyallahu anh) başının traş edilmesini emretti. Sonra onun adına Sükyâ'da kurban
kesilmesini emretti ve bir deve kesildi."
Yahya İbnu Said der ki: "Bu seferinde Hz. Hüseyin (hacc maksadıyla) Mekke'ye
müteveccihen Hz. Osman (radıyallahu anh)'la birlikte yola çıkmıştı."
Muvatta, Hacc 165, (1, 388).
1499 - Amr İbnu Saîd en-Nehai (rahimehullah)'nin anlattığına göre: "(Umre yapmak üzere
ihrama girdikten sonra) Zatu'ş-Şukûk denen yere varınca orada kendisini yılan sokar.
Arkadaşları, bu meseleyi sorabilecekleri bir kimseyle karşılaşmak üzere, (herkesin gelip
geçtiği ana) yola çıkarlar. Derken İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) karşılarına çıkar. Onlara şu
fetvayı verir:
"Hemen bir hedy (kurbanlık) veya onun değeri miktarınca nakit parayı (Mekke'ye) gönderin.
Onunla kendi aranıza bir günlük alâmet koyun, hedy kesildi mi ihramdan çıksın. Ayrıca, bu
umreyi de bilâhere kaza etmen gerekir."
Rezîn tahriç etmiştir.
DÜŞMAN TARAFINDAN MANİ OLUNAN KİMSE
1500 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Hudeybiye'de) engellenmişti. Başını traş etti, kurbanını
kesti, hanımlarına temasta bulundu, müteâkip sene umresini yaptı."
Buhârî, Muhsar 1.
1501 - Nâciye İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Hudeybiye'de) kurbanlıkların önü
kesildiği zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm,)'e gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Kurbanlığı benimle gönder, onu Harem'de keseyim!" dedim. Bana:
"Bunu nasıl yapacaksın ?" dedi. Ben:
"Onların göremeyecekleri yerlerden ve vâdilerden götürürüm" dedim. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) müsaade etti. Ben de onu götürüp Harem'de kestim.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Harem'de kesilmesi için benimle göndermişti. Çünkü
(Mekkeli müşrikler) kendisine mâni olmuşlardı."
Rezîn'in ilâvesidir (İbnu Hacer, bu rivayeti Nesâî'den naklen Fethu'l-Bâri'de kaydeder (4,
382).
1502 - İmam Mâlik (rahimehullah) demiştir ki: "Kişi (haccda) düşman sebebiyle engellenirse,
her nerede engele maruz kaldı ise, orada traş olup ihramdan çıkar. Kendisine yeniden bunu
kaza etmesi gerekmez. Zîra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashab'ı (radıyallahu
anhüm), kurbanlığı Hudeybiye'de kestiler. Beytullah'ta kesilmek üzere gönderilen
kurbanlıklar mahalline varmazdan ve tavaf yapmazdan önce traş olup, her çeşit ihram
yasaklarından çıktılar. Ve dahi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın birisine umre
menâsikinden) bir şey yapması veya (o anda yapmadığını) sonradan yapmasını emrettiği de
sahih değilir."
Muvatta, Hacc 98, (1, 360); Buhâri, Muhsar 4 (Bab başlığında).
MÜDDETTE YANILANLAR VEYA YOLU KAYBEDENLER
1503 - Süleyman İbnu Yesâr anlatıyor: "Ebu Eyyüb el-Ensârî (radıyallahu anh) hacc yapmak
üzere yola çıktı. Mekke yolu üzerindeki Bâdiye'ye gelince develerini kaybetti. Yevm-i nahrde
Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek, durumu ona anlattı. Hz. Ömer (radıyallahu anh)
kendisine:
"Önce umre yapıyorsun gibi hareket et. Sonra ihramdan çık. Sonra müteâkip senenin haccına
yetişirsen hacc yap, kolayına giden bir de kurban kes"
Muvatta, Hacc, 153(1, 383).
1504 - Yine Süleyman İbnu Yesar'dan rivayet edildiğine göre: "Hebbâr İbnu'l-Esved, yevm-i
nahrde kurban kesmekte olan Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ey mü'minlerin emîri,
hesapta yanıldık. Biz bugünü arefe günü diye hesaplıyorduk" dedi. Hz. Ömer:
"Öyleyse Mekke'ye git, sen ve beraberindekiler tavaf edin, beraberinizde kurban getirdiyseniz
bir kurban kesin. Sonra traş olun veya saçınızı kısa kesin ve (artık memleketinize) dönün.
Gelecek yıl yeniden hacc yapın, kurban kesin. Kurbanlık bulamayan, üç gün hacc sırasında,
yedi gün de dönüşte olmak üzere (on gün) oruç tutsun."
Muvatta, Hacc 154, (1, 383).
MÜTEFERRİK HADİSLER
1505 - Hz. Ali ve Hz. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demişlerdir ki: "İhsarlıya âyet-i
kerimede "...kolayınıza gelen kurbanı..." ifadesiyle emredilmiş bulunan kurbandan (Bakara
196) maksad bir koyundur."
Muvatta, Hacc 158).
1506 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den rivayet edilmiştir ki: "(İhsârlıya kolayına gelen
bir hed terettüp eder) âyetinden sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Bundan maksad ya bir
deve veya bir sığır veya yedi koyundur. Bir koyun kesmem, bana oruç tutmamdan veya bir
deveye ortak olmamdan daha hoş gelir."
Muvatta, Hacc 160. (Muvatta'da hadisin, "sığır" kelimesine kadar olan kısmı mezkurdur. Geri
kalan kısmını Rezîn zikretmiştir).
1507 - Sadaka İbnu Yesâr el-Mekkî anlatıyor: "Saçları örtülü Yemenli bir kimse İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ)'e gelip: "Ey Ebü Abdirrahmân, ben müstakil bir umre yapmak üzere
geldim" dedi. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ):
"Ben seninle olsaydım da bana sormuş bulunsaydın, sana hacc-ı kıran yapmanı emrederdim"
dedi. Adam:
"Bu zaten öyleydi (ancak kaçırdım)" dedi. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ):
"Başındaki saçlardan şu uçuşanları al (kes) ve kurban kes!" dedi.
(Orada bulunan) Iraklı bir kadın söze karıştı:
"Kurbanı da neymiş ey Ebu Abdirrahman?"
"Kurbanıdır!" Kadın tekrar sordu.
"Kurbanı nedir?" İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şu cevabı verdi:
"Sadece bir koyun bulabilsem, onu kurban etmem bana oruç tutmadan daha hoş gelir."
Muvatta, Hacc 162, (1, 386-387).
MEKKE'YE GİRİŞ, KONAKLAMA VE ORADAN ÇIKIŞ ÂDÂBI
1508 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Mekke'ye Kedâ'dan Bathâ'nın yanındaki yukarı yoldan girdi ve aşağı yoldan da çıktı."
Buhârı, Hacc 41,15; Müslim, Hacc 223 (1257); Ebu Dâvud, Menâsik 45, (1866,1867);
Nesâz,105, (5, 200); İbnu Mâce, Menâsik 26, (2940).
1509 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre: "O, iki dağ yolu arasındaki
Zu-Tuv nâm mevkide geceyi geçirir, sonra Mekke'nin yukarı yolundan şehre girerdi. Hacc
veya umre yapmak niyetiyle Mekke'ye geldiği vakit, devesini doğruca Beytullah'ın kapısının
yanında ıhdırırdı. Sonra (hayvandan iner) Mescid-i Harâm'a girer, Haceru'1-Esved rüknüne
gelir, oradan başlayarak yedi kere Beyt'i tavaf eder ilk üçünde koşar, dördünde de yürürdü.
Sonra tavaftan çıkar, evine dönmezden önce iki rek'at namaz kılar, Safâ ile Merve arasında da
tavaf ta (sa'y) bulunurdu.
Hacc ve umreden çıktığı zaman, Zülhuleyfe'deki Bathâ'da devesini ıhtırırdı. Orada Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da devesini ıhtırırdı"
Buhârî, Hacc 38, 29,148,149; Müslim, Hacc 226 (1259); Muvatta, Hacc 6, (1, 324); Ebu
Dâvud, Menâsik 45, (1865); Nesâî, Hacc 103, (5,199).
1510 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Muhassab'da öğle, ikindi, akşam,
yatsı namazlarını kılar, bir miktar uyurdu. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın böyle yaptığını söylerdi."
Buhârî, Hacc 149; Müslim, Hacc 337, (1310); Muvatta, Hacc 207; Tirmizî, Hacc 81, (921);
Ebu Dâvud, Menâsik 87, (2012, 20I3).
1511 - Müslim'in bir rivayetinde: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) tahsib'i (Muhassab'da
konaklamayı) sünnet bilirdi" denir.
1512 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Tahsib (menâsike dahil olan) bir şey değildir, o,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın konakladığı bir konaklama yeridir" derdi.
Buhârî, Hacc 147; Müslim, Hacc 341, (1312); Tirmizî, Hacc 81, (921).
1513 - Yine aynı kaynaklar Hz. Aişe'nin şu sözünü kaydederler: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), oraya inmiştir, çünkü orası, yola çıkmaya daha uygundur."
Buhârî, Hacc 147; Müslim, 339, (1311); Tirmizî, Hacc 82, (923); Ebu Dâvud, Menâsik 87,
(2008).
1514 - Ebu Râfi' (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mina'dan ayrıldığı zaman Ebtah'a inmemi emretmedi.
Fakat ben önceden gelip oraya bir çadır kurdum. Sonra O (aleyhissalâtu vesselâm) da gelip
oraya indi."
Müslim, Hacc 342, (1313); Ebu Dâvud, Menâsik 87, (2009).
1515 - Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Mekke' ye girmek için guslederdi."
Tirmizî, Hacc 29, (852).
1516 - Bir rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke' ye girmek için gusletti"
denmiştir.
Tirmizî, Hacc 29 (852).
1517 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ): "Mina gecelerinde, hiçbir hacı, Mina Akabesi'nin
gerisinde geceyi geçirmemelidir."derdi.
Muvatta, Hacc 209, (1, 406).
1518 - Bir diğer rivayet şöyle: "Hz. Ömer (radıyallahu anh), (eyyâm-ı Mina'da hususî)
adamlar göndererek, halkın Akabe'nin gerisine (Mina cihetine) girmelerini sağlardı."
Muvatta, Hacc 208, (1/406).
1519 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Hz. Abbâs (radıyallahu anh) Kâbe ile ilgili sikâye vazifesi, kendi sorumluluğunda olduğu
için, eyyâm-ı Mina'yı Mekke'de geçirmek için izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
da ona izin verdi."
Buhârî, Hacc 133, 75; Müslim, Hacc 346, (1315); Ebu Dâvud, Menâsik 75, (1959).
1520 - Alâ İbnu'l-Hadramî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Muhacir olanlar, menasiklerini tamamladıktan sonra Mekke'de üç gün
kalırlar."
Buhârî, Menâkıbu'1-Ensâr 47; Müslim, Hacc 441,(1352); Tirmizî, Hacc 103, (949); Ebu
Dâvd, Menâsik 96, (2022); Nesâî, Taksiru's-Salât 4, (3,122).
1521 - Hz. Câbir (radıyallahu anh)'den anlatıldığına göre, kendisine: "Kişi Beytullah'ı görünce
ellerini kaldırır mı." diye sorulunca şu cevabı vermiştir:
"Resûlullah (aleyhissa1âtu vesselâm)'la haccettik. O zaman biz bunu yapardık."
Tirmizî, Hacc 32, (955). Bu metin Tirmizî'ye aittir. Mevzu üzerine, Ebu Dâvud ve Nesâî'den
gelen metin müteakip rivayettedir.
1522 - Ebu Dâvud ve Nesâî'de bu rivayet şu şekildedir: "Bu hususta soruldu, şu cevabı verdi:
"Yahudilerden başka birisinin yaptığını görmedim. "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
birlikte haccettik, bunu yapmadık."
Ebu Dâvud, Menâsik 46, (1870); Nesâî, Hacc 122 (5, 212).
1523 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisslâtu vesselâm)
ilerledi, Mekke'ye girdi. (Doğru Beytullah'agiderek) Haceru'1-Esved'e geldi, (ilk iş) onu
istilâm buyurdu. Sonra Beytullah'ı (yedi şavtta) tavaf etti. (Tavaf tamamlanınca) Safâ tepesine
geldi, oradan beytullah'a baktı. Ellerini kaldırıp Allah'ı (tekbir, tehlil, tahmid ve tevhitle
zikretmeye başladı ve Allah'ın zikretmesini dilediğince zikretti, dua etti. Bu sırada Ensâr
(radıyallahu anhüm) da onun aşağısında (aynı şekilde zikir ve duada bulunuyordu)."
Ebu Dâvud, Menâsik 46 (1872).
1524 - Nâfi' (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Mekke'den (ayrılıp
Medine'ye) yönelmişti. Kudeyd'e gelmişti ki, kendisine Medine'den bir haber ulaştı. Bunun
üzerine, ihramsız olarak Mekke'ye döndü."
Muvatta, Hacc 248 (1, 423).
HACCDA NİYÂBET
1525 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Fadl İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ),
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın terkisinde idi. Has'ame'den bir kadın birşeyler sormak
istiyordu. Fadl, kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
eliyle Fadl'ın başını öbür istikâmete çevirdi. Kadın:
"Ey Allah'ın Resûlü, Allah'ın kullarına yazdığı hacc farizası yaşlı ve ihtiyar babama ulaştı.
Ancak o, bineğin üzerinde durabilecek halde bile değil. Ben ona bedel hacc yapabilir miyim?"
dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Evet!" dedi. Bu hâdise, Veda haccında cereyan etti."
Buhârî, Hacc ı, Cezâu's-Sayd 23, 24, isti'zâzı 2; Müslim, Hacc, 407, 408, (1334,1335);
Muvatta, Hacc 97, (1, 359); Tirmizî, Hacc 85, (928); Ebü Dâvud, Menâsik 26, (1809); Nesâî,
Hacc 9,11,12, (5,117,118).
1526 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu. vesselâm)'a gelerek:
"Kızkardeşim haccetmeye nezretti. Ancak bunu îfa etmeden öldü, (ne yapmak
gerekmektedir?)" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Üzerinde başka borcu var mıydı, sen bunu ödeyiverdin mi?" buyurdu. Adam:
"Evet!" deyince:
"Öyleyse Allah'a olan borcunu da ödeyiver. O, (celle şânuhu) borç ödenmeye daha lâyıktır"
dedi."
Buhârî, Eymân 30, Cezâu's-Sayd 22, İtisâm 12; Nesâî, Hacc 7, 8, (5,116); Müslim, Nezr 1,
(1638).
1527 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan rivayet edildiğine göre: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın:
"Şübrüme adına lebbeyk!" dediğini işitir.
"Şübrüme de kim?" diye sorar. Adam:
"Bir kardeşim veya bir yakınım!" diye cevap verir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Sen kendi hesabına hacc yapmış mısın?" diye sorar. "Hayır!" cevabını alınca:
"Öyleyse önce kendi adına hacc yap, sonra Şübrüme adına yaparsın!" der."
Ebu Dâvud, Menâsik 26, (1811); İbnu Mâce, Menâsik 9, (2903).
TEŞRİK GÜNLERİNDE TEKBİR
1528 - Yahya İbnu Said anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) yevm-i nahrin sabahında
gündüz biraz yükselince çıkıp tekbir getirdi. Onun tekbiriyle birlikte halk da tekbir getirdi.
Aynı gün, gündüzün tamamen yükselmesinden sonra ikinci defa çıkıp tekbir getirdi, halk da
onunla birlikte tekbir getirdi. Sonra güneşin zeval vaktinde çıkıp tekrar tekbir getirdi, halk da
onunla birlikte tekbir getirdi. (Getirilen) bu tekbir Mescid-i Haram'a kadar ulaştı ve halk: "Hz.
Ömer tekbir getirdi" deyip tekbir getirdiler."
Muvatta, Hacc 205, (1, 404).
1529 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den anlatıldığına göre, "O, çadırının içinde tekbir
getirirdi."
Buhârî, İydeyn 12. (Tercüme'de muallak olarak kaydeder. Ancak Buhârî, bunu İbnu Ömer'e
değil, Hz. Ömer'e nisbet eder.)
1530 - Meymûne (radıyallahu anhâ)'dan anlatıldığına göre, "Yevm-i nahrde tekbir getirir,
kadınlar da Ebân İbnu Osman'ın arkasından tekbir getirirlerdi."
Buhârî, İydeyn 12.
HUTBE
1531 - Abdurrahman İbnu Muâz (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Mina'da iken Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab etti. Kulaklarımız öylesine açıldı ki, sanki her ne söylese
bulunduğumuz yerden (rahat) işitiyorduk. Bir ara, halka menâsikini öğretmeye başladı.
Böylece taşlama yerine kadar geldi. (Konuşurken) şehâdet ve orta parmağını (kulaklarına)
koymuştu. (Atılacak taşların nohut büyüklüğündeki) fırlatma taşı olduğunu söyledi.
Muhacirler'e emrederek Mescid'in ön kısmında konaklamalarını, Ensar'a da Mescid'in arka
kısmında konaklamalarını söyledi.",
Râvi der ki: "İşte bundan sonradır ki herkes (bineklerinden inip) yerleşti."
Ebu Dâvud, Menâsik 70, (1951); Nesâî, Hacc 189, (5, 249).
1532 - Râfi' İbnu Amr el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı Mina'da halka hitab ederken gördüm, Vakit kaba kuşluktu ve Efendimiz, boz bir
dişi katırın üzerindeydi. Hz. Ali (radıyallahu anh) de, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselàm)'ın
sözlerini rahat işitebileceği bir mesafede durup, eksiltip artırmadan halka tekrar ediyordu.
Halkın kimisi ayakta idi, kimisi de oturuyordu."
Ebu Dâvud, Menâsik 73, (1956).
ÇOCUĞUN HACCI
1533 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ravhâ'da bir grup yolcuya rastladı. Onlardan bir kadın kendisine bir çocuğu kaldırıp:
"Bunun için de hacc câiz olur mu?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Evet olur ve sana da sevab vardır"buyurdu."
Müslim, Hacc 409, (1336); Muvatta, Hacc 244, (1, 422); Ebu Dâvud, Menasik 8, (1736).
1534 - Sâib İbnu Yezid (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Babam (radıyallahu anh) bana, Veda
haccı sırasında Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte hacc yaptırdı. Ben o zaman yedi
yaşında idim."
Buhârî, Cezâu's-Sayd 25; Tirmizî, Hacc 83, (925).
1535 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) diyor ki: "Biz, kadın ve çocuklara bedel, telbiye
getiriyorduk."
Tirmizî, Hacc 84, (927); İbnu Mâce, Menâsik 68, (3038).
İlim adamları, kadının yerine başkasının telbiye getiremeyeceğn hususunda icmâ etmişlerdir. .
ŞARTLI HACC
1536 - Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Subâa
Binti'z-Zübeyr (radıyallahu anhâ)'in yanına girdi:
"Herhalde sen hacc yapmak istiyorsun ?" dedi. Subâa:
"Vallahi kendimi hasta buluyorum" diye cevap verince:
"Hacca çık, fakat şart koş ve de ki: "Ya Rabbi, beni nerede hapsedersen orası (ihramdan çıkıp
haccı bırakma) yerimdir."
Buhârî, Nikâh 15; Müslim, Hacc 104, (1207); Nesâî, Hacc 60, (5,168).
1537 - Tirmizî de der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), haccda şart koşmayı reddeder ve
şöyle derdi: "Size Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sünneti kifâyet etmiyor mu?"
Nesâi'nin rivayetinde şu ziyade yer alır: "O, hiçbir zaman şart koşmamıştır. Eğer sizden biri
bir mâniden dolayı haccını tamamlayamazsa, Beytullah'a giderek tavaf etsin, Safâ ve Merve
arasında sa'yetsin, sonra traş olsun yahut saçını kısalttırsın. Böylece ihramdan çıkmış olur ve
gelecek sene hacc yapıncaya kadar her şey kendisine helal olur."
Şârihler, bu hadisi İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan rivayet eden Tâvus ile Said İbnu
Cübeyr in de bununla amel etmediklerini belirtirler.
Esâsen haccı tamamlamaya mani bir engelle karşılaşacak olanların tâbi olacakları ihsâr
ahkâmı varken, önceden koşulan şart, yeni bir hak getirmiyor.
HAREM'DE SİLAH TAŞIMAK HAKKINDA
1538 - İbnu Cüreyc (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'ın ayağının
çukuruna, Mina'da mızrağın uç demiri isâbet etti. Haccâc, İbnu Örner (radıyallahu anhümâ)'e
geçmiş olsun ziyaretine geldi. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e:
"Keşke sana bunu isabet ettireni bilseydik (de cezalandırsaydık)" dedi. İbnu Ömer:
"Bana onu sen isâbet ettirdin" dedi. Öbürü:
"Nasıl olur?" deyince, İbnu Ömer:
"Silah taşınması yasak olan bir günde sen silah taşıdın. Harem'e silah soktun. Halbuki
Harem'e silah sokulmaz" dedi."
Buhârî, İydeyn 9.
1539 - Berâ İbnu Âzib (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Hudeybiye'de Mekkelilerle, "Şehre, silahın sâdece cülübbânından yani içindekileriyle
dağarcıktan başka bir şey sokmamak şartıyla anlaştılar."
Buhârî, Sulh 6, Umre 3, Cezâu's-Sayd 17, Cizye 19, Megâzî 48; Müslim, Cihâd 90, (1783);
Ebu Dâvud, Menâsik 33, (1832).
ZEMZEM SUYU HAKKINDA
1540 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
zemzem suyu verdim, ayakta içti."
Buhârî, Hacc 76, Eşribe 16; Müslim, Eşribe 117, (2027); Tirmizî, Eşribe 12, (1883).
1541 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Hudeybiye Antlaşması) sırasında bir Kureyşliye,
Hudeybiye'ye zemzem suyu getirmesini söyledi. Adam getirdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onu Medine'ye götürdü"
Rezîn'in ilâvesidir.
MÜTEFERRİK HADİSLER
1542 - Hz.Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, Mina'da, seni güneşe karşı
gölgeleyecek bir bina yapmayalım mı?" demiştim, bana:
"Hayır! dedi. Orası oraya gelenlere develerini ıhdırma yeridir!"
Ebu Dâvud, Menâsik 90, (2019); Tirmizî, Hacc 51, (881); İbnu Mâce, Menâsik 52, (3006,
3007).
1543 - Ebu Vâkid el-Leysî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
dinledim. Veda haccında zevcelerine şöyle demiştir:
"Size bu (farzınız !) bundan sonra hasırların arkaları!"
Ebu Dâvud, Menâsik 1, (1722).
1544 - İbrahim (rahimehullah) babası tarikiyle dedesinden rivayet ediyor:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh), yatığı en son haccında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerine izin verdi. Onlarla birlikte Abdurrahman İbnu Auf ve Osman İbnu Affân
(radıyallahu anhümâ)'ı gönderdi."
Buhâri, Cezâu's-Sayd 26.
Berkânî der ki: "(Hadisi rivayet eden) İbrahim'den maksad: İbrahim İbnu Abdirrahman İbni
Avftır."
Humeydî ise: "Bu açıklama isabetli gözükmüyor. Derim ki: O, İbrahim İbnu Abdirrahman
İbni Abdillah İbni Ebî Rebîa el-Mahzümî'dir." Doğruyu Allah bilir.
1545 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Gerçek hacı kimdir?" diye soruldu da şu cevabı
verdi:
"Saçını düzenleyip yıkamayı ve koku sürünmeyi çoktan terketmiş kimsedir. . "
Kendisine tekrar:
"Hangi hacc efdaldir?" diye sorulunca:
"Yüksek sesle telbiye getirilen ve kurban kesilen" dedi.
"(Haccla ilgili âyette geçen) sebil nedir?" diye soruldu.
"Zâd (nafaka) ve râhile (binek)dir" cevabını verdi."
Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmrân, (3001); İbnu Mâce, Menâsik 6, (2896).
1546 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana hacc farz oldu. Borcum da var (önce hangisini ödeyeyim?)" diye
sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Önce borcunu öde!" dedi."
Rezin ilâvesidir.
1547 - Sümâme (rahimehumullah) anlatıyor:
"Hz.Enes (radıyallahu anh), cimri olmadığı halde havıdlı bir devenin üzerinde haccını yaptı."
(Hz. Enes (radıyallahu anh): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da yol eşyasını yüklediği.
havıdlı bir deve üzerinde hacc yaptı" demiştir.
Buhârî, Hacc 3 (Muallak senetsiz olarak kaydetmiş.)
1548 - Ubeyd İbnu Cüreye anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e:
"Seni dört şey yaparken görüyorum. Bunları arkadaşlarından bir başkasının yaptığını
görmedim" dedim. Bana:
"Ey İbnıı Cüreye, onlar nedir`?" diye sordu. Ben de saydım: "Sen Kâbe'nin rükünlerinden
sadece iki Yemanî rükne (rükn-i Yemânî. ve rükn-i Hacer) temasta bulunuyor, diğerlerine
temas etmiyorsun. Keza senin tüysüz deriden ma'mul nalın giydiğini görüyorum. Keza senin
(saç ve sakalını) sarıya boyadığını görüyorum. Keza seni Mekke'de gördüm, herkes (Zilhicce)
hilâlini görünce ihrama girdikleri halde sen terviye günü (8 Zilhicce) ihrama girdin!" Bana şu
açıklamayı yaptı:
"Rükünlere temasa gelince; ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' ın, sadece iki rükne
temas ettiğini gördüm. Tüyü yolunmuş nalına gelince; ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın nalınlarında hiç tüy görmedim. Ayakları onların içinde iken abdest alırdı. Ben
onu giymeyi seviyorum. Sarıya gelince; ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın onunla
boyandığını gördüm. Ben onunla boyanmayı seviyorum. İhrama girmeye gelince, ben
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi, onu yola koyuncaya kadar telbiye çektiğini
görmedim."
Buhârî, vüdû' 30; Müslim, Hacc 25, (1187); Muvatta, Hacc 31, (1, 333); Ebu Dâvud, Menâsik
21, (1772).
HZ. PEYGAMBER'İN HACC VE UMRESİ
1549 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (üç kere hacc yaptı. Şöyle ki): "Hicret etmezden önce
iki, hicretten sonra da bir hacc ve bununla birlikte bir umre yaptı. Bu hacc sırasında
(Medine'den) altmış üç deve sevketti. O sırada Hz. Ali (radıyallahu anh) Yemen'den geldi,
berâberinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kestiği kurbanlarıngeri kısmı da vardı.
Bunlar arasında (Ebu Cehl'e ait olup Bedir Savaşı'nda ganimet olarak alınan) burnunda gümüş
halka bulunan deve de vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hepsini kesti. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) her deveden bir parça alınmasını emretti. Bunlar (bir kapta) pişirildi.
Efendimiz suyundan içti."
Tirmizî, Hacc 6, (815)
.
1550 - Urve İbnu Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor:
"Ben ve İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), Hz. Aişe'nin hücresine dayanmıştık, (o içerde
dişlerini misvaklıyordu. Bu esnada) misvaktan çıkan sesleri işitiyordum. Ben, İbnu Ömer'e:
"Ey Ebu Abdirrahmân! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Receb ayında umre yaptı mı?)
diye sordum.
"Evet!" dedi. Ben de, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye seslendim:
"Ey anneciğim, Ebu Abdirrahman'ı dinliyor musun ne söylüyor?"
"Ne söyüyor?" dedi.
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Receb'te umre yaptı diyor" dedim. Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ):
"Ebu Abdirrahman'a Allah mağfıret etsin. Ömrüm hakkı için, Receb'de umre yapmadı. Hem
O, nasıl olur da yanılır, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın) yaptığı her umrede o da hazır
bulunmuştu" dedi. İbnu Ömer, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin bu sözlerini işittiği halde ne
"evet!" ne de "hayır!" demedi, süküt etti."
Buhârî, Umre 3; Müslim, Hacc 219, (1255); Tirmizî,Hacc 93, (936, 97); Ebu Dâvud, Menâsik
80, (1991,1992).
1551 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dört
umre yaptı: 1- Hudeybiye umresi, 2-Müteakip sene Zilkade ayında yaptığı umretü'1-kadâ, 3-
Ciırrâne'den yaptı-ğı umre, 4- (Veda haccı sırasında) hacc ederken yaptığı umre."
Tirmizî, Hacc 7, (816); Ebu Dâvud, Menâsik 80, (1993); İbnu Mâce, Menâsik 50, (3003).
1552 - Hz.Urve (rahimehullah) demiştir ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üç umre yaptı: Biri Şevvâl ayında, ikisi de Zilkade
ayındadır."
Muvatta, Hacc 56, (1, 342).
1553 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) üç sefer umre
yapmıştır:1- Hudeybiye senesinde, 2- (Hudeybiye yılını takip eden) kaza senesinde, 3-
C'ürrâne senesinde"
Muvatta, Hacc 5, (1, 342).
1554 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızda olduğıı halde biz Veda haccından bahsederdik
ve Veda haccının ne olduğunu bilmezdik. (Veda haccında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Allah'a hamd ve sena edip sonra da Mesih Deccâl'ı mevzubahis etmişti, sözü onun hakkında
epeyce uzatıp şunları da söylemişti:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Hz.Nuh (aleyhisselâm) ve
ondan sonra gelen bütün peygamberler onunla korkuttular. Bilesiniz o, aranızdan çıkacaktır.
Onun şe'ninden (yapacğı icraatler) hiç bir şey size gizli kalmayacak. Çünkü sizlere gizlemez.
Rabbinizin gözü kör değildir. Halbuki onun sağ gözü kördür. Onun gözü pertlek bir üzüm
gibidir.
Haberiniz olsun! Allah sizlere birbirinizin kanını, malını haram kıldı, bunlar,şu günlerinizin,
şu beldenizdeki haramlığı gibi haramdır.
Acaba tebliğ ettim mi?" (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sorusuna cemaat hep bir
ağızdan:
"Evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine üç sefer:
"Ya Rab şâhid ol! Ya Rab şâhid ol! Ya Rab şâhid ol!" dedi ve tekrar cemaate yönelerek:
"Vah size! -veya eyvah size!- Benden sonda dönüp birbirlerinizin boyunlarını vuran kâfirler
olmayın!" dedi."
Buharî, Hacc 132, Edeb 43, 95, Hud 9, Diyât 2, Fiten 8; Müslim, İmân 119, (66).
1555 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), saçlarını tarayıp yağladıktan, rida ve izârını giydikten
sonra Medine'den ashabıyla birlikte ayrıldı. Rida ve izâr çeşitlerinden, vücudun cildine boyası
geçen za'feranla boyanmış olanlar dışında hiç bir şeyi yasaklamadı. Böylece Zülhuleyfe'ye
geldi. Orada devesine bindi. Devesi onu Beydâ sırtına çıkarınca O (aleyhissalâtu vesselâm)
da, Ashab'ı (radıyallahu anhüm) da telbiye getirdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kurbanlığına takısını takıp nişanladı. Bu iş, Zilkade ayının sondan beşinci gününde cereyan
etmişti. Mekke'ye Zilhicce'nin dördünde indi. (İlk iş) Beytullah'ı tavaf etti, Safâ ve Merve
arasında sa'yde bulundu. Kurbanlığı sebebiyle ihramdan çıkmadı. Çünkü ona (kurbanlık
alâmeti olan takıyı) takmıştı. Sonra Mekke'nin Hacün yanındaki en yüksek yerine indi. Artık
hacc için telbiye getiriyordu. Kâbe'ye onu tavaf ettikten sonra, Arafat'tandönünceye kadar
hiçyaklaşmadı.Asabına ise, Kâbe'yi tavaf etmelerini, Safâ ile Merve arasında sa'yetmelerini
emretti, sonra saçlarını kısaltarak ihramdan çıkmalarını emretti. Bütün bu emirler, berâberinde
kurbanlık olarak takılanmış devesi olmayanlar içindi. Berâberinde hanımı bulunanlara,
hanımlarıda helâldi. Keza koku ve elbisede helâldi."
Buhârî, Hacc,21,70,128
1556 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Arafat'ta vakfe yaptı ve: "Burası Arafat'tır, vakfe yeridir,
Arafat'ın her yeri vakfe yeridir" dedi.
Sonra güneş batar batmaz ifâza yaptı. (Arafat'ı terketti). Devesinin terkisine Üsâme İbnu Zeyd
(radıyallahu anhümâ)'i bindirdi. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), -halk sağında ve solunda
(develere telâşla vururlarken) onlara dönüp bakmadan her zamanki sükun ve rıfk hâlini
koruyarak eliyle işaret edip: "Ey insanlar! Sakin olun" diyordu.
Sonra Cem'e (Müzdelife'ye) geldi. Orada iki namazı da (akşam ve yatsı) beraberce kıldırdı.
Sabah olunca Kuzah tepesine gelip üzerinde vakfe yaptı.
"Burası Kuzeh'dir, vakfe yeridir. Cem'in tamamı vakfe yeridir!"dedi. Sonra oradan ayrıldı,
Muhassır vâdisine geldi. Devesine vurdu. Deve dört nala koşarak vâdiyi geçti. Orada durup,
amcası Abbâs (radıyallahu anh)'ın oğlu Fazl'ı devesinin terkisine aldı.
Oradan Cemretu'l-Akabe'ye geldi ve taşlama yaptı. Sonra menhara (kesim yerine) geldi:
"Burası menhardır (kurbanlarımızı keseceğimiz yer), Mina'nın her tarafı menhardır" buyurdu.
Has'am kabilesinden genç bir kadın gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Babam yaşlanmış bir ihtiyardır, Allah'ın hacc farizası kendisine terettüp
etmektedir. Ben ona bedel hacc yapabilir miyim?" diye bir suâl sordu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselàm):
"Babana bedel hacc yap!"cevabını verdi. Bu sırada eliyle, devenin terkisinde bulunan Fazl'ın
başını büktü. Amcası Abbâs (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resûlü! Amcanın oğlu Fazl'ın başını niye büktün?" diye sordu.
"İkisini de birer genç görüyorum. Onlar hakkında şeytanın şerrinden emin değilim!" dedi.
Derken bir adam daha gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü, ben traş olmazdan önce ifâza tavafını yaptım!" dedi.
"Traş da ol, bunda mahzur yok!" cevabını aldı. Derken bir başkası daha gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü, ben taşlama yapmazdan önce kurbanımı kesmiş bulundum!" dedi.
"Taşlarını da at, bunda bir mahzur yok!" cevabını aldı. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Beytullah'a geldi, onu tavaf etti, sonra zemzem'e geldi ve:
"Ey Abdulmuttaliboğulları, eğer halk size bunun üzerine galebe etmeyecek olsa mutlaka
çekerdim" dedi."
Tirmizî, Hacc 54, (885).
HACCA GİTME
6838 - İbnu Abbas veya Fadl İbni Abbâs -veya bunlardan biri bir diğerinden- anlatmıştır:
"Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kim hacc yapmak isterse acele etsin.
Çünkü olur ki insan hastalanır (bineği) kaybolur, (gitmeye mani) bir iş zuhür eder."
HACCIN FARZ KILINMASI
6839 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Halk: "Ey Allah'ın Resülü, haccetmek her sene
farz mıdır?" diye sormuştu. "Eğer "Evet!" desem bu vacip olur. Eğer vacip olsa, bunu yerine
getiremezsiniz, bu durumda yerine getirmezseniz azab görürsünüz" buyurdular."
HACC VE UMRENİN FAZİLETİ
6840 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hacc ve umreyi peşpeşe yapın. Çünkü bunların peşpeşe yapılması, tıpkı körüğün demirin
pasını temizlemesi gibi, fakrı ve günahları temizler."
HACININ DUASINDAKİ FAZİLET
6841 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Hacılar ve umre yapanlar Allah'ın elçileridir. Onlar Allah'a dua etseler, Allah
onlara derhal icabet eder (dualarını kabul eder). Eğer kendisinden af ve mağfret dileseler,
derhal onlara mağfiret eder."
6842 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah yolunda cihad eden, hacceden ve umre yapan Allah'ın elçisidir. Çünkü
Allah bunların yapılmasına kulları davet etti, onlar da icabet ettiler. Buna mukabil onlar da
O'ndan (dilediklerini istediler), Allah da onlara istediklerini verdi."
ÖLENE BEDEL HACC
6843 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam Resülullah aleyhissalâtu
vesselam'a gelip: "Babama bedel haccedebilir miyim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselem:
"Evet! Babana bedel haccet. Bu haccınla onu hayır yönüyle artırmasan bile şer yönüyle
artırmış olmazsın" buyurdular."
6844 - Ebu'l-Gavs İbnu Huseyn'in -ki el-Fur kabilesinden biridir anlattığına göre: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a babasının üzerine vacib olmuş fakat eda etmeden ölmüş olduğu hacc
hakkında sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Babana bedel haccet!" buyurdu ve ilave etti:
"Nezir orucu da böyle, ona bedel kaza edilir."
HAYATTA OLAN GÜÇSÜZE BEDEL HACC
6845 - Husayn İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü! Babama hacc farz
oldu. Ancak binek üzerinde bağlanmadıkça hacc yapmaya muktedir değil!" dedim.
Aleyhissalâtu vesselâm bir müddet süküt buyurup sonra: "Babana bedel haccet!" buyurdular."
MİKAT YERLERİ
6846 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm bize hitap
ederek buyurdular ki: "Medine halkının ihrama gireceği yer Zülhuleyfe'dir. Şam halkının
ihrama gireceği mikat yeri Cuhfe'dir. Yemenlilerin mikat yeri Yelemlem'dir. Necid ahalisinin
mikat mahalli Karn'dır. Doğu (yani Irak) ahalisinin mikat yeri Zat-ı Irk'dır." Aleyhissalatu
vesselâm sonra, mübarek yüzlerini doğu taraftaki ufka çevirdi ve: "Allahım onların
(doğudakilerin) kalplerini İslâm'a çevir" diye dua etti."
İHRAM
6847 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ben (Zülhuleyfe'deki) ağacın yanında,
Resülullah'ın bindiği devesinin sefinelerinin (yani çökük iken yere değen uzuvlarının) yanında
idim. Deve ayağa kalkıp doğrulunca, Aleyhissalâtu vesselam: "Allah'ım! Umre ve hacca
beraber niyet ederek davetine icabet ediyorum! Emrine âmâdeyim!" buyurdular. (Yani o
zaman ihrama girdiler). Bu (ihrama girme işi) Veda haccında idi."
İHRAMLIYA GÖLGELİK
6848 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Allah rızası için gününü, akşama kadar, güneş altında telbiye çekerek geçiren
hiçbir muhrim (hacc veya umre için ihrama giren) yoktur ki günahları güneşle beraber
batmasın ve annesinin kendisini doğurduğu (günahsız) şekle dönmesin."
HACCDA İHRAMDAN ÇIKMA ŞARTI
6849 - Ebu Bekr İbnu Abdillah İbnü'z-Zübeyr radıyallahu anhüma büyük annesinden -ravi der
ki: Bu büyükanne Esma Bintu Ebi Bekr midir, yoksa Su'da Bintu Avf mıdır bilemiyorum-
naklediyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Dubâ'a Bintu Abdilmuttalib'in yanına girmişti,
ona: "Ey halacığım seni hacc yapmaktan alıkoyan mâni nedir?" diye sordu. Halası: "Ben
hastalıklı bir kadınım, (hastalığımın hacc menasikini yapmama) engel olmasından
korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselâm: "İhrama gir, ancak (menasiki)
ikmalden alıkonulduğun yerde ihramdan çıkmayı şart koş!" buyurdular."
6850 - Dubâ'a (Bintu Zübeyr İbnü Abdilmuttalib) radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ben hasta iken
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm yanıma girdi ve (bana): "Sen bu yıl hacca gitmek istemiyor
musun?" buyurdular. Ben: "Ey Allah'ın Resülü! Ben cidden hastayım" dedim. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Sen hacca git ve ihrama girerken: "(Allah'ım!) beni hacc menakisini
tamamlamaktan alıkoyduğun yerde ihramdan çıkacağım" diyerekten niyet et!" buyurdular."
HAREM-İ ŞERİFE GİRME ÂDÂBI
6851 - Abdullah İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Peygamberler Harem-i, Şerife
yaya ve yalınayak olarak girerlerdi. Yine yalınayak ve yaya olarak Beytullah'ı tavaf edip,
menasiki (hacc ve umrenin gereklerini) bu şekilde ifa ederlerdi."
HACERÜ'L-ESVED'İ İSTİLAM
6852 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Hacerü'l-
Esved'e yöneldi, sonra dudaklarını üzerine koyup uzun müddet ağladıktan sonra ondan
ayrıldı. Bir de baktı ki, Ömer İbnu'I-Hattab da yanında, o da ağlıyor. Hemen: "Ey Ömer
buyurdular, evet gözyaşları burada dökülür."
TAVAFIN FAZİLETİ
6853 - Ata İbnu Ebi Rabah Ka'be'yi tavaf ederken İbnu Hişâm radıyallahu anhüm'ün
kendisine şöyle soru sorduğuna ve kendisinin şöyle cevap verdiğine şahit oldum: "İbnu
Hişâm: "Rükn-i Yemani hakkında bilgi verir misin?" diye sordu. Atâ dedi ki: "Ebu Hureyre
radıyallahu anh'ın rivayetine göre, Aleyhissalatu vesselam demiştir ki: "Rükn-i Yemani
yetmiş(70) bin meleğe emanet edilmiştir. Kim (onun yanında): "Allahım! Senden af, dünya ve
ahirette âfiyet diliyorum. Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver ve bizi cehennem
azabından koru!" diye dua ederse o melekler "âmin!" derler." Atâ, Hacerü'l-esved'in
bulunduğu köşeye gelince: "Ey Ebu Muhammed! Bu Hacerü'I-esved rüknü hakkında ne
işittin?" dedi. Ata şu cevabı verdi: "Ebu Hureyre radıyallahu anh bana, ResÎulullah
aleyhissalatu vesselâmın: "Kim hacerü'l-esvede yönelirse, şüphesiz Rahmân (olan) Allah'a
yönelmiş olur" buyurduğunu anlattı.. "
İbnu Hişâm, Atâ'ya: "Ey Ebu Muhammed! Tavafın faziletiyle ilgili ne işittiniz?" diye sordu.
Atâ şu cevabı verdi: "Ebu Hureyre radıyallahu anh, bana Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın:
"Kim Beytullah'ı yedi sefer tavaf eder, tavaf sırasında konuşmayıp sadece "Sübhanallah,
velhamdülillah ve lâilahe illallah, vallahu ekber velâ havle velâ kuvvete illa billah" derse
ondan on günah silinir ve on sevap yazılır, onun bununla mertebesi on derece yükselir. Kim
de tavaf sırasında konuşursa sadece ayaklarıyla rahmete girer, tıpkı ayaklarıyla suya dalanlar
gibi."
HACC-I İFRAD
6854 - Hz. Cabir radıyallahu anh diyor ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm hacc-ı ifrâd
yapmıştır."
6855 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Bekr,
Ömer, Osman radıyallahu anhüm ecmain hacc-ı ifrad yaptılar."
HACC-I KIRAN
6856 - Ebu Talha radıyallahu anh demiştir ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam hacc ve
umreyi beraber (yani hacc-ı kıran) yaptı."
6857 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam,
ashabıyla birlikte (Veda Haccında Mekke'ye) geldikleri zaman, ne o ne ashabı, umre ve hacc
için (Ka'be'nin etrafında yedi defa dolaşmak suretiyle) ancak bir kere tavaf ettiler."
HACCI FESHETMEK
6858 - Berâ İbnu'l-Azib radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam ve
ashabı, haccda başımızda beraber çıktılar. Biz (sahabilerin çoğu) hacc niyetiyle ihrama girdik.
Mekke'ye geldiğimiz vakit, Aleyhissalâtu vesselam: "Haccınızı umreye çevirin!" buyurdular.
Ashab: "Ey Allah'ın Resülü! Biz hacc niyetiyle ihrama girmiştik! Şimdi onu nasıl umreye
çevirelim?" dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Size emrettiğime riayet edin, dediğimi yapın!" buyurdular. Ashab, önceki itirazlarını tekrar
etti, bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselam kızdı. (Ashab'ı koyup) gitti. Öfkeli haliyle Hz.
Aişe'nin yanına girdi. Aişe radıyallahu anhâ, Resülullah'ın öfkesini yüzünden okumuştu:
"Seni kim öfkelendirdi ? Allah da onu öfkelendirsin! dedi. Aleyhissalâtu vesselam: "Nasıl
öfkelenmeyeyim? Ben bir emirde bulunuyorum, emrim tutulmuyor!" buyurdu."
UMRE
6859 - Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Hacc cihaddır. Umre tatavvu (sünnet)dir."
RAMAZANDA UMRE
6860 - Herim İbnu Hanbeş radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ramazan ayında yapılan bir umre (sevap cihetiyle) bir hacca muâdildir."
ZÜLKADE AYINDA UMRE
6861 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Zülkâde
ayından başka bir ayda umre yapmamıştır."
MİNAYA ÇIKMA
6862 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: "Kendini (hacc sırasında) beş
vakti (yani Zilhicce'nin sekizinci günü öğle, ikindi, akşam, yatsı ve Arefe günü sabah
namazlarını) Mina'da kılardı. Sonra Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ın da böyle yaptığını
arkadaşlarına haber verdi."
ARAFAT'TA DUA
6863 - Abbas İbnu Mirdas es-Sülemi radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resûlullah
aleyhissalatu vesselam, Arafe günü akşamı ümmeti için mağfiret duasında bulunmuştur. Rabb
Teâla, duasına: "Ben, zalimler hariç ümmetini mağfiret buyurdum. Zira ben zalimden
mazlumun intikamını alacağım" diye icabette bulunmuştur. Resülullah: "Ey Rabbim! Dilersen
mazluma (kendi katından bir lütuf olarak) cenneti verir, zalimi de affedersin!" dedi. O akşam
Rabb Teâla bu duasına icabet etmedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselam Müzdelife'de sabah
namazını kılınca, önceki (cevapsız kalan) duasını tekrar etti. Duasına, arzusu istikametinde
cevap verildi.
Ravi devamla der ki: "Resülullah aleyhissalatu vesselam bunun üzerine (memnuniyetinden)
güldü -veya "tebessüm etti" demiştir.- Hz. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhüma: "Annem
babam sana kurban olsunlar! Şimdiye kadar bu saatlerde hiç gülmemiştiniz. Sizi güldüren şey
nedir? Allah seni sevindirsin!" dediler. Aleyhissalatu vesselâm: "Allah'ın düşmanı İblis, Rab
Teâla hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp
kendi yüzüne saçtı ve "Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim boşa gitti!" diye
bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü" buyurdular."
ARAFAT'TAN MÜZDELİFE'YE DÖNÜŞ
6864 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Kureyşliler dediler ki: "Biz Ka'be-i Muazzama
sakinleriyiz (yani onun yanında ikamet eden imtiyazlı kimseleriz). Biz (vakfe için) Harem-i
Şerif'in dışına çıkmayız (Arafat'a gitmeyiz, vakfemizi sadece Müzdelife'de taşradan
gelenlerden ayrı olarak yaparız)"dediler. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri şöyle
buyurdular. (Meâlen): "Sonra siz de, halkın ifaza yaptığı (döndüğü) yerden (yani Arafat'tan
Müzdelife'ye) ifaza yapınız (akın akın dönünüz)" (Bakara 199).
MÜZDELİFE'DE VAKFE
6865 - Bilal İbnu Rabâh radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana,
Müzdelife vakfesinin sabahında: "Ey Bilâl! Halkı sustur -veya Halkı dinlet!" buyurdular.
Sonra halka şu hitabede bulundular:
"Allah Teâla hazretleri, şüphesiz, şu Müzdelife'nizde, sizlere iyilik ve ihsanda bulunarak,
günahkârlarınızı, hayır sahipleriniz hatırına bağışladı. İyilerinize dilediğini verdi. Öyleyse
Allah'ın adıyla (buradan Mina'ya) hareket edin!"
AKABE CEMRESİ (İLK TAŞLAMA YERİ)NDE DURULMAZ
6866 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam Akabe
cemresine taş attığı zaman hemen geçiyor (orada dua ve zikir için) durmuyordu."
TELBİYEYİ KESME ZAMANI
6867 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Akabe
cemresine (ilk taşlama)ya kadar telbiye getirdi (Lebbeyk... dedi)."
6868 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselam, kurban günü, Mina'da halk(ın suallerine cevap vermek üzere) oturdu. Bir adam
yanına gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Kurbanımı kesmezden önce traş oldum!" dedi. "Bir zararı
yok!" buyurdular. Sonra bir başkası gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Taşlamaları yapmazdan önce
kurbanımı kestim" dedi. "Bir zararı yok!" buyurdular. O gün menasikle ilgili takdim ve
tehirden her ne sorulmuşsa mutlaka "Bir zararı yok!" diye cevap verdiler."
KURBAN BAYRAMINDA HUTBE
6869 - Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
Mina'da Hayf (denilen dere kenarın)da ayağa kalkarak şunları söyledi: "Benim sözümü işitip
aynen tebliğ edenin yüzünü (Kıyamet günü) Allah ak eylesin. Çünkü fıkıh (dolu hadisleri)
yüklenen nice kimseler vardır ki, fakih değildir. Nice hadis taşıyıcıları vardır ki kendilerinden
daha fakih olana hadis götürürler. Üç haslet vardır ki, bunlar oldukça mü'min kalbi kin ve
husümet taşımaz: Ameli Allah rızası için ihlaslı yapmak, müslüman idarecilere hayırhah
olmak, müslümanların cemaatine devam etmek... Çünkü müslümanların duaları ona
katılanların hepsini kuşatır."
6870 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
Arafat'ta kulakları kesik gibi küçük olan devesinin üstünde olduğu halde şöyle buyurdular:
"Bugünün hangi gün olduğunu, bu ayın hangi ay olduğunu, bu beldenin hangi belde olduğunu
biliyor musunuz?"
Halk: "Burası haram beldedir, bu ay haram aydır, bugün kurban günüdür" diye cevap verdiler.
Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam ettiler: "Bilesiniz! Şurası muhakkak ki
mallarınız, kanlarınız birbirinize karşı haramdır, tıpkı şu ayınızın şu belde ve şu gündeki
haramlığı gibi. Bilesiniz! (Kıyamet günü) Havz'ın başına hepinizden önce ben geleceğim. Ben
sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar edeceğim. Sakın benim yüzümü kara
çıkarmayın. Haberiniz olsun! Ben pek çok kimseyi (şefaatimle) ateşten kurtaracağım. Bazı
kimseler de benden kurtarılacak (zebaniler onları götüreceklerdir). Ben: "Ey Rabbim!
(Zebanilerin benden kaçırdıkları) benim sahabeciklerimdi (niye cehenneme götürülüyorlar?)"
diyeceğim. Allah Teâla hazretleri şöyle buyuracak: "Senden sonra onların neler ihdas
ettiklerini sen bilmiyorsun!"
ZEMZEM İÇME ADABI
6871 - Muhammed İbnu Abdirrahman İbni Ebi Bekr radıyallahu anhüm anlatıyor: "Ben İbnu
Abbas radıyallahu anhüma'nın yanında oturuyordum. Ona bir adam gelmişti. "Nereden
geliyorsun?" diye sordu. Adam: "Zemzemden!" dedi. İbnu Abbâs: "Ondan gerektiği şekilde
içtin mi?" diye sordu. Adam: "Nasıl?" deyince açıkladı: "Zemzem içerken kıbleye
döneceksin. Besmele çekeceksin. Üç kere nefes alıp kana kana içeceksin. İçip bitirince aziz ve
celil olan Allah'a hamdedeceksin. Zira Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular:
"Münafıklarla bizim aramızdaki fark, onların zemzemi kana kana içmemeleridir."
6872 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Zemzem suyu ne maksatla içilirse o maksatla faydalıdır."
MUHASSAB NAM MEVKİDE KONAKLAMA
6873 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mina'dan
döndügü günü ertesi güne bağlayan gecenin sonunda Batha'dan Medine'ye hareket etti."
VEDA TAVAFI
6874 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm, hacının
son amelinin (veda tavafı denilen) Ka'be'yi tavaf etmek olmadıkça Mekke'den ayrılmasını
yasakladı."
İHRAMLININ AV CEZASI
6875 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İhramlı kişi deve kuşu yumurtası kıracak olursa, o yumurtanın bedeline denk
fidye ödemelidir."
6876 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
"İhramlı yılanı, akrebi, saldırgan yırtıcı hayvanı, kelb-i aküru (saldırgan köpek, kurt, aslan,
kaplan vs.), fasıkcık fareyi öldürebilir (bunları öldürdüğü için fidye ödemez)."
Ebıı Said'e fareye niye "fasıkcık" dendiği sorulmuştu. "Çünkü (bir keresinde) Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm, onun yanmakta olan kandilin fitilini evi yakmak üzere
sürüklemesinden dolayı uykusundan uyanmıştı" diye cevap verdi."
İHRAMLIYA AV HAYVANI YEMEK YASAKTIR
6877 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a ihramlı iken av
eti getirilmişti, onu yemedi."
6878 - Talha İbnu Ubeydillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm,
bana bir vahşi eşek verdi ve arkadaşlar arasında taksim etmemi emretti. O sırada
arkadaşlarımın hepsi de ihramlıydı."
DİŞİ VE ERKEK HAYVANLARDAN MEKKE'YE KURBAN GÖNDERME
6879 - İyas İbnu Seleme'nin babası (Seleme) radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın kurbanlık develeri arasında bir de erkek deve vardı."
MEKKE EVLERİNİ KİRAYA VERME
6880 - Alkame İbnu Nadle radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Hz.
Ebu Bekr ve Hz. Ömer radıyallahu anhümâ vefat ettikleri zaman Mekke'nin evlerine "sevâib
(yani oturanların mülkü değil, ihtiyaç sahiplerine terkedilmiş)" denmekte idi. Kim, (meskene)
muhtaç ise bu evlerde oturur, kim de muhtaç değilse ihtiyacı olanı orada (kirasız) oturtur idi."
MEKKE'NİN FAZİLETİ
6881 - Safiyye Bintu Şeybe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
Fetih yılında dinlemiştim. Şöyle buyurdular:
"Ey insanlar! Allah arz ve semayı yarattığı gün Mekke'yi haram kılmıştır. Orası Kıyamet
gününe kadar haramdır. Bitkisi sürülmez, av hayvanı ürkütülmez, buluntusu da sadece
(sahibini bulmak üzere) ilan etmek için alınır."
Bu esnada (amcası) Abbas radıyallahu anh: "İzhir otu hariç (olsun!). Çünkü evler ve kabirler
için ona ihtiyacımız var!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: "İzhir otu hariç!" buyurdular."
6882 - Ayyaş İbnu Ebi Rebî'a el-Mahzûmî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Bu ümmet, şu haram yerlere hakkı olduğu hürmeti
gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu hürmete riayet etmediler mi helak olurlar."
MEDİNE'NİN FAZİLETİ
6883 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ey Allahım! İbrahim aleyhisselâm senin Halilindir, peygamberindir. Sen
Mekke'yi İbrahim'in diliyle haram kıldın. Ey Allahım! Ben de senin abdin ve peygamberinim.
Ben de (Medine'yi) iki kayalığı arasında kalan kısmıyla haram kılıyorum."
6884 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Uhud, şüphesiz bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır ve cennet bahçelerinden
bir bahçenin üstündedir. Ayr dağı da cehennem derelerinden bir derenin üzerindedir."
YAĞMUR YAĞARKEN KA'BE'Yİ TAVAF
6885 - Dâvud İbnu Aclân radıyallahu anh anlatıyor: "Babam İkal ile birlikte yağmurlu bir
günde tavafta bulunduk. Tavafımız bitince Makam(-ı İbrahim)in arka kısmına geldik. Babam
orada dedi ki: "Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh ile birlikte yağmur altında tavaf yaptım.
Tavafı bitirdiğimizde, buraya geldik, iki rek'at namaz kıldık. O zaman Enes radıyallahu anh
bize: "Tavafa yeniden başlayın. Zira mağfiret olundunuz. Biz Resülullah aleyhissalâtu
vesselam'la birlikte yağmur altında tavaf etmiştik de bize böyle buyurmuştu" dedi."
YAYA OLARAK HACC YAPMAK
6886 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ve ashab-ı
kiram hazeratı radıyallahu anhüm ecmain, Medine'den Mekke'ye yaya olarak hacc yaptılar.
(Bu sırada) Aleyhissalâtu vesselâm: "İzarlarınızı (=vücudun belden aşağısını örten peştemal)
bellerinize bağlayın" buyurmuş, sonra da bazan hızlı bazan yavaş yürümüştü."
RESULULLAH'IN KURBANLARI
6887 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kurban
kesmek istediği zaman iki tane büyük şişman çift boynuzlu alaca, hadımlaştırılmış koç alırdı.
Bunlardan birisini Allah'ın birliğine ve kendisinin peygamberliğine şehadet eden ümmeti
adına keser, diğerini de Muhammed ve ÂI-i Muhammed aleyhissalâtu vesselam adına
keserdi."
KURBAN BAYRAMINDA KESİLEN KURBAN VACİB Mİ?
6888 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Maddi imkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza sakın yaklaşmasın."
KURBAN KESMENİN SEVABI
6889 - Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
ashabı: "Ey Allah'ın Resulü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?"
"Bu babanız İbrahim aleyhisselâm'ın sünnetidir" buyurdular. Ashab: "Pekiyi, kurban kesmede
bize ne gibi sevap var ey Allah 'ın Resûlü!" dediler.
"Kurbanın her bir kılı için bir sevap" buyurdular. Ashab tekrar: "(Kesilen kurban, koyun kuzu
gibi) yünlü ise ey Allah'ın Resûlü (sevap nasıl olacak)?" diye sordular. Aleyhissalâtu
vesselam: "Yünün her bir kılı için de bir sevap var!" buyurdular."
MÜSTEHAB OLAN KURBANLAR
6890 - Yunus İbnu Meysere İbni Halbes radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Sa'îd ez-Zürakkî -ki
Resülullah aleyhissalatu vesselâm'ın ashabındandır- ile birlikte kurbanlarımızı satın almaya
çıktık.
Yunus der ki: "Ebu Sa'îd vücudca ne iri ne de alçak olan siyah nişanlı bir koça işaret ederek
bana dedi ki: "Bana şunu satın al!" Ebu Saîd, sanki bu koçu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
'ın koçuna benzetmişti."
6891 - İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında
(bir ara) develer miktarca azalmıştı. Ashabına sığırların kurban edilmesini emretti."
KAÇ DAVAR BİR DEVE YERİNE GEÇER?
6892 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam'a bir
adam geldi ve: "Üzerimde bir deve (kurbanı) borcu var. Ben onu satın alacak güçteyim. Ama
deve bulamıyorum ki satın alayım" dedi. Bunun üzerine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
ona yedi davar satın alıp kesmesini emretti."
KURBANIN ASGARİ YAŞ HADDİ
6893 - Ümmü Bilâl Binti Hilâl babasından naklediyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Koyun nev'inden ceza' (yani altı ayını doldurmuş ve bir yılını doldurandan
geri kalmayan dolgun kuzu)nun bayram kurbanı olması câizdir."
KURBAN NİYETİYLE SATIN ALINAN HAYVAN SAKATLANIRSA
6894 - Ebu Saîdi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Kurban etmek üzere bir koyun satın
almıştık. Kurt kuyruğunu veya kulağını kaptı. Biz durumu Resülullah aleyhissalatu vesselam'a
sorduk. Bize onu kurban etmemizi söyledi."
AİLE EHLİ YERİNE BİR DAVAR KURBAN ETME
6895 - Ebu Seriha radıyallahu anh anlatıyor: "Ben sünneti bildikten sonra ev halkım beni (çok
sayıda kurban kesmeye) zorladılar. Ev halkı bir davarı veya iki davarı bayramda kurban
ederlerdi. Şimdi (bir veya iki davarı kurban etmekle yetinirsek) komşularımız bizi cimrilikle
itham ederler."
BAYRAM NAMAZINDAN ÖNCE KURBAN KESİLMEZ
6896 - Uveymir İbnu Eşkar radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "Kurbanını bayram
namazından önce kesmiş, sonra da durumu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a açmıştır.
Aleyhissalâtu vesselâm da kendisine: "Kurbanını iade et (yeniden kes, o kurban yerine
geçmez)" cevabında bulunmuştur."
KURBAN ETİNDEN YEME
6897 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kurban ettiği
her deveden birparça etin alınmasını emretti. (Toplanan) etler bir çömleğe konulup pişirildi.
Sonra Resül-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm ve beraberindekiler etten yediler ve et suyundan
içtiler."
HASEDLE İLGİLİ BÖLÜM
________________________________________
1634 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in
kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse.
Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse."
Buhârî, İlm 15, Zekât 5 Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâ irin 268, (816).
1635 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İki kişiye karşı hased caizdir: Birincisi o
kimsedir ki, Allah kendisine Kur'ân-ı Kerim'i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu
ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz
(hak yolda) infak eder."
Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 20, Tevlıid 45; Müslim, Mûsâfrin 266 (815); Tirmizî, Bir 24, (1937).
1636 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhîssalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip
tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir."
Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903).
1637 - Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu
kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi
kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı
olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."
Tiırmizî, Sıfatu'1-Kıyâme 57, (2512).
HASED
7253 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Hased (çekememezlik) hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka
hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü'minin nurudur. Oruç ateşe
karşı perdedir."
HASTALIK VE MUSİBETLER
________________________________________
4658 - Ebu Hureyre ve Ebu Said radıyallahu anhüma'nın anlattıklarına göre, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur:
"Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek
olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur."
Buhari, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizi, Cenaiz 1, (966).
4659 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ümmü's-Saib
radıyallahu anhâ'nın yanına girdi ve:
"Niye zangırdıyorsun, neyin var?" dedi. Kadın: "Humma (sıtma)! Allah belasını versin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da:
"Sakın hummaya sövme! Çünkü o, insanların hatalarını temizlemektedir, tıpkı körüğün
demirdeki pislikleri temizlediği gibi!" buyurdular."
4660 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
hummalıyı ziyaret etmişti. Hastaya:
"Müjde! Zira Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Humma benim ateşimdir, ben onu mü'min
kuluma musallat ederim, ta ki, ateşten tadacağı nasibi(ni dünyada tadmış) olsun."
Rezin tahric etmiştir. (Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur: 2, 440).
4661 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah bir kuluna hayır murad ettimi onun cezasını tacil edip dünyada verir; bir kulu hakkında
da kötülük murad ettimi onun günahlarını tutar, Kıyamet günü cezasını verir."
Tirmizi, Zühd 57, (2398).
4662 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mükâfaatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılıdır). Allah bir cemaati sevdi mi onları
musebete müptela eder. Kim bundan razı olursa Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa
Allah da ondan razı olmaz."
Tirmizi, Zühd 57, (2398).
4663 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin
makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler."
Tirmizi, Zühd 59, (2404).
4664 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Tâ ki hatasız
olarak Allah'a kavuşsun."
Muvatta, Cenaiz 40, (1, 236); Tirmizi, Zühd 57, (2401).
4665 - Mus'ab İbnu Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Der ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?"
"Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nisbetinde
belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet
dininde zayıflık varsa, allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini
bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar."
Tirmizi, Zühd 57, (2400).
4666 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri ferman etti: "İzzetim ve celalim hakkı için, mağfiret etmek istediğim
hiç kimseyi, bedenine bir hastalık, rızkına bir darlık vererek boynundaki günahlarından
temizlemeden dünyadan çıkarmayacağım."
Rezin tahric etmiştir.
4667 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona
sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar."
Buhari, Cihad 134; Ebu Davud, Cenaiz 2, (3091).
ÇOCUK ÖLÜMÜ
4668 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kadınlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
dediler ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Sizden (istifade hususunda) erkekler bize galip çıktı (yeterince sizi
dinleyemiyoruz). Bize müstakil bir gün ayırsanız!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine onlara bir gün verdi. O günde onlara vaaz u
nasihat etti, bazı emirlerde bulundu. Onlara söyledikleri arasında şu da vardı:
"Sizden kim, kendinden önce üç çocuğunu gönderirse, onlar mutlaka kendisine ateşe karşı bir
perde olur!"
Bir kadın sormuştu: "Ey Allah'ın Resûlü! Ya iki çocuğu ölmüşse?
"İki de olsa!" buyurmuşlardı."
Buhari, İlm 36, Cenaiz 6, İ'tisam 9; Müslim, Birr 152, (2633).
4669 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Mü'minlerden birinin üç çocuğu ölür ve ona da ateş değerse, bu çok hafif bir alev
yalamasıdır."
Buhari, Cenaiz 6, Eyman 9; Müslim, Birr 150-154, (2632-2635); Muvatta, Cenaiz 38, (1,
235);
Tirmizi, Cenaiz 64, (1060); Nesai, Cenaiz 25, (4, 25).
4670 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden kimin iki öncüsü varsa, onlarla birlikte cennete girer!"
Hz. Aişe radıyallahu anha sordu: "Bir öncüsü olan?"
"Bir öncüsü olan da, ey (hayırda) muvaffak olan!" buyurdular. Hz. Aişe tekrar sordu:
"Ümmetinden hiç öncü göndermeyen?"
"Ben, ümmetimin öncüsüyüm, (şefaatimle onları cennete ben sevkedeceğim. Hatta ben bütün
öncülerin en büyüğüyüm. Çünkü, ücret, çekilen meşakkate göre büyür). Benimki gibisine de
hedef olmayacaklar. (Onların beni önden göndermekten daha büyük bir kayıpları,daha acılı
bir musibetleri yoktur ve olmayacak da. Zira vahiy kesilmiş oldu.)"
Tirmizi, Cenaiz 64, (1062).
ÖLÜM VE ALLAH'A KAVUŞMA SEVGİSİ
4671 - Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!"
Hz. Aişe radıyallahu anha: "Biz ölmekten hoşlanmayız" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Kasdımız bu değil. Lâkin, mü'mine ölüm gelince, Allah'ın rızası ve ikramıyla müjdelenir.
Ona, önünde (ölümden sonra kendisini bekleyen) şeyden daha sevgili birşey yoktur. Böylece
O, Allah'a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. Kâfir ise, ölüm kendisine gelince
Allah'ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple ona önünde (kendini bekleyenlerden) daha
menfur bir şey yoktur. Bu sebeple Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona
kavuşmaktan hoşlanmaz."
Buhari, Rikak 41; Müslim, Zikr 14, (2683); Tirmizi, Cenaiz 67, (1066); Nesai, Cenaiz 10, (4,
10).
HASTALIK VE MUSİBETLER
________________________________________
4658 - Ebu Hureyre ve Ebu Said radıyallahu anhüma'nın anlattıklarına göre, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur:
"Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek
olsa, Allah onun sebebiyle mü'minin günahından bir kısmını mağfiret buyurur."
Buhari, Marda 1; Müslim, Birr 52, (2573); Tirmizi, Cenaiz 1, (966).
4659 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ümmü's-Saib
radıyallahu anhâ'nın yanına girdi ve:
"Niye zangırdıyorsun, neyin var?" dedi. Kadın: "Humma (sıtma)! Allah belasını versin!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam da:
"Sakın hummaya sövme! Çünkü o, insanların hatalarını temizlemektedir, tıpkı körüğün
demirdeki pislikleri temizlediği gibi!" buyurdular."
4660 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
hummalıyı ziyaret etmişti. Hastaya:
"Müjde! Zira Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Humma benim ateşimdir, ben onu mü'min
kuluma musallat ederim, ta ki, ateşten tadacağı nasibi(ni dünyada tadmış) olsun."
Rezin tahric etmiştir. (Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur: 2, 440).
4661 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah bir kuluna hayır murad ettimi onun cezasını tacil edip dünyada verir; bir kulu hakkında
da kötülük murad ettimi onun günahlarını tutar, Kıyamet günü cezasını verir."
Tirmizi, Zühd 57, (2398).
4662 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mükâfaatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılıdır). Allah bir cemaati sevdi mi onları
musebete müptela eder. Kim bundan razı olursa Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa
Allah da ondan razı olmaz."
Tirmizi, Zühd 57, (2398).
4663 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü, afiyet ehli kimseler, bela ehline sevapları verilince, dünyada iken derilerinin
makaslarla kazınmış olmasını temenni edecekler."
Tirmizi, Zühd 59, (2404).
4664 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Mü'min erkek ve kadının nefsinde, çocuğunda, malında bela eksik olmaz. Tâ ki hatasız
olarak Allah'a kavuşsun."
Muvatta, Cenaiz 40, (1, 236); Tirmizi, Zühd 57, (2401).
4665 - Mus'ab İbnu Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Der ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?"
"Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişi diyaneti nisbetinde
belaya maruz kalır. Kim dininde şiddetli ve sağlam olursa onun belası da şiddetli olur. Şayet
dininde zayıflık varsa, allah onu da diyaneti nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peşini
bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar."
Tirmizi, Zühd 57, (2400).
4666 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri ferman etti: "İzzetim ve celalim hakkı için, mağfiret etmek istediğim
hiç kimseyi, bedenine bir hastalık, rızkına bir darlık vererek boynundaki günahlarından
temizlemeden dünyadan çıkarmayacağım."
Rezin tahric etmiştir.
4667 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona
sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar."
Buhari, Cihad 134; Ebu Davud, Cenaiz 2, (3091).
ÇOCUK ÖLÜMÜ
4668 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kadınlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
dediler ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Sizden (istifade hususunda) erkekler bize galip çıktı (yeterince sizi
dinleyemiyoruz). Bize müstakil bir gün ayırsanız!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine onlara bir gün verdi. O günde onlara vaaz u
nasihat etti, bazı emirlerde bulundu. Onlara söyledikleri arasında şu da vardı:
"Sizden kim, kendinden önce üç çocuğunu gönderirse, onlar mutlaka kendisine ateşe karşı bir
perde olur!"
Bir kadın sormuştu: "Ey Allah'ın Resûlü! Ya iki çocuğu ölmüşse?
"İki de olsa!" buyurmuşlardı."
Buhari, İlm 36, Cenaiz 6, İ'tisam 9; Müslim, Birr 152, (2633).
4669 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Mü'minlerden birinin üç çocuğu ölür ve ona da ateş değerse, bu çok hafif bir alev
yalamasıdır."
Buhari, Cenaiz 6, Eyman 9; Müslim, Birr 150-154, (2632-2635); Muvatta, Cenaiz 38, (1,
235);
Tirmizi, Cenaiz 64, (1060); Nesai, Cenaiz 25, (4, 25).
4670 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden kimin iki öncüsü varsa, onlarla birlikte cennete girer!"
Hz. Aişe radıyallahu anha sordu: "Bir öncüsü olan?"
"Bir öncüsü olan da, ey (hayırda) muvaffak olan!" buyurdular. Hz. Aişe tekrar sordu:
"Ümmetinden hiç öncü göndermeyen?"
"Ben, ümmetimin öncüsüyüm, (şefaatimle onları cennete ben sevkedeceğim. Hatta ben bütün
öncülerin en büyüğüyüm. Çünkü, ücret, çekilen meşakkate göre büyür). Benimki gibisine de
hedef olmayacaklar. (Onların beni önden göndermekten daha büyük bir kayıpları,daha acılı
bir musibetleri yoktur ve olmayacak da. Zira vahiy kesilmiş oldu.)"
Tirmizi, Cenaiz 64, (1062).
ÖLÜM VE ALLAH'A KAVUŞMA SEVGİSİ
4671 - Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim Allah'a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Kim Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!"
Hz. Aişe radıyallahu anha: "Biz ölmekten hoşlanmayız" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Kasdımız bu değil. Lâkin, mü'mine ölüm gelince, Allah'ın rızası ve ikramıyla müjdelenir.
Ona, önünde (ölümden sonra kendisini bekleyen) şeyden daha sevgili birşey yoktur. Böylece
O, Allah'a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. Kâfir ise, ölüm kendisine gelince
Allah'ın azabı ve cezasıyla müjdelenir. Bu sebeple ona önünde (kendini bekleyenlerden) daha
menfur bir şey yoktur. Bu sebeple Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona
kavuşmaktan hoşlanmaz."
Buhari, Rikak 41; Müslim, Zikr 14, (2683); Tirmizi, Cenaiz 67, (1066); Nesai, Cenaiz 10, (4,
10).
HAYÂ BÖLÜMÜ
________________________________________
1641 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah'tan hakkııyla hayâ edin!" buyurdular. Biz:
"Ey Allah'ın Resûlü, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz" dedik. Arıcak O, şu
açıklamayı yaptı.: "Söylemek istediğim bu (sizin anladığınız haya) değil. Allah'tan hakkıyla
haya etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhafaza etmen, ölümü
ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terketmeli,
âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla
haya etmiş olur. "
Tirmizî, Kıyâmet 25, (2460).
1642 - Ebû Saîdi'l-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
çadırdaki bâkire kızdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu
yüzünden hemen anlar'dık."
Buhârî, Edeb 77, Menâkıb 23; Müslim, Fedâilu'n-Nebi 67, (2.320).
1643 - Zeyd İbnu Talha İbnu Rükâne (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı hayadır."
Muvatta, Hüsnü'1-Hulk 9, (2, 905); İbnu Mâce, Zühd 17, (4181, 4182).
1644 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiğn şeyi güzelleştirir."
Tirmizî, Bir 47, (1975);İbnu Mâce, Zühd 17, (4185).
HAYA
7237 - Hz. Enes ve İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Her dinin (kendine has temel) bir huyu vardır. İslâm'ın bu huyu, hayadır."
7238 - Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Haya imandandır. İman (sahibi) ise cennettedir. Hayasızlık (ve bundan kaynaklanan
kabalıklar, çirkin ve kırıcı sözler) cefa (eziyet, zulüm, haksızlık)dan bir parçadır. Cefa (eden
de) cehennemdedir."
7239 - Ebu Sa'îdi'I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanında oturuyor idik. (Bir ara): "Size Abdulkays kabilesinin gönderdiği heyet geldi"
buyurdular. Halbuki içimizden hiç kimse (henüz heyetin geldiğini) görmemişti. Hakikaten
geldiler ve konakladılar. Sonra Aleyhissalâtu vesselam'ın huzuruna geldiler. Onlardan Eşecc
el-Asarî (adında biri) konaklama yerinde kaldı, o sonradan geldi. Çünkü o, bir konağa indi,
devesini ıhtırdı. Yolculuk elbisesini bir kenara bıraktı. Sonra (taze elbise giyip, öyle)
Aleyhissalâtu vesselam'ın huzuruna çıktı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm da ona: "Ey
Eşecc! Sende aziz ve celil olan Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Hilm (acele etmemek) ve
teenni ile hareket etmek" buyurdular. Eşecc: "Ey Allah'ın Resülü! Bu hasletler, cibilliyetimde
(fıtratımda doğuştan getirdiğim) bir şey mi, yoksa sonradan (iradı gayretimle) meydana gelen
bir şey mi?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Hayır! Yaratılışında bulunan bir şeydi
buyurdular."
7240 - İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Eşecc el-
Asarî'ye: "Muhakkak ki sende Allah'ın sevdiği iki haslet var: Hilm (acele etmemek) ve haya"
buyurdular."
7241 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah indinde kişinin yuttuğu en sevaplı yudum, Allah'ın rızasını düşünerek
kendini tutup, yuttuğu ötke yudumudur."
HAYIZLI VE HAYIZLIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER
________________________________________
3795 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudilerin şöyle bir adeti vardı: İçlerinde bir
kadın âdet görmeye başlayınca, onunla beraber yiyip içmezler, evlerde beraber oturup
kalkmazlardı. Bu durumu Ashab radıyallahu anhüm Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
sordular. bunun üzerine Cenab-ı Hak şu ayeti inzal buyurdu. (Mealen): "Ey Muhammed! Sana
kadınların aybaşı halinden sorarlar. De ki: "O bir ezadır. Aybaşı halinde iken kadınlardan
uzak kalın. Temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah'ın size
buyurduğu yoldan yaklaşın..." (Bakara 222) ayeti üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kadınlarınızla nikah (zevciyat muamelesi) dışında her şeyi yapın!" buyurdu. bu ruhsat
yahudilere ulaşınca: "Bu adam ne yapmak istiyor? Bize muhalefet etmediği bir şey
bırakmadı!" dediler. (Bu sözü işiten) Üseyd İbnu Hudayr ve Abbâd İbnu Bişr radıyallahu
anhüma gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! yahudiler şöyle şöyle söylüyorlar" diye haber verdiler.
"Biz kadınlarla beraber oturup kalkmıyacak mıyız?" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın rengi öylesine değişti ki, biz onlara kızdığını zannettik. Onlar da hemen çıkıp
gittiler. Derken onlar yolda Resûlullah'a gönderilen hediye sütle karşılaştılar. Resûlullah o
sütü hemen bunların peşisıra içmeleri için gönderdi. Böylece anladılar ki, Aleyhissalatu
vesselam kendilerine gücenmemiştir."
Müslim, Hayız 16, (302); Ebu Davud, Nikah 47, (2165); Tirmizi, Tefsir, Bakara, (2981);
Nesai, Taharet 181, (1, 152).
3796 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "kim hayızlının fercine veya bir kadının dübürüne (arka uzvuna) temas ederse
veya kâhine uğrarsa Muhammed'e indirilenden teberri etmiş (yüz çevirmiş) olur."
Tirmizi, Taharet 102, (135); İbnu Mace, Taharet 122, (639).
3797 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bizden biri hayızlı olur, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm da onunla mübaşeret etmek dilerse, ona hayız olur olmaz izarını bağlamasını
emreder, sonra mubaşeret ederdi. Sizden hanginiz, nefsine, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın nefsine hakim olduğu kadar hakim olur?"
Ebu Davud'un bir rivayetinde, "fevr" (evvelinde -ki "hayz olur olmaz" diye karşıladık-) yerine
"fevh" denilmiştir (ki bu da "çoğunda" ve "evvelinde" manasına gelir.)
3798 - Nesai'nin Cümay' İbnü Ümayr'dan kaydettiği bir rivayette şöyle denmiştir: "Ben,
annem ve teyzemle birlikte Hz. Aişe radıyallahu anha'nın yanına girdim. Onlar Hz. Aişe'ye:
"Hayızlı iken, sizlerle Aleyhissalatu vesselam ne şekilde mübaşerette bulunurdu?" diye
sordular. Aişe validemiz:
"Hayız olduğumuz zaman bize, geniş bir izar giymemizi emreder, sonra sine ve göğsümüze
iltizamda (temasta) bulunurdu."
3799 - Muvatta'nın rivayetinde şöyledir: "Ubeydullah İbnu Abdillah İbni Ömer radıyallahu
anhüma, Hz. Aişe'ye göndererek -kişi, hayızlı olan hanımıyla mubaşerette bulunabilir mi?-
diye sordurdu. Hz. Aişe radıyallahu anha: "Kadının alt kısmınna izarını bağlatsın sonra onunla
mubâşerette bulunsun" cevabını verdi."
3800 - Ebu Davud ve Nesai'nin bir rivayetinde şöyle denmektedir: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm zevcelerinden bir kadınla hayızlı olduğu halde mubaşeret ederdi. Yeter ki,
uyluklarının ortasına kadar izarı uzanmış olsun veya dizleri örtülü bulunsun."
Buhari, Hayz 5; Müslim, Hayz 1, 4, (293, 295); Muvatta, Taharet 95, (1, 58); Ebu Davud
Taharet 107, (267, 268, 273); Tirmizi, Taharet 99, (132); Nesai, Hayz 12, 13, (1, 189).
3801 - Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a sordu: "(Ey Allah'ın Resulü!) Hanımım hayızlı iken bana helal olan nedir?"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Üzerine izarını bağlasın, yukarısına istediğinde
serbestsin."
Muvatta, Taharet 93, (1, 57).
3802 - Hz. Mu'âz radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dedim, hanımım hayızlı iken
bana helal olan nedir?" "İzar'ın yukarısı, ancak bundan da sakınsan daha iyi olur!"
buyurdular."
Rezin tahric etti. Ebu Davud, Taharet 83, (212, 213).
3803 - İkrime, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcelerinden birinden naklen anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hayızlı hanımlarıyla bir mübaşerette bulunmak dileyince
hanımının ferci üzerine bir şey örterdi.."
Ebu Davud, Taharet 107, (272).
3804 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kişi, hayızlı karısıyla cinsi münasebette bulunursa (hatasına kefâret olarak)
yarım dinar tasadduk etsin."
3805 - Bir rivayette ise şöyle denmiştir: "Kişi hayızlı hanımına, hayız halinin başlangıcında,
kan kırmızı renkte iken temas ederse bir dinar tasadduk etsin. Kanın kesilmeye yüz tutup
akıntının sarardığı zaman temas eden, yarım dinar tasadduk etsin."
Tirmizi der ki: "Bu hadis İbnu Abbas radıyallahu anhüma'dan mevkuf (kendi sözü) olarak da
rivayet edilmiştir."
3806 - Ebu Davud'un bir rivayetinde hayızlı karısına temas eden kimse hakkında Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Bir veya yarım dinar tasadduk etsin" dediği kaydedilmiştir.
Ebu Davud der ki: "Bu rivayet (yani İbnu Abbas'ın "bir veya yarım..." diyerek yaptığı rivayet)
sahihtir, (diğer "...yarım dinar..." diyen rivayet bu kadar kavi değildir.)"
3807 - Bir rivayette şöyle denmiştir: "Kişi hanımına kanama halinde temasta bulunmuşsa bir
dinar, kanın kesilme halinde temas etmişse yarım dinar tasadduk eder."
Tirmizi, Taharet 103, (136, 137); Ebu Davud, Taharet 106, (264, 265, 266); Nesai, Taharet
182, (1, 153); İbnu Mace, Taharet 123, (640).
3808 - Hz. Aişe radıyallahu anha "Ben hayızlı iken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
başını yıkardım" demiştir.
Buhari, Hayz 2, İ'tikaf 2, 3, 4, 19, Libas 76; Müslim, Hayz 10, (297); Muvatta, Taharet 102,
(1, 60); Ebu Davud, Savm 79, (2467, 2468, 2469); Tirmizi, Savm 80, (804); Nesai, Hayz 20,
(1, 193).
3809 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben
hayızlı iken kucağıma yaslanır ve Kur'an okurdu."
Buhari, Hayz 13, Tevhid 52; Ebu Davud, Taharet 103, (260); Nesai, Hayz 16, (1, 191).
3810 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir gün)
bana (kendisi mescidde iken) "Humre'yi bana getiriver!" buyurdular.
"Hayızlıyım" diye cevap verdim.
"Senin hayızın elinde değil ki!' dediler."
Müslim, Hayz 11, (298); Ebu Davud, Taharet 104, (261); Tirmizi, Taharet 101, (134); Nesai,
Hayz 18, (1, 192).
3811 - Hz. Meymune radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizden
biri hayızlı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kur'an okurdu. Bizden birimiz hayızlı
iken Resûlullah'ın humrasını mescide taşır ve yayardı."
Nesai, Hayz 19, (1, 192).
3812 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan rivayete göre, "cariyeleri hayızlı oldukları halde
ayaklarını yıkarlar, humrasını kendisine verirlerdi."
Muvatta, Taharet 88, (1, 52).
3813 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
birlikte kadife bir örtünün altında yatıyordum. Ay halimin başladığını farkettim. Hemen
örtünün altından kayıp hayız elbisemi bulup giyindim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayız mı oldun?" buyurdular. "Evet!" dedim. Beni yanına çağırdı. Örtünün altında beraber
yattık."
Buhari, Hayz 4, 21, 22, Savm 24; Müslim, Hayz 5, 296; Nesai, Taharet 179, (1, 149, 150)
3814 - Umâre İbnu Gurâb'ın anlattığına göre, bir halası kendisine Hz. Aişe radıyallahu
anha'dan şöyle sorduğunu anlatmıştır: "Birimiz hayız olduğumuz zaman kocamızla ayrı
yatmamız mümkün değil, tek yatağımız var."
Hz. Aişe şu cevabı vermiştir: "Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yaptığını
anlatayım: "Bir gece eve girdi. Ben o sırada ay hali görüyordum. Mescidine geçti. -Ebu
Davud der ki: "Bundan maksad evindeki namazgâhıdır.- (Orada namaz kıldı), fakat bir türlü
ayrılmadı. Derken benim gözlerim kapanmış, soğuk da onu üşütmüş. Gelip "Bana yaklaş!"
dedi. Ben de: "Hayızlıyım!" dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Öyle de olsa!
Uyluklarını aç!" dedi. Uyluklarımı açtım. Göğüs ve yanağını uyluklarımın üzerine koydu. Ben
de üzerine eğildim. Isınıp uyuyuncaya kadar böyle durduk."
Ebu Davud, Taharet 107, (270).
3815 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben hayızlı iken su içer, sonra kabı Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a verirdim. O da ağzını, ağzımın değdiği yere koyardı."
3816 - Ebu Davud ve Nesai'de de şu rivayet gelmiştir: "Ben ay halinde iken etli kemiği
dişleyerek yer, sonra da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a uzatırdım. O da ağzını, tam
ağzımı koymuş bulunduğum yere koyar(ak yer)di."
3817 - Nesai'nin bir diğer rivayeti şöyle: "Şureyh İbnu Hani, Hz. Aişe radıyallahu anha'ya:
"Bir kadın hayızlı iken kocası ile birlikte yemek yer mi?" diye sordu. Hz. Aişe "Evet dedi,
benim kanamam varken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni çağırırdı, ben de onunla
birlikte yerdim. (Bu sırada) etli kemiği alır, (bana uzatır, önce benim başlamam için) bana
yemin verirdi. Ben de onu alır ve bir miktar dişler (sonra Resûlullah'a uzatırdım). O da ağzını,
kemikte tam benim ağzımı koyduğum yere koyar(ak yemeye başlar)dı. İçecek bir şey istediği
olur, getirince ondan önce benim içmem için bana yemin verirdi, bunun üzerine ben de kabı
alır bir miktar içer, sonra bırakırdım. Bu sefer onu Aleyhissalatu vesselam alır, kabın tam
benim ağzımı koyduğum yerine ağzını koyarak içerdi."
Müslim, Hayz 14, (300); Ebu Davud, Taharet 103, (259); Nesai, Taharet 177, (1, 148).
3818 - Abdullah İbnu Sa'd el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a hayızlı kadınlarla beraber yemek hususunda sordum. "Onunla beraber yiyin!"
buyurdular."
Tirmizi, Taharet 100, (133).
3819 - Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre, bir kadın kendisine: "Temizlendiğimiz
zaman kıldığımız mutad namaz bize yeter mi (hayızlı iken kılamadıklarımızın kazası gerekir
mi?)" diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir:
"Sen Harûriyye (Hârici)misin? Biz Resûlullah aleyhissalatu vesselam'la beraberken ay hali
gördüğümüzde, tutamadığımız oruçları kaza etmemizi söylerdi, fakat namazların kazasını
söylemezdi."
Buhari, Hayız 20; Müslim, Hayız 67, (335); Ebu Davud, Taharet 105, (262, 263); Tirmizi,
Taharet 97, (130); Savm 68, (787); Nesai, Hayz 17, (1, 191, 192), Savm 64, (4, 191).
3820 - İsmi Müssetü'l-Ezdiyye olan Ümmü Büsse anlatıyor: "Hacc yapmıştım. Hacc sırasında
Ümmü Seleme radıyallahu anha'ya uğradım. Kendisine, "Ey mü'minlerin annesi, Semüre İbnu
Cündüb radıyallahu anh, kadınlara, hayız sırasında kılınmayan namazların kazasını emrediyor
(ne dersiniz)?" diye sordum, şu cevabı verdi: "Hayır, kaza etmezler. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın kadınlarından biri, nifas sebebiyle kırk gece (namaz kılmadan) dururdu da,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nifas namazını kaza etmesini emretmezdi."
Ebu Davud, Taharet 121, (312).
3821 - Hz. Aişe radıyallahu anha, kanama gören hamile kadın hakkında şunu söylemiştir:
"Böyle bir kadın namazı bırakır."
Muvatta, Taharet 100, (1, 60). İmam Malik bu rivayeti belağ (senetsiz) olarak kaydetmiştir.
3822 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma: "Ne hayızlı kadın ne de cünüp kimse Kur'an'dan hiçbir
şey okuyamaz" buyurdu.
Tirmizi, Taharet 98, (131).
İSTİHÂZE VE NİFAS HAKKINDA
3823 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ümmü Habibe bintu Cahş radıyallahu anha tam
yedi yıl boyu istihaze kanı gördü. Ne yapacağı hususunda Resûlullah'a sordu. Aleyhissalatu
vesselam yıkanmasını emretti ve "Bu damar (kanıdır)" dedi. Ümmü Habibe her namazda
yıkanırdı."
3824 - Müslim'in bir rivayeti şöyledir: "Ümmü Habibe radıyallahu anha -ki Abdurrahman
İbnu Avf'ın nikahı altında idi- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a kanamasından şikayet etti.
Ona şu tavsiyede bulundu: "Hayız (müddetin normalde ne kadar devam ediyor ve) seni
bekletiyor idiyse o müddetçe bekle, sonra yıkan!" Ümmü Habibe her namazda yıkanırdı."
3825 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe dedi ki: "Ümmü Habibe, kız
kardeşi Zeyneb Bintu Cahş'ın hücresinde bir leğenin içinde yıkanırdı. Kanın kızıllığı (bazan)
suya galebe çalardı."
3826 - Nesai'nin rivayeti şöyledir: "Ümmü Habibe müstehaze idi (devamlı kanaması olurdu),
hiç temiz olmazdı. Durumu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a söylenmişti. Şöyle
buyurdular: "Bu, hayız değildir, rahimin bir rahatsızlığıdır. Normal zamanda hayız kanının
geldiği kirlilik müddetine baksın. (Her ay) o müddet boyunca namazını terketsin. Sonra bu
müddet çıkınca her namaz vaktinde yıkansın."
3827 - Nesai'nin bir diğer rivayeti şöyle: "Ümmü Habibe radıyallahu anha'ya Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, (Her ayda) hayız olup kirli bulunduğu kadar namazı terketmesini,
sonra yıkanıp namazını kılmasını emretti. O, her namaz vaktinde yıkanırdı."
Buhari, Hayz 26; Müslim, Hayz 64, 66, (334); Ebu Davud, Taharet 111, (288 - 291); Tirmizi,
Taharet 96, (129); Nesai, Hayz 2, 3, 4, (1, 181, 182).
3828 - Hamne Bintu Cahş radıyallahu anha anlatıyor: "Ben, kızkardeşim Zeyneb Bintu Cahş
radıyallahu anha'nın yanındaydım, istihaze kanamam vardı. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben çok şiddetli şekilde istihaze kanamasına maruzum, bu hususta ne
tavsiye edersiniz? Bu hal benim namaz ve orucuma mani oluyor?" dedim. Bana:
"Sana pamuğu vasfeyliyeyim: O, kanı gidericidir (fercine pamuk koy)" buyurdular. Ben:
"Ama akıntı pamuğun mani olacağı miktardan çok fazla!" dedim. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm:
"Öyleyse bez kullan!" buyurdular. Ben:
"Akıntı bezin durduracağı miktardan da fazla! Şarıl şarıl akıyor" dedim. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam dedi ki:
"Sana iki şey söyleyeceğim, hangisini yaparsan, diğerinin de yerine geçer. İkisini de
yapabilecek durumdaysan birini seçmek sana ait, dilediğini seç! Bu kanama, şeytanın
tekmelerinden bir tekme(si yani zarar vermesi)dir. Sen kendini Allah'ın ilminde altı yedi gün
hayızlı bil (orucu ve namazı terket). Sonra yıkan ve kendini hayızdan temizlenmiş bil ve
yirmiüç veya yirmidört gece ve gündüz namaz kıl, (bu esnada farz veya nafile) oruç tut. Bu,
Sana yeterlidir. Kadınların her ay hayız görmeleri, hayızlı ve temizlik günlerinin olması gibi,
bu şekilde senin de hayız ve temizlik günlerin olacak. (Bu, sana söyleyeceğim iki şeyden
birincisidir. İkinci hususa gelince, o da şudur): Eğer öğleyi te'hir ve ikindiyi de ta'cil edip,
ikisi için gusletmeye gücün yeterse öğle ile ikindiyi birleştir. Keza akşamı geciktirip yatsıyı
tacil etmek, sonra da gusletmek suretiyle de bu iki namazı birleştir. Sabah için de ayrıca
guslet. Bu şekle gücün yeterse orucunu da böylece tutarsın."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (birini seçmede beni muhayyer bıraktığı bu iki tarzı
zikrettikten sonra ilaveten dedi ki: "Bu, (ikincisi, zikrettiğim) tarzın, benim daha çok hoşuma
gidenidir."
Ravilerden biri dedi ki: "Hamne radıyallahu anha dedi ki: "Bu, iki tarzdan benim daha çok
hoşuma gidenidir. Ravi böylece, bu sözün Resûlullah'a ait olmayıp Hamne'ye ait olduğunu
ifade etmiş oldu."
Ebu Davud, Taharet 1100, (287); Tirmizi, Taharet 95, (125).
3829 - Esma Bintu Umeys radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim. Fatıma
Bintu Ebi Hubeyş, şu şu kadar zamandan beri kanama geçiriyor, namazı bıraktı!" (Bu sözün
üzerine Aleyhissalatu vesselam):
"Sübhanallah! (hiç namaz bırakılır mı?) Bu şeytandan (biir oyun. Kapılmamalıydı. Söyleyin
ona), bir leğene (su koyup içine) otursun. Eğer suyun üstünde (kanamadan hasıl olan) bir
sarılık görürse, öğle ve ikindi için tek bir gusül yapsın; akşam ve yatsı için de tek bir gusül
yapsın. Sabah için de ayrı bir gusül yapsın. Bu arada (kılacağı namazlar için) abdest alsın"
buyurdular." İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "(Her namaz için) gusletmek,
kadıncağıza zor gelmeye başlayınca iki namazın arasını birleştirmeyi emretmişti."
Ebu Davud, Taharet 116, (296).
3830 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
zamanında bir kadının kanaması vardı. Ümmü Seleme radıyallahu anha, onun adına, hükmü,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan soruverdi. Resûlullah:
"İstihaze kanı başlamazdan önce, bir ay içerisinde, kaç gün ve gece hayız kanı gelmekte
olduğuna baksın, her ay o kadar müddette namazı terketsin. Bu zaman çıkınca hemen yıkansın
ve (fercine pamuk koyup) bir bezle sargı yaparak namazını kılsın."
Muvatta, Taharet 105, (1, 62); Ebu Davud, Taharet 108, (274-278); Nesai, Hayz (1, 182).
3831 - Sümeyy Mevla İbnu Ebi Bekr İbni Abdirrahman anlatıyor: "Ka'kâ ve Zeyd İbnu
Eslem, beni, Sa'id İbnu Müseyyeb rahimehullah'a gönderip müstehazenin nasıl yıkanacağını
sordular. Said şöyle açıkladı: "Müstehaze, öğleden öğleye yıkanır ve her namaz için abdest
alır. Şayet kan galebe çalacak olursaa bir bezle sargı yapar."
Ebu Davud, Taharet 114, (301).
(Ebu Davud) der ki: "İbnu Ömer ve Enes radıyallahu anhüm'den de bu şekilde (yani "Öğleden
öğleye yıkanır" diye) rivayet edildi. Bu, aynı zamanda Salim İbnu Abdillah, Hasan Basri ve
Ata rahimehumullah'ın görüşüdür."
İmam Malik dedi ki: "Zannım o ki, İbnu Müseyyeb'in hadisi "temizlik vaktinden temizlik
vaktine" olacaktı; "öğle vaktinden öğle vaktine" şeklinde gelmiştir. Herhalde buna bir vehim
karışmış."
Bu hadisi el-Misver İbnu Abdilmelik de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde da " temizlik
vaktinden temizlik vaktine" şeklinde gelmiştir. Şu halde raviler bunu "öğleden öğleye" diye
çevirmiş olmalı. Derim ki: "Kadi İyaz'ın zikrine göre .................. noktalı rivayet sahihtir.
Doğruyu Allah bilir."
3832 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Müstehaze, hayız müddeti sona erince her gün
yıkanır. Üzerine tereyağı veya zeytinyağı sürülmüş bir yün kullanır."
Ebu Davud, Taharet 115, (302).
3833 - Abdullah İbnu Süfyan rahimehullah anlatıyor: "Bir kadın, İbnu Ömer radıyallahu
anhüma'ya şöyle sordu: "Kabe'yi ziyaret maksadıyla gelmiştim. tam Mescid-i Haram'ın
kapısına geldiğim sırada kanamam başladı ve derhal geri dönüp, kanama duruncaya kadar
bekledim. Sonra yıkandım. Tekrar tavaf için geldiğimde, kapının yanında yine kan geldi.
Aynı şekilde geri döndüm, size geldim" Abdullah şu cevabı verdi: "Bu şeytandan gelen bir
zarardır. Bu durumda yıkan. Pamuk tıkayarak bir bez bağla, sonra da tavafını yap!"
Muvatta, Hacc 124, (1, 371).
3834 - İkrime rahimehullah anlatıyor: "Ümmü Habibe radıyallahu anha müstehaze idi. Kocası
ona temasta bulunurdu. Aynı hal Hamne Bintu Cahş radıyallahu anha için de mevzubahis idi."
Ebu Davud, Taharet 120, (309).
3835 - Ümmü Atiyye radıyallahu anha anlatıyor: "(Hayız müddetimiz dolup) temizlik dönemi
başladıktan sonra görülen bulanık ve sarı akıntıyı ciddiye almazdık..."
Ebu Davud, Taharet 119, (307, 308); Nesai, Hayz, 7, (1, 186, 187).
3836 - Mercane Mevla Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Kadınlar Hz. Aişe radıyallahu
anha'ya içerisinde pamuk bulunan bez (veya kap) gönderirlerdi. Bu pamuklar hayız kanıyla
sarı lekeler taşırdı. (Bu safhada) namaz kılınıp kılınmayacağını sorarlardı.
Hz. Aişe radıyallahu anha: "Beyaz akıntıyı görünceye kadar acele etmeyin!" diye cevap
verirdi. Beyaz akıntıdan temizliği kastederdi."
Muvatta, Taharet 97, (1, 59). Buhari, bunu bab başlığında senetsiz olarak kaydetmiştir. (Hayz
19).
3837 - Zeyd İbnu Sabit'in kızından nakledildiğine göre, kulağına, bir kısım kadınların gece
yarısı, temizliklerini kontrol için, lamba getirtir oldukları haberi ulaşır. O, bu davranıştan
dolayı kadınları ayıplar ve: "(Sahabe) kadınları böyle yapmazlardı!" der.
Muvatta, Taharet 98, (1, 59). Bunu Buhari bab başlığı olarak (senetsiz) kaydetmiştir. (Hayz
19).
3838 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
devrinde, nifas olan kadınlar nifaslarından sonra kırk gün kırk gece otururlardı. Biz
yüzlerimize vers -yani kelef- olarak-sürerdik..."
Ebu Davud, Taharet 121, (311); Tirmizi, Taharet 105, (139).
HAYIZ
6124 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Biz büyük bir su birikintisine
rastladık, içerisinde eşek ölüsü vardı. Bu leş sebebiyle o sudan kullanmaktan kaçındık.
Nihayet Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize uğradı. (Halimize muttali olunca): "Şurası
muhakkak ki, suyu hiçbir şey kirletmez" buyurdular. Biz de oradan su aldık (hayvanlara)
içirdik ve (kaplarımıza) su aldık."
6125 - Ebu Ümâme el-Bâhili radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki suyu hiçbir şey kirletmez, yeter ki (pis madde) kokusuna,
tadına ve rengine galebe çalmasın."
KADIN HAYIZLI İSE
6143 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la
birlikte yorganın altında idim. Kadınların maruz kaldığı hayız (kanını) o sırada gördüm.
Derhal örtünün altından sıvışıverdim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Hayız mı oldun?"
dedi. "Ben, kadınların gördüğü hayız kanını gördüm" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bu,
Allah Teâla Hazretlerinin, Hz. Adem'in kızlarına yazdığı bir kaderdir" buyurdular."
Ümmü Seleme sözlerine şöyle devam eder: "Ben yataktan sıvışıp, (yapılması gerekenleri
yaparak) kendime çekidüzen vererek geri döndüm. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam bana:
"Gel benimle birlikte yatağa gir!" dedi. Ben de yanına girdim."
6144 - Muâviye İbnu Ebi Süfyan râdıyallahu anh anlatıyor: "Ben, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın zevce-i muhteremleri olan Ümmü Habibe radıyallahu anhâ'ya: "Hayız olduğunuz
zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la münasebetiniz nasıl olurdu?" diye sordum. Şu
cevabı verdi: "Birimiz hayız görmeye başlar başlamaz derhal uyluklarının yarısına kadar
uzanan izarını bağlar, sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la beraber yatardı."
HAYIZLI MESCİDE GİREMEZ
6146 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu
mescidin avlusuna girerek, yüksek sesle: "Şurası muhakkak ki, mescid, ne cünüb ne de
hayızlıya helal değildir" buyurdular."
HAYIZLI KADIN TEMİZLİKTEN SONRA SARILIK, BULANIKLIK GÖRÜRSE
6147 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, temizlikten
sonra hayız şüphesi veren akıntı gören kadın hakkında: "O bir damar veya damarlar(dan gelen
istihaze kanı)dır, (hayız kanı değildir)" buyurdular."
Muhammed İbnu Yahya dedi ki: "Temizlikten sonra" tabiriyle "(hayız devri bitip) yıkandıktan
sonra" demek istemiştir."
NİFAS KAÇ GÜN?
6148 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nifaslı kadınlar
için kırk gün (temizlenme) müddeti belirledi. Ancak, daha önce temizlendiğini görenleri hariç
tuttu."
HAYIZ OLÂN KIZ KAPANMALIDIR
6149 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yanıma
girmişti, yanımdaki cariyem hemen gizlendi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Cariye adet gördü
mü?" diye sordular. "Evet!" deyince, Resûlullah, sarığından bir parça bez kopararak cariyeye:
"Başını bununla ört!" buyurdular."
HAYIZLI KINA YAKAR
6150 - Muâze radıyallahu anhâ anlatıyor: "Bir kadın Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya: "Hayızlı
kadın kınalanır mı?" diye sormuştu. "Biz, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sağlığında
kınalanırdık" diye cevap verdi."
RESULULLAH'IN HEDİYELERİ
________________________________________
5744 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen
(hediyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası olsa bile."
Tirmizî, Vela ve'l-Hibe 6, (2131).
5745 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hediyeyi
kabul eder, ona karşılıkta bulunurdu."
Buhari, Hibe 11; Ebu Dâvud, Buyû' 87, (3536); Tirmizî, Birr 34, (1954).
5746 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bana bir koyunun inciğe kadar ayağı hediye edilse kabul ederim, böyle bir yemeği yemeye
çağırılsam icabet ederim.
Tirmizi, Ahkâm 10, (1338).
5747 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Kisra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bazı
şeyler hediye etti, Aleyhissalâtu vesselâm ondan bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona
hediyede bulundular, o da onlardan bunu kabul etti."
Tirmizî, Siyer 23, (1576).
5748 - İyâz İbnu Himâr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir
hediyede bulunmuştum. Bana: "Müslüman mı oldun?" diye sordu.
"Hayır! dedim.
"Ben müşriklerin hediyesini almaktan menolundum!" buyurdular (ve hediyemi almadılar)."
Ebu Dâvud, Harâc 35, (3057); Tirmizî, Siyer 24, (1577).
5749 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir bedevî Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a genç bir deve hediye etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona mukabil altı genç
deve verdi. Bedevî, memnun kalmadı. Bu hal, Aleyhissalâtu vesselâm'a ulaştı. Allah'a hamd ü
senadan sonra:
"Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen
memnun olmamış. (Allah'a) yemin olsun, (Şu günden sonra muhacirler), Kureyşliler,
Ensârîler, Sakîtliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim"
buyurdular."
Tirmizî, Menâkıb, (3940, 3941); Ebu Dâvud, Buyü' 82, (3537); Nesâi, Umrâ 5, (6, 280).
5750 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim bir kimse için şefaatçi olur, o da bu şefaatine karşı bir hediyede bulunursa hediyeyi
kabul ettiği taktirde, riba kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur."
Ebu Dâvud, Büyü' 84, (3541).
5751 - Ubade İbnu's-Sâmit radıyallahu aanh anlatıyor: "Ben ehl-i Suffa'dan birkısım insanlara
yazı ve Kur'ân'ı öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: "(Bu yay)
benim için (büyük) bir mal değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah
Aleyhissalâtu vesselâm'a soracağım" dedim. Gidip sordum:
"Ey Allah 'ın Resûlü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur'ân öğrettiğim kimselerden biri bana bir
yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım!"
dedim. Aleyhissalâtu vesselâm bana:
"Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et!" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Büyü' 37, (3417).
HIRS BÖLÜMÜ
________________________________________
1638 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular
ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs".
(Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047); Tirmizî, Zühd 28. (2340), : İbnu Mâce, Zühd
27, (4234).
1639 - Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin ma1 ve şeref
hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir."
Tirmizî, Zühd, 43, (2377).
Mânası şudur: Kişinin mal ve şeref için gösterdiği hırs veya bu iki şeye olan sevgisi dine
fesad ve zarar getirir, tıpkı aç iki kurdun hiçbir engelleme olmadan sürüye salındığı zaman
hâsıl edecekleri zarar gibi...
1640 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun
iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."
Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27, (2338).
HİBE
________________________________________
5752 - İbnu Abbâs ve İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Bir kimse bir atiyyede bulunur veya bir hibede bulunursa, sonradan atiyye ve hibesinden
rücü etmesi ona helal olmaz, sadece baba çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir."
5753 - Bir rivayette: "Atiyye veya hibesinden dönen, kusmuğuna dönen köpek, gibidir"
denmiştir."
Ebu Dâvud, Büyü' 83, (3539); Tirmizî, Büyü' 52, (1299); Nesâî, Hibe 2, (6, 265); İbnu Mâce,
Hibe 2, (2377).
5754 - Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma'dan merfu olarak şu hadis kaydedilmiştir:
"Kusmuğuna rücü eden köpek gibi hibesinden dönen kimsenin kötü örneği bize yakışmaz."
Buhârî, Hibe 14, 30, Hiyel 14; Müslim, Hibât 5, (1622); Ebu Dâvud, Büyü' 83, (3538);
Tirmizî, Büyü' 62, (1298); Nesâi, Hibe 2, (6, 265).
5755 - Nu'mân İbnu Beşîr radıyallahu anhümâ'nın anlattığına göre, "babası onu (Nu'man'ı)
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirmiş ve: "Ey Allah'ın Resülü! Ben bu oğluma bir köle
bağışladım! (Sen bu bağışıma şahid ol!" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Her çocuğuna böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sormuş, babası "hayır!" deyince:
"Öyleyse bağışından dön!" emretmiştir."
Buhâri, Hibe 2, 11, Şehâdât 9; Müslim, Hibât 9, (1623); Muvatta, Akdiye 39, (2, 751); Ebu
Davud, Büyü' 85, (3542, 3543, 3544, 3545); Tirmizî, Ahkâm 30, (1367); Nesâî, Nahl 1, (6,
558-261).
5756 - İbnu Amr İbni'l-As anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mekke'yi fethettigi
zaman şu hitabede bulundu:
"Bilesiniz! Kocasının izni olmadan bir kadının (kocasının malından) bağışta bulunması caiz
değildir."
5757 - Bir başka rivayette de şöyle gelmiştir: "Kocasının nikahında olduğu müddetçe, bir
kadına malından hibede bulunması câiz degildir."
Ebu Dâvud, Büyu' 86, (3546, 3547).
ÖMRÂ
6689 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ömrâ(nın mal sahibininmenfaatine bir yönü) yoktur. Kim bir malı ömrâ
kılarsa artık o mal, ömrâ kılana aittir."
HİBEDEN DÖNME
6690 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca
kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer."
SEVAP ÜMİDİYLE HİBE
6691 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kişi, karşılığı verilmediği müddetçe hibesini geri alma hakkına sahiptir."
KOCADAN İZİNSİZ KADININ HİBESİ
6692 - Ka'b İbnu Mâlik'in anlattığına göre: "Hanımı, kendine ait bir zinet eşyasını Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a götürüp: "Ben bunu tasadduk ediyorum" demiştir. Aleyhissalâtu
vesselâm kendisine: "Kadının kendi malından (da olsa) bağışı kocasının izni olmadan caiz
değildir. Acaba sen Ka'b'den izin aldın mı?" demiştir. Hanım "Evet!" deyince, hanımın kocası
Ka'b İbnu Mâlik'e (bir adam göndererek): "Sen Hayre'ye zinetini tasadduk etmesine izin
verdin mi?" diye sordurmuş, Ka'b: "Evet!" deyince Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadının
hibesini kabul buyurmuştur."
HİCRETLER
________________________________________
5739 - Bera İbnu'l-Âzib radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde
babama uğradı. Ondan bir semer satın aldı. (Babam) Azib'e:
"Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar götürüversin!" dedi. Babam bana:
"Hay onu götürüver!" dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini
alacaktı. Babam, Ebu Bekr'e:
"Ey Ebu Bekr! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la (hicret ettiğin) gece ne yaptınız?" diye
sordu.
"Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç
kimseye rastlamadık. Önümüze uzun bir kaya çıktı. Kayanın henüz güneşin değmediği bir
gölgesi vardı. Yanına konakladık. Ben kayanın yanına geldim. Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın duldasında uyuması için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayıp:
"Ey Allah'ın Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup şurada) uyuyun, ben etrafınızı gözetlerim!"
dedim. Derken yatıp uyudu, ben de çıkıp etrafını gözetlemeye başladım. Kayaya doğru
sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla karşılaştım. O da bizim gibi gölgeye sığınmak istiyordu.
"Sen kimlerdensin ey delikanlı?" diye sordum. Medine veya Mekke'den bir adama aitti. Ben
tekrar:
"Koyununda süt var mı?" dedim.
"Evet!" dedi.
"Sağar mısın?" dedim.
Tabii dedi ve sağmak üzere bir koyun yakaladı.
"Memede kıl, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunları bir çırp!" dedim. Dediğimi yaptı,
beraberindeki bir kaba bir miktar süt sağdı. Benim de yanımda Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm için taşıdığım bir kap vardı. İçmede, abdestte onu kullanırdı. (Sütü kendi kabıma
aktararak) Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldim. Uyuyordu. Uyandırmak istemedim.
Uyanıncaya kadar yanında durdum. Süte biraz su kattım, dibi serinledi.
"Ey Allah'ın Resülü, buyurun için!" dedim. O içti ben de memnun oldum. Sonra: "Yola
koyulma vakti gelmedi mi?" dedi.
"Evet!" dedim. Güneşin zevâlinden sonra hareket ettik. Peşimize Sürâka İbnu Mâlik İbni
Cu'şem düştü. Biz sert bir arazide yürüyorduk.
"Ey Allah'ın Resülü, bize yaklaştı!" dedim.
"Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. Aleyhissalâtu vesselâm, Sürâkaya beddua etti. Derhal
atının ön ayağı karnına kadar yere saplandı. Sürâka:
"Anladım ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri
sizden geri çevireceğim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri
döndü. Yol boyu her kime rastladı ise:
"Ben size bedel burada gereken (aramayı) yaptım (kimse yok)!" dedi. Böylece her kime
rastladı ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdiği sözü tuttu."
Buhâri, Menâkıbu'l-Ensâr 45. Lukata 11, Menâkıb 25, Eşribe 12; Müslim, Zühd 75, (2009).
5740 - Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını
görüyordum. Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler.
"Ey Allah'ın Resûlü dedim, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlaka
görürler!" dedim. Bunun üzerine:
"Ey Ebu Bekr!" buyurdular, "Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?"
Buhârî, Fezâilu'l-Ashâb 2, Menâkıb 45, Tefsîr, Berâet 1; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 1, (2381);
Tirmizî, Tefsîr, Tevbe, (3095).
5741 - Abdullah lbnu Sa'dî radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanına bir heyet olarak geldik. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir
kavim bıraktım" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir" buyurdu."
Neâî, Bey'at 15, (7, 146).
5742 - Ya'la İbnu Ümeyye anlatıyor: "Fetih günü babam Ümeyye'yi getirip: "Ey Allah'ın
Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey'at yap!" dedim. Ama O:
"Onunla cihad etme şartı üzerine bey'at yaparım, artık hicret sona ermiştir" cevabını verdi."
Nesâî, Bey'at 15, (7,145).
5743 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "(Sahabîler lslâmi takvimin başlangıcını
tesbit ederken) ne Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bi'set zamanına, ne de vefat zamanına
itibar etmediler. Fakat Medine'ye gelişine itibar ettiler."
Buhari, Menakıbu'l-Ensar 48).
HİDANE BÖLÜMÜ
________________________________________
1631 - Amr İbnu Şuayb babası vasıtasıyla dedesinden (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a bir kadın gelerek:
"Bu çocuğa karnım yuva, göğsüm içecek, kucağım da kundak olmuş iken, babası beni boşadı
ve onu da benden koparıp almak istiyor!" diye şikâyet etti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Sen evlenmedikçe, çocuğa ehaksın!" cevabını verdi."
Ebû Dâvud, Talâk 35, (2276).
1632 - Ebu Hüreyre (radıyall hu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir
oğlan çocuğunu, baba veya annesini seçmede muhayyer bıraktı. Çocuk annesini seçti ve onun
elirıden tuttu. Annesi de çocuğu alıp götürdü."
Tirmizî, Ahkâm 21, (1357); Ebu Dâvud, Talak 35, (2277); Nesâî, Talâk 52, (6, 185, 186);
İbnu Mâce, Ahkâm 22, (2351). Yukarıdaki metin Tirmizî'nin metidir.
1633 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Hârise Mekke'ye gitmişti. (Uhud'da
şehid düşen) Hz. Hamza'nın kızına uğradı. Ca'fer (radıyallâhu anh): "Kızı yanıma ben
alacağım, ona ben ehakkım, o benim amcamın kızıdır ve üstelik yanımda teyzesi var, teyze
anne gibidir" dedi. Hz. Ali (radıyallâhu anh) de: "Ona ben ehakkım. O amcamın kızıdır.
Yanımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kızı Fâtıma var. Fâtıma ona ehaktır" dedi.
Zeyd İbnu Hârise (radıyallâhu anh) atılarak:
"Ona ben ehakkım, o erkek kardeşimin kızıdır, ben onun için yola çıktım ve yanına geldim"
dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı Cafer (radıyallâhu anh)'in yanına almasına
hükmetti ve: "Muhakkak ki, teyze annedir!" buyurdu."
Ebu Dâvud., Talâk 35, (2278-2280);.Buhârî, Sulh 6, Megâzi 43; Tirmizî, Bir 6.
HİKMET
________________________________________
7232 - Hz. Ebu Eyyub radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir
adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü! Bana (dini) öğret ve fakat çok özlü olsun!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Namazına kalktığın vakit (dünyaya) veda edenin (namazı gibi)
namaz kıl. Sonradan (pişman olup) özür dileyeceğin söz söyleme. İnsanların elinde bulunan
(dünyalık şeylerden) ümidini kesmeye azmet!" buyurdular."
7233 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Bir meclise oturup hikmetli söz dinleyip, sonra bu meclisten bahsederken
işittiği şeylerin sadece kötü kısımlarını anlatan bir kimsenin misali, bir çobana gelip: "Ey
çoban, süründen bana bir koyun kes!" deyince, çobandan: "Git en iyisinin kulağından tut al"
iznine rağmen gidip sürünün köpeğinin kulağından tutan adamın misalidir."
Ebu'l-Hasen İbnu Seleme de bu hadisin bir mislini rivayet etmiş, ancak rivayetinde şu
farklılığa yer vermiştir: "Sürünün en iyi koyununun kulağını tut"
HİLAFET VE EMİRLİĞİN AHKÂMI İMAMLAR KUREYŞ'TENDİR
________________________________________
1677 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş'e tâbidir."
Müslim, İmâret 3, (1819).
1678 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e tâbidirler. Müslümanları Müslüman olanlarına,
kafirleri kafir olanlarına tâbidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar fıkhı
öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı
bulacaksın. Onlar (rızaları hilâfına) içine düşmedikçe buna tâlib olmazlar."
Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, İmâret 2, (1818).
1679 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bu iş (emîrlik) insanlardan iki kişi bâki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam
edecektir."
Buhârî, Menâkıb 2, Ahkâm 2, Enbiya 1; Müslim, İmâret 4, (1820).
1680 - Sefine (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir." Said İbnu
Cumhân dedi ki:
"Sonra ilâve etti: "Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in hilâfetine Hz. Ömer'in hilâfetini,
Hz.Osman'ın hilâfetine Hz. Ali'nin hilâfetini (radıyallahu anhüm ecmain) ekle (parmaklarınla
say) bak!" dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk."
Sefine'ye: "Emevîler, hilâfetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler"denmişti, şu cevabı
verdi: "Benî'z-Zerkâ yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar."
Ebû Dâvud, Sünnet 9 (4648, 4647); Tirmizî,Fiten 48, (2227).
1681 - Hz. Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Bu din, hepsi Kureyş'ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır. "
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a soruldu:
"Sonra ne olacak?"
"Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek!" diye cevap verdi."
Buharî, Ahkâm 51; Müslim, İmâret 5-9 (1821); Tirmizî, Fiten 46, (2224). Bu üç kitap, hadisin
"Kureyş'ten" kelimesine kadar kısmını: "Ebû Dâvud da Medhi 1, (4279), 4280) tamamını
tahric etmiştir.
İMAMLIGI VE EMİRLİGİ SAHİH OLANLAR
1682 - Ebû Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "İki halifeye birden biat edildi mi, onlardan ikincisini öldürüverin."
Müslim, İmâret 61, (1852).
1683 - Arface İbnu Şureyh (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken, bir başkası gelip, kuvvetinizi
kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürüverin. "
Müslim, İmaret 60, ( 1852).
1684 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Benî İsrail'i peygamberler (aleyhimusselâm) idâre ediyorlardı. Bir peygamber
ölünce onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok.
Ama ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklar. "
Orada bulunanlar:
"(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?" diye sordular.
"Önceki biatınıza sadâkat gösterin. Onlara haklarını veriın. . Onlar üzerindeki haklarınızı (eda
etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin.Zîra Allah teâlâ, idareleri
altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır" buyurdu."
Buharî, Enbiyâ 50;Müslim, İmaret 44, (1842).
1685 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), İbnu Ümmi
Mektum'u, iki defa kendi yerine Medine'de halef bıraktı."
Ebû Dâvud, Harâc 3, (2931).
1686 - Ebû Bekre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş
olduğum bir kelimenin Cemel Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüım. Şöyle ki
bir ara, neredeyse ashâb-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar
vermiştim. Hemen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, "İranlıların başına Kisrâc'nın kızı
kraliçe oldu" diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara
katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz:) "İşlerini kadına tevdi eden bir kavm felâh
bulmayacaktır" demiş idi".
Buhârî, Fiten 17, Megâzi 82; Tirmizî, Fiten 75, (2263); Nesâî, Kudât 8 (8, 227).
Tirmizî'de şu ziyade gelmiştir: "Hz. Aişe Basra'ya geldiği zaman bunu hatırladım. Bu söz
sayesinde Allah beni muhâfaza etti".
İMAM VE EMÎRİN VAZİFELERİ
1687 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve
sürüsünden mes'üldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının
evinde çobandır, o da sürüsünden mes'üldür. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve
sürüsünden mes'üldür."
İbnu Ömer der ki: "Bunları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiştim. Zannediyorum
ki şöyle de demişti:"Kişi bâbasının malında çobandır, o da sürüsünden mes'üldür."
Buhârî, Ahkâm 1, Cum'a 11, İstikrâz 20, Itk 17,19, Vesâya 9, Nikâh 81, 90; Müslim, İmâret
20, (1829); Tirmizî, Cihâd 27,1705; Ebû Dâvud, İmâret 1, (2928).
1688 - İbnu Meryem el-Ezdî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallâhu anh)'nin
yanına girmiştim. Bana:
"Ey Ebû fülân, seni hangi rüzgâr attı?" diyerek (ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti). Ben de:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş olduğum şu hadisi, (size hatırlatmayı
düşündüm)" dedim: "Allah kime Müslümanların işlerinden birşeyler tevdi eder, o da onların
ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur (giderirse), kıyâmet gününde Allah da onun
ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur (giderir)."
Râvî der ki: "Bunun üzerine Hz. Muâviye (radıyallâhu anh) insanların ihtiyaçlarıyla
ilgilenmek üzere bir adam tâyin etti."
Tirmizi, Ahkâm 6, (1332,1333); Ebû Davud, Harâc 13, (2948).
1689 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Adil olanlar, kıyamet günü, Allah'ın yanında, nurdan
minberler üzerine Rahman'ın sağ cihetinde olmak üzere yerlerini alırlar. -Allah'ın her iki eli
de sağdır Onlar hükümlerinde, aileleri ile velâyeti altında bulunanlar hakkında hep adâleti
gözetenlerdir."
Müslim, İmâret 18, (1827); Nesâî, Âdâb 1, (8, 221).
1690 - Hasan el-Basrî, Ma'kıl İbnu Yesâr (radıyallâhu anh)'dan naklediyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, demişti ki: "Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban
yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle
haram eder."
Buhârî, Ahkâm 8, Müslim, İman 227, (142); İmâret 21, (142).
Müslim'in Hasan Basrî'den kaydettiği diğer bir rivâyet şöyledir:
"Aiz İbnu Amr (radıyallâhu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâb-ı Güzin'inden
biri idi. Ubeydillah İbnu Ziyad'ın yanına girdi ve hemen ona: "Ey oğulcuğum, ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Çobanların en kötüsü hutame denen merhametsiz deve
sürücüsüdür, sakın onlardan olma"dediğini işittim" dedi. Ubeydullah: "Otur, sen muhakkak ki
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabının kepeğindensin" deyince: "Onların kepeği var
mıydı? Kepek onlardan sonra ve onların dışındakiler arasında zuhur etti" diye cevap verdi."
1691 - Adiyy İbnu Amîre el-Kindî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Bir işe me'mur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi
gizlemiş olsa, bu bir hiyanettir (gulûl), kıyamet günü onu getirecektir. "
Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak:
"Ey Allah'ın Resûlü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sana ne oldu?" diye sordu:
"Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Ben onu şu anda tekrar ediyorum: "Kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize
getirsin. Ondan kendisine ne verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terkeder."
Müslim, İmâret 30, (1833).
1692 - Ebû Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Kıyamet günü, insanların Allah'a en sevgi1i ve mekân olarak en yakın olanı, âdil imamdır.
Kıyamet günü, insanların Allah'a en menfuru O'ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim
sultandır."
Tirmizî, Ahkâm 4, (1329).
EMİR OLMANIN KÖTÜLÜĞÜĞÜ
1693 - Mikdâm İbnu Ma'dikerib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) omuzuma vurdu ve:
"Ey Kudeym (Mikdamcık)! Emîr, kâtip, ârif olmadan ölürsen kurtuluşa erdin demektir!"
dedi."
Ebü Dâvud, Harâc 5, (2933).
1694 - Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, beni memur ta'yin etmez misin?"
Bu sözüm üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da:
"Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde)
kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hakederek alır ve onun sebebiyle
üzerine düşen vazifeleri eksiksiz edâ ederse o hâriç" buyurdu."
Müslim" İmâret 17, (1826); Ebü Dâvud, Vesâyâ 4, (2868); Nesâî, Vesâya 10, (6, 255).
Ebû Dâvud'un diğer bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Ey Ebû Zerr, ben seni zayıf görüyorum.
Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine âmir olma, yetim
malına da velilik yapma."
Yine Ebû Dâvud'un bir diğer rivâyeti (Harâc 5, (2934) şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Âriflik haktır, halka âriflik gereklidir, ancak ârifler ateştedir. "
1695 - Abdurrahman İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ey Abdurrahman! Emîrlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emîrlik verilirse, istediğin
şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talibi olmadan sana emîrlik verilirse, o işte yardım
görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı
gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefârette bulun."
Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1; Müslim, İmâret 19, (1652); Ebü Dâvud, Harâc 2, (2929);
Tirmizî, Nüzür 5, (1529); Nesâî, Adâbu'l-Kudat 5, (8, 225).
1696 - Ebû Musa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha
olduğu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri:
"Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın sana tevdi ettiğn işlerden bazıları üzerine bizi emîr tayin et"
dedi. Diğeri de aynı talepde bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın onlara cevabı şu
oldu:
"Biz, -Allah'a kasem olsun- bu işe, onu taleb eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin
etmeyiz!"
Buhârî, Ahkâm 7,12, İcâre 8, İstitâbe 2; Müslim, İmâret 7, (1733); Ebû Dâvud, Harâc 2,
(2930); Nesâî, Adâbu'1-Kudât 4, (8, 224).
İMAM VE EMÎRE İTAATİN VACİB OLUŞU
1697 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Dinleyin ve itaat edin! Hattâ, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle
bile tayin edilmiş olsa, aranızdaKitabullah'ı tatbik ettikçe. . . (itaatten ayrılmayın)."
Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56.
1698 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah'a itaat etmiştir. Kim de banas isyan etmiş ise, mutlaka
Allah'a isyan etmiştir. Kim emîre itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emîre
isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.
Buhârî, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, (1853); Nesâî, Bey'at 27, (7,154).
1699 - Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak,
masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok,
itaat de yok."
Buhârî, Ahkâm 4, Cihad 108; Müslim, İmâret 38, (1839); Tirmizî, Cihad 29, (1708); Ebû
Davud, Cihad 86, (2626); Nesâî, Bey'at 34, (7,160).
1700 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Size emîrlerinizin en hayırlıları kimlerdir, en şerirleri kimlerdir haber vereyim mi? Onların
en hayırlıları sizlerin sevgisine mazhar olanlar, sizleri sevenlerdir; lehlerinde hayırla dua
edersiniz, onlar da size hayır dua ederler. Ümerânızın şerirleri de sizin buğzettiklerinizdir,
onlar da size buğzederler, siz onlara lânet edersiniz, onlar da size lânet ederler"
Tirmzî, Fiten 77, (2265).
1701 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim itaatten dışarı çıkar ve cemaatten ayrılır ve bu halde ölürse, cahiliye ölümü ile Ölür."
Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7,123); İbnu Mace, Fiten 7,
(3948).
Ebû Hüreyre'nin bir rivâyetinde şöyle gelmiştir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim
de körükörüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için
gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu
ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım
yapmadan vurur, mü'min olanlarına hurmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine
getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim. "
Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7,123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).
1702 - Ebû Bekre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim Allah'ın yeryüzündeki sultanını alçaltırsa, Allah da onu alçaltır. "
Tirmizi, Fiten 47, (2225).
İMAMLARIN VE EMÎRLERİN YARDIMClLARI
1703 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah bir emîr için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir nasib eder. Bu, ona unutunca
hatırlatır, hatırladığı zaman da yardım eder. Allah emîre hayır dilemezse, kötü bir vezir
musallat eder. Bu vezir, ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlayınca da yardımcı olmaz."
Ebû Dâvud 'Harâc 4, (2932); Nesâî, Bey'at 33, (7,159).
1704 - Ebû Said ve Ebû Hüreyre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allah bir peygamber gönderdiği veya onun yerine bir halife getirdiği zaman mutlaka onun
iki tane de yakını olmuştur: Biri ma'rufu emretmiş ve ona teşvik etmiş, diğeri de şerri
emretmiş ve şerre teşvik etmiştir. Ma'sum (yani kötülükten korunmuş) olan, Allah'ınkoruduğu
kimsedir."
Buharî, Ahkâm 42; Nesâî, Bey'at 32, (7,158).
1705 - Ka'b İbnu Ucre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana
şunu söyledi:
"Ey Ka'b İbnu Ucre, seni, benden sonra gelecek ümeraya karşı Allah'a sığındırırım. Kim
onların kapılarına gider ve onları, yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı
olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim; âhirette havz-ı kevserin başında yanıma da
gelemez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarında onları tasdik etmez, zulümlerinde
yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım; o kimse, havzın başında yanıma gelecektir.
Ey Ka'b İbnu Ucre! Namaz bürhandır. Oruç sağlam bir kalkandır. Sadaka hataları söndürür,
tıpkı suyun ateşi söndürdüğü gibi. Ey Ka'b İbnu Ucre ! Haramla biten bir ete mutlaka ateş
gerekir. "
Tirmizî, Salât 433. (614); Nesâî, Bey'ât 35, 36, (7,160).
1706 - Cübeyr İbnu Nüfeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kesir İbnu Mürre, Amr İbnu 'l-Esved
ve el-Mikdâm (radıyallâhu anhüm) dediler ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Emîr, halka karşı suizanna düşerse halkı ifsad eder."
Ebû Dâvud, Edeb 44, (4989).
ULEFA-İ RÂŞİDÎN VE ONLARIN SEÇİMLERİ
1707 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı rahmeti Rahmân'a kavuşturan hastalığı sırasında yanından dışarı
çıktı. (Dışarıda bekleyen) halk:
"Ey Ebû'1-Hasan, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne durumda?" diye sodular.
"Allah'a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz. Abbâs (radıyallâhu anh) elinden tuttu. Ve:
"Üç gün sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölecek, sen bir başkasına) me'mur
olacaksın. Ben, vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu hastalığından (kurtulamayıp)
vefat edeceğini görüyorum. Zîra ben, Abdulmuttaliboğullarının ölüm sırasında aldığn şekli
biliyorum. Gel Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gidip bu "iş" (hilafet) kimde kalacak onu
soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz. Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle
konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder" dedi.
Ali (radıyallâhu anh):
"Eger, biz onu sorsak bunun üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize
vermez. Vallahi ben böyle bir şey soramam!"dedi."
Buhârî, İstizân 29, Meğâzî 83.
1708 - Cübeyr İbnu Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kadın, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek bir hususta kendi siyle konuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
(kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın:
"Ya seni bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Eğer beni bulamazsan, Ebü Bekir'e uğra!" diye cevap verdi."
Buhârî Ahkâm 57, Fedailu Ashabı'n-Nebî 5, İ'tisâm 24; Müslîm, Fedailu's-Sahâbe 10, (2386);
Tirmizî, Menâkıb, (3677).
1709 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat ettiği
zaman, bâbam Ebû Bekir (radıyallâhu anh), Mescid-i Nebî'den bir mil kadar uzaklıkta olan)
Sunh nâm mevkide idi-ki Âliye (denen Medine'nin yüksek kısmını ki burası Hazrec'e mensüp
Beni'l-Hârise'nin menzillerinin bulunduğu mevki)yi kasdetmektedir-Hz. Ömer (radıyallâhu
anh) kalkıp :
"Vallahi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat etmedi. Allah mutlaka onu geri
gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek. . ." diyordu. Derken
Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünü açtı ve
öptü.
"Annem bâbam sana feda olsun. Sağlığında hoştun, ölümünde de hoşsun! Nefsimi kudret
elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun, Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi.
Sonra dışarı çıkıp:
"(Hz. Ömer'i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi. Hz.
Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) oturdu. Hz. Ebû Bekir
Allah'a hamd ü sena ettikten sonra:
"Haberiniz olsun! Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim
de Allah'a tapıyor idiyse o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu âyeti okudu:
"Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (Zümer 30). Şu âyeti de
okudu:
"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya
öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah,
Şürkederlerin mükâfâtını verecektir" (Âl-i İmrân 144).
Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya" başladı. Ensar (radıyallâhu anhüm), Benî
Saîde yurdunda, Sa'd İbnu Übâde'nin etrafında toplandı. (Muhâcir de oraya geldi. Ensarîler):
"Bizden bir emîr, sizden de bir emîr!" dediler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde
(radıyallâhu anhüm) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebû Bekir onu
susturdu.Hz. Ömer (bilahere) şöyle diyordu:
"Vallahi, ben konuşmayı şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler
hazırlamış, Ebû Bekir bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe
etmiştim. Ama, yemin olsun, Ebû Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış
olduğum güzel sözlerin hepsine isâbet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da güzelini) beliğ
şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı:
"(Ey Ensâr) biz (Kureyşli)ler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz!"
Bu söz üzerine Hubâb İbnu'1-Münzir ayağa kalktı ve :
"Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir emîr, sizden de bir emir olacak!" dedi. Hz. Ebû
Bekir (radıyallâhu anh): '
"Hayır! Olmaz bu. Bizler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz" dedi.
Rezîn şunu ilâve etti: "Hz. Ebû Bekir devamla şunu söyledi: "Bu "iş" (hilâfet), şu Kureyş
cemaati için meşrû tanınacaktır. Onlar, yer îtibârıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de
(eskiden beri) en gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebû Ubeyde'ye biat edin!"
Hz. Ömer atılarak:
"Bilakis, biz sana biat ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın, üstelik Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu
anh)'in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'i müteakip halk da ona biat etti.
Bunun üzerine biri:
"Sa'd İbnu Ubâde'yi katlettiniz!" diye bağırdı. Hz. Ömer (radıyallâhu anh) öfkeyle:
"Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) devamla der ki: "Bu her iki
konuşmada geçen sözleri de Allah fâideli kıldı. Nitekim Hz. Ömer'in konuşması halkı
korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun konuşmasıyla Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz.
Ebû Bekir (radıyallahu anh) de halkın nazarını Allah'a çevirip, üzerinde oldukları hakkı
(İslâm'ı) öğretti. Oradan şu âyeti okuyarak ayrıldılar. (Meâlen): "Muhammed ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi
döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.. Allah şükredenlerin mükâfaatını
Verecektir" (A1-i Imrân 144).
Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 5, Cenâiz 3, Megâzi 83; Nesâî, Cenâiz 11, (4,11).
(İbnu Deybe diyor ki:) "Derim ki: "Rezîn şunu ilâve etti" sözü, et-Tecrid'de ve Tecrid'in
aslında mevcuttur. Bu ziyâde aynısıyla Sahîh-i Buhârî'de mevcuttur. Allahu a'lem."
Es-Sünuh (veya es-Sünh) avâli'l-Medîne'de bir yer adıdır. Orada Benî'l-Hâris İbnu'l-Hazrec'in
evleri vardır.
"Allah sana iki ölümü tattırmasın" sözü, yâni dünyada.. tattırmasın demektir. Hz. Ebû Bekir,
bu sözü Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ)'in şu sözünü red maksadıyla söylemiştir: "Allah,
peygamberini geri gönderecek, O da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını kesecek."
Sakîfe: Evin sofa (üstü kapalı önü açık) kısmı. Toroslarda evin bu kısmına yazlık tâbir edilir.
Nesîc: Ağlayan kişinin hıçkırığını içine tıkarak sessiz ağlaması.
1710 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor; "Ben, Muhâcirler'den bir çoğundan Kur'an
öğreniyordum. Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben Mina'da onun menzilinde iken,
o da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda onun yanında idi. Abdurrahman yanıma
dönüşte:)
"Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen bir adamı keşke sen de görseydin. Dedi ki: "Ey mü'minlerin
emîri, bir adam görsen ki sana: "Keşke Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzar'ın rivâyetinde
Talha İbnu Ubeydillah'a) biat etsem. Vallahi Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in biatı çabucak
oldu bitti" dese ne dersin?" dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim kadar)
öfkelendi ve:
"İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve müşaverede olmaksızın) idâreyi gasbetmek
isteyen bu heriflere karşı onları uyaracağım" dedi.
Abdurrahman ilâveten dedi ki: "(Bunun üzerine) Hz. Ömer'e:
"Ey mü'minlerin emîri, dedim, böyle bir şey yapma. Zîra hacc mevsiminde insanların cühelâ
ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere halkın içinde doğrulduğnun zaman bunlar
olaki, etrafında ekseriyeti teşkil ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o
cahillerin her biri bir başka şey anlar, esas ifâde etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur.
Şu halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'l-hicret ve sünnettir (hicretin yapıldığı,
sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh ulemâsı ve insanların eşrafıyla başbaşa kalır,
dilediğinizi rahatça söylersiniz. Âlimler sözlerinizi eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise
onu anlarlar."
(Bu sözüm üzerine) Hz. Ömer (radıyallâhu anh):
"Pekâla, vallahi inşaallah Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!" dedi.
İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) devamla dedi ki:
"Zilhicce'nin sonlarında Medine'ye geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele
ettim."
Rezîn şu ilâvede bulundu: "Öğle sıcağında çıktım." Sonra önceki hadisi anlatmaya (İbnu
Abbas) devam etti ve dedi ki:
"(Camiye gelince) Saîd İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (radıyallâhu anh)'i minberin
köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma soluma
bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'1- Hattâb (yerinden minbere doğru) çıktı. Onun gelmekte
olduğunu görünce yanımdaki Saîd İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl'e:
"Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı bir konuşma yapacak" dedim. Zeyd,
söylediğimi hoş karşılamadı ve:
"Daha önce konuşmadığı şeyi konuşması ne mümkün!" deyip beni reddetti.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh) minbere oturdu. Müezzin ezanını tamamlayınca, doğruldu.
Cenab-ı Hakk'a lâyık olduğu hamd ve senâda bulundu. Sonra şunları söyledi:
"Emmâ ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi takdir buyuracağı bir konuşma
yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır, (bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi
anlar ve hâfızasına alabilirse bineğinin götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış
o1maktan korkarsa, hiç kimseye hakkımda yalan söylemesini helâl etmiyorum. Allah celle
şânuhu, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hakla gönderdi, kendisine kitap indirdi.
Allah'ın indirdikleri meyanında recm âyeti de vardı. Biz onu okuduk, anladık ve ezberledik.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) recm cezası verdi. O'ndan sonra da bizler verdik. Şahsen
aradan fazla zaman geçince, bazılarının çıkıp: "Allah'ın kitabında biz recm âyeti bulamıyoruz"
diyerek Allah'ın indirmiş olduğu bir farzı terkedip sapıtmalarından korkuyorum, recm,
Allah'ın kitabında muhsan yani bâliğ, akil, sahih bir evlilikle evlenmiş ve gerdek yapmış
olduğu halde zinâ eden kadın ve erkeklere -isbatlayıcı beyyine veya hamilelik, veya itiraf
olduğu takdirde-uygulanması gereken bir haktır."
Zinâ haddiyle ilgili bâbta zikri geçmiş olan İbnu Abbâs hadisi zikrettikten sonra dedi ki:
"...Ve dahi bana ulaştı ki, birileri şöyle demiş: "Ömer ölünce, (herkesle istişâre, biat
aramaksızın) falancaya biat edeceğim." Sakın ha! Hiç kimseyi, "Hz. Ebû Bekirin seçimi de
oldu bittiye geldi. (Biz de onun seçilme tarzına uygun olarak birini seçebiliriz)" gibi sözler
aldatmasın. Haberiniz olsun, -evet onun seçimi çabuk olmuştur bu doğru- ancak, Allah
(umumiyetle çabuk yapılan işlerde bilâhere karşılaşılan) şerlerden (bu ümmeti) korumuştur.
Sizden hiç kimseye, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e yapıldığı şekilde (alâka gösterilerek)
boyunlar koparcasına nazarlar çevrilip baş uzatılmaz. Öyle ise, Müslümanların istişâre ve
te'yidi tahakkuk etmeksizin kim bir başkasına biat ederse bilsin ki, ne biat edene, ne de
edilene itibar edilmeyecektir. Böyle bir biat akdi, edeni de edileni de ölüme maruz
bırakacaktır. (Hz. Ebû Bekir'e yapılan biat böyle kıt düşüncelilerin zannettiği gibi değildir. İç
yüzünü anlatayım:)
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ruhunu Cenab-ı Hakk kabzettiği vakit, haberimiz oldu
ki, Ensar büyük bir grup hâlinde bizden ayrı olarak Benî Sâide sakî inde toplanmışlar. Ali,
Zübeyr ve bunlarla birlikte (Abbâs gibi diğer) bazıları bizden ayrılarak (cenazeyle meşgul
olmak üzere) geride kaldılar. Muhacirler de Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in etrafında
toplandılar. Hz. Ebû Bekir'e:
"Ey Ebû Bekir, haydi şu Ensârî kardeşlerimizin yanlarına gidelim!" dedim. Onlara (bir an
önce yetişmek üzere) yürüdük. Yakınlarına varınca, onlardan iki sâlih zatla karşılaştık.
Kavmin (Sa'd İbnu Ubâde'yi halife seçme hususundaki) kararlarını zikrettiler, sonra da:
"Ey Muhâcirler cemaati nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. Biz:
"Şu Ensârî kardeşlerimize gidiyoruz!" dedik.
"Hayır, onlara yaklaşmayın, hükümlerini versinler" dediler. Ben:
"Vallahi onlara gideceğiz" dedim ve yürüdük. Onları Benî Sâide sakîfinde bulduk. Ortalarında
üzeri örtülü birisi vardı.
"Bu da kim?" dedim.
"Bu Sa'd İbnu Ubade'dir!" dediler. Ben:
"Nesi var?" diye sordum.
"Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki, hatipleri şehâdet getirerek söze başladı. Cenab-ı
Hakk'a layık olduğu hamd ve senâyı ifade ettikten sonra şu konuşmayı yaptı:
"Emmâ ba'd! Biz Allah'ın ensârı ve İslâm'ın ordusuyuz. Siz ey Muhâcirler, asıl kavminden
kopup gelmiş (içimizde) az bir grupsunuz!"
(Anladık ki) bunlar, aslen müstehak olduğumuz fonksiyonumuzdan bizi koparmak, emîrlikten
uzak tutmak istiyorlardı.
Hatip sözlerini tamamlayınca konuşmak arzu ettim. Bu esnâda, içimden söyleyecek güzel
sözler hazırlamıştım, bunlar hoşuma da gitmişti. Bunları Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in
huzurunda söylemek istiyordum. Ben bâzan onun hiddetini yatıştırıyordum. Konuşmak
istediğim sırada Ebû Bekir:
"Acele etme!"dedi. Onu öfkelendirmek istemedim (ve konuşmaktan vazgeçtim). Ebû Bekir
(radıyall hu anh) konuştu. O aslında benden daha çok hilme sahip, daha vakur idi. Allah'a
yeminle söylüyorum, içimde hazırladığım bütün güzel sözleri eksiksiz aynı güzellikte ve hattâ
daha da güzel bir biçimde bu konuşması esnasında söyledi. Demişti ki:
"Hakkınızda söylediğiniz hayır (ve fazilet ne varsa) hepsine lâyıksınız. Ancak bu (emîrlik) işi,
Kureyş kabilesine (meşru) tanınır. Onlar, neseb yönüyle de, yurt yönüyle de Arab'ın ortasında
yer alır. Ben sizin için şu iki şahıstan birini uygun buldum, bunlardan hangisini isterseniz ona
biat edin!"
Böyle deyip -benim ve Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh'ın ellerimizden tuttu. Ebû Bekir, ikimizin
arasında oturuyordu. Onun (ikimizi imamlığa teklif eden cümlesinden başka) bütün
söyledikleri hoşuma gitti. Vallahi, Ebû Bekir'in bulunduğu bir kavmin başına emîr
seçilmektense, ortaya çıkarılıp boynumun vurulmasını gerektirecek bir günah işlemek bana
daha sevgili gelirdi. Ancak, nefsimin bana ölüm ânında hoş gösterdiği şeyi şimdi
bulamıyorum. Derken Ensar'ın (Hubâb İbnu'l-Münzir adındaki) bir sözcüsü:
"Beni (hasta hayvanların kaşınarak rahatladıkları) kaşınma çubukcağızı, yaslandığı dikme ile
ayakta duran hurma fıdancığı kabul edin (ve fıkrimi dinleyin. Diyorum ki):
"Sizden bir emîr, bizden de bir emîr olsun, ey Kureyş cemaati!" dedi.
Bunun üzerine her kafadan bir söz çıkmaya başladı, gürültü çoğaldı. Öyle ki ihtilâfçıkacak
diye korktum. Hz. Ebû Bekir'e:
"Ey Ebû Bekr, uzat elini!" dedim. Elini uzattı, ben ona biat ettim. Muhacirler de biat ettiler.
Sonra da Ensâr biat etti. Sa'd İbnu Ubâde (radıyallâhu anh)'nin üzerine atıldık. Derken
onlardan biri:
"Sa'd İbnu Ubâde'yi öldürdünüz!" demez mi? Ben de:
"Sa'd İbnu Ubâde'yi Allah öldürsün!" dedim.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh) der ki: "Vallahi biz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
defni sırasında, Hz. Ebû Bekir'in seçiminden daha ehemmiyetli bir şey düşünemedik. Biat
gerçekleşmeden halkı terketmemiz halinde, oradan ayrılınca, arkamızdan kendilerinden birini
halife seçiverecekler diye korktuk. Böyle bir durumda ya bize de râzı olmaya olmaya biat
edecek veya muhalefet edecek ikisi de fesad olacaktı.
Bilesiniz, Müslümanlarla istişâre etmeden kim bir başkasına biat ederse, ne biat edene, ne de
kendisine biat edilene itibar edilmez, ikisinin de öldürülmesinden korkulur.
Buhârî, Muhâribin 30, 31, İ'tisâm 16, Mezâlim 19, Menâkıbu'l-Ensâr 46, Megâzî 11; Müslim,
Hudud 15, (1691) Müslim'de hadis muhtasar olarak kaydedilmiştir.
1711 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor:
"Hz. Fâtıma ve Hz. Abbâs (radıyallâhu anhümâ) Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'e uğrayıp,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan kendilerine kalan mirası sordular. Hz. Ebû Bekir
(radıyallâhu anh) onlara:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bize kimse vâris olamaz, bıraktıklarımız hep
sadakadır. Ancak Âl-i Muhammed bu maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim. Allah'a
yemin olsun Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem,
mutlaka onu yaparım. Ben O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!"
dedi.
Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ)'e küstü ve altı ay sonra
ölünceye kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin defnetti. Ölümünü Hz. Ebû Bekir
(radıyallâhu anh)'e haber vermedi.
Hz. Ali, Fatıma (radıyallâhu anhümâ) sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti.
Hz. Fatıma vefat edince, halkın alâkası ondan kesildi.
Bir adam Zührî (rahimehullah)'ye: Ali, (Hz. Ebû Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye sordu.
"Hayır, vallahi hayır, Benî Haşim'den hiç kimse geri kalmadı. Ali (radıyallâhu anh), insanların
nazarlarının kendinden çevrildiğini görünce Hz. Ebû Bekir (radıyall hu anh)'le musalahaya
mecbur kaldı. Ona haber salarak: "Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi.
kendisine Hz. Ömer'in gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet hâlini biliyordu.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh):
"Onlara tek başına gitme!" dedi. Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh):
"Vallahi tek başıma gideceğim. Bana ne yapabilirler ki?" dedi ve Ebû Bekir (radıyallâhu anh)
onlara gitti. Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin yanına girdi. Benî Hâşim, yanında toplanmışlar idi.
(Hz. Ebû Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd ü senada bulundu. Sonra şunu söyledi:
"Emmâ ba'd! Ey Ebû Bekir, bizim sana biat etmemize mani olan şey senin faziletini inkârımız
değildir, sana karşı bir rekâbet düşüncemiz de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir
hakkımız olduğuna inanıyorduk. Bize karşı müstebit davrandınız!"
Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a olan yakınlığını zikretti.
Ali bunları zikrettikçe Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anhümâ) ağlamaktan kendini alamıyordu.
Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) şehâdet getirdi, Allah Teâla'ya hamdetti, senâda bulundu.
Sonra şunları söyledi:
"Emmâ ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası muhakkak ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
akrabaları bana, kendi akrabalarımdan daha yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum,
benimle sizin aranızda olan bu mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim. Zîra,
ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu işittim:
"Bize kimse vâris olamaz, bıraktığımız sadakadır. Âl-i Muhammed bu maldan yer. " Vallahi
ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığını gördüğüm bir işi terketmem, Allah'ın
izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali (radıyallâhu anh):
"Biat için öğleden sonra buluşalım"dedi. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) öğleyi kılınca, cemaate
yönelip Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin (biatı geciktirmedeki) beyan ettiği özürleri halka anlattı.
Sonra da Hz. Ali (radıyallâhu anh) kalkıp, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'in hakkını tazim
buyurdu, faziletlerini, İslâm'a sebkat eden hizmetlerini zikretti. Sonra Ebû Bekir (radıyallâhu
anh)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin etrafını sarıp:
"İsabet ettin, çok iyi bir davranışta bulundun" diyerek takdir ettiler. Hz. Ali (radıyallâhu anh)
bu ma'ruf işe döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve alâka) gösterdi."
Buhârî, Fedailu'l-Ashab 12; Müslim, Cihad 53, (1759). Metin Müslim'dendir. Hadis BuhârÎ'de
muhtasardır.
1712 - Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) bir gün hastalanmış:
"Vay başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) (şaka olsun diye):
"Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfàr eder, dua ediveririm!"dedi. Bunun üzerine Hz. Âişe
(radıyallâhu anhâ) birden parladı:
"Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama
zevcelerinden biriyle başbaşa kalacaksın ha!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (sözü
değiştirerek) dedi ki:
"Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebü Bekir'e ve oğluna birinzi gönderip (benden sonra
hilâfet hususunda "ben daha lâyığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime
geçeceği tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebû Bekir
dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'min1er de reddederler" dedim (ve vasiyet
yapmaktan vazgeçtim)."
Buhârî, Ahkâm 51, Merdâ 16; Müslim, Fedailu's-Sahâbe 11, (2387).
1713 - Hz. Âişe (radıyallâhu anh ) anlatıyor:
"Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), ölüm ânı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı
ve:
"Ey Ömer, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum.
Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık
kendine olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur.
Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafıf olan
ve bu hafıflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da
haktır."
Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de,
Müslümanlar için de hayrı seçtim."
Sonra Ebû Bekir (radıyallâhu anh) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer
(radıyallâhu anh), ayağa kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi:
"Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben
Ömer'im. Size emîr olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebû Bekir (radıyallâhu
anh) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum. İmamlığımı, ona
ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere
bırakırım. İşte böyleleri, Müslümanlara emîr olamya başkalarından daha çok layıktır."
Muvatta'da bulunamamıştır.
1714 - Ma'dan İbnu Ebî Talha anlatıyor:
"Hz. Ömer (radıyallâhu anh), cuma günü hutbe verdi. Önce Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i andı. Sonra da şunları söyledi:
"Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum.
Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar, Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resûlü
(aleyhissalâtu vesselâm) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse
hilâfet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı
kişinin müşâveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır.
Bunlar benim şu elimle İslâm'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar
ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kâfırlerdir, sapıklardır.
Sonra sözüne şöyle devam etti:
"Ey Rabbim, seni Ensâr'ın ümerâsına şâhid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar
ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (aleyhissalâtu vesselâm) sünnetini öğretsinler (zekatı)
aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye
başlarına tayin ettim."
Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına
girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensâr'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra
Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası
sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük.
"Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı.
"Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetce asla
sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor.
Size Ensâr'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevîleri de
vasiyet ediyorum.
Zira onlar aslınız, dayanağınızdır."
Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size
zımmîleri de vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in zimmeti
ve ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık."
Buhârî, Ahkâm 51, Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harâc
8, (2939).
Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) hançerlendiği zaman kendisine:
"Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi:
"Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek
olsam (bu caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebû Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek
olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da
seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de aleyhime"
Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) dedi ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki,
yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler:
"Allah hayırlı mükâfaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da: "Uman ve
korkan" diye cevap verdi."
1715 - Hz. Âişe (radıyallâhu anh ) anlatıyor:
"Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh), ölüm ânı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı
ve:
"Ey Ömer, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum.
Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık
kendine olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur.
Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafıf olan
ve bu hafıflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da
haktır."
Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: "Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de,
Müslümanlar için de hayrı seçtim."
Sonra Ebû Bekir (radıyallâhu anh) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer
(radıyallâhu anh), ayağa kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi:
"Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben
Ömer'im. Size emîr olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebû Bekir (radıyallâhu
anh) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum. İmamlığımı, ona
ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere
bırakırım. İşte böyleleri, Müslümanlara emîr olamya başkalarından daha çok layıktır."
Muvatta'da bulunamamıştır.
1716 - Ma'dan İbnu Ebî Talha anlatıyor:
"Hz. Ömer (radıyallâhu anh), cuma günü hutbe verdi. Önce Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh)'i andı. Sonra da şunları söyledi:
"Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum.
Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar, Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Resûlü
(aleyhissalâtu vesselâm) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse
hilâfet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı
kişinin müşâveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır.
Bunlar benim şu elimle İslâm'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar
ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kâfırlerdir, sapıklardır.
Sonra sözüne şöyle devam etti:
"Ey Rabbim, seni Ensâr'ın ümerâsına şâhid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar
ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (aleyhissalâtu vesselâm) sünnetini öğretsinler (zekatı)
aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye
başlarına tayin ettim."
Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in bu hutbesinden bir cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına
girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensâr'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra
Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası
sarılmış, üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük.
"Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı.
"Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetce asla
sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor.
Size Ensâr'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevîleri de
vasiyet ediyorum.
Zira onlar aslınız, dayanağınızdır."
Bir rivayette şöyle denmiştir: "...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size
zımmîleri de vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in zimmeti
ve ailenizin rızkıdır. Beni terkedin artık."
Buhârî, Ahkâm 51, Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harâc
8, (2939).
Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) hançerlendiği zaman kendisine:
"Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı verdi:
"Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih, birisini seçecek
olsam (bu caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebû Bekir seçmiştir. Seçimi terkedecek
olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da
seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş olsun, ne lehime ne de aleyhime. . .
"
Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) dedi ki: "(Ömer'in bu sözü üzerine) anladım ki,
yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler:
"Allah hayırlı mükâfaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da: "Uman ve
korkan" diye cevap verdi."
1717 - Abdullah İbnu Selâm (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Hz. Osman (radıyallâhu anh) muhâsara edildiğn zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebû
Hüreyre (radıyallâhu anh)'yi tayin etti. Bâzan Hz. İbnu Abbas kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman
(isyancılara) elçi yollayıp, benden ne istiyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Hilâfetten ayrılmanı
istiyoruz" dediler. O da: "Allah'ın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam" diyerek reddetti.
"Onlar seni öldürecekler!" dediler. O:
"Beni öldürdüğünüz takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik
savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilâfa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığnnız şu
ihtilâf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belâyı dolamasın!" dedi.
İhtilâlcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz ilerleyince
uyudu.Uyanınca:
"Şu anda rüyamda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm. Bana: "Akşam yanımızda
iftarını yapacaksın" buyurdu" dedi.
O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali (radıyallâhu anh) hutbe okumak üzere kalktı. Hamd ü senâdan
sonra:
"Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler
hepimizin fıtnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret
gerekecek." Devamla dedi ki:
"Allah bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan
nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise Allah'tan korkun, aranızdaki meseleleri halledin."
Hz. Ali (radıyallâhu anh) bunları söyleyip minberden indi ve beytü'l-maldan arta kalan servete
yönelerek Müslümanlar arasında taksim etti."
Rezîn ilâvesidir, kaynağı bulunamamıştır.
1718 - Hasan Basrî (rahimehullah) hazretleri anlatıyor:
"Hasan İbnu Ali, vallahi Hz. Muâviye (radıyallâhu anhümâ)'yi dağlar gibi büyük askerî
birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr İbnu'1-As, Hz. Muâuiye ye:
"Ben vallahi, öyle askerî birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfıyetçe)
akrân olan birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler" dedi. Muâviye de Amr (radıyallâhu anh)'a
-ki vallahi Hz. Muâviye bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi:
"Ey Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler
Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin bakımını
benim adıma üzerine alacak?"
Sulh yapmak için, Kureyş'in Benî Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman İbnu
Semüre ve Abdullah İbnu Âmir'i, Hz. Hasan (radıyallâhu anh)'a gönderdi. Bunlara:
"Haydi, şu zâta gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi) söyleyin. (Hilâfet arzusundan
vazgeçmesini) taleb edin, (buna mukabil ne isterlerse) verin!" dedi. Bunlar Hz. Hasan
(radıyallâhu anh)'ın yanına gidip, huzuruna çıktılar. (Hz. Muâviye'nin tenbihine uygun olarak)
konuştular. (Hilâfeti Hz. Muâviyeye bırakması halinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hz.
Hasan (radıyallâhu anh) onlara:
"Bizler Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Beytu'l-maldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç
karşısında mal için) kanını isrâf etmeye başladı. (Beytu'1-maldan bize ayrılacak hisse nedir?)"
dedi. Onlar:
"Hz. Muâviye size şunları teklif ediyor, hilâfetten vazgeçmenizi taleb ediyor, mukabilinde ne
istediğinizi soruyor" dediler. Hz. Hasan (radıyallahu anh):
"Sizin bu vaadlerinizi bize kim tekeffül edecek?" dedi. Elçiler:
"Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!" dediler. Hz. Hasan her ne talebte bulundu ise
hepsine:
"Biz tekeffül ediyoruz!" diyerek teminat verdiler. Böylece Hz. Hasan, Hz. Muâviye
(radıyallâhu anhümâ) ile sulh yaptı.
Hasan Basrî demiştir ki:
"Ben Ebû Bekir (radıyallâhu anh)'i işittim şöyle demişti: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı minberde gördüm, yanında Hz.Hasan İbnu Ali vardı. Bâzan halka yöneliyor,
bazan Hasan'a yöneliyor ve: "Şu oğlum, seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam
Müslüman orduyu sulha kavuşturacak" diyordu."
Buhârî, Sulh 9, Menâkıb 25, Fedailu'l-Ashâb 22, Fiten 20.
İRTİDAD VE YOL KESME HADDİ
________________________________________
1557 - Zeyd İbnu Eslem (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Dinini değiştirenin boynunu vurun."
İmam Mâlik, bu hadisi Muvaffa'da Akdiye 15, (2, 736)kaydeder ve hadis hakkında şu
açıklamayı sunar: "Bu hadisin mânası şudur: "Her kim İslâm'dan çıkarak zındıklık ve benzeri
bir dine girecek olursa, kendisine galebe çalındığı takdirde öldürülür. Öyle birine tevbe teklif
edilmez. Zîra gerçekten tevbe edip etmediği bilinemez. Çünkü bunlar (galebeden önce)
küfürlerini gizleyip, Müslüman olduklarını ilan ediyorlardı. Ben, böylelerinin küfrü, delille
sübut bulduğu takdirde tevbe etmeye çağırılmalarını uygun bulmam, (tevbe etse de kabul
edilmemeli)." Devamla der ki: "Bizim nezdimizde, esas olan şudur: "Bir kimse irtidad ederse
tevbeye çağırılır, (kendisine galebe çalınmazdan önce) tevbe ederse (hayatı bağışlanır), aksi
takdirde öldürülür."
İmam Mâlik devamla der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın:"Dinini terkedeni
öldürün" hadisinin mânası: "Kim İslâm'dan çıkıp bir başka dine geçerse" demektir. "İslâm'dan
başka bir dinden çıkarak bir diğer dine geçerse..." demek değildir. Sözgelimi Yahudiliği
terkederek Hıristiyanlığa veya Mecusiliğe geçen kastedilmemiştir. Binaenaleyh ehl-i
zimmeden herhangi biri böyle bir din değiştirmesi yapacak olsa ne tevbeye çağırılır, ne de
öldürülür."
1558 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Âbdullah İbnu Sa'd İbni Ebi s-Sarh Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e kâtiplik yapıyordu. Şeytan ayağını kaydırdı; adam
irtidâd ederek kâfırlere sığındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih günü, onun
öldürülmesini emretti. Ancak, Hz. Osman (radıyallahu anh) onu himayesi altına aldı.
Resûlullah da bu himayeyi tanıdı."
Ebu Dâvud, Hudud 1, (4358); Nesâî, Tahrimu'd-Dem 15, (7,107).
Bu hadis Tefsir bölümünde, Nahl süresinin tefsiri sırasında Nesâî rivayeti olarak daha uzun
bir hadiste geçmiştir.
1559 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gelip:
Ey Allah'ın Resûlü! Biz hayvancılıkla uğraşıp sütle beslenen (çöl) insanlarıyız, (çift-çubukla
uğraşan) köylüler değiliz" dediler. Bu sözleriyle, Medine'nin havasının kendilerine iyi
gelmediğini ifàde ettiler. Resûlullah, onlara (hazineye ait) develerin ve çobanın (bulunduğu
yeri) tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve bevillerinden
içmelerini söyledi. Gittiler, Harra bölgesine varınca, İslâm'dan irtidâd ettiler. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın çobanını da öldürüp develeri sürdüler. Haber, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e
ulaştı.
Resûlullah, derhal arkadaşlarından takipçi çıkardı (yakalanıp getirildiler). Gözlerinin
oyulmasını, ellerinin kesilmesini ve Harra'nın bir kenarına atılmalarını ve o şekilde ölüme
terkedilmelerini emretti. "
Buhârî, Muhâribin 16,17,18, Diyât 22, Vudü 66, Zekât 68, Cihâd 152, Megâzî 36, Tefsir,
Mâide 5, Tıbb 5, 6, 29; Müslim, Kasâme 9, (1671); Tirmizî, Tahâret 55, (72), Et'ime 38,
(1846); Ebü Dâvud, Hudud 3, (4364-4371); Nesâî, Tahrimu'd-Dem 7, (7, 93-98); İbnu Mâce,
Hudud 20, (2578).
1560 - Ebu'z-Zinad (merhum) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) develerini
çalanların (el ve ayaklarını) kestiği, gözlerini de ateşle oyduğu zaman, Allah zülcelal
hazretleri, Hz. Peygamber'i itab etti ve mesele üzerine şu âyeti inzal buyurdu: "Allah ve
Resûlü'ne harp açanların cezası..:" (Maide 33).
Ebu Dâvud, Hudud 3, (4370); Nesâî, Tahrîmu'd-Dem 7, (7,100).
ZİNÂ HADDİYLE İLGİLİ HÜKÜMLER
1561 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe
verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na
Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve
ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti,
ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince,
bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve)
Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın
ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb–t bulduğu
takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle
söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek
olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."
Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim,
Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud,
Hudud 23, (4418).
1562 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'inde:
"Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört şahid getirin. Eğer şehâdet
ederlerse onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar. kendilerini
evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilattan menedin)" buyurdu. (Nisa 15).
Cenab-ı Hakk, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla
birlikte ele alarak şöyle demiştir: "Sizler-den fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak)
eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin.
çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir" (Nisa 16). Cenab-ı Hakk bu âyeti,
celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: "Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine
yüzer deynek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini
tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına (bu
cezalarına) şahid olsun" (Nur 2). Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi
emreden) vahiy bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki
kaldı."
Ebu Dâvud, Hudud 23, (4413).
Bu rivayetin "...yüzer deynek vurun"ibaresine kadar olan kısım Ebu Dâvud'a aittir,
mütebakisini Rezîn ilâve etmiştir.
1563 - Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh): "Ey
Allah'ın Resûlü, ne buyurursunuz, zevcemi bir erkekle yakalarsam dört şahid getirmek için
bekleyecek miyim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"-Evet bekleyeceksin!" dedi."
Müslim, Liân 14, (1498); Muvatta,Hudud 7, (2,823); Ebu Dâvud, Diyât 12, (4532, 4533).
Müslim ve Ebû Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Bir adam, karısının yanında bir yabancı
yakalasa onu öldürebilir mi ne dersiniz?" diye sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır!" deyince, Sa'd: "Bilakis evet! Seni hak dinle şereflendiren Allah'a yemin ederim,
fırsatı yakalarsam ondan önce kılıncımı işletirim" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Efendinizin ne söylediğine bakın!" buyurur.
1564 - Ebu Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anhümâ) şunu anlattılar: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a muhsan olmayan câriye zinâ yaparsa ne gerekir? diye sorulmuştu,
şöyle cevap verdi:
"- Câriye zinâ yaparsa ona celde uygulayın, yine zinâ yaparsa yine celde uygulayın, yine zinâ
yaparsa yine celde uygulayın ve sonra onu (kıldan mamul âdi) bir ipe mukabil de olsa satın
gitsin."
Buhârî, Büyû 66,110,17; Müslim, Hudud 30, (1703);Muvatta, Hudud 14, (826); Tirmizî,
Hudud 13, (1440);Ebu Dâvud, Hudud 33, (4469, 4470, 4471).
Bir rivayette: "(Efendisi) ona celde tatbik etsin, bir de ayıplamasın" denmiştir.
1565 - Ebu Abdirrahmân es-Sülemî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.Ali (radıyallahu anh)
hutbede şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kölelerinize -ister muhsan olsunlar, ister olmasınlar-
haddleri tatbik edin. Zîra, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bir cariyesi zinâ
yapmıştı, ona celde tatbik etmemi emretti. (Dövmek üzere) yanına geldim. Yeni nifas
olmuştu. Döversem öldürürüm diye korktum. Durumu Resûlullah'a arzettim. Bana: " İyi
yapmışsın, iyileşinceye kadar ona dokunma" dedi."
Müslim, Hudud 34, (1075); Tirmizî, Hudud 13, (1441); Ebu Dâvud, Hudud 34, (4473).
1566 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hür
kimseye terettüp eden haddin bölünebilen çeşidinin yarısını köleye hükmetti. Sözgelimi zinâ
yapan bâkirenin haddi, iftira (gazf) haddi ve şürbü'l-hamr (içki) haddi böyledir. (Bunlar
bölünebilen haddlerdir, köleye hep yarısı tatbik edilir).
Rezîn ilavesidir.
1567 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hazretlerinden rivayete göre: Câriyelerinden birine
hadd tatbik etmiş, bu maksadla ayaklarına ve bacaklarına vurmaya başlamıştı. Bunu gören
Sâlim (rahimehullah) kendisine:
"- (Sen niye böyle yapıyorsun?) Cenab-ı Hakk'ın "Bunlara Allah'ın dinini tatbik hususunda
acıyacağınız tutmasın..:" (Nur 2) sözü nerede kaldı?" der. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ) de:
"- Beni ona şefkatli davranıyor mu buldun? Her halde Cenab-ı Hakk onu öldürmemi
emretmedi" cevabını verir.
Rezîn ilavesidir.
1568 - Vâil İbnu Hucr İbni Rebîa (radıyallahu anh) anlatıyor; "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir
erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın bağırdı, adam ise sıvıştı gitti.
(Çığlığı üzerine) kadına bir erkek uğramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana
böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlara da anlatıp:
"Bir adam bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği
kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın:
"- Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanına
götürdüler. Resûlullah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan
kimse kalkıp:
"- Ey Allah'ın Resûlü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kadına:
" Git. Allah günahlarını affetti" dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler
söyleyip (gönlünü aldı). Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi.
Sonra Resûlullah şunu söyledi:
" Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul
edilirdi."
Tirmizî, şu ziyadede bulunmuştur: "Vâil (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in kadına mehir takdir edip etmediğini zikretmedi."
Tirmizî, Hudud 22, (1452); Ebû Dâvud, Hudud 7, (4379).
1569 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan deli bir
kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine
hükmetti. Kadına Hz. Ali (radıyallahu anh) uğradı. (Hazırlığı görünce):
"- Bunun hâli nedir?" diye sordu. Kendisine: "Falanca kabileden deli bir kadındır, zinâ
yapmıştır. Hz. Ömer (radıyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali
(radıyallahu anh):
"- Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp:
"- Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıklarından sorum1u değildirler): Büluğa
erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu
bîçare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı
sırasında tecevüz etmiştir" dedi."
Ebu Davud Hudud 16. (4399.4400. 4401. 4402).
1570 - Habib İbnu Salim (rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir
adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Küfe emîri Nu'man İbnu Beşir
(radıyallahu anh)'e götürüldü.
"- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüyle hükmedeceğim:
Eğer zevcen, câriyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse
recmedileceksin.."
Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emîr yüz deynek vurdu."
Tirmizî, Hudud 21, (1451); Ebu Dâvud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesâî, Nikâh 70, (6,124);
İbnu Mlâce, Hudud 8, (2551).
1571 - Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: "Eğer, adam
câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini
borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir
mislini borçlanır."
Ebu Dâvud, Hudud 28, (4460, 4461); Nesâî, Nikâh 70, (1,124); İbnu Mâce, Hudud 8, (2553).
1572 - Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Dayım Ebu Bürde İbnu Niyâr -
beraberinde bir bayrak olduğu halde- bana uğradı. Kendisine nereye gideceğini sordum.
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana babasının hanımıyla evlenen bir adamın kellesini
getirmemi (ve malına da el koymamı) emretti, Ona gidiyorum" diye Cevap verdi."
Tirmizî, Ahkâm 25, (1362); Ebu Dâvud, Hudud:27, (4456, 4457); Nesâî, Nikâh 58, (6,109-
110); İbnu Mâce, Hudud 35, (2607).
1573 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle emretti: "Kim, nikâhı haram olan bir akrabasına cinsî temasta bulunursa -veya şöyle
demişti; kim haram yakını ile evlenirse- onu öldürün."
1574 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali
(radıyallahu anh)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir
kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu.
"Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub
(burulmuş) ve tenâsül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e haber verdi. Resûlullah, onu, davranışı sebebiyle
takdir etti."
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Şahid, gâibin
görmediğini görür" buyurdu".
Müslim, Tevbe 59, (2771).
1575 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek ismini de verdiği bir kadınla zinâ yaptığını itiraf etti. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kadına adam göndererek meseleyi sordurdu. Kadın, zinâ ettiğini
inkâr etti. Bunun üzerine, adama hadd celdesi tatbik etti, kadına dokunmadı."
Ebu Dâvud, Hudud 31, (4466).
1576 - İbnu Abbâs hazretleri (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bekr İbnu Leys kabilesinden
bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek, bir kadınla (itiraf ederek) dört kere
zinâ yaptığını söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona yüz sopa vurulmasına
hükmetti. Zîra adam bekârdı. Sonra, kadın aleyhine beyyine sordu. Kadın:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Vallahi yalan söylüyor" dedi. bunun üzerine, Resûlullah, adamı iftira
(kazf) haddine, yani seksen sopaya mahkum etti."
Ebu Dâvud, Hudud 31, (4467).
RESÛLULLAH'IN HADD TATBİK ETTİKLERİ KİMSELER
1577 - Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm)'a, Mâiz
İbnu Mâlik el-Eslemî (radıyallâhu anh) gelerek:
"- Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni
istiyorum" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu reddetti (geri çevirip meselenin
üzerine gitmedi). Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine:
"- Ey Allah'ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!" diye ikinci sefer itirafta bulundu.
Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adamın kavmine birisini
yollayarak:
"Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız
mı?"diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber:
"Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl (ve feraset) sahibi
biliyoruz" dediler. Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne
aklında bir kusur olmadığını söylediler.
Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve
taşlandı.
Râvi der ki: Gâmidiye adında bir kadın da gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek
istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hamileyim de!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel" dedi. Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir
beze sarılmış olarak çocukla geldi.
"İşte çocuk, doğurdum!" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu. Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince
çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı.
"Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi" dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir
çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra
halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (radıyallâhu anh) elinde bir taş
ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince:
"Ey Hâlid ağır ol!" dedi ve ilâve etti:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki,
şâyet alış-verişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine
yeterdi !"
Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi."
Müslim, Hudud 22, (1695); Ebü Dâvud, Hudud 24, 25, (4434, 4441).
1578 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ
yapmış olan bir kimse için celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan
olduğu bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedildi."
Ebü Dâvud, Hudud 24, (4438, 4439).
1579 - İmrân İbnu'l-Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a Cüheyneli, zinâdan hamile kalmış bir kadın geldi ve:
"- Ey Allah'ın Resûlü! Ben bir hadd cürmü işledim, cezasını bana tatbik et" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da kadının velisini çağırıp:
" Buna iyi muamelede bulunun. Çocuğu doğurunca kadını bana getirin!" buyurdu. Velisi öyle
yaptı. (Doğumdan sonra gelince) Resûlullah kadının elbisesini üzerine bağlamalarını emretti.
Sonra taşlamalarını söyledi ve taşlandı. Üzerine cenaze namazı kıldırdı. (Bunu gören) Hz.
Ömer:
"- Bu zâniye kadına namaz mı kıldırıyorsun?" dedi. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz:
" Bu öyle bir tevbe yaptı ki, onun tevbesi Medine ahalisinden yetmiş kişiye taksim edilseydi
onların hepsini rahmete bandırırdı. Sen Allah için canını vermekten daha efdâl bir amel
biliyor musun?" diye cevap verdi."
Müslim, Hudud 24, (1696); Tirmizî,Hudud 9, (1435); Ebü Dâvud, Hudud 25, (4440, 4441);
Nesâî, Cenâiz 64, (4, 63).
1580 - Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir
bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:
"- Ey Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi.
Bundan daha fakih olan bir diğeri de:
"- Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu
vesselam Efendimiz:
" Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam:
"- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler.
Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim
adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın
karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde
hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl
sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi:
" Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!"
Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın
recmedildi."
Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3,
Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6,
(2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240,
241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549).
1581 - İmam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (radıyallâhu anh)'a evliliğinin
altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali
(radıyallâhu anh):
"- Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de "(İnsanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi
(müddeti) otuz ay. dır..:" (Âhkâf 15) buyuruyor. Keza bir başka âyette de: "Anneler
çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir.."(
Bakara 233) buyurmaktadır. Bu durumda hamilelik müddeti altı aydır." Bu açıklama üzerine
Hz.Osman (radıyallahu anh) kadının geri gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş
bulundu."
Muvatta, Hudud 11 (2, 825).
1582 - Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ebî Evfâ (radıyallâhu anh)'ya:
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hiç recm tatbik etti mi?" diye sordum. Bana: "Evet!"
cevabını verdi. Ben tekrar:
"- Nür süresinin nüzülünden önce mi, sonra mı?" diye sordum. "Bilmiyor'um!" dedi."
Buhârî, Hudud, 21, 37; Müslim, Hudud 29, (1702).
1583 - Şa'bî (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını remettiği zaman onu
perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü)
ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim."
Buhârî, Hudud 21.
1584 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yahudilerden bir kadınla bir erkek zinâ
yaptılar. Birbirlerine: "Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafıfletmeler getiren bir
peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü
kendimize delil kılarız ve: "Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalar(la amel
ettik, hevamıza uymadık) deriz" dediler.
Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gelerek:
"- Ey Ebü'1-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?" dediler. O, onlara
tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak:
"-Hz. Musa (aleyhisselâm)'ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina
yapacak olursa bunun Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu.
"- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır."
-Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu
halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba
katılmayap) susmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun suskunluğunu görünce
sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: "Madem ki sen bize Allah'ın adına yemin veriyorsun
(gerçeği söyleyeceğim): "Biz Tevrat'ta recm emrini görüyoruz" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"- Allah'ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi:
"- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi.
Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın
kavmi buna mani olup:
"- Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsaade
etmeyeceğiz!" dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh
yaptılar.
(Bu açıklama üzerine) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Ben Tevrat'taki âyetle hükmediyorum!" dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve
recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: "Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında
nazil olmuştur:
"Şüphesiz ki Tevrat'ı biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah'a)
teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri, Yahudilere ait (dâvalarda) onunla hükmederlerdi..."
(Maide 44). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlardan biri idi."
Ebû Dâvud, Hudud 26, (4450, 4451).
1585 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını söylediler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlara:
" Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar:
"- Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız" dediler. Abdullah İbnu Selam (radıyallâhu anh):
"- Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat'taki cezası recmdir" dedi. Hemen Tevrat'ı getirip
açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra,
âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını
okumaya devam etti. Abdullah İlbnu Selam (radıyallâhu anh) müdahale edip:
"- Kaldır elini!" dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine:
"- Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm âyeti mevcuttur!" dediler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve
recmedildiler."
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) der ki: "Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının
üzerine eğildiğini gördüm."
Buhârî, Hudud 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6, İ'tisâm 16, Tevhid 51;
Müslim, Hudud 26, (1699); Muvatta, Hudud 1, (2, 819); Tirmizî, Hudud 10; Ebü Dâvud,
Hudud 26, (4446, 4449).
LİVATA (Homoseksualite) VE HAYVANA TEMASININ HADDİ
1586 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ülü de
öldürün."
Tirmizî, Hudud 24, (1456); Ebü Dâvud, Hudud 29, (4462, 4463).
Tirmizî, Ebü Hüreyre'nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu belirtir. Ebü Dâvud'da İbnu
Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'tarı yapılan bir rivâyette: "Livata yaparken yakalanan bekâr (yani
muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir.
1587 - Yine İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'ın rivâyetine göre, Hz. Ali, livata yapan çifti
yaktırmıştır. Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır."
Rezîn ilavesidir.
1588 - Hz.Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Lüt kavminin iğrenç fiilini işleyen kimse mel'ündur."
Rezin ilavesidir. (Münzir'de kaydedilen uzunca bir hadisin parçasıdır).
1589 - Hz.Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ümmetim
için en ziyade korktuğum şey Lüt kavminin amelidir" buyurdular."
Tirmizî, Hudud 24, (1457); İbnu M ce, Hudud 12, (2563).
1590 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kadına dübüründen temas eden mel'undur" buyurdular."
Ebû Dâvud, Nikâh 46, (21.62).
1591 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allahu Teâla hazretleri, erkeğe temas eden veya kadınlara arka uzvundan
temas eden erkeğe (kıyamet günü rahmet nazarıyla) bakmaz."
Tirmizî Radâ 12, (1165).
1592 - Yine İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim bir hayvana temas ederse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün"buyurdu.
İbnu Abbâs'a: "Hayvanın günahı ne (o niçin öldürülsün?)" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "(Bu
hususta Resûlullah'tan bir şey işitmedim). Tahminimce eti yenmesin veya ondan istifade
edilmesin diyedir. Zîra ona, bu muamele yapılmıştır."
Ebû Dâvud, Hudud 30, (4464); Tirmizî, Hudud 23, (1454).
Ebü Dâvud ve Tirmizî'de şu rivâyet de gelmiştir: "Hayvana temas edene bir hadd takdir
edilmemiştir."
KAZF (İFTİRA) HADDİ
1593 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Maruz kaldığım iftiradan beni temize çıkaran
vahiy indiği zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) minbere çıkıp, durumu hatırlattı ve
ilgili âyeti (Nur 11-23) tilavet buyurdu. Minberden inince iki erkek ve bir kadına kazf haddi
vurulmasını emretti. Ve derhal icra edildi. Burada hadd icra edilen şahıslar Hassân İbnu Sâbit,
Mistah İbnu Üsâse ve Hamnâ Bintu Cahş (radıyallâhu anhüm) idi."
Ebü Dâvud, Hudud 35, (4474, 4475).
1594 - Ebû'z-Zinâd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ömer İbnu Abdilaziz (radıyallâhu anh) iftira
sebebiyle bir köleye seksen sopa vurdu. Ebû'z-Zinâd der ki: "Bu hüküm hakkında, Abdullah
İbnu Âmir İbni Rebîa'ya sordum. Bana şu cevabı verdi:
"- Ben, Osman İbnu Affân ve arkadan gelen diğer halifelerin zamanlarına yetiştim, hiç
birisinin iftira sebebiyle köleye kırktan fazla vurduğunu görmedim."
Muvatta, Hudud 17, (2, 828).
1595 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir insan diğer bir insana: "Ey Yahudi" diye hitab edecek olursa ona yirmi
sopa vurun. "Ey muhannes (kadınlaşmış)" diyecek olursa yine o kadar ceza verin. Nikâhı
haram olan birine, bunu bilerek muvakaa (aşk-ı memnû) yaparsa öldürün."
Tirmizî, Hudûd 28, (1462).
HADD-İ SİRKAT (HIRSIZLIK HADDİ)
1596 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında,
hırsızın eli, bir deri kalkanın değerinden daha düşük bir eşya için kesilmezdi. Kalkan, türs
veya hacefe diye iki çeşitti, ikisinin de belli bir değeri vardı."
Buhârî, Hudud 13; Müslim, Hudud 5, (1684); Muvatta, Hudud 24, (2, 832); Tirmizî, Hudud
16, (1445); Ebü Dâvud, Hudud 11, (4383); Nesâî, Sârik 9, (8, 77-81).
1597 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üç
dirhem kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti."
Buhârî, Hudud 13, Müslim, Hudud 6, (1684); Muvatta, Hudud 24, (2, 832); Tirmizî, Hudud
16, (1445); Ebü Dâvud, Hudud 11, (4484); Nesâî, Sârik 9, (8,77-82).
1598 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdular: "Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp da eli kesilen hırsıza
lânet etsin."
A'meş der ki: "Buradaki yumurtadan maksadın demir topağı olduğu, bazı iplerin de üç ve
daha fazla dirhem ettiği kanaatinde idiler."
Buhârî, Hudud 13, 7; Müslim, Hudud ?, (1687); Nesâî, Sârik 1, (7, 65).
1599 - Ümeyye el-Mahzûmî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a bir hırsız getirildi. Suçunu itiraf etmişti. Ancak çaldığı eşya beraberinde
bulunmadı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (hadden kurtarmak maksadıyla): "Senin
çaldığını zannetmiyorum"dedi. Hırsız: "Hayır çaldım" diye te'yid etti. (Resûlullah) sözlerini
aynı şekilde iki veya üç kere tekrar etti.
Sonunda, elinin kesilmesini emretti ve kesildi. Sonra hırsız Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a getirildi. Efendimiz:
" Allah tevbe ve istiğfarda bulun!" diye nasihat etti. Adamcağız:
"- Allah'a tevbe ediyor, O'ndan mağfiret diliyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da:
" Allahım, onu mağfiret et!"diyerek üç kere duada bulundu."
Ebû Dâvud, Hudud 8, (4380); Nesâî, Sârik 3, (8, 67).
1600 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu
Kureyşlileri fazlasıyla üzdü.
"- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde kim müessir bir şefaatte
bulunabilir?" diye adam aradılar.
"- Bu işe, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd
(radıyallâhu anhümâ) cür'et edebilir" dediler. Üsâme (huzura çıkarak), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz:
"Allah'ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun?" diye çıkıştı. Sonra
kalkıp cemaate şu hitabede bulundu:
" Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu
terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd
tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka
onun da elini keserdim."
Buhârî, Hudud 11, 12, 14, Şehâdat 8, Enbiyâ 50, Fedâilu'1-Ashâb 18, Megâzî 52; Müslim,
Hudud 8, 1688; Tirmizî, Hudud 9, (1430); Ebü Dâvud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesâî, Sârik 5,
(8, 74, 75).
Ebü Dâvud ve Nesâî'nin, İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'den kaydettikleri bir rivâyette şöyle
denmiştir: "Mahzum kabilesinden bir kadın, mal istiâre ederdi."
Nesâî'de şu ziyade mevcuttur: "Mahzumlu kadın (tanınmış komşularının) diliyle bazı malları
âriyet olarak almıştı."
1601 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a dalındaki meyveden sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"- İhtiyaç sahibi olmak kaydıyla, eteğine almaksızın, sadece yiyene bir Şey gerekmez."
Tirmizî, Büyû 54, (1289); Ebû Dâvud, Hudud 12, (4390); Nesâî, Sârik 11-12, (8, 84-86).
Ebû Dâvud ve Nesâî'de şu ziyade mevcuttur: "Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse,
aldığının bedelini. iki katıyla borçlanır ve ayrıca ceza da çeker. Kim de kurutma yerine
getirilmiş olan meyveden bir şeyler çalar ve bunun miktarı da bir kalkanın değerine ulaşırsa
kolunun kesilmesi gerekir. Kim de bu miktardan az çalarsa aldığı miktarın iki misli borç öder
ve ayrıca ceza çeker."
Nesâî'de şu ziyade vardır: "Meradan çalınan koyun için el kesilmez. Eğer bu hayvan ağılda
idiyse kalkan değerinde olanı için el kesilir.
1602 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Hurma özü için, ağacın başındaki meyve için, dağda otlayan (ağıla girmemiş) koyun için,
ihanet edilen emânet için, yağmalanılan için, kapıp kaçırılan için el kesilmez."
Rezin ilavesidir.
1603 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm)'a bir hırsız
getirilmişti.
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam sadece çaldı" denildi. Bunun üzerine
"-Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi.
Yine:
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dendi. Bunun üzerine
"-Öyleyse kesinl" dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık
yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine :
"-(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler.
"-Öldürün onu !" buyurdu. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine
"-(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getiririldi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Öldürün onu" diye emretti. Hz. Câbir (radıyallâhu anh) der ki: "Adamı götürüp öldürdük.
Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık. Üzerini de taşla doldurduk."
Ebû Dâvud, Hudud 20, (4410); Nesâî, Sârik 15, (890, 91)
1604 - Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûllah (aleyhissalâtu vesselâm): "Köle
hırsızlık yaparsa, onu bir mangıra da olsa satın gitsin"' buyurdular."
Ebû Dâvud, Hudud 22, (4412); Nesâî, Sârik 16, (8,91).
1605 - Ezher İbnu Abdillah el-Harâzî anlatıyor: "(Yemenli) Kelâ' kabilesinden bir grubun
malı çalındı. Bunlar, bir kısım dokumacıları itham ettiler. Dokumacıları alarak Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselam)'in ashabından olan Nu'mân İbnu Beşîr'e getirdiler. Nu'mân onları bir
kaç gün hapsetti, sonra salıverdi. (Şikâyetçiler), Nu'mân'a gelip: "Sen onları dayaksız, azarsız
salıverdin, olur mu?" dediler. Nu'mân onlara:
"-Ne istiyorsunuz? Onları dövmemi istiyorsanız döverim. Malınız çıkarsa alırsınız. Ama
dövdüğüm halde malınız çıkmazsa, onlara vurduğum kadar da size vururum" dedi.
"-Yani hükmün bu mu?" dediler. Nu'mân (radıyallâhu anh):
"-(Hayır bu benim değil), Allah ve Resûlü'nün (aleyhissalâtu vesselâm)ın hükmüdür"'
cevabını verdi."
Ebû Dâvud, Hudud 10, (4382); Nesâî, Sârik 2, (8, 66).
1606 - Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) beni çağırarak;
"-İnsanlara (kitleler halinde) ölüm gelip, ev, yani kabir köle mukabilinde temin edilince halin
ne olacak ?" buyurdu. Ben:
"-Allah ve Resûlü bilir- veya Allah ve Resûlü benim için neyi (uygun bulup) seçerlerse olur-"
diye cevap verdim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"-Sana sabır tavsiye ederim -veya sabret-" buyurdu."
Hammâd der ki: "Nebbâşın (yani mezarları açarak kefenleri çalanların) eli kesilmelidir" diye
hükmedenler bu hadisle amel ettiler. Çünkü, nebbâş ölünün evine girmiş olmaktadır".
Ebü Dâvud, Hudud 19 (4409).
1607 - Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesslâm) :"Hırsız, kendisine hadd tatbik edildi ise borçlandırılamaz" buyurdu".
Nesâî, Sârik 17 (8, 93).
1608 - Üseyd İbnu Hudayr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle hükmetti: "Kişi çalınan malını, hırsızlık ittihamı yapılmayan kimsenin elinde görünce
dilerse malını hırsıza ödemiş olduğu bedeli ona ödeyerek alır, dilerse, hırsızın peşine düşer".
Hz. Ebü Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallâhu anhüm) böyle hükmettiler."
Nesâî, Büyu' 96 (7,313).
1609 - Cünâde İbnu Ümeyye'den rivâyete göre, Büsr İbnu Ertât (radıyallâhu anh) demiştir ki:
"Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm)'ı dinledim: "Seferde eller kesilmez" diyordu." Tirmizî
deki rivâyette "gazvede. . ." denmiştir.
Tirmizî, Hudud 20, (1450), Ebû Dâvud, Hudud 18, (4408); Nesâî, Sârik 16,(8,91).
1610 - Şâ'bî (rahimehullah) anlatıyor: "İki kişi, üçüncü bir şahsın hırsızlık yaptığına dair
şahitlikte bulundular. Bunun üzerine Hz. Ali (radıyallâhu anh) adamın kolunu kesti. Bu iki
kişi gidip bir müddet sonra diğer bir adamı getirip: "Biz hata etmişiz, hırsızlığı yapan o
değilmiş (bu imiş)" dediler. Hz. Ali (radıyallâhu anh) bunların şahidliğini iptal ederek
(getirdikleri bu şahıs aleyhinde kabul etmedi. Ayrıca) onlara, önceki adamın diyetini yükledi
ve: "Bilsem ki siz bu işi bilerek yaptınız, kollarınızı keserdim" dedi".
Buharî, Diyât 21 (Bab başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir).
HADDÜ'L-HAMR
1611 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm), hamr için,
hurma dalları ve nalınlarla hadd vurdu. Hz. Ebu Bekir radıyallâhu anh kırk darbe le hadd
vurdu".
Buharî, Hudud 2, 4; Müslim, Hudud 37, (1706); Tirmizî, Hudud 13, (1343); Ebû Dâvud,
Hudud 26, (4479).
1612 - Sevr İbnu Zeyd el-Dîlî anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh), hamr için uygulanması
gereken haddin miktarı hususunda (Ashabla) istişarede bulundu. Hz. Ali (radıyallâhu anh):
"Seksen sopa vurulmasını uygun görüyorum" dedi. Çünkü kişi, içince sarhoş olur, sarhoş
olunca hezeyana düşer (saçmalar), hezeyana düştü mü iftira atar. (İftiranın cezası ise 80
sopadır). Böylece Hz. Ömer (radıyallâhu anh) içki içenler için haddi 80 sopa takdir etti."
Muvatta, Eşribe 2, (2, 842).
1613 - Abdurrahman İbnu Ezher (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Huneyn'de iken Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e Şarap için bir adam getirildi. Resûlullah (tahkiren) yüzüne toprak
saçtı. Sonra Ashab'a emretti, ayakkabılarıyla ve ellerinde bulunan (deynek, çubuk vs) başka
şeylerle adama "Yeter, çekin ellerinizi" deyinceye. kadar vurdular. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)ın vefatından sonra Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) de içki içenlere kırk darbe
vurdurdu. Arkadan Hz. Ömer (radıyallâhu anh) de halifeliğinin başlangıcında kırk sopa
vurdurmaya devam etti. Ancak, hilâfetinin sonunda (insanlar azıp fısk artınca) seksen sopa
vurdurdu.
Hz. Osman (radıyallâhu anh) ise iki kere hadd uyguladı: Birini kırk diğerini seksen yaptı. Hz.
Osman'dan sonra Hz. Muaviye (radıyallâhu anh) haddi seksende sâbit kıldı."
Ebû Dâvud, Hudud 37, (4487, 4488).
1614 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "İçki haddi için, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kırk, Hz. Ebû Bekir kırk, Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) seksen sopa vurdular.
Hepsi de sünnettir. (Bu bana daha hoş geliyor)."
Müslim, Hudud 38, (1702); Ebû Dâvud, Hudud 36, (4480, 4481).
1615 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim (ısrarla) içki içerse dördüncü sefere kadar kamçılayın, sonra (devam
ederse) öldürün."
Ebû Dâvud, Hudud 37, (4482); Tirmizî, Hudud 15, (1444).
Ebû Dâvud'un, Kabîsa İbnu Züeyb (radıyallâhu anh)'den yaptığı bir rivâyette şöyle denmiştir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Şarap içmiş bir adam getirildi. Hemen celde yapıldı,
sonra tekrar getirildi, yine celde yapıldı, sonra tekrar getirildi, yine celde yapıldı, sonra tekrar
getirildi yine celde yapıldı ve öldürme kaldırıldı. Artık, ölüm cezası bir ruhsat olarak
kaldırılmıştı."
1616 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hamr
hususunda kesin bir hadd takdir etmedi. Bir adam içmiş, sarhoş olmuştu. Caddede yalpa
yaparken kendisine rastladı. Adamı hemen tutup Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
getirmek için harekete geçtiler. Adam, Abbâs (radıyallâhu anh)'ın evinin hizasına gelince
boşanıp kaçtı ve Abbâs'ın evine girerek ona iltica etti.Durum Resûlullah (aleyhisalâtu
vessalâm)'a anlatılmıştı, güldü ve:"Yani o,bunları (kaçma, girme ve iltica) yaptı mı?" dedi.
Hakkında her hangi bir emir vermedi."
Ebü Dâvud, Hudud, 36, (4476).
1617 - Umeyr İbnu Said en-Nehaî (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh)'yı
dinledim, şunu söylemişti: "Ben hadd vurduğum kimselerden biri ölecek olsa, içimde üzüntü
duymam, ancak içki sebebiyle hadd vurduğum ölürse onun üzüntüsünü hissederim. Çünkü o
ölecek olsa (yakınlarına) diyet öderim. Zîra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) içkinin
haddi ile ilgili (kesin bir miktarı) sünnet kılmadı. İçki haddiyle ilgili miktarı biz takdir ettik."
Buhârî, Hudud 4; Müslim, Hudud 38 (1707); Ebû Dâvud, Hudud 36, (4486).
1618 - İbnu Şihâb (rahimehullah)'a:
"- Köle içki içecek olursa ona tatbik edilecek haddin miktarı nedir?" diye sorulmuştu, şöyle
cevap verdi:
"- Bana ulaştığına göre, ona, hüre verilen cezanın yarısını uygulamak gerekir. Hz. Ömer, Hz.
Osman ve İbnu Ömer (radıyallâhu anhüm ecmain) içkide, kölelerine, hürlere tatbik ettikleri
haddin yarısını tatbi ederlerdi."
Muvatta, Eşribe 3, (2, 842).
1619 - Said İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah.) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh), içki
sebebiyle Rebîa İbnu Ümeyye'yi Hayber'e sürdü. Oradan kaçıp Herakliyus'a giderek
Hıristiyanlığa geçti. Hz. Ömer (radıyallâhu anh) bu hâdise üzerine: "Bundan böyle hiçbir
Müslümanı sürmeyeceğim" dedi.
Nesâî, Eşribe 47, (8, 319).
1620 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Lakabı Hımâr olan bir adam vardı. Bu zat
zaman zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı güldürürdü. Hz. Peygamber bu adamı, içki
sebebiyle dövdürmüştü. Bir gün yine içki suçuyla getirildi. Resûlullah emretti, celde
uygulandı. Cemaatten birisi: "Allah'ım şu adama lânet et! Kaç sefer içki sebebiyle getirildi,
bir türlü ıslah olmuyor)" diye beddua etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
" Ona lânet etmeyin. Allah'a yeminle söylüyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa o
da Allah ve Resûlü'nü (samimiyetle) sevmiş olmasıdır" buyurdu."
Buhârî, Hudud 5.
Ebû Dâvud'da, Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)'den kaydedilen bir rivâyette: "Böyle
söylemeyin, fakat şöyle deyin: "Ey Allahım, ona rahmet et, onun taksiratını affet!"
buyurmuştur.
HADDLERDE ŞEFAAT VE MÜSAMAHA HAKKINDA
1621 - Yahya İbnu Ebî Râşidin İbnu Ömer'den naklettiğine göre, İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işitmiştir: "Kim şefaat
ederek, Allah'ın haddlerinden birinin tatbik edilmesine mani olursa Aziz ve Celil olan Allah'a
muhalefet etmiş olur. Kim bilerek bâtı1 bir dâvayı kazanmaya çalışırsa ondan vazgeçinceye
kadar Allah kendisine buğzeder. Kim mü'mine onda olmayan bir kötülüğü nisbet ederse,
bundan tevbe edinceye kadar cehennemliklerin vücudlarından çıkan irinlerden hâsıl olan
çirkefin içine iskan eder. Kim haksız bir dâvaya yardımcı olursa, Allaah'ın gazabını kazanmış
olarak döner."
Ebü Dâvud, Akdiye 14, (3597, 3598).
1622 - Zübeyr İbnu'l-Avvâm (radıyallâhu anh)'ın anlattığnna göre, hırsızı yakalayıp sultana
götürmekte olan bir adama rastlar. Zübeyr adamı salıvermesi için lehinde şefaatte bulunur.
Adam: "Hayır, sultana ulaştırıncaya kadar onu salmam" der. Zübeyr (radıyallâhu anh) şu
açıklamayı yapar:
"Şefaat, sultana ulaşmadan önce caizdir. Sultana ulaştı mı, ondan sonra şefaat yapan da,
şefaati kabul eden de mel'undur."
Muvatta, Hudud 29, (2, 835).
1623 - Saffan İbnu Ümeyye (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Mescide uyumak üzere ridasını
yastık yaparak uzanmıştı. Uyurken bir hırsız gelip ridasını aldı. Ama Saffan (uyanarak) hırsızı
yakaladı, doğru Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e götürdü. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) derhal elinin kesilmesini emretti. Saffan:
"Ey Allah'ın Resûlü, ben bunu istememiştim, ridam ona sadaka olsun!" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Onu bana getirmezden önce niye yapmadın?" diyerek, teklif reddetti."
Ebû Dâvud, Hudud 14, (4394); Nesâî, Sârik 4, (8, 68); Muvatta, Hudud 28, (2, 834).
1624 - Hz. Aişe anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Elinizden geldikçe hadd
cezalarını Müslümanlardan defedin. (Muteber) bir özrü varsa hemen salıverin. Zîra imamın
yanlışlıkla affetmesi yanlışlıkla ceza vermesinden daha hayırlıdır."
Tirmizî, Hudud 2, (1424).
Ebû Dâvud'da yine Hz. Aişe'den gelen bir rivayette: "Hz. Peyganber (aleyhisalâtu vessalâm):
"İtibarlı kimsalerin hudud dışındaki zellelerinden vazgeçin" buyurmuştur."
Ebû Dâvud, Hudud, 4, (4375).
1625 - İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Eslem kabilesinden Hezzâl denen bir
adam, bir başkasını Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a zinâ isnad ederek şikâyet etti. Bu
hâdise:"Namuslu ve hür kadınlara (zinâ isnadıyla) iftira atan, sonra (bu babta) dört şahit
getirmeyen kimselerin her birine de seksen deynek vurun" (Nur 4) âyetinin nüzülündan önce
idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama: "Ey Hezzâl, onu ridân ile örtseydin, senin için
daha hayırlı idi" dedi."
Muvatta, Hudud 3, (2, 821); Ebû Dâvud, Hudud 6, (4377).
1626 - Hâni' İbnu Niyâr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah'ın haddlerinden bir hadd olmadıkça hiç kimse on kırbaçtan fazla dayağa mahkum
edilemez"buyurdu."
Buhârî, Hudud 42; Müslim, Hudud 40, (1708); Ebû Dâvud, Hudud 39, (4491); İbnu Mâce,
Hudud 32, (2601).
1627 - Hakîm İbnu Hizam (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
mescidde kısas infazını, şiir okunmasını ve haddlerin tatbik edilmesini yasakladı."
Ebü Dâvud, Hudud 38, (4490).
1628 - Ebû Ümâme İbnu Sehl İbni Huneyf, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ensârî bazı
sahabelerinden naklen anlatıyor: "Ensâr'dan bir adam hastalandı ve çöktü, öyleki bir kemik bir
deriye döndü. Bir ara Ashab'dan birine ait bir cariye hastanın yanına girmişti. Adam, ona
müncezib oldu ve temasta bulundu. Bu sırada, kavminden kendisine geçmiş olsun ziyaretine
gelenler oldu. Yaptığı işi onlara haber verdi ve:
"Benim için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorun, ben yanıma giren bir cariyeye
temasta bulundum" dedi. Durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlattılar ve
ilâveten:
"Hiç kimsede hastalığın bu derece şiddetlisini de görmedik. Adamı sana getirmeye kalksak
kemikleri kırılıp dağılacaktır, bir kemik bir deriden başka bir şey değil!" dediler. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Yüz tane hurma çubuğu alın, (bunları tek bir sopa halinde bağlayıp) adama bir kere vurun!"
diye emretti."
Ebû Dâvud, Hudud 34, (4472); Nesâî, Kudât 22, (8, 242); İbnu Mâce, Hudud,18, (2574).
1629 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim bir hadd cürmü işler de, cezası dünyada verilirse, Allah'ın adaleti kuluna âhirette
ikinci sefer ceza vermeye müsaade etmez. Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun
günahını örtmüş ve affetmiş ise, Allàh'ın keremi affettiği.şeyden dolayı ona dönüp ceza
vermeye müsaade etmez."
Tirmizî, İmân 11, (2628).
1630 - Yine Hz. Ali (radıyallâhu anh) arılatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: " Kalem üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilâm
oluncaya kadar çocuktan, aklı erinceye kadar mecnundan."
Ebû Dâvud, Hudud 16, (4398, 4403); Tirmizî, Hudud 7, (1423); Nesâî, Talâk 21, (6, 156);
Ebû Dâvud, diğer bir rivâyette şu ziyadeyi kaydetmiştir: ". .yaş sebebiyle aklı fesâda
uğrayandan. . ."
HADDLERİN TATBİKİ
6747 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah'ın had cezalarından birinin yerine getirilmesi Allah'ın beldelerinde kırk
gece yağan yağmurdan daha hayırlıdır."
6748 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kur'an'dan tek bir ayeti inkâr edenin boynunu vurmak helal olur. Kim "lâ
ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh ve enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu (Allah birdir,
ortağı yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir)" derse hiç kimsenin ona dokunma yetkisi
yoktur. Ancak, bir hadd suçu işlerse, ona cezası verilir."
6749 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Siz Allah'ın had cezalarını (akrabalık ve diğer hususlarda size) yakın olan
hakkında da uzak olan hakkında da tatbik edin. Allah'ın hükmünü uygulamaktan sizi hiçbir
ayıplayıcının ayıplaması alıkoymasın."
ŞÜPHE VARSA HAD UYGULANMAZ
6750 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Hadd cezasını defedebildiğiniz müddetçe defedin (suçun sübutunu zedeleyen delilleri
esas alarak uygulamaktan kaçının)."
6751 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim müslüman kardeşinin ayıbını örterse, Kıyamet günü Allah da onun
ayıbını örter. Kim de müslüman kardeşinin ayıbını açarsa Allah da onun ayıbını açıp evinin
içinde bile rezil eder."
HADD CEZASINA ŞEFAAT OLMAZ
6752 - Mes'ud İbnu'l-Esved radıyallahu anh anlatıyor: "(Fatıma isimli) kadın, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın evinden kadifeyi çalınca biz bunu büyük bir hadise olarak
değerlendirdik. Kadın Kureyş'ten (taşınmış) birisiydi. Lehinde konuşmak üzere Resûlullah'a
geldik: "Biz onun cezasına mukabil kırk okiyyelik fidye verelim" dedik. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Cezasını çekerek temizlenmesi onun için daha hayırlıdır" buyurdular. Biz
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sözündeki yumuşaklığı görünce, Üsâme'ye geldik ve:
"Git, kadın lehine Resûlullah'a konuş (da eli kesilmesin)" dedik. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm bu hali görünce (sertleşti ve) hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı, şöyle söyledi:
"Aziz ve celil olan Allah'ın cariyelerinden bir cariyeye terettüp eden Allah'ın haddlerinden
birini (tatbik etmemem için) üzerimde niye bu kadar ısrar ediyorsunuz? Muhammed'in nefsini
kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun! Eğer o kadının tenezzül ettiği şeye
(hırsızlığa) Muhammed'in kızı Fâtıma tenezzül etseydi Muhammed (hiç çekinmeden) onun
elini mutlaka keserdi."
KÖTÜLÜĞÜ ALENİ YAPAN
6753 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "(Zina suçu sebebiyle) herhangi birini şahitsiz olarak recmetseydim, falann
kadını recmederdim. Çünkü onun konuşmasından, vaziyetinden ve yanına girip çıkanlardan
dolayı ciddi bir şüphe hasıl olmuştur."
CARİYEYE HADD TATBİKİ
6754 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cariye zina ederse sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine
sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, sonra onu, (bu halini belirterek) bir örgü (ip)
bedeliyle de olsa satın!"
YAŞLI VE HASTAYA HADD GEREKİR
6755 - Said İbnu Sa'd İbnu Ubâde radıyallahu anhüma anlatıyor: "Evlerimiz arasında vücut
yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı. (Bir gün) mahallenin cariyelerinden biriyle kötü
vaziyette aniden yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa'd İbnu Ubâde durumunu Aleyhissalâtu
vesselâm'a duyurdu. "Yüz sopa vurun!" emrettiler. Halk: "Ey Allah'ın Resulü! 0 buna zayıftır,
buna dayanamaz, yüz sopa vurursak ölür!" dediler. Efendimiz: "Öyleyse, onun için yüz
saçaklı bir hurma dalı alın ve ona o dal ile bir kere vurun!" buyurdular."
MALINI MÜDAFAA EDERKEN ÖLEN ŞEHİTTİR
6756 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kimin malının yanına (gasbetmek veya çalmak için) gidilir, bu maksatla mal
sahibiyle mukatele edilir ve mal sahibi öldürülürse, o kimse şehit olur."
6757 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kimin malı zulüm yoluyla elinden alınmak istenir ve bu yolda öldürülürse, o
kimse şehittir."
HIRSIZA HADD
6758 - Âmir İbnu Sa'd'ın babası (Sa'd İbnu Ebi Vakkas) radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "(Üç dirhemlik) kalkan değerinde (bir
malın çalınmasıyla) hırsızın eli kesilir."
KÖLE ÇALARSA
6759 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Humusa ait kölelerden biri humus
malından çalmıştı. Bu hâdise Resulullah'a haber verildi. Hırsızın elini kesmedi. "(Hepsi de)
Allah Teâla hazretlerinin malıdır, bazısı bazısını çalmıştır" buyurdular."
YANKESİCİ
6760 - Abdurrahman İbnu Avf anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Muhtelis (yankesici) kimseye el kesme cezası verilmez."
MEYVE VE SEBZEDE EL KESİLMEZ
6761 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ne meyve sebebiyle ne de keser (denen hurma göbeği) hırsızlığı sebebiyle el
kesilmez."
MESCİDDE HADD UYGULANMAZ
6762 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm mescidlerde hadd uygulanmasını yasakladı."
TA'ZİR
6763 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "On kamçıdan fazla ta'zir cezası vermeyin."
ERKEK KARISINI YABANCI İLE YAKALARSA
6764 - Seleme İbnu'l-Muhabbık radıyallahu anh anlatıyor: "Haddlerle ilgili ayet nazil olunca,
kıskanç bir adam olan Ebu Sâbit, Sa'd İbnu Ubâde'ye: "Sen hanımınla bir adamı yakalasan ne
yapacağını zannedersin?" denildi.
"Kılıncımı her ikisine de vurur (gebertirim)! Dört tane şahit getirmemi mi bekleyeceğim? O
vakte kadar herif işini tamamlar ve gider bile veya "Şöyle bir vak'a gördüm deyip de bana
hadd vurmalarını ve ebediyen şahitlikten de düşmemi mi göze alacağım?" diye cevap verdi.
Ravi der ki: "Onun bu sözleri Resûlullah'a haber verildi. Aleyhissalâtu vesselâm (önce):
"Kılınç şahid olarak yeterlidir" ded ise de, sonra: "Hayır! Sarhoşun ve kıskancın bu işte
birbirini takip etmelerinden korkarım!" buyurdular."
ÖLEN BABASININ HANIMIYLA EVLENEN
6765 - Muâviye İbnu Kurre radıyallahu anh babası (Kurre İbnu İyâs)dan naklediyor:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm beni, babasının hanımıyla evlenmiş olan bir adama
göndererek boynunu vurmamı ve malını müsadere etmemi emretti."
YABANCIYI BABA DİYE İDDİA EDEN
6766 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Kim, kendisini babasından başkasına nisbet ederse (yani onun oğlu olduğunu
söylerse) veya mevlasından başka birini mevla (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların lâneti üzerine olsun."
6767 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Kim (kendisine) babasından başkasını (baba diye) iddia ederse cennetin
kokusunu hiç duymayacaktır. Halbuki onun kokusu beşyüz yıl uzaklıkta bulunup (hissedilir)."
KABİLEDEN BİRİNİ İNKÂR EDEN
6768 - Eş'as İbnu Kays anlatıyor: "Kinde heyeti içerisinde Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
geldim. Heyet mensupları beni kendilerinden üstün görürlerdi. Bu sebeple: "Ey Allah'ın
Resülü! Bizden değil misiniz?" dedim. "Biz, Beni Nadr İbni Kinânedeniz, anamızı
iffetsizlikle itham etmeyiz ve babalarımıza olan nisbetimizi reddetmeyiz!" buyurdular.
Ravi devamla der ki: "Eş'âs İbnu Kays derdi ki: "Kureyşli birinin, Nadr İbnu Kinâne'den
olduğunu reddeden biri bana getirilse, ona mutlaka (iftira etti diye) hadd celdesi tatbik
ederim."
MUHANNİS
6769 - Safvân İbnu Ümeyye radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanında idik. Derken Amr İbnu Mürre radıyallahu anh geldi ve: "Ey Allah'ın
Resulü! Allah bana musibet takdir etmiştir. Çünkü ben elimle def çalmaktan başka bir yolla
rızıklanacağımı zannetmiyorum. Öyleyse bana fuhşa ait olmayan şarkı hususunda izin verin!"
dedi. Aleyhissalâtu vesselâm şu cevapta bulundu: "Hayır! Sana izin veremem, bunda bir
hayır, bir rıza yoktur. Sen yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni temiz ve helal
şeylerle rızıklandırdı, sen ise (kendi iradenle) aziz ve celil olan Allah'ın rızkından sana helal
kıldıkları yerine, Allah'ın rızkından sana haram kıldığı rızkı ihtiyar ettin. Eğer bu yasaklama
hükmünü daha önce sana ulaştırmış olsaydım şimdi sana hak ettiğin cezayı verirdim.
Yanımdan kalk ve Allah'a tevbe et. Bilesin, bu yasaktan sonra (eski işini) yaparsan seni acı bir
şekilde döveceğim ve ibret olsun diye saçını traş edeceğim, seni ailenden alıp sürgüne
göndereceğim. Senin üstün başında taşıdığın varlığını Medine gençlerine ganimet olarak helal
kılacağım."
Ravi der ki: "Amr, (Resülullah'ın bu talimatından sonra, öyle fena ve rüsvay bir vaziyette
kalktı ki, bunun derecesini ancak Allah bilir.
O çekip gidince Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Bunlar asilerdir. Böyleleri tevbe etmeden
ölürse, aziz ve celil olan Allah onları, Kıyamet günü, dünyada oldukları üzere muhannes
(kadınlaşmış), çıplak ve insanlara karşı bir ince yaprakla olsun örtülmemiş vaziyette
haşredecektir, ayağa kalktıkça yere yıkılacaklardır."
HUL' BÖLÜMÜ
________________________________________
1719 - Sevbân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Ciddi bir sebep olmadan, kocasından hul' yoluyla boşanan kadın, cennetin kokusunu
alamaz."
Tirmizî,Talâk 11, (1186,1187); Ebû Dâvud, Talâk 18 (2226); Nesâî, Talâk 34, (6,168).
Ebû Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Hangi kadın zevcesinden boşanma taleb
ederse..." Ebû Hüreyre'nin Nesâî'de gelen bir rivayetinde: "Kocasından hul' suretiyle boşanan
kadınlar (günahça) münâfıklar gibidir" buyurulmuştur.
1720 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Sâbit İbnu Kays İbni Şemmâs (radıyallâhu
anh)'ın hanımı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:
"Ben Sâbit'i ahlâk ve diyanetinden dolayı itab etmiyorum. Ancak İslâm'da küfre düşmekten
korkuyorum -bu sözüyle nefret ettiğini söylemek istedi-" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"(Mehir olarak aldığın) bahçesini iade eder misin?" diye sordu. Kadın:
"Evet!" deyince, Sâbit'e:
"Bahçeyi al ve onu boşa!" dedi.
Buhârî, Talak 12; Nesâî, Talâk 34, (6,169); İbnu Mâce, Talak 22, (2056).
1721 - Nâfi, Safiyye (radıyallâhu anhâ)'nin bir azadlısından rivayet etmiştir: "Safıyye, kendine
ait ne varsa hepsini vermek karşılığında kocasından ayrılmıştır da İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) bunu yadırgamamıştır."
Muvatta, Talak 32, (2, 565).
HULK (HUY) BÖLÜMÜ
________________________________________
1645 - Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bana: "Ey Muâz, insanlara karşı iyi ahlâklı ol!" dedi."
Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 1.
1646 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En
hayırlınız da ailesine hayırlı olandır."
Tirmizî, Rad 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682).
1647 - Hz. Ebu'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey
yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz ve davranış) sahiplerine buğzeder."
Tirmizî, Birr 62, (2003, 2004); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4799);
Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle dennıiştir: "Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve
oruç sahibinin dereceisine ulaşır."
1648 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız,
ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en
uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır." (Cemaatte bulunan
bâzıları): "Ey Allah'ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir`?" diye sordular. "Onlar
mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!" cevabını verdi."
Tirmizî, Birr '77, (2019).
1649 - Nevvâs İbnu Sem'an (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a iyilik (birr) ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: "İyilik (birr), güzel
ahlaktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir."
Müslim, Birr 15, (2553); Tirmizî, Zühd 52, (2390).
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ
CEVAZ İFÂDE EDEN HADİSLER
________________________________________
2216 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissâlâtu vesselâm)'a
zemzemden sundum, ayakta olduğu halde içti."
Buhârî, Eşribe 16, Hacc 76; Müslim, Eşribe 120, (2027); Tirmizî, Eşribe 12, (1883); Nesâi,
Hacc 165, (5, 237).
Bir rivâyette: "Resülullah Beytullah'ın yanında iken su istedi, ben ona bir kova getirdim"
denmiştir.
Bir diğer rivâyette şu ziyade gelmiştir: "İkrime o gün (Resülullah'ın) deve üzerinde olduğu
hususunda yemin etti."
2217 - Tirmizî ve Nesâî'nin bir rivâyetinde şöyle denmiştir: "Resülullah (âleyhissalâtu
vesselâm) zemzemi ayakta içti."
2218 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam)
devrinde yürürken yer, ayakta iken içerdik."
Tirmizî, Eşribe 11, (1881); İbnu Mâce, Et'ime 25, (3301).
2219 - İmâm Mâlik'e ulaştığına göre Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu anhüm)
ayakta oldukları halde (su) içiyorlardı."
Muvatta, Sıfâtu'n-Nebî 13, (2, 925).
AYAKTA İÇMENİN HÜKMÜ
AYAKTA YEYİP İÇMEKTEN MEN EDEN HADİSLER
2220 - Hz. Enes (radıyallâhu anh): "Resülullah (aleyhissâlâtu vesselâm) ayakta içmeyi
yasakladı" demişti. Kendisine:
"Ya yemek? (Bu husustaki hüküm nedir)" diye soruldu.
"Bu dâha şiddetle yâsâktır!" dedi veya şöyle dedi.
"Bu dâhâ şerli, dâhâ kötü!"
Müslim, Eşribe 113. (2024); Tirmizî, Eşribe 11, (1880); Ebü Dâvud, Eşribe 13, (3717).
2221 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen kussun."
Müslim, Eşribe 116, (2026).
KAPLARIN AĞZINDAN İÇMEK
CEVAZ İFADE EDEN HADİSLER
2222 - Kebşetu'l-Ensârî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yanıma girmişti. (Duvarda) asılı olan bir kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben hemen kırbaya
gidip ağzını kestim."
Tirmizî, Eşribe 18, (1893); İbnu Mâce, Eşribe 21, (3423).
Rezin şu ziyadeyi ilave etmiştir: "(Kestiğim bu kısmı) su içerken kullanmak üzere hususî bir
maşraba yaptım."
2223 - Ensardan bir zât olan İsa İbnu Abdillah, babasından naklen anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Uhud günü bir su kabı istedi. (Kap gelince):
"Kabın ağzını dışa kıvır!" dedi, ben de kıvırdım. Sonra kabın ağzından su içti."
Ebü Dâvud, Eşribe 15, (3721).
KAPLARIN AĞZINDAN İÇMEK
SU KABININ AĞZINDAN İÇMEYİ YASAKLAYAN HADİSLER
2224 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (âleyhissalâtu vesselâm) su
kaplarının ağzından içmek için ağızlarının dışa kıvrılmalarını yasakladı."
Buhârî, Eşribe 23, Müslim, Eşribe 111, (2Q23); Ebü Dâvud, Eşribe 15, (3720); Tirmizî,
Eşribe 17, (1891).
İÇERKEN NEFES ALIP VERMEK
2225 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhüm ) anlatıyor: "Resülullah (âleyhissâlâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Suyu deve gibi bir solukta içmeyin. İki-üç solukta (dinlene dinlene) için. Su
içerken besmele çekin. Bitirince de Allâh'a hamdedin."
Tirmizî, Eşribe 13, (1886).
2226 - Hz. Enes'ten Nesâî dışındaki imamların rivâyetine göre: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm), suyu üç solukta içerdi."
Müslim ve Tirmizi'nin rivâyetlerinde şu ziyade var: "Resülullah (üç solukta içer, böyle
içmenin) daha doyurucu, (hastalıklara karşı) daha koruyucu ve daha afiyetli olduğunu
söylerdi."
Buhârî, Eşribe 26; Müslim, Eşribe 121, (2028); Tirmizî, Eşribe 13, (1885); Ebü Dâvud, Eşribe
19, (3727).
2227 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz su içerken su kabına nefes etmesin."
Buhârî, Eşribe 25, Vudü 18, 19; Müslim, Tahâret 64, (267); Eşribe 121, (267); Tirmizî, Eşribe
16, (1890); Nesâî, Tahâret 42, (1, 43, 44).
2228 - Ebü'l-Müsennâ el-Cühenî anlatıyor: "Ebü Saîd (radıyallahu anh) Mervan'ın yanına
girmiştir. Mervan ona:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kaplara solumayı yasakladığını işittin mi?" diye sordu.
Ebü Saîd (radıyallâhu anh):
"Evet!" dedi ve anlattı: "Adamın birisi: "ben bir nefeste su içince bir türlü suya kanamıyorum
(ne tavsiye edersiniz)?" diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz:
"Kabı ağzından ayır, nefes al (sonra içmeye devam et)!" buyurdu. Adam:
"Kapta çer-çöp görürsem?" diye sordu. Efendimiz:
"0 takdirde suyu dök!" diye emretti."
Muvatta, Sıfatu'n-Nebî 12, (2, 925); Tirmizî, Eşribe 15, (1888); Ebü Dâvud, Eşribe 16,
(3722); İbnu Mâce, Eşribe 23, (3427).
İÇENLERİN ÖNCELİK SIRASI
2229 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bardak
süt getirilmişti. İçerisine su katıldı. Önce kendisi içti. Solunda Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu
anh) vardı, sağında da bir bedevi. Sütten artan kısmı bedevlye verdi ve:
"(Öncelik hâkkı) sâğındır, sonrâ da onun sağı(ndan devam etsin)!" buyurdu."
Buhârî, Hibe 4, Eşribe 14, 18; Müslim, Eşribe 124, (2029); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi 17, (2,
926); Tirmizî, Eşribe 19, (1894); Ebu Dâvud, Eşribe 19, (3726).
2230 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
içecek getirilmişti. Ondan, önce kendisi içti. Sağında bir oğlan, solunda da yaşlılar vardı.
Oğlana:
"Bardağı şu yaşlılara vermem için bana izin verir misin?" dedi. Oğlan da:
"Ey Allah'ın Resülü, Allah'a yemin olsun bana sizden gelecek nasibime başkasını asla tercih
edemem!" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resülullah (aleyhissâlâtu vesselâm) bardağn onun
eline koydu."
Buhârî, Eşribe 19; Müslim, Eşribe 127, (2030).
Rezîn şunu ilave etti: "Zikri geçen oğlan el-Fadl İbnu Abbâs idi."
2231 - İbnu Ebî Evfâ ve Ebü Katâde (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir cemaate içecek dağıtan, en son içer."
Ebü Dâvud, Eşribe 19, (3725); Tirmizi, Eşribe 20, ( 1859). Hadisi Ebü Dâvud İbnu Ebî
Efâ'dan Tirmizî de Ebü Katâde 'den rivâyet etmiştir.
KAPLARIN AĞIZLARININ ÖRTÜLMESİ
2232 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kapların ağızlarını örtün, dağarcık (ve tulukların) ağzını bağlayın."
Buhârî, Eşribe 22, Bed'ü'l-Halk 11,14, İsti'zân 49, 50; Müslim, Eşribe 96-99, (2012-2014);
Ebü Dâvud, Eşribe 22, (3731-3734).
Müslim'in bir rivayetinde şu ziyade var: "Zîra yılda bir gece vardır ki ondâ veba yağar. Şayet
ağzı açık kaba veya bağsız dağarcığa rastlarsa bu vebadan ona mutlaka iner."
el-Leys dedi ki: "Bizim yanımızdaki acemler bundan kânun-u evvel ayında sakınırlar."
2233 - Yine Buhârî ve Müslim'de gelen bir rivâyette şöyle denmiştir: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) su istedi. Bir adam:
"Ya Resülullah sana nebiz (şıra) sunmayalım mı?" diye sordu. Efendimiz.
"Evet, sun!" buyurdu."
Râvi der ki: "Adam hızla çıktı ve içinde nebiz (şıra) olan bir bardakla geri döndü. Resülullah
(aleyhissâlâtu vesselâm):
"Ağzını kapamadın mı, hatta üzerine gereceğin bir çöple bile olsa?" dedi ve nebizi içti."
Müslim'de Ebü Humeyd'den gelen bir rivâyette şöyle buyurulmuştur: "Biz, geceleyin
dağarcıkları bağlamakla emrolunduk. Kapıların da geceleyin örtülmesiyle emrolunduk."
Hadisin kaynağı önceki hadisin bâblarıdır. Rivayet Ebü Dâvud'da da gelmiştir. Eşribe 22,
(3734).
MÜTEFERRİK HADİSLER
2234 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'a es-Sükyâ
kuyularından tatlı su getirilirdi."
Kuteybe der ki: "O (es-Sükyâ) Medîne ile Mekke arasında iki günlük mesafe bulunan bir göze
idi."
Ebü Dâvud, Eşribe 22, (3735).
2235 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr'dan
bir zâtın bahçesine girdi. Bu sırada adam, bahçeye su çevirmekte idi. Resüllulah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Yanınızda şenne (eskimiş tuluk) içerisinde akşamdan kalma suyunuz varsa (ver de içelim),
yoksa, akan sudan ağzımızla içeriz" buyurdu. Adam:
"Evet yanımda soğuk su var!" deyip, kulübeye giderek bir bardağa su koydu, sonra da üzerine
bir keçiden süt sağdı. Efendimiz ondan içti."
Buhari, Eşribe 14, 20; Ebü Dâvud, Eşribe 18, (3724).
2236 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ümmü Süleym'in bir bardağı vardı. (Bu
bardakla ilgili olarak) derdi ki: "Ben bu bardakla Resülullah'a her çeşit meşrubatı sunmuşum:
"Su, bal (şerbeti), süt, şıra".
Nesâî, Eşribe 58, (8, 335).
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
2237 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular
ki: "Sarhoşluk veren her içki haramdır."
Buhârî, Eşribe 4, Vudü 71; Müslim, Eşribe 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe 9, (2, 845); Ebü
Dâvud, Eşribe 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe 2, 3, (1864,1867); Nesâî, Eşribe 23, 8, (298).
2238 - Bir diğer rivâyette şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bal
şerbetinden sunulmuştu:
"Sarhoşluk veren her içki haramdır!" diye cevap verdi."
Buhârî, Eşribe 4, Vudü 71; Müslim, Eşribe 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe 9, (2, 845); Ebü
Dâvud, Eşribe 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe 2, 3, (1864,1867); Nesâî, Eşribe 23, 8, (298).
2239 - Ebü Dâvud'da gelen diğer bir rivâyette (Resülullah'a açıklaması şöyledir): "Her sarhoş
edici şey haramdır. Bir farak (hüp) içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek avucu da
haramdır."
Tirmizi de gelen bir diğer rivâyette "tek yudumu haramdır" diye gelmiştir.
Buhârî, Eşribe 4, Vudü 71; Müslim, Eşribe 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe 9, (2, 845); Ebü
Dâvud, Eşribe 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe 2, 3, (1864,1867); Nesâî, Eşribe 23, 8, (298).
2240 - Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah'a "Ey Allah'ın Resülü, dedim,
Yemen'de yapmakta olduğumuz şu iki şarap hakkında bize fetva ver: Bit'; bu baldandır,
şiddetleninceye kadar nebiz yapılır. İkincisi mizr'dir, bu mısırdan ve arpadan yapılır, bu da
şiddetleninceye kadar nebiz yapılır." Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum" buyurdular."
Buhârî, Megazî 60, Cihâd 164, Edeb 80, Ahkâm 22, Müslim, Cihâd 7, (1733), Eşribe 70; Ebu
Dâvud, Eşribe 5, (3684); Nesâî, Eşribe 23, 24, (8, 298, 299).
2241 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm)'a içeceklerden sormuştu. Efendimiz:
"Kaynayan sarhoş edicilerin hepsinden az da olsa çok da olsa kaçın" cevabını verdi."
Nesâî, Eşribe 24, (8, 300), 48, (8, 324).
2242 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) hamr'dan, kumardan, davuldan, mısır şarabından yasakladı ve dedi ki: "Her sarhoş
edici haramdır."
Ebü Davud, Eşribe 5, (3685).
ALKOLLÜ İÇKİLERİN TAHRİMİ, İÇENLERİN ZEMMİ
2243 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Her sarhoş edici hamrdır. Ve her sarhoş edici haramdır. Kim dünyada hamr
içer ve tevbe etmeden, onun tiryakisi olduğu halde, ölürse, ahirette şarab içemez."
Buhârî, Eşribe 1; Müslim, Eşribe 73, (2003); Muvatta, Eşribe 11, (2, 846); Ebü Dâvud, Eşribe
5, (3679); Tirmizî, Eşribe 1, (1862); Nesâi, Eşribe 22, 46, (8, 296, 297, 318).
2244 - Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ömer (radıyallâhu anh), Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın minberinde şu açıklamayı yaptı: "Emmâ ba'd, Ey insanlar! Hamr'ın
haram olduğu hükmü inmiştir. Bilesiniz ki hamr (günümüzde ve çevremizde) beş şeyden
yapılmaktadır: Üzümden, hurmadan, baldan, buğdaydan, arpadan. Hamr, aklı örten (her)
şeydir."
Buhârî, Eşribe 2, 5; Teysîr, Mâide 10; Müslim, Tefsir 32, (3032); Nesâî, Eşribe 20, (8, 295);
Ebü Dâvud, Eşribe 1, (3669); Tirmizî, Eşribe 8, (1873).
2245 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) buyurdular ki: "Allah, sarhoş ediciyi içen kimseye tînetu'l-
habâl içirmeye ahdetmiştir."
"Tînetu'l-Habâl nedir?" diye sorulunca:
"Cehennemliklerin (vücudlarından, çıkan) terleridir!" diye cevap verdi.
Müslim, Eşribe 72, (2002); Nesâî, Eşribe 49, (8, 327).
2246 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) hamrla ilgili
olarak on kişiye lanet etti: "(Hammaddesinden şarap yapmak maksadıyla) sıkana ve sıktırana,
içene ve sâkilik yapana, (imalathâneden veya depodan, toptancıdan perakendeciye veya
müstehlike kadar) taşıyana ve taşıtana, satana ve satın alana, bağışlayana, bunun parasını
yiyene."
Tirmizî, Büyü 59, (1295); İbnu Mâce, Eşribe 6, (3381).
2247 - Ebü Müsa (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Bana göre, ha hamr içmişim, ha Allah'ı
bırakarak şu sütuna tapmışım, ikisi de birdir."
Nesâî, Eşribe 42, (8, 314).
HAMRIN TAHRİMİ VE YAPILDIĞI MADDELER
2248 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hamr aynı ile haram edilmiştir, (bu
sebeple) azı da haramdır, çoğu da; keza her içkiden hâsıl olan sarhoşluk da (haramdır)."
Nesâî, Eşribe 48, (8, 320, 321).
2249 - en-Nüman İbnu Beşîr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselam) buyurdular ki: "Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr
yapılır, buğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş edicilerden
yasaklıyorum."
Ebü Dâvud, Eşribe 4, (3676); Tirmizî, Eşribe 8, (1873).
2250 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hamr şu iki ağaçtandır: Hurma ve asma."
Müslim, Eşribe 13, (1985); Tirmizî, Eşribe 8, (1876); Ebü Dâvud, Eşribe 4, (3678); Nesâî,
Eşribe 19, (8, 294).
2251 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: "Hamr haram edildiği zaman Medîne'de
mevcut beş çeşit içki arasında üzümden yapılan şarap yoktu."
Buhârî, Eşribe 2, Teysîr, Mâide 10.
2252 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular
ki: "Allah Teâlâ Hazretleri, hamrı mevzubahis etmektedir. Muhtemelen onun hakkında bir
emir indirecektir. Şu halde, kimin yanında hamr varsa, onu satsın ve ondan istifade etsin."
Aradan çok geçmedi. Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) şunu söyledi:
"Allah Teâlâ Hazretleri hamrı haram kılmıştır. Öyle ise, bu ayet kendisine ulaşan herkes,
yanında hamr olduğu takdirde, onu ne satın alsın, ne satsın, ne de ondan istifade etsin."
Bu emirden sonra halk, hamr olarak evinde ne varsa Medîne sokakIarına götürüp döktüler."
Müslim, Musâkât 67, (1578).
2253 - Hasan İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ) babasından naklen anlatıyor: "Bedir savaşı
ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) da
humus'dan (o gün) bana yaşlı bir deve daha verdi. Develerim, Ensar'dan bir zatın hücresinde
ıhmış dururken (yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş,
böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi tutamayıp,
ağladım.
"Bunu kim yaptı?" diye sordum.
"Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki meclisindedir. Şarkıcı câriye ona
şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti" dediler:
"Ey Hamza! şişman yaşlı develere dikkat et,
Onlar avluda bağlıdırlar,
Bıçağı onların sinesine vur,
Pirzola veya benzerini çabuk yap!"
Bu şarkı üzerinde Hamza (radıyallâhu anh) fırlayıp, kılıcı kapıp develerin hörgüçlerini
kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş."
Hz. Ali (radıyallâhu anh) devamla şunları söyledi: "Ben hemen gidip Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Hârise vardı. Beni görünce,
başımdan geçenleri yüzümden okudu.
"Neyin var?" diye sordu. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki deveme
saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir içki meclisinde!"
dedim. Bunun üzerine Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ridâsını istedi, getirdiler, giyip
yayan gitti. Biz de arkasına düştük. Hamza'nın bulunduğu eve kadar geldi.
İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) fiilinden dolayı Hamza'yı ayıplamaya başladı.
Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktı, sonra nazar
edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra
tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve:
"Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" dedi. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen izinin üstüne geri döndü, çıkıp gitti. Peşinden
biz de çıktık.
Bu vak'a hamr'ın haram edilmesinden önce idi."
Buhârî, Hums 1, Büyü 28, Şirb 13, Meğazî 11, Libâs 7; Müslim, Eşribe 2, (1979); Ebü
Dâvud, Harac 20, (2986). Bu kaynakların hiçbirinde şiir tam olarak mevcut değildir, birinci
beytin sadece yarısı mevcuttur.
HARAM VE HELAL OLAN ŞIRALAR
2254 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ): "Kim Allah'ın haram kıldığını haram kılmaktan
hoşlanırsa nebîz'i haram kılsın" dedi."
Bir rivayette, Kays İbnu vehb ona: "Benim bir küpcüğüm var, içerisine şıra koyuyor, şıra
kaynayıp durulunca içiyorum" dedi. (İbnu Abbâs) cevaben: "Bu söylediğin şey ne zamandan
beri içeceğini teşkil etmekte?" diye sordu. Kays: "Yirmi yıldan beri" deyince, İbnu Abbas:
"Öyleyse uzun zamandır, damarların su ihtiyacını pislikten gördü" dedi."
Nesâî, Eşribe 48, (8, 322-323).
2255 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) oruç
tutuyordu. Orucunu açacağı vakti kolladım. Kabaktan mamul bir kap içerisinde yaptığım
nebizi getirdim. Nebiz kaynayıp kabarıyordu. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bunu şu duvara çal. Zîra artık bu, Allah'a ve ahirete inanmayanların içkisidir" buyurdu."
Ebü Dâvud, Erşibe 12, (3716); Nesâî, Eşribe 25, (8, 301).
2256 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a içerisinde nebiz bulunan bir kadeh getirdi. Efendimiz bu sırada (Haceru'l-Esved)
rüknünün yanında idi. Bardağı ona sundu. Efendimiz, ağzına kadar götürdü. Ancak nebizin
(keskinleşip ekşiliğinin) şiddetlendiğini gördü ve bardağı sahibine geri çevirdi. (Cemaatten)
bir adam:
"Bu haram mıdır ey Allah'ın Resülü?" diye sordu. Hz. Peygamber:
"Bana adamı çağırın!" dedi. Ondan bardağı tekrar aldı. Sonra su istedi sudan bardağa döküp,
tekrar ağzına götürdü (yine keskin bularak alnını buruşturup) kaşların çattı. Tekrar yine su
istedi ve nebize döktü. Sonra da:
"Bu kaplar, size keskinleşir ve kaynamaya başlayacak olursa, içindekinin sertliğini su ile
kırın!" buyurdu."
Nesâî, eşribe 82, (8, 323, 324). İmam Nesâi, hadisi tahric ettikten sonra: "Bu hadis meşhur
değildir (fukahaca pek bilinmiyor), biz bununla ihticâc (edip amel) etmeyiz" demiştir.
2257 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Biz Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) için
sabahleyin tuluk içerisine nebiz kurardık, efendimiz onu akşamleyin içerdi, akşamdan
kurardık sabahleyin içerdi."
Hz. Aişe devamla der ki: "Biz su kabını, biri sabah, biri akşam olmak üzere günde iki kere
yıkardık."
Ebü Dâvud, Eşribe 10, (3711, 3712); Tirmizî, Eşribe 7, (1872); Nesâi, Eşribe 48, (8, 320).
2258 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) için
kuru üzümden şıra kurulunca, o gün, ertesi gün ve daha sonraki gün yani üçüncü günün
akşamına kadar onu içerdi. Sonra, kalanının hizmetçilere içirilmesini veya dökülmesini
emrederdi."
Müslim, Eşribe 79, (2004); Ebü Dâvud, Eşribe 10, (3713); Nesâî, Eşribe 56, (8, 333).
2259 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuru
üzümle hurmanın, taze hurma ile hurmanın karıştırılmalarını yasakladı ve dedi ki:
"Kuru üzümle hurmayı, koruk hurma ile olgun hurmayı karıştırarak birlikte nebiz kurmayın."
Buhârî, Eşribe 11, Müslim, Eşribe 16, (1286); Ebü Davud, Eşribe 8, (3703); Tirmizî, Eşribe 9,
(1877); Nesâî, Eşribe 8, (8, 290).
2260 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Çağala hurma ile olgun hurmadan beraber nebiz yapmayın. Olgun hurma ile
kuru üzümden de beraber nebiz yapmayın. Herbirinden ayrı ayrı nebiz yapın."
Müslim, Eşribe 25, (1988); Muvatta, Eşribe 7, (2, 844); Ebü Dâvud, Eşribe 8, (3704); Nesâî,
Eşribe 6, (8, 289); Buhârî, Eşribe 11.
2261 - Hz. Enes İbnu Malik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
çağala hurma ile olmuş hurmanın karıştırılıp (nebiz yapılmasını) sonra da bunun içilmesini
yasakladı. Şarap haram edildiği zaman (Arapların) içeceklerinin tamamını nerdeyse bu teşlkil
ediyordu."
Müslim, Eşribe 8, (1981); Nesâî, Eşribe 13, (8, 291, 292).
2262 - Câbir İbnu Zeyd ve İkrime (radıyallâhu anhümâ)'den rivayete göre, her ikisi de olgun
hurmadan tek başına (da olsa yapılan nebizi) mekruh addediyorlardı ve bu hükmü İbnu Abbâs
(radıyallâhu anhümâ)'tan alıyorlardı.
İbnu Abbâs "Nebizin, Abdülkays'a yasaklanan müzza olmasından korkuyorum" derdi. Ben,
Katâde'ye: "Müzza nedir?" diye sordum da bana "Hantem (sırlı seramik) ve müzeffet
(ziftlenmiş) denen kaplarda kurulmuş nebiz" diye cevap verdi."
Ebü Dâvud, Eşribe 9, (3709).
2263 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Biz, Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) için
kuru üzümden nebiz kurardık, içerisine de hurma atardık."
Ebü Dâvud, Eşribe 8, (3707).
2264 - Bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Ben bir avuç kuru üzüm, bir avuç da hurma alıyor,
bunları bir kaba koyuyor, parmaklarımla ovup sonra da (elde edilen şırayı) Resülullah'a
içiriyordum."
Ebü Dâvud, Eşribe 8, (3708).
2265 - Süveyd İbnu Gafle (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer'in Ebü Müsa (radıyallâhu
anhümâ)'ya yazdığı mektubu okudum, diyordu ki: "Emmâ ba'd! Bilesin bana deve katranı gibi
siyah, sert bir şarap taşıyan bir kervan Şam'dan geldi. Ben onlara bunun kaynatılarak ne
kadarının buharlaştırılacağını sordum. Bana üçte ikisi uçuncaya kadar kaynatacaklarını
söylediler, yani pis olan üçte ikisi gidiyor. Şöyle ki üçte biri pis kokulu kısım, üçte biri bozuk
kısım (geriye kalan üçte bir temiz kısım kalıyor). Sen yanındakilere, emret, bu kalan üçte biri
içsinler."
Nesâi, Eşribe 53, (8, 328-330).
2266 - Yine Nesâî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Abdullah İbnu Yezîd el-Hutamî
demiştir ki: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh) bize şunu yazdı: "Emmâ ba'd: Şarabınızı ondaki
şeytanın hissesi gidinceye kadar kaynatın. Zîra onda şeytanın iki, sizin de bir hisseniz vardır."
Nesâî, Eşribe 53, (8, 329).
2267 - Hz. İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ)'ın anlattığına göre, bir adam kendisine şıradan
sual etti. İbnu Abbâs: "Taze oldukça iç" dedi. Adam: "Ben onu kaynatıyorum, ancak yine de
içimde bir şüphe var" deyince, İbnu Abbâs: "Yani sen onu kaynatmadan önce içiyor
muydun?" diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. İbnu Abbâs:
"Ateş, haram olan hiçbirşeyi helâl kılmaz!" dedi."
Nesâî, Eşribe 54, (8, 331).
HARAM VE HELAL OLAN KAPLAR
2268 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam),
çömlekte, kabak ve ziftli kaplarda yapılan nebizi(n içilmesini) yasakladı."
Müslim, Eşribe 48, (1997); Muvatta, Eşribe 5, (2, 843); Ebü Dâvud, Eşribe 7, (3690, 3691);
Tirmizî, Eşribe 4, (1868, 1869); Nesâî, Eşribe 28, 33, 36, (8, 303, 306, 308).
2269 - Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir: "(Resülullah) hantemi yasakladı, bu
(topraktan mamul her çeşit) küptür. Dübbâ'yı yasakladı. Bu su kabağıdır. müzeffet'i yasakladı,
bu ziftlenmiş kaptır. Nakr'i yasakladı, bu kabuğu soyulup, içi oyulmuş hurma ağacıdır.
Efendimiz, şırayı tuluklarda kurmamızı emretti."
Müslim, Eşribe 57, (1997).
2270 - Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Ben size kapları yasaklamış, sadece deri kaplardan (nebiz) içmenizi
söylemiştim. Artık her kaptan içebilirsiniz, yeter ki, sarhoş edici içmeyin."
Müslim, Eşribe 64, 65, 66; Ebü Dâvud, Eşribe 7, (3698); Tirmizî, Eşribe 6, (1870); Nesâî,
Eşribe 40, 48.
BAZI İLAVELER
2271 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) hamr'dan
sirke yapmayı yasakladı."
Müslim, Eşribe 11, (1983); Tirmizî, Büyü 59, (1294).
2272 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Miraca çıkarıldığım gece bana iki kadeh getiriIdi, birinde şarap diğerinde de
süt vardı. Ben sütü aldım. Melek: "Seni fıtrata irşad eden Allah'a hamd olsun. Eğer şarabı
alsaydın ümmetin azmıştı" dedi."
Nesâî, Eşribe 41, (8, 312); Buhârî, Eşribe 1; Müslim, İman 272, (168).
2273 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah'a içeceklerin en iyisi hangisi?" diye
sorulmuştur.
"Soğuk olan tatlı!" diye cevap verdi."
Tirmizî, Eşribe 21, (1897).
ŞARAP HER KÖTÜLÜĞÜN ANAHTARIDIR
6962 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh demiştir ki: "Dostum bana: "Şarap içme. Çünkü o her
kötülüğün anahtarıdır!" diye tavsiyede bulundu.
6963 - Habbab İbnu'I-Eret radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Şaraptan sakın! Çünkü şarabın ağacı (asma) diğer ağaçların üstüne çıktığı gibi
şarabın günahı da diğer günahların üstüne çıkar."
6964 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Dünyada şarap içen, onu ahirette içemeyecektir."
6965 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İçki müptelası (=şarap düşkünü), (günah yönüyle) puta tapan gibidir."
6966 - Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "İçki mübtelası cennete giremez."
6967 - Ebu Ümâme el-Bahilî anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden bir zümre, şaraba bir başka ad takarak onu içmedikçe geceler ve gündüzler
tükenmeyecek (Kıyamet gelmeyecek)."
HER SARHOŞ EDİCİ HARAMDIR
6968 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Her sarhoşluk veren şey haramdır."
6969 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Her sarhoş edici haramdır, çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır."
BAZI KAPLARDA KURULAN ŞIRA
6970 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam nakîr,
müzeffet, dübba ve hanteme (denilen kaplar)da şıra yapılmasını yasakladı ve:"Sarhoş eden her
şey haramdır" buyurdu."
6971 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ben size bazı kaplarda nebîz (şıra) yapmayı yasaklamıştım. Bilesiniz, tek başına kap bir
şeyi haram kılmaz. Sarhoşluk veren her şey haramdır."
6972 - Hz. Aişe radıyallahu anh şöyle demiştir: "(Ey Rümeyse!), sizden biri her yıl kurban
derisinden bir su kabı yapmaktan aciz mi?"Aişe sözüne şöyle devam eder: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm küpte, şunda ve şunda şıra yapmayı yasakladı. Ancak bu nevi kaplarda
sirke yapmayı yasaklamadı."
KAPLARIN AĞZININ ÖRTÜLMESİ
6973 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bize
kapların ağızlarının örtülmesini, tulumların ağızlarının bağlanmasını ve (boş) kabın (ağzı yere
gelecek şekilde) ters çevrilmesini emretti."
6974 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm için,
geceleyin ağzı kapalı üç kap hazırlardım: Bir kap abdest suyu için, bir kap misvakı için, bir
kap içeceği için."
GÜMÜŞ KAPTAN İÇME
6975 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim gümüş bir kaptan su içerse, sanki karnına cehennem ateşi doldurmuş gibi olur."
KABIN İÇİNE SOLUMA
6976 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Biriniz su içerken kabın içine solumasın. Tekrar yudumlamak isteyince kabı ağzından
uzaklaştırıp (nefes alsın) sonra dilerse yeniden içsin."
AVUÇLA SU İÇMEK
6977 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
yüzükoyun yatarak dudaklarımızla su içmemizi yasakladı. Keza, tek bir avuçla, avuçlayarak
içmemizi de yasakladı ve buyurdu ki: "Sakın sizden kimse köpeklerin içtiği gibi suyu
dudaklarıyla içmesin! Allah'ın gazabına uğrayan kavim gibi tek eliyle de içmesin. Suyu
çalkalamadıkça geceleyin de içmesin, ağzı kapalı ise çalkalamaya gerek yok. Kim kapla
içmeye muktedir olduğu halde, tevazuyu düşünerek eliyle içerse Allah parmakları adedince
kendisine sevap yazar. Bu (avuç), Hz. İsa aleyhisselâm'ın kabı idi. Çünkü o, kadehi atmış ve:
"Öf! Bu dünya ile beraberdir!" demişti."
CAM BARDAKTAN İÇMEK
6978 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın, cam
bir bardağı vardı, (suyu) onunla içerdi."
MUTALLAKA VE MUHTELEA'NIN İDDETLERİ
________________________________________
4157 - Esma Bintu Yezid İbni's-Seken el-Ensariyye radıyallahu anha'nın anlattığına göre,
"Esma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında kocasından boşanmıştır. Ve o sıralarda
boşanan kadın için henüz iddet bekleme hükmü yoktu. İşte bu sebeple, Esma boşanınca, Allah
Teâla Hazretleri, boşanan için iddet bekleme emrini indirdi."
Ebu Davud, Talak 36, (2281).
4158 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Allah Teala Hazretleri: "Boşanan kadınlar
kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler" (Bakara 228) buyuruyor. Yine Allah Teala
Hazretleri: "Kadınlarınız arasında ay hali görmekten kesilenler ile ay hali görmemiş olanların
iddetleri hususunda şüpheye düşerseniz, bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır..." (Talak
4). (Önceki ayet) bu ikinci ile neshedilmiş oldu Keza Allah Teala Hazretleri (birinci ayetten
bazı hükümleri neshederek) buyurmuştur ki: "Mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta
bulunmadan boşadığınızda, artık onlar için söze iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine
bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" (Ahzab 49).
Ebu Davud, Talak 10, (2195), 27, (2282); Nesai, Talak 54, (6, 187), 74, (6, 212).
4159 - Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma, "Boşanan kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı
hali beklerler, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını
gizlemeleri kendilerine helâl değildir, kocaları bu arada barışmak isterlerse, karılarını geri
almakta daha çok hak sahibidirler" (Bakara 223) ayeti için der ki: "Bu ayete göre, erkek
hanımını üç kere de boşasa ona dönmeye hakkı vardır. Bu hüküm şu ayetle neshedildi:
"Boşanma iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle salmaktır" (Bakara
229).
Nesai, Talak 74, (6, 212).
4160 - Süleyman İbnu Yesar rahimehullah anlatıyor: "el-Ahvas, hanımını boşamıştı. Hanımı
üçüncü hayızın kanama müddetinde iken Şam'da öldü. Hz. Muaviye radıyallahu anh, Zeyd
İbnu Sabit radıyallahu anh'a yazarak bunun hükmünü sordu. Zeyd cevaben şöyle yazdı: "Eğer
kadın, üçüncü hayz'ın kanama devresine girmiş idiyse, kocadan tamamen ayrılmış, koca da
ondan ayrılmıştır. Ne kadın, kocaya, ne de koca kadına varis olamaz."
Muvatta, Talak 56, (2, 577).
4161 - Rebi' Bintu Muavvız radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm zamanında, kocasından muhala'a yoluyla ayrılmıştır. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm da ona bir hayız müddetince iddet beklemesini emretmiştir (veya kadına...
emredilmiştir.)"
Tirmizi, Talak 10, (1185); Nesai, Talak 53, (5, 186).
VEFAT İDDETİ
4162 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Beni Eslem'den Sübey'a adında bir kadın
hamile iken kocası ölmüştü. Beni Abdi'd-dâr'dan Ebu's-Senabil İbn Ba'kik, kadınla evlenmek
istedi. Kadın onunla evlenmekten imtina etti. Adam: "Vallahi, iki müddetin sonuncusuna
kadar iddet beklemedikçe evlenmen caiz değil!" dedi. Kadın yirmi gün kadar bekledi, derken
nifas oldu. Sonra da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a gelerek durumu arzetti.
Aleyhissalatu vesselam: "Evlen!" buyurdu."
Buhari, Talak 39, Tefsir, Talak 2; Müslim, Talak 57, (1485); Muvatta, Talak 83, (2, 589,
590); Tirmizi, Talak 17, (1193); Nesai, Talak 56, (6, 190, 191)
.
4163 - Müslim'deki rivayet şöyledir: "Ümmü Seleme radıyallahu anha dedi ki: "Sübey'a,
kocasının vefatından birkaç gece sonra nifas oldu. Kadın, durumunu Resûlullah'a zikretti.
Aleyhissalatu vesselam evlenmesini söyledi."
Müslim, Talak 57, (1485).
4164 - Ebu Seleme İbnu Abdurrahman anlatıyor: "Ben ve Ebu Hüreyre, İbn-i Abbas
radıyallahu anhüm'ün yanında iken, bir kadın gelerek: "Ben hamileyken kocam öldü, çocuk da
kocamın ölmesinden dört ay geçmeden doğdu. (İddetim dolmuş sayılır mı)?" diye sordu. İbnu
Abbas radıyallahu anhüma: "İddetin iki müddetin sonuncusudur" dedi. Ebu Seleme: "Bana
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın Ashab'ından bir adam, böyle bir durumda Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm 'ın evlenmeyi emrettiğini haber verdi" dedi. Ebu Hüreyre der ki: "Buna
ben de şehadet ederim."
Nesai, Talak 56, (6, 194).
4165 - Nafi' rahimehullah anlatıyor: "Hz. İbni Ömer radıyallahu anhüma'ya, hamile iken
kocası ölen kadından sorulmuştu. "Çocuğu doğurunca helal olur, (evlenebilir)" cevabını verdi.
(Orada bulunanç bir adam ilave etti:) "Hz. Ömer radıyallahu anh da: "Kocası yatakta, henüz
defnedilmemiş iken doğum yapsa da kadın (evlenmeye) helaldir" demişti."
Muvatta, Talak 84, (2, 589).
4166 - Amr İbnu'l-As radıyallahu anh dedi ki: "Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam'ın
sünnetini bize çarpıtmayın. Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür, yani ümmü veled
hakkında."
Ebu Davud, Talak 48, (2308).
4167 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma diyordu ki: "Efendisi olan ümmü veled'in iddeti bir
hayız devresidir."
Muvatta, Talak 92, (2, 593).
İSTİBRA
4168 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Huneyn seferi
sırasında Evtas'a bir ordu gönderdi. Ordu düşmanla karşılaştı ve çarpıştılar. Müslüman
askerler onlara galebe çaldı, bir miktar kadını da esir etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
'ın Ashabından bir kısımları, ele geçirilen cariyelere teması, müşrik kocaları sebebiyle sanki
günah addettiler. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu ayeti inzal buyurdu. (Mealen):
"Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna..."
(Nisa 24). Yani "bunlar (esir aldıklarınız) iddetlerini doldurunca size helaldır."
Müslim, Rada' 33, (1456); Tirmizi, Nikah 36, (1132); Ebu Davud, Nikah 45, (2155, 2157)
Nesai, Nikah 59, (6, 110).
4169 - İrbaz İbnu Sariye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ,
karınlarındaki yükü vaz' etmedikçe (doğurmadıkça) esirelere temasta bulunmayı yasakladı."
Tirmizi, Siyer 15, (1564).
4170 - Ruveyfi' İbnu Sabit el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kimseye, suyunu başkasının
ekinine dökmesi, yani hamile (esire)ye teması helal değildir. Keza Allah'a ve ahirete inanan
mü'min kişiye, istibra hasıl olmazdan önce esire kadına teması helal olmaz. Keza Allah'a ve
ahirete inanan kimseye, taksim edilmezden önce ganimet malından satması helal değildir."
Ebu Davud, Nikah 45, (2158, 2159); Tirmizi, Nikah 35, (1131).
4171 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm seferlerinin
birinde, bir çadırın kapısında, doğumu yakın olan hamile bir kadın gördü. Kadın hakkında
sual etti.
"Falancanın cariyesi!" dediler.
Aleyhissalatu vesselam: "Herhalde o, cariyeye temas etmek istiyor!" buyurdu. Muhatapları
"Evet!" deyince: "Ona, kabre kadar onunla beraber olacak bir lânetle lanet etmek içimden
geldi. O nasıl olur da kendine helal olmadığı halde (kadının karnındakı çocuğu) kendine vâris
kılar veya nasıl olur da kendine helal olmayan (bebeği) hizmetçi kılar?" buyurdular."
Müslim, Nikah 139, (1441); Ebu Davud, Nikah 45, (2156).
4172 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma demiştir ki: "Temas edilmiş bulunan bir cariye hediye
edilir veya satılır veya azad edilirse onun rahmi bir hayız müddetince istibra edilsin.
Bâkirenin istibrası aranmaz."
Rezin tahric etmiştir. Buhari, bu rivayeti muallak olarak zikretmiştir. (Büyü, 111).
SÜKNA VE NAFAKA
4173 - Fatıma Bintu Kays radıyallahu anha'nın anlattığına göre, "kocası kendisini talak-ı bette
ile boşamıştır. Kocası ortalıkta olmadığı halde, vekilini (bir miktar) arpa ile Fatıma'ya
göndermiş. Fatıma da bunu pek az bulmuştu. Veya vekile kızmıştı). Vekil: "Vallahi bizim
üzerimizde (nafaka hakkı olarak) bir şeyin yok!" demiştir. Fatıma da Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm 'a gelerek durumu anlatımış, aleyhissalatu vesselam da: "Senin onun üzerinde
nafakan yok" buyurmuş ve Ümmü Şerik el-Ensariyye radıyallahu anha'nın yanında iddetini
geçirmesini emretmiştir. Sonra, Fatıma'ya: " Bu kadın, ashabımın çokça uğradıkları birisidir.
Sen iddetini İbnu Ümmi Mektûm'un yanında geçir. Zira o, âmâ birisidir, örtünü de (onun
yanında) çıkarabilirsin. (İddetin bitip) helal oldun mu bana haber ver!" buyurdu. (Fatıma der
ki): "Helal hale geldiğim zaman, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a gelip Muaviye İbnu Ebi
Süfyan ve Ebu Cehm radıyallahu anhüma'nın benimle evlenmek istediklerini haber verdim.
Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ebu Cehm, sopasını omuzundan indirmez. Muaviye
ise fakirdir, parası yoktur. Sen Üsame İbnü Zeyd radıyallahu anhüma ile evlen!"
Üsame hoşuma gitmedi. (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunu sezmiş olacak ki tekrar):
"Sen Üsame'yle evlen!" buyurdu. Ben de onunla evlendim. Allah Teâla hazretleri onu bana
hayırlı kıldı. Onunla mes'ud oldum."
Müslim, Talak 36, (1480); Muvatta, Talak 23, (2, 580, 581); Ebu Davud, Talak 39, 40, (2284,
2291); Tirmizi, Nikah 38, (1135), Talak 5, (1180); Nesai, Nikah 21, (6, 74); Talak 69, (6,
207), 71, 72, (6, 210).
4174 - Nafi' rahimehullah anlatıyor: "Sa'id İbnu Zeyd'in kızı Abdullah İbnu Amr İbni
Osman'ın nikahı altında idi. Kadını, kocası talak-ı bette ile boşadı. Kadın, kocasının evini
(iddeti dolmadan) terketti. Onun bu davranışını Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anh hoş
karşılamadı."
Muvatta, Talak 64, (2, 579).
4175 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Teyzemi kocası (üç talakla) boşamıştı. Teyzem
hurmalarının meyvesini kesmek istedi. Bir adam onu evden çıkmaktan men etti. Teyzem de
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip durumunu arzetti. Aleyhissalatu vesselam: "Tabii,
hurmalarını devşir, ondan dilersen tasadduk eder, dilersen ma'ruf üzere tasarruf edersin!"
buyurdu."
Müslim, Talak 55, (1483); Ebu Davud, Talak 41, (2297); Nesai, Talak 70, (6, 209).
4176 - Mücahid rahimehullah, "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine
dört ay on gün beklerler" (Bakara 234) mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki: "Kadının,
bu iddeti, kocasının yanında beklemesi vaciptir. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri şu ayeti
inzal buyurdu: "İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın senesine
kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Eğer kadınlar çıkarlarsa kendilerinin
meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur" (Bakara 240).
Mücahid devamla der ki: "Allah Teala Hazretleri böylece kadına tam bir yıl (iddet) kıldı,
bunun yedi ay yirmi günü vasiyet yoluyla tanınacak. Kadın dilerse bu vasiyet müddetinde
kocasının evinde kalacak, dilerse terkedecek. Ayette geçen "evlerinden çıkarılmaksızın... Eğer
çıkarlarsa... size sorumluluk yoktur" ibaresinin manası budur. Esas iddet ise, onu beklemesi
kadına vacibtir."
İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "Bu ayet, kadının kocası yanında iddet geçirme
mecburiyetini neshetmiştir, kadın dilediği yerde iddetini geçirir."
Atâ der ki: "Sonra miras ayeti geldi, o da, süknayı neshetti. Böylece kadının, koca yanındaki
süknası kalktı, artık dilediği yerde iddetini geçirir."
Buhari, Tefsir, Bakara 41, Talak 50; Ebu Davud, Talak 42, 45, (2298, 2301); Nesai, Talak 60,
(6, 200).
4177 - Yahya İbnu Said rahimehullah anlatıyor: "Bir kadın, İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya
gelip kocasının öldüğünü ve kendilerinin (Medine'nin) Kanât nam mevkiinde bir ekinlerinin
olduğunu söyledi ve geceyi orada geçirmesinin kendisini için caiz olup olmadığını sordu.
İbnu Ömer radıyallahu anhüma kadını bundan nehyetti. Bu sebeple kadın, erkenden oraya
gider, orada gölgelenir, sonra akşama Medine'ye döner, evinde gecelerdi."
Muvatta, Talak 88, (2, 592).
İHDAD (MATEM)
4178 - Humeyd İbnu Nâfi' anlatıyor: "Bana Zeyneb Bintu Ebi Seleme şu üç hadisi haber
verdi:
Dedi ki: "Babası Ebbu Süfyan İbnu Harb vefat edince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın
zevce-i pâkleri Ümmü Habibe'nin yanına girdim. (Ben yanında iken Ümmü Habibe içerisinde
sarı renk bulunan bir sürünme maddesi (tıyb) getirtti, bu halûk veya bir başkası idi. Ondan bir
cariyeye sürdü, sonra da yanaklarına süründü. Sonra dedi ki: "Vallahi benim sürünüp
süslenmeye ihtiyacım yok. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini
işittim. "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir ölü üzerine üç geceden fazla matem
tutması helal olmaz. Fakat kocası müstesna, ona dört ay on gün matem tutar."
Zeyneb dedi ki: "Kardeşi öldüğü zaman Zeyneb Bintu Cahş radıyallahu anha'nın yanına
girdim. O da bir tiyb istedi ve ondan süründü. Sonra dedi ki: "Doğrusu, vallahi sürünmeye bir
ihtiyacım yok. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah'a
ve ahiret gününe inanan bir kadına..." diye başlayan önceki hadisi aynen zikretti."
Zeyneb (üçüncü rivayetinde) dedi ki: "Annem Ümmü Seleme'yi işittim, diyordu ki: "Bir kadın
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'a gelerek: "Kızımın kocası öldü. Gözünden de hasta,
gözüne (ilaç niyetiyle) sürme çekebilir miyiz?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: "Hayır!"
dedi. Kadın iki veya üç sefer aynı talebte bulundu. Aleyhissalatu vesselam her seferinde
"Hayır!" dedi ve sonuncuda ilave etti: "Onun matem müddeti dört ay on gündür. Cahiliye
devrinde sizden biri, sene başına mayıs atardı."
(Ravi Humeyd der ki: "Zeyneb'e "Senenin başına mayıs atma" nedir?" diye sordum) Zeyneb
radıyallahu anha dedi ki: "Kocası ölen bir kadın hıfş (denen hücres)ine çekilir, en kötü
elbisesini giyer, üzerinden bir yıl geçmedikçe tıyb sürünmez (yıkanmaz, tırnak kesmez, hiçbir
temizlik ameliyesinde bulunmaz sonra bir yıl tamam olunca berbat bir manzara ile çıkar)dı.
Sonra ona bir hayvan getirilirdi. Bu eşek veya koyun veya bir kuş olabilirdi. Bu (hayvanı
önüne sürmek suretiyle iddet halini) kırardı. İddetini kırmada kullandığı hayvan hemen hemen
ölürdü. Sonra (iddetten) çıkardı, kendisine mayıs verilirdi, o da bunu (önüne) atardı. (Böylece
evlenmeye helal olurdu.) İşte bundan sonra tiyb ve diğer (süslenme ve başka) şeylere
müracaat ederdi."
Buhari, Talak 46, 47, 50, Cenaiz 31; Müslim, Talak 58, (1486-1489); Muvatta, Talak 101, (2,
596-598); Ebu Davud, Talak 43, (2299) Tirmizi, Talak 18, (1195, 1196, 1197); Nesai, Talak
61, (6, 201), 60, (6, 205).
4179 - Ümmü Atiyye radıyallahu anha anlatıyor: "Biz, kocalımız hariç, herhangi bir ölü
üzerine üç günden fazla matem tutmaktan men edilmiştik. Kocalarımız için dört ay on gün
matem tutmalıydık. Bu esnada ne sürme çekerdir, ne tiyb sürünürdük, ne de boyalı elbise
giyerdik. Giyebildiğimiz sadece asb (denen daha dokunmazdan önce boyanmış kumaşlardan
mamul) elbise idi. Matemli kadına, hayız halinden çıkıp temizlik dönemine girince, yaptığı
yıkanmada azıcık koku kullanmasına izin verildi."
Buhari, Talak 48, 49, Hayız 12, Cenaiz 30, 31; Müslim, Cenaiz 34, (938), Talak 66, (938);
Ebu Davud, Talak 46, (2302, 2303); Nesai, Talak 63, 646, (6, 203, 204).
4180 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kocası ölen kadın sarıya boyanmış veya kırmızıya boyanmış elbise giymez,
zinet takınmaz, kına yakınmaz, sürmelenmez, başını tararken kokulu madde kullanmaz, başını
sidre ile kaplar."
Ebu Davud, Talak 46, (2304); Nesai, Talak 65, (6, 203); Muvatta, Talak 104-108, (2, 598,
600).
4181 - İbnu'l-Müseyyeb ve Süleyman İbnu Yesar rahimehumullah anlatıyor: "Tuleyha el-
Esediyye, Reşid es-Sakafi'nin nikahı altında idi. Reşid, Tuleyha'yı boşadı. Kadın, iddeti
içerisinde iken evlendi. Hz. Ömer radıyallahu anh, ona da kocasına da değnekle çokça vurdu
ve aralarını ayırdı. Sonra şunu söyledi: "İddeti içerisinde hangi kadın evlenirse, onun evlenen
kocası, gerdek yapmamış bile olsa araları ayrılacak ve kadın, önceki iddetinden geri kalan
kısmı tamamlayacak. Sonra ikincisi, taliblerden bir talib olacak. Eğer erkek, kadınla gerdek
yapmış idiyse, araları ayrılır, kadın önceki iddetini tamamlar. Sonra ikinciden dolayı yeniden
iddet bekler. Bunlar ebediyyen evlenemezler."
İbnu'l-Müseyyeb der ki: "Erkek, kadını kendine helal addettiği için ona tam mehir öder."
Muvatta, Nikah 27, (2, 536).
4182 - Nafi' anlatıyor: "Safiyye Bintu Ebi Ubeyd, kocası İbnu Ömer'den iddet beklerken
gözlerinden hastalandı. Gözleri nerdeyse çapaklanıyordu, yine de sürme çekmedi."
Muvatta, Talak 107, (2, 599).
4183 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh kendi anlattığına göre, şu ayeti okumuştu. (Mealen):
"Boşanan kadınlar, kendi kendilerine, üç aybaşı hali beklerler..." (Bakara 228). Ve şu ayeti
(mealen): "Ey peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve
iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan sakının. Onları, -apaçıak bir hayasızlık yapmaları hali bir
yana- evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. allah'ın
sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun
ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir. Kadınların iddet süreleri
biteceğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun, ya da uygun bir şekilde onlardan ayrılın;
içinizden de iki adil şahid getirin, şahidliği Allah için yapın. İşte bu, allah'a ve ahiret gününe
inanan kimseye verilen öğüttür. Allah kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş
yolu sağlar, ona beklemediği yerden rızık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah
buyurduğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü var etmiştir. Kadınlarınız içinde ay
hali görmekten kesilenler ile, henüz ay hali görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye
düşerseniz, bilin ki, onların iddet beklemesi üç aydır..." (Talak 1-4).
Ve dedi ki: "Bu, boşanan kadınların iddetleridir. Allah Teala Hazretleri bundan henüz temas
edilmemiş olan kadınları, "Ey iman edenler, mü'min kadınlarla nikahlanıp, onları, temasta
bulunmadan boşadığınızda artık onlar için size iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine
bağışta bulunarak onları güzellikle serbest bırakın" (Ahzab 49) me'alindeki ayetle istisna
etmiştir.
Yine Allah Teala buyurur ki, (mealen): "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler, kendi
kendilerine dört ay on gün beklerler; müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında
uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur" (Bakara 134). Sonra Allah Teala
Hazretleri, kadınlardan hamile olanların ruhsatını şu ayetle indirmiştir. (Mealen): "(Boşanan
veya kocası ölen kadınlardan) gebe olanların iddeti doğumları ile tamamlanır..." (Talak 4).
Rezin tahric etmiştir.
İFLÂS BÖLÜMÜ
________________________________________
954 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Bir kimse, iflâs edenin yanında malını aynen bulmuş ise, bu mala o, herkesten
daha ziyâde hak sâhibidir."
Buharî, İstikrâz 14; Müslim, Müsâkat 22, ( 559); Muvatta, Büyü 42, (2, 678); Tirmizî, Büyü
36, (1262); Ebu Dâvud, Büyü 76, (3519-3520, 3522); Nesâî, Büyü 95, (7, 311); İbnu Mâce,
Ahkâm 26, (2358, 2359).
955 - Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
zamanında, bir adamın satın aldığı meyveyi âfat vurdu. Bu yüzden adamın borcu arttı ve if1âs
etti. (Kendisine dâva arzedilince) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) halka: "Kardeşinize mal
tasadduk (ederek yardım) edin" dedi. Bunun üzerine, halk ona tasaddukta bulundu, ama
toplanan, borcunu ödemeye kâfı gelmedi. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz, bu sefer
alacaklılara: "Bulduklarınızı alın, size bundan başka bir şey yok" buyurdu.
Müslim, Müsâkât 18, (1556); Tirmizî, Zekât 24, (655); Ebu Dâvud, Büyü' 60, (3469); Nesâi,
Büyu'30 (7, 265), 96, (7, 312); İbnu Mâce, Ahkâm 25, (2356).
İHYÂU'L-MEVAT BÖLÜMÜ
________________________________________
104 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Sahibi olmayan bir araziyi kim ihya ederse, bu araziyi herkesten ziyade o hak kazanır."
Urvetu'bnu Zübeyr "Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife iken bu hadisin hükmünü tatbik etti"
dedi.
Buhârî, Hars 15.
105 - Urvetu'bnu Zübeyr (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim ölü bir arâziyi ihya ederse, burası onun olur. Başkasının arazisine izinsiz
ağaç dikene hiçbir hak tanınmaz.
Muvatta, Akdiye 26, (2, 743); Tirmizî, Ahkâm 38, (1379); Ebu Dâvud, Harâc 37, (3073).
Ebu Dâvud'da şu ziyade var: Urve (radıyallahu anh) dedi ki: "Şehâdet ederim ki, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şuna hükmetti: Arz, Allah'ın arzıdır, insanlar da Allah'ın
kullarıdır. Kim bir ölü araziyi (mevat) ihya ederse, bu yere, o, herkesten ziyade hak sâhibi
olur. Bu hükmü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan bize, ondan namazı getirenler
getirdi."
106 - Urve (radıyallahu anh) dedi ki: "Bana bu hadisi rivayet eden kimse şunu da anlattı: İki
kişi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracaat ederek aralarındaki ihtilâfı arzettiler:
Bunlardan biri, diğerinin arazisine hurma ağacı dikmişti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Tarla, eski sâhibine aittir, ağaç diken de diktiklerini tarlada söksün" diye hükmetti. Ben
ağaçların köklerine baltalarla vurulduğunu gördüm. Ağaçlar boylu boslu tam haldeydiler,
hepsi de tarladan söküldüler."
Ebu Dâvud, Harac 37, (3074).
107 - Semuratu'bnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
dedi ki: "Mevât (ölü) bir araziyi kim bir duvarla çevrelerse, burası onun olur."
Ebu Dâvud, Harac 37, (3077).
Rezîn, Saîd İbnu Zeyd (radıyallahu anh)'den şu ziyadeyi kaydetti: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) dedi ki: "Sahibi bir arazinin bakımından âciz kalarak helâk olmaya terkedince biri
gelip bu araziyi ihya ederse, arazi kendinin olur."
ÎLÂ BÖLÜMÜ
________________________________________
108 - Enes (radıyallahu anh) 'in anlattığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bir
at yere atmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu
O'na ayakta duramayacak kadar ızdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle
terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına
(meşrübe) çekildi. Ashâb (radıyallahu anhum ecmaîn) kendisine "geçmiş olsun" ziyaretine
geliyorlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta
durarak namaza uymuşlardı. Selâmı verince şöyle dedi: "İmam, kendisine uyulmak için
vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şâyet oturarak kıldırıyorsa siz
de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de
kaldırmayın."
Râvi der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayın 29'unda meşrübeden indi. Ashâb:
"Ey Allah'ın Resûlü, sen bir aylık bir müddet için îlâ'ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin"
dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi."
Buhârî, Salat 18, Ezan 51, 82, 128, Sıfatu's-Salat 83, 128, Savm 11, Mezâlim 25, Nikâh 91,
Talâk 21, Eymân 20; Tirmizî, Savm 6, (690); Nesâî, Talak 32, (6, 166).
Buhârî ve Müslim'de Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette: "Bu ay yirmi dokuz çekiyor"
buyurmuştur.
Müslim'de Câbir (radıyallahu anh)'dan kaydedilen bir rivayette: "Sonra iki elini üç sefer
uzattı, ikisinde her iki elinin bütün parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla
işaret etmişti" diye (yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır) (Sıyam 24).
109 - İbnu Ömer (radıyallahu anh), "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay
beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse
şüphe yok ki Allah cidden gafur ve rahîmdir..." (Bakara 226) âyetinin açıklaması ile alakalı
olarak) şöyle demiştir: "Ayette zikredilen) dört ay geçtikten sonra ya rücu etmek veya
boşamak üzere zevc tevkif olunur. Îlâ yapan fiilen boşamayınca (bu müddetin dolmasıyla)
boşanma husule gelmez." Bu görüş, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu'd-Derda ve Hz. Aişe
(radıyallahu anhüm ecmaîn)'den ve Ashab'tan on iki kişiden de rivayet edilmiştir.
Buhârî, Talak 21; Muvatta Talak 19, (2, 557).
Buhârî'nin bir başka rivayetinde İbnu Ömer demiştir ki: "Cenâb-ı Hakk'ın âyette zikrettiği îlâ,
dört aylık müddet dışında hiç kimseye helal olmaz. Bu müdded dolunca ya tatlılıkla hanımını
tutar veya, Allah'ın emrettiği şekilde boşamaya karar verir. (Îlâ müddetini uzatarak kocasının
ayrıca birde boşanmasını beklemek gibi üçüncü bir yola sülûk edilemez.)"
110 - Hz. Ali (kerremallahu vechehu) buyurmuştur ki: "Bir kimse hanımına yaklaşmamaya
yemin ederse (îlâ'ya karar verirse), bundan boşanma hâsıl olmaz. Dört aylık müddet geçince,
îlâ yapan koca tevkif olunur, ya boşar ya da kefaret ödeyerek rücu eder."
Muvatta, Talak 17, (2, 556).
İmam Mâlik der ki: "Bir kimse, çocuğu sütten kesilinceye kadar hanımına yaklaşmamaya
yemin edecek olsa, bu îlâ yemini sayılmaz. Bana Hz. Ali'den ulaşan bir rivayete göre, bu
durumdan kendisine sorulduğu vakit bunun îlâ olmadığını belirtmiştir."
111 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
hanımlarına yaklaşmamaya yemin etti (îlâ kararı verdi) ve (bal yemeyi de kendi kendine)
haram etti. Böylece helal olan bir şeyi kendisine haram kılmıştı. Sonra kefâret karşılığında
yeminini bozdu"
Tirmizî, Talak 21, (1201).
ALİMLERİN FAZİLETİ
________________________________________
4072 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a biri âbid
diğeri alim iki kişiden bahsedilmişti.
"Alimin âbide üstünlüğü, benim, sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu."
Tirmizi, İlim 19, (2686).
4073 - Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalatu vesselam sonra
buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya,
denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında
bulunur."
Hadis Tirmizi'nin aynı babındadır.
4074 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha yamandır."
Tirmizi, İlim 19, (2083).
4075 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a Allah
indinde en efdal insanın kim olduğu sorulmuştu: "Allah indinde en kıymetlileri en muttaki
olanlardır!" buyurdular. "Biz bunu sormadık!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halîlullah'ın
oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu Yusuf'tur" buyurmuştu. Yine itirazla: "Hayır
bunu da sormadık" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "siz bana Arap
hanedanlarından mı soruyorsunuz?" dedi. "Evet (Ey Allah'ın Resûlü!) dediler. "Onların
cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh öğrendikleri takdirde, İslam'da da en hayırlılarıdır!"
cevabını verdi."
Buhari, Enbiya 8, 14, 19, Menakıb 1, 25, Tefsir, Yusaf 1; Müslim, Fezail 168, (2378).
4076 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydalı olur.
Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır."
Rezin tahric etmiştir.
4077 - Yine Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kim, benden sonra öldürülmüş olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni
seven de benimle beraberdir."
Rezin tahric etmiştir.
4078 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle
dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden
yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını
(üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar
ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara
üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem
miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde
etmiştir."
Ebu Davud, İlm 1, (3641); Tirmizi, İlm 19, (2683); İbnu Mace, Mukaddime 17, (223).
İLME TEŞVİK
4079 - Humeyd İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Hz. Muaviye radıyallahu anh'ı işittim, demişti
ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah kimin için hayır
murad ederse onu dinde fakih kılar."
Buhari, Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tisam 10; Müslim, İmaret 98, (1038), Zekat 98, 100,
(1038); Tirmizi, İlm 1, (2647).
4080 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır."
Tirmizi, İlim 2, (2649); İbnu Mace, Mukaddime 17, (227).
4081 - Yine Tirmizi'nin Sahbere radıyallahu anh'tan kaydına göre, Aleyhissalatu vesselam:
"Kim ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur" buyurmuştur."
Tirmizi, İlim 2, (2650).
4082 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Zancılardan önce, ölem öğrenin yani zanlarıyla konuşanlardan önce."
Rezin tahric etmiştir. Buhari'de bunu bir bab başlığında muallak (senetsiz) olarak
kaydetmiştir. (Feraiz 2).
4083 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Feraizi ve Kur'an-ı öğrenin ve halka da öğretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben
aranızdan gideceğim)."
Tirmizi, Feraiz 2, (2092). İbnu Mes'ud radıyallahu anh'tan aynı manada bir rivayet yapılmıştır.
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Feraizi bilmeyen âlimin misali, baş kısmı olmayan bürnus
gibidir."
4084 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacak."
Tirmizi, İlim 19, (2687).
4085 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya
ehaktır."
Tirmizi, İlim 19, (2688).
4086 - İbn-i Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem âyet, kâim sünnet, âdil
taksim."
Ebu Davud, Feraiz 1, (2285); İbnu Mace, Mukaddime 8, (54).
4087 - Ebu Vâkid el-Leysi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
mescidde otururken üç kişi çıktı geldi. İkisi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a yönelerek
önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun
gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (dersinden) boşalınca buyurdular:
"Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti, Allah da onu himayesine
aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü,
Allah da ondan yüz çevirdi."
Buhari, İlim 8, Salat 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizi,
İsti'zan 29, (2725).
İLİM ÂDABI
4088 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (Kıyamet günü)
ateşten bir gem ile gemlenir."
Ebu Davud, İlm 9, (3658); Tirmizi, İlim 3, (2651).
4089 - Sehl İbnu sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli
develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır."
Ebu Davud, İlm 10, (3661); Buhari, Ashabu'n-Nebi 9; Müslim, Fedailu'l-Ashab 34, (2046).
4090 - Ebu Hârun el-Abdi anlatıyor: "Biz Ebu Sa'id el-Hudri radıyallahu anh'a uğrardık. O
bize: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın (bize) vasiyetine merhaba" (derdi ve ilave ederdi):
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm demişti ki: "İnsanlar (dinde) size tabidirler. Size (aktar-ı
âlemden yani) dünyanın her tarafından bir kısım erkekler gelip İslam dinini öğrenecekler.
Onlar geldikleri vakit, onlara hep hayrı tavsiye edin."
Tirmizi, İlim 10, (3661).
4091 - Yezid İbnu Seleme el-Cûfi radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim, ben
senden pek çok hadis işittim. Ancak bunlardan, sonradan işittiklerimin, önceden işittiklerimi
unutturacağından korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak) câmi bir kelime söyle!"
"Bildiklerinde Allah'a karşı müttaki ol (bu sana yeter)!" buyurdular."
Tirmizi, İlim 19, (2684).
Rezin şu ziyadeyi yaptı: "...ve onunla amel et!"
4092 - Rebi'a İbnu Ebi Abdirrahman der ki: "Yanında bir miktar ilim olan kimseye, nefsini
zayi etmesi münasib düşmez."
Buhari bab başlığında kaydetmiştir. (İlim 21.)
İLİM VEÖĞRENME ADABI
4093 - İkrime rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "İnsanlara
haftada birkere hadis anhlat. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç
olsun. Sakın halkı şu Kur'an'dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, senin onlara
gelip, sözlerini keserek, bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeceğim. Onlar konuşurken
sus ve dinle. Onlar sana gelip: "Konuş!" diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman
konuşursun. Dua'da seci meselesine dikkat et ve ondan kaçın. Zira ben, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm ve Ashab-ı Kiram'ın devrinde yaşadım, bunu yapmıyorlardı."
Buhari, Da'avat 20.
4094 - Hz. Ali radıyallahu anh demiştir ki: "İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve
resulünün tekzib edilmelerini ister misiniz?"
Buhari, İlim 49.
4095 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: "Sen bir cemaate akıllarının almayacağı bir şey
söylersen mutlaka bu, bir kısmına fitne olur."
Müslim, Mukaddime 5.
HADİS RİVAYETİ VE NAKLİ
4096 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Benden bir şey işitip onu (artırıp eksiltmeden) işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin
(Kıyamet günü) Allah yüzünü taze kılsın. Zira, kendisine ulaştırılan öyleleri var ki, bizzat
işitenden daha iyi kavrar."
Tirmizi, İlm 7, (2658).
4097 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Bir ayet bile olsa benden başkasına götürün. Beni İsrail
(hikâyelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok. Ancak kim bile bile bana yalan nisbet
ederse cehennemdeki yerini hazırlasın."
Buhari, Enbiya 50; Tirmizi, İlm 13, (2671).
4098 - Mahmud İbnu'r-Rebi' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
ben beş yaşlarımda iken, evimizin kuyusunun kovasından ağzına aldığı suyu yüzüme
püskürttüğünü hatırlıyorum."
Buhari, İlim 18, Müslim, Mesâcid 54 (33).
4099 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan iki kap
ilim hıfzıma aldım. Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu
gırtlağımı kesersiniz."
Buhari, İlm 42.
4100 - Ebu Zerr radıyallahu anh demiştir ki: "Eğer kılıncı şuraya koysanız -eliyle ensesini
göstermiştir- ben bu esnada, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işitmiş bulunduğum bir
hadisi, sizin işimi bitirmezden önce söyleyebileceğime kanaatim gelse onu mutlaka söylerim."
Buhari, İlim 10.
HADİSİN YAZILMASI
4101 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş bu işten beni men etti. Dediler ki: "Sen
her (işittiğin) şeyi yazıyorsun, halbuki Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir insandır,
memnun ve öfkeli halde de konuşur."
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
anlattım. Parmağı ile ağzına işaret ederek:
"Yaz, nefsimi elinde tutan Zâta yemin olsun, ondan haktan başka bir şey çıkmaz!" buyurdu."
Ebu Davud, İlim 3, (3646).
4102 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan bir zat Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a (hafızasını) şikayet ederek dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! ben senden hadis
işitiyorum, çok hoşuma gidiyor, ancak hafızamda tutamıyorum. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ona şu cevabı verdi:
"Sağ elini yardıma çağır!" ve eliyle yazma işareti yaptı."
Tirmizi, İlm 12, (2668).
4103 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün,
halka) hitabetti, -(Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili) bir kıssa anlattı- (hadiste şu ibare de
vardı:) "Ebu Şah dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! (bu hutbeyi) bana yazıverin!" Bu taleb üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Evet Ebu Şâh'a yazıverin!" emir buyurdular."
Tirmizi, İlim 12, (2669); Buhari, İlm 39, Lukata 7, Diyat 8; Ebu Davud, İlm 3, (3649).
4104 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh diyor ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
Ashabı arasında İbnu Amr hariç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi
şuradan ileri geliyordu:) O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum."
Buhari, İlm 39; Tirmizi, İlm, (2670).
4105 - Zeyd İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana
emretti, ben de onun için, Süryanice (yahudi) yazısını öğrendim. Şöyle demişti: "Allah'a
yemin olsun, ben yazı işimde yahudiye emniyet edemiyorum!"
(Zeyd) der ki: "Allah'a yemin olsun bir ayın yarısı geçmeden, o yazıyı öğrendim ve hazâkat
kazandım. Resûlullah'ın onlara olan mektuplarını yazıyor, onların gönderdiklerini de ona
okuyordum."
Buhari, Ahkam 40; Ebu Davud, İlm 2, (3645); Tirmizi, İstizan 22, (2716).
4106 - el-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz.
Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti.
Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını
emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç bir
şey yazmamamızı emretmişti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti."
Ebu Davud, İlm 3, (3647).
4107 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
emrettiler: "Benden kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, Kur'an'dan başka bir şey yazmış
ise, onu imha etsin."
Müslim, zühd 72, (3004).
İLMİN KALDIRILMASI
4108 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah ilmi (verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat
ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da
cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi
reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar."
Buhari, İlim 34, İ'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654).
4109 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan kapıp kaçırıldığı
anlardır. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular.
Ziyad İbnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl
kapıp kaçırılır? Vallahi biz onu hem okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza
okutacağız!" dedi. Resulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden
sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine
yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubade İbnu's-Samit
radıyallahu anh'a rastladım. Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi, işittin mi? dedim. Ve ona
Ebu'd-Derda'nın söylediğini haber verdim. bana: "Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen
kaldırılacak olan ilk ilmin ne olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk
ilim huşu'dur. Büyük bir câmiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremiyeceğin vakit
yakındır!" dedi."
Tirmizi, İlm 5, (2655).
4110 - Ömer İbnu Abdilaziz rahimehullah'dan nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr
İbnu Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hadisinden ne varsa
yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasından ve ülemanın gitmesinden korkuyorum. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın hadisinden başka bir şey kabul etme. Alimler ilmi yaysınlar, ilim
için (herkese açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece öğrensin. Zira
ilim, gizli kalmazsa helak olmaz."
Buhari, İlm 34.
ALİM VE TALİB
6012 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah kimin hakkında hayır murad ederse, onu dinde âlim kılar."
6013 - Hz. Muaviye radıyallahu anh, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini
anlatıyor: "Hayır bir alışkanlıktır, şer de düşmanlıktır; Allah kimin hakkında hayır murad
ederse onu dinde fakih (âlim) kılar."
6014 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
buyurdular: "İlim talebi her müslümana farzdır. İlmi, ona layık olmayan kimseye öğretmek,
domuzun boynuna mücevherat, inci, altın takmak gibidir."
6015 - Zir İbnu Hubeyş anlatıyor: "Safvân İbnu Assâl el-Murâdi'ye geldim. Bana: "Ne
maksatla yanıma geldin?" dedi.
"İlmi ortaya çıkarayım diye!" dedim. Bunun üzerine bana şunu söyledi:
"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittim. Buyurmuşlardı ki:
"İlim talep etmek üzere yola çıkan hiç kimse yoktur ki, melekler, onun bu yaptığından
memnun olarak, ona kanatlarını germemiş olsunlar!"
6016 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Yok edilmezden önce şu (dini) ilmi öğrenmeniz gerekir. Onun yok edilmesi
kaldırılmasıdır."
Aleyhissalatu vesselâm, sonra orta parmağı ile şehadet parmağını şöyle birleştirerek: "Alim ve
talebe sevapta ortaktırlar, diğer insanIarda (öğretici ve öğrenici olmayanlarda) hayır yoktur!"
buyurdular.
6017 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
bir gün, hücrelerinden birinden çıkıp mescide girmişti. Mescidde ise iki halka vardı. Birinde
halk, Kur'ân okuyor, Allah'a dua ediyordu. Diğerindekiler ilim öğrenip ilim öğretmekle
meşguldü. Aleyhissalâtu vesselâm: "Her ikisi de hayır üzeredir: Şunlar Kur'ân okuyorlar,
Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise
öğrenip öğretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim!" buyurdular ve ilim halkasına
oturdular."
İLMİ TEBLİĞ
6018 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah benim sözümü işitip belleyen, sonra da onu benden (başkasına) ulaştıran kimsenin
yüzünü Kıyamet günü ağartsın. Zira nice ilim taşıyıcılar vardır ki, alim değildir. Nice ilim
taşıyıcıları ilmi, kendinden daha alim olana taşırlar."
6019 - Yine Hz. Enes anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, onlar hayrın anahtarları, şerrin de sürgüleridir. Allah'ın,
ellerine hayırın anahtarlarını koyduğu kimselere ne mutlu! Şerr'in anahtarlarını Allah'ın
ellerine koyduğu kimselere ne yazık!"
6020 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"(Size getirdiğim) bu hayır, birkısım hazineler mesabesindedir. Bu hazinelerin anahtarları
vardır. Allah'ın, hayır için bir anahtar, şerre karşı da sürgü kıldığı kimseye ne mutlu. Allah'ın
şerre anahtar, hayra sürgü kıldığı kimseye de ne yazık!"
HALKA HAYRI ÖĞRETMEK
6021 - Muaz İbnu Enes'in babası anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir ilim öğretirse ona bu ilimle amel edenlerin sevabı vardır. Bu amel edenin ücretini
eksiltmez."
6022 - Ebu Katâde babasından naklediyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kişinin (öldükten sonra) geride bıraktıklarının en hayırlısı şu üç şeydir: "Kendisine dua eden
salih bir evlad, ecri kendisine ulaşan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen bir
ilim."
6023 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mü'min kişiye, hayatta iken yaptığı amel ve iyiliklerden, öldükten sonra
ulaşanlar, öğretip neşrettiği bir ilim, geride bıraktığı salih bir evlad, miras bıraktığı bir mushaf
(kitap), inşa ettiği bir mescid, yolcular için yaptırdığı bir bina, akıttığı bir su, hayatta ve
sağlıklı iken verdiği bir sadakadır. Ölümünden sonra kişiye işte bunlar ulaşır."
6024 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Sadakanın en üstünü, kişinin bir ilim öğrenip sonra da onu müslüman
kardeşine öğretmesidir."
TEVAZU
6025 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Çok sıcak bir günde Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Baki'u'l-Garkad cihetine geçti. Arkasında yürüyen kimseler vardı. Bir ara ayak
seslerini işitince bu ona ağır geldi ve içine bir kibir düşer endişesiyle yere oturdu, halkın
kendisini geçmesini bekledi."
6026 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm yolda
yürüyünce Ashab, onun önünde yürürler. Aleyhissalâtu vesselâm'ın sırtını meleklere
bırakırlardı."
İLİM TALEBİNE TEŞVİK
6027 - İsmail İbnu Müslim anlatıyor: "Hasan Basri merhuma hastalığı sırasında geçmiş olsun
ziyaretine uğramıştık; gelenler odayı doldurdu, öyle ki ayaklarını topladı ve şunları anlattı:
"Biz, Ebu Hureyre radıyallahu anh'a hastalanınca geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk,
ziyaretçiler odayı doldurmuştuk, öyle ki, ayaklarını kendine çekti ve: "Bir keresinde
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına girmiş, odasını doldurmuştuk, o da yanı üzerine
yatıyordu. Bizi görünce ayaklarını kendine çekerek topladı ve şöyle buyurdu:
"Haberiniz olsun, benden sonra, ilim talep etmek üzere, (size her taraftan) insanlar gelecekler.
Onlara merhaba deyin, selam verin ve ilim öğretin!"
Hasan Basri hazretleri sözlerine devamla dedi ki: "Allah'a yemin olsun! Biz öyle insanlarla
karşılaştık ki, (kendilerine ilim talep etmek üzere uğradığımız zaman) bize, ne merhaba
dediler, ne selam verdiler ne de ilim öğrettiler. Ancak kendilerine ilim için gittiğimiz zaman
bir şeyler öğrenir idiysek de bize kaba davranırlardı."
İLİMLE AMEL
6028 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cühelâ takımıyla münakaşa veya ülemâya karşı böbürlenme veya halkın dikkatini kendine
çekme gayesiyle ilim talep eden ateştedir."
6029 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İlmi, alimlere karşı böbürlenmek, cühelâ ile münakaşa etmek veya mevki-makam elde etmek
için öğrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ateş gerekir, ateş!"
6030 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden birkısım insanlar, dini ilimleri öğrenecekler. Kur'ân-ı Kerîm'i okuyacaklar ve
şöyle diyecekler: "Ümerâya gidip, onların dünyalıklarından alırız, dinimizi de onların
şerrinden uzak tutarız." Halbuki bu mümkün değildir, tıpkı katad (denen dikenli ağaçtan)
dikenden başka bir şey elde edilemediği gibi. Aynen öyle de, ümerânın yakınlığından
sadece... elde edilir."
Muhammed İbnu's-Sabbâh: "Aleyhissalâtu vesselâm sanki hataları kastetmiştir" der."
6031 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh demiştir ki: "Eğer ilim ehli, ilmi koruyup, onu
layık olanlara vermiş olsalardı, ilim sayesinde devirlerinin insanlarına efendi olacaklardı. Ne
var ki onlar ilmi, dünyalıklarından menfaat sağlamak için ehl-i dünya için harcadılar. Dünya
ehli de âlimleri aşağıladı. Halbuki ben, Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle
söylediğini işittim: "Kimin tasası sadece ahiret oIursa, dünya tasalarına Allah kifâyet eder.
Kim de dünya tasalarına kendini kaptırırsa, dünyanın hangi vadisinde helak olduğuna Allah
aldırmayacaktır."
6032 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle
söylediğini işittim: "İlmi, ulemâya karşı böbürlenmek için veya cühelâ ile münakaşa için veya
insanların dikkatini kendinize çekmek için öğrenmeyin. Kim böyle yaparsa yeri ateştir."
6033 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim âlimlere karşı böbürlenmek, cahillerle münakaşa etmek ve halkın
dikkatini üzerine çekmek maksadıyla ilim öğrenirse Allah onu cehenneme sokar."
İLMİ GİZLEME
6034 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bu ümmetin sonradan gelenleri önce gelenlerine lânet ettiği vakit, kim bir hadisi söylemez,
ketmederse, Allah'ın indirdiğini ketmetmiş (gizlemiş) olur."
6035 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir ilimden sorulur, o da bunu gizlerse, Kıyamet günü ateşten bir gem ile gemlenir."
6036 - Ebu Sa'îdi'I-Hudrî anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim
insanların dini işlerinde Allah'ın faydalı kıldığı bir ilmi gizlerse, Allah, Kıyamet günü onu
ateşten bir gem ile gemler."
İMÂN VE İSLÂM'IN FAZİLETİ
________________________________________
1 - Ubade İbnu's-Sâmit el-Ensarî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz. Peygamber
aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına Allah'ın bir
ve şeriksiz olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduğuna, keza Hz.
İsâ'nın da Allah'ın kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attığı bir kelimesi ve kendinden bir ruh
olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa
olsun Allah onu cennetine koyacaktır."
Buhârî, Enbiya 47; Müslim, İmân 46, (28); Tirmizî, İmân 17, (2640).
Müslim'in bir başka rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ederse Allah ona ateşi haram kılacaktır."
2 - Ebu Sa'îd İbnu Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (radıyallahu anh) hazretleri demiştir ki: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan
kimse ateşten çıkacaktır."
Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun:
"Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa, 40).
Tirmizî Sıfatu Cehennem 10, (2601).
Tirmizî hadis için "sahihtir" demiştir.
3 - Yine Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular: "Kim: 'Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, Resûl olarak Hz.
Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldım)' derse cennet ona vâcip olur".
Ebu Dâvud, Salât 361, (1529).
4 - Yine Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular: "Bir kul İslâm'a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı
bütün hayırları Allah, lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman
olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muâmele görür: Yaptığı her hayır için en az on misli
olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah
affetmediği takdirde- bir günah yazılır."
Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (İman 31), Nesâî, İman 10, (8, 105).
5 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı herbir hayır en
az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece
misliyle yazılır. Bu hâl, Allah'a kavuşuncaya kadar böyle devam eder."
Buharî, İman 31; Müslim, İman 205, (129).
6 - Muâz İbnu Cebel el-Ensârî (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kimin (hayatta söylediği) en son sözü Lâ ilâhe
illallah olursa cennete gider"
Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3116).
7 - Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek
"Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete
girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum.
"Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da
ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da
cennete girecektir".
Buhârî, Tevhid 33; Müslim, İman 153, (94); Tirmizî, İman 18, (2646).
8 - Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır" Bir zat: -Ey Allah'ın Rasûlü! gerekli
kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de
Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."
Müslim, İman 151, (93).
9 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e "Ey Allah'ın Resûlu, kıyamet günü senin şefaatinle en ziyâde saadete erecek olan
kimdir?" diye sormuştum. Bana: "Hadis'e karşı sende olan aşkı görünce, bu hususta senden
önce bana bir başkasının sualde bulunmayacağını tahmîn etmiştim" açıklamasını yaptıktan
sonra şu cevabı verdi: "Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse,
samimi olarak ve içinden gelerek 'Lâ ilâhe illallah' diyen kimsedir"
Buhârî, İlm 34, Rikak 50.
10 - Süheyb İbnu Sinân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurdular: "Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir
hayırdır. Bu durum, sâdece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı birşey gelse
şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır".
Müslim, Zühd 64, (2999).
11 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Muhammed'in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten
her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan
ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır".
Müslim, İman 240, (153).
12 - Vehb İbnu Münebbih'in anlattığına göre kendisine: "Lâilâhe illallah cennetin anahtarı
değil mi? dendi de: "Evet, öyledir ama dişsiz anahtar olur mu? Dişleri olan anahtarın varsa
kapın açılır, yoksa kapalı kalır, açılmaz" cevabını verdi.
Buhârî, Cenâiz 1.
13 - Abdullah İbnu Mes'ud el-Hüzelî (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, bir adam
kendisine "Sırat-ı müstakim (doğru yol) nedir?" diye sordu. Ona şu cevabı verdi:"Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm), bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun öbür ucu ise
cennete ulaşmaktır. Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar da var. Bunlardan her
birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan geçenleri kendilerine çağırıyorlar. Kim bu
dış yollardan birine sülûk ederse yol onu ateşe götürecektir. Kim de sırat-ı müstakîme sülûk
ederse o da cennet'e ulaşacaktır." İbnu Mes'ud bu açıklamayı yaptıktan sonra şu ayeti okudu:
"İşte bu benim sırat-ı müstakimimdir, buna uyun. Başka yollara sapmayın, sonra onlar sizi
Allah'ın yolundan ayırırlar...." (En'âm 152)
(Rezîn İbnu Muâviye'nin ilâvesidir).
İMÂNIN HAKİKATİ
14 - Abdullah İbnu Ömer İbni'l-Hattâb (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, bir adam
kendisine: Gazveye çıkmıyor musun?" diye sorar. Abdullah şu cevabı verir: "Ben Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i işittim, şöyle buyurmuştu: "İslâm beş esas üzerine bina
edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna
şehâdet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak".
Buhârî, İman 1; Müslim, İman 22 (....); Nesâî, İman 13, (9, 107-108); Tirmizî, İman 3, (2612).
15 - Yahya İbnu Ya'mur haber veriyor: "Basra'da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma'bed el-
Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umra vesîlesiyle
beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab'tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik.
Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı.
Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî'nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)'la
karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah
(radıyallahu anh)'a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmîn ederek, konuşmaya
başladım: "Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur'ân-ı
Kerîm'i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar." Onların durumlarını
beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: "Bunlar, "kader yoktur, herşey hâdistir ve Allah önceden
bunları bilmez" iddiasındalar." Abdullah (radıyallahu anh): "Onlarla tekrar karşılaşırsan,
haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler." Abdullah İbnu Ömer sözünü
yeminle de te'kîd ederek şöyle tamamladı: "Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı
kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını
kabul etmez."
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında oturuyordum. Derken elbisesi
bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder
hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının
üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında
bilgi ver! Haz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: "İslâm, Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât
vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabancı:
"-Doğru söyledin" diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret
ettik.
Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkında bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: "Allah'a, meleklerine, kitablarına,
peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna
da inanmandır." Yabancı yine: "Doğru söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana
ihsan hakkında bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: "İhsan Allah'ı sanki gözlerinle
görüyormuşsun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor."
Adam tekrar sordu: "Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan,
sorandan daha fazla birşey bilmiyor!" karşılığını verdi.
Yabancı: "Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim'in
rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını
görmendir."
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim'deki
rivayete uygundur. Diğer kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'la karşılaştım" şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ey Ömer, sual
soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir"
deyince şu açıklamayı yaptı: "Bu Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi."
Müslim, İman 1, (8); Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695); Tirmizî, İman 4,
(2613).
Ebu Dâvud, bir başka rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra "cünüblükten yıkanmak"
maddesini de ilâve eder.
Yine Ebu Dâvud'un bir başka rivayetinde şu ziyâde vardır: "Müzeyne veya Cüheyne
kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resûlü, hangi işi yapıyoruz, olup bitmiş (levh-i
mahfuza kaydı geçmiş) bir işi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemiş) şu anda yeni
başlanacak olan bir işi mi?" Resûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm): "Olup bitan bir işi" dedi.
Adamcağız -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalışılsın ki? Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamada bulundu: "Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli
müyesser kılınır, ateş ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kılınır."
Benzer bir hadisi, Buhârî (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den kaydeder.
Bu hadise Tirmizî hâriç diğerlerinde de rastlanır. Mevzubahis rivayette, "şehâdette bulunman"
yerine "Allah'a ibadet edip hiçbir şeyi ortak koşmaman" ifadesi de yer alır.
Bu hadiste ayrıca "Yalın ayak, üstü çıplak kimseler halkın reisleri olduğu zaman" ziyadesi de
mevcuttur.
Şu ziyade de mevcuttur: (Kıyametin ne zaman kopacağı), Allah'tan başka hiçkimse tarafından
bilinmeyen beş gayıptan (mugayyebât-ı hamse) biridir buyurdu ve şu ayeti okudu: "Kıyamet
saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir. Rahimlerde bulunanı o bilir.
Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez..." (Lokman, 34),
Buhârî, İman 37.
Bir başka rivayette "üstü çıplaklar" tâbirinden sonra "sağır ve dilsizler arzın melikleri
(kralları) oldukları zaman" ziyadesi vardır.
Nesâî'nin Sünen'inde şu ziyade mevcuttur: "Dedi ki: Hayır, Muhammed'i hakikatle birlikte
irşad ve hidayet edici olarak gönderen zât'a yemin olsun, ben o hususta (kıyametin ne zaman
kopacağı hususunda) sizden birinden daha bilgili değilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdı.
Dıhyetu'l-Kelbî suretinde inmiştir."
16 - Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna
devesini ıhıp bağladıktan sonra: "Muhammed hanginizdir?" diye sordu. Biz: "Dayanmakta
olan şu beyaz kimse" diye gösterdik. -Nesâî'deki Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'ın
rivayetinde: "Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse" diye tasvîr
mevcuttur.-
Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu! diye seslendi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Buyur seni dinliyorum" dedi.
Adam: "Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın"
dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Haydi istediğini sor!"
Adam: "Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara
peygamber olarak Allah mı gönderdi?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kasem olsun evet!"
Adam: "Allahu Teâla adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah
mı emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Adam: "Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Adam: "Allahu Teâla adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize
dağıtmanı Allah mı sana emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi: "Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan
kabîlemin elçisiyim. Adım: Dımâm İbnu Sa'lebe'dir. Benu Sa'd İbni Bekr'in kardeşiyim."
(Bunu beş kitap rivayet etmiştir. Metin Buhârî'den alınmıştır).
Müslim'in rivayetinde şöyle denir: "Bir adam geldi ve şöyle dedi:
"Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine
inanmaktasın."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Doğru söylemiş" dedi.
Adam tekrar: "Öyleyse semayı kim yarattı?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.
Adam: "Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.
Adam: Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken Zât adına söyler misin, seni
peygamber olarak gönderen Allah mıdır?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.
Adam: "Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru
mudur?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Doğru söylemiştir!"
Adam: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.
Adam sonra zekâtı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu.
Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde "Doğru söylemiş" diye
cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana
Allah mı emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!"
Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: "Seni hakla gönderen Zât'a kasem olsun,
bunlar üzerine hiç bir şey ilâve etmem, bunları eksiltmem de."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!" buyurdu.
Buhârî, İlm 6; Müslim, İman 10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâî, Siyâm 1, (4, 120); Ebu
Dâvud, Salât 23, (486).
17 - Talha İbnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Necid
ahâlisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne
dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e iyice yaklaşınca gördük
ki, İslâm'dan soruyormuş.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gece ve gündüzde beş vakit namaz" demişti ki
adam tekrar sordu:
"Bu beş dışında bir borcum var mı?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ramazan orucu da var" deyince adam: Bunun
dışında oruç var mı? diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır!" Ancak
dilersen nâfile tutarsın" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâtı hatırlattı. Adam: "Zekât dışında borcum
var mı?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır, ama nâfile verirsen o başka!"
dedi.
Adam geri döndü ve gider ayak: "Bunlara ilâve yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım"
dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir" buyurdu.
Veya "Sözünde durursa cennetliktir" buyurdu.
Ebu Dâvud'da "Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde dursun" şeklinde te'kidli olarak
gelmiştir.
Buhârî, İman 34; Müslim, İman 8, (11); Nesâî, Siyâm, 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 1, (391);
Muvatta, Kasru's-Salât fi's-Sefer 94, (1, 175).
18 - Abdullah İbnu Abbas'ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebîz)
hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e geldiği vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebîalılar" diye
kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Merhaba, hoş geldiniz.
İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız" buyurdu.
Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir Mudarlılar var. Bu
sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret,
onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce
tek olan Allah Teâla'ya imanı emretti ve sordu:
"İman nedir biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açıkladı: Allah'tan başka ilâh olmadığına,
Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek,
Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı:
Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabağından yapılmış testiler), nakîr hurma
kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).
Buhârî, İman 40, İlm 25, Mevâkîtu's-Salât 2, Zekât 1, Farzu'l-Hums 2, Mevâkıb 4, Meğâzî 69,
Edeb 98, Haberi'l-Vâhid 5, Tevhîd 56, Müslim, İmân 23, 24, 25 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7,
(3692); Tirmizî, İman 5, (2614); Nesâî, İman, 25, (8, 120).
19 - Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "Kişi dört şeye inanmadıkça mü'min olmuş sayılmaz: Allah'tan başka ilâh
olmadığına ve benim Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed olduğuma, beni (bütün insanlara)
hakla göndermiş bulunduğuna şehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak,
kadere inanmak"
Tirmizî, Kader 10, (2146).
20 - eş-Şerrîd İbnu's-Süveyd es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü,
dedim, annem bana kendisi adına mü'mine bir cariye âzad etmemi vasiyet etti. Benim
yanımda, Sûdanlı (nûbi) siyah bir cariye var, onu âzad edeyim mi?" Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Çağır, onu (göreyim)" dedi. Çağırdım ve geldi. Cariyeye sordu:
"Rabbin kim?" Cariye: "Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'ın elçisisin!"
cevabını verince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunu âzad et, zira mü'minedir"
buyurdu.
Ebu Dâvud, Eymân 19 (3283); Nesâî, Vesâya 8, (6, 251).
21 - Muâviye İbnu'l-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir
koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm.
İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle
azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O:
"Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'ın Resûlüsün" cevabını
verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira
mü'minedir" buyurdu.
Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud,
Eymân 19 (3282).
22 - Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı,
peygamber olarak Muhammed'i seçip râzı olanlar duyar."
Müslim, İman 56, (34); Tirmizî, İmân 10, (2625).
23 - Abdullah İbnu Muâviye el-Gâzirî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Üç şey vardır. Kim onları yaparsa imanın tadını alır:
Sadece Allah'a kulluk eden, Allah'tan başka ilâh olmadığını bilen, her yıl gönül hoşluğuyla
zekâtını veren! Zekâtını da yaşlı, uyuzlu, hasta, değersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine
mallarının orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-ı Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmiştir,
ne de en adisinden olana râzı olmuştur."
Ebu Dâvud, Zekât 4, (1582).
24 - Behz İbnu Hakîm İbni Mu'âviye İbni Hayde el-Kuşeyrî babası tarikiyle dedesinden şunu
rivayet ediyor: "Dedim ki: Ey Allah'ın Resûlü, ben sana gelirken, seni ve dinini
benimsemiyeceğim diye şunların (ellerinin parmaklarını göstererek) adedinden fazla yemin
ettim. Meğerse, Allah ve Resûlünün öğrettiği dışında hiçbir şey anlamayan bir kimseymişim.
Şimdi Allah rızası için senden soruyorum. Allah seninle bizlere ne gönderdi?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "İslâm"ı dedi. "Pekâla, dedim, İslâm'ın alâmetleri
nedir?" Şu cevabı verdi: "Kendimi Allah'a teslim ettim, başka şeyleri terkettim" demen,
namaz kılman, zekât vermendir. Her Müslüman bir başka Müslümana haramdır. İki
Müslüman birbiriyle kardeştir ve birbirlerine yardımcıdırlar. Bir kimse Müslüman olduktan
sonra müşrikleri terkedip, Müslümanlara karışmadıkça hiçbir ameli (Allah katında) makbul
değildir."
Nesâî, Zekât 72, (5, 82).
25 - Süfyan İbnu Abdillah es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, bana
İslâm hakkında öyle bir bilgi ver ki, bana yetsin ve sizden başka kimseye İslâm'dan sormaya
hacet bırakmasın" dedim. Şu cevabı verdi: "Allah'a inandım de, sonra da doğru ol" buyurdu.
Müslim, İman 62, (38).
26 - Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o,
Müslümandır".
Nesâî, İman 9, (8, 105). Buhârî, Salat 28.
Hadisi Nesâî tahric etmiştir. Ancak, Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî tarafından da rivayet
edilmiş olan uzunca bir hadisin bir parçasıdır. Bak:
Tirmizî, İman 2, (2611); Ebu Dâvud, Cihad 104, (2641).
MECÂZ HAKKINDA
27 - Ebu Hüreyre anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "İman,
yetmiş küsur -bir rivayette de altmış küsur- şubedir. Haya imandan bir şubedir."
Buhârî, İman 3; Müslim, İman 57-38, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet 15, (4676); Tirmizî, İman
6, (2617); Nesâî, İman 16, (8, 110); İbnu Mâce, Mukaddime 9, (57).
Bir rivayette şu ziyâde vardır: "Bu şûbelerden en üstünü "Lâilâhe illallah" sözüdür, en aşağı
mertebede olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi kenara çıkarmaktır."
28 - Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
"Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi dışında
kalan herşeyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah,
imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe
atılmaktan korktuğu gibi korkmak."
Buhârî, İman 9, 14, İkrâh 1; Müslim, İman 67, (43); Tirmizî, İman 10, (2626); Nesâî, İman 3,
(8, 96); İbnu Mâce, Fiten 23, (4033).
Nesâî'nin kaydettiği bir diğer rivayette "bu ikisi dışında kalan" tabirinden sonra şu ziyâde
vardır. "Allah için sevmek, Allah için buğzetmek."
29 - Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok
sevmedikçe iman etmiş sayılmaz"
Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70, (44); Nesâî, İman 19,(8,114, 115).
Nesâî'nin bir rivayetinde "...malından ve ailesinden daha sevgili..." denmektedir.
30 - Yine Hz. Enes (radıyallahu anh)'in rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe
gerçek imana eremez."
Nesâî'nin rivayetinde "...hayır şeylerden" ziyâdesi mevcuttur.
Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71, (45); Nesâî, İman 19, (3, 115); Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyamet
60, (3517); İbnu Mâce, Mukaddime 9, (66).
31 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle dediğini
rivayet ediyor: "Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için
vermezse imanını kemâle erdirmiştir".
Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4681).
32 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de,
halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir."
Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).
33 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anh) hazretleri, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhâcir
de Allah'ın yasakladığı şeyi terkedendir."
Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64, (40); Ebu Dâvud, Cihâd 2, (2481); Nesâî, İman 9, (8, 105).
(Metin Buhârî'ye aittir).
Sahiheyn ve Nesâî'de gelen bir başka hadiste şöyle denir: "Bir adam sordu: "Ey Allah'ın
Resûlü, İslâm'da hangi amel daha hayırlıdır?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Yemek yedirmen, tanıdık tanımadık herkese selam vermen" dedi.
34 - Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
şöyle dediğini rivayet etti:
"Bir kimsenin mescide alâkasını görürseniz, onun mü'min olduğuna şehâdet edin, zira Cenâb-ı
Hakk şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe inananlar imar
ederler" (Tevbe 18),
Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, (3092).
35 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: "Üç
şey vardır ki imanın aslındandır:
1. Lâilâhe illallah diyene saldırmamak: İşlediği herhangi bir günahı sebebiyle bu kimseyi
tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de İslâm'dan dışarı atma.
2. Cihad, bu Allah'ın beni peygamber olarak gönderdiği günden, bu ümmetin Deccâl'e karşı
savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamın zâlim olması, ne de âdil
olması ortadan kaldıramayacaktır.
3. "Kadere iman".
Ebu Dâvud, Cihad 35, (2532).
36 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
ashabından bir kısmı ona sordular: "Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor,
normalde bunu söylemenin günah olacağına kaniyiz." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet!
deyince: "İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.
Müslim, İman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).
Diğer bir rivayette: "(Şeytanın) hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamdolsun" demiştir.
Müslim'in İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan kaydettiği bir rivayet şöyledir: "Dediler ki: "Ey
Allah'ın Resulû, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür
kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercîh eder. (Bu vesveseler bize zarar
verir mi?)" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır bu (korkunuz) gerçek imanın
ifadesidir" cevabını verdi."
KELİME-İ ŞEHÂDET VE ONUN DİL İLE İKRARININ HÜKMÜ
37 - İbn-i Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben
insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet
edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları
yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm'ın
hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır".
Buhârî, İmân 17; Müslim, İman 36, (22);
Müslim'deki rivayette "İslâm'ın hakkı hâriç" ibâresi mevcut değildir.
38 - Ubeydullah İbnr Adiy İbnu'l-Hıyâr (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ashabıyla otururken bir adam gelerek gizlice bir şeyler fısıldadı. Ne
gibi bir sır tevdi etmişti bilmiyorduk. Nihayet Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu
açıkladı. Meğerse o zat, münafıklardan birini öldürmek için izin istiyormuş. Adama: "Peki o
Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi bulunduğuna şehâdet etmiyor
mu?" diye sordu. Adam: "Hayır o şehâdeti ikrâr etmiyor" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Namaz kılıyor mu?" diye sordu. Adam: "Hayır namaz da kılmıyor" deyince, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm); "Allah'ın öldürmekten beni men ettiği kimseler işte
böyleleri" buyurdu"
Muvatta, Kasru's-Salât 84, (1, 171).
39 - Târik el-Eşca'î (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini
haber verdi:
"Kim Lâilâhe illallah der ve Allah'tan başka mâbudları reddederse, Allah onun malını ve
kanını haram kılar. (Samimî olup olmadığı meselesi Allah'a aittir.)
Müslim, İman, 37, (23).
Yine Müslim'in bir başka rivayeti "Kim Allah'ı birlerse" diye başlar ve yukarıdaki şekilde
devam eder (38. hadis).
BİAT AHKÂMI
40 - Ubadetu'bnu's-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz, bir seferinde Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'le aynı cemaatte beraber oturuyorduk ki: "Allah'a hiçbir şey ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina fazîhasını işlememek, Allah'ın haram ettiği cana meşrû
bir sebep olmaksızın kıymamak şartları üzerine bana biat edin" buyurdu.
Bir diğer rivayette "...Çocuklarınızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak,
meşru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere- isyan etmemek üzere biat edin. Kim
vereceği bu sözlere sâdık kalır, ahdine vefa gösterirse karşılığını Allah'tan alacaktır. Kim de
bu yasaklardan birini işleyecek olursa artık işi Allah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse azab
verir, cezalandırır" buyurdu. Biz de bu şartlarla biat ettik."
Buhârî, İman 11; Müslim, Hudud 41, (1709); Nesâî, Bey'a 17, (7, 148); Tirmizî, Hudud 12,
(1439).
Nesâî, bir başka rivayette "...karşılığını Allah'tan alacaktır" ifadesinden sonra şu ziyadeyi
kaydeder: "Kim bunlardan birini işler, sonra da dünyada cezalandırılırsa, çektiği bu ceza onun
için kefaret ve o günahtan temizlenme olur."
Buhârî, Müslim, Muvatta ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hoş
şartlarda olsun nâhoş şartlarda olsun, aleyhimize kayırmaların yapılıp, hakkımızın çiğnendiği
hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karşı iktidar kavgası yapmamak, nerede
olursak olalım hakkı söylemek, Allah'ın emrini yerine getirmede kınayanların kınamalarından
korkmamak üzere biat ettim."
Bir başka rivayette şu ifadeye rastlanmaktadır: "...İktidar sahibine karşı onda, Allah'ın
kitabında gelmiş bulunan bir delil sebebiyle te'vil götürmeyen açık bir küfür görülmedikçe
iktidar kavgası yapmamak..."
41 - Avf İbnu Mâlik el-Eşca'î (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in huzurunda yedi veya sekiz veyahut dokuz kişiydik. "Allah Resûlü'ne biat
etmiyor musunuz?" dedi. Ellerimizi uzatarak: "Hangi şarlara uymak üzere biat edeceğiz ey
Allah'ın Resûlü?" dedik. Şu cevabı verdi:
"Allah'a ibadet etmek ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak (verilen
emirlere) kulak verip itaat etmek -ve bu sırada gizli bir kelime fısıldayarak devamla- "Halktan
hiçbir şey istemeyin" buyurdu. Avf İbnu Malik İlâveten der ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineğinin üzerinde iken
kazara kamçısı düşse kimseye "Şunu bana verir misin?" diye talebde bulunmaz (iner kendisi
alır)dı."
Müslim, Zekât 108, (1043); Ebu Dâvud, Zekât 27, (1642); Nesâî, Salât, 5, (1, 229); İbnu
Mâce, Cihâd 41, (2867).
42 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
kulak vermek ve itaat etmek şartıyla biat ederken "Gücünüzün yettiği şeylerde" diyordu.
Buhârî, Ahkam 42; Müslim, İmâret 90, (1867); Nesâî, Bey'at 18, (7, 148); Tirmizî, Siyer 37,
(1597); Muvatta, Bey'at 1, (2, 982); İbnu Mâce, Cihâd 43, (2874).
43 - Ümeyme bintu Rukayka (radıyallahu anh) dedi ki: "Ensâr'dan bir grup kadınla Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip kendisine: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak,
çalmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftira atmamak,
sana meşrû emirlerinde isyan etmemek şartları üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilâve etti:
"Gücünüzün yettiği ve takatınızın kâfi geldiği şeylerde". Biz: "Allah ve Resûlü bize karşı
bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim" dedik.
Süfyan merhum der ki: Kadınlar, biatı (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayı
kastedmişlerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben kadınlarla müsâfaha etmem,
benim yüz kadına toptan söylediğim söz her kadın için ayrı ayrı söylenmiş yerine geçer"
buyurdu.
Muvatta, Bey'a 2, (2, 982); Tirmizî, Siyer 37, (1597).
MUHTELİF AHKÂMLAR
44 - Amr İbnu Ebî'l-Ahvas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'le birlikte Veda haccı'nda bulundum. Orada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) irad ettiği hutbede önce Allah Teâla'ya hamd ü sena, hatırlatma ve tavsiyelerden
sonra şöyle devam etti: "Hangi gün (bu günden) daha (mukaddes ve) haramdır? Bu soruyu üç
kere tekrarladı. Cemaat: "el-Haccu'l-Ekber günü" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) devam etti: "Öyle ise bilin ki, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, birbirinize, bu
ayınızda, bu beldenizde şu gününüz nasıl haramsa öylece haramdır, mukaddestir. Bilin ki
herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanın cinayetinden oğlu sorumlu
tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bu sebeple, bir Müslümana,
bizzat kendisi helal kılmadıkça kardeşinin hiçbir şeyi helâl değildir. Bilin ki cahiliye
devrinden kalan bütün faizler mülgadır, terkedilecek ve alınmayacak. Faize verilen paranın
sâdece sermaye kısmını yâni aslını alacaksınız, -böylece ne zulüm ve haksızlık etmiş ne de
zulme ve haksızlığa uğramış olacaksınız- Abbas İbnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hâriç. Zira onun
tamamı mülgadır, terkedilmiştir. Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da
terkedilmiştir. (intikam peşine düşülmeyecek). İlga ettiğim ilk câhiliye kanı da el-Hâris İbnu
Abdü'l-Muttalib'in kanıdır. Hâris, Benu Leys'ten tuttuğu bir süt anneye bebeğini emzirtiyordu.
Çocuğu Hüzeyl adında birisi (bir kavga sırasında attığı bir taşla kazâen) öldürmüştü. Sakın ha,
kadınlara da iyi muamele yapın. Çünkü onlar yanınızda esir durumundadır. Onlara iyi
muamelenin dışında (terketmek dövmek gibi) bir başka şey yapmak hakkına sâhip değilsiniz.
Ancak açık bir çirkinlikte bulunulursa o hâriç. Çirkin iş yapmaları hâlinde, önce yataklarını
ayırın, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamıyacak şekilde dövün. Bundan sonra itaat
ederlerse, (onların yaptığına ayırma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir
yol (bir bahâne) aramayın. Bilin ki, sizin kadınlarınız üzerinde bazı haklarınız var.
Kadınlarınızın da sizler üzerinde bazı hakları vardır. Kadınlarınız üzerindeki haklarınız
istemediğiniz kimselere yatağınızı çiğnetmemeleri, evlerinize hoşlanmadıklarınızın girmesine
izin vermemeleridir. (Onların sizdeki hakları ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi
davranmanızdır.
Haberiniz olsun, şeytan şu beldenizde kendisine ebediyen tapılmayacağını idrak etmiştir.
Fakat, sizin önemsemediğiniz şeylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu memnun
kılacak (menfî neticeler hâsıl edecek)tır.
Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).
45 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Veda
Haccı'nda şunu söylediler: " (Ey ahâli) hangi ayın hürmetce daha ileri olduğunu biliyor
musunuz?" Halk: "Şu içinde bulunduğumuz ay değil mi?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Peki, hangi bölgenin hürmetçe daha önde olduğunu biliyor musunuz?" diye
sordu. Halk: "Şu yerler değil mi?" cevabını verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar:
"Pekâla hangi günün hürmetçe daha üstün olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Halk: "Şu içinde
bulunduğumuz gün değil mi?" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sözlerine şöyle devam etti: "Öyleyse bilin ki Allah Teâla, sizlere, meşrû sebep
dışında kanlarınızı, mallarınızı, ırzlarınızı haram kılmıştır, tıpkı şu beldede, şu ayda, şu
günümüzü haram kıldığı gibi." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bundan sonra üç sefer
tekrar ederek sordu: "Duydunuz mu, tebliğ ettim mi?" Halk her defasında "Evet" cevabını
verdi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini şöyle tamamladı: "Sakın ha! Benden sonra
tekrar küfre dönüp birbirinizin boyunlarını vurmaya kalkmayın!"
Buhârî, Hudud 9, Riyât 2, Hacc 132, Meğâzi 77, Fiten 8, Edeb 43; Müslim, İman 120 (66);
Ebu Dâvud, Sünne 16, (4686). Metin Buhârî'ye aittir.
46 - Ebu Bekre Nufey'u'bnu'l-Hâris es-Sakafî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Zaman, döne döne Allah'ın arz ve semâvâtı yarattığı
gündeki düzenini tekrar buldu. Sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aydır. Haram aylar
da üç tanesi peş peşe gelir: "Zül-kade, Zü'l-hicce ve Muharrem. Bir de Cumâdî ve Şâban
ayları arasında yer alan Mudarlılar'ın Receb'i." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:
"-Bu ay hangi aydır?" Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Bir müddet sustu. Biz ayın
ismini değiştirecek zannettik. Ancak şunu söylediler:
"-Bu zi'l-hicce değil mi?"
"-Evet!" karşılığını verdik. Devam etti:
"-Peki burası neresidir?" Biz:
"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabını verdik. Yine sustu ve biz bölgenin ismini
değiştirecek vehmine kapıldık.
"-Burası haram bölge değil mi?" dedi.
"-Evet" dedik.
"-İçinde bulunduğunuz gün nedir?" diye tekrar sordu, biz yine:
"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Tekrar sustu ve biz yine günün ismini değiştirecek
zannına düşmüştük ki:
"-Kurban günü değil mi?" dedi.
"-Evet" cevabımız üzerine sözüne devam etti:
"-Bilin ki, kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize kesinlikle haramdır, tıpkı bu yerde,
bu ayda şu gününüzün haram olması gibi. Rabbinize kavuştuğunuz zaman sizi
yaptıklarınızdan hesaba çekecek. Sakın benden sonra birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler
olmayın. Bu söylediklerimi duyanlar, duymayanlara ulaştırsınlar. Bazan söz kendisine
ulaştırılan kimse, ulaştırılan sözü, bizzat dinleyenden daha iyi beller." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sonra şunu ekledi: " Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?" üç defa
tekrarladı.
"-Evet" cevabımız üzerine:
"-Ya Rabbi şâhid ol!" dedi.
Buhârî, Hacc 132, Edâhî 5; Tefsîr, Berâe 8, Bed'i'l-Halk 2, Fiten 8, İlm 9; Müslim, Kasâme
29, (1679); Ebu Dâvud, Hac 63, (1947).
Müslim'in rivâyetinde şu ziyade var: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) beyazı
galebe çalan alaca iki koyuna yöneldi ve onları kesti. Sonra da koyunun bir parçasını alıp
aramızda taksim etti."
Rezîn, rivayetin arasına şunu ilâve eder: "Üç şey vardır, bir mü'minin kalbi onlara karşı
ebediyen ihânet etmez; ameli sırf Allah için yapmak, idareyi elinde tutana karşı hayırhah
olmak, Müslümanların cemaatine katılmak, çünkü onların duaları cemaate dahil olanların
hepsini içine alır." İbnu'l-Esîr: "Bu ziyâdeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim" der.
Bu ziyadenin mânası şudur: Bu üç şeyde kalbler huzura kavuşur. Kim bunlara yapışır, riayet
ederse, kalbi hıyânet, hile ve şer gibi mânevî kirlerden temiz kalır.
47 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Her
çocuk fıtrat üzerine doğar" buyurdu ve sonra da "Şu ayeti okuyun" dedi: "Allah'ın yaratılışta
verdiği fıtrat..." (Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü şöyle
tamamladı: "Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.
Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce,
kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?" Dinleyenler: "Ey Allah'ın Resûlu,
küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: "(Yaşasalardı) nasıl bir amel
işleyeceklerdi Allah daha iyi bilir."
Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî,
Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714).
Bir başka rivayette: "Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din
üzere olmasın" buyurulmuştur.
İMÂN VE İSLÂM'A GİREN MÜTEFERRİK HADİSLER
48 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Mü'min, mütemadiyen rüzgarın eğici tesirine mâruz bir bitkiye benzer. Mü'min,
devamlı belalarla başbaşadır. Münâfığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar
hiç ırgalanmaz."
Buhârî, Mardâ 1; Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkûn 58, (2809).
49 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurmuştu: "Mü'min, yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer." Halk falanca ağaç,
fişmekânca ağaç diye tahminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma
ağacıdır" demek istedim, ancak (yaşım küçük olduğu için) utandım. Sonra Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): Bu hurma ağacıdır" diyerek açıkladı."
Buhârî, İlm 4, Edeb 79; Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkûn 64, (2811).
50 - Nevvâs İbnu Sem'ân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah, bize iki tarafında iki ev bulunan bir doğru yolu misal veriyor. -Bir
rivayette iki ev değil "İki sur" denmiştir- Bu evlerin açık olan kapıları vardır. Kapıların
üzerine de perdeler çekilmiştir. Biri yolun başında, biri de onun yukarısında durmuş iki
dâvetçi (gelip geçenlere) şu dâveti okuyorlar: "Allah cennete çağırır, dilediğini doğru yola
eriştirir" (Yunus, 25).
Yolun iki yakasındaki kapılar ise Allah'ın hududu (yani yasakları)dur. Hiç kimse perdeyi
açmadan bu yasaklara düşmez. Kişinin yukarısındaki davetçi, Rabbisinin vâiz'idir"
Tirmizî, Emsâl 1 (2863).
Rezîn, bu temsili, İbnu Mes'ûd tarafından rivayet edilen bir hadisle açıklar: Doğru yol;
"İslâm'dır, kapılar; Allah'ın haramlarıdır, perdeler; Allah'ın hudududur (yasaklar); yolun
başındaki dâvetçi; Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bunun yukarısındaki davetçi; her mü'minin kalbinde
yerleştirilmiş olan (bazan vicdan, bazan sağ duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu -ki,
buna bazı hadislerde lümme-i melekîye de denmiştir- vâizullah'tır."
51 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "İslâm garib olarak başladı, tekrar başladığı gibi garîb hâle dönecektir. Gariblere ne
mutlu!"
Müslim, İmam 232, (145) Tirmizî, İman 13 (2631).
MAKBUL VE MEKRUH İSİMLER
________________________________________
112 - Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki: "Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse
isimlerinizi güzel yapın"
Ebu Dâvud, Edeb 69, (4948).
113 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Allah'ın en ziyade sevdiği isimler Amdullah ve Abdurrahman'dır."
Müslim, Âdâb, 2, (2132); Ebu Dâvud Edeb 69, (4949); Tirmizî, Edeb 64, (2835).
114 - Ebu Vehb el-Cüşemî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Peygamberlerin isimleriyle isimlenin. Allah'ın çok sevdiği isimler Abdullah,
Abdurrâhman'dır. En sâdık olanları da Hâris ve Hemmâm isimleridir. En çirkinleri de Harb ve
Mürre isimleridir"
Ebu Dâvud, Edeb 69, (4950). Metin Ebu Dâvud'a aittir, Nesâî'de muhtasar olarak
kaydedilmiştir (Hayl 3 (6, 218, 219)).
115 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah katında en düşük (ahna') isim Melikü'l-emlâk (mülklerin mâliki)
ismidir. Allah'tan başka Mâlik yoktur."
Süfyân merhum dedi ki: Şâhân Şâh bunun örneğidir.
Ahmed İbnu Hanbel merhûm dedi ki: "Ebu Amr merhum'a, ahna'ne demek diye sordum, bana
"en düşük" diye cevap verdi.
Buhârî, Edeb 114; Müslim, Edeb 20, (2143); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4961); Tirmizî Edeb 65,
(2839).
116 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kıyamet günü, Allah'ın en ziyade
kızacağı en kötü kimse, adı Melikü'l-emlâk (Şehinşâh) olan kimsedir. Allah'tan başka Mâlik
yoktur."
(Adâb 21)
117 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ya'la,
Bereket, Eflah, Yesâr, Nâfi ve benzeri isimlerin kullanılmasını yasaklamayı arzu etmişti.
Sonra onun bu mevzuda sükut ettiğini gördüm. Sonra da yasaklamadan vefat etti."
Bu hadisi Müslim, Âdab 13, (2138); ve Ebu Dâvud, Edeb, 70, (4960) rivayet ettiler. Hadisin
metni Müslim'e aittir.
Ebu Dâvud'un rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "...Zira kişi "Bereket burada mı?" diye sorar
da "hayır yok!" diye cevap verirler."
118 - Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in azadlı kölesi Eslem anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu
anh), bir oğlunu Ebu İsa künyesini kullandığı için dövdü. Öte yandan Muğîre İbnu Şu'be
(radıyallahu anh), Ebu İsa künyesini kullanıyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona "Ebu
Abdillah künyesini kullanman sana yetmez mi?" dedi. Muğîre: "Bana Ebu İsa künyesini takan
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'dir" cevabını verince, Hz. Ömer: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in geçmiş gelecek bütün günahları affedilmiştir. Biz ise bundan böyle
sıkıntıdayız" dedi. Ölünceye kadar Muğire'yi "Ebu Abdillah" diye künyeledi.
Ebu Dâvud, Edeb 72, (4963).
119 - Yahya İbnu Sa'îd (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
bol sütlü bir deve hakkında: "Bunu kim sağacak?" diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "İsmin ne?" dedi. Adam: "Mürre (acı)!" deyince,
ona: "Otur!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar "Bunu kim sağıverecek?"
diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) ona da: "ismin nedir?" diye sordu. Adam: "Harb!" diye cevap verdi. Ona da "Otur"
dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu deveyi kim bize sağıverecek?" diye sormaya devam
etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. "Ya'îş (yaşıyor!)" cevabını alınca ona: "Sen
sağ" diyerek müsaade etti."
Muvatta, İsti'zan 24 (2, 973).
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN İSİM KOYDUĞU KİMSELER
120 - Sehl İbnu Sa'd es-Sâidi (radıyallahu anh) buyurdu ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) Fâtıma (radıyallahu anhâ) annemizin evine uğramıştı. Hz. Ali (radıyallahu anh)'yi
evde bulamayınca: "Amca oğlun nerede?" diye sordu. Fatıma (radıyallahu anhâ): "Aramızda
bir şekerlenme oldu. Bunun üzerine bana kızdı ve çekip gitti" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) birine: "Hele bir arayıver nereye gitmiş" diye emretti. "Mescidde yatıyor!" diye
haber verince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), 'Kalk ey Ebu Turâb, kalk ey Ebu Turâb
(yani Toprak babası) diye seslendi.
Sehl der ki: Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin en çok sevdiği ismi bu isimdi.
Buhârî, Salat 58, Fedaili'l, Ashab 9, Edeb 113, İsti'zân 40; Müslim, Fedailu's-Sahâbe 38,
(2409).
121 - Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor. "Mekke'de Abdullah İbnu Zübeyr
(radıyallahu anh)'e hâmile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke'yi terkettim ve Medine'ye
geldim, Kuba'ya indim. Abdullah'ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a götürdüm, kucağına bıraktım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten sonra, tükrüğünden çocuğun ağzına bıraktı.
Abdullah'ın midesine ilk inen şey Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mübarek tükrükleri
idi. Sonra (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve
Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine'de bütün
Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü "Yahudiler size sihir yaptılar, asla
doğum yapamayacaksınız" diye bir şayia çıkarılmıştı."
Buhârî, Menâkibu'l-Ensâr 45, Akîka 1, Müslim, Âdâb 26, (2146).
122 - Ebu Mûsâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir oğlum doğmuştu. Hemen Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a getirdim. İbrahim ismini verip bir hurma ile tahnikde bulundu.
Sonra da "Mübarek olsun" diye dua buyurdu ve çocuğu bana geri verdi. Bu çocuk, Ebu
Musa'nın en büyük evladı idi."
Buhârî, Akîka 1; Müslim, Adab 24, (2145).
123 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abdullah İbnu Ebi Talha'yı doğduğu zaman
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a götürdüm. Bebek bir bez içerisinde idi. Vardığımızda
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesine katran sürüyordu. "Beraberinde hurma da
getirdin mi?" diye sordu. "Evet" dedim ve birkaç tane hurma verdim. Onları ağzında çiğnedi,
sonra çocuğun ağzını açtı. Ağzına tükrüğü püskürttü. Bebek, yalamaya başladı. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Ensar'ın hurma sevgisine bakın (doğar doğmaz
başlıyor)" diye latife etti ve çocuğu Abdullah diye isimledi."
Buhârî, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Âdab 22, (2144); Ebu Dâvud, Edeb 69, (4951) Hadisin
metni; Müslim'deki metindir.
124 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): "Ey Allah'ın Rasûlü, dedim, arkadaşlarımdan her birisinin
bir künyesi var, (benim yok)". Dedi ki: "Oğlum Abdullah İbnu Zübeyr ile künyelen." Aişe,
"Ümmü Abdillah (Abdullah'ın annesi)" diye künye almıştı"
Ebu Dâvud, Edeb 78, (4970).
Rezîn merhum: "Teyze anne gibidir" ilavesini kaydetmiştir.
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN DEĞİŞTİRDİĞİ İSİMLER
125 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ): "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çirkin isimleri
değiştirirdi" buyurmuştur.
Tirmizî, Edeb 66, (2841).
126 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyneb Bintu Ebî Seleme'nin ismi Berre idi.
"Nefsini tezkiye ediyor" denildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu
Zeyneb diye isimlendirdi.
Buhârî Edeb 108; Müslim, Edeb 17, (2141).
127 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Cüveyriye Bintu'l-Hâris'in ismi Berre idi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) "Berre'nin yanından çıktı" denmesini sevmiyordu.
Müslim, Edeb 16, (2140).
128 - Şureyh İbnu Hâni, (radıyallahu anh) babasından naklediyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm), kavmimin beni Ebu'l-Hakem diye künyelediklerini işitmişti. Beni
çağırtarak: "Hakem olan Allah'tır, hüküm de O'nadır, öyle ise, sen nasıl Ebu'l-Hakem
künyesini taşırsın?" dedi. Ben açıkladım: "Kavmim bir meselede anlaşmazlığa düşünce bana
gelirler, ben hükme bağlarım. Her iki taraf da verdiğim hükme râzı olurlar." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Bu ne güzel şey?" buyurdu ve "Çocuklarından neler var?" diye
sordu. Ben: "Şüreyh, Müslim, Abdullah var" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "En
büyüğü hangisi?" dedi. "Şüreyh" dedim. "Öyleyse, buyurdu, sen Ebu Şüreyh'sin"
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4955); Nesâî, Kadâ 7, (8, 226-227).
129 - Beşîr İbnu Meymun, amcası Üsâme İbnu Ahdarî'den rivayet ediyor: Ahdarî diyor ki:
"İsmi Asram olan bir adam vardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "İsmin nedir?"
diye sordu. Adam Asram diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır sen
Zür'a'sın" buyurdu.
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4954).
130 - Said İbnu'l-Müseyyeb babası vasıtasıyla dedesinden naklediyor: "Dedem, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a uğramıştı. İsmin ne? diye sordu. "Hazn (sert yer)" diye cevap verdi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır sen Sehl'sin" dedi. Müseyyeb: "Olamaz, babanın
verdiği bir ismi değiştiremem" dedi. İbnu'l-Müseyyeb ilâve ediyor: "O günden sonra aramızda
kabalık devam etti gitti."
Buhârî, Edeb 107-108; Ebu Dâvud, Edeb 70, (4956).
Ebu Dâvud'un rivayetinde şöyle demiştir: "... Hayır sehl ezilir ve hakîr tutulur."
Ebu Dâvud merhum der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Âsi, Aziz, Atele (şiddet,
sertlik), Şeytan, Hakem, Gurâb (karga) Habbâb, Şihab isimlerini değiştirdi. Şihâb'ı Hişam,
Harb'i Silm (sulh), Muzdaci'ı (yatan) Münbais (kalkan) yaptı. Afire (çorak) adını taşıyan bir
araziyi de Hadire (yeşillik) diye, Şi'bu'd Dalâlet'i (sapıklık geçidi) Şi'bu'l-Hüdâ diye isimledi.
Benu'z-Zinye'yi Benu'r-Rüşd olarak değiştirdi."
131 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Âsiye (isyankâr, itaatsiz kadın) ismini değiştirip Cemîle (güzel kadın) yaptı.
Müslim, Edeb 14, (2139); Tirmizî, Edeb 66, (2840); Ebu Dâvud, Edeb 70, (4952).
132 - Mesruk anlatıyor: "Hz. Ömer'le karşılaştım. Bana "Sen kimsin?" diye sordu. "Mesruk
İbnu'l-Ecda" dedim. Dedi ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ecda şeytandır"
dediğini işittim."
Ebu Dâvud, Edeb 70, (4957).
133 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "el-Münzir İbnu Ebî Üseyd doğduğu zaman
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirilmişti. Çocuğu kucağına aldı ve: "İsmi nedir?" diye
sordu. "İsmi falandır" diye ne konmuşsa söylendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır! bunun ismi Münzir olacak" dedi ve o gün çocuğa Münzir ismini koydu.
Buhârî, Edeb 108; Müslim, Edeb 29, (2149).
HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN İSİM VE KÜNYESİNİ ALMA HAKKINDA GELEN
RİVÂYETLER
134 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Bakî'de idi. Kulağına bir ses geldi: "Ey Ebu'l-Kâsım!" diyordu. Başını sese doğru çevirdi.
Seslenen adam: "Ey Allah'ın Resûlü seni kastedmedim, ben falancayı çağırdım" dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi
kendinize künye yapmayın!" buyurdu.
Buhârî, Menâkıb 20, Edeb 106; Müslim, Âdab 1 (2131); Tirmizî, Edeb 68, (2844).
135 - Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bizden birinin bir oğlu oldu. İsmini Kasım
koydu. Kendisine: "Sana Ebu'l-Kasım künyesini vermeyiz. Bu künye ile seni şereflendirip
memnun etmeyiz" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek durumu arzetti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine: "Oğlunun adı Abdurrahmândır" dedi.
Buhârî, Edeb 105, 106, 109, Menâkıb 20; Müslim, Adâb 2, (2133); Ebu Dâvud, Edeb 74,
(4965); Tirmizî, Edeb 68, (2845).
Bir rivayette şu ziyade var: "İsmimi isim olarak koyun, fakat künyemi künye yapmayın. Zira
ben Kasım (taksim edici) kılındım. Aranızda taksim ederim."
Ebu Dâvud'un bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: "Kim benim ismimi almışsa, künyem ile
künyelenmesin. Kim de künyem ile künyelenmişse, ismimle isimlenmesin."
136 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, ben bir
oğlan dünyaya getirdim. Muhammed diye isim, Ebu'l-Kasım diye de künye verdim. Bana,
sizin bu durumdan hoşlanmadığınız söylendi, doğru mu?" diye sordu. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "İsmimi helâl, künyemi haram kılan şey de ne?" veya "Künyemi
haram kılıp ismimi helâl kılan şey de ne?" diyerek reddetti.
Ebu Dâvud Edeb 76, (4968).
137 - Muhammed İbnu'l-Hanife, babasından (Allah her ikisinden de razı olsun) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e sordum: "Ey Allah'ın Resûlü, sizden sonra bir
oğlum olduğu takdirde, sizin isminizle isimlendirebilir, künyenizle de künyelendirebilir
miyim, ne dersiniz?" Bana "Evet" buyurdular.
Ebu Dâvud, Edeb, 76, (4967); Tirmizî, Edeb 68, (2846).
Yuharıdaki metin Ebu Dâvud'undur. Tirmizî, hadise, "sahîh" demiştir, ayrıca: "Burada bizim
için ruhsat var" diye kaydetmiştir.
İSİM VE KÜNYE ÜZERİNE MÜTEFERRİK HADİSLER
138 - İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
çocuğa, doğumunun yedinci gününde isim konmasını, yıkanarak pisliklerin temizlenmesini ve
akika kurbanı kesilmesini emir buyurdu."
Ebu Davud, Edâhî, 21, (2837); Tirmizî, Edâhî 23, (1522), Edeb 63,(2834), (Tirmizî'de hadis
İbnu Ömer'den değil, Amr İbnu Şu'ayb an ebîhi an ceddihi tarîkindendir. Burada bir sehiv söz
konusu -Nesâî, Akîka 5, (7, 166); İbnu Mâce, Zebâih 1, (3165)-dur.).
139 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Yeni doğan çocuklar Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e getirilirdi. O da bunlara mübarek olmaları için dua eder, tahnîkde
bulunurdu."
Müslim, Edeb, 27 (2147); Ebu Dâvud, Edeb 116, (5106).
140 - Ebu Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Fatıma (radıyallahu anhâ) oğlu Hasan
(radıyallahu anh)'ı doğurduğu zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı kulağına ezan
okurken gördüm."
Ebu Dâvud, Edeb 116, (5105); Tirmizî, Edâhî 17, (1514).
Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Rezîn şu ziyadeyi kaydeder: "Kulağına İhlas
sûresini okudu, hurma ile tahnik etti ve ismini koydu."
141 - Yahya İbnu Saîd anlatıyor: "Hz. Ömer bir adama: "İsmin nedir?" diye sordu. Adam
"Cemre (kor)" dedi. "Kimin oğlusun?" diye tekrar sordu. Adam: "İbnu Şihâb (alev) deyince
"Kimlerden?" dedi. Adam: "Hurakalardan." "Eviniz nerede? diye sordu. "Harretu'n-Nâr'da"
cevabını alınca, "hangisinde?" dedi. "Zâtı Lezâ'da" cevabını alınca; Hz. Ömer (radıyallahu
anh) "Âilene yetiş, yanıyorlar!" dedi. Gerçekten durum aynen Hz. Ömer'in dediği gibiydi"
Muvatta, İsti'zân 25 (2, 973).
İSLÂM ÜMMETİNİN FAZİLETİ
________________________________________
4472 - Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Müslüman, yahudi ve hıristiyanların meseli şuna benzer: Bir adam var, bir grub kimseyi
ücretli olarak tutmuş; kendisi için belli bir ücret mukabilinde, geceye kadar çalıştırıyor.
Bunlar gündüzün yarısına kadar çalışıp:
"Bize şart koştuğun ücrete ihtiyacımız yok. (Biz gideceğiz.) Şu ana kadar yaptığımız iş için de
para istemiyoruz" derler. Adam onlara:
"Böyle yapmayın, işin geri kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın!" diye
rica eder. Ancak onlar buna yanaşmazlar ve terkedip giderler.
Adam onlardan sonra işi için başkalarını ücretle tutar. Onlara:
"Şu gününüzü tamamlayın, öncekilere vaadettiğim ücreti size tam olarak vereyim!" der.
Bunlar ikindi vaktine kadar çalışırlar. O zaman:
"İşin senin olsun, yaptığımız çalışmanın ücretini de istemiyoruz. (Çalışmayı terkediyoruz)!"
derler. Adam onlara da:
"İşinizin geri kısmını tamamlayın, şurada az bir zamanınız kaldı" diye rica eder, ancak onlar
dinlemeyip giderler. Adam geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da
geri kalan zamanda çalışmaları için yeni işçiler tutar. Bunlar da geri kalan zamanda güneş
batıncaya kadar çalışırlar ve önceki iki grubun ücretini de alırlar. İşte bu, onların ve bu nurdan
kabul ettikleri miktarın meselidir."
Buhari, İcare 11, Mevâkitu's-Salat 17.
4473 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sizden önce geçen ümmetlere nazaran sizin bekânız, ikindi vakti ile güneşin batması
arasındaki müddet gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi, onlar gün ortasına kadar onunla amel
ettiler. Daha fazla devam etmekten aciz kaldılar. Onlara kîrat kîrat ücretleri verildi. Sonra Ehl-
i İncil'e İncil verildi. Onlar da ikindi namazına kadar çalıştılar. O zaman onlar da âciz kaldılar,
kîrat kîrat onlara da ücretleri verildi. Bize ücretimiz ikişer kîrat, ikişer kîrat verildi. İki kitap
mensupları:
"Ey Rabbimiz, sen bunlara ikişer kirat, ikişer kirat olarak verdin. Halbuki bize birer kirat,
birer kirat vermiştin. Halbuki biz, amel yönüyle onlardan ileriyiz!" dediler. Allah Teâla
Hazretleri:
"Ben ücretlerinizde bir haksızlık yaptım mı?" buyurdu. Onlar "Hayır!" dediler.
"Öyleyse, bu benim lütfumdur, onu ben dilediğime veririm" buyurdu."
Buhari, İcare 8, 9, Mevakitu's-Salat 17, Enbiya 50, Fezailu'l-Kur'ân 17, Tevhid 31, 47;
Tirmizi, Emsal 7, (2875).
4474 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselam'ın yanında bir
cenaze geçti. Oradakiler, cenaze hakkında hayırlı senada bulundular. Aleyhissalatu vesselam:
"Vacib oldu! (Vacib oldu! Vacib oldu!)" buyurdular. Sonra bir cenaze daha geçti. Bunu kötü
sözlerle yâdettiler. Resûlullah yine: "Vacib oldu!" buyurdular. Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resûlü! Vacib olan nedir?" diye sordu.
"Öncekini hayırla yâdettiniz ona cennet vacib oldu. İkincisini kötülükle yadettiniz ona da
cehennem vacib oldu. Sizler Allah'ın yeryüzündeki şahidlerisiniz!" buyurdu."
Buhari, Cenaiz 86, Şehadet 6; Müslim, Cenâiz 60, (949); Tirmizi, Cenaiz 63, (1058); Nesai,
Cenaiz 50, (4, 49, 50); Ebu Dâvud, Cenaiz 80, (3233).
4475 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri, bizden öncekileri cum'ayı bulma işinde şaşırttı. Bu sebeple cumartesi
yahudilerin, pazar günü de hıristiyanların oldu. Allah Teâla hazretleri bizi yarattı ve bizlere
cuma gününü bulma hususunda hidayet nasib etti: Cumayı da, cumartesiyi de, pazarı da
(ibadet günleri) kıldı. Onlar Kıyamet günü de bize tâbidirler. Biz, dünya ehli arasında
sonuncusuyuz, fakat Kıyamet günü birinciler olacağız ve bütün mahlûkattan önce hesapları
görülüp bitirilecekler olacağız."
Müslim, Cum'a 22, (856).
4476 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü Aziz ve Celil olan Allah: "Ey Adem!" diye seslenir. Adem:
"Ey Rabbim buyur, emrindeyim, bütün hayırlar senin elindedir!" der. Şöyle bir nidada
bulunulur:
"Allah sana, cehennem hey'etini çıkarmanı emrediyor!" Adem sorar:
"Ey Rabbim, cehennem hey'eti ne kadardır?"
"Her binden dokuzyüzdoksandokuzu!"
İşte "hamilelerin çocuğunu düşürdüğü, çocukların ihtiyarladığı, insanların sarhoş olmadıkları
halde, azabın şiddetinden sarhoşa döneceklerini göreceğin zaman bu zamandır." Bu haber
Ashab'a çok ağır geldi. Öyle ki yüzlerinin rengi değişti.
"Ey Allah'ın Resûlü! dediler, bu binde bir içine hangimiz gireceğiz?"
"Ye'cüc ve Me'cüc'dan binde dokuzyüzdoksandokuz, sizden ise bir olacak. Şunu da bilin: Siz
insanlar arasında, beyaz bir öküzde siyah bir kıl veya siyah bir öküzde beyaz bir kıl
durumundasınız."
Buhari, Tefsir, Hac, 1, Enbiya 7, Rikak 46, Tevhid 32; Müslim, İman 379, (222).
4477 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Rabbim bana, ümmetimden yetmişbin kişiyi hesab ve ceza olmaksızın cennete koymayı
vaadetti. Her bin ile birlikte yetmişbin ve Rabbimin avucuyla üç avuç daha."
Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyâme 13, (2439); İbnu Mâce, Zühd 34, (4286).
4478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimin cennete gireceği kapının genişliği, iyi bir atlının üç (gün veya yıl) yürüme
mesafesidir. Onlar (cennet ehli) kapıdan girerken sıkışırlar da omuzları ezilecek hâle gelir."
Tirmizi, Cennet 14, (2551).
4479 - Tirmizi'nin bir diğer rivayetinde Büreyde radıyallahu anh ("Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın şu sözünü) nakleder: "Cennet ehli yüzyirmi saftır. Bunlardan seksen safı bu
ümmetten, kırk safı da diğer ümmetlerdendir."
Tirmizi, Cennet 13, (2549).
4480 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir yahudi veya hıristiyanı cehenneme koyar."
Müslim, Tevbe 50, (2767).
4481 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"İmtina edenler hariç, bütün ümmetim cennete girecektir!" buyurmuşlardı.
"İmtina edenler de kim?" dediler.
"Kim bana itaat ederse cennete girer, kim âsi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir!"
buyurdular."
Buhari, İ'tisam 2.
4482 - Ebu Mâlik el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah sizi üç hasletten himaye etti: "Hepinizi helak edecek olan peygamberinizin
bedduasından, batıl ehlinin hak ehline (nurunu söndürecek kesin) bir galebesinden, dalalet
üzerine birleşmenizden."
Ebu Dâvud, Fiten 1, (4253),
4483 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Şu ümmetim rahmete mazhar olmuş bir ümmettir. Ahirette azaba maruz kalmayacaktır.
Onun azabı dünyadadır: Fitneler, zelzeleler ve katl."
Ebu Davud, Fiten, (4277).
4484 - Yine Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri (şu ayetle) ümmetim için bana iki eman indirdi:
1. Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumi bir) azab vermeyecektir.
2. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allah onlara azab vermeyecektir" (Enfal 33).
Ben aralarından ayrıldım mı, (Allah'ın azabını önleyecek ikinci eman olan) istiğfarı Kıyamete
kadar aralarında bırakıyorum."
Tirmizi, Tefsir, Enfal (3082).
4485 - Âmir İbnu Sa'd babası radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Benî Muâviye Mescidine girdi. Orada iki rek'at namaz kıldı, biz de onunla beraber
kıldık. Sonra Rabbine uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Dedi ki:
"Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi
bir kıtlıkla helâk etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle
helâk etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını
da talep etmiştim, bu geri çevrildi."
Müslim, Fiten 20, (2890).
4486 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden (âlim, şehid, salih) bazıları var; bir (çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat
eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir
ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar."
Tirmizi, Kıyamet 11, (2442).
4487 - Rezin şunu ilave etmiştir: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Bir
adamın ateşe atılması için emir verilir. Giderken, (dünyada) susadığı zaman su vermiş olduğu
adama rastlar, onu tanır ve ona:
"Benim için şefaat etmeyecek misin?" der. Adam:
"Sen de kimsin?" diye sorunca:
"Ben sana falan falan gün su içirmedim mi?" der. Öbürü bunu tanır ve (Allah nezdinde) onun
lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider."
Tirmizi, Kıyamet 11, (2437).
4488 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, ahiri mi daha hayırlıdır bilinemez."
Tirmizi, Emsal 6, (2873).
4489 - Hz. Muğire radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ümmetimden bir grup, (hak üzerine) galip olmaktan hiç geri kalmaz. Allah'ın emri
(Kıyamet) gelince de onlar galibtir."
Buhari, İ'tisam 10, Menakıb 27, Tevhid 29; Müslim, İmaret 171, (1921).
Buhari: "Bu grup, alimlerdir" demiştir.
4490 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ehl-i garb hak üzere galib olmaya, kıyamet kopuncaya kadar devam ederler."
Müslim, İmaret 177, (1925).
4491 - Muaviye İbnu Kurre, babası radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Şam (Suriye) halkı fesada uğradımı artık (orada) sizin için hayır yoktur. Ümmetimden bir
grup, Kıyamet kopuncaya kadar, mansur (Allah'ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek,
onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremiyecekler."
Ali İbnu'l-Medini: "Bunlar hadis ashabıdır" demiştir.
Tirmizi, Fiten 27, (2193).
4492 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup (taife), hak üzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine
meydan okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal'le de
savaşırlar."
Ebu Davud, Cihad 4, (2484).
4493 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetim içinde beni en çok sevenlerden bir kısmı benden sonra gelenler arasından olacak:
Mallarını ve ailelerini feda pahasına, beni görmeyi arzu edecekler."
Müslim, Cennet (2832).
4494 - Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet gününde, ümmetimin (iki alameti olacak: Biri) secde sebebiyle alnındaki parlaklık,
(diğeri de) abdest sebebiyle kollarındaki parlaklıktır."
Tirmizi, Salât 427, (607).
4495 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Allah bir ümmete rahmet diledi mi, peygamberlerini kendilerinden önce kabzeder ve onu
ümmete bir öncü ve hazırlayıcı yapar. Bir ümmetin helâkini de diledi mi, onları
peygamberleri hayatta iken cezalandırır da onun gözünün önünde onları helak eder. Böylece,
o ümmetin, -inkâr ve tekzibleri sebebiyle- helakleriyle peygamberin içi rahatlar."
Müslim, Fezail 24, (2288).
İ'TİKAFLA İLGİLİ BÖLÜM
________________________________________
96 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat
edinceye kadar Ramazan'ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini
Ramazan'ın son on gününde arayın". Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan sonra, zevceleri
de itikafa girdiler."
Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr 3, İtikâf 1,14; Müslim, İtikaf 5, (1172); Muvatta, İtikaf 7, (1,
316); Tirmizî, Savm 71, (790); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 44); Ebu Dâvud, Sıyâm 77, (2462,
2464); İbnu Mâce, Sıyâm 59; (1771).
Bir başka rivayette şöyle denir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) her Ramazan'da itikafa
girerdi. Akşam namazını kılar kılmaz itikaf mahaline gelirdi. Râvi der ki: Bir gün Hz. Aişe de
itikaf için izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) izin verdi. Mescidin içinde itikaf
için bir çadır kuruldu. Bunu Hafsa validemiz (radıyallahu anhâ) işitti, O'nun için de bir çadır
kuruldu. Arkadan Zeyneb (radıyallahu anhâ) validemiz için de bir çadır kuruldu. Sabah olup
da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hücresinden çıkınca dört çadır kurulduğunu görür ve
"Bunlar da ne?" diye sorar. Durum haber verilince: "Onları bu işe sevkeden şey nedir, Allah'ın
rızasını kazandıracak bir amel düşüncesi mi? Hayır! Derhal kaldırın, gözüm görmesin!"
emretti. Çadırlar kaldırıldı. O Ramazan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'da itikafı terketti.
Şevvâl'in son onunda itikafa girdi."
Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çadırların kaldırılmasını
emretti. Derhal yıkıldılar. O yıl itikafa girmeyi Ramazan'da terketti, Şevvâl ayının ilk onunda
yerine getirdi."
97 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le
birlikte Ramazan'ın orta on gününde i'tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı
(evlerimize) taşıdık. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir hutbe irad etti ve) sonra şunu
söyledi: "İtikafa girmiş olanlar, itikaf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana Kadir
gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son onda ve tek gecelerde
arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde eder gördüm." Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) itikaf mahalline dönünce, o günün sonuna doğru hava bozdu. Mescid
o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak şeklindeydi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21.
gece idi."
Buhârî, Fadlu Leylet'l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyâm 213, (1167);
98 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her
Ramazanda on gün i'tikafa girerdi. Vefat ettiği yılda ise yirmi gün i'tikafa girdi."
Buhârî, İ'tikaf 17; Ebu Dâvud, Savm 78, (2466). İbnu Mâce, Sıyâm 58, (1769).
99 - Enes ve Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyorlar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) Ramazan'ın son on gününde itikafa girerlerdi. Fakat bir sene (seferde olduğu için)
itikafa girmedi, müteakip yıl yirmi gün itikaf yaptı."
Hadisi Ebu Dâvud, Übeyy hazretlerinden (Savm 77, (2463)); Tirmizî de Enes hazretlerinden
(Savm 79, (803)) rivayet etmiştir. İbnu Mâce, Sıyam 58, (1770).
100 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) mescitte itikafda olduğu sırada, kendisi de hayızken, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın saçlarını taramıştır. Bu hizmeti yaparken kendisi odasından ayrılmamış;
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) başını ona uzatmıştır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) itikafta iken, (büyük veya küçük abdest bozmak gibi) zarurî bir ihtiyaç olmadıkça
odaya girmezdi."
Buhârî, Hayz 2, İtikaf 2, 3, 4, 19, Libâs 76; Müslim, Hayz 6-7 (297); Muvatta, İ'tikaf 1 (1,
312); Tirmizî, Savm 80, (804); Ebu Dâvud, Sıyam 79 (2467, 2468, 2469); Nesâî, Hayz 20, (1,
193).
Ebu Dâvud'da şu ziyade var: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) itikafda iken hastaya uğrar,
oyalanmadan halini sorar geçerdi. Hz. Aişe buyurdu ki: "Aslında, mûtekif için sünnet olanı,
hasta ziyaretine gitmemesi, cenaze merasimine katılmaması, kadına temas etmemesi, kadının
tenine tenini değedirmemesi, zarurî ihtiyaç dışında da itikaf yoktur."
(Ebu Dâvud, Savm 80, 2473).
101 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerinden biri, müstehaza haliyle Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte itikafa
girdi. Öyle ki, kadın, kanı ve elbisesinde sarı lekeyi de görüyor bu halde de namaz kılıyordu.
Kanın şiddetli akması halinde (kirletmeyi önlemek için) altına leğen koyduğu oluyordu."
Buhârî, Hayz 10, İtikaf 10; Ebu Dâvud, Savm 81, (2476);
102 - Ali İbnu'l-Hüseyn anlatıyor: Safiyye (radıyallahu anhâ) buyurdu ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) itikafta iken ziyaret maksadıyla geceleyin yanına uğradım. Bir
müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere de o kalktı. Kapıya
kadar gelmişti ki, Ensar'dan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i görünce hızlandılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ağır olun dedi, şu
yanımdaki Huyey'in kızı Safiyye'dir." Onlar: "Subhânallah, dediler bu da ne demek ey
Allah'ın Resûlu" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Şeytan, insana, damarlardaki kan
gibi nüfuz eder. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım" buyurdu."
"Buhârî, İ'tikaf 8, 11, 18 Farzu'l-Humus 4, Bed'u'l-Halk 11, Edeb 121, Ahkâm 21; Müslim,
Selam 23-25 (2174, 2175); Ebu Dâvud, Sıyâm 79, (2470).
103 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam Ömer (radıyallahu anh) cahiliye
devrinde iken geceleyi itikafa girmek üzere nezretmişti (adamıştı). -Hatta Mescid-i Haram'da
bir gün itikaf yapmayı adamıştı diye de rivayet edilir- Durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'den sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Nezrini yerine getir" buyurdu."
Buhârî, İtikaf 5, 15, 16; Humus 19, Megâzî 54, Eymân 29; Müslim, Eymân 27, (1656)
Tirmizî, Nüzûr 12, 12, (1539); İbnu Mace, Keffarât 18, (2129).
EBEVEYNE İYİLİK
________________________________________
152 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü iyi
davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyaâde kim hak sâhibidir?" diye sordu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Annen!" diye cevap verdi. Adam: "Sonra kim?" dedi, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar: "Sonra kim?" dedi
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yine: "Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:
"Sonra kim?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu dördüncüyü: "Baban!" diye cevapladı."
Buhârî, Edeb 2; Müslim, Birr 1, (2548).
153 - Küleyb İbnu Menfa'a ceddi bulunan Küleyb el-Hanefi (radıyallahu anh)'den anlattığına
göre, kendisi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek sormuştur: "Ey Allah'ın Resûlü
kime karşı iyilik yapayım?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı vermiştir:
"Annene, babana, kızkardeşine, oğlan kardeşine, bunu takip eden azadlına. Bu iyiliği de,
üzerine vâcib olan bir hakkın ödenmesi, yani, sıla-ı rahmin yerine getirilmesi olarak
yapacaksın. (Nafile, ihtiyarî, hasbî bir davranış tatavvu grubuna giren bir amel olarak değil)".
Ebu Dâvud, Edeb 129, (5140).
154 - Behz İbnu Hakîm babası tarikiyle dedesi Mu'aviye İbnu Hayde el-Kuşeyrî (radıyallahu
anh)'den naklediyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e: "Ey Allah'ın Resûlü, kime
iyilik yapayım? diye sordum. Bana: "Annene" dedi. "Sonra kime?" diye tekrar ettim.
"Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim. "Annene" dedi. "Sonra kime?" dedim, bu dördüncüde
"Babana, sonra da tedrici yakınlarına" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Edeb 129, (5141); Tirmizî Birr 1, (1898).
Ebu Dâvud bir rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "Haberiniz olsun, kişi azatlısından bir fazlasını
istese, azadlı (mevlâ) bu (ihtiyaç fazlası)na sâhib olduğu halde yerine getirmese kıyamet günü
vermemiş olduğu bu fazlalık bir engerek yılanı olarak kendisine getirilir."
155 - Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın
Resûlü benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı almak istiyor" (ne yapayım?)
diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki,
evladlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyle ise evladlarınızın kazançlarından yiyin"
buyurdu."
Ebu Dâvud, Büyü 79, (3530); İbnu Mâce, Ticârât 64, (2291)-2292).
156 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir
gün: "Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün" dedi. "Kimin burnu sürtülsün ey
Allah'ın Resûlü?" diye sorulunca şu açıklamada bulundu: "Ebeveyninden her ikisinin veya
sâdece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin."
Müslim, Birr 9, (251); Tirmizî, Daavât 110 (3539). Rivayetin yukarıdaki metni, Müslim'deki
metindir.
157 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hiçbir evlad, babasının hakkını, bir istisna
durumu dışında ödeyemez. O durum da şudur: Babasını köle olarak bulur, satın alır ve âzad
eder."
Müslim, Itk 25, (1510); Ebu Dâvud, Edeb 129, (5137); Tirmizî, Birr 8, (1907); İbnu Mâce,
Edeb 1, (3659).
158 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdu: "Allah'ın rızası babanın rızasından geçer. Allah'ın
memnuniyetsizliği de babanın memnuniyetsizliğinden geçer."
Tirmizî, Birr 3 (1900).
Tirmizi bu hadisi hem Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sözü (merfu) olarak, hem de
sahâbî sözü (mevkuf) olarak rivayet eder. Ayrıca mevkuf olarak rivayet eden tarîkin sahih
olduğunu söyler.
159 - İbnu Amr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, cihada iştirak etmek için Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Annen baban sağlar mı?" diye sordu. Adam: "Evet" deyince: "Onlara (hizmet de cihad
sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap" buyurdu.
Buhârî, Cihâd 138, Edeb 3; Müslim, Birr 5, (2539); Ebu Dâvud, Cihad, 33, (2529); Nesâî,
Cihad 5; Tirmizî, Cihad 2, (1671).
Müslim'in bir diğer rivayetinde adam: "...Sana, hicret ve cihad etmek ecrini de Allah'tan
istemek şartı üzerine biat ediyorum" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Anne ve
babandan sağ olan var mı?" diye sorar. Adam: "Evet, her ikisi de sağ" deyince: "Yani sen
Allah'tan ecir istiyorsun?" der. Adamın "evet"i üzerine: "Öyleyse vâlideyn'in yanına dön.
Onlara iyi bak, (Allah'ın rızası ondadır)" emreder.
Ebu Dâvud ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette adam: "Ağlamakta olan ebeveynimi de geride
bıraktım" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona "Yemen'de bir kimsen var mı?" diye
sordu. Adam: "Ebeveynim var" deyince "Peki, onlar sana izin verdiler mi? diye tekrar sordu.
"Hayır" cevabı üzerine: "Öyleyse onlara geri dön, onlardan izin iste. Şâyet izin verirlerse
cihada katıl, vermezlerse onlara hizmet et!" emretti."
160 - Muâviye İbnu Câhime'nin anlattığına göre; Câhime (radıyallahu anh) Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e gelir ve: "Ey Allah'ın Resûlü, ben gazveye (cihad) katılmak
istiyorum, bu konuda sizinle istişâre etmeye geldim" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Annen var mı?" diye sorar. "Evet" deyince, "Öyleyse ondan ayrılma zira cennet onun
ayağının altındadır" buyurur.
Nesâî, Cihad 6, (6, 11).
161 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Nikâhım altında bir kadın vardı ve onu
seviyordum da. Babam Ömer ise, onu sevmiyordu. Bana: "Boşa onu" dedi. Ben itiraz ettim ve
boşamadım. Babam Ömer (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gelerek durumu arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: "Boşa onu" dedi.
Ebu Dâvud, edeb 129, (5138); Tirmizî, Talâk 13, (1189). Tirmizî hadisin sahih olduğunu da
belirtti.
162 - Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Baba
cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terket dilersen muhafaza et" dediğini işittim.
Tirmizî, Birr, 3, (1901). Tirmizî, hadise "sahih" dedi.
163 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın: "Ey Allah'ın Resûlü, ben anneme bir
cariye tasadduk etmiştim. Şimdi annem öldü" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sadaka yapmış olmanın) ecrini mutlaka alacaksın. Miras yoluyla cariye sana geri gelecek
(tekrar senin olacak)" buyurdu. Kadın: "Ey Allah'ın Resûlü annemin bir aylık oruç borcu
vardı, onun yerine tutabilir miyim?" diye sordu. "Annene bedel tut!" dedi. Kadın: "Ey Allah'ın
Resûlü, annem hiç haccetmedi, onun yerine hac yapabilir miyim?" diye sordu Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Evet, ona bedel haccet" buyurdu."
Müslim, Sıyam 157, (1149); Tirmizî, Zekât 31 (667); Ebu Dâvud, Vesâyâ 12, (2877), Zekât
31, (1656).
164 - Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma
geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den
sorarak: "Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi
davranayım mı?" dedim. "Evet" dedi, ona gereken hürmeti göster."
Buhârî, Hibe 28, Edeb 8; Zekat 50 (1003); Ebu Dâvud, Zekât, 34, (1668);
165 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelerek: "Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkanım var mı?" dedi. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Annen var mı?" diye sordu. Adam: "Hayır yok" dedi.
"Peki teyzen de mi yok?" dedi. Adam: "Hayır, var" deyince Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Öyle ise ona iyilik yap!" diye emretti."
Tirmizî, Birr 6, (1905).
Tirmizî el-Berâ'dan kaydettiği diğer bir hadiste şu ziyadeye yer verir: "Teyze anne
makamındadır."
166 - Ebu Üseyd Mâlik İbnu Rebî'a es-Sâidî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam: "Ey
Allah'ın Resûlü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı,
ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet
vardır" dedi ve açıkladı: "Onlara dua, onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini)
taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına
karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak."
Ebu Dâvud, Edeb 129, (5142); İbnu Mâce, Edeb 2, (3664).
167 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim,
şöyle diyordu: "Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının
dostlarına sıla-ı rahimde bulunmasıdır."
Müslim, Birr,11-13 (2552); Tirmizî, Birr, 5 (1904); Ebu Dâvud, Edeb 129, (5143).
168 - Ömer İbnu's-Sâib'den rivayet edildiğine göre, şu haber kendisine ulaşmıştır:
"Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün otururken süt babası çıkagelir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hürmeten, onun için, giydiği şeylerden birini serer ve üzerine oturtur.
Az sonra süt annesi gelir. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bunun için de elbisenin
diğer tarafını serer, kadın üzerine oturur. Biraz sonra süt-oğlan kardeşi gelir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kalkarak onu da önüne oturtur."
Ebu Dâvud, Edeb 129, (5145).
169 - Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Kim ebeveyninden birine bedel haccederse, bu haccla onun borcunu ödemiş
olur. Bu durum semâdaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı isyankâr (âkk) bile
olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah'ın nezdinde (iyi kullar meyanında) yazılır."
Diğer bir rivayette ise: "Babası için bir hacc, kendisi için yedi hacc yazılır" denmiştir.
Bu rivayeti Rezîn tahric etti. Bu rivayet Heysemî'nin Mecmau'z-Zevâid'inde, Taberâni'nin
Mu'cemu'l-Kebir'inden kaydedilmiştir (3, 282).
EVLAD VE AKRABALARA İYİLİK
170 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız
çocuğu da vardı. Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu
verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler.
Arkadan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki: "Kim bu
şekilde kızlarla imtihan edilir o da onlara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe karşı perde
olurlar."
Buhârî, Zekât 10, Edeb 19; Müslim, Birr 147, (2629); Tirmizî, Birr 13, (1916).
171 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Büluğa erinceye kadar kim iki kız evladı yetiştirirse -parmaklarını birleştirerek- kıyamet
günü o ve ben şöyle beraber oluruz."
Müslim, Birr 149, (2631); Tirmizî, Birr 13, (1917).
Tirmizî'de: "O ve ben cennete şu iki şey gibi beraber gireriz" dedi ve iki parmağıyla işaret
etti" şeklinde gelmiştir.
172 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kim "üç
kız" veya "üç kızkardeş" veya "iki kız kardeş" veya "iki kız" yetiştirir, terbiye ve te'diblerini
eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir."
Ebu Dâvud, Edeb 130, (5147); Tirmizî, Birr, 13 (1913).
Ebu Dâvud'da İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan şu rivayet de kaydedilmiştir: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kimin iki kızı olur da bunları öldürmez, alçaltmaz,
oğlan çocuklarını bunlara tercih etmezse Allah onu cennete koyar." (5147. H).
173 - Avf İbnu Mâlik el-Eşca'i (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Ben ve yanakları kararmış kadın kıyamet günü şu iki şey gibi yan yanayız. -
Hadisi rivayet eden Yezid İbnu Zürey, baş ve orta parmaklarıyla işaret yaptı.- O kadın ki,
mevkii, makamı bulunan kocasından dul kalmıştır, (maddi imkânlarından başka) neseb ve
güzelliği yerindedir. Bütün bunlara rağmen (evlenmez) ve yetimler büyüyünceye veya
ölünceye kadar kendini onlara hasreder."
Hadîste geçen "yanakları kararmış kadın" tabiriyle Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
yetimlerini büyütmek gayesiyle süslenmeyi ve rahat yaşamayı terkeden, çektiği sıkıntılar
sebebiyle cildi kararan dul kadını ifade buyurmuştur.
Ebu Dâvud, Edeb 130, (5149).
174 - Havle bintu Hakîm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Bir gün, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kızı Fatıma (radıyallahu anhâ)'nın iki oğlundan birini kucaklamış olduğu halde
evden çıktı ve şöyle diyordu: "Siz var ya, sizin yüzünüzden (ebeveyniniz) cimriliğe,
korkaklığa ve cehâlete düşüyorlar. Ve siz Allah'ın reyhanındansınız."
Tirmizî, Birr, 11 (1911); İbnu Mâce, Edeb 3, (3666).
175 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ)'ye uğradı. Aişe hummaya yakalanmış, hasta idi. "Kızım, nasılsın?" diye hatırını sordu
ve yanağından öptü."
Ebû Dâvud, Edeb 158 (5222); Buhârî, Menâkıbu'l-Ensar 45.
176 - Said İbnu'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz"
Tirmizî, Birr 33, (1953).
Yine Tirmizî'de, Câbir İbnu Semure'den gelen bir başka rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurur: "Kişinin çocuğunu bir kerecik terbiye etmesi, onun için bir Sa'
miktarında yiyecek tasadduk etmesinden daha hayırlıdır."
177 - Hz. Aişe anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizin en
hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır. Ben aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım.
Arkadaşınız öldüğü zaman (kusurlarını zikretmeyi) terkedin."
Tirmizî, Menâkıb 85, (3892).
YETİMLERE İYİLİK
178 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz" Orta parmağı ile baş parmağını
yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret etti."
Buhârî, Talak 14, Edeb 24; Tirmizî, Birr 14, (1919); Ebu Dâvud, Edeb 131, (5150).
179 - İbnu Abbâs anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim
Müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine dâhil ederse, affedilmez bir
günah (şirk) işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyacaktır."
Tirmizî, Birr 14, (1918).
YOLDAN RAHATSIZ EDİCİ ŞEY TEMİZLEMEYE DAİR
180 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Bir adam yolda yürürken, yol üzerinde bir diken dalına rastladı. Onu alıp dışarı
attı. Cenab-ı Hakk bu davranışından memnun kalarak, ona mağfiret etti".
Buhârî, Mezâlim 28, Cemaat 32; Müslim, Birr 128, (1914), İmâret 163, (1914); Muvatta,
Salatu'l-Cemaat 6, (1, 131); Tirmizî, Birr 38 (1958); Ebu dâvud, Edeb 172, (5245).
Yukarıdaki metin, Ebu Dâvud hariç beş kitabın beşinde aynen mevcuttur. Ebu Dâvud (az bir
farklılıkla) şöyle kaydeder: "Hiçbir hayır yapmamış olan bir adam, yoldan bir diken dalını
kaldırdı. Bu ya (yola uzanmış) bir ağaç dalıydı kesip attı ya da yola bırakılmış bir şeyi kaldırıp
attı..." gerisi yukarıdaki gibi.
181 - Müslim'de Ebu Zerr (radıyallahu anh) hazretlerinden kaydedildiğine göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurmuştur ki: "Bana ümmetimin, hayır ve şer, bütün amelleri
arzedildi. İyi amelleri arasında, rahatsızlık veren bir şeyin yoldan atılması da vardı. Kötü
amelleri arasında yere gömülmeden mescide bırakılmış tükrük de vardı."
Müslim, Mesâcid 58, (553).
182 - Yine Müslim'de Ebu Berze (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, bana
faydalı olacak birşey öğret, dedim de şu tavsiyede bulundu: "Müslümanların yolundan
rahatsızlık veren şeyleri kaldır"
Müslim, Birr 131, (2618).
İYİLİK ÜZERİNE MÜTEFERRİK HADİSLER
183 - Safvân İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Dul ve kimsesizler için çalışan, Allah yolunda cihad eden veya
gündüzleri oruç tutup geceleri de ibadet eden kimse gibidir"
Buhârî, Nafakât 1, Edeb 25, 26; Nesâî, Zekât 78, (5, 86, 87); Müslim, Züd 41, (2982);
Tirmizî, Birr 44, (1970).
184 - Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki: "Kırk iyilik vardır. En üstünü sağmal keçi bağışlamaktır. Bu iyiliklerden birini, sevab ümid
ederek ve vâdedilen mükâfatı tasdik ederek yapan kimseyi Allah mutlaka, bu ameli sebebiyle,
cennete koyar." Ravilerden biri (Hassân) diyor ki: "Keçi bağışı dışındaki amellerisaydık:
Verilen selâmı almak, hapşırana yerhamukâllah demek, yoldan rahatsızlık veren şeyi
temizlemek vs. gibi, fakat on beşe bile ulaşamadık".
Buhârî, Hibe 35; Ebu Dâvud, Zekat 42, (1683).
185 - Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Her
Müslümanın sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan olursa?" diye
soruldu. "Eliyle, çalışır, hem şahsı için harcar, hem de tasadduk eder" cevabını verdi. "Ya
çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu. "Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sâhibine yardım eder"
dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "Ma'rufu veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da
yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkor. Zîra bu da
bir sadakadır" buyurdu.
Buhârî, Zekât 30, Edeb 33; Müslim, Zekât 55, (1008).
186 - Yine Buhârî ve Müslim, Ebu Hüreyre'den (r. a.) kaydettiklerine göre, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir
mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adâlet yapman bir sadakadır. Kişiye
hayvanını yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere
attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır."
Buhârî, Cihâd 72, 128, Sulh 33; Müslim, Müsâfirîn 84, (720), zekât 56, (1009).
187 - Hakîm İbnu Hizâm (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, cahiliye
devrinde yaptığım hayırlar var: Dua, köle âzad etme, sadaka vermek gibi, bana bunlardan bir
sevab gelecek mi?" "Sen dedi, zaten, daha önce yaptığın bu iyiliklerin hayrına Müslüman
olmuşsun."
Buhârî, Zekât 24, Büyü 100, İtk 12, Edeb 16; Müslim, İman 194-196, (123).
Bir diğer rivayette der ki: Dedim ki: "Allah'a kasem olsun, İslâm'da yaptıklarımdan hiçbirini
eksik bırakmadan, câhiliye devrinde hepsini yapmıştım."
Diğer bir rivayette Hâkim'in câhiliye devrinde yüz köle âzad ettiği, yüz deve yükü mal
tasadduk ettiği, Müslüman olunca da aynı miktarda hayır yaptığını belirtir.
188 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Dedim ki Ey Allah'ın Resûlü, İbnu Cüd'an
câhiliye devrinde sıla-i rahimde bulunur, fakirlere yedirirdi. O bundan fayda görecek mi?
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: "(Hayır) iyiliklerin ona bir faydası
olmayacaktır. Çünkü o bir gün bile "Ya Rabbi kıyamet günü günahlarımı bağışla"
dememiştir."
Müslim, İman 365, (214).
189 - Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Yapılan hayırdan (ma'ruf) hiçbir şeyi küçük bulup hakir görme, kardeşini güler yüzle
karşılaman bile olsa (bunu ehemmiyetsiz görüp ihmâl etme)"
Müslim, Birr 144, (2626).
190 - Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Her bir ma'ruf sadakadır"
Buhârî, Edeb 33; Müslim, Zekât 52, (1005); Ebu Dâvud, Edeb 68, (4947); Tirmizî, Birr 45,
(1971).
Bu hadisi Tirmizî, Hz. Câbir (radıyallahu anh)'den şu ziyade ile rivayet etti: "Kardeşini güler
yüzle karşılaman, kendi kovandan kardeşinin kabına su vermen de birer "ma'ruf"dur".
191 - Adiy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden herkese Rabbi, aralarında bir tercüman olmaksızı, doğrudan doğruya
hitab edecektir. Kişi o zaman (ateşe karşı bir kurtuluş yolu bulmak üzere sağına bakar, hayatta
iken gönderdiği (hayır) amellerden başka birşey göremez. Soluna bakar, orada da hayatta iken
işlediği (kötü) amellerden başka birşey göremez. Ön cihetine bakar. Karşısında (kendini
beklemekte olan) ateşi görür. (Ey bu dehşetli güne inanan mü'minler!) yarım hurma ile de olsa
kendinizi ateşten koruyun. Bunu da bulamazsanız güzel bir sözle koruyun"
Buhârî, Rikâk 49, 51, Tevhid 36, 24, Zekât 9, Menâkıb 25, Edeb 34; Müslim, Zekât 67,
(1016); Timizî, Kıyamet 1, (2427).
192 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bilin ki, bir ev halkına, sütünden ve
yününden istifâde etmeleri için, akşam ve sabah bol süt veren devesini, geçici olarak
bağışlayan kimsenin ecri cidden büyüktür."
Müslim, Zekât 73, (1019).
CİMRİLİKLE İLGİLİ BÖLÜM
389 - Ahnef İbnu Kays anlatıyor: "Ben Kureys'ten bir grubla oturuyordum. Oradan Ebu Zerr
(radıyallahu anh) geçti. Şöyle diyordu:
"-Mal biriktirenleri, cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjdele. Bu kızgın taşlar onların
her birinin memelerinin uçlarına konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiklerine
konacak, ta meme uçlarından çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar" dedi. Bu konuşmayı
dinleyenler başlarını indirdiler. Onlardan hiçbirinin bu adama cevap verdiğini görmedim.
Bunun üzerine adam dönüp gitti. Ben de peşinden onu takip ettim. Nihayet bir direğin dibine
oturdu.
-Bu adamların, senin kendisine söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum, dedim. Şu
cevabı verdi:
-Bunların hakikaten hiçbir şeye aklı ermiyor. Dostum Ebu'l-Kâsım (aleyhissalâtu vesselâm)
bir keresinde beni çağırdı. Yanına varınca bana:
-Uhud'u görüyormusun? dedi.
-Evet görüyorum dedim. Bunun üzerine:
-Bunun kadar altınım olmasını istemem, (olsaydı) üç dinar müstesna hepsini infak ederdim,
buyurdu. Ebu Zerr (radıyallahu anh) önceki sözünü te'kiden:
-Bu (Kureyşliler var ya) dünyayı topluyorlar hiçbir şeye akılları ermiyor, dedi.
Ben:
-Seninle bu Kureyşli kardeşlerinin arasında ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlardan
birşey almıyorsun? dedim.
Ebu Zerr:
-Hayır! Rabbine yemin ederim, taa Allah ve Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardanne
dünyalık isterim ne de kendilerine din nâmına bir şey sorarım, dedi. Ben tekrar:
-Şu ihsan meselesi hakkında ne dersin? dedim.
-Sen onu al. Çünkü, bugün onda bir nafaka var. Ancak, bu ihsan dinin karşılığında yapılırsa,
bırak alma, dedi.
Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 34. (992).
390 - Bir başka rivayette şöyle denmiştir:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu.
Bir ara: "Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir borç sebebiyle
tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah'ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını
emrederdim" dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna dağıtma işareti yaptı".
Buhârî, Zekât 4; İstikrâz 3, Bed'u'l-Halk 6; İsti'zân 30, Rikâk 13, 14; Müslim, Zekât 34 (992).
391 - Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kâbe'nin
gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: "Kâbe'nin Rabbine kasem olsun onlar
zararda" buyurdu. Ben:
-Ey Allah'ın Resûlü, annem babam sana feda olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki:
-"Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle
şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesna" dedi ve hemen ilâve etti:
-"Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her
insan kıyamet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp, sırayla
boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muameleyi yapınca
birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecek."
Müslim, Zekât, 301, (590); Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, (617); Nesâî, Zekât
2, (5, 10-11).
392 - İbnu Ömer anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab ederek
şöyle buyurdular: "Sıkılık huyundan kaçının. Zira sizden önce gelip geçenler bu huy
yüzünden helâk oldular. Şöyle ki: Bu huy onlara cimrilik emretti, onlar hemen
cimrileşiverdiler, sıla-ı rahmi kesmelerini emretti, hemen sıla-ı rahmi kestiler, doğru yoldan
çıkmayı (fücur) emretti, hemen doğru yoldan çıktılar."
Ebu Dâvud, Zekât 46, (1698).H.
ANNE BABAYA İYİLİK
7045 - İbnu Selame es-Sülemî radıyallahu anh anlatıyor:
"Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kişiye annesi(nin hakkına riayeti) tavsiye
ederim. Kişiye annesi(nin hakkına riayeti) tavsiye ederim. Kişiye annesi(nin hakkına riayeti)
tavsiye ederim" -diye üç kere tekrar etti. Sonra şöyle devam etti:- "Kişiye babası(nın hakkına
riayeti) tavsiye ederim, kişiye kendi yerine işini takip eden velisi(nin hakkına riayeti) tavsiye
ederim, hatta velisi kendisine eza vermiş bile olsa."
7046 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Reslulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kıntâr onikibin okiyyedir. Her okiyye, yerle gök arasında bulunan şeylerin
hepsinden hayırlıdır."
Yine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kişinin ahirette derecesi yükseltilir.
Bunun üzerine: "Bu yükselme (hakkım değildi), nereden gelmedir?" der. Kendisine: "Bu
senin için evladının yaptığı istiğfar sebebiyledir" denilir."
7047 - Mikdam İbnu Ma'dîkerb radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri size annelerinizin haklarına riayeti tavsiye etmektedir.
Bunu üç sefer tekrarladı Allah size babalarınızın haklarına riayet etmenizi tavsiye etmektedir.
Allah size akrabalarınızın haklarına yakınlık derecesine göre riayet etmenizi tavsiye
etmektedir."
7048 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resülü, anne ve
babanın çocukları üzerinde hakları nedir?" diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Onlar
senin cennet ve cehennemindirler" buyurdu."
BABANIN ÇOCUKLARINA VE BİLHASSA KIZA İYİ DAVRANMASI
7049 - Ya'la İbnu Mürre radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ali'nin oğulları Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin radıyallahu anhüm ecmain koşarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a geldiler.
Efendimiz onları bağrına bastı ve: "Şurası muhakkak ki, çocuk, cimrilik ve korkaklık
sebebidir" buyurdular."
7050 - Sürâka İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Size sadakanın en faziletlisini haber vereyim mi? (Boşanma, kocasının ölümü
gibi bir sebeple sana geri gönderilmiş ve senden başka çalışanı (Nafakasını temin edecek bir
kimsesi) olmayan kızın (için harcadığın)dır."
7051 - Ahnef İbnu Kays'ın amcası Sa'sa'a İbnu Muaviye radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir
kadın beraberinde iki kızıyla birlikte Hz. Aişe'nin yanına girdi. Aişe radıyallahu anhâ
kadıncağıza üç tane kuru hurma verdi. Kadın çocuklarına birer hurma verdi, kalan üçüncü
hurmayı da çocukları arasında taksim etti."
Hz. Aişe der ki: "Az sonra Resülullah aleyhissalatu vesselam geldi, hadiseyi kendisine
anlattım. Bunun üzerine: "Buna hayret mi ettin? Kadın bu davranışı sebebiyle cennete girdi"
buyurdular."
7052 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Kim, erginlik çağına varan iki kızına, onlar yanında kaldıkları veya kendisi
onların yanında kaldığı müddetçe iyilik yapar ihsanda bulunursa, bu kızlar onu mutlaka
cennete dahil ederler."
7053 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Çocuklarınıza gereken ikramı yapın ve terbiyelerini güzel yapın."
KOMŞU HAKKI
7054 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Cebrail aleyhisselâm komşu hakkında öyle ısrarla tavsiyede bulundu ki,
komşuyu komşuya varis kılacak zannettim."
YETİM HAKKI
7055 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular
ki "Allahım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetim ve
kadın."
7056 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.
Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir."
7057 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri
namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad
etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki kardeş (parmak) gibi cennette kardeş oluruz"
buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı."
SUYU SADAKA ETMENİN FAZİLETİ
7058 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar saf saf olurlar -İbnu Nümeyr dedi ki:"Cennet ehli saf saf olurlar:
Derken cehennem ehlinden bir kişi cennet ehlinden birine uğrar ve: "Ey fülan! Hatırladın mı
sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim" der, (ve bu suretle şefaat diler).
(Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdu ki:) "Adam, o kimseye şefaat eder. (Cehennemlik
olan bir başka) adam, cennetlik olan bir başkasının yanından geçer ve ona: "Sana abdest suyu
verdiğimi hatırlıyor musun?" der (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder."
(Ravi) İbnu Nümeyr (rivayetinde biraz farkla) şöyle der: "Ve cehennemlik olanlardan biri
cennetlik olanlardan birine): "Ey falan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor
musun? Ben o gün senin için gitmiştim. (Bu sözüyle şefaatini ister. Cennetlik olan) kimse de
ona şefaat eder."
7059 - Sürâka İbnu Cu'şem radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a,
kendi develerini sulamak için hazırlayıp sıvadığım havuzlarıma gelen yolunu kaybetmiş yitik
deveyi sularsam benim için bir sevap olup olmadığını sordum. Bana: "Evet, hararetli her ciğer
sahibin(i sulamak)ta bir sevap vardır" buyurdular."
KÖLELERE İYİLİK
7060 - Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm (bir
defasında): "Mülkiyeti altında bulunan (köle ve cariye)lere kötü muamele eden kimse cennete
girmeyecektir" demişti.
"Ey Allah'ın Resûlü! Siz bize: "Bu ümmet, köle ve yetimi en çok olan ümmettir" diye haber
vermediniz mi" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet! Öyleyse onlara çocuklarınıza
verdiğiniz değer gibi değer verin ve yediklerinizden yedirin!" buyurdu."
Ashab bu defa: "Köle ve cariyeler bize dünyada ne gibi faide sağlar?" diye sordu.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Savaş için beslediğin bir at üstünde Allah yolunda cihad edersin.
Senin kölen de senin ihtiyacını giderir. Namaz kıldığı zaman artık o senin kardeşindir"
açıklamasını yaptılar."
SELAMI YAYMAK
7061 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bize selâmı
yaygınlaştırmamızı (tanıdık, tanımadık herkese vermemizi) emretti."
GAYR-İ MÜSLİMİN SELAMI NASIL ALINIR?
7062 - Ebu Abdirrahman el-Cühenî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Yarın ben yahudilere kadar gideceğim, sakın onlara, önce siz selam
vermeye kalkmayın. Onlar size selam verirse sadece "ve aleyküm" deyin."
KAPI ÇALMA (İZİN İSTEME)
7063 - Ebu Eyyüb el-Ensâri anlatıyor: "(Bir gün), Ey Allah'ın Resûlü! Şu selâm malum. İsti
zan (=izin istemek=kapı çalmak) nedir?" diye sorduk. Şu açıklamayı yaptılar: "(Bir başkasının
evine girmek isteyen) kimse (varlığını duyurmak için kapıda, sesli olarak) sübhanallah,
Allahüekber, elhamdilillah! der, öksürüp boğazını temizler (ve içeri girmek istediğini haber
verip) ev halkından böylece izin ister."
NASILSINIZ? DİYE HALİ SORULAN
7064 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü nasıl sabaha erdiniz?" diye
sordum. Bana: "(Nafile) oruç tutmayan ve hiçbir hastayı ziyaret edemeyen bir adam olarak
hayır ile sabahladım" diye cevap verdi."
7065 - Ebu Üseyd es-Sâ'idi radıyallahu anh anlatıyor: "ResülulIah aleyhissalâtu vesselâm,
Abbâs İbnu Abdilmuttalib'in evine girerken, Abbâs radıyallahu anh'a: "Esselamu aleyküm"
buyurmuş, ev halkı da: "Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve berekâtuhu" diye selamını
almışlar. Sonra Resülullah, "Nasılsınız?" diye hal-hatır sormuş, onlar da: "Allah'a hamdolsun,
iyiyiz. Babamız ve anamız sana feda olsun, sen nasılsın ey Allah'ın Resülü!" diye karşılık
vermişler, Aleyhissalâtu vesselâm da: "Allah'a hamdolsun, ben de iyiyim!" buyurmuştur."
BÜYÜĞE İKRAM
7066 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Size bir kavmin büyüğü gelince onu büyükleyin, ikramda bulunun."
HAPŞIRANA TEŞMİT
7067 - Hz. Ali anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Biriniz
hapşırınca "Elhamdulillah!" desin. Yanındakiler ona, yerkamukellah! desinler, hapşıran da
onlara "Yehdikümullah ve yuslihu bâleküm (Allah size hidayette bulunsun ve halinizi iyi
kılsın)" desin."
YANINDA OTURANA SAYGI
7068 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam bir adama
rastladımı onunla konuşur, muhatabı ayrılmadıkça da yüzünü ondan çevirmezdi. Muhatabıyla
musafaha yapsa, elini muhatabın elinden çekmıezdi. İlk çeken muhatabı olurdu. Aleyhissalatu
vesselam'ın dizlerinin, yanında oturan arkadaşının dizlerinden ileri Çıktığı da görülmemiştir."
MAZERETİ KABUL
7069 - Cevzân el-Küfi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim (din) kardeşine bir özür beyan eder de kardeşi bunu kabul etmezse, onun
üzerinde meks sahibinin günahı kadar vebal olur."
KADERE İMAN
________________________________________
4795 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi
atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe
iman etmiş olmaz."
Tirmizi, Kader 10, 2145.
4796 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh oğluna ölümü sırasında demiştir ki: "Oğulcuğum,
başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını
bilmedikçe sen, imannın hakikatının tadını asla bulamazsın. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: "Kıyamete kadar olacak şeylerin
miktarlarını yaz!" dedi."
"Oğulcuğum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan şunu da işittim:
"Kim bu inanç dışında olarak ölürse benden değildir."
Ebu Davud, Sünnet 17, (4700); Tirmizi, Kader 17, (2156).
KADERLE AMEL
4797 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi ve:
"Bu iki kitap nedir biliyor musunuz?" buyurdular. Cevaben:
"Hayır, ey Allah'ın Resûlü! bilmiyoruz. Ancak bildirmenizi istiyoruz!" dedik. Bunun üzerine
sağ elindekini göstererek:
"Bu Rabbülâlemin'den (gelmiş) bir kitaptır. İçerisinde cennet ehlinin isimleri mevcuttur. Hatta
onların babalarının ve kabilelerinin isimler de mevcuttur ve sonunda da icmal yapmıştır.
Bunlara asla ne ilave yapılır, ne de onlardan eksiltmeye yer verilir. Hiç değişmeden ebedi
olarak sabit kalır" buyurdular. Sonra sol elindekini göstererek:
"Bu da Rabbülâlemin'den bir kitaptır. Bunun içinde de ateş ehlinin isimleri, onların atalarının
isimleri ve kabilelerinin isimleri vardır. En sonda da icmâllerini yapmıştır. Bunlara asla ne
ziyade yapılır, ne de eksiltmeye yer verilir!" buyurdular. Ashabı sordu:
"Öyleyse ey Allah'ın Resûlü, niye amel ediliyor? Madem ki her şey önceden olmuş bitmiş,
yazılmış ve artık yazma işinden fariğ olunmuş (bir daha yapma gayreti de niye)?"
Resûlullah şu cevabı verdi:
"Siz amelinizle doğruyu ve istikameti arayın! İtidali koruyun, Zira, cennetlik olan kimsenin
ameli, cennet ehlinin ameliyle sonlanır; (daha önce) ne çeşit amel yapmış olursa olsun. Keza
cehennemlik olanın ameli de cehennem ehlinin ameliyle sonlanır, hangi çeşit amel ile amel
etmiş olursa olsun!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sonra elindeki kitapları atıp, elleriyle işaret ederek dedi ki:
"Rabbiniz kullardan artık fariğ oldu, birkısmı cennetlik, birkısmı da cehennemliktir."
Tirmizi, Kader 8, (2142).
4798 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Biz bir cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da idik.
Derken yanımıza Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve oturdu. Biz de etrafında
(halka yapıp) oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı.
Sonra:
"Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmamış olsun!"
buyurdular. Cemaat:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedi. Öyleyse hakkımızda yazılana itimad edip ona dayanmayalım mı?"
"Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar,
saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekâvet ehli olanlar da şekâvet(e götüren)
amelde (muvaffak) olacaktır!"
Sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin
en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız" (Leyl 5-7).
Buhari, Tefsir, Leyl, Cenaiz 83, Edeb 120, Kader 4, Tevhid 54; Müslim, Kader 6, (2647); Ebu
Davud, Sünnet 17, (4694); Tirmizi, Kader 3, (2137), Tefsir, Leyl, (3341).
4799 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Süraka İbnu Malik İbnu Cu'şem radıyallahu anh
gelerek sordu:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bize dinimizi açıkla. Sanki yeni yaratılmış gibiyiz. Şimdi amel ne
husustadır: Kalemlerin kuruduğu, miktarların kesinleştiği şeylerde mi, yoksa istikbale ait
şeylerde mi çalışacağız?"
"Hayır (istikbale ait şeylerde değil). Bilakis kalemlerin kuruduğu, miktarların cereyan ettiği
(kesinleştiği) hususta!" buyurdular. Sürâka tekrar:
"Öyleyse niye amel edelim (boşa zahmet çekelim)?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Çalışın! Herkes yaratıldığı şeye erecektir! Herkes, (yazıldığı) ameliyle amil olacaktır!"
buyurdular."
Müslim, Kader 8, (2648).
4800 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Sâdık ve Masdûk olan Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle
"alaka" olur. Sonra bu kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle
gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh
üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet
ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı
zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer.
Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle
cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini
işleyerek cennete girer."
Buhari, Kader 1, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 1, Tevhid 28; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud,
Sünnet 17, (4708); Tirmizi, Kader 4, (2138).
Rezin şu ziyadede bulundu: "(Resûlullah) şunu da buyurdular: "Nutfe düştü mü, kırk gün
rahimde uçar. Sonra kırk günde alaka olur. Sonra kırkgünde mudga olur. Bir nefis olarak
yaratılma safhasına gelince, Allah onu tasfir edecek (şekillendirecek) bir melek gönderir.
Melek iki parmağının arasında toprak olduğu halde gelir. Onu mudgaya karıştırır. Sonra onu
yoğurur, sonra da emredildiği üzere onu tasvir eder."
4801 - Âmr İbnu Vasıla anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ûd radıyallahu anh'ı dinledim. Demişti
ki: "Şakî, annesinin karnında iken şaki olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu
işittikten sonra) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı
ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu:
"Kişi amelsiz nasıl şakî olur?" Huzeyfe radıyallahu anh:
"Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini
işittim:"
"Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırkiki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve
onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır.
Sonra melek sorar:
"Ey Rabbim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra
sorar:
"Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar:
"Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde
sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksilir."
Müslim, Kader 3, (2645).
4802 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
aramızda doğrulup:
"(Hastalık nev'inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!" buyurmuşlardı ki bir bedevi:
"Ey Allah'ın Resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne, kuyruğu ile haşefesini uyuzlamış bir deve
gelince hepsini uyuzlu yapar!" dedi. Aleyhissalatu vesselâm:
"Pekalâ, birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer (inancınızda hakikat) vardır. Şurası
muhakkak ki, Allah her nefsi yaratmış, onun hayatını, ölümünü, rızkını ve uğrayacağı
musibetlerini yazmıştır."
Tirmizi, Kader 9, (2144).
4803 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Allah Teâla hazretleri bir kulun hayrını diledi mi onu istimal eder!" buyurmuştu. Kendisine:
"Onu nasıl istimal eder?" diye soruldu.
"Ölümden önce salih amel işlemede muvaffak kılar!" buyurdu."
Tirmizi, Kader 8, (2134).
4804 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kişi vardır, uzun müddet cennet ehlinin amelini işler, sonra da ameli cehennem ehlinin
ameliyle hitam bulur. Yine kişi vardır, uzun müddet cehennem ehlinin ameliyle amel eder de
sonunda cennet ehlinin ameliyle hitam bulur."
Müslim, Kader 11, (2651).
4805 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah (cin ve ins dahil) mahlukatını bir karanlık içinde yarattı. Sonra üzerlerine kendi
nurundan serpti. Bu nur, kimlere isabet ettiyse hidayeti buldular, kimlere de isabet etmediyse
sapıttılar. Bu sebeple diyorum ki: "Kalem, Allah Teâla'nın ilmi hususunda kurumuştur."
Tirmizi, İman 18, (2644).
KADERE RIZA
4806 - Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ademoğlunun saadet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'nın hükmettiğine rıza göstermesidir.
Şekâvet (sebepleri)nden biri de Allah Teâla'ya istihareyi terketmesidir. Keza şekâvet
(sebepleri) nden bir diğeri de Allah'ın hükmettiğine razı olmamasıdır."
Tirmizî, Kader 15, (2152).
4807 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kuvvetli mü'min, Allah nazarında zayıf mü'minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında
her ikisinde de bir hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah'tan yardım
dile, acz izhar etme. Bir musibet başına gelirse: "Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!"
deme. "Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!" de! Zira "eğer" kelimesi şeytan işine kapı
açar."
Müslim, Kader 34, (2664).
ÇOCUKLARIN HÜKMÜ
4808 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir çocuk ölmüştü. Ben: "Ne mutlu ona! Cennet
kuşlarından bir kuş oldu!" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sen Allah'ın cenneti de cehennemi de yarattığını, beriki için de öteki için de ahali yarattığını
bilmiyor musun?" buyurdular."
Müslim, Kader 30, (2662); Nesâi, Cenaiz 58, (4, 57); Ebu Davud, Sünnet 18, (4713).
4809 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan
müşriklerin çocukları hakkında sorulmuştu.
"Allah onları yarattığı zaman ne yapacaklarını iyi biliyordu!" buyurdular."
Buhari, Kader 3, Cenâiz 93; Müslim, Kader 28, (2660); Ebu Davud, Sünnet 18, (4711); Nesai,
Cenaiz 60, (4, 59).
4810 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Hz. Adem ve Musa aleyhimâsselam münakaşa ettiler. Musa, Adem'e:
"İşlediğin günahla insanları cennetten çıkaran ve onları şekâvete (bedbahtlığa) atan sensin
değil mi!" dedi. Adem de Musa'ya:
"Sen, Allah'ın risalet vermek suretiyle seçtiği ve hususi kelamına mazhar kıldığı kimse ol da,
daha yaratılmamdan (kırk yıl) önce Allah'ın bana yazdığı bir işten dolayı beni ayıplamaya
kalk (bu olacak şey değil)!" diye cevap verdi." Resûlullah devamla dedi ki:
"Hz. Adem Musa'yı ilzam etti!"
Buhari, Kader 11, Enbiya 31, Tefsir, Tâ-ha 1, 3, Tevhid 37; Müslim, Kader 13, (2652);
Muvatta, Kader 1, (2, 898); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4701); Tirmizi, Kader 2, (2135).
4811 - Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Musa aleyhisselâm: "Ey Rabbim! Bizi ve kendisini cennetten çıkaran Adem'i bize bir
göster!" diye niyazda bulundu. Hak Teâla ve Tekaddes hazretleri de babası Adem
aleyhisselâm'ı ona gösterdi. Bunun üzerine Hz. Musa:
"Sen babamız Adem misin?" dedi. Adem: "Evet!" deyince:
"Yani sen, Allah'ın kendi ruhundan üflediği kimsesin. Sana bütün isimleri öğretti, meleklere
emretti ve onlar da sana secde ettiler öyle değil mi?" diye sordu. Adem yine: "Evet!" dedi. Hz.
Musa sormaya devam etti:
"Öyleyse sen niye bizi ve kendini cennetten çıkardın?"
Bu soru üzerine Hz. Adem:
"Sen kimsin?" dedi. O: "Ben Musa'yım!" deyince:
"Yani sen, Allah'ın risalet vererek mümtaz kıldığı kimsesin. Sen Beni İsrail'in peygamberi,
perde gerisinde Allah'ın konuştuğu kimsesin. Allah seninle kendi arasına mahlukatından bir
elçi de koymadı değil mi?" dedi. Hz. Musa "Evet!" deyince; Hz. Adem:
"Öyleyse sen, (bu söylediğin şeyin) ben yaratılmazdan önce Allah'ın (kader) kitabında
yazılmış olduğunu görmedin mi?" dedi. Hz. Musa "Evet!" deyince:
"Öyleyse Allah'ın kazası (hükmü) benden önce cereyan etmiş bir şey hakkında beni niye
levmediyorsun?" dedi."
Aleyhissalâtu vesselâm, devamla:
"Hz. Adem, Musa'yı ilzam etti. Hz. Adem Musa'yı ilzam etti. Hz. Adem, Musa
aleyhimesselâm'ı ilzam etti" buyurdular."
Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4702).
KADERİYE'NİN ZEMMİ
4812 - Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Her ümmetin mecusileri vardır. Bu ümmetin mecusileri "kader yoktur!" diyenlerdir.
Bunlardan kim ölürse cenazelerinde hazır bulunmayın. Onlardan kim hastalanırsa ona
ziyarette bulunmayın. Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek Allah üzerine bir
haktır."
Ebu Davud, Sünnet 17, (4692).
4813 - Ebu Davud'un İbnu Ömer'den gelen merfu bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur:
"Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyin, ölürlerse
cenazelerine katılmayın."
Ebu Davud, Sünnet 17, (4691).
4814 - Yine Ebu Dâvud'da İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan gelen merfu bir rivayette:
"Kader ehli ile düşüp kalkmayın, onlara dava açmayın" buyurulmuştur..."
Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4720).
4815 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimde iki sınıf vardır ki, onların İslâm'dan nasipleri yoktur: Mürcie ve Kaderiye."
Tirmizi, Kader 13. (2150).
4816 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya gelerek:
"Falan kimse sana selam ediyor!" diyerek, Şamlı birisinden selam getirdi. İbnu Ömer
radıyallahu anhüma:
"Bana ulaştığına göre, o kimse kaderi inkâr ediyormuş. Eğer o böyle bir bid'a fikre saplandı
ise, sakın ona benden selam söyleme! Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim:
"Bu ümmette hasf (yere batırma), mesh (suret değişmesi) (ve kazf= (taş yağması) olacak. Bu
musibetler kaderi inkâr edenlere gelecek."
Ebu Davud, Sünnet 7, (4613); Tirmizi, Kader 7, (2153, 2154).
4817 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah mahlukatın miktarlarını, semâvât ve Arzı yaratmazdan ellibin sene evvel, Arşı da su
üzerinde iken yazdı."
Müslim, Kader 16, (2653); Tirmizi, Kader 18, (2157),
4818 - Ebu Azze anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah bir
kulunun bir memlekette ölmesini takdir etti mi, onu oraya -veya orada bulunan bir şeye dedi-
muhtaç kılar."
Tirmizi, Kader 11, (2148).
4819 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, İyâs İbnu Muâviye'ye,
"Kader hakkında fikrin nedir?" diye sorulmuş da o şu cevabı vermiştir:
"(Benim fikrim) kızımın fikridir!" Bu sözle, onun sırrını ancak Allah'ın bildiğini söylemek
istemiştir. İyas, anlayışta darb-ı mesel olmuştu. (Bir gün) bir adam ona kader hakkında sordu:
"Kadere inanmıyor musun?" dedi. Adam:
"Elbette inanıyorum!" deyince:
"Bu kadarı sana yeter! (Fazlası senin için mâlâyânîdir). Zira Ali İbnu Hüseyin, babası (Hz. Ali
İbnu Ebi Talib) radıyallahu anhüma'dan bana nakletti ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
şöyle buyurmuşlardır:
"Kişinin mâlâyânî şeyleri terketmesi, onun müslümanlığının güzelliğindendir!"
Yine ona ulaştığına göre Lokmân'a: "Sende gördüğümüz (bu fazilet)in sebebi nedir?" diye
sorulunca şu cevabı vermiştir:
"Emaneti eda, doğru söz ve beni ilgilendirmeyen şeyleri terketmem!"
Rezin tahric etmiştir. (Rivayette geçen "Kişinin mâlâyânîyi terketmesi İslâm'ının
güzelliğindendir" şeklindeki Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bu sözü şu kaynaklarda
geçer: Muvatta, Hüsnü Hulk 3, (2, 903); Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); İbnu Mâce, Fiten 12,
(2976); Rivayetin sonundaki "Yine ona ulaştığına göre Lokman'a..." kısmı da, Muvatta'da
gelmiştir (Kelam 17, 2, 990).
KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI
________________________________________
3276 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği
kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline
bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayarhah olun."
Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak
12, (1188).
3277 - Amr İbnu'I-Ahvas (radıyalİahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda esirler gibidirler.
Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik işlemesinler.
Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse
haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var,
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı
istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesiniz
onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.''
Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087).
3278 - Hakim İbnu Mu'âviye babası Mu'âviye (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?''
"Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman,
takbîh etmemen, evin içi hariç onu terketmemen."
(Ebu Dâvud, Nikâh 42, (2142, 2143, 2144).
KOCANIN KADIN ÜSTÜNDEKİ HAKKI
6529 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde
etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir
dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine
getirmesidir."
6530 - Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Muaz Şam'dan dönünce
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde etmişti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : "Ey
Muaz! Bu da ne?" dedi. O açıkladı: "Şam'a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde
ettiklerine rastladım. İçimden, aynı şeyi size yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam,
bunun üzerine: "Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah'tan başkasına secde
etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed'in nefsi elinde
olan Zat-ı Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin
hakkını da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere binmiş iken kocası nefsini talep
edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz."
KADININ YOLCULUĞU
________________________________________
2169 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allaha ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir gece ve gündüz devam edecek
bir mesafeye, yanında bir mahremi olmadıkça gitmesi helâl değildir."
Buhârî, Taksîru's-Salât 4; Müslim, Hacc 419, 422, (1339); Muvatta, İsti'zân 37, (2, 979); Ebü
Dâvud, Menâsik 2, (1723-1725); Tirmizî, Radâ 15, (1170).
2170 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Bir erkek, yanında mahremi bulunmayan (yabancı) bir kadınla yalnız kalmasın!"
Bunun üzerine bir adam kalkarak: "Ey Allah'ın Resülü, kadınım hacc için yola çıktı, ben ise
falan falan gazvelere yazıldım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öyleyse git hanımına yetiş,
onunla hacc yap!" diye emretti."
Buhâri, Cezâu's-Sayd 26, Cihâd 140, 181, Nikâh 111; Müslim, Hacc 424, (1341).
KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK
________________________________________
4820 - Ubeydullah İbnu Mihsan el-Hutami radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar
onun olmuştur."
Tirmizi, Zühd 34, (2347); İbnu Mâce, Zühd 9, (4141).
4821 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur: İkamet edeceği bir ev, avretini
örteceği bir elbise, katıksız ekmek ve su."
Tirmizi, zühd 30, (2342).
4822 - Fudâle İbnu Ubeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İslâm hidayeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!"
Tirmizi, Zühd 35, (2350).
4823 - Ebu Saidi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Ensar radıyallahu anhüm'den bazı
kimseler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu
vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine
istediler, o istediklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:
"Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli
davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar.
Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş
bir ihsanda bulunulmamıştır."
Buhâri, Zekât 50, Rikâk 20; Müslim, Zekat 124, (1053); Muvatta, Sadaka 7, (2, 997); Ebu
Dâvud, Zekât 28, (1644); Tirmizi, Birr 77, (2025); Nesâi, Zekat 85, (5, 95).
Rezin rahimehullah şu ziyadede bulunmuştur: "İslâm'a girip, yeterli miktarla rızıklandırılan ve
verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir."
4824 - Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ey âdemoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu senin için daha hayırlıdır,
kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefâf (yeterli miktar) sebebiyle levm edilmezsin.
(Harcamaya), bakımları üzerinde olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani
alandan) daha hayırlıdır."
Müslim, Zekât 97, (1036), Tirmizi, Zühd 32, (2344).
4825 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi
rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."
Tirmizi, Zühd 33, (2345).
TOKGÖZLÜLÜK
4826 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilakis zenginlik göz tokluğuyladır."
Buhari, Rikak 15; Müslim, Zekât 120, (1051); Tirmizi, Zühd 40, (2374).
4827 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"(Hakiki) fakir, kapı kapı dolaşırken verilen bir iki lokmanın veya bir iki hurmanın geri
çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini
anlayıp kendisine tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp halktan birşey
istemeyen kimsedir."
Buhari, Zekat 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekât 102, (1039); Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 7,
(2, 923); Ebu Dâvud, Zekat 23, (1631, 1632); Nesai, Zekat 76, (5, 85).
AZA RIZA
4828 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden
aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için
gereklidir."
Buhari; Rikâk 30; Müslim, Zühd 8, (2963); Tirmizi, Kıyamet 59, (2515).
Rezin bir rivayette şu ziyadede bulundu: "Avn İbnu Abdillah İbnu Utbe rahimehullah dedi ki:
"Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O zaman benden daha heveslisi yoktu. Bir binek görsem
benimkinden daha iyi görürdüm; bir elbiseye baksam, benimkinden daha iyi olduğuna
hükmederdim. Ne zaman ki bu hadisi işittim, fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim."
DİLENCİLİĞİN ZEMMİ
4829 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış
halde Allah'a kavuşur."
Buhari, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, (1040); Nesâi, Zekât 83, (5, 94).
4830 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü cırmalamış olur. Öyle ise, dileyen
(hayasını koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki, kişi,
zaruri olan (şeyleri) iktidar sahibinden istemelidir."
Ebu Davud, Zekat 26, (1639); Tirmizi, Zekat 38, (681); Nesai, Zekat 92, (5, 100).
4831 - Âiz İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan bir şeyler istedi. Aleyhissalâtu vesselâm da verdi. Adam dönmek üzere ayağını
kapının eşiğine basar basmaz, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!"
buyurdular."
Nesâi, Zekat 83, (5, 94, 95).
4832 - Hz. Zübeyr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için,
insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler de."
Buhari, Zekât 50, Büyü' 15.
4833 - Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Cenneti garanti etmem mukabilinde, insanlardan hiçbir şey istememeyi kim garanti edecek?"
buyurdular. Sevbân radıyallahu anh atılıp:
"Ben, (Ey Allah'ın Resûlü!)" dedi. Sevbân (bundan böyle) hiç kimseden bir şey istemezdi."
Ebu Davud, Zekât 27, (1643); Nesai, Zekat 86, (5, 96).
4834 - Hz. Muâviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"İstemede ısrar etmeyin. Vallahi, kim benden bir şey ister, ben ona vermek arzu etmediğim
halde, ısrarı (sebebiyle) bir şey kopartırsa, verdiğim o şeyin bereketini görmez."
Müslim, Zekat 99, (1038); Nesai, Zekat 88, (5, 97, 98).
4835 - İbnu'l-Firasi'nin anlattığına göre, babası radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resûlü!
(İhtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye sormuş, Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda kalmışsan, bari sâlihlerden iste!" buyurmuşlardır."
Ebu Davud, Zekat 28, (1646); Nesai, Zekat 84, (5, 95).
4836 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim, kendisini müstağni kılacak miktarda malı olduğu halde isterse, Kıyamet günü, istediği
şey suratında bir tırmalama veya soyulma veya ısırma yarası olarak gelir!" Yanında
bulunanlar:
"Kişiyi müstağni kılan (miktar) nedir?" diye sordular.
"Kırk dirhem altın veya o kıymette bir başka şey!" buyurdular."
Ebu Davud, Zekat 23, (1626); Tirmizi, Zekât 22, (650); Nesai, Zekat 87, (5, 97); İbnu Mace,
Zekât 26, (1840).
4837 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim (malını artırmak için) insanlardan dilenirse, o mutlak surette ateş talep etmiş olur.
Öyleyse ister azla yetinsin isterse çoğaltmayı istesin, (artık kendisi bilir)!"
Müslim, Zekât 105, (1041).
4838 - Kabîsa İbnu Muhârik radıyallahu anh anlatıyor: "Sulh için diyet (hamâle) ödemeyi
kabullenmiştim. Bu hususta yardım istemek için Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı aradım
ve karşılaştık. (Meseleyi açınca):
"Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da verilmesini emrederim"
buyurdular. Sonra da:
"ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç kimseye helal olmaz:
-Sulh diyeti (hamâle) kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı buluncaya kadar, istemesi
helaldir. Ama o miktara ulaşınca, artık istemez.
-Afete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin edecek miktarı elde edinceye
kadar istemesi helaldir.
-Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç kişi, "Falancaya fakirlik isabet etti" diye ittifak
ederlerse, geçimine yetecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir. Bunlar dışında
istemek, ey Kabîsa haramdır."
Müslim, Zekât 109, (1044); Ebu Davud, Zekat 26, (1640); Nesai, Zekat 86, (5, 96, 97).
4839 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Ensari bir zat gelip Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan birşeyler istemişti.
"Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam:
"Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp, bir kısmını da yaygı olarak yere
seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız var."
"Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm eşyaları eline
alıp:
"Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir adam:
"Ben bir dirheme satın alıyorum" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir dirhemden fazla veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarlayarak (açık artırmaya
çıkardı). Orada bulunan bir adam:
"Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm eşyaları ona sattı. İki dirhemi
alıp Ensari'ye verdi ve:
"Bunun biriyle ailen için yiyecek al, aline ver. Diğeriyle de bir balta al bana getir!"
buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ona eliyle bir
saplık geçirdi. Sonra:
"Git, odun eyle, sat ve onbeş gün bana gözükme!" buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra
yanına geldi. Bu esnada on dirhem kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da
yiyecek satın almıştı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bak, bu senin için, Kıyamet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!"
buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:
"Dilenmek, sersefil, fakra düşmüş veya rüsvay edici borca batmış veya elem verici kana
bulaşmış insanlar dışında, kimseye caiz değildir."
Ebu Davud, Zekât 26, (1641); tirmizi, Büyü 10, (1218); İbnu Mace, Ticârat 25, (2198).
4840 - Habeşi İbnu Cünade es-Selûli radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Arafat'ta vakfede iken bir bedevi gelerek ridasının bir ucundan tutup, ondan bunu
istedi. Aleyhissalâtu vesselâm da onu ona verdi. Adam ridayı beraberinde alıp gitti. Tam o
sırada dilenmek haram kılındı. bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sadaka zengine helal değildir; sağlığı yerinde güç kuvvet sahibine de helal değildir. O,
sersefil edici, fakre düşen, haysiyeti kırıcı borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler
dışında hiç kimseye helal değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara el açarsa, bu,
Kıyamet günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde yiyeceği kızgın taşlara dönüşür.
Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin, dileyen de çoğaltmaya çalışsın."
Tirmizi, Zekat 23, (653).
Rezin merhum şu ziyadede bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda bulunurum. Adam da onu
koltuğunun altına koyarak alıp gider veya yiyip midesine indirir. Halbuki bu, (eğer layık
değilse) o adam için ateşten başka bir şey değildir."
Resûlullah'ın bu sözü üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye veriyorsunuz?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam:
"Allah benim cimri olmamı kabul etmedi, insanlar da benden istememeyi kabul etmedi!"
cevabını verdi. Orada bulunanlar:
"Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselâm: "Sabah veya
akşam yetecek kadar yiyecektir!" buyurdular."
4841 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim kendisine gelen bir fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye
kalkarsa), onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu Allah'a açarsa,
Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder."
Tirmizi, Zühd 18, (2327); Ebu Davud, Zekat 28, (1645).
4842 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İnsanların en şerlisi, "Allah rızası için" diyerek dilenip de, istediği verilmeyen kimsedir."
İbnu Abbas derdi ki: "Allah rızası için" diyerek istekte bulunmayın. Bu tabiri sadece Allah'tan
isterken kullanın:"
Rezin tahric etti. Hadis Suyuti'nin el-Câmiu's-Sağir'inde mevcuttur. (Feyzu'l-Kadir Şerhi 4,
159); Nesâi'de de, hadisin birinci kısmı, uzun bir rivayetin bir parçası olarak geçer. Zekât 74,
(5, 83-84).
4843 - Hz. Ali radıyallahu anh'tan anlatıldığına göre, Arafe günü (dilenerek) insanlardan
(sadaka) isteyen bir adam görür ve:
"Yani şu günde, şu yerde Allah'tan başkasından mı istiyorsun?" der ve adama çubuğunu
vurur."
Rezin tahric etmiştir.
4844 - Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle hitap etmiştir:
"Ey insanlar! Bilin ki tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr olmamak) zenginliktir. Kişi bir
şeye tamah göstermezse ondan müstağni olur."
Rezin tahric etmiştir.
İHSANI KABUL ETMEK
4845 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu
anh dedi ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (zaman zaman) bana ihsânda bulunuyordu.
(Her seferinde ben):
"(Ey Allah'ın Resûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan birine verseniz!" diyordum.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da:
"Al bunu! Bu maldan, sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen
birşey olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra) dilersen ye,
dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini bağlama!" buyurdular."
(Hadisi İbnu Ömer'den rivayet eden) Sâlim der ki: "Bu (hadis) sebebiyle Abdullah, kimseden
bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey olursa onu da reddetmezdi."
Buhari, Ahkam 17, Zekat 51; Müslim, Zekat 110, (1045); Nesai, Zekat 94, (5, 105).
4846 - Amr İbnu Tağlib anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir mal -veya bir şey-
getirilmişti. Hemen onu taksim edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına verdi,
birkısmınna vermedi. Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan hakkında dedikodu
yaptıkları kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir fırsatta, halka hitap etmek üzere
doğruldu). Allah'a hamd ve sena ettikten sonra:
"Sadede gelince; vallahi ben, birine verip diğerine vermediğim olur (bu doğrudur, ancak)
vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha çok sevgiye mazhardır. Ben birkısım insanlara,
kalplerinde gördüğüm sabırsızlık ve hırs sebebiyle veririm; bir kısmını da, Allah Teâla'nın
kalplerine koymuş bulunduğu zenginlik ve hayra havale eder (ve onlara bir şey vermem).
"Vallahi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın (hakkımda telaffuz buyurduğu) bu kelamına
bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar sevinmezdim."
Buhari, Cum'a 29, Humus 19, Tevhid 49.
KAPLARLA İLGİLİ BÖLÜM
________________________________________
142 - Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
dediğini işittim: "İpek ve İbrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin,
onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), âhirette de sizin içindir."
Buhârî, Et'ime 28; Müslim, Libas 4; Ebu Dâvud, Nesâî, Buhârî, Et'ime 28, Eşribe 28, Libas
25; Müslim, Libas 4, (2067); Tirmizî, Eşribe 10 (1879); Ebu Dâvud, Eşribe 17 (3723); Nesâî,
Zînet 87, (8, 198, 199); İbnu Mâce, Eşribe 17, (3414).
143 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Gümüş kaptan su içen, karnına cehennem ateşi dolduruyor demektir"
Buhârî, Eşribe 28; Müslim, Libas 1, (2065); Muvatta, Sıfatu'n-Nebi 11 (2, 924-925); İbnu
Mace, Eşribe 17(3413).
Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Kim altın veya gümüş bir kaptan içerse..."
144 - Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le
birlikte gazveye çıkmıştık. Savaş sonunda elde ettiğimiz ganîmetler arasında müşriklerin kap-
kacak ve su kapları da vardı. Biz bunları kullanıyorduk. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
hiç bir zaman niye kullanıyorsunuz diye ayıplamadı."
Ebu Dâvud, Et'ime 46, (3838).
145 - Ebu Sa'lebe el-Huşenî (radıyallahu anh) diyor ki: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e ey Allah'ın Resûlü, biz Ehli Kitab'ın yaşadığı bir yerdeyiz. Onların kap-
kacaklarından yiyip içebilir miyiz? diye sordum. Dedi ki: "Onlarınkinden başka kap-kacak
bulabilirseniz onlarınkinden yemeyin. Başka birşey bulamazsanız onları yıkadıktan sonra
kullanın."
Ebu Dâvud, Et'ime 46 (3839); Tirmizî, Siyer 11, (1560); Tirmizî hadisin sahîh olduğunu
söyledi. Metin Tirmizî'deki metindir.
146 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) sıcak su ile ve bir
Hıristiyan kadının evinde onun su kabıyla abdest aldı." Bu rivayeti Rezîn tahrîc etti. Derim ki:
Bunu Buhârî bab başlığı olarak kaydetmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Buhârî, Vudu 43.
KASÂME
________________________________________
4950 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Cahiliye devrinde görülen ilk kasâme
hadisesi, biz, Beni Hâşim içinde cereyan etmişti. Beni Hâşim'dan (Amr İbnu Alkame İbni'l-
Muttalib İbni Abdi Menâf adında) bir erkeği, Kureyş'in bir başka koluna mensup (Hıdâş İbnu
Abdillah İbni Ebi Kays el-Amiri adında) bir adam ücretle tutmuştu. (Amr) develerle birlikte
(Hıdâş'la) yola çıktı. Beni Haşim'den bir kimse ona uğradı. Bu adamın deri çuvallarının ipi
kopmuştu.
"Bana yardım et, ip ver de şu çuvallarıma bağlayayım, develer ürkmesin!" dedi, o da ona bir
ip verdi ve onunla çuvalları bağladı. Konakladıkları vakit bir tanesi hariç bütün develer
bağlandı. Onu ücretle tutan patron:
"Bu deve niye bağlanmadı?" diye sordu. Öbürü: "Bunu bağlayacak ip yok!" dedi.
"Pekiyi onun bağı nerede?" diye sordu ve efendi hizmetçiye bir sopa fırlattı. Meğerse onun
eceli bu değnekte imiş. (Adam yaralanır, fakat daha ölmeden) Yemenli bir zâz kendisine
uğrar. Yemenliye sorar:
"Sen hacc mevsiminde Mekke'de hazır bulunur musun?"
Adam: "Bazan bulunurum, bazan bulunmam" der. Yaralı ona:
"Benim için bir elçilik yapar mısın?" diye ilave eder. Adam:
"Evet yapar (istediğinizi duyururum)" der. Yaralı:
"Sen hacc mevsiminde hazır bulunduğun zaman: "Ey Kureyşliler!"
diye bağır. Sana "Buyur!" ettikleri vakit: "Ey Hâşimoğulları!" de.! Onlar: "Buyur!" edince
Ebu Tâlib'i sor. Ona: "Benni falancanın bir ip sebebiyle öldürdüğünü haber ver!" der.
Bunu söyledikten sonra o işçi vefat eder.
Onu ücretle tutan patron, (Mekke'ye) dönünce Ebu Talib yanına gelerek (öleni) sorup:
"Arkadaşınıza ne oldu?" der. O da:
"Hastalandı, (tedavisi için) elimizden geleni yaptık. (Ama maalesef) öldü, defin işini de ben
üzerime aldım!" diye cevap verir. Ebu Talib:
"O, senin bu alâkanı hak etmişti" der. Aradan bir müddet geçer.
Sonra ölen ücretlinin vasiyette bulunduğu Yemenli zât hacc mevsiminde gelir ve:
"Ey Kureyşliler!" diye seslenir. (Kureyşliler toplanıp):
"İşte biz Kureyşlileriz!" derler. Bu sefer adam:
"Ey Hâşimoğulları!" der. Onlar:
"İşte biz Benî Hâşimiz!" derler. Adam bu sefer de:
"Ey Ebu Tâlib!" der. Kendisine: "İşte şu Ebu Tâlib'tir!" derler. Adam:
"Bana falan kimse, size bir elçilik (yapmamı, bir haber) tebliğ etmemi söylemişti. O da şu:
Onu falan kimse bir ip yüzünden öldürmüş" der. Bunun üzerine Ebu Tâlib ona gidip:
"Bizden üç şeyden birini seç: İstersen yüz deve öde, zira sen bizim adamımızı öldürdün. (Bu
iddiamızı inkar edecek olursan), dilersen, kavminden elli kişi senin öldürmediğine dair yemin
etsinler. Bunlara itiraz edecek olursan, biz de seni onun sebebiyle öldüreceğiz.!" der. Adam
kavmine gelip durumu haber verir.
"Yemin edelim!" derler. Onlardan bir erkeğe nikâhlı olup, doğum da yapmış olan Benî
Haşimli bir kadın gelip:
"Ey Ebu Tâlib! Benim şu oğlumu o elli kişiden bir adam yerine tutmanı, fakat ona,
(yeminlerinin yaptırıldığı Ka'be rüknü ile
Makam-ı İbrahim arasında) yemin ettirilmemesini talep ediyorum!" der. Ebu Talib bu kadının
dilediği şekilde hareket eder. Derken onlardan bir başka adam gelir ve:
"Ey Ebu Talib! Sen yüz deveye bedel elli kişinin yemin etmesini diledin. Bu durumda her
adama iki deve düşüyor. al şu iki deveyi benim hesabıma kabul et, yeminlerin yapıldığı yerde
bana yemin ettirme!" der. ebu Tâlib bu iki deveyi kabul eder. Kırksekiz kişi de gelip yemin
ederler.
İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki:
"Nefsimi kudret eliyle tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, yeminleri üzerinden bir yıl
geçmeden o kırksekiz kişiden hiçbir kımıldayan göz kalmadı (hepsi helâk oldu)."
Buhari, Menakıbu'l-Ensâr 26; Nesai, Kasame 1, (8, 2-4).
4951 - Ebu Seleme İbnu Abdirrahman ve Süleyman İbnu Yesar, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın bir sahabisinden naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kasâmeyi
cahiliye devrindeki şekliyle takrir edip kabul etti. Hatta, Hayber yahudileri aleyhine dava
ettikleri bir ölü için Ensârdan bir kısım insanlar arasında kasâmeye hükmetti."
Müslim, Kasame 8, (1670); Nesai, Kasame 2, (8, 5).
4952 - Seh! İbnu Ebi Hasme anlatıyor: "Abdullah İbnu Sehl ve Muhayyısa İbnu Mes'ûd
Hayber'e gittiler. O günlerde Hayber'le sulh yapılmıştı. ODnlar (hususî işleri için)
birbirlerinden ayrıldılar.
Muhayyısa, Abdullah İbnu Sehl'e rastladı; kan revan içindeydi, son nefeslerini verdi.
Muhayyısa, arkadaşını orada defnetti ve Medine'ye döndü. Mes'ud'un iki oğlu Muhayyısa ve
Huvayyısa, Abdurrahman İbnu Sehl ile birlikte (durumu haber vermek üzere) Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gittiler. Yaşça hepsinin küçüğü olan Abdurrahman
konuşmaya başladı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Büyüğü büyükle, büyüğü büyükle!" diyerek müdahale etti. Bunun üzerine o sustu, öbürleri
anlattılar. Aleyhissalatu vesselâm:
"Elli yemin yapıp arkadaşınızın diyetini hak etmek ister misiniz?" buyurdular. Onlar:
"Nasıl yemin ederiz, ne şâhid olduk, ne de gördük!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Yahudiler elli yeminle sizi tebrie etsinler mi?" buyurdular. Onlar:
"Biz kâfir insanların yeminine nasıl itibar ederiz?" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
onların bu halleri üzerine, adamın diyetini kendi nezdinden ödedi."
Buhari, Diyat 22, Sulh 7, Cizye 12, edeb 89, Ahkâm 38; Müslim, Kasame 1, (1669); Muvatta,
Kasame 1, (2, 877, 878); Ebu Davud, Diyat 8, 9, (4520, 4521, 4523); Tirmizi, Diyat 23,
(1422); Nesai, Kasame 3, (8, 5-12).
4953 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Muhayyisa'nın
küçük oğlu Hayber'in kapısı önünde maktul bulundu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Öldüren hakkında iki şahid bul, katili sana ipiyle teslim edeyim!" buyurdu. Muhayyısa:
"Ey Allah'ın Resûlü! Biz nereden iki şahid bulalım? Zira, onların kapıları önünde katledildi"
dediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Öyleyse elli kere kasame yemini edersin" buyurdular. Muhayyısa:
"Ey Allah'ın Resulü dedi, ben bilmediğim bir kimse hakkında nasıl yemin ederim?"
Aleyhissalatu vesselam:
"Onlardan elli kasame yemini talep edersin" buyurdular. Muhayyısa:
"Ey Allah'ın Resulü! Onlar yahudidir, biz onlara nasıl yemin teklif ederiz?" dedi. bunun
üzerine ölenin diyetini Aleyhissalatu vesselam onlara (yahudilere) hükmetti ve yarısıyla
onlara yardımda bulundu."
Nesai, Kasame 4, (8, 12).
4954 - Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi tarikinden anlatıldığına göre, "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, Liyyetü'l-Bahre nam mevkiin kenarında yer alan Bahretu'r-Ruğâ'da
meskün Beni Nadr İbni Malik kabilesinden bir adamı kasame yoluyla öldür(t)dü ve:
"katil de maktûl de kendilerinden!" buyurdu."
Ebu Davud, Diyat 8, (4522).
KATİLDEN NEHY
________________________________________
4888 - Saîd İbnu'l-Âs radıyallahu anh hazretleri İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan naklen
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'min, haram kana
bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir."
Said İbnu'l-Âs der ki: "İbnu Ömer radıyallahu anhüm (Resûlullah'ın sözünden sonra şunu)
söylediler: "Kişi, nefsini bulaştırdığı takdirde, kurtuluşu olmayan çok ciddi amellerden biri,
haksız yere haram kan dökmesidir."
Buhari, Diyat 1.
4889 - Muâviye İbnu Ebi Süfyân radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Her günahı Allah'ın mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak bilerek mü'mini öldüren veya
kâfir olarak ölen kimse hâriç..."
Nesâi, Tahrim 1, (7, 81).
4890 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mü'minin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın zevalinden daha büyük (bir hâdise)dir."
Nesâi, Tahrim 2, (7, 83).
4891 - Ebu'l-Hakem el-Becelî anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve Ebu Saîd radıyallahu anhümâ'yı
dinledim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini müzâkere ediyorlardı:
"Eğer semâ ve arz ehli bir mü'minin kanını (haksız yere dökmede) iştirak etselerdi, Allah her
ikisini birden cehenneme atardı."
Tirmizi, Diyât 8, (1398).
4892 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"İman, ihanetle öldürmeye bağdır, mü'min ihanet suretiyle öldürülmez."
Ebu Dâvud, Cihâd 169, (2769).
4893 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz.
Âdem'in ilk oğluna (Kâbil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır."
Buhâri, Diyât 2, Enbiya 1, İ'tisâm 15; Müslim, Kasâme 27, (1677); Tirmizi, İlm 14, (2675);
Nesâi, Tahrim 1, (7, 82).
4894 - Yine İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "(Kıyamet günü) bir adam bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve:
"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve celil olan Allah da:
"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:
"İzzet senin için olsun diye öldürdüm!" der. Rab Teâla:
"İzzet benim içindir!" buyurur. Bir başka adam da bir başkasının elinden tutmuş olarak gelir
ve:
"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Azîz ve Celîl olan Allah:
"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:
"İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!" der Rab Teâla:
"İzzet falancanın değildir!" buyurur. Adam (öbürünün) günahıyla döner."
Nesai, Tahrim 2, (7, 84).
4895 - Mikdâd İbnu'l-Esved radıyallahu anh'ın anlattığına göre şöyle demiştir:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben küffardan bir adama rastlasam ve aramızda mukâtele çıksa. O
kılıcıyla vurup elimin birini kesip atsa. Sonra adam (sıkışıp) bana karşı bir ağaca sığınsa ve:
"Allah için müslüman oldum!" dese, bu sözünden sonra ben onu öldürebilir miyim?"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır! Sakın onu öldürme" buyurdu. Ben ısrar ettim:
"Ama ey Allah'ın Resûlü! O benim bir elimi kesti ve sonra müslüman olduğunu söyledi"
dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır! Sakın onu öldürme, eğer öldürürsen, o adam, sen onu öldürmezden önceki senin
makamındadır ve sen de, onun söylediği kelimeyi söylemezden önceki durumunda olursun!"
buyurdular."
Buhari, Diyât 1, Megazi 11; Müslim, İman 155, (95); Ebu Dâvud, Cihâd 104, (2644).
4896 - Hârise İbnu Mudarrıb anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Furât İbnu
Hayyân'ın öldürülmesini emretti. Bu adam Ebu Süfyân'ın casusu ve aynı zamanda Ensar'dan
bir zâtın halîfi (müttefiki) idi. Derken o, ensar'dan müteşekkil bir halkaya uğradı ve: "Ben
müslümanım!" dedi. Bunun üzerine:
"Ey Allah'ın Resûlü! Furât İbnu Hayyân "Ben müslümanım" diyor!" denildi. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm da:
"Sizden bir kısım erkekler var. Kendilerini (dilleriyle itiraf ettikleri) imanlarına havale
ediyor(söylediklerini tasdik ediyor)uz. İşte onlardan biri de Furât İbnu Hayyân'dır!"
buyurdular."
Ebu Dâvud, Cihad 109, (2652).
KATLİN MÜBAH OLDUĞU YERLER
4897 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Resûlü bulunduğuma şehâdet eden
kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir:
-Zina yapan dul.
-Cana can kısas.
-Dinden çıkıp cemâtten ayrılan."
Buhari, Diyat 6; Müslim, Kasâme 25, (1676); Ebu Dâvud, Hudûd 1, (4352); Tirmizi, Diyat
10, (1402); Nesai, Tahrim 5, (7, 90, 91), Kasâme 5, (8, 13).
4898 - Muhârik anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir adam gelerek: "Ey Allah'ın
Resûlü! Bir adam gelip malımı almaya kalkarsa (ne yapayım)?" dedi.
"Ona Allah'ı hatırlat!" cevabını verdi. Adam tekrar:
"Hatırlamazsa! (ne yapayım?)" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Etrafındaki müslümanlardan yardım talep et!" buyurdu. Adam:
"Etrafımda hiç müslüman yoksa ne yapayım?" dedi.
"Öyleyse sultandan yardım iste!" buyurdu. Adam:
"Sultan benden uzaksa?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir ahiret şehidi oluncaya veya malını koruyuncaya kadar malın için mücadele et!"
buyurdular."
Nesâi, Tahrim 21, (7, 113).
4899 - Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sihirbaza tatbikedilecek hadd cezası kılıçla vurmaktır."
Tirmizi, Hudûd 27, (1460).
4900 - Abdurrahman İbnu Sa'd İbnu Zürâre'nin anlattığına göre, kendisine, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcelerinden Hz. Hafsa radıyallahu anhâ'nın müdebber kıldığı bir
câriyesi, kendisine sihir yaptığı için, sihri sebebiyle öldürtmüştür."
Muvatta, Ukûl 14, (2, 871).
KENDİNİ ÖLDÜRENİN HÜKMÜ
4901 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik olur. Orada ebedî olarak kendini
dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu
halde ebedî olarak ondan içer. Kim de kendisine demir saplayarak intihar ederse, cehennemde
ebedî olarak o demiri karnına saplar."
Buhari, Tıbb 56; Müslim, İman 175, (109); Tirmizi, Tıbb 7, (2044, 2045); Nesâi, Cenâiz 68,
(4, 66, 67); Ebu Dâvud, Tıbb 11, (3872).
4902 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
birlikte Hayber gazvesinde hazır bulunduk. Müslüman olduğunu söyleyen bir adam için,
Efendimiz:
"Bu, ateş ehlindendir!" buyurdular. Savaş başlayınca çok şiddetli şekilde savaştı ve yara aldı.
Ashabtan bazısı: "Ey Allah'ın Resûlü dedi, az önce ateş ehlinden dediğiniz kimse, çok şiddetli
şekilde kahramanca savaştı ve de öldü!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, yine:
"Cehenneme (gitmiştir)" buyurdular. Bu cevap üzerine müslümanlardan bazıları nerdeyse
şüpheye düşecekti. Askerler bu halde iken, Aleyhissalâtu vesselâm'a: "O asker henüz
ölmemiş, ancak ağır şekilde yaralanmış!" dediler. Gece olunca, adam yaraya dayanamadı.
Kılıncının keskin tarafını alıp üzerine yüklendi ve intihar etti. Durum Aleyhissalâtu
vesselâm'a haber verildi. Bunun üzerine:
"Allahuekber!" buyurdular ve devam ettiler: "Şehâdet ederim ki, ben Allah'ın kulu ve
Resûlüyüm!"
Sonra Hz. Bilal radıyallahu anh'a halk içinde şöyle ilan etmesini emrettiler:
"Cennete sadece müslüman nefisler girecek. Şurası muhakkak ki, (İslâm'ın lehine olan
ameller kişinin imanına delil değildir), Allah bu dini, fâcir bir kimse ile de güçlendirir."
Buhari, Cihad 182, Megazi 38, Kader 5; Müslim, İman 178, (111).
4903 - Câbir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a,
intihar eden bir kimse haber verilmişti:
"Ben üzerine namaz kılmıyorum!", buyurdular."
Ebu Davud, Cenâiz 51, (3185).
ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN HAYVANLAR
4904 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların herbiri fâsıktır (zararlıdır). Harem bölgesinde
olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep, sıçan,
kelb-i akûr (yırtıcılar)."
Buhari, Bed'u'l-Halk 16, Cezâ'u's-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Muvatta, Hacc 90, (1,
357); Tirmizi, Hacc 21, (837); Nesai, Hacc 113, (5, 208).
Müslim'in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beş
fâsığın Hill'de ve Harem'de öldürülmesini emretti." Ebu Davud, Ebu Hureyre radıyallahu
anh'tan kaydettiği bir rivayetinde, karga yerine "yılan" demiştir.
4905 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile
birlikte Mina'da iken, Velmürselât suresi nâzil oldu. Aleyhissalâtu vesselâm onu okuyordu.
Ben onu, kendi ağızlarından öğrendim. Mübârek ağızları henüz surenin rutûbetini taşırken,
üzerimize bir yılan sıçradı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öldürün şunu!" buyurdular. Hemen öldürmek üzere atıldık. Fakat yılan önce davranıp kaçtı.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Şerrinizden korundu, tıpkı siz de onun şerrinden korunduğunuz gibi!" buyurdular."
Buhari, Cezâ'u's-Sayd 7, Bed'ü'l-Halk 14, Tefsir, Mürselât 1; Müslim, Selam 137, (2234);
Nesâi, Hacc 114, (5, 208, 209).
4906 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı minber
üzerinde şöyle söylerken dinledim:
"Yılanları öldürün. İki çizgili ve ebteri (engerek) de öldürün. Çünkü bunlar, gözleri kapar (kör
eder) ve hâmilelerde düşük yaparlar."
Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhümâ der ki: "(Bir gün) ben öldürmek için bir yılan
kovalarken, Ebu Lübâbe radıyallahu anh bana: "Öldürme onu!" diye nida etti. Ben:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yılanların öldürülmelerini emir buyurdular!" dedim. O:
"Ama daha sonra ev yılanlarının öldürülmelerini yasakladı!" dedi. Bunlar (ömürleri uzun
olduğu için) avâmir denen ev yılanları idi."
Buhari, Bedi'ü'l-Halk 14, Megazi 11; Müslim, Selam 128, (2233); Muvatta, İsti'zân 31, (2,
975, 976); Ebu Dâvud, Edeb 174, (5252, 5253, 5254, 5255); Tirmizi, Ahkâm 2, (1483).
4907 - Ebu'l-Müseyyeb anlatıyor: "(Bir gün) Ebu Saîd radıyallahu anh'ın yanına girmiştim,
namaz kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum. Derken evin bir köşesinde tavanı örten
hurma dalları arasında bir kıpırtı gördüm. Oraya bakınca bir yılan olduğunu gördüm.
Öldürmek üzere atıldım. Ebu Saîd oturmam için işaret etti. Tekrar yerime oturdum.
Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: "Bu odayı görüyor musun?" diye sordu.
Ben: "Evet!" deyince devam etti:
"Onda, bizden evlenmesi yakın bir genç vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte
Hendek (harbin)e gittik. Genç, gün ortasında, ehline uğramak için Aleyhissalâtu vesselâm'dan
izin istiyordu. Bir gün ondan yine izin istedi. Aleyhissalatu vesselâm ona:
"Silahını beraberine al, ben Kureyza'dan sana bir zarar gelir diye korkuyorum!" buyurdular.
Adam silahını aldı. Ailesine geldi. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Elindeki
mızrağı ile, dürtmek üzere kaadına eğildi. Adama kıskançlık gelmişti. Kadın ona:
"Mızrağını geri çek! Hele eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi bir gör!" dedi. Adam içeri daldı. Bir
de ne görsün: Yatağın üzerine çöreklenmiş iri bir yılan! Mızrağıyla ona yöneldi ve yılana
sapladı. Sonra çıkıp, süngüyü avluya dikti. Derken yılan üzerine atıldı. Bilemiyoruz, hangisi
evvel öldü; yılan mı, genç mi? Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip, bu durumu anlattık
ve: "Dua edin, Allah ona tekrar hayat versin!" dedik. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Arkadaşınız için istiğfar ediverin!" buyurdular. Sonra şu açıklamada bulundular:
"Medine'de müslüman olan cinler var. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç gün ihtarda
bulunun. Eğer bundan sonra yine de görünürse onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır."
Müslim, Selam 139, (2236); Muvatta, İsti'zân 33, (2, 976, 977); Ebu Dâvud, Edeb 174, (5256,
5257); Tirmizi, Ahkâm 2, (1484); (Bazı Tirmizi nüshalarında Sayd bölümünde (17. bab'ta)
gelmiştir.)
4908 - İbnu Ebi Leyla babasından anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a ev
yılanlarından sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Evlerinizde onlardan birini görecek olursanız, ona:
"Size Hz. Nuh'un (gemiye sokarken) aldığı söz hakkı için ve de Hz. Süleyman İbnu Dâvud'un
sizden aldığı söz hakkı için bize zarar vermemenizi ve bize görünmemenizi talep ediyorum"
deyin. Eğer tekrar dönerlerse öldürün."
Tirmizi, Ahkâm 2, (1485); Ebu Dâvud, Edeb 174, (5260).
4909 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir."
"Bir rivayette şöyle buyrulmuştur. "Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan hâriç, bütün yılanları
öldürün."
Ebu Dâvud, Edeb 174, (5249, 5261); Nesâi, Cihad 48, (6, 51).
4910 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim, yılanı (intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden değildir. Biz onlarla
harbettiğimiz günden beri onlarla sulh yapmadık."
Ebu Dâvud, Edeb 174, (5250).
4911 - Hz. Abbâs radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Ey Allah'ın Resûlü demiştir, biz
Zemzem kuyusunu temizlemek istiyoruz. Fakat içinde şu küçük yılan var."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , yılanları öldürmesini emretmiştir.
Ebu Dâvud, Edeb 174, (5251).
4912 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm keler için
fuveysık (fâsıkcık) dedi ama, "öldürün!" diye emrettiğini işitmedim."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 14, Cezâu'-Sayd 7; Müslim, Selâm 145, (2239); Nesâi, Hacc 115, (5,
209).
4913 - Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
kelerin öldürülmesini emretti ve onu fuveysika diye isimlendirdi."
Müslim, Selâm 147, (2240); Metin Müslim'den alınmadır. Ebu Dâvud, Edeb 175, (5263,
5264); Tirmizi, Ahkâm 1, (1482). Bazı Tirmizi tertibinde Sayd bölümünde 13. babta.)
KÖPEKLER
4914 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm av veya
koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti."
İbnu Ömer radıyallahu anh'a: "Ebu Hureyre, "veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun
üzerine: "Onun ekini var da ondan!" cevabını verdi ve ilave etti:
"Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini öldürürdük. Hakkat biz, çölden
gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürürdük."
Buhâri, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Musâkât 45, (1570); Muvatta, İsti'zân 14, (2, 969); Tirmizi,
Sayd 4, (1488); Nesâi, Sayd 9, (7, 184).
4915 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Köpek besleyen bir aile yoktur ki, her gün rızıklarından iki kırât eksilmemiş olsun. Bundan
av veya bekçi veya koyun köpeği hâriç (bunları besleyenlerin rızkında eksilme olmaz)."
Bunu Rezin tahriç etti.
KARINCA
4916 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dört
hayvanın öldürülmesini yasakladı: "Karınca, arı, hüdhüd, surad (sarı ve yeşil renkli ağaçkakan
kuşu)."
Ebu Dâvud, Edeb 176, (5267).
KEBAİR
________________________________________
5192 - Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük
günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz:
"Evet!" deyince:
"Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu
sırada dayanmış durumda idi, yere oturup:
"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse
artık!" temennisinde bulunduk."
Buhâri, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İmân 143, (87); Tirmizi, Şehâdât
3, (2302).
5193 - Ubeyd İbnu Umeyr babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm bir adam kebâirden sormuştu, şöyle cevap verdiler:
"Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydılar: "Şirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim
malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya
haksızlık, kıbleniz olan Beytu'l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde
helal addetmek."
Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).
5194 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Dedim ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah
nezdinde en büyük günah hangisidir?"
"Seni yaratmış olan Allah'a eş koşmandır!" buyurdular.
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Seninle birlikte yiyecek diye, evladını öldürmendir!" buyurdular. Ben yine:
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Komşunun helalliği ile zina etmendir!" buyurdular."
Buhâri, Tefsir, Bakara 3, Furkân 3, Edeb 20, Muhâribin 20, Diyât 1, Tevhid 40, 46; Müslim,
İman 141, (3181, 3182), Tefsir, Furkân; Nesâi, Tahrim 4, (7, 89, 90); Ebu Dâvud, Talâk 50,
(2310).
5195 - İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kişinin anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır!" buyurmuşlardı. Orada bulunanlar:
"Hiç kişi anne ve babasına söver mi?" dediler.
"Evet! Kişi, bir başkasının babasına söver, o da babasına söver; annesine söver, o da bunun
annesine söver!" buyurdular."
Buhâri, Edeb 4; Müslim, İmân 146, (90); Tirmizi, Birr 4, (1903); Ebu Dâvud, Edeb 129,
(5141).
HELAL KAZANCA TEŞVİK, HARAMDAN SAKINDIRMA
________________________________________
5125 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
gün) şöyle hitap ettiler:
"Ey insanlar! Allah Teâla hazretleri tayyibtir, tayyibten başka bir şey kabul etmez. Allah'ın
mü'minlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah
Teâla hazretleri (peygamberlere):
"Ey peygamberler, temiz olanlardan yiyin ve sâlih amel işleyin" (Mü'minûn 51) emretmiş,
mü'minlere de:
"Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin" (Bakara 172) diye
emirde bulunmuştur."
Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: "Ey
Rabbim, ey Rabbim" diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki:
"Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla
beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icâbet edilir?" buyurdular."
Müslim, Zekat 65, (1015); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2992).
5126 - Havle el-Ensâriyye radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
işittim. Şöyle buyurmuşlardı:
"Bir kısım insan vardır, Allah'ın mülkünden haksız bir surette mal elde etmeye girişirler.
Halbuki bu, Kıyamet günü onlara bir ateştir, başka değil."
Buhâri, Hums 7; Tirmizi, Zühd 41, (2375).
5127 - Nu'man İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında
(haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu
durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de
şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban
gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu
vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o
sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur.
Haberiniz olsun bu et parçası kalptir."
Buhari, İman 39, Büyû' 2; Müslim, Müsâkat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû' 3, (3329, 3330);
Tirmizi, Büyü 1, (1205); Nesai, Büyü 2, (7, 241).
5128 - Selman el-Farisî ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyorlar:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Helâl, Allah Teâla hazretlerinin kitabında helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teâla
Hazretlerinin kitabında haram kıldığı şeydir. Hakkında sükût ettiği şey ise affedilmiştir. Onun
hakkında sual külfetine girmeyiniz."
Rezin tahric etmiştir. Tirmizi, Libas 6, (1726); İbnu Mace, Et'ime 60, (3367).
5129 - Mikdâm İbnu Ma'dikerb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"(Beni Âdem'den) hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir taamı asla yememiştir. Allah'ın
peygamberi Dâvud aleyhisselâm elinin emeğini yerdi."
Buhari, Büyü' 15.
5130 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Öyle devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç
aldırmayacak."
Buhari, Büyü' 7, 23; Nesai, Büyü' 2, (7, 243).
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Böylelerinin hiçbir duası kabul edilmez."
MÜBAH OLAN KAZANÇLAR VE TAAMLAR
5131 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Muhakkakk ki yediğinizin en temizi kendi kesbinizden olandır. Muhakkak ki evladlarınız da
kendi kesbinizdendir."
Ebu Davud, Büyü' 79; Tirmizi, Ahkâm, 22, (1358); Nesai, Büyü' 1, (7, 249); İbnu Mace,
Tiarat 1, (2137), 64, (2290).
5132 - Sa'd İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: "Sanki Mudar kabilesine mensup uzun
boylu bir kadın ayağa kalkıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Biz (kadın)lar babalarımız ve evladlarımız ve kocalarımız üzerine
yüküz. Onların mallarında emirleri dışında, tasarrufu bize helal olan nedir?" diye sualde
bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Size helal olan "taze" dir. Ondan hem yiyin, hem de hediye edin!" buyurdular." Ebu Davud
der ki: "Tazeden maksad ekmek, sebze ve taze meyve (gibi fazla kalınca bozulan
yiyecekler)dir."
Ebu Davud, Zekât 44, (1686).
5133 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ebu Süfyan'ın karısı Hind, (Bir gün gelerek) "Ey
Allah'ın Resûlü dedi. Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek miktarda
(nafaka) vermiyor. Durumu idare için, onun bilmez tarafından, almam gerekiyor! (Ne
yapayım?)"
Aleyhissalatu vesselam:
"Örfe göre sana ve çocuğuna kifayet edecek miktarda al!" buyurdular."
Buhari, Büyü' 95, Mezalim 1, Nafakat 5, 9, 14, Eyman 3, Ahkâm 14, 180; Müslim, Akdiye 7,
(1714); Ebu Davud, Büyü' 81, (3532); Nesai, Kudat 30, (8, 246).
5134 - Kâsım İbnu Muhammed rahimehullah anlatıyor: "Bir adam İbnu Abbas radıyallahu
anhüma'ya: "Yanımda bir devesi olan bir yetim var. Devesinin sütünden içebilir miyim?" diye
sormuştu. İbnu Abbas şu cevabı verdi:
"Eğer deve kaybolunca arıyor, katran vesairesini sürerek tedavisini yapıyor, su yalağını
onarıyor, sulama gününde suyunu içiriyorsan yavruya zarar vermeden ve memeyi tamamen
kurutmadan içebilirsin."
Muvatta, Sıfatu'n Nebi 33, (2, 934).
KUR'AN'I YAZMA VE ÖĞRETMENİN ÜCRETİ
5135 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah'tır."
Buhari, İcare 16, (muallak olarak kaydetmiştir), Tıbb 34.
5136 - Yine İbnu Abbas radıyallahu anhüma'dan anlatıldığına göre, "Kendisine mushaf
yazmanın ücreti hakkında sorulmuştu. Şu cevapta bulundu:
"Bunda bir beis yok. Onlar, bu işte, ressam durumundadırlar, ellerinin emeğini
yemektedirler."
Rezin tahric etmiştir.
MEMURLARIN RIZIKLARI
5137 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh halife seçildiği
zaman:
"Kavmim biliyor ki, benim mesleğim ailemin nafakasını te'minden âciz değildir. Ancak şimdi
müslümanların işleriyle meşgulüm. Bu sebeple Ebu Bekr'in ailesi Beytü'l-Mal'den yiyecek, o
da müslümanlar için çalışacak" dedi."
Buhari, Büyü', 15.
5138 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Biz kimi bir işe tayin eder, bir rızık tahsis edersek, bu tahsis edilenden maada aldığı gulûldür
(devlet malından hırsızlıktır)."
Ebu Davud, Harac 10, (2943).
5139 - Müstevrid İbnu Şeddâd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Hizmetçisi yoksa bir de hizmetçi edinsin.
Meskeni yoksa bir mesken edinsin."
Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh dedi ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle buyurdukları bana haber verildi:
"Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse haindir, hırsızdır."
Ebu Davud, Harac 10, (2945).
5140 - Abdullah İbnu Amr es-Sa'di'nin anlattığına göre, "Hilafeti sırasında Hz. Ömer
radıyallahu anh'ın yanına geldi. Hz. Ömer kendisine:
"Bana haber verildiğine göre, sen müslümanların işlerinden bir kısmını üzerine almışsın ve
sana maaş verilince almaktan kaçınmışsın (doğru mu)?" diye sordu. Ben de: "Evet!" dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bundan maksadın ne?" dedi. Ben de:
"Benim atlarım var, kölelerim var (halim vaktim iyidir), hayır üzereyim. Ben maaşımın
müslümanlara sadaka olmasını istiyorum" dedim. Hz. Ömer:
"Hayır! Böyle yapma! Çünkü (bir ara bende senin gibi düşünmüş), senin arzu ettiğin şeyi arzu
etmiştim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana ihsanda bulunuyordu. Ben de:
"Bu parayı ona benden daha çok muhtaç olan birine ver!" diyordum. Hatta bir seferinde
Aleyhissalâtu vesselâm yine bana mal vermişti. Ben yine:
"Bunu, onu benden daha çok muhtaç olan kimseye ver!" demiştim. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Onu al, kendi malın yap, sonra tasadduk et! Bu maldan, sen talep etmeden, bekler vaziyeti
almadan, gelen olursa onu al. Böyle olmayana gönlünü bağlama!" buyurdular."
Buhari, Ahkâm 17; Müslim, Zekât 111, (1045); Nesai, Zekat 94, (5, 103).
İKTA'
5141 - Vâil İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Hadramevt'te bulunan bir araziyi bana ikta' etti. O sırada, Hz. Muâviye orada emir idi.
Kendisine o araziyi bana vermesi için yazdı."
Ebu Davud, Harac 36, (3058, 3059); Tirmizi, Ahkâm 39, (1381).
5142 - Kesir İbnu Abdillah İbni Amr İbni Avf el-Müzeni, babasından, o da ceddi radıyallahu
anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , Bilal İbnu'l-haris el-Müzeni'ye
Kabaliyye madenlerini, yüksekte olanları ve alçakta olanlarıyla, (Necid'de bulunan) Kuds
dağında ekine elverişli olan yerlerle birlikte ikta' kıldı. Ancak ona hiçbir müslümanın hakkını
vermedi. (Bu ikta beratını) ona şöyle yazdı: "Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah'ın Resûlü
Muhammed'in Bilâl İbnu'l-Hâris'e verdiği(nin beratı)dır. Ona, el-Kabaliyye mıntıkasının,
alçak ve yüksek (yerlerinin) madenlerini vermiştir."
Bir rivayette şu ziyade var: "(Medine'ye dört beridlik mesafede yer alan Zâtu'n-Nusub ve
(Necd'de yer alan) Kuds mevkiinin ekime elverişli olan kısmını da verdi. Hiçbir müslümanın
hakkını vermedi. (Bu berat metnini Resûlullah'ın emriyle, kâtibi) Übey İbnu Ka'b yazdı."
Ebu Davud, Harac 36, (3062, 3063); Muvatta, Zekat 8, (1, 248).
5143 - Amr İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Medine'de yayı ile bir ev planı çizdi ve:
"Sana daha da artırayım mı, artırayım mı?" diye sordu."
Ebu Davud, Harac 36, (3060).
HACCÂM'IN KESBİ
5144 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hacamat
oldu ve haccama ücretini verdi. Eğer bu (hacamat ücreti) haram olsaydı vermezdi. Ayrıca
efendisine konuştu, o da vergisini hafifletti."
Buhari, İcare 18, Büyü' 39, Tıbb 9; Müslim, Müsâkat 66, (1202); Ebu Davud, Büyü' 39,
(3423).
5145 - Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın muhacir ashabından bir adamın anlattığına göre,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular:
"Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş."
Ebu Davud, Büyü' 62, (3477).
5146 - Esmer İbnu Mudarris radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir müslümanın henüz ulaşmadığı (ot, odun, (su) gibi) bir şeye önce ulaşan kimse ona sahip
olur." Bunun üzerine halk çıkıp, (mübah şeyleri sahiplenmek maksadıyla) birbirleriyle hızlıca
işaretleme yarışına girdiler."
Ebu Davud, İmâret 36, (3071).
MEKRUH KAZANÇLAR
5147 - Ebu Mes'ûd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm köpeğin
semenini, fâhişenin mehrini ve kâhinin ücretini yasakladı."
Buhari, Büyü' 113, İcare 20, Talâk 51, Tıb 46; Müslim, Müsakat 39, 1567; Muvatta, Büyü' 68,
(2, 656); Tirmizi, Büyü' 46, (1276); Nesai, Büyü' 91, (7, 309); Ebu Davud, Büyü' 68, (4381).
5148 - Ebu Cuheyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kan
mukabilinde alınan semenden, köpek semeninden, fuhuş kazancından men etti. Dövme
yapanı, dövme yaptıranı, faiz yiyeni, faiz yedireni ve musavvirleri lanetledi."
Buhari, Büyü' 113, 25, Talâk, Libas 86, 96; Ebu Davud, Büyü' 65, (3483).
5149 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
câriyenin kesbini nehyetti."
Buhari, İcâre 20, Talâk 51; Ebu Davud, Büyü 40, (3425).
Ebu Davud, Râfi' İbnu Hadiç'ten yaptığı rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "...Kazancın nereden
olduğunu bilinceye kadar..."
5150 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Çocukları kesbe mecbur etmeyin. Siz onları
kesbe mecbur ettiğiniz zaman hırsızlık yaparlar. San'at sahibi olmayan câriyeleri de kesbe
zorlamayın. Zira siz onları kesbe zorladığınız takdirde ferçleriyle kazanırlar. Onların
getireceği paraya karşı istiğna gösterin ki, Allah da sizi müstağni kılsın. Size temiz olan
yiyecekler yaraşır."
Muvatta, İsti'zan 42, (2, 981).
5151 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'ın bir kölesi vardı.
bu köle çalışıp kendisine belli bir haraç ödüyordu. Hz. Ebu Bekr onun kazancından yiyordu.
Bir gün yine bir şeyler getirdi. Ebu Bekr radıyallahu anh bundan da yedi. Ancak kölesi:
"Bu yediğin nedir, biliyor musun?" dedi. Hz. Ebu Bekr:
"Neymiş o?" deyince köle açıkladı:
"Ben câhiliye devrinde kâhinlik yapardım. Aslında bu işin ehli de değildim. Bu sebeple
(kkafadan atıp bir) adam aldatmıştım. (Bugün yolda) bana rastladı ve (kâhinliğimden kalma
eski) bir borcunu ödedi. Yediğiniz işte bu idi!"
Bunun üzerine Ebu Bekr elini boğazına atıp, midesinde her ne varsa kusup çıkardı."
Buhari, Menakıbu'l-Ensâr, 26).
KÖPEĞİN SEMENİ
5152 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm köpeğin
semeninden nehiy buyurdular. Eğer (sahibi, öldürülen) köpeğin semenini istemeye gelirse,
avucunu toprakla doldurun."
Ebu Davud, Büyü 68, (3482); Nesai, Büyü 91, (7, 309). Metin Ebu Davud'a aittir.
5153 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, av
köpeği hariç, köpeğin semenini yasakladı."
Tirmizi, Büyü' 50, (1281).
KEDİ
5154 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kedinin
yenmesini ve semenini yasakladı."
Ebu Davud, Büyü' 64, (3480); Tirmizi, Büyü' 49, (1280).
HACAMAT YAPANIN KESBİNDEKİ KERAHET
5155 - İbnu Muhayyısa el-Ensâri, babasından anlattığına göre, "Babası Muhayyısa haccamın
kiralanması hususunda izin istedi. Resûlullah onu menetti. Muhayyısa'nın haccam bir azadlısı
vardı. Sorup izin istemeye ara vermedi. Sonunda Aleyhissalatu vesselam kendisine:
"Onunla deveni ve köleni besle, (kendin yeme!)" buyurdular."
Muvatta, İsti'zan 28, (2, 970); Ebu Davud, Büyü 28, (3422); Tirmizi, Büyü 47, (1277); İbnu
Mace, Ticarat 10, (2166).
5156 - Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur: "Ben
teyzeme bir köle bağışladım ve ben onun teyzem hakkında mübarek olmasını diliyorum.
Teyzeme: "Onu haccama teslim etme, kuyumcuyave kasaba da teslim etme!" dedim."
Ebu Davud, Büyü' 49, (3430).
DAMIZLIK HAYVANIN SUYU
5157 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Kilâb kabilesinden bir adam, Resûlullah'a
damızlık hayvanın suyundan (para almayı) sordu. Aleyhissalatu vesselam yasakladı. Adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Biz damızlığı aştırıyoruz da, böze ikramda bulunuyorlar!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam ikramda bulunmaya ruhsat verdi."
Tirmizi, Büyü 45, (1274); Nesai, Büyü 94, (7, 360).
KUSÂME
5158 - el-Hurdi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün bize):
"Kusâmeden sakının!" buyurdular. Biz: "Kusâme de nedir?" dedik.
"Bir cemaatin başında bulunan bir kimse (birşey taksim ettiği zaman) berikinin ve ötekinin
hisselerinden bir şeyler alır(sa, işte bu aldığı şey kusâmedir)."
Ebu Davud, Cihad 179, (2783, 2784).
MADEN
5159 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam kendisine on dinar borçlu olan
bir alacaklısının peşine düştü ve:
"Vallahi borcunu ödeyinceye veya bana bir kefil getirinceye kadar arkanı bırakmayacağım!"
dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam o borcu üzerine aldı. Sonra adam, üzerine aldığı
miktarı Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirdi. Aleyhissalatu vesselam adama:
"Bu parayı nereden buldun?" diye sordu. Adam: "Madenden!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Öyleyse bizim buna ihtiyacımız yok! Onda hayır da yok" buyurdu ve borcu ona bedel
ödeyiverdi."
Ebu Davud, Büyü 2, (3328); İbnu Mace, Sadakat 9, (2406).
SULTANIN İHSANI
5160 - Abdullah İbnu Amr İbni's-Sa'di, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bana ihsanda bulunurdu. Ben de: "Siz bunu, benden daha muhtaca
verin" diyordum. Aleyhissalatu vesselam da:
"Al bunu! Sen beklemez ve istemez olduğun halde sana geleni al! Bu şekilde gelmezse,
nefsini peşine takma!" buyurdu."
Buhari, Akham 17, Zekat 51; Müslim, Zekat 110, (1045).
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "Bu sebeple İbnu Ömer radıyallahu anhüma, ne bir şey
isterdi, ne de kendine ihsan edilen bir şeyi reddederdi."
5161 - Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Hz. Ömer radıyallahu anh beni, zekat (toplama
işine) tayin etti. Bu işi tamamlayınca bana ücret verilmesini emretti. Ben:
"Ben Allah rızası için çalıştım, ücretim Allah üzerinedir!" dedim. Hz. Ömer:
"Sen, sana verileni al. Nitekim ben de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında
çalışmıştım. Bana ücret verdi. hatta (ilk seferinde) ben de senin söylediğini söyledim. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam bana:
"Sen istemediğin halde sana birşeyler verilirse, onu al ye ve tasadduk et!" buyurdular" dedi."
5162 - Selim İbnu Mutayr babasından naklen anlatıyor: "Bir adamın şöyle söylediğini işittim:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın (Veda Haccı sırasında hutbede) şöyle söylediğini
işittim:
"Ey insanlar! İhsanları, onlar ihsan kaldığı müddetçe alın! Ne zaman, Kureyş saltanat
kavgasına düşer ve ihsan dininizden rüşvet mukabili olursa, o zaman onu bırakın ve almayın!"
Ebu Davud, Harac 17, (2958, 2959).
İKİ YARIŞÇI
5163 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki
yarışçının yemeğini nehyetti: Müsabaka ve kumar."
Ebu Davud, Et'ime 7, (3754).
MEKS (USULSÜZ VERGİ)
5164 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm 'ın:
"Cennete meks sahibi girmeyecektir!" dediğini işittim."
Ebu Davud, Harac 7, (2937).
KESİM ADABI VE YASAKLARI
________________________________________
1923 - Şeddâd İbnu Evs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "AIIah Tealâ hazretleri, her şeyde iyiliği emretmiştir. Öyleyse öldürdüğünüz
zaman öldürmeyi iyi yapın. Kesecek olursanız kesmeyi iyi yapın. Bıçağın ağzını bileyin.
Hayvana (zahmet vermeyin) rahat ettirin."
Müslim, Sayd 57, (1955); Tirmizi, Diyât 14, (1409); Ebü Dâvud, Edâhi 12, (2815); Nesâi,
Dahâya 22, (7, 227); İbnu Mâce, Zebâih 3, (3170).
1924 - Ebu Hüreyre ve İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüm) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) şeytan kurbanından (şerita) men etti." Dendi ki şerita, boğazından sâdece deri
kısmının kesilip, boyun damarı kesilmeden ölmeye terkedilen (kurbanlık) hayvandır."
Ebü Dâvud, Edâhi 17, (2826).
1925 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: "(Hayvanı keserken) besmele çekmeyi
bir kimse unutmuşsa bunun bir mahzuru yoktur. Ancak kasden terketmiş ise, kesilen
yenilmez."
Rezin'in ilâvesidir.
1926 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor. "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insana Allah mutlaka
onun hesâbını soracaktır." Kendisine: "Onun hakkı da nedir?" diye sorulunca:
"Onu keser ve yer. Başını kesip atmaz!" diye cevap verdi."
Nesâi, Sayd 34, (7, 239).
1927 - Ebü Vâkıd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "ResüIuIIah (aleyhissalâtü vesselam) Medineye
geldiği zaman, Medineliler, (diri olan) devenin hörgücünü kesiyorlar ve koyunların da
kuyruklarını koparıyorlar ve bunIarı yiyorlardı.
Bu durum üzerine Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm): "Hayvan diri iken ondan her ne
kesilmiş ise, bu meyte (lâşe) hükmündedir, yenilmez" dedi."
Tirmizi, Et'ime 4, (1480); Ebü Dâvud, Sayd 3, (2858); İbnu Mâce, Sayd 8, (3216).
KESİŞ ŞEKLİ VE YERİ
1928 - Ebu'l- Uşerâ Üsâme İbnu Mâlik İbnu Kahtam bâbasından anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resülü, dedim, kesme işi sâdece boğazdan ve gırtlaktan (lebbe) değil midir, (hayvanın başka
yerinden de olur mu?)"
Şu cevabı verdi: "(Mızrağını hayvanın) dizine saplarsan sana o da kifâyet eder." Tirmizi: "Bu,
zarüret haline mahsustur" der.
Ebü Dâvud da: "Bu, (yüksekten) düşen bir hayvanın kesimiyle ilgilidir" demiştir.
Tirmizi, Et'ime 5, (1481); Ebü Dâvud, Edahi 16, (2825), Nesâi, Dahâyâ 25, (7, 228).
1929 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) buyurdular ki: "Elinde (tasarrufunda) olduğu halde
(normal kesişten) seni aciz bırakan şey av gibidir."
(Yine İbnu Abbâs), kuyuya düşen bir deve hakkında: "Neresinden gücün yeterse kes!"
demiştir. Hz. Ali, İbnu Ömer ve Hz. Âişe (radıyallâhu anhüm) de bu görüşte idiler.
İbnu Abbâs, İbnu Ömer ve Enes (radıyallâhu anhüm): "Boğazdan kesmeye başlayınca (acele
sebebiyle) başı kopuverse bunda bir beis yok. Ancak, ense tarafından kesilmişse yenmez, baş
kopsa da kopmasa da farketmez" demiştir.
Buhâri, Zebâih 23, (Bir bâbın başlığında zikretmiştir).
1930 - El-Hudri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselam)'a sorularak
dendi ki: "Biz deve, sığır ve davarı, karınlarında cenin olduğu halde boğazlıyoruz. Cenini
yiyelim mi, atalım mı?"
Şu cevabı verdi:
"Dilerseniz yiyin. Zira onların tezkiyesi (temiz ve helal olmaları) annelerinin tezkiyesine
tâbidir."
Ebü Dâvud, Edâhi 18, (2827); Tirmizi, Et'ime 2, (1476).
1931 - Hz. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) buyurmuştur ki: "Bir deve kesildiği zaman
karnındaki yavrunun tezkiyesi, devenin tezkiyesine tâbidir, yeter ki yavrunun hilkati (bütün
uzuvlarının çıkmasıyla) tamamlanmış, tüyleri de bitmiş olsun. Yavru annenin karnından
çıkınca (yine de hemen) kesilir, tâ ki içteki kan çıksın."
Muvatta, Zebâih 8, (2, 490).
KESME ÂLETİ
1932 - Râfi' İbnu Hadic (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir seferde Resülullah (aleyhissalâtü
vesselâm) ile birlikte idik. (Bu esnâda) bir deve huysuzluk edip kaçtı. Peşine düştüler. Ama
tâkipçileri yordu. Bir adam deveye bir ok gönderdi. Derken Allah (c.c.) onu durdurdu.
Aleyhissalâtu vesselam Efendimiz:
"Bu hayvanların kaçkınları var, tıpkı vahşi kaçkınlar gibi. Onlardan biri size galebe çalacak
olursa, ona böyle davranın!" dedi. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü, biz yarın düşmanla karşılaşacağız, yanımızda (hayvan kesecek) bir
bıçağımız yok. (Hin-i hâcette) kamışla keselim mi?" diye sordum. Bana:
"Bolca kanı akıtılan ve üzerine Allah'ın ismi zikredilenin etini yeyiniz. Diş ve tırnak(la
kesmek caiz) değildir. Size (bunun sebebini) söyleyeceğim; "Diş kemiktir, tırnak ise,
Habeşlilerin bıçağıdır."
Buhâri, Şirket 3, 16, Cihâd 191, Zebâih 15, 18, 20, 23, 36, 37; Müslim, Edâhi 21, (1968);
Tirmizi, Ahkâm 5, (1491,1492); Ebü Dâvud, Edâhi 15, (2821); Nesâi, Dahâya 20, 21, 26, (7,
226, 227).
1933 - Nâfi'nin anlattığına göre, Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anh)'in bir oğlundan, İbnu
Ömer'e anlatırken şunları işitmiştir: "Bâbası kendisine haber vermiştir ki: Davar güden
câriyeleri, bir koyunun ölmek üzere olduğunu görmüş, derhal bir taş kırarak, onunla koyunu
kesmiştir. Babası ailesine: "Ondan yemeyin. Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a sorayım"
demiş ve sormuştur. Resülullah(aleyhissalâtü vesselam) yemelerini emretmiştir."
Buhâri, Zebâih 18,19, Vekâlet 4; Muvatta, Zebâih 4, (2, 489).
1934 - Hz. Càbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kavmimden biri bir veya iki tavşan avladı.
Bunları taşla kesti. Resülullah (aleyhissalatü vesselâm)'dan soruncaya kadar astı. Efendimiz
(aleyhissalâtü vesselâm) yemesini emretti."
Tirmizi, Zebâih 1, (1472).
1935 - Ata İbnu Yesâr, Beni Hâriseli bir adamdan rivâyet eder ki: "Bu zât bir sağmal deveyi
gütmekte iken ölmek üzere olduğunu farkeder. Beraberinde, hayvanı kesebilecek bir şey de
bulamaz. Eline geçirdiği bir kazığı devenin ümmüğüne saplar, kanını akıtır. Sonra durumu
Resulullah(aleyhissalâtü vesselâm)'a haber verir. Efendimiz yemesini söyler."
Muvatta, Zebâih 3, (2, 489); Ebü Dâvud, Edâhi 15, (1823); Nesâi, Dahâya 19, (7, 226).
1936 - Zeyd İbnu Sabit (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kurt bir koyunu dişlemişti, derhal
keskin bir taşla kestiler. Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm) yenmesine ruhsat verdi."
Nesâi, Dahâyâ 18, (7, 225).
YENMESİ YASAK OLAN KESİLMİŞLER
1937 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a soruldu:
"Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım?"
"Siz besmele çekin, yiyin!" cevabını verdi."
Buhâri, Sayd 21, Büyü 5, Tevhid 13; Muvatta, Zebâih 1, (2, 488); Ebü Dâvud, Edâhi 19,
(2829); Nesâi, Dahâya 39, (7, 237).
1938 - Ebü'd Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatü vesselâm)
mücesseme'nin yenmesini yasakladı. Mücesseme ok atışlarında hedef olarak kullanılan
hayvandır. Keza halisanın yenmesini de yasakladı. Halisa, kurdun kaçırdığı, fakat ondan
kurtarılan hayvandır."
Tirmizi, Et'ime 1, (1473).
Bir rivâyetin "Ok atışlarına hedef olarak kullanılan hayvan" ibâresine kadar olan kısmı
Tirmizi'de gelmiştir. Gerisi Rezin'in ilâvesidir.
1939 - Zühri (rahimehullah) diyor ki: "Arap Hıristiyanlarının kestiklerini yemekte bir beis
yoktur. Ancak, Allah'tan başka birisinin adını andığını işitirsen o zaman kestiğini yeme.
İşitmemiş isen, (bu durumda vehimlenme), çünkü Allah, onların küfrünü bildiği halde
kestiklerini helâl kılmıştır."
Hz. Ali'den de bu mânâda rivâyet yapılmıştır.
Rezin ilavesidir. Bu ilâve rivâyet, Buhari'nin Kitabu'z-Zebâih'de bâb başlığında
kaydedilmiştir.
AKIKA
6898 - Yezîd İbnu Abdi'I-Müzenî radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu
vesselâm buyurdular ki: "Oğlan çocuk için akika kurbanı kesilir, çocuğun başına kurban kanı
değdirilmez."
FERÂ'A VE ATİRE
6899 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "(İslâm'da) ferâ'a ve atire kurbanı kesmek yoktur."
KESİM GÜZEL OLMALI
6900 - Ebu Sa'î'di 'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
koyunu kulağından tutarak yeden bir adam uğradı. Aleyhissalâtu vesselâm hemen müdahale
ederek: "Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!" buyurdular."
6901 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm
bıçakların bilenmesini ve hayvanlara gösterilmemesini emretti ve şu tenbihte bulundu:
"Biriniz hayvan boğazlayınca boğazlamayı hızlı yapsın."
SAĞMAL HAYVAN KESME YASAĞI
6902 - Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana ve
Ömer'e "Bizimle birlikte el-Vâkıfi'ye gelin" buyurdular. Biz de ay ışığında gittik, bahçeye
kadar ulaştık. Bize: "Merhaba, hoşgeldiniz" dediler. Sonra bıçağı alarak davar sürüsünün
içerisinde dolaştı. Aleyhissalâtu vesselâm (bu esnada): "Sağmal olandan sakın!" veya "Süt
sahibi olandan" dedi.
HAYVANI HEDEF YAPMA YASAĞI
6903 - Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah hayvanlara müsle (işkence)
yapmayı yasakladı."
VAHŞİ EŞEKLERİN ETİ
6904 - Mikdam İbnu Ma'dikerb el-Kindî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm birçok şeyi haram kıldı, hatta vahşi eşekleri de zikretti."
ÂMMDEN (BİLE BİLE) KATLETME
________________________________________
4917 - Ebu Şüryeh radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim haksız yere, âmden (bile bile) öldürülürse velisi şu üç şeyden birini tercihte
muhayyerdir:
- Ya kısas ister.
- Ya affeder.
- Yahut diyet alır.
Eğer dördüncü bir şey istemeye kalkarsa alinden tutun (mâni olun)!"
Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, şu âyeti tilavet buyurdu. (Meâlen): "Kim bundan
sonra tecâvüz ederse ona elîm bir azab vardır" (Bakara 179)
Ebu Dâvud, Diyat 3, (4496), 4, (4504); Tirmizi, Diyât 13, (1406).
4918 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim mü'min bir kimseyi (âmden) öldürürse, katil bu sebeple kısas olunur. Kim bu kısasa
mâni olursa Allah'ın lânet ve gadabı onun üzerine olsun. Allah onun ne farz ve ne nâfile hiçbir
hayrını kabul etmez."
Rezin tahric etmiştir. Bu manada rivayet Sünenler'in bir kısmında gelmiştir: Ebu Dâvud,
Diyât 17, (4539, 4540, 4541); Nesâi, Kasâme 29, (8, 40).
HATA VE ÂMDEN (BİLE BİLE) HATA
4919 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim, aralarında taş atışması veya kamçı veya sopa darbı gibi durumlarda mübhem şekilde
öldürülürse (bunun hükmü) hataen öldürme hükmüne tâbidir, diyeti de hata diyetidir. Kim bu
diyetin yerine getirilmesine mâni olursa Allah'ın lânet ve gadabı üzerine olsun. Onun hiçbir
farz ve nafile hayrı kabul edilmeyecektir."
Ebu Dâvud, Diyât 17, (4539, 4540), 28, (4591); Nesâi, Kasâme 29, (8, 40).
4920 - Vâil İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir
adam geldi, bir başkasını kayışla bağlamış getiriyordu.
"Ey Allah'ın Resûlü! Bu, kardeşimi öldürdü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Doğru mu, kardeşini mi öldürdün?" diye sordu. Getiren adam:
"Şayet itiraz etmezsi, aleyhine beyyine getirebilirim!" dedi. Öbürü:
"Evet kardeşini öldürdüm!" diye itiraf etti. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Nasıl öldürdün?" diye sordu. Adam açıkladı:
"O ve ben bir ağaçtan yaprak çırpıyorduk, bana küfredip beni kızdırdı, ben de baltayla başına
vurup öldürdüm."
Müslim, Kasame 32, (1680); Ebu Dâvud, Diyât 3, (4499, 4500, 4501); Nesai, Kasame 5, (8,
13-18).
Ebu Dâvud şu ziyadede bulundu: "Ben onu öldürmeyi düşünmemiştim."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Kendinden ödeyeceğin bir şeyin var mı?" diye sordu.
Adam:
"Beniş şu elbise ve baltamdan başka bir şeyim yodk!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ne dersin, kavmin seni satın alır mı (fidyeni öder mi)?" buyurdu.
Adam:
"Ben kavmim nazarında o kadar kıymetli değilim ki!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu
vesselâm kayıştan ipi getiren adama attı ve "Al adamını!" buyurdu. Adam onu alıp oradan
ayrıldı. Onlar dönünce Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer onu öldürürse, o da onun mislidir" buyurdular. Adam geri gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü! "Eğer onu öldürürse o da onun mislidir" dediğiniz bana ulaştı. Oysa ben
onu sizin emriniz üzerine aldım" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sen onun hem kendi günahı ve hem de (öldürdüğü) arkadaşının günahıyla dönmesini
istemiyor musun?" buyurdu. Adam:
"Evet ey Allah'ın Resûlü!" deyince Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu iş böyledir!" buyurdu. Bunun üzerine adam kayışı atıp, adamı serbest bıraktı."
Müslim, Kasâme 32, (1680); Ebu Dâvud, Diyât 3, (4999, 4500, 4501); Nesai, Kasame 5, (8,
13-18).
4921 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında
bir adam bir adamı öldürmüştü. Hadise Aleyhissalâtu vesselâm'a geldi. (Meseleyi tahkikten
sonra) katili, maktulün velisine teslim etti. Katil:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben onu öldürmeyi kasdetmemiştim (kazâen öldürdüm)!" dedi.
Aleyhissalatu vesselam veliye:
"Eğen bu sözünde sâdık ise ve doğruyu söylüyorsa, bu durumda onu öldürdüğün takdirde
ateşe gidersin!" buyurdu. Bunun üzerine veli, adamı salıverdi. Adam bir kayışla bağlı idi,
kayışını sürüyerek uzaklaştı. Bundan sonra kendisine zu'n-nis'a (kayışlı) adı takıldı."
Tirmizi, Diyat 13, (1407); Ebu Davud, Diyat 3, (4493); Nesai, Kasame 5, (8, 13).
BABA VE EVLÂD ARASINDA KISAS
4922 - Süraka İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ,
oğlu sebebiyle babaya kısas uyguladığına, fakat oğluna, babası sebebiyle kısas
uygulamadığına şâhid oldum."
Tirmizi, Diyât 9, (1399).
4923 - Ebu Rimse anlatıyor: "Babamla birlikte Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gittik.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm babama:
"Bu, oğlun mu?" diye sordu. Babam:
"Ka'be'nin Rabbine yemin olsun oğlum!" dedi. Resûlullah tekrar:
"Hakikaten mi?" buyurdular. Babam: "Şehadet ederim oğlumdur!" deyince. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, babamın yemini ve benim babama benzerliğimin fazlalığı sebebiyle
tebessüm buyurdular ve sonra:
"Bilesin! O senin cinayetinle sorumlu tutulamaz. Sen de onun cinayetinden sorumlu
olmazsın" buyurdular ve şu ayeti tilavet ettiler. (Mealen): "Hiçbir günahkâr, başkasının
günahını yüklenmez" (En'am 164).
Ebu Davud, Diyat 2, (4495); Nesai, Kasame 39, (8, 53).
CEMAATE BİR KİŞİ SEBEBİYLE, HÜR'E DE KÖLE SEBEBİYLE KISAS
4924 - İBnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir oğlan, hile (suikast) suretiyle
öldürülmüştü. Hz. Ömer radıyallahu anh:
"Bunun öldürülmesine San'a ahalisi iştirak etmiş olsaydı, bu tek kişi yüzünden bütün San'a
ahalisini öldürürdüm!" dedi."
4925 - Bir başka rivayet: "dört kişi bir çocuğu öldürmüştü. Hz. Ömer dedi ki.." diye başlar,
yukarıdaki gibi devam eder.
Buhari, Diyat 21; Muvatta, Ukûl 13, (2, 871).
4926 - İmam Mâlik anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, tek bir kişi için beş veya yedi kişiyi
öldürttü. Bunlar hile ile birini öldürmüşlerdi. Hz. Ömer talimatında şunu da ilave etmişti: "Bu
tek kişinin öldürülmesine bütün San'a halkı katılmış olsaydı, hepsinin öldürülmesine
hükmederdim."
Muvatta, Ukûl 13, (2, 871).
4927 - Semüre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim kölesini öldürürse, biz de onu öldürürüz. Kim de kölesinin (burnunu, kulağını keserek)
sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız."
Ebu Dâvud, Diyat 7, (4515, 4516, 4517, 4518); Tirmizi, Diyat 18, (1414); Nesai, Kasame 9,
(8, 21).
Nesai'nin rivayetinde şu ziyade var: "Kim kölesini iğdiş ederse, biz de onu iğdiş ederiz."
KÂFİR SEBEBİYLE MÜSLÜMANA KISAS
4928 - Ebu Cuhayfe radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh'a: "Ey müminlerin
emiri! Yanınızda, Kur'ân'da bulunmayan yazılı bir şey var mı?" diye sormuştum. Şöyle cevap
verdi:
"Hayır! Daneyi yar(ıp ondan filizi çıkar)an ve insanı yaratan Zâta kasem olsun! Bildiğim
şeyler, Allah'ın, Kur'ân'da olanı anlamak üzere kişiye verdiği anlayış ve bir de şu sahifede
bulunanlardır.
"Pekiyi bu sahifede ne var?" dedim.
"Diyet(le ilgili ahkâm), esirlerin hürriyete kavuşturulması (ile ilgili tavsiye ve teşvik), kâfir
mukabilinde müslümanın öldürülmeyeceği!" cevabını verdi."
Buhâri, Diyât 31, İlm 39, Cihâd 171; Tirmizi, Diyât 16, (1412); Nesâi, Kasâme 12, (8, 23).
4929 - Kays İbnu Ubâd radıyallahu anh anlatıyor: "Ben ve el-Eşter en-Nehâ'i, Hz. Ali
radıyallahu anhüm'ün yanına gittik. Kendisine:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bütün insanlara şâmil olmayan hususi bir tâlimde bulundu
mu?" dedik. Bize:
"Hayır! Ama şu sahifede bulunanlar var!" dedi ve kılıncının kabzasından bir sahife çıkardı.
İçerisinde şunlar vardı: "mü'minlerin kanı eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek bir
el gibidirler. Onlar içlerinden en âdilerinin verdiği emana uyarlar. Haberiniz olsun: Mü'min,
kâfir mukabilinde öldürülmez; ahd (anlaşma) sahibi de anlaşma müddeti esnasında (küfrü
sebebiyle) öldürülmez. Kim bir cinayet işlerse sorumluluğu kendine aittir (başkasını ilzâm
etmez). Kim bir cinayet işler veya câniyi himaye ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti üzerine olsun!"
Ebu Dâvud, Diyat 11, (4530); Nesai, Kasame 8, (8, 19).
DELİ VE SARHOŞLARA KISAS
4930 - Yahya İbnu Saîd anlatıyor: "Mervân, Hz. Muâviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu
anhüma'ya: "Kendisine, bir adamı öldürmüş olan bir deliyi getirdiklerini yazarak hükmünü
sormuştu, şu cevabı aldı:
"Onu hapset, kısas yapma, çünkü deliye kısas yoktur."
Muvatta, Ukûl 3, (2, 851).
4931 - İmâm Mâlik'e ulaştığına göre, Mervân, Hz. Muâviye radıyallahu anh'a yazarak:
"Kendisine adam öldüren bir sarhoş getirildiğini bildirir ve hükmünü sorar. Hz. Muâviye:
"Onu öldür (kısas uygula)!" cevabını verir."
Muvatta, Ukûl 15, (2, 872).
4932 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Bir yahudi kadın Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a şetimde bulunuyor, hakaretler ediyordu. Bir adam onu boğarak öldürdü.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadının kanını bâtıl kıldı."
Ebu Davud, Hudûd 2, (4362).
4933 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Âma yani gözleri kör bir zat, ümmü veled
olan cariyesini, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a şetmettiği için öldürdü. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm cariyenin kanını heder eddetti."
Ebu Davud, Hudûd 2, (4361); Nesai Tahrim 16, (7, 107, 108).
AKRABALARIN CİNAYETİ
4934 - Sa'lebe İbnu Zehdem el-Yerbû'î radıyallahu anh anlatıyor: "Ensârdan bir grup insan
gelip:
"Ey Allah'ın Resûlü! Şunlar Benî sa'lebe İbnu Yerbû'dur. Cahiliye devrinde falan kimseyi
öldürdüler!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm sesini yükselterek:
"Bir kimse diğerinin cinayetinden sorumlu olmaz" buyurdular."
Nesai, Kasame 39, (8, 53).
4935 - Târık el-Muhâribi anlatıyor: "Bir adam (gelerek):
"Ey Allah'ın Resûlü! Şunlar, Câhiliye devrinde falancayı öldüren Benî Sa'lebe kabilesidir.
Onlardan intikamımızı alıver!" dedi. Bu söz üzerine Aleyhissalâtu vesselâm, ellerini öylesine
kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Şöyle diyordu: "Anne, çocuğu adına cinayet
işlemez (cinayeti kendi adınadır).!" Resûlullah bu sözü iki kere tekrar ettiler."
Nesai, Kasâme 39, (8, 55).
DELİL OLMADAN ZANİYİ ÖLDÜREN
4936 - Sa'id İbnu'l-Müseyyeb merhum anlatıyor: "Şam ehlinden bir kimse, hanımının yanında
bir erkek yakalamıştı. Erkeği de kadını da öldürdü. Muâviye radıyallahu anh, katil hakkında
hüküm vermekte zorluk içinde kaldı. Meseleyi Ali İbnu Ebi Talib'e sorması için Ebu Musa
radıyallahu anhüma'ya yazdı.
Hz. Ali radıyallahu anh: "Bu benim diyarımda (Irak'ta) vaki olmayan bir hâdisedir, hükmünü
bana sizin söylemenizi istiyorum!" dedi. Ebu Musa radıyallahu anh da:
"Bu hususta sana sormam için bana Muâviye radıyallahu anh yazmıştı" dedi. Hz. Ali
radıyallahu anh:
"Ben Ebu'l-Hasan'ım! Eğer katil dört şahid getiremezse ipiyle (maktul tarafa) verilir (kısas
yapılır)!" buyurdu."
Muvatta, Akdiye 18, (2, 737).
AĞIR BİR CİSİMLE ÖLDÜRMENİN HÜKMÜ
4937 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir yahudi, gümüş takıları için bir cariyeyi taşla
öldürmüştü. Câriye Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirildi. Henüz canını teslim
etmemişti. Kadıncağıza (birkısım isimler sayılarak): "Seni falanca mı öldürdü?" diye soruldu.
Başıyla: "Hayır!" diye işaret etti. "Seni falan mı öldürdü?" diye bir başka isim zikredildi.
Kadıncağız yine: "Hayır!" manasında başıyla işaret etti. Üçüncü kere sordu. Bu sefer: "Evet!"
dedi ve başıyla işaret etti.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm adamı (yakalattı, adam suçunu itiraf etti) o da iki taşla
öldürdü, başını iki taş arasında ezdi."
Buhari, Diyat 7, 4, 5, 12, 13, Husûmat 1, Vesâya 5; Müslim, Kasame 15, (1672); Ebu Davud,
Diyaüt 10, (4527, 4528, 4529), 14, (4538); Tirmizi, Diyat 6, (1394); Nesai Kasame 11, (8,
22).
İLAÇ VE ZEHİRLE ÖLDÜRME
4938 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim sahte doktorluk yapar ve kendisinden tedavi olunmazsa bu kimse (sebep olacağı
neticeyi) tazmin eder."
Ebu Dâvud, Diyat 25, (4586); Nesai, Kasame 38, (8, 52-53); İbnu Mace, Tıbb 16, (3466).
4939 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yahudilerden bir kadın Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a zehir katılmış bir koyun hediye etti. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, (bidayette) kadına dokunmadı."
Ebu Dâvud, Diyât 6, (4509).
DİŞ
4940 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "bir adam bir adamın elini ısırmıştı.
Eli ısırılan, öbürünün ağzından elini (hızla) çekti. Bu yüzden ısıranın iki dişi döküldü. Bunun
üzerine ihtilaf edip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nezdinde dava açtılar.
"Biriniz diğerinin elini erkek deve gibi ısırmaya mı kalktı? Bunun için sana diyet yok!"
buyurdular."
Buhari, Diyat 18; Müslim, kasame 19, (1673); Tirmizi, Diyat 20, (1416); Nesai, Kasame 17,
(8, 28, 29).
Müslim'in bir diğer rivayetinde şu ziyade gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bana ne emrediyorsun? Elini ağzına koymasını söyleyeyim de onu boğa gibi dişleyesin öyle
mi? Ver elini de ısırsın, sonra çık!" buyurdular."
4941 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Halası Rübeyyi', bir genç kızın ön
dişini kırmıştı. Ondan affetmesini talep ettiler, kabul etmediler; diyet teklif ettiler, bunu da
kabul etmediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gittilerse de, kız tarafı kısas talebinde
direndiler. Aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine kısas emretti.
Enes İbnu'n-Nadr: "Rübeyyi'nin dişi kırılır mı? Hayır! Seni hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e
yemin olsun, onun dişi kırılmaz!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah'ın öyle kulları var ki, (bir iş için) Allah'a yemin etse, Allah onu boş çevirmeyip
dilediğini yerine getirerek yemininde hânis kılmaz" buyurdular."
Buhari, Diyat 19, Sulh 8, Tefsir, Bakara 23, Tefsir, Maide 6; Müslim, Kasame 24, (1675);
Ebu Davud, Diyat 39, (4595); Nesai, Kasame 16, (8, 27).
KULAK
4942 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Fakirlere ait bir oğlan çocuğu,
zenginlere ait bir oğlan çocuğunun kulağını kopardı. Oğlanın ailesi Aleyhissalatu vesselâm'a
gelip: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler fakirleriz!" dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm câni
tarafa bir ceza takdir etmedi."
Ebu Davud, Diyat 27, (4590); Nesai, Kasame 14, (8, 26).
TOKAT
4943 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma demiştir ki: "Bir adam, Cahiliye devrinde yaşamış bir
atamıza sövmüştü. (Babam) Abbas radıyallahu anh ona bir tokat aşketti. Bunun üzerine
adamın yakınları gelerek:
"O nasıl tokat aşkettiyse mutlaka biz de ona tokat vuracağız!" dediler ve silahlarını
kuşandılar. Bu durum Aleyhissalâtu vesselâm'a ulaştı. Hemen gelip minbere çıktı ve: "Ey
insanlar! Yeryüzü ahalisinden kimin Allah katında en mükerrem olduğunu biliyorsunuz?"
buyurdular. Hepsi birlikte:
"Siz ey Allah'ın Resûlü!" cevabını verdiler Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bilesiniz! Abbâs bendendir, ben de ondanım! Ölülerimize sövmeyin, aksi halde dirilerimizi
üzersiniz!" buyurdular. bunun üzerine halk gelip:
"Ey Allah'ın Resulü! senin gadabından Allah'a sığınırız, bizim için mağfiret dileyiverin!"
dediler."
Nesai, Kasame 21, (8, 33).
KISASIN YERİNE GETİRİLMESİ
4944 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Öldürme tarzında insanların en ölçülüsü, iman sahipleridir."
Ebu Davud, Cihad 120, (2666); İbnu Mâce, Diyat 30, (2681, 2682).
4945 - Abdullah İbnu Zeyd el-Ensari radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müsle (denen göz çıkarmak, burun, dudak, kulak kesmek,
karın deşmek gibi tecâvüzler)'den, yağmacılıktan men etti."
Buhari, Mezalim 30, Zebaih 25.
4946 - İbnu Firas, Hz. Ömer radıyallahu anh'tan nakladiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı gördüm, (başkasının lehine olarak) kendi nefsine kısas uyguluyordu."
Nesai, Kasame 23, (8, 34).
AFFETME HAKKINDA
4947 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, kendisine her
ne zaman kısas bulunan bir dava getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor
gördüm."
Ebu Davud, Diyat 3, (4497); Nesai, Kasame 27, (8, 37, 38).
4948 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
bir adam getirip:
"Bu adam kardeşimi öldürdü!" diye şikayette bulundu. Resûlullah da:
"Git sen de onu öldür, tıpkı kardeşini öldürdüğü gibi!" buyurdular. Adamcağız şikayetçiye:
"Allah'tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete sebeptir.. Senin için de,
kardeşin için de Kıyamet günü daha hayırlıdır!" dedi. Adam da onu salıverdi. Durum
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a haber verildi. Resûlullah (onu çağırtıp) sordu. Adam
(câninin) kendisine söylediklerini haber verdi."
(Ravi devamla) der ki: "(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm): "Onu azat et! Aslında onu azad
etmen, onun için, Kıyamet günü onun sana yapacağından daha hayırlıydı. O gün: "Ey
Rabbim! diyecek, şuna sor bakalım, beni niye öldürmüştü?"
Nesai, Kasame 6, (8, 18).
4949 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Maktulün kısas talep eden velilerine, (katillerden) birini affederek kısastan kaçınmaları
gerekir. Kadın dahi olsa, en yakın olan başlasın."
Ebu Davud, Diyat 16, (4538); Nesai, Kasame 29, (8, 39).
HAMİLE KADINA KISAS
6789 - Muaz İbnu Cebel, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh, Ubâde İbnu's-Sâmit ve Şeddâd İbnu Evs
radıyallahu anhüm ecmain'den rivayet edildiğine göre Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle
buyurmuştur: "Kadın, taammüden bir kimseyi öldürdüğü vakit, hamile olduğu taktirde hemen
öldürülmez, çocuğunu doğurup bir bakıcıya vermesi beklenir. Keza zina yapacak olsa
karnındakini doğurup bir kadına verinceye kadar recmedilmez."
KISKANÇLIK BÖLÜMÜ
________________________________________
4276 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah kıskançtır, mü'min de kıskançtır. Allah'ın kıskanması, mü'minin
Allah'ın haram ettiği şeyi yapmasıdır."
Buhari, Nikah 107, Müslim, Tevbe 36, (2761); Tirmizi, Rada' 14, (1168).
4277 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim,
şöyle diyordu: "Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bu sebeptendir ki fevahişin açığını da
kapalısını da haram kıldı. Medihten Allah kadar hoşlanan bir kimse de yoktur. Bu sebeptendir
ki nefsini medhetmiştir."
Buhari, Nikah 107, Tefsir, en'am 7, Tefsir, A'raf 1, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 33, (2760);
Tirmizi, Daavat 97, (3520).
4278 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Sa'd İbnu Ubade radıyallahu anh dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü, ben zevcemle birlikte bir adam yakalasam, dört şahid getirinceye kadar
ona mühlet mi tanıyacağım?"
"Evet!" buyurdu Aleyhissalatu vesselam. Sa'd:
"Asla dedi, seni hakla gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şahid aramazdan önce kılıncımı
indiririm."
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet (biliyoruz ki) o kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan
da kıskancım, Allah da benden kıskanç."
Müslim, Li'an 16, (1498); Muvatta, Akdiye 17, (2, 737); Ebu Davud, Diyat 12, (4532).
4279 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gece
yanımdan çıkıp gitmişti. (Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir diye
içime kıskançlık düştü. Geri gelince halimi anladı ve:
"Kıskandın mı yoksa?" dedi. Ben de:
"Evet! Benim gibi biri senin gibi birini kıskanmaz da ne yapar?" dedim. Aleyhissalatu
vesselam:
"Sana yine şeytanın gelmiş olmalı" dedi. Ben:
"Benimle şeytan mı var?" dedim.
"Şeytanı olmayan kimse yoktur" dedi.
"Seninle de var mı?" dedim
"Evet, Ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da müslüman oldu!" buyurdu."
Müslim, Münafikün 70, (2815); Nesai, İşretü'n-Nisa 4, (7, 72).
4280 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Safiyye radıyallahu anha gibi güzel yemek
yapanı görmedim. (Bir defasında) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benim odamda iken,
Safiyye ona yemek yapıp (göndermişti). Çok şiddetli bir kıskançlık hissettim. Öyle ki beni bir
titreme sardı. (Gidip) kabını kırdım, sonra da pişman oldum ve:
"Ey Allah'ın Resûlü dedim, yaptığım bu hareketin keffâreti nedir?"
"Tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek!" buyurdular."
Ebu Davud, Büyü 91, (3568); Nesai, İşretu'n-Nisa 4, (7, 71).
HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM'IN KISSALARI
________________________________________
4957 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail
aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında
bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen büyük bir ağacın
dibine bıraktı. Burası Mescid'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam üstünde bir nokta idi. O
gün Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu
buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir
tuluk bıraktı.
Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam'a gitmek üzere)
oradan uzaklaştı. İsmâil'in annesi, İbrahim'in peşine düştu (ve ona Kedâ'da yetişti).
"Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye
gidiyorsun?" diye seslendi. bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona
dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi:
"Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: "Evet!" buyurdu.
Kadın:
"Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz.
İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt'e
yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin
hürmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir vâdide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda
dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü'min olanlarrın gönüllerini
onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip
şükretsinler" (İbrahim 37).
İsmail'in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı,
(sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız
(susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına
dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı,
birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi
göremedi. safa'dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın
koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa
baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte
(hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.
Anne, (bu sefer) Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını
verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:
"(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!" dedi. Derken Zemzem'in
yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın:
"Ben Hâcer'im, İbrahim'in oğlunun annesi..."
"İbrahim sizi kime tevkil etti?"
"Allah Teâla'ya."
"her ihtiyacınızı görecek Zât'a tevkil etmiş."
Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa
akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın
aldıkça dipten kaynıyordu."
İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "Allah İsmail'in annesine rahmetini bol kılsın, keşke
zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil)
akar su olacaktı."
Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.
Melek, kadına:
"Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teâla Hazretleri'nin burada bir Beyt'i
olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâla Hazretleri o işin sahiplerini
zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu
aşındırmıştı.
Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm'den bir kâfile uğradı. Oraya Kedâ yolundan
gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini
gördüler.
"Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını
biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar
suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail'in
annesini buldular.
"Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın:
"Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar da:
"Pekala!" dediler. Aleyhissalâtu vesselam der ki:
"Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler.
Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla
orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça'yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar
tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla
evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.
Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı
(hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail'i bulamadı. Hanımından İsmail'i sordu. Kadın:
"Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini,
hallerini sordu. Kadın:
"Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!" diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:
"Kocan gelince, ona benden selam etve "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle!" dedi. İsmail
geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:
"Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu. Kadın:
"Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan
sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail:
"sana bir tavsiyede bulundu mu?" dedi. Kadın:
"Evet! sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!" dedi. İsmail:
"Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını
boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi.
Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi.
Yine İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu. Kadın:
"Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. İbrahim:
"Haliniz nasıldır?" dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:
"İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada bulundu.
"Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın:
"Et yiyoruz!" dedi.
"Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da:
"Su!" dedi. Hz. İbrahim:
"Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!" diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der
ki:
"O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi."
İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke'den başka hiçbir yerde Mekke'deki kadar
sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve
neticesidir).
(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. İbrahim'den anlatmaya devam etti:)
"İbrahim (İsmail'in hanımına) dedi ki:
"Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!"
(Çünkü eşik, evin dirliğidir).
"Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "yanınıza bir uğrayan oldu mu?" diye
sordu. Kadın:
"Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü!" dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım
övgülerden sonra:
"Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır
üzere olduğumuzu söyledim!" dedi. İsmail:
"Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın:
"Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor" dedi. Hz. İsmail:
"Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda
değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail'e on erkek evlad doğurur.)
Sonra, Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra
yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha ağacının altında kendisine
ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca
yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü).
Sonra Hz. İbrahim:
"Ey İsmail! Allah Teâla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de:
"Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. İbrahim:
"Bu işte bana sen yardım edecek misin?" diye sordu. O da:
"Evet sana yardım edeceğim!" diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim:
"Allah-Teâla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek etrafına nazaran
yüksekçe bir tepeyi gösterdi."
(İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail'le İbrahim işte orada Ka'be'nin (daha önceki) temellerini
yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz.
İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz.
İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu
esnada onlar:
"Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" diyorlardı."
İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında
dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!"
(Bakara 127) diye dua ediyorlardı."
Buhari, Enbiya 8.
ASHABU'L-UHDÛD
4958 - Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca
Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!"
dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu.
(Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza
gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu.
(Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti.
Rahip ona:
"Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak
olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.
O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı.
(Kendi kendine:)
"Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:
"Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de
insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler.
Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona:
"Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen
imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan
doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan
da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi
ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:
"Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa
vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa
verdi.
Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:
"Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu.
"Rabbim!" dedi. Kral:
"Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam:
"Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O
kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi.
Oğlan da oraya getirildi. Kral ona:
"Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye
ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:
"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip
işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip
getirildi. Ona:
"Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına
konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da:
"Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.
"Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden
dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa
çıkardılar. Oğlan:
"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları
salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne
oldu?" dedi.
"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim
etti ve:
"Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu
denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada:
"Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri
alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral:
"Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan.
"Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:
"benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye
sordu. Oğlan:
"İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın.
Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana
atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte
topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra:
"Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini
şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:
"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi
ve:
"Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!"
denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler
kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:
"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye
emir verildi.
İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın
oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:
"Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!" dedi."
Müslim, Zühd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Bürûc, (3337).
BEŞİKTE KONUŞANLARIN KISSASI
4959 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu
Meryem aleyhima's-selam, Cüreyc'in arkadaşı.
Cüreyc, kendini ibâdete vermiş âbid bir kuldu. Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle
meşguldü. Derken bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.
"Ey Cüreyc! (Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim)" diye seslendi. Cüreyc:
"Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?" diye düşündü). Namazına devama
karar verdi.
Annesi çağırmasını (her defasında üç kere olmak üzere) üç gün tekrarladı. (Cevap
alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda:
"Allahım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!" diye bedduada bulundu. Beni
İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda güzelliğiyle herkesin
dilinde olan zâniye bir kadın vardı.
"Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi. Gidip Cüreyc'e sataştı. Ancak Cüreyc ona iltifat
etmedi.
Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc'in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi.
Kadın onunla zina yaptı ve hâmile kaldı. Çocuğu doğurunca:
"Bu çocuk Cüreyc'ten!" dedi. Halk (öfkeyle) gelip Cüreyc'i manastırından çıkarıp manastırı
yıktılar, (hakaretler ettiler), kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi). Cüreyc
onlara:
"Derdiniz ne?" diye sordu.
"Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!" dediler. Cüreyc:
"Çocuk nerede, (getirin bana?)" dedi. Halk çocuğu ona getirdi. Cüreyc:
"Bırakın beni, namazımı kılayım!" dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince çocuğun
yanına gitti, karnına dürttü ve:
"Ey çocuk! Baban kim?" diye sordu. Çocuk: "Falanca çoban!" dedi. Bunun üzerine halk
Cüreyc'e gelip onu öpüp okşadı ve: "senin manastırını altından yapacağız!" dedi. Cüreyc ise:
"Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!" dedi. Onlar da yaptılar.
(Üçüncüsü): Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde
kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören kadın:
"Allah'ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru
yönelip baktı ve:
"Allahım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti. Sonra tekrar memesine dönüp emmeye
başladı."
Ebu Hureyre der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı, şehadet parmağını ağzına
koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini taklid ederken görür gibiyim."
(Resulullah anlatmaya devam etti:)
"(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir câriye vardı. Onu dövüyorlar ve:
"(Seni zâni seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. Câriye ise:
"Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu. Çocuğun annesi:
"Allahım çocuğumu bunun gibi yapma!" dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, câriyeye baktı ve:
"Allahım beni bunun gibi yap!" dedi. İşte burada anne-evlat karşılıklı konuşmaya başladılar:
(Anne dedi ki:
"Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap"
dedim. sen: "Allahım! Beni bunun gibi yapma!" dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve
hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma"
dedim. sen ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedin).
Oğlu şu cevabı verdi:
"Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap!" dedin, ben ise:
"Allahım beni bunun gibi yapma!" dedim. Yanımızdan bu câriyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp
hem de: "Zina ettin, hırsızlık ettin!" diyorlardı. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma!"
dedin. Ben ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedim. (Sebebini açıklayayım:) O atlı adam
cebbâr zalimin biriydi. Ben de: "Allahım beni böyle yapma!" dedim. "Zina ettin, hırsızlık
ettin!" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de çalmıştı! Ben de "Allahım beni
bunun gibi yap!" dedim."
Buhari, Enbuya 50, Amil fi's-Salât 7; Müslim, Birr 7, 8, (2550). Metin Müslim'den alınmadır.
MAĞARA ASHABININ KISSASI
4960 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir
mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını
üzerlerine kapadı. Aralarında:
"sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!"
dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce
ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni
uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâla uyumakta
idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları
uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı.
Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını beklliyordum. Derken şafak söktü:
"Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan
bizi kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allahım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak
istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda
kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti.
Arzuma nail olacağım sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta
bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu
bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi
(bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip
kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
"Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:
"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim.
Adam:
"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:
"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini
aldı götürdü.
"Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi.
Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
Buhari, Enbiya 50, Büyü' 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu
Dâvud, Büyû' 29, (3387).
KİFL KISSASI
4961 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlar arasında Kifl adında biri vardı. Bildiğinden hiç şaşmazdı. İhtiyaç
içinde olduğunu bildiği bir kadına gelerek, altmış dinar verdi. Kadından kâm almak üzere
teşebbüse geçince kadın, titredi ve ağladı. "Niye ağlıyorsun?" diye sorunca, kadın:
"Bu benim hiç yapmadığım (haram) bir amel. Bu günaha beni razı eden de fakrımdır!" dedi.
Adam da:
"Yani sen şimdi Allah korkusuyla mı ağlıyorsun? Öyleyse, Allah'tan korkmaya ben senden
daha layıkım! Haydi git, verdiğim para da senin olsun. Vallahi ben bundan böyle Allah'a hiç
asi olmayacağım!" dedi. Adam o gece öldü. Sabah, kapısında şu yazılı idi:
"Alah Kifl'i mağfiret etti!"
Halk bu duruma şaşırdı kaldı. Allah o devrin peygamberine Kifl'in durumunu vahyen
bildirinceye kadar şaşkınlık devam etti."
Tirmizi, Kıyamet 49, (2498).
ÂD KAVMİNİ HELÂK EDEN RÜZGÂRIN KISSASI
4962 - Ebu Vâil, Rebi'a kabilesinden el-Hâris İbnu Yezid el-Bekri adında bir adamdan naklen
anlatıyor:
"Medine'ye gelmiştim, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gittim. Mescid, cemaatle
dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal radıyallahu anh kılıcını kuşanmış,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında duruyordu. Ben: "Bu insanların derdi ne, (ne
oluyor)? diye sordum.
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Amr İbnu'l-Âs'ı, Rebi'a'ya doğru göndermek istiyor, (onun
hazırlığı var)!" dediler. Ben:
"Âd elçisi gibi olmaktan Allah'a sığınırım" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Âd elçisi de
nedir?" buyurdular. Ben:
"Bunu çok iyi bilen kimseye düştünüz. Âd (kavmi) kıtlığa uğrayınca Kayl'ı kendileri için su
aramaya gönderdi. Kayl da, Bekr İbnu Muâviye'ye uğradı. O, buna şarap içirdi ve Mekke'de o
sıralarda seslerinin ve tegannisinin güzelliğiyle meşhur Cerâde isminde iki cariye de şarkılar
söyledi. (Bu suretle bir ay kadar kaldıktan) sonra, Mühre (İbnu Haydân Kabilesi'nin) dağına
müteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki:
"Ey Allahım! Ben sana ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fiyesini ödeyeceğim bir esir için
gelmedim. Sen kulunu, sulayıcı olduğun müddetçe sula. Onunla birlikte Bekr İbnu Muâviye'yi
de sula. -Böylece kendisine içirdiği şarap için ona teşekkür eder.-
Bunun üzerine onun için üç parça bulut yükseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri de siyah. Ona:
"bunlardan birini seç!" denildi. O, bunlardan siyah olanını seçti. Ona:
"Âd kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu bulutu toz duman olarak al!" denildi."
Bunu söyleyince Aleyhissalâtu vesselâm:
"(Onlara) sadece şu -yüzük halkası- miktarında rüzgâr gönderildi" buyurdular ve arkasından
şu meâldeki âyet-i kerimeyi tilavet ettiler: "Âd (kavminin helâk edilmesinde) de (ibret vardır).
hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik. Öyle bir rüzgâr ki, her uğradığı şeyi
(yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu" (Zariyat 41-42).
Tirmizi, Tefsir, Zariyat, (3269, 3270).
KEL, ALATENLİ VE ÂMÂ'NIN KISSASI
4963 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Benî İsrail'den üç kişi vardı: Biri alatenli, biri kel, biri de âmâ. Allah bunları imtihan etmek
istedi. Bu maksadla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi.
Melek önce alatenliye geldi. Ve: "En çok neyi seversin?" dedi. Adam:
"Güzel bir renk, güzel bir cild, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!" dedi. Melek onu
meshetti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cild sahibi oldu. Melek ona tekrar
sordu:
"Hangi mala kavuşmayı seversin?"
"Deveye!" dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi.
Melek:
"Allah bunları sana mübarek kılsın!" deyip (kayboldu) ve Kel'in yanına geldi.
"En ziyade istediğin şey nedir?" dedi. Adam:
"Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi!" dedi. Melek,keli elleriyle
meshetti, adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar:
"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:
"Sığırı!" dedi. Hemen kendisine hâmile biir inek verildi. Melek:
"Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!" diye dua etti ve âmânın yanına gitti. Ona da: "En çok
neyi seversin?" diye sordu. Adam:
"Allah7ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!" dedi. Melek onu meshetti ve Allah
da gözlerini anında iade etti. Melek ona da:
"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:
"Koyun!" dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi.
Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vâdi dolusu
develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu.
Sonra melek, alatenliye, onun eski hali ve heyetine bürünmüş olarak geldi ve:
"Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka
yardım edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana
bir deve vermeni talep ediyorum! Tâ ki onunla yoluma devam edebileyim!" dedi. Adam:
"(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var!" dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de:
"Sanki seni tanıyor gibiyim!Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah
sana (sıhhat ve mal) verdi" dedi. Ama adam:
"(Çok konuştun!) Ben bu malı büyüklerimden tevârüs ettim!" diyerek onu tersledi. Melek de:
"Eğer yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin!" dedi ve onu bırakarak kel'in yanına geldi.
Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini
söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti. Melek buna da:
"Eğer yalancıysan Allah seni eski hâlinne çevirsin!" deyip, âmâ'ya uğradı. Buna da onun eski
hali heyeti üzere (yani bir âmâ olarak) göründü. Buna da:
"Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün, evvel Allah
sonra senden başka bana yardım edecek yok! Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir
koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!" dedi. Ama cevaben:
"Ben de âmâ idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al,
istediğini bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!"
dedi. Melek de:
"Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki
arkadaşına gadap edildi" (ve gözden kayboldu)."
Buhari, Enmiya 50, Müslim Zühd 10, (2964).
BİN DİNAR BORÇ ALANIN KISSASI
4964 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Beni
İsrail'den bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Beni İsrail'den borç talep ettiği
kimse: "Bana şâhidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şahid olsunlar!" dedi. İsteyen ise:
"Şahid olarak Allah yeter!" dedi. Öbürü: "Öyleyse buna kefil getir" dedi. Berikisi "Kefil
olarak Allah yeter" dedi. Öbürü:
"Doğru söyledin!" dedi ve belli bir vade ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna çıktı
ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vadesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir
gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı sahibine
hitabeden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra
da denize getirip:
"Ey Allahım, biliyorsun ki, ben falanndan bin dinar borç almıştım. Benden şahid istediğinde
ben: "Şahid olarak Allah yeter!" demiştim. O da şahid olarak sana razı oldu. Benden kefil
isteyince de: "Kefil olarak Allah yeter!" demiştim. O da kefil olarak sana razı olmuştu. ben ise
şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Şimdi onu sana emânet ediyorum!"
dedi ve odun parçasını denize ettı ve odun denize gömüldü.
Sonra oradan ayrılıp, kendini memleketine götürecek bir gemi aramaya başladı. Borç veren
kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemeye başladı. Gemi yoktu ama, içinde parası
bulanan odun parçasını buldu. Onu ailesine odun yapmak üzere aldı. (Testere ile)
parçalayınca parayı ve mektubu buldu.
Bir müddet sonra borç alan kimse geldi. Bin dinarla adama uğradı ve:
"Malını getirmek için aralıksız gemi aradım. Ancak benni getirenden daha önce gelen bir
gemi bulamadım" dedi. Alacaklı:
"Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?" diye sordu. Öbürü:
"Ben sana, daha önce bir gemi bullamadığımı söyledim" dedi. Alacaklı:
"Allah Teâla Hazretleri, senin odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı sana bedel ödedi.
Bin dinarına kavuşmuş olarak dön" dedi."
Buhari, Kefalet 1, (muallak olarak); Büyû 10(muallak ve mevsûl olarak), İsti'zân 25 (muallak
olarak).
MÜTEFERRİK HADİSLER
4965 - Hz. Selmân radıyallahu anh dedi ki: "Hz. İsa ile Hz. Muhammed aleyhimesselâtu
vesselam arasındaki fetret altıyüz senedir."
Buhari, Menâkıbu'l-Ensâr 53.
4966 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Tübba' mel'un mudur bilemiyorum. Keza Üzeyr peygamber midir onu da bilemiyorum."
Ebu Davud, Sünnet 14, (4674).
4967 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına hiçbir
zaman ihânet etmezdi."
Buhari, Enbiya 1, 25; Müslim, Radâ' 63, (1470).
HZ. İSA VE MEHDİ
________________________________________
4968 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim! Meryem oğlu İsâ'nın, aranıza (bu
şeriatle hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak ineceği, istavrozları kırıp, hınzırları öldüreceği,
cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu
kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur."
Sonra Ebu Hureyre der ki: "Dilerseniz şu ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir
kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (İsa'nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin.
Kıyamet gününde ise İsâ onlar aleyhine şâhitlik edecektir" (Nisa 159).
Buhari, Büyû' 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242, (155); Ebu Dâvud, Melâhim
14, (4324); Tirmizi, Fiten 54, (2234).
4969 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye Kıyamet gününe kadar devam
edecektir. O zaman İsa İbnu Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: "Gel bize namaz
kıldır!" der. Fakat Hz. İsa aleyhisselam: "Hayır! der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz
birbirinize emirsiniz!"
Müslim, İman 247.
4970 - İbnu Mes'ûd radıyallahhu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde
gönderecek."
İbnu Mes'ûd: "Resûlullah yahut da şöyle buyurmuştu der: "...Ehl-i beytimden birini, ki bu
zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -
eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine- adalet ve hakkâniyetle doldurur."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231, 2232).
4971 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma'nın evladlarındandır."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4284).
4972 - Ebu İshâk anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, oğlu Hasan radıyallahu anh'a baktı ve:
"Bu oğlum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın tesmiye buyurduğu üzere Seyyid'dir. Bunun
sulbünden peygamberinizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlakı yönüyle peygamberinize
benzeyecek; yaratılışı yönüyle ona benzemeyecek" dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle
dolduracağına dair gelen kıssayı anlattı."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4290).
DECCAL
4973 - Şâbi'nin, Fatıma Bintu Kays radıyallahu anhâ'dan nakline göre Fatıma şöyle
anlatmıştır: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Temimu'd-Dâri hıristiyan bir
kimse idi. Gelip biat etti ve müslüman oldu. O, benim Mesih Deccâl'den anlattığıma uygun
olan bir rivayette bulundu. Bana anlattığına göre, Temim, bir gemiye binip denize açılmıştır.
Yanında Lahm ve Cüzâm kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi olmadığı için)
onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda güneşin battığı esnada denizde bir
adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü
kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar, tüylerinin çokluğundan hayvanın baş tarafı neresi, arka tarafı
neresi anlayamadılar. (Şaşkın şaşkın:)
"Sen necisin, neyin nesisin?" dediler. O cevap verdi:
"Ben cessâseyim!"
"Cessase nedir?" denildi.
"Ey cemaat! Şu mannastıra kadar gelin! İçinde bir adam var, o sizin haberinize müştaktır!"
dedi. O, böylece bir adamdan söz edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen
koşarak manastıra girdik. İçeride bir adam vardı; hilkatçe gördüklerimizin en irisiydi ve elleri
boynuna, dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı.
"Vah sana! Kimsin sen?" dedik.
"Benim haberimi alabilmişsiniz. Şimdi siz kimsiniz, bana söyleyin!" dedi. Arkadaşlarım:
"Biz bir grup Arabız. Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay
oynatıp oyaladı. Sonra şu adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok kıllı bir
hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne taraf anlayamadık. "Vah
sana, nesin sen" dedik.
"Ben cessâseyim!" dedi. Biz: "Cessase de ne?" dedik.
"Manastırdaki şu adama gelin, o sizin haberinize pek müştaktır!" dedi. Biz de koşarak sana
geldik. Biz onun bir şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk" dedik. Adam:
"Bana Beysân hurmalığından haber verin!" dedi. Biz:
"Onun neyinden haber soruyorsun?" dedik.
"Ben onun ağacından soruyorum, meyve veriyor mu?" dedi.
"Evet!" dedik.
"Öyleyse meyve vermeme zamanı yakındır!" dedi.
"Bana Taberiye gölünden haber verin!" dedi.
"Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik.
"Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi.
"Bana Zuğer gözesinden haber verin!" dedi.
"Sen onun neyinden haber istiyorsun?" dedik.
"Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.
"Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!" dedik.
"Ümmilerin peygamberinden bana haber verin? O ne yaptı?" dedi.
"O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti" dedik.
"Araplar O'nunla mukâtele etti mi?" dedi. Biz:
"Evet!" dedik.
"Onlara karşı ne yaptı?" dedi. Biz de, (onu ezmek için) peşine düşen Araplara galebe
çaldığını, Arapların kendisine itaat ettiklerini haber verdik. (O da bize:)
"Bu, onların itaat etmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım:
Ben Mesih Deccâl'im. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp
yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak. Mekke ile
Taybe (Medine) hariç. Bu iki şehir bana haramdır. Onlardan birine her ne vakit girmek
istersem, elinde yalın kılıç bir melek beni karşılar, benim oraya girmeme mani olur. Onların
her bir geçidinde bir melek vardır, onları korur!" dedi." Sonra Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm çubuğuyla minbere dürterek:
"Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size anlattım değil mi?" buyurdular.
Halk da: "Evet!" diye karşılık verdi. bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Temimi'd-Dâri'nin rivayetinin benim size ondan (Mesih Deccâl'dan) Mekke ve Medine'den
anlattığıma muvafık düşmesi hoşuma gitti. Bilesiniz O Şam denizinde veya Yemen
denizindedir. Hayır doğu tarafındandır. Evet o doğu tarafından zuhur edecektir. O doğu
tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."
Müslim, Fiten 119, (2942); Ebu Davud, Melahim 15, (4325, 4326); Tirmizi, Fiten 66, (2254).
4974 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize
Deccal üzerine uzun bir hadis rivayet etti. Bize anlattıkları meyanında şöyle de demişti:
"Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine haram kılınmış olarak çıkacak. Derken
(Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan -veya
en hayırlılarından- bir kimse onun karşısına çıkar ve:
"Sen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bize haber verdiği Deccâl'sin!" der. Deccâl de
(kendi adamlarına):
"Ben şunu öldürüp sonra da diriltsem ne dersiniz? Bu işte bir şüpheye düşer misiniz?" der.
Oradakiler:
"Hayır!" derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Diriltildiği zaman adam:
"Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli olmamıştım!"
der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di(yerek öldürmek isteye)cek, fakat musallat
edilmeyecek."
Buhari, Fiten 27, Fedailu'l-Medine9; Müslim, Fiten 112, (2938).
4975 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı
sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş
olarak gördüğüne düş(meyi kabul et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
Buhari, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melâhim 14, (4315),
4976 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Aleyhissalâtu vesselâm'a
Deccâl'den sormuştur. Aleyhissalatu vesselam da şu cevabı vermiştir:
"O (Deccâl) çıktığı gün (aynen bir insan gibidir) yemek yer. Ben size, onun hakkında, benden
önceki peygamberlerden hiçbirinin kendi ümmetine anlatmadığı hususları anlatacağım: Onun
sağ gözü meshedilmiştir (görmez), pertlektir, göz hadakası yoktur, sanki hadakası çevrim
içinde bir balgam gibidir. Sol gözü de inciden bir yıldız gibidir. Onun beraberinde sanki
cennet ve ateşin birer misli vardır. Ancak hakikatta ateşi cennet, suyu da ateştir. Haberiniz
olsun! Onun yanında iki kişi vardır; köy halkını inzar ederler. Bu ikisi köyden çıkınca
Deccal'in ashabından ilki oraya girer."
Rezin tahric etmiştir. Hadisin kaynağı yok ise de, hadiste yer alan mefhumların şahidleri
Sahiheyn ve diğer kaynaklarda çoğunluk itibariyle gelmiştir.
4977 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Veda
haccı sırasında (bir ara): "Halk susup dinlesin!" buyurdular. Sonra Allah'a hamd ve senâda
bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzunu uzun söz ettiler ve buyurdular ki:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti. Nuh aleyhisselam ümmetini
onunla inzar etti, ondan sonra gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali
sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü
kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm dânesi gibidir. (İki gözünün
arasında ke-fe-re yani kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her müslüman okuyacaktır)."
Buhari, Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, (169)-(2933).
İBNU SAYYÂD
4978 - Muhammed İbnu'l-Münkedir anlatıyor: "Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma, İbnu
Sayyâd'ın Deccal olduğu hususunda yemin ederdi. Ben:
"Sen Allah'a yeni de ediyorsun ha!" dedim. Bana şu cevabı verdi:
"(Nasıl etmeyeyim?) Ömer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh'a, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanında İbnu Sayyâd'ın Deccal olduğu hususunda yemin ettiğini işittim. Buna
rağmen aleyhissalâtu vesselâm kendisini reddetmemişti."
Buhari, İ'tisam 23; Müslim, Fiten 94, (4929), Ebu Dâvud, Melahim 16, (4331).
4979 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh,
ashabtan bir grup içerisinde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la birlikte İbnu Sayyâd'a doğru
gittiler, Onu, Beni Megâle şatosunun yanında çocuklarla oynar buldular. O sıralarda bülûğa
yaklaşmış durumdaydı. İbnu Sayyâd, Aleyhissalâtu vesselam, eliyle sırtına vuruncaya kadar
(onların geldiğini) hissetmedi. Aleyhissalatu vesselam, omuzuna vurup:
"Benim Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet ediyor musun?" diye sordu. İbnu Sayyad ona
bakıp:
"Şehadet ederim ki, sen ümmilerin peygamberisin!" dedi. İbnu Sayyad da Resulullah'a:
"Sen, benim Allah'ın Resulü olduğuma şehadet eder misin?" dedi. Aleyhissalatu vesselam onu
reddetti ve:
"Ben Allah'a ve O'nun resullerine iman ettim!" buyurdu ve sonra sordu:
"Pekiyi, ne görüyorsun?"
"Bana bir doğru sözlü (sadık), bir de yalancı (kâzib) gelmektedir" diye cevap verdi. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Sana bu iş karıştırıldı! (Sıdkı kizb; kizbi sıdk ile karıştırıyorsun)" buyurdular. Sonra da
Aleyhissalatu vesselam ona:
"Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!) dedi. İbnu Sayyad:
"O dumandır!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam:
"Sus, sen kendi kadrini hiçbir vakit aşamayacaksın!" buyurdular. bunun üzerine Hz. Ömer
radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resulü! Bana müsaade buyurun şunun boynunu vurayım!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam da:
"Eğer (Deccal) bu ise, sen ona musallat edilecek değilsin, eğer bu Deccal değilse onu
öldürmekte sana bir hayır yok!" buyurdular."
Buhari, Cenaiz 80, Şehadat 3, Cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 85, 95, (2924, 2930); Ebu
Davud, Melahim 16, (4329); Tirmizi, Fiten 63, (2250), 56, (2236).
Tirmizi, "Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)" sözünden sonra şu ibareyi
ilave etti: "Onun için (içinde) "O halde semanın apaşikâr bir duman getireceği günü gözetle
(Habibim)" (Duhan 10) ayetini gizlemişti."
4980 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "İbnu Sayyad, Harre savaşı sırasında kaybedildi."
Ebu Davud, Melahim 16, (4332).
KIYAMET ÖNCESİ FİTNELER
4981 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar
gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz."
Buhari, Cihad 95, 96, Menakıb 25; Müslim, Fiten 62, (2912); Ebu Davud, Melahim 9, (4303,
4304); Tirmizi, Fiten 40, (2216); Nesai, Cihad 42, (6, 45).
4982 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "rumlar, A'mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçe Kıyamet kopmaz. Onlara
karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün Arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun
askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, rumlar:
"Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!" derler. Müslümanlar da:
"Hayır" Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz" derler. Bunun üzerine
(müslümanlar) onlarla harb eder. bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların
tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir.
Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da
fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken,
şeytan aralarında şöyle bir nida atar:
"Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!"
Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber bâtıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar
savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu
Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hz. İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda
erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar
eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını
gösterir."
Müslim, Fiten 34, (2897).
4983 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
gün):
"Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?" diye sordular. Oradakiler:
"Evet!" deyince, şöyle buyurdular:
"İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler
şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâilâhe
illallahu vallahu ekber!" derler. Bunun üzerine şehrin kara tarafı düşer. Sonra askerler ikinci
kere, "Lâilâhe illallahu vallahu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar
"Lâilahe illalllahu vallahu ekber!" derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler
ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münâdi
gelip: "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
Müslim, Fiten 78, (2920).
4984 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dahi: "Ey müslüman! işte yahudi,
arkamda (saklandı), gel, öldür onu!" diyecek."
Buhari, Cihad 94, Menakıb 25; Müslim, Fiten 79, (2921); Tirmizi, Fiten 56, (2237).
4985 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında
büyük bir savaş yaparlar, fakat dâvaları birdir."
Buhari, Fiten 24, Menakıb 25, İstitabe 8; Müslim, İman 248, (157), Fiten 17, (157).
4986 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe,
kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça Kıyamet
kopmaz."
Tirmizi, Fiten 9, (2171).
4987 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Herc
artmadıkça Kıyamet kopmaz!" buyurmuşlardı. (Yanındakiler:)
"Herc nedir ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular.
"Öldürmek! Öldürmek!" buyurdular."
Müslim, Fiten 18, (157).
4988 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi
mü'min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mü'min olarak akşama erer, kâfir
olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar."
Tirmizi, Fiten 30, (2196).
RESÛLULLAH'TAN SONRA KIYAMET YAKINDIR
4989 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben Kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim!" buyurdular ve şehadet parmağıyla orta
parmağını yanyana gösterdiler."
Buhari, Rikâk 39, Tefsir, Nâzi'at 1, Talâk 25; Müslim, Fiten 132, (2950).
4990 - Müstevrid İbnu Şeddâd el-Fihrî radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ben Kıyamet'in kopacağı aynı saatte gönderildim.
Ancak, şunun şunu geçmesi gibi ben Kıyamet saatini geçip biraz evvel geldim!" buyurdular
ve orta parmağı ile şehadet parmağını gösterdiler."
Tirmizi, Fiten 39, (2214).
KIYAMETTEN ÖNCE BİR ATEŞİN ÇIKMASI
4991 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu ateş Busra'daki develerin
boyunlarını aydınlatacaktır."
Buhari, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, (2902).
4992 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kıyametten önce, Hadramevt'ten -veya Hadramevt denizinden- bir ateş çıkacak, insanları
toplayacak" buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar:)
"Ey Allah'ın Resûlü (o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?" diye sordular.
"Size Şam('ı yani Suriye'ye gitmenizi) tavsiye ederim" buyurdular."
Tirmizi, Fiten 42, (2218).
MUASIRLARININ ÖMRÜ
4993 - Ebu'z-Zübeyr, Hz. Câbir radıyallahu anh'tan naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Bugün doğmuş (canlı olan) hiçbir nefis yoktur ki, yüz sene sonra ölmemiş olsun." (Râvi der
ki:) "Bununla ömrün kısalması kastedilmiştir."
Müslim, Fezailu's-sahâbe 218, (2538); Tirmizi, Fiten 64, (2251).
4994 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a:
"Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sormuştu. Aleyhissalâtu vesselâm bir müddet sükuttan
sonra yanında duran Ezd-i Şenûe kabilesine mensup bir çocuğa bakıp:
"Bu delikanlı pir-i fâni olmadan önce Kıyametiniz kopacaktır!" buyurdular.
Hz. Enes radıyallahu anh der ki: "Çocuk o gün benim akranım idi."
Müslim, Fiten 138, (2953).
YALANCILARIN ZUHÛRU
4995 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Otuz kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah'ın elçisi
olduğunu zanneder."
Tirmizi, Fiten 43, (2219); Ebu Dâvud, Melâhim 16, (4333, 4334, 4335).
GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI
4996 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyamet kopmaz. Batı'dan doğunca, insanlar görür ve
hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imannın sevkiyle hayır kazanamamış
olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz."
Buhari, Rikak 39, İstiska 27, Zekat 9; Müslim, İman 248, (157); Ebu Davud, Melahim 12,
(4312).
4997 - Hz. Ebu zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Güneş battığı sırada Mescid'e girmiştim.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana:
"Ey Ebu Zerr!" buyurdular. "Şu (güneş batınca) nereye gidiyor, biliyor musun?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedim.
"O, Rabbinden secde etmek için izin istemeye gider. Ona izin verilir ve sanki kendisine şöyle
denir: "Git geldiğin yerden tekrar doğ." O da battığı yerden doğar."
Sonra (Ebu Zerr dedi ki: "Aleyhissalâtu vesselâm) şöyle kıraat etti: "Ve zâlike müstegarrün
leha" (Yasin 38). (Ebu Zerr ilaveten) dedi ki: "Bu İbnu Mes'ûd kıraatidir."
KIYAMETİN BAŞKA ALAMETLERİ
4998 - Ebu Sâid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla
konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça,
kendinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe Kıyamet kopmaz."
Tirmizi, Fiten 19, (2182).
4999 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Devs kabilesinin kadınlarının kıçları, Zü'l-Halasa putunun etrafında titremedikçe Kıyamet
kopmaz. Zü'l-halasa, Devslilerin cahiliye devrinde tapındıkları (Tebâle'deki) puttur."
Buhari, Fiten 23; Müslim, Fiten 51, (2906).
5000 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe Kıyamet kopmaz."
Tirmizi, Fiten 37, (2210).
5001 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır."
Müslim, İman 234, (148); Tirmizi, Fiten 35, (2208).
5002 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek: "(Ey Allah'ın Resûlü!) Kıyamet ne zaman
kopacak?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:
"Sual sâhibi nerede?" buyurdular. Adam:
"İşte buradayım ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Emanet zâyi edildiği vakit Kıyameti bekleyin!" buyurdular. Adam:
"Emanet nasıl zâyi edilir?" diye sordu. Efendimiz:
"İş, ehil olmmayana tevdi edildi mi Kıyamet'i bekleyin!" buyurdular."
Buhari, İlm 2, Rikâk 35.
5003 - Sahiheyn'de gelen bir diğer rivayette: "Kahtan'dan, insanları değneğiyle idare eden bir
adam çıkmadıkça Kıyamet kopmaz" buyrulmuştur."
Buhari, Fiten 23, Menâkıb 7; Müslim, Fiten 60, (2910).
5004 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça Kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar
savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: "Herhalde savaşı ben
kazanacağım" der."
Buhari, Fiten 24, Müslim, Fiten 29, (2894); Ebu Dâvud, Melahim 13, (4313, 4314); Tirmizi,
Cennet 26, (2572, 2573).
5005 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Zaman yakınlaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay
bir hafta gibi, haftada bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur."
Tirmizi, zühd 24, (2333).
5006 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri ipekten daha yumuşak bir rüzgârı Yemen'den gönderir.
Bu rüzgâr, kalbinde zerre miktar iman bulunan hiç kimseyi hariç tutmadan hepsinnin ruhunu
kabzeder."
Müslim, İman 185, (117).
5007 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kıyamet sâdece şerir insanların üzerine kopacaktır!" buyurdular."
Müslim, Fiten 131, (2949).
5008 - İbnu Zuğb el-Eyâdi anlatıyor: "Abdullah İbnu Havâle el-Ezdi radıyallahu anh'ın yanına
indim. Bana:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi, ganimet alalım diye yaya olarak gönderdi. Biz de
döndük ve hiçbir ganimet elde edemedik. Yorgunluğumuzu yüzlerimizden anlayıp, aramızda
doğrularak:
"Ey Allah'ım, onları bana tevkil etme; ben onları üzerime almaktan âcizim! Onları kendilerine
de tevkil etme, bu işten kendileri de acizdirler. Onları diğer insanlara da tevkil etme,
kendilerini onlara tercih ederler!" buyurdular. Sonra elini başımın üstüne koydu ve:
"Ey İbnu Havale! Hilafetin (Medine'den) Arz-ı Mukaddese'ye (Suriye'ye) indiğini görürsen,
bil ki artık zelzeleler, kederler, büyük hâdiseler yakındır. O gün Kıyamet, insanlara, şu elimin,
başına olan yakınlığından daha yakındır" buyurdu."
Ebu Davud, Cihad 37, (2535).
5009 - Hz. Enes radıyallahu anh dedi ki: "İstanbul'un fethi Kıyamet anında olacaktır."
Tirmizi, Fiten 58, (2240).
5010 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):
"Ümmetim onbeş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belanın gelmesi vâcip olur!"
buyurmuşlardı. (Yanındakiler:) "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular.
Aleyhissalâtu vesselâm saydı:
-Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler
arasında) tedavül eden bir metâ haline gelirse,
-Emanet (edilen şeyleri emânet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı
yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman,
-Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.
-Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına itaat ettiği;
-Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;
-Mescidlerde (rıza-yı ilâhi gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyâsiyâta vs.
müteallik) sesler yükseldiği zaman.
-Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;
-(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye
zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;
-(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;
-İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;
-(San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta
televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri
edinildiği;
-Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve
bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret
değiştirmeyi (meshi) (veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin."
Tirmizi, Fiten 39, (2211).
5011 - İbnu Amr İbnu'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Çıkış itibariyle, Kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması,
kuşluk vakti insanlara dabbetu'l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de
onun hemen peşindedir."
Müslim, Fiten 118, (2941); Ebu Dâvud, Melahim 12, (4310).
5012 - Hz. Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
(bir gün):
"Beytu'l-Makdis'in imârı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harâbı melhamenin (savaşın)
çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccâl'in çıkmasıdır!" buyurdular.
Sonra elini (Resûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muâz'ın) dizine vurdular ve:
"Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi"
buyurdular."
Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalatu vesselam'ın konuştuğu ve
dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh'tır.)"
Ebu Davud, Melahim 3, (4294).
5013 - Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Melhame ile Medine'nin fethi arasında altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih Deccâl çıkar."
Ebu Davud, Melahim 4, (4296); İbnu Mace, Fiten 35, (4093).
SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR
5014 - Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Sûr'un sahibi (İsrafil aleyhisselâm), sûr denen sorusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş,
kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade
edebilirim?" buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti:
"Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara:
"Hasbünallah ve ni'mel-vekil (Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -
belki de "tevekkülümüz Allah'adır!" demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."
Tirmizi, Kıyamet 9, (2433).
5015 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
Sûr'dan sorulmuştu:
"Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap verdi."
Ebu Davud, Sünnet 24, (4742); Tirmizi, Kıyamet 9, (2432).
5016 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"İki sûr arasında kırk vardır!" buyurmuştur. Bunun üzerine oradakiler:
"Ey Ebu Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular. Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi.
Tekrar: "Kırk ay mı?" dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?"
dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi ve (Resûlullah'ın hadisine devam etti:)
"Sonra allah semâdan su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir
kemik hâriç hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbu'z-zeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir.
Kıyamet günü yeniden yaratılış bundan terkîb edilecektir."
Buhari, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, (2955); Muvatta, Cenâiz 48, (1, 239);
Ebu Davud, Sünnet 24, (4743); Nesai, Cenâiz 117, (4, 111).
5017 - Ka'b İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu
cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."
Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesai, Cenaiz 117, (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).
5018 - Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, Allah,
mahlûkatı nasıl iade eder, (yeniden diriltir)? Bunun dünyadaki örneği nedir?"
"Sen dedi, hiç kavminin üzerinde yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir
kere de her tarafın yemyeşil üğründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?"
Ben "Elbette!" deyince:
"İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!"
buyurdular."
Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde biraz farklı lafızlarla
rivayet etilmiştir (4, 11).
5019 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma "Fe iza nûgirâ finnâgûri" "O boru öttürülünce"
(Müddessir 8) ayeti ile ilgili olarak dedi ki: "Bu, sûr'dur. Surede geçen râcife, birinci nefha
(üfleme), râdife de ikinci nefhadır."
Buhari, Rikâk 43 (muallak olarak).
5020 - Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün bize)
Sâhib-i Sûr'u (İsrafili) zikretti ve dedi ki:
"Sağında Cibril, solunda da Mikâil aleyhimusselâm var."
Rezin tahric etmiştir. Ebu Davud, Hurûf ve'l-kırâ'at 1, (3999).
HAŞR HAKKINDA
5021 - Süheyl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar beyaz, bembeyaz, has unun çöreği gibi bir yerde toplanacaklar. Orada
hiç kimsenin bir işareti (evi, bağı vs.) olmayacak."
Buhari, Rikak 44; Müslim, Münafikun 28, (2790).
5022 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Sizler Allah'a yalınayak, bedenleriniz çıplak ve kabuklu (sünnet edilmemiş) olarak haşr
olunacaksınız!" buyurdular."
5023 - Bir diğer rivayette İbnu Mes'ûd şöyle demiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm va'z
etmek üzere aramızda doğruldu ve dedi ki:
"Ey insanlar! Sizler (Kıyamet günü) Allah'ın yanında yalınayak, çıplak ve kabuklu olarak
toplanacaksınız. (Sonra şu ayeti okudu:) "İlk yaratışa nasıl başladı isek, üzerimizde hak bir
vaad olarak yine onu iade edeceğiz..." (Enbiya 104). Haberiniz olsun, o gün ümmetimden bazı
kimseler getirilir ve sol tarafa alınırlar. Bunun üzerine ben:
"Ey Rabbim! Bunlar ashabımdır!" derim. Bana:
"Sen bilmiyorsun, bunlar senden sonra neler yaptılar" denilir. ben sâlih kul (İsâ)'nın dediği
gibi diyeceğim:
"Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat vakta ki sen benni
(içlerinden) aldın, üstlerinde nigehbân yalnız sen oldun. (Zaten) sen (her zaman) her şeye
hakkıyla şâhidsin. Eğer kendilerine azab edersen şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer
onları affedersen mutlak gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten sensin
sen" (Mâide 117-118).
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devamla dedi ki:
"Bunun üzerine bana: "Onlar, sen aralarından ayrıldığın günden beri, dinden yüz çevirmeye
hiç ara vermediler!" denilecek."
Bir rivayette şu ziyade var: "Ben: "Rahmetten uzak olsunlar, rahmetten uzak olsunlar!"
derim."
Buhari, Rikak 45, Enbiya 8, 44, Tefsir, Maide 14, 15, Tefsir, Enbiya 2; Müslim, Cennet 57,
(2860); Tirmizi, Kıyamet 4, (3329); Nesai, Cenaiz 118, (4, 114).
5024 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kıyamet günü insanlar üç sınıf olarak haşrolunurlar:
-Yayalar sınıfı,
-Binekliler sınıfı,
-Yüzü üstü sürünenler sınıfı."
Aleyhissalatu vesselam'a soruldu: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar yüzleri üzerine nasıl yürürler?"
Şu cevabı verdiler:
"Onları ayakları üzerine yürüten Zât-ı Zülcelal, yüzleri üzerine yürütmeye de kâdirdir. Ancak
bilesiniz, bu yüzleri üstü yürüyenler, önlerine çıkan her engele, her dikene karşı kendilerini
yüzleriyle korumaya çalışırlar."
Tirmizi, Tefsir, Beni İsra'il (İsra), (3141).
5025 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İnsanlar Kıyamet günü üç hal üzere haşrolunurlar:
1. İstekliler, korkanlar.
2. İki kişi bir deve üzerinde olanlar, üç kişi bir deve üzerinde olanlar, dört kişi bir deve
üzerinde olanlar, on kişi bir deve üzerinde olanlar.
3. Geri kalanları, ateşe tapanlar. Cehennem, onların kaylûle yaptığı yerde onlarla kaylûle
yapar, geceledikleri yerde onlarla birlikte geceler, onların sabahladıkları yerde onlarla
sabahlar, onların akşamladıkları yerde onlarla beraber akşamlar."
Buhari, Rikak 48; Müslim, Cennet 59, (2861); Nesai, Cenaiz 118, (4, 115, 116).
5026 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İnsanlar Kıyamet günü öylesine ter akıtırlar ki, bu terler yerin içinde yetmiş zirâ'lık derinliğe
kadar iner ve bu ter (yer üstünde de birikerek insanları konuşamaz hale getirmek üzere
ağızlarına) gem vurur ve kulaklarına kadar ulaşır."
Buhari, Rikak 47; Müslim, Cennet 61, (2863).
HESAP VE KULLAR ARASINDA HÜKMÜN VERİLMESİ
5027 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin
bulunmadığı (Kıyamet ve hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden önce daha burada iken
helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır.
Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir."
Buhari, Mezalim 10, Rikak 48; Tirmizi, Kıyamet 2, (2421).
5028 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz)
koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip
kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak."
(Ebu Hureyre) der ki: "Biz şunu da işitirdik: "Kıyamet günü, kişiyi tanımadığı birisi yakalar
ve der ki: "Sen beni hata ve münker işlerden görüyordun, fakat ondan men etmiyordun!"
Müslim, Birr 60, (2582); Tirmizi, Kıyamet 2, (2422).
"Boynuzlu koyun....." tabirinden gerisi Rezin'in ziyadesidir,
5029 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Ahirette kimin hesabı münakaşa edilirse, azaba maruz kalacak demektir!" buyurmuşlardı.
Ben: "Nasıl olur? Allah Teâla hazretleri (meâlen):
"O vakit kimin kitabı sağ eline verilirse; kolay bir hesabla muhasebe edilecek ve ehline
sevinçli olarak dönecek" (İnşikak 7-9) buyurmadı mı, (bu hesap münakaşası değil mi)?"
dedim.
"Hayır! buyurdular, bu (münakaşa değil) arzdır. Kıyamet günü hesâba çekilen herkes mutlaka
helak olmuş demektir!"
Buhari, ilim 35, Tefsir, İnşikak 1, Rikak 49; Müslim, Cennet 80, (2876); Ebu Davud, Cenaiz
3, (3093); Tirmizi, Kıyamet 6, (2428).
5030 - Hureys İbnu Kabisa radıyallahu anh anlatıyor: "Medine'ye geldim ve: "Ey Allahım!
Bana salih bir arkadaş nasib et!" diye dua ettim. Derken Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın
yanına oturdum. Kendisine:
"Ben, Allah'a bana salih bir arkadaş nasip etmesi için dua ettim. bana, Resûlullah'tan işittiğin
bir hadis söyle! Olur ki Allah Teâla Hazretlerri ondan faydalanmamı nasib eder!" dedim.
Bunun üzerine dedi ki: "Ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa
kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında
eksiklik çıkarsa Rab Teâla Hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var mı?"
buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak
üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir."
Tirmizi, Salat 305, (413); Nesai, Salat 9, (1232).
5031 - Yahya İbnu Sa'id rahimehullah anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, (Kıyamet günü),
kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine bakılır.
Eğer namazı kabul edilmezse diğer amellerinin hiçbirine bakılmaz."
Muvatta, Kavru's-Salat 89, (1, 173).
5032 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kıyamet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır."
Buhari, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasame 28, (1678); Tirmizi, Diyat 8, (1396); Nesai,
Tahrim 2, (7, 83).
5033 - Ebu Berse radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan)
ayrılamaz:
-Ömrünü nerede harcadığından,
-Ne amelde bulunduğundan,
-Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından,
-Vücudunu nerede çürüttüğünden."
Tirmizi, Kıyamet 1, (2419).
5034 - Ebu Sa'id ve Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyorlar:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kıyamet günü kul (hesap vermek üzere
huzur-u ilahiye) getirilir. Allah Teâla Hazretleri:
"Ben sana kulak, göz, mal ve evlat vermedim mi? Sana hayvanları ve ekimi musahhar
kılmadım mı? Seni bunlara baş olmak, onlardan istifade etmek üzere serbest bırakmadım mı?
Acaba, benimle bugünkü şu karşılaşmanı hiç düşündün mü?" diye soracak. Kul da: "Hayır"
diyecek. Allah Teâla Hazretleri: "Öyleyse bugün ben de seni unutacağım, tıpkı senin
(dünyada) beni unuttuğun gibi!" buyuracak."
Tirmizi, Kıyamet 7, (2430).
5035 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "(Ashab, Resûlullah'a): "Ey Allah'ın Resûlü!
Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Bulutsuz
bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu.
Ashab: "Hayır!" deyince:
"Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu.
Ashab yine: "Hayır!" deyince:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da
hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı
gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teâla:
"Ey filân! ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi?
Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından
dörtte bir almana müsaade etmedim mi?" diye soracak. Kul:
"Evet ey Rabbim!" diyecek. Rab Teâla:
"Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?" diyecek. kul bu soruya: "Hayır!" karşılığını
verecek. Rab Teâlâ da:
"Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun gibi!" diyecek.
Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teâla ona da aynı şeyleri söyler. Sonra
üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: "Evet! Ey Rabbim!" der. Rab
Teâla da:
"Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?" diye sorar. Kul:
"Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum,
sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Hak Teâla hakkında) hayır senâda bulunur. Rab
Teâla:
"Bu hususta lehine şehâdet edecek biri var mı?" diye soracak. Kul:
"Hayır, yok!" diyecek. Rabb Teâla:
"Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!" der. Kul kendi kendine: "Benim aleyhime
şahidlik yapacak da kim?" diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: "Haydi
konuş!" denir. Uyluğu, eti, kemiği konuşup, onun amelini haber verirler. Bu, onun kendisi
için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, allah'ın gadabına uğrayan münâfıktır."
Müslim, Zühd 16, (2968).
5036 - İbnu'l-Müseyyib, Atâ İbnu Zeyd el-Leysi, Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan naklen
anlatıyorlar: "İnsanlar Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet
günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. O da: "Siz bulutsuz dolunay gecesinde ayı
görmekten şüpheye düşer misiniz?" diye cevap verdi. Onlar:
"Hayır! Ey Allah'ın Resûlü!" diye cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bulutsuz bir günde güneşi görmekten şüphe eder misiniz?" diye tekrar sordu. Ashab yine:
"Hayır!" cevabını verdiler. Bunun üzerine:
"Şunu bilin ki, siz Rabbinizi de böyle göreceksiniz. Kıyamet günü, insanlar haşrolunurlar.
(Rab Teâla):
"Kim (Benden başka) bir şeye tapıyor idiyse ona tâbi olsun!" buyurur. Onlardan bir kısmı
güneşe, bir kısmı aya, bir kısmı da putlara tabi olurlar. Orada, münafıklarıyla birlikte bu
ümmet kalır. Allah onlara (tanımadıkları bir surette) yaklaşır.
"Ben sizin Rabbinizim!"buyurur. Oradakiler:
"(Senden Allah'a sığınırız). Biz, Rabbimiz bize gelinceye kadar bu yerdeyiz! Rabbimiz
gelince biz onu tanırız!" derler. Derken Rableri (onların tanıyacağı surette) gelir. "Ben
Rabbinizim!" der. Onlar da:
"Sen Rabbimizsin!" derler. Rabb Teâla onları (cennete) davet eder. Cehennemin üzerine Sırat
kurulur. Peygamberler arasında, ümmetiyle Sırat'tan ilk geçen ben olurum. O gün
peygamberler dışında kimse konuşmaz. Peygamberlerin o günkü kelamı da:
"Allahümme sellim, Allahümme sellim (Ey Rabbimiz selamet ver, ey Rabbimiz selamet
ver!)" olacak. Cehennemde, deve dikeninin dikenleri gibi kancalar var. Deve dikeninin
dikenlerini gördünüz mü?" diye sordu. Ashab: "Evet!" deyince Aleyhissalatu vesselam devam
etti:
"İşte o kancalar, tıpkı deve dikeninin dikenleri gibidir. Ancak, onların büyüklüğü ne kadardır,
Allah'tan başka kimse bilmez. İnsanlarrı (kötü) amelleri sebebiyle kapar. İnsanların bir kısmı
(kötü) ameli sebebiyle helak olur. Bir kısmı da ateşin içine yıkılır, sonra kurtulur. Allah, ateş
ehlinden kurtarmak istediklerine rahmet etmeyi irade edince, ateş ehlinden Allah'a ibadet
etmiş olanları, ateşten çıkarmaları için meleklere emreder. Melekler bu kimseleri, secde
izleriyle tanırlar. Çünkü Allah Teâla Hazretleri secde mahallinin yakılmasını ateşe haram
etmiştir.
Onlar böylece ateşten çıkarlar. Hepsi de ateşten kavrulmuş vaziyettedir. Üzerlerine hayat suyu
dökülür. Selin getirdiği milli topraktan habbelerin (filiz açıp) bitmesi gibi, suyun değdiği
yerler yeniden bitecek.
Rabb Teâla, sonra, kullar arasındaki hükmünü tamamlayacak. Derken cennetle cehennem
arasında bir kul kalacak. Bu, cennete girmede cehennemliklerin sonuncusudur. Yüzü
cehenneme doğru ilerlerken:
"Ey Rabbim! Yüzümü ateş tarafından çevir! Kokusu beni perişan etti, alevi de beni kavurdu"
diye yalvaracak. Allah Teâla'ya, kendisine dua etmesini dilediği kadar duada bulunacak.
Sonra Allah Teâla Hazretleri:
"Ben bu istediğini versem, bundan başkasını da ister misin?" diye soracak. Adam: "İzzet ve
celâline yemin olsun! Hayır! Bundan başkasını istemem!" diyecek ve istemeyeceği hususunda
Allah'a ahd u misakta bulunacak. (Allah), bunnun üzerine yüzünü ateşten çevirecek. Adam
yüzüyle cennete yönelince ve onun güzelliğini görünce, Allah'ın dilediği bir müddet susacak.
Sonra (dayanamayıp): "Ey rabbim! Beni cennetin kapısına yaklaştır!" diyecek. Allah Teâla
Hazretleri:
"Sen bana istemiş olduğundan başka bir talepte bulunmayacağına dair ahd u misakta
bulunmadın mı? Ey âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin!" diyecek. Adam:
"Ey Rabbim! Mahlukatın en bedbahtı ben olmayayım!" diyecek. Rab Teâla: "Sana bu
istediğin verilse, acaba başka bir şey istemeyecek misin?" der. Adam: "Hayır! İzzetine ve
celaline yemin olsun hayır! Başka birşey istemeyeceğim!" diyecek. Rabbi de onu mazur
addedecek. Çünkü o, sabredilemeyecek bir şeyler görmüştür. Adam, Rabbine, istediği ahd u
misakta bulunur. (Rabbi de) onu cennetin kapısına yaklaştırır. Kapıya yaklaşıp onun
güzelliğini ve içindeki tarâvet ve sürûru görünce, Allah'ın dilediği kadar sesini keser. (Fakat
daha fazla dayanamayıp atılır):
"Ey Rabbim! Beni cennete koy!" der. Rab Teâla:
"Ey âdemoğlu yazık sana! Sen ne dönekmişsin! Sana verilenlerin dışında bir şey
istemeyeceğine dair bana ahd u misâk vermedin mi?" diyecek. Adam: "Ey Rabbim! Beni
mahlukatın en bedbahtı yapma!" diyecek. Allah onun bu haline gülecek. Sonra ona cennete
girmesi için izin verecek ve:
"Dile (ne dilersen)!" diyecek. adam dileyecek. Öyle ki, hiçbir arzusu kalmayacak. Allah yine
de: "Şunları şunları da iste!" deyip, istemesi gereken şeyleri zikredecek. Böylece istenecek
şeyler bitince Allah Teâla Hazretleri:
"Bütün bunlar, bir misliyle sana verilmiştir!" buyuracak."
Ebu Sa'id der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Bütün bunlar, on misliyle birlikte
sana verilmiştir!" dediğini işittim."
Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhid 24; Müslim, İman 299, (182); Tirmizi, Cennet 20,
(2560).
5037 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıyamet günü insanlar üç kere Allah'a arzedilirler: İlk iki arzedilmede cidâl ve özür beyanı
vardır. Ama üçüncü arzedilme esnasında ellerde sahifeler uçuşur, kimisi sağ eliyle, kimisi de
sol eliyle alır."
Tirmizi, Kıyamet 5, (2427).
5038 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam bana: "(Kıyamet günü Allah'ın
kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?" diye sordu. Şu cevabı verdim:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun)
üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: "Şu şu günahlarını biliyor
musun?" Mü'min kul, iki kere:
"Evet ey Rabbim, biliyorum!" der. Rab Teâla da:
"Dünyada iken bunları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!"
buyurur. Sonra ona hasenât defteri verilir. Amma, kâfirlere ve münâfıklara gelince, bunlarla
ilgili olarak, bütün mahlukatın huzurunda:
"Bunlar Allah namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuşlardır).
Haberiniz olsun! Allah'ın lâneti zâlimleredir" diye nida olunur."
Buhari, Mezalim 2, Tefsir, Hud 4, Edeb 60, Tevhid 36; Müslim, Tevbe 52, (2768).
5039 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü! Benim
kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve bana ihanet ediyorlar, bana isyan ediyorlar. Ben de
onlara şetmediyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden (Allah yanında) durumum ne olacak?" diye
sordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kıyamet günü onlar, sana olan ihânetleri, isyanları ve yalanları sebebiyle muhâsebe
olacaktır. Senin onlara verdiğin ceza ise, eğer cezan onların günahları nisbetinde ise,
başabaştır; ne lehine ne de aleyhine olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından az ise bu
senin için bir fazilet olur. Eğer onlara verdiğin ceza günahlarından çok olursa, bu fazla kısım
sebebiyle onlar lehine sana kısas yapılır" buyurdular. Bunun üzerine adam huzurdan çekildi,
ağlamaya ve dövünmeye başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam dedi ki:
"Sen Allah'ın kitabını okumuyor musun? (Bak ne diyor! (Mealen): "Biz Kıyamet gününe
mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa
uğratılmayacaktır. (O şey bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (Mizana koyarız).
Hesapçılar olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47). Adam tekrar:
"Allah'a yemin olsun, ey Allah'ın Resûlü! Ben hem kendim ve hem de onlar için,
ayrılmalarından daha hayırlı bir şey göremiyorum. Seni şahid kılıyorum, hepsi hürdür, (azad
ettim)" dedi."
Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3163).
5040 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
güldüler ve:
"Neye güldüğümü biliyor musunuz?" buyurdular. Biz:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik.
"Kulun Rabbine olan hitabından!" buyurdular ve şöyle devam ettiler:
"Kul şöyle der: "Ey Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı?"
Rab Teâla: "Evet korudum" buyurur. Kul da:
"Fakat ben bugün, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahid olmasını asla istemiyorum"
der. Rabb Teâla:
"Bugün sana tek şâhid olarak nefsin, çok şahid olarak da kirâmen kâtibin kâfidir" buyurur."
Resûlullah devamla dedi ki:
"Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına: "Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber
verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size!
Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der."
Müslim, Zühd 17, (2969).
5041 - İbnu Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Aziz ve celil olan Allah (Kıyamet günü), ümmetimden bir adamı mahlukatın üstünden seçer
ve onun için doksandokuz büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab
Teâla adama sorar: "Bu defterde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhafız
kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?" Kul:
"Ey Rabbim! hayır! (Hepsi doğrudur!)" der. Rabb Teâla sorar:
"(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrrün var mı?" Kul der:
"Hayır! Ey Rabbim!" Aziz ve celil olan Allah:
"Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var. Bugün sana zulüm
yapmayacağız!" buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden resulallah (şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve
şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın elçisidir)" yazılıdır."
Sonra, Rabb Teâla der: "Ağırlığını (yani amellerinin ağırlığını) hazırla!" Kul sorar:
"Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rabb Teâla der: "Sana
zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan'ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine.
Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah'ın ismi yanında
hiçbir şey ağır olamaz."
Tirmizi, İman 17, (2641).
5042 - Ebu Mes'ud el-Bedri radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dendi, biz cahiliye
devrinde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?" Şu cevabı verdiler:
"Müslüman olduktan sonra iyi olana, cahiliye devrinde yaptıklarından sorulmayacaktır. Kötü
amel işleyene, hem İslâm'daki ameli hem de önceki ameli sebebiyle hesap sorulacaktır."
Buhari, İstitabe 1; Müslim, İman 189, (120).
5043 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bir kimseyi (küfür veya günah gibi) bir şeye çağıran hiç kimse yok ki Kıyâmet günü, o
çağırdığı şeyle birlikte tevkif edilmemiş olsun. Mutlaka onunla ayrılmaz şekilde beraberdir.
Bir adam bir adamı (bir şeye) davet etmiş olsa dahi! sonra şu ayeti okudu. (Mealen): "Onları
hapsedin, çünkü onlar mes'ûldürler" (Saffat 24).
Tirmizi, Tefsir, Saffat (3226).
KEVSER HAVZI'NIN, MİZAN'IN VE SIRAT KÖPRÜSÜ'NÜN EVSAFI
5044 - Ebu zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, Kevser havzının kapları
nedir?" Şu cevabı lütfettiler:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onun kapları açık ve karanlık bir
gecede gökteki yıldızlardan daha çoktur. Cennetin kaplarından kim içerse artık ömrünün
sonuna kadar hiç susamaz. Havzın cennetten çıkan iki oluğu gürül gürül akar. Genişliği
uzunluğuna denktir. Bu da Ammân'dan Eyle'ye olan mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz,
baldan daha tatlıdır."
Müslim, Fezail 36, (2300); Tirmizi, Kıyamet 16, (2447).
5045 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Her peygamberin bir havzı vardır. Ümmeti oraya su almaya gelir. Peygamberlerin her biri,
hangisinnin suya geleni çok diye övünürler. Su almaya gelen ümmeti en çok olan
peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum."
Tirmizi, Kıyamet 15, (2445).
5046 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a "Kevser
nedir?" diye sorulmuştu.
"Cennette bir nehirdir. Allah onu bana verdi. O, sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onda
(nehirde) bir kuş vardır, boynu deve boynuna benzer!" buyurdular. Hz. Ömer atılarak:
"Öyleyse o müreffehtir!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
"Onu yiyen, ondan da müreffehtir!" buyurdular."
Tirmizi, Kıyamet 15, (2445).
5047 - Hz. Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ben havza ilk geleniniz olacağım!"
Buhari, Rikak 53; Müslim, Fezail 25, (2289).
5048 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ben Havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kimseler yükseltilip
(gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler.
"Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım!" derim. Ama bana:
"Senden sonra bunların ne bid'alar yaptıklarını sen bilmezsin!" denilir. Ben de:
"Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!" derim."
Buhari, Rikak 53, Fiten 1; Müslim, Fezail 32, (2297).
5049 - Müslim'in diğer bir rivayetinde Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim Havz'ın başında yanıma gelecek. Ben, tıpkı devesinden başkasının devesini kovan
bir kimse gibi, havzımdan (bazı) insanları kovarım!" Yanımdakiler:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bizi tanıyacak mısınız?" dediler.
"Evet buyurdu. Sizin, başkasından olmayan bir alâmetiniz olacak. Sizler yanıma alın ve
abdest uzuvlarında, abdestin eseri olan bir nurla geleceksiniz. Ancak sizden bir grup benden
engellenecek, onlar bana ulaşamayacaklar. Ben: "Ey Rabbim onlar benim Ashabım, onlar
benim Ashabım!" diyeceğim. Ama bir melek bana cevap verip:
"Senden sonra onlar ne bid'alar ortaya çıkardılar biliyor musun?" diyecek."
Müslim, Taharet 37, (247).
Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Havuzum Eyle ile Aden arasındaki mesafeden daha
geniştir. Onun rengi kardan daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Onun maşrabaları yıldızlardan
daha çoktur."
5050 - Yezid İbnu Erkâm radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Siz (ashabım), Havzın başında yanıma gelenlerin yüzbin cüzünden sadece bir cüzünü teşkil
edeceksiniz!" Yezid'e: O gün siz ne kadardınız?" diye soruldu da. "Yediyüz veya sekizyüz
kadardık!" diye cevap verdi."
Ebu Davud, Sünnet 26, (4746).
5051 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün), ey Allah'ın Resûlü! Kıyamet günü bana
şefaat edin!" dedim.
"İnşallah yapacağım!" buyurdular. Ben tekrar:
"Sizi nerede arayıp bulayım?" dedim.
"Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!" buyurdular.
"Size (orada) rastlayamazsam?" dedim.
"Mizan'ın yanında beni ara!" buyurdular.
"Orada da size rastlayamazsam?" dedim.
"Öyleyse beni Havz'ın yanında ara! Zira ben üç mevkinin dışına çıkmam!" buyurdular."
Tirmizi, Kıyamet 10, (2435).
5052 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm:
"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
"Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak
mısınız?" dedim.
"Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi
öğreninceye kadar; Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye
kadar: Sağına mı soluna mı; yoksa arkasına mı? Sırat'ın yanında; cehennemin iki yakası
ortasına kurulunca; bunu geçinceye kadar."
Ebu Davud, Sünen 28, (4755).
ŞEFAAT
5053 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı
yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak
üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan
ölenler nâil olacaktır."
Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212);
Tirmizi, Da'avat 141, (3597).
5054 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir."
Tirmizi, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, zühd 37, (4310).
Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Câbir radıyallahu anh dedi ki: "Kebâir (büyük günah) ehli
olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"
5055 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip:
"Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise:
"Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır" diyecek.
İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da:
"Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır!"
diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da:
"Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin!" diyecek.
Böylece bana gelecekler. Ben onlara:
"Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep
edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ınilham edeceği ve şu anda muktedir
olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye
kapanacağım. Rabb Teâla:
"Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu
ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!"
buyuracak. Ben de:
"Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Rabb Teâla: "(Çabuk onların
yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten
çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u
senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı
söylenecek. Ben de: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:
"Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek.
Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi
yapacağım. Bana, evvelki gibi:
"Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp:
"Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:
"Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı olanları da ateşten çıkar!"
denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o
hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed!
Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et,
şefaatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de: "Ey Rabbim! bana Lailâhe illallah diyenlere
şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teâla:
"Bu hususta yetkin yok! -veya: "Bu hususta sana izin yok!- Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm
ve azametim hakkı için lailâhe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."
Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).
5056 - Yine Sahiheyn ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den kaydettikleri bir rivayet şöyledir: "Biz
bir davette Resûlullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan bir parça) ikram
edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:
"Ben Kıyamet günü âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor
musunuz? (Açıklayayım:) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan
onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül
edemeyecekleri ve tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:
"İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor
musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine:
"Babanız Âdem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni
kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine
senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.)
Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni
görmüyor musun?" derler. Âdem aleyhisselâm da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca
yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. (Ben cennette iken işlediğim günah
sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim!
Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh
aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul
(abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza
gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?"
diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da
böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua
olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a
gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey İbrahim! Sen allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin
nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim
aleyhisselam onlara:
"Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar
öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan
söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek:
"Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam'a gidin!" İnsanlar, Hz.
Musa aleyhisselam'a gelecekler ve:
"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan
üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?"
diyecekler. Hz. Musa da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi
ile emrolunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana
yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!"
diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir
ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et!
İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da:
"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar
öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka
rivayette:) "(Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana
yeter!") Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatu
vesselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'a gelecekler, -bir
diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve:
"Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah
seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte
bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın
altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye
açmadığı medh u senâları benim için açacak (Ben onlarla Rabbime medh u senâlarda
bulunacağım). Sonra:
"Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin
yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey
Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki
kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek."
Resûlullah sonra şöyle buyurdular:
"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki
kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki
mesafe kadardır."
Buhari, Enbiya 3, 8, Tefsir, Beni İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizi, Kıyamet 11,
(2436).
Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: (Hz. İbrahim,
(insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah'a şefaat talebinde bulunmasına
mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En'am 76) sözünü,
atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü
yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten hastayım" (Saffat 89) sözünü
zikretti."
5057 - Yezîd İbnu Süheyb el-Fakîr anlatıyor: "Hâricilerin görüşlerinden biri içime işlemişti,
Haccetmek, sonra da (propaganda yapmak üzere) insanların karşısına çıkmak arzusuyla,
kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Medine'ye uğradık. Orada Câbir İbnu Abdillah
radıyallahu anh, insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben: "Ey
Resûlullah'ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun? Halbuki Allah Teâla Hazretleri: "(Ey Rabbim!)
Ateşe kimi atarsan mutlaka onu rezil-rüsvay edersin" (Âl-i İmran 192); "Ateşten her çıkmak
isteyişlerinde oraya geri çevrilirler" (Secde 20) buyurmaktadır" dedim. Hz. Câbir:
"Sen Kur'ân'ı okuyor musun?" dedi. Ben de:
"Evet!" dedim.
"Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!" dedi ve sonra ilave etti:
"Sen, Allah'ın Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'ı dirilteceği Makam-ı Mahmud'u işittin
mi?"
"Evet!" dedim. Dedi ki:
"O, Muhammed aleyhissalâtu vesselam'a mahsus mahmûd makamdır. Allah Teâla Hazretleri
o makamın hatırına, cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!"
(Hz. Câbir) sonra, Sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini tavsif etti.
Biz:
"Bu ihtiyarın, Aleyhissalâtu vesselâm hakkında yalan söyleyeceğini mi zannedersiniz?" dedik
ve Hâricilikten rücû ettik. Hayır! Vallahi bizden bir kişiden başka, Hâricilikte kalan olmadı."
Müslim, İman 320, (191).
5058 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü, cehennemliklerin, dünyada en müreffeh olanı getirilerek ateşe bir kere
batırılacak. Sonra:
"Ey ademoğlu denilecek. (Cehennemde) hiç nimet gördün mü? Sana hiç hayır uğradı mı?"
"Hayır! Ey Rabbim, vallahi hayır!" diyecek. Sonra cennetliklerden dünyüdü en fakir olan
getirilecek. O da cennete bir sokulup çıkarılacak ve kendisine:
"Ey âdemoğlu (cennette) hiç fakirlik gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi?" denilecek. O da:
"Hayır! Vallahi ya Rabbi! Başımdan hiç fakirlik geçmedi, hiçbir sıkıntı çekmedim" diyecek."
Müslim, Münafıkûn 55, (2807).
5059 - Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla Hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe:
"Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azabdan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir
miydin?" diye soracak. Adam: "Evet!" diyecek. Rabb Teâla bunun üzerine:
"Sen daha Hz. Âdem'in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: "Bana hiçbir
şeyi ortak kılma da seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım" demiştim. Sen buna
yanaşmadın, şirke girdin" buyuracak."
Buhari, Rikak 51, 49, Enbiya 1; Müslim, Münafikûn 51, (2805).
5060 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde oldukları zaman ölüm getirilir.
Cennetle cehennemin arasına konup orada kesilir. Sonra bir münadi nida eder:
"Ey ehl-i cennet! Artık ebediyet var, ölüm yok! Ey ehl-i nâr! Artık ebediyet var, ölüm yok!
Cennetliklerin sürûru bununla daha da artar. Cehennemliklerin de hüznü artar."
Buhari, Rikâk 50, 51; Müslim, Cennet 43, (2850).
KIYAMET ALAMETLERİ
7182 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Fırat nehri, altından bir dağı ortaya çıkarmadıkça Kıyamet kopmayacaktır.
İnsanlar o altın sebebiyle öldürülecek. Öyle ki on insandan dokuzu öldürülecektir."
7183 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Mal dolup taşmadıkça, fitneler zuhür etmedikçe ve herc (haksız, sebepsiz
öldürmeler) artmadıkça Kıyamet kopmayacaktır." Orada bulunanlar: "Herc nedir, ey Allah'ın
Resülü?" dediler. Aleyhissalatu vesselam: "Öldürmedir! Öldürmedir! Öldürmedir!" diye üç
kere tekrar etti."
KUR'AN VE (DİNLE İLGİLİ) İLİMLERİN YOK OLMASI
7184 - Ziyâd İbnu Lebîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm bir şey
anlatarak: "İşte bu şey, ilmin gitme anlarında olur" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler
Kur'ân'ı okur olduğumuz, evladlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına
okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim. Aleyhissalatu vesselâm:
"Anasız kalasıca Ziyâd! Ben seni, Medine'nin en fakihlerinden biri bilirdim. Şu, (gözümüzün
önündeki) yahudi ve hıristiyanlar kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların
içinde bulunanlarla amel ediyorlar mı? (Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata
geçirmekte, yaşamakta ve tatbik etmektedir)" buyurdular."
7185 - Huzeyfe İbnu'I-Yemân radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
Elbisenin nakşı silinip gittiği gibi İslâm da silinip gidecek. Öyle ki oruç nedir, namaz nedir,
hacc nedir, sadaka nedir? bilinemeyecek. Bir gecede AIlah'ın kitabı götürülecek, ondan
yeryüzünde hiçbir şey kalmayacak. Çok yaşlı ihtiyar erkek ve kadınlardan birkısım insanlar
sağ kalıp: "Biz babalarımıza lâ ilâhe illallah kelimesi üzerine yetiştiğimiz için bu kelimeyi
söyleriz" diyecekler."
Huzeyfe bu hadisi anlatınca orada bulunan Sıla radıyallahu anh kendisine: "O yaşlılar namaz
nedir, oruç nedir, hacc nedir, sadaka nedir bilmezken "Lâ ilâhe illallah" kelimesi onlara bir
fayda sağlar mı?" dedi. Huzeyfe (bu söze) cevap vermedi. Ama Sıla bu sorusunu üç kere
tekrarladı.. Her seferinde Huzeyfe onun sorusuna cevaptan kaçındı. Sonunda üçüncü tekrar
üzerine Sıla'ya yönelerek: "Ey Sıla kelime-i tevhid onları (hiç olsun ebedî) cehennemden
kurtarır" dedi ve bunu üç kere tekrar etti."
EMANETİN GİDİŞİ
7186 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Aziz ve celil olan Allah, bir insan helak etmek istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır.
Hayası bir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın.
Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o,
güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve
herkesce hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak
rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı
vakit artık ona (Allah'ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen
kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır."
KIYAMETİN BÜYÜK ALÂMETLERİ
7187 - Hz. Enes İbnu Ma'lik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Şu altı şeyden önce (ahirete bakan) iyi ameller işlemekte acele edin: "Güneşin
battığı yerden doğması, Duhân, dâbbetü'l-arz,Deccâl, herbirinize mahsus olan ölüm ve (sizin
salih amelinize mani olacak) âmme hizmeti."
7188 - Ebu Katade radıyallahu anh arılatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki: "(Kıyametin büyük) alâmetleri ikiyüz (senesin)den sonra gelecektir."
7189 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetim beş tabakadır: İlk kırk yıl, hayır ve takva ehlidir. Bunu takip edenler yüzyirmi
yılına kadardır. Bunlar merhamet sahibi, sıla-i rahme değer veren kimseler olacak. Sonra
yüzaltmış yılına kadar olanlar birbirlerine sırt çevirirler, aralarındaki (kardeşlik bağlarını)
koparırlar. Sonra da birbirlerini öldürme devri gelir. O devirde kurtuluş isteyin, kurtuluş!"
Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka kırk yıldır. Benim tabakam ve ashabımın tabakası
ilim ve iman ehli insanların tabakasıdır. İkinci tabaka kırk ile seksen yılı arasındaki
(insanların) tabakasıdır, bunlar hayır ve takva ehli insanlardır..." (Hz. Enes, sonra hadisi
yukarıdaki şekilde tamamladı.)"
7190 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kıyametin kopmasına yakın (bazı insanlar günahları sebebiyle) "mesh"e
(hayvan süretine çevrilme), "hasf"e (yere batma) ve "kazf'e (taşlanma azabı) uğrayacaktır."
7191 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ümmetimde hasf, mesh ve kazf olacaktır."
DABBETU'L-ARZ
7192 - Abdullah İbnu Büreyde radıyallahu anhüma babası (Büreyde)'den naklediyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni, Mekke'ye yakın badiyedeki bir yere götürdü. Burası
kuru bir yerdi, etrafı da kumdu. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Dâbbetu'l-arz bu yerden
çıkacak" buyurdu. İşaret edilen yerin eni ve boyu birer karıştı."
İbnu Büreyde dedi ki: "Bundan yıllar sonra haccettim. Babam (o sahanın en ve boy
uzunluğunda bir asasını bize gösterdi. Baktım ki, o asa benim bu âsam ile şu ve bu kadardır."
YE'CÜC VE ME'CÜC
7193 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular
ki:
"Ye'cüc ve Me'cüc (seddi) her gün kazarak nihayet güneşin ışığını görmeye yakın,
başlarındaki kişi onlara: "Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!" der. Allah Teâla
hazretleri, sabah oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri
doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine göndermek
istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını görecekleri gedik açılacağı
zaman, başlarındaki "haydi dönün inşaallah yarın kazmaya devam ederiz" diyecek. Onlar da
"inşaallah!" diyecekler; ertesi günü gelecekIer. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar.
Yine kazacaklar, bu sefer insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler.
İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları,
üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Yecüc ve Mecüc: "Biz yeryüzündeki insanları
kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık" diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat
olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek."
Resülullah aleyhissalatu vesselam devamla dedi ki: "Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e
yemin olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice
semirecek ve memeleri sütle dolacaktır."
7194 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Mirac gecesinde, Resülullah
aleyhissalâtu vesselam Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile karşılaştı. Kıyameti aralarında
müzakere ettiler. Önce Hz. İbrahim aleyhisselâm'dan başlayıp ona Kıyametten sordular. Onun
Kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hz. Musa aleyhisselam'a sordular.
Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hz. İsa aleyhisselâm'a geldi. O: "Kıyametin
kopmasına yakın şeyler (alametler) hakkında bana bilgi verildi. Ama Kıyametin kopma
(vaktini) Allah'tan başka hiç kimse bilemez" dedi. Sonra (Kıyametin alâmetlerin en biri
olarak) Deccal'in çıkmasını anlattı. Şunları söyledi: "Sonra ben inip onu öldüreceğim ve
bundan sonra halk memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc
çıkacak ve her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip
tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat
ederek Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü öldürmesi için Allah'a dua
edeceğim. (Duâm kabul görecek) ve yer onların (leşlerinin) kokusu ile çok pis kokacak. Ben
yine Allah'a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır.
Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp
genişletilecek.
İşte söylenen bu hal vuküa gelince, insanlara yakınlığı itibariyle Kıyametin, ev halkı ne zaman
doğumu ile aniden karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana bildirildi."
Râvi el-Avvam demiştir ki: "Bunun tasdiki Kitabullah'da bulunmuştur (Meâlen): "Nihayet,
Ye'cüc ile Me'cüc'ün önündeki sed açıldığında, her tepeden saldırmağa başlarlar" (Enbiya 96).
MEHDİ'NİN ÇIKMASI
7195 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanında iken Beni Hâşim'den bir grub genç geldi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları
görünce, gözleri yaşla doldu ve rengi değişti. Ben: "(Ey Allah'ın Resülü!) Şimdiye kadar,
mübarek yüzünüzde hoşumuza gitmeyen bir manzara hiç görmemiştik, (şimdi ne oldu da bizi
üzen bir ifade ile karşılaşıyoruz?)" dedim. Şu cevabı verdiler:
"Biz öyle bir Ehl-i Beytiz ki, Allah bizim için dünyaya mukabil ahireti tercih etmiştir. Benim
Ehl-i Beytim benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne maruz kalacak. Nihayet, meşrık (doğu)
tarafından beraberlerinde siyah bayraklar olan bir kavim gelecek. Bunlar hayır (saltanat)
isteyecekler, fakat istekleri yerine getirilmeyecek. Bunun üzerine onlar savaşacak. Allah
onlara yardım edecek. Bundan sonra istedikleri (hükümdarlık) kendilerine verilecek. Ne var
ki, onlar bunu kabul etmeyip emirliği Ehl-i Beytim'den bir adama tevdi edecekler. Bu (Emîr)
de, insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle
dolduracaktır. Artık sizden kim o güne yetişirse kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa
onlara varsın (katılsın)" buyurdu."
7196 - Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Reslülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Sizin hazinenizin yanında üç kişi kavga edecek: Üçü de bir halifenin evladıdır. (Halifelik)
bunların hiçbirine nasip olmayacaktır. Sonra meşrık (doğu) cihetinden siyah bayraklar
(taşıyan bir ordu) zuhur edecek, hiçbir kavmin öldürmediği şekilde sizi öldürecek."
Ravi der ki: "Sonra (Aleyhissalâtu vesselam) ezberde tutamadığım bir şey daha söyledi. Son
olarak da: "Onları görünce onlara derhal biat edin, kar üzerinde emekleyerek de olsa!"
buyurdular. Çünkü o, Allah'ın halifesidir, Mehdidir."
7197 - Hz. Ali anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mehdi bizden,
ehl-i Beyt'imizdendir. Allah onu bir gecede ıslah eder (yani tevbesini kabul eder, hizmetini
yapacak hale getirir. Doğruyu ilham eder ve muvaffak kılar)".
7198 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Biz Abdulmuttalib'in oğullarıyız. Cennet ehlinin efendileriyiz: Ben, Hamza, Ali, Cafer,
Hasan, Hüseyin ve Mehdi."
7199 - Abdullah İbnu'l Haris İbni Cez'iz-Zübeydi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Doğudan birtakım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin
hazırlayacak" buyurdular. O Mehdi'nin hakimiyetini kastediyor."
MEZAHİM (ŞİDDETLİ SAVAŞLAR)
7200 - Zî Muhmer radıyallahu anh'a müslümanların Rumlarla yapacağı savaş sorulunca,
Resülullah'tan şu hadisi nakletmiştir: "Rumlar sizlerle emin bir sulh antlaşması yapacaklar.
Sonra, siz ve onlar (başka) bir düşmanla savaşacaksınız ve zafer kazanıp ganimet mallarını
alıp (savaştan) salimen galip çıkacaksınız. Sonra savaş yerinden ayrılıp tepeleri bulunan bir
çayırlıkta mola vereceksiniz. Orada haç ehlinden (hıristiyanlardan) bir adam haçı havaya
kaldırarak: "Haç galip oldu" diyecek, müslümanlardan bir adam kızarak kalkıp (adamın
elindeki) haçı kırıp ezecektir. İşte o zaman Rumlar sulh antlaşmasını bozarak şiddetli bir
savaş için toplanacaklar."
İbnu Mâce, bu hadisin, kendisine bir başka vecihten de ulaştığını, hadisin o vechinde şu
ziyadenin olduğunu belirtir: "(Rumlar) şiddetli bir savaş için toplanacaklar. O zaman onlar
seksen sancak altında oldukları halde gelirler ve her sancakta onikibin asker vardır."
7201 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Şiddetli savaşlar vuküa geldiği zaman Allah mevaliden (Arap olmayan
müslümanlar) öyle bir ordu gönderecek ki atlarının cinsi yönünden Arapların en kıymetlisi ve
silah yönünden onların en iyisi olup Allah, İslâm dinini onlarla te'yid (takviye) edecektir."
7202 - Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Müslümanların silahlarını koydukları yerin en yakını Bevlâ'da olmadıkça
kıyamet kopmaz."
Aleyhissalâtu vesselâm sonra: "Ey Ali, ey Ali, ey Ali!" diye nida etti. (Hz. Ali)
"Annem babam sana kurban olsun, (buyurun ey Allah'ın Resülü!)" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Muhakkak ki, sizler Benî Esfar'la (Rumlarla) savaşacaksınız. Sizden
sonra gelecek müslümanlar da onlarla savaşacaklar. Nihayet Allah yolunda hiçbir kınayanın
kınamasından korkmayan seçkin müslümanlar olan Hicaz halkı onlarla savaşa çıkacaklar.
Konstantin'i tesbih ve tekbirlerle fethedecekler. Onlar daha önce benzerini elde etmedikleri
ganimetler elde edecekler. Öyle ki (dirhem ve dinarları sayıyla değil, kalkanla ölçerek taksim
edecekler. Bu sırada biri gelip şöyle diyecek: "Memleketinizde mesih çıktı: "Bilesiniz bu
haber yalandır. Artık o haberi tutan (inanan) da pişmandır, terkeden (inanmayan) da
pişmandır."
TÜRKLERLE SAVAŞ
7203 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet
kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış
kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını
hurma ağaçlarına bağlarlar."
KIYAMET GÜNÜ ALLAH'IN RAHMETİ
7286 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
"Aziz ve celil olan Allah semâvat ve arzı yarattığı gün, yüz rahmet yaratmıştır. Bunlardan
birini arza indirmiştir. İşte bunun sayesinde bir anne çocuğuna karşı şefkat duyar, hayvanlar,
kuşlar birbirlerine şefkat duyarlar. Allah geri kalan doksandokuz rahmeti, Kıyamet günü için
(kendine) saklamıştır. Kıyamet gününde onları bu rahmetle yüze tamamlayacak."
7287 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Gazvelerinin birinde Resulullah
aleyhissalatu vesselâm'la beraberdik. Derken bir kavme uğradı. "Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Bizler müslümanlarız!" dediler. Bir kadın tandırına yakacak atmakla meşguldü ve yanında
bir oğlu vardı. Tandırın alevi yükselince kadın çouğu uzaklaştırdı. Sonra kadın, Resülullah
aleyhissalâtu vesselam'ın yanına geldi ve: "Sen Allah Resulüsün öyle mi ?"dedi. Aleyhissalâtu
vesselam: "Evet!" deyince, "Annem ve babam sana feda olsun! Allah Erhamü'r-Rahimin (yani
merhametli olanların en merhametlisi) değil mi?" dedi. Kadın, "Evet!" cevabını alınca bu
sefer: "Allah'ın kullarına olan rahmeti, annenin yavrusuna olan merhametinden daha fazla
değil mi?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm yine: "Elbette!" buyurdu. Kadın: "Anne
çocuğunu asla ateşe atmaz! (daha merhametli olan Allah kullarını nasıl cehenneme atar?)"
dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselâm ağlayarak başını eğdi. Sonra başını kadına doğru
kaldırarak: "Şüphesiz Allah, hak yoldan sapıp O'na itaat etmeye tenezzül etrneyen ve tevhid
kelimesini söylemekten imtina eden azgın kulundan başka kullarına azab vermeyecektir"
buyurdu."
7288 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Ateşe sadece şakî olanlar girecektir." Ashab: "Ey Allah'ın Resulü! Şaki kimdir?" diye
sordu. Aleyhissalâtu vesselam: "Allah için hiçbir ibadette bulunmayıp, hiçbir günahı
terketmeyen kimsedir" diye cevap verdi."
KEVSER HAVZI
7289 - Ebu Sa'î'di'I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Benim bir havuzum var. Genişliği Ka'be'den Beytu'l-Makdis'e kadar uzanır.
Suyu süt misali bembeyaz. Yıldızlar adedince susakları var. Şurası muhakkak ki, Kıyamet
günü ben, peygamberler arasında ümmeti sayıca en çok olan kimseyim."
ŞEFAAT
7290 - Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki: "Ben, ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaat (sahibi olmam) arasında
muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha şümullü ve ümmetimin
(toptan kurtuluşuna) daha yeterlidir. Şefaati siz müttakilere mahsus mu biliyorsunuz? Hayır!
O muttakiler değil günahkârlar, hatalılar ve pis işlere karışan (müslüman)lar içindir."
KİBİR VE UCUB
________________________________________
5180 - Ebu Said ve Ebu Hureyre radıyallahu anhümâ anlatıyorlar: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle dedi: "Büyüklük ridâmdır, izzet de izarımdır. Kim bu iki şeyde
benimle niza ederse ona azab veririm."
Müslim, Birr 136; Ebu Dâvud, Libas 29, (4090).
5181 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Kalbinde
zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!" buyurmuştu. Bir adam: "Kişi
elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm
da: "Allah Teâla hazretleri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların
tahkiridir" buyurdular."
5182 - Bir diğer rivayette: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme
girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez."
Müslim, İman 147; Ebu Dâvud, Edeb 29. (4091); Tirmizi, Birr 61, (1999).
5183 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yakışıklı bir adam Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek: "Ben güzelliği seviyorum. Gördüğünüz gibi bana güzellik de
verilmiş. Kimsenin beni, ayakkabı bağı bile olsa bu hususta geçmesinden hoşlanmıyorum. Ey
Allah'ın Resülü! Bu (haram olan) kibre girer mi?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır! buyurdular. Ancak kibr, hakkı ibtal, halkı tahkirdir!"
Ebu Dâvud, Libas 29, (4092).
5184 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kıyamet günü, mütekebbirler küçük karıncalar gibi haşrolunurlar. Onları her yönden zillet
bürümüştür. Cehennemde Bûles denen bir hapishâneye sevkedilirler Ateşlerin ateşi onları
bürür. Cehennem ehlinin irinleri kendilerine içecek olarak verilir. Bu içeceğe tînetu'l-habâl
denir."
Tirmizi, Kıyamet 48, (2494).
5185 - Selemetu'bnu'I-Ekvâ' radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kişi kendisini (halktan büyük görüp) uzak tuta tuta cebbarlar arasına kaydedilir de onların
başına gelen musibete düçar olur."
Tirmizi, Birr 61, (2001).
5186 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdadlarıyla övünmekten
vazgeçerler, yahut da Allah katında, burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden daha adi
bir derekeye düşerler. Allah Teâlâ hazretleri sizlerden cahiliye kibrini temizledi. Artık o,
muttaki bir mü'min yahut bedbaht bir,fâcirdir. İnsanların hepsi Hz. Âdem'in evlatlarıdır.
Adem ise topraktan yaratılmıştır."
Ebu Dâvud, Edeb 120, (5116); Tirmizi, Menâkıb (3950, 3951).
5187 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah, Kıyamet günü, büyüklenerek elbisesini sürüyenin yüzüne bakmayacaktır."
Bir diğer rivayette: "Elbisesini çalımla sürüyene bakmayacaktır" denmiştir.
Buhâri, Libas 1, 2, 5, Fezâilu'l-Ashab 5, Edeb 55; Müslim, Libas 42, (2085); Muvatta, Libas
11; (2, 914);.Tirmizi, Libas 8, (1730); Nesâi, Zinet 102, (8, 206); Ebu Dâvud, Libas 28,
(4085).
5188 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim namazda izarını (gömleğini) çalımla yere değecek kadar uzatırsa, Allah onun ne
günahını affeder, ne de onu kötü amellere karşı korur."
Ebu Dâvud, Salât 83, (637).
5189 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir takım elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken
yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada
zorlukla batmaya devam edecek."
Buhâri, Libâs 5; Müslim, Libâs 49, (2088).
5190 - Câbir İbnu Atik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kıskançlıktan bir nevi var ki Allah sever; bir kısmı da var ki Allah onu sevmez. Allah'ın
sevdiği kıskançlık, kişinin (mehariminden haram kılınmış bir fiil görmesi ile) şüphe halinde
duyduğu kıskançlıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık, şüphe olmadan kıskançlık duymasıdır.
Aynı şekilde birkısım gurur vardır ki Allah hoşlanmaz, birkısmı da var, Allah hoşlanır. Allah
Teâlâ'nın sevdiği gurur, kişinin savaş sırasında ve sadaka verme esnasında nefsine güvenerek
duyduğu gururdur. Allah'ın buğzedip sevmediği gurur ise, taşkınlık ve övünme sırasında
duyduğu gururdur."
Ebu Dâvud, Cihâd 114, (2659); Nesâi, Zekât 66, (5, 78).
5191 - Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh demiştir ki: "Benim hakkımda "Sende kibr var"
diyorsunuz. Ben eşeğe binmiş, (dikişsiz) kumaşı (elbise olarak) sarınmış, keçiyi sağmış
birisiyim. Üstelik Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana: "Bun(lar)ı yapan kimsede hiçbir
kibir bulunmaz" buyurdular."
Tirmizi, Birr 61, (2002).
KİŞİYİ İYİ SIFATLARIYLA ANMA
________________________________________
7260 - Ebu Züheyr es-Sakafi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
bize, Nebavet veya Benavet'te -ravi dedi ki: Benave, Taif'te bir yerdir- hitapta bulundu ve dedi
ki: "Cennet ehlini cehennem ehlinden tefrik edip bileceğiniz zaman yakındır." Ashab: "Ne ile
bileceğiz ey Allah'ın Resülü?" dediler. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:
"(Kişiler hakkında yapacağınız iyilikle anma ve kötülükle anma suretiyle, sizler, birbirinize
karşı Allah'ın şahitlerisiniz, (sizin hayırla yâdettikleriniz cennetliktir, zemmederek,
kötülüyerek andıklarınız da cehennemliktir)."
7261 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'a: "Yaptığım işin iyilik veya kötülük olduğunu nasıl anlayabilirim?" diye sordu.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Komşunun "iyi yaptın!" dediğini işitirsen iyilik yaptın demektir.
Eğer "kötülük yaptın!" dediklerini işitirsen, kötülük yaptın demektir" buyurdular."
7262 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Cennetlik kişi o kimsedir ki, Allah kulağını hakkında halkın hayırlı
övgüleriyle doldurmuştur, kendisi de hayırla yadedildiğini işitir. Cehennemlik olan da, kendi
kulakları, halkın hakkındaki kötü anmalarıyla dolan ve bunu bizzat işiten kimsedir."
KİTABU'Z-ZİKR
________________________________________
1916 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. AIIahu
Teâlayı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar.
(Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -
onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:
"Kullarım ne diyorlar?"
"Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar.
Sana tazim (temcid) ediyorlar" derler. Rabb Teâla sormaya devam eder:
"Onlar beni gördüler mi?"
"Hayır!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?"
"Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla
ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar:
"Onlar ne istiyorlar?"
"Senden, derler, cennet istiyorlar."
"Cenneti gördüler mi?" der.
"Hayır ey Rabbimiz!" derler.
"Yagörselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona
daha çok rağbet gösterirlerdi." AIlah Teâla sormaya devam eder:
"Neden istiâze ediyorlar?"
"Cehennemden istiâze ediyorlar" derler.
"Onu gördüler mi ?" der.
"Hàyır Rabbimiz, görmediler!" derler.
"Yagörselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı" derler.
Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:
"Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!"
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı:
"Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkar kul dahi var. Bu onlardan
değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla.. "Onu da affettim, onlar öyle
bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur."
Buhâri, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2689); Tirmizi, Daavât 140, (3595).
1917 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise
AIIah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada AIIah'ı zikretmezse, ona
AIIah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnada Allah'ı zikretmese,
Allah'tan ona bir noksanlık vardır."
Ebü Davud Edeb 31. (4856) 107,(5059); Tirmizi, Daavat 8, (3377); Hadisin metni Ebü
Davud'a aittir. Sondaki ziyade İbnu Hibbân'ın Mevârid'inden alınmadır (2319).
1918 - Ebü Müslim eI-Eğarr (rahimehullah) diyor ki: "Ben şehâdet ederim ki Ebü Hüreyre ve
Ebü Said (radıyallâhu anhümâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'in şöyle söylediğine
şehâdet ettiler: "Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar,
AIlah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük
melek)lere anar."
Müslim, Zikr 39, (2700); Tirmizi, Daavât 7, (3375).
1919 - Hz. Ebü Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde AIIah zikredilmeyen
evlerin misâli, diri ile ölünün misali gibidir."
Buhâri, Daavât 66; Müslim, Salâtü'l-Müsâfırin 211, (779).
1920 - Hz. Ebü Hüreyre'nin rivâyetinde şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben
öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu
içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı
bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın
yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim."
Buhâri, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizi, Daavât 142, (3598).
1921 - Ebü Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ue uyku bastırıncaya kadar AIIah'ı
zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da AIIah'tan dünya veya âhiret hayırlarından
bir şey isterse AIIah Teâla, istediğini mutlaka ona verir."
Tirmizi, Daavât 100, (3525).
1922 - Hz. Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kul, kendini Allah'ın azabından
kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli işlememiştir."
Muvatta, Kur'ân 24, (1, 11); Tirmizi, Daavât 6, (3374); İbnu Mâce, Edeb 53, (3790).
KORKU BÖLÜMÜ
________________________________________
1650 - Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim korkarsa akşam karanlığında yol alır. Kim akşam karanlığında yol alırsa
hedefine varır. Haberiniz olsun Allah ın malı pahalıdır, haberiniz olsun Allah'ın malı
cennettir."
Tirmizî, Kıyâmet 19, (2452).
1651 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere
olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu:
"Kendini nasıl buluyorsun?"
"Ey Allah'ın Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap
verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir
kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve
korktuğu şeyden de onu emin kılar."
Tirmizî, Cenâiz 11, (983); İbnu Mâce, Zühd 31, (4261).
1652 - Hz. Aişe (radıyallâhu anh ) diyor ki: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ciddi
bir şekilde, küçük dili görünecek derecede güldüğünü görmedim. O, sadece tebessüm ederdi."
Buhârî, Tefsir, Ahkâf 2, Edeb 68; Müslim, İstiska 16, (899); Ebu Dâvud, Edeb 113, (5098,
5099); Trimizî, Tefsir, Ahkâf, (3254).
Buhârî'in bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir bulut
görecek olsa bu yüzünden bilinirdi. Ben (bir seferinde):
"Ey Allah'ın Resûlü, halk bir bulut görecek olsa, yağmur getirebilir ümidiyle sevinir, halbuki
sen bir bulut gördüğünde üzüldüğünü yüzünden okuyorum, sebebi nedir?" diye sordum. Bana
şu cevabı verdi:
"Ey Aişe! Bunda bir azab bulunmadığı hususunda bana kim te'minat verebilir? Nitekim
geçmişte bir kavm rüzgarla azaba uğratılmıştır. O kavim azabıgördükleri vakit: "Bu
gördüyümüz, bize yağmur getirecek bir buluttur" demişlerdi."
1653 - Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak
da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah'a
secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse
idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere
dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz."
Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti:"Keşke sökülen bir ağaç olsaydım." Tirmizî, Zühd 9,
(2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).
1654 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mü'min, Allah indindeki ukubeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer
kâfir Allah'ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi. "
Rezîn ilavesidir. Hadis'i Müslim tahric etmiştir: Tevbe 23, (2755); Keza, Tirmizî de tahric
etmiştir: Da'avât 108, (3536).
1655 - Ebû Bürde Âmir İbnu Ebî Mîsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bana, Abdullah İbnu
Ömer (radıyallâhu anhüma):
"Biliyor musun babam babana ne demiş?" diye sordu. Ben: "Bilmiyorum" dedim. Bunun
üzerine:
"Babam, senin babana: "Ey Ebu Musâ! Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la olan İslâmımız,
onunla olan hicretimiz, onunla olan bütün amellerimiz bizim için sâbit ve devamlı olsa, ondan
sonra işlediğimiz amellerin de herbirinden başa baş kurtulsak bu seni memnun eder mi?" dedi.
Baban, babama şu cevabı verdi:
"Vallahi hayır! Biz ondan sonra cihad yaptık, namaz kıldık, oruç tuttuk, çok hayırlar işledik.
Bizim elimizde çok insan Müslüman oldu. Biz bütün bunların ecrini ümid ediyoruz." Babam
tekrar dedi ki:
"Fakat ben, Ömer'in ruhu yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bunların bize
sabit kalmasını, O'ndan sonra yaptıklarımızdan da başa baş kurtulmayı isterim."
Ben atılıp: "Senin baban, vallahi benim babamdan daha hayırlıymış" dedim."
Buhârî, Menâkıbu'l-Ensar 45.
KUR'ÂN VE HADİSE UYMAYA DAİR
________________________________________
52 - İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şunu söylemiştir:
"Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın
Kitab'ı ve Resûlünün sünneti".
Muvatta, Kader 3, (2, 899).
53 - Yezid İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: " Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey
bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza
uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette
Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden
ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz
düşünün"
Tirmizî, Menâkıb 77, (3790).
54 - İrbâz İbnu Sâriye (radıyallahu anh) dedi ki: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bize namaz kıldırdı. Sonra yüzünü cemaate çevirerek çok beliğ, çok mânidar bir vaazda
bulundu. Öyle ki dinleyenlerin gözleri yaşla, kalpleri de heyecanla doldu. Cemaatten biri: "Ey
Allah'ın Resûlü, sanki bu, bir veda konuşmasıdır, bize ne tavsiye ediyorsunuz?" dedi. "Size,
buyurdu, Allah'a karşı takvada bulunmanızı, başınızda Habeşli bir köle olsa bile emirlerini
dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar benden sonra nice
ihtilaflar görecek. Öyle ise size sünnetimi ve hidayet üzere olan Hülefâ-i Râşidîn'in sünnetini
hatırlatırım, bunlara uyun ve dört elle sarılın. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece
dikkatli ve uyanık olun. Zira (sünnette bulunana zıt olarak) her yeni çıkarılan şey bir bid'attır,
her bid'at de dalalettir, sapıklıktır."
Tirmizî, İlim 16, (2678); Ebu Dâvud, Sünne 6, (4607).
55 - Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim
ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl
denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği
zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı
Allah'ın haram ettikleri gibidir"
Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12).
Ebu Dâvud'un rivayetinin baş kısmında şu ziyâde vardır: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir
o kadar da (sünnet) verildi." Rivayetin gerisi yukarıdaki mânada devam eder.
Ebu Dâvud'un rivayetinin sonunda şu ziyade de mevcuttur: "Haberiniz olsun (Kur'an'da zikri
geçmiyen) ehlî eşeğin eti de size helâl değildir, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi (köpek
dişi) olanlar, keza muâhedeli olanların yitikleri de haramdır. Ancak eşya sâhibi, ihtiyacı
olmadığı için, kasden terketmişse o müstesna. Bir kimse bir kavme uğradığı zaman, ona ikram
etmek, o kavme vazife olur. Şayet ikram etmezlerse, o kimse, hak ettiği ikramın mislince
onları cezalandırır."
56 - Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin
misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir,
suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama
suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri
içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su
tutar ne ot bitirir.
Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle
göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de,
buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet
eder".
Buhârî, İlm 20; Müslim, Fedail 15 (2282).
57 - Yine aynı sahâbe (Ebu Musa) (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle göndermiş bulunduğu
şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi kavmine gelip: "Ben gözlerimle
düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı
tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi
yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu
temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Cenab-ı Hakk'tan
getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları göstermektedir."
Buhârî, Rikak 26; Müslim, Fezâil 15, (2283).
58 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: " Benim misâlimle sizin misâliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş
yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım
hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mâni olmaya)
çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe
düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz"
Buhârî, Rikâk 26, Enbiya 40; Müslim, Fezâil 17, (2284); Tirmizî, Emsâl 7, (2877).
59 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak ki, en
güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in yoludur.
İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır. Size vâdedilen mutlaka yerine
gelecektir. Siz Allah'ı aciz bırakamazsınız."
Buhârî, İ'tisam 2, Edeb 70.
60 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) validemiz anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Kim şu dine uymayan bir şey uyduracak olursa, bu merduddur kabul edilmez"
Buhârî, İ'tisam 5, Büyü 60, Sulh 5; Müslim, Akdiye 18 (1718); Ebu Dâvud, Sünnet 6, (4606).
Bir rivayette de şöyle denmektedir: "Bizim sünnetimize uymayan bir amel işleyenin yaptığı
amel de merduddur."
61 - Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Kim cemaat'(imiz)den bir karış uzaklaşırsa (kendini dine bağlayan) İslâm bağını
boynundan çıkarıp atmış olur"
Ebu Dâvud, Sünne 30, (4758); Tirmizî, Emsâl 3, (2867).
62 - Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Daha önce hükmettiğiniz şekilde hükmedin.
Zira ben (kargaşaya, nizâya götürecek) muhalefeti sevmem, tâ ki halk tek bir cemaat teşkil
etsinler veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de öleyim." İbnu Sîrîn merhum, Hz. Ali
(radıyallahu anh)'den yapılan rivayetlerin çoğunun uydurma ve yalan olduğu görüşünde idi.
Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 9.
63 - Enes (radıyallahu anh) şöyle der: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde
mevcut olan şeylerden (kelime-i şehadet dışında) hiçbirini artık göremiyorum." Kendisine
"namazı da mı?" diye itiraz edilince: "Namaza da ne yaptığınızı bilmiyor musunuz, (öğleyi
akşama yakın kılmadınız mı)?" cevabını verir.
Buhârî, Mevâkît 7; Tirmizî, Kıyâmet 17, (2449).
64 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivâyet edildiğine göre bir gün kendisi çarşıya uğrar
ve: "Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri
burada görüyorum (Bu ne biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey
göremeyince: "Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O
cevabı yapıştırır. "İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?"
Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid'de, Taberânî'nin el-Mu'ce'mu'l-Evsat'ından nakleder (1, 123,
124).
65 - İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur. "Bir yol
takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların
fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce
en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve
dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların
yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın.
Zira onlar en doğru yolda idiler."
İbnu Abdilberr, Câmi'ul-Beyâni'l-İlm ve Fadlihi'de kaydetmiştir 2,9.
66 - İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Kim
Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalâletten
çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü hesabtan korur."
67 - Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur; "Gecesi
gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle
mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib
edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.)
Bunun benzeri merfu olarak Ahmed İbnu Hanbel (Müsned 4, 126) ve İbnu Mace (Sünen,
Mukaddime 6, (43) ) rivayet etmişlerdir.
68 - Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu,
üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit
edilmiş) bir yoldur."
(Ashâb'ın büyüklerine ait son beş rivayeti Rezîn merhum tahric etmiştir).
AMELDE İTİDAL
69 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevce-i
pâklerinin hâne-i saâdetlerine bir gurub erkek gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
(evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az
bularak: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kim, biz kimiz? Allah O'nun geçmiş ve gelecek
bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O'na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: "Ben
artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım" dedi. İkincisi: "Ben de hayatımca hep oruç
tutacağım, hiç bir gün terketmeyeceğim" dedi. Üçüncüsü de: "Kadınları ebediyen terkedip,
onlara hiç temas etmeyeceğim" dedi. (Bilâhere durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) onları bularak: "Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Halbuki Allah'a
yemin olsun Allah'tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat
buna rağmen, bazan oruç tutar, bazan yerim: namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de
olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir" buyurdu.
Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5, (1401); Nesâî, Nikah 4, (6,60).
70 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), ruhsat
ifade eden bir amelde bulunmuştu. Bazılarının bundan kaçındıklarını işitti. Bunun üzerine
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hutbe okudu: Âdeti vechile Cenâb-ı Hakk'a hamd ve
senâda bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Allah için söyleyin, bazıları benim yaptığım şeyi
beğenmeyip, kaçınıyorlarmış, doğru mudur bu? Allah'a yeminle söylüyorum, ben Allah'ı
onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah'tan duyduğum korku da onların duyduklarından çok
daha fazladır."
Buhârî, İ'tisam 5, Edeb 72; Müslim, Fedâil 127, (2356).
71 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun
üzerine şöyle buyurdu: "Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım,
kadınlarla evlenirim de, Ey Osman, Allah'tan kork, zira ehlinin senin üzerinde hakkı var,
misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bâzan oruç tut,
bâzan ye. Namaz da kıl, uykunu da al"
Ebu Dâvud, Salât 317 (1369).
Rezîn merhum, şunu ilâve ediyor: Osman (radıyallahu anh) bütün gece namaz kılmak,
gündüzleri de hep oruç tutmak, kadınlarla da hiç nikah yapmamak üzere yemîn etmişti.
Osman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yemininden sordu. Bunun üzerine meali şu olan
âyet nâzil oldu: "Allah sizi rastgele yeminlerinizden (lağv) dolayı değil, fakat kalplerinizin
kasdettiği yeminden dolayı sorumlu tutar" (Bakara, 225).
72 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e benim "Hayatta kaldığım müddetçe vallahi gündüzleri oruç tutacağım geceleri de
namaz kılacağım" dediğim haber verilmiş. Beni çağırtarak: "Sen böyle böyle söylemişsin
doğru mu?" dedi. "Annem babam sana feda olsun, evet böyle söyledim ey Allah'ın Resûlü"
dedim. "İyi ama, dedi, sen buna güç yetiremezsin, bazan oruç tut, bazan ye; gece kalk, uyu da.
Ayda üç gün tut (bu yeter), zira hayırlı işleri Allah on misliyle kabul ederek ücret veriyor. Bu
üç gün, aynen yıl orucu yerine geçer" buyurdu. Ben: "Söylediğinizden daha fazlasına güç
yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün oruç tut, iki gün ye" Ben tekrar "Bundan başkasına
da güç yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün tut, bir gün ye. Bu Hz. Dâvud aleyhisselam'ın
orucudur. Bu en kıymetli oruçtur -veya en efdal oruçtur.-" Ben yine: "Ben bundan daha
fazlasına güç yetiririm" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bundan efdali yoktur"
buyurdu.
Buhârî, Savm 54, 55, 56, 57, 58,59, Teheccük 7, 19, Enbiya 37, Fedâilu'l-kur'ân 34, Nikâh 89,
Edeb 84, İsti'zan 38; Müslim, Sıyâm 181-194, (1159); Ebu Dâvud, Sıyâm 53, (2425); Nesâî,
Sıyâm 76, (4, 209-210); Tirmizî, Savm 57, (770).
Bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Bana haber verildiğine göre sen yıl orucu tutuyor, her
gece de "Kur'ân'ı (hatmen) okuyormuşsun, doğru mu?" dedi. Ben: "Evet ey Allah'ın Resûlü,
doğrudur, ancak bunda maksadım sadece hayırdır" dedim." Rivayette konuşma şöyle devam
eder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"-Kur'ân'ı ayda bir kere oku" dedi. Ben:
"-Daha fazlasına da güç getirebilirim" dedim.
"-Öyleyse her gün günde bir kere oku" dedi. Ben tekrar:
"-Bundan fazlasına da güç getirebilirim" dedim.
"-Öyleyse, buyurdu, her yedi gecede bir kere oku, daha aşağı düşme" dedi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bana şunu da söyledi:
"-Bilmezsin, belki uzun bir ömrün olur (yaşlılığında ahdi yerine getiremezsin)". Abdullah der
ki: Ben nefsime şiddetli davrandıkça, (bundan vazgeçmem için) bana da şiddet gösterildi.
İhtiyarladığım zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in tanıdığı ruhsatı kabul etmiş
olmayı temenni ettim."
Bir başka rivayet de buna benzer, ancak şu ziyade var: "Bunu yaparsan gözün
(uykusuzluktan) ferini kaybeder, nefsin de yorulur. Devamlı tutulan oruç, oruç sayılmaz."
Rivayette: "Dâvud aleyhisselamın orucunu tut: O, bir gün tutar bir gün yerdi. Düşmanla
karşılaşınca da gücü kuvveti yerinde olduğu için kaçmazdı" ziyadesi de var.
Bir başka rivayette: "Allah'a en hoş gelen oruç, Hz. Dâvud (aleyhisselam)'un namazıdır. O,
gecenin yarısını uyur, üçte birini kalkar, altıda birini uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün yerdi"
buyrulmuştur.
73 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) şunu anlatır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bir
hasırı vardı, geceleri perde yapıp gerisinde namaz kılardı, gündüzleri de yayıp üzerine
otururdu. Halk da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına dönep (gelip) aynen onun gibi
namaz kılmaya başladılar. Sayı gittikçe arttı. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onlara yönelerek şunu söyledi: "Ey insanlar, takat getireceğiniz işleri yapın. Zira siz
(dua etmekten) usanmadıkça Allah da sevap yazmaktan usanmaz. Allah'a en hoş gelen amel,
az da olsa devamlı olanıdır." Ravi der ki: Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in ailesi bir iş
yapınca onu sâbit kılardı (artık terketmez devamlı yapardı).
Buhârî, İman 16, Ezân 81, Rikâk 18; Müslim, Salât 283, (782); Muvatta, Salâtu'l-Leyl 4, (1,
118); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 1 (3, 218); Ebu Dâvud, Salat 317, (1368).
Buhârî'nin Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den yaptığı bir rivayette: "Orta yolu tutun, güzele
yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında
yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye,
yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır" buyurdu. "Sen de mi (amelinle cennete
gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resûlü?" dediler. "Evet, ben de, dedi, Allah affı ve rahmeti ile
muâmele etmezse ben de!"
(Buhârî, Rikak 18)
Buhârî ve Nesâî'de gelen bir başka rivayette: "Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini
geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galebiyet dinde
kalır" buyrulmuştur.
(Buhârî, İman 29).
74 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:
"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin." Bir rivayette de: "...Isındırın, nefret
ettirmeyin..." buyrulmuştur.
Buhârî, İlm 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6, 7, (1732-1733).
75 - Sehl İbnu Ebî Ümâme (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, Sehl ve babası beraberce
Hz. Enes (radıyallahu anh)'in yanına girerler. Enes'i yolcu namazı kılıyormuşcasına çok hafif
bir namaz kılıyor bulurlar. Selam verip namazdan çıkınca: "Allah sana mağfiret buyursun bu
kıldığın namaz farz mı yoksa nafile miydi? dedik. "Farz namazdı. Bu (eksiksiz). Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de
yapmadım" dedi ve ilave etti: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"(Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk gibi kararlarla) kendinize zorluk çıkarmayın,
zorluğa uğrarsınız. Zira (geçmişte) bir kavim (bir kısım zahmetli işlere azmederek) kendisini
zora attı. Allah Da zorluklarını artırdı. Manastır ve kiliselerdekiler bunların bekâyasıdır.
"Onlar, üzerlerine, bizim farz kılmadığımız, fakat, güya Allah'ın rızasını kazanmak için
kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile gereği gibi riâyet etmediler" (Hadîd, 27).
Ebu Dâvud, Edeb 52, (4904)
76 - Enes (radıyallahu anh) buyurdu ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mescide
girmişti ki, iki direk arasına gerilmiş bir ip gördü. "Bu da ne?" diye sordu. Bu, Zeyneb
(radıyallahu anh)'in ipidir, namaz kılarken uykusu gelince buna takılıyor (ip onun düşmesini
önlüyor)" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):"Hayır (olmaz öyle şey) çözün ipi.
Şevkiniz varken namaz kılın, uykunuz gelince de yatın" emretti.
Buhârî, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 219, (784); Ebu Dâvud, Salât, 308, (1312); Nesâî,
Kıyâmu'l-Leyl 17, (3, 218).
77 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki: "Yanımda BenîEsed kabilesinden bir kadın vardı.
Bu sırada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) içeri girdi ve: "Bu kimdir?" buyurdu.
"Falancadır, geceleri hiç uyumaz, (ibadet yapar)" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sus, yeter! Size, tâkat getirebileceğiniz amel yaraşır. Siz (ibadet yapmaktan) usanmadıkça,
Allah da (sevab vermekten) usanmaz. Allah'a en hoş gelen dinî amel, kişinin devamlı olarak
yaptığı ameldir" buyurdu.
Buhârî, İman 32, Teheccüd 18; Müslim, Salâtu'l-Musâfirin 2220-221 (785); Muvatta, Salatu'l-
Leyl 4, (1, 118); Nesâî, Salatu'l-Leyl 17 (3, 218).
78 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin de bittiği bir zaman vardır. (Yapacağı işe
karşı bu şevki) duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse,
muvaffak olacağını ümid edin, (çünkü bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet (aşırılığa
düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hâle gelmişse ona itibar edip (sâlihlerden)
saymayın"
Tirmizî, Kıyâmet 21, (2455).
79 - Ebu Cuheyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Selman'la
Ebu'd-Derda (radıyallahu anhüma)'yı kardeşlemişti. Selman bir defasında Ebu'd-Derdâ'yı
ziyaret etti. Evde, Ebu'd-Derdâ'nın hanımını düşük bir kıyafet içinde buldu. "Bu halin ne?"
diye sordu, kadın: "Kardeşiniz, Ebu'd-Derdâ'nın dünya ile alakası kalmadı" diye açıkladı.
Ebu'd-Derda geldi ve Selman (radıyallahu anh)'a yemek getirerek: "Buyur, ye!" dedi ve ilave
etti: "Ben orucum!". Selman: "Hayır sen yemezsen ben de yemem" dedi. Beraber yediler.
Akşam olunca Ebu'd-Derdâ (Selman'dan gece namazı için müsaade istediyse de, Selman:
"Uyu" dedi. Beraber uyudular. Bir müddet sonra Ebu'd-Derda namaza kalkmak istedi. Selman
tekrar: "Uyu!" dedi. Uyudular. Gecenin sonuna doğru Selman "Şimdi kalk!" dedi. Kalkıp
beraber namaz kıldılar. Sonra Selman şu nasihatta bulundu: "Senin üzerinde Rabbinin hakkı
var, nefsinin hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sâhibine hakkını ver." Ertesi gün Ebu'd-
Derdâ, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e anlattı. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) "Selman doğru söylemiş" buyurdu.
Buhârî, Edeb 86, Savm 51, Teheccüd 15; Tirmizî, Zühd 64 (2415).
80 - Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in kâtibi Hanzala İbnu'r-Rebî el-Esedî
(radıyallahu anh) anlatıyor:
Birgün Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'la karşılaştık. Bana:
"-Nasılsın?" diye sordu.
"-Hanzala münafık oldu"dedim.
"-Sübhanallah, sen neler söylüyorsun?" diye şaşırdı. Ben açıkladım.
"-Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in huzurunda olduğumuz sırada bize cennet ve
cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk
çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca çoklukla unutup gidiyoruz". Hz. Ebu Bekir
(radıyallahu anh) de:
"-Allah'a yemin olsun ben de aynı şeyi hissediyorum" dedi. Beraberce Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e gittik ve bu durumu açtık. Bize:
"-Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e kasem olsun siz, benim yanımdaki hâli dışarda
da devam etirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz melekler sizinle
yataklarınızda, yollarda müsafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazan öyle bazan böyle olması
normaldir (münâfıklık değildir)" dedi ve (son cümleyi üç kere tekrarladı."
Müslim, Tevbe 12, (2750); Tirmizî, Kıyamet 60, (2516).
81 - İmam Mâlik'in kaydettiğine göre Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) yatsıdan sonra ailesine
birini yollayarak: "(Boş sözleri keserek) yazıcı melekleri rahatlatmak istemez misiniz?" diye
haber gönderdi."
Muvatta, Kelam 9, (2, 987).
82 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e azadlı
bir cariyenin geceleri namaz, gündüzleri de oruçla geçirdiği haber verilince şöyle buyurur:
"Her çalışanda bir şevk mevcuttur, her şevkin de bir sonu vardır. Kimin şevkinin sonu
sünnetimde kalırsa doğru yoldadır. Kim de hata eder (sünnetimin hâricinde kalır) ise o da
sapıtmıştır."
83 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "İşlerin en hayırlısı orta ve itidal üzere olanıdır". (Bu son iki hadisi Rezîn tahric
etti).
el-Makasıdu'l-Hasene bu rivayeti İbnu's-Sem'ânî'nin Zeylü Târîhi'l-Bağdâd'da kaydettiğini,
senedinde meçhul ravinin yer aldığını belirtir.
KİTABU'L-EMANET
84 - Huzeyfetu'bnu'l-Yemân (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), bize iki hadis irad buyurmuştu. Ben bunlardan birini gördüm, diğerini de
bekliyorum. Buyurmuştu ki: Emanet (din, adalet duyguları) insanların kalplerinin
derinliklerine (yaratılışlarında, fıtrî meyiller olarak) konmuştur. Sonradan Kur'ân-ı Kerîm
indi. (İnsanlar kalplerine konmuş olan bu fıtrî temâyüllerin) Kur'ân ve hadiste te'yîdini
buldular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize bu emanetin kalplerden kalkmasından da
bahsetti ve buyurdu ki: "Kişi uykuda imiş gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır.
Geride, benek izi gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykuda imişcesine, kişi farkında
olmadan kalbindeki emânet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da, kalpte bir kabarcık
izi gibi bir izi kalır, yâni şöyle ki, ayağın üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan
değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ne var ki, içinde işe yarar bir şey yoktur. Sonra Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir çakıl tanesi aldı, onu ayağının üzerinde yuvarladı. (Ve
sözüne devam etti:)
"Emanet bu şekilde peyder pey azalmaya devam eder, o hâle gelinir ki artık) alış verişe giden
insanlarda (itimad, güven, doğruluk ve) emanet tamamen kaybolur. Hatta dürüstler "falanca
kabilede dürüst insanlar varmış" diye parmakla gösterilirler. Bazan da, kalbinde zerre miktar
iman olmayan bir kimsenin "ne civanmerd, ne kibar, ne akıllı kişi" diye övüldüğü olur."
(Huzeyfe devam etti:)
-Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alış veriş yaptığıma aldırmazdım. Muhâtabım
Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına dindarlığı mâni olurdu. Muhatabım Yahudi veya
Hıristiyan idiyse, onu da, âmiri(nden vâliden gelen korku ve disiplin) bana hile yapmaktan
alıkoyardı. Fakat bugün sizden sadece falanca falanca ile (gönül huzuruyla) alış veriş
yapabilirim."
Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230, (143); Tirmizî, Fiten 17, (2180); İbnu Mâce,
Fiten 27, (4053).
85 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki:
"Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin." "Emanet nasıl kaybolur?" diye sordular. "İşler ehil
olmayanlara teslim edilince" diye cevapladı."
Buhârî, Rikak 35, İlm 2.
86 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şu
sözünü rivayet etmiştir: "Sana emanet bırakanın emânetini geri ver. Sana ihânet edene ihânet
etme"
Ebu Dâvud, Büyü 81 (3534); Tirmizî, Büyü 38, (1264).
87 - Ebu Musa (radıyallahu anh)'nın rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "Emîn bir Müslüman mal muhafızı olsa ve vazîfesini dürüstlükle yapsa,
şöyle ki, kendisine (sadaka vs. nevinden) emredileni gönül hoşluğuyla eksiksiz ve tam olarak
yerine verse, sadakayı veren iki kişiden biri olur."
Buhârî, Zekât 25, Vekâlet 16, İcâre 1; Müslim, Zekât 79 (1023); Ebu Dâvud, Zekât 43,
(1684); Nesâî, Zekât 66, (5, 79-80).
Nesâî, hadisin başında şu ziyadeyi kaydetti: "Mü'min kişi, diğer mümine karşı duvar gibidir,
birbirlerini takviye ederler."
EMR-İ Bİ'L-MA'RUF VE NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER
88 - Târık İbnu Şihâb anlatıyor: "Bayram hutbesini okuma işini namazdan öne alanın ilki
Mervan'dır. O, bu işe tevessül edince cemaatten birisi ayağa kalkarak: "Yanlış iş yapıyorsun,
namazın hutbeden önce kılınması gerekir" dedi. Mervan: "Artık o usül terkedildi" diyerek
devam etmek istedi. Ebu Saîdu'l-Hudrî ortaya atılarak: "Bu adam, üzerine düşen vazifesini
yaptı. Zira ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "Sizden
kim (sünnetimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna
gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı
imanın en zayıf mertebesidir."
Melâhim 17, (4340); Müslim, İman 78 (49); Ebu Dâvud; Salâtu'l-İydeyn 248 (1140); Tirmizî,
Fiten 11 (2173); Nesâî, 17 (8, 111); İbnu Mâce, Fiten 20, (4013);
Tirmizî'nin rivayetinde şöyle denir: "Bir adam kalkarak ey Mervan sünnete muhalefet ettin..."
dedi.
Ebu Dâvud şu ziyadeyi kaydeder: Sen bayram gününde minberi (musallaya) çıkardın. Halbuki
daha önce bayramda minber çıkarılmazdı. Bir de hutbeyi namazda öne aldın."
Nevevî rivayetinde bu açıklamalar yok, sadece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
sözleri var.
89 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdu: "Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri
ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler emirlerini de yerine getirirlerdi.
Sonra, bu peygamberlerin ardından öylesi kötülükler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını
söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla eliyle mücahede ederse
mü'mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse o da mü'mindir. Kim de onlarla kalbiyle
mücahede ederse o da mü'mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur.
Müslim, İman 80, (50).
90 - Yine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca âlimleri onları bu işlerden
menettiler. Ancak onlar dinlemediler, vazgeçmediler. Zamanla âlimler de onlarla oturmaya,
dayanışmaya ve beraber içmeye başladılar. Allah da bunun üzerine, berikinin dalâletini
öbürüne katarak, biriyle diğerinin küfrünü artırdı. "Dâvud'un ve Meryem oğlu İsâ'nın diliyle
onları lânetledi..." (Maide, 78).
Sonra, ayakta bulunan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak sözünü tamamladı:
"Hayır, nefsimi kudret elinde tutan Zat'a yemin ederim, onları hak adına kötülüklerden men
etmezseniz (siz de rızaya eremezsiniz).
Ebu Dâvud, Melâhim 17, (4336); Tirmizî, Tefsîr, Mâide (3050), İbnu Mâce, Fiten 20, (4006);
91 - Kays İbnu Ebî Hâzım anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Cenâb-ı Hakk'a hamd
ve senadan sonra buyurdu ki: "Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor ve fakat yanlış
anlıyorsunuz: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size
zarar veremez" (Maide, 105). Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "İnsanlar,
zâlimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah'ın, hepsine ulaşacak umumî bir belâ göndermesi
yakındır" dediğini işittik." Keza ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İçlerinde
kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci
kalır, müdâhale etmezse, Allah'ın hepsini saran umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini
işittim.
Ebu Dâvud, Melâhim 17, (4338); Tirmizî, Tefsir, Mâide (3059), Fiten 8 (2169); İbnu Mâce,
Fiten 20 (4005).
92 - Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem olsun, ya ma'rufu emreder ve münkerden de
yasaklarsınız veya Allah'ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar
yakar olursunuz da duanız kabul edilmez."
Tirmizî, Fiten 9, (2170).
93 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizler yardım görecek, ganimetler elde edecek ve birçok memleketleri
fethedeceksiniz. Sizden kim bu vakte ererse, Allah'tan çekinsin, ma'rufu emredip, münkerden
de nehyetsin. Kim de bile bile bana yalan nisbet ederse, ateşteki yerini hazırlasın."
Tirmizî, Fiten 70, (2258).
94 - Urs İbnu Amîre el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şâhid olan bunu takbîh
ederse (kötü olduğunu te'yîd ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O
kötülüğe şâhid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şâhid olmuş gibi
mânen zarar görür."
Ebu Davud, Melâhim 17, (4345).
95 - Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Zâlim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır."
Ebu Dâvud, Melâhim 17, (4344); Tirmizî 13, (2175); İbnu Mace, Fiten 20, (4011).
TİLAVETE TEŞVİK
901 - Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Şu Kur'ân'ı muhafazaya itina gösterin. Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı
Zülcelâl ‚ kasem olsun Kur'ân-ı Kerim'in (hafızalardan) kaçması, develerin bağlarından
boşanıp kaçmasından daha kolaydır."
Buharî, Fedailu'1-Kur'ân 23; Müslim, Salâtu'l-Müsâfırîn 231 (791).
902 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Resûlullah'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Kur'ân-ı Kerim'i ezberlemiş olan kimse, bağlı devesi olan kimse gibidir, bu adam devesine
itina gösterirse onu elinde tutar, salıverirse deve çeker gider."
Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 23; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 226, (789); Muvatta, Kur'ân, 4,
(1,202); Nesâî,Salât 37, (2,154).
903 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Aramızda bedevî ve gayr-ı Arapların da
bulunduğu bir cemaatte Kur'ân okuyorduk. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza
geldi.
"Okuyun, dedi. Her okuyuş güzeldir. Öyle kimseler gelecek ki, onlar, Kur'ân'ın kelime ve
lafızlarını, ok yapılacak çubuğun düzlenmesi gibi düzleyecekler. Ondan elde edilecek ücreti
âhirete bırakmayıp dünyada alacaklar."
Ebu Dâvud, Salât 139, (830).
TİLÂVET ÂDÂBI
904 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:
"Kur'ân-ı Kerim'i sesinizle güzelleştirin."
Ebu Davud, Salât 355, (1468); Nesâî,Salât 83, (2,179,180); İbnu Mâce, İkâmet 176, (1342).
Derim ki: Buharî, bu rivayeti Sahih'inin sonunda bab başlığında (tercümede) kaydetmiştir
(Tevhid 52). "Kur'ân'ın sesle tezyininden maksad, kıraat sırasında sesin yükseltilmesidir
(Doğruyu Allah bilir).
905 - Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kur'ân'ı Arap lahn'ı ve Arap sesleri üzere okuyun. Sakın ha ehl-i aşk ve ehl-i kitabeyn'in
lahn'ı üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavm gelecek ki, onlar Kur'ân'ı okurken,
şarkı ve mâtem tercîi gibi terci' ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır) gırtlaklarından öte
geçmez. KaIbleri fitne ve fesada uğramıştır. Böylelerinden hoşlanan kimselerin kalpleri de
fitne ve fesad içindedir."
Rezîn rivayet etmiştir. (Suyutî, Câmiu's-Sağîrde kaydeder (Feyzu'l-Kadir 2, 65).
906 - Ebû Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde
i'tikâf'a girmişti. Cemaatin Kur'ân'ı cehrî olarak okuduklarını işitti. Perdeyi aralayıp şöyle
seslendi:
"Bilin ki, herkes Rabbine hususî şekilde münâcaatta bulunuyor, bir birinizi (seslerinizle)
rahatsız etmeyin. Biriniz okurken (veya namazda iken) diğerinin kıraatini bastırmasın."
Ebu Dâvud, Salât 315, (1332).
907 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir gece bir adam kalkıp yüksek sesle Kur'ân
okudu. Sabah olunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "(Şu kimseye Allah rahmet
buyursun) iskat etmiş olduğum bir âyeti bana hatırlatmış oldu" dedi."
Buharî, Şehâdât 11, Fedâilu'l-Kur'ân 26; Müslim, Müsâfırin 225, (788); Ebu Dâvud, Salât
315, (1331).
908 - Ümmü Hânî (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben evimin damında otururken Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kıraatini işitirdim."
Nesâî, İftihah 81, (2,179); İbnu Mâce, İkamet 179, (1349).
909 - Abdullah İbnu Ebî Kays anlatıyor: "Hz. Aişe'ye, "Resülullah'ın geceleyin kıraati
nasıldı? gizli mi okurdu, sesli mi okurdu?" diye sordum. Bana:
" Her iki şekilde de okurdu: Bazan gizli, bazan sesli!" diye cevap verdi. Ben: "Bu işte genişlik
yapan Allah'a hamdolsun" dedim..
Tirmizî, Salât 330, (449), Sevâbu'l-Kur'ân 23, (2925); Ebu Davud, Salât, 343, (1437); Nesâi,
Salâtu'l-Leyl 23, (3, 224); Tirmizî hadise: "Hasen-sahih" demiştir.
910 - Katâde (merhum) anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh)'e Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in kıraatından sordum. Şu cevabı verdi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
medleri (uzun heceleri) uzatırdı." Sonra örnek olarak Bismillâhirrahmânirrahim'i okudu ve
uzatılacak yerleri belirgin şekilde uzattı: Bismillaahi'yi uzattı, er-rahmaan'ı uzattı, er rahiim'i
uzattı."
Buharî, Fedaili'1-Kur'ân 42, 29; Ebu Dâvud, Salât 355, (1465).
911 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den, "Onun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in kıraatını açık bir şekilde harf harf tavsif ettiği rivâyet edilmiştir."
Tirmizî, Sevâbu'I-Kur'ân 23, (2924); Ebu Dâvud, Salât 335, (1456); NesâÎ, Salât 83, (2,181).
912 - Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı devesinin üstünde Feth süresini okurken gördüm. Süreyi terci' üzere okuyordu."
Buharî, Fedailu'l-Kur'ân 24, 30, Meğâzi 48, Tefsir, Feth 1, Tevhid 50; Müslim, Müsâfirin 237,
(794); Ebû Dâvud, Salât 355, (1467).
913 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anılatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Bismillahirrahmanirrahim, elhamdu lillâhi rabbilâlemin diye Fâtiha süresini âyet âyet tertil
üzere okurdu."
Rezîn ilavesidir.
914 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
" Kur'ân'ı bana oku!" dedi. Ben (hayretle):
"- Sana indirilmiş bulunan Kur'ân'ı mı sana okuyayım?" diye sordum. Bana:
" Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum!" dedi.
Ben de ona Nisa süresini okumaya başladım. Ne zaman ki, "Her ümmete her şâhid
getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl
olacak?" mealindeki âyete (41. âyet) geldim.
" Dur!"dedi. Durdum ve dönüp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a baktım. Bir de ne
göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu."
Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 32, 33, 35; Müslim, Musâfırin 247, (700); Tirmizî, Tefsir, Nisa,
(3027, 3028); Ebü Davud, İlm 13, (3668).
915 - Esma (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Seleften hiç kimse Kur'ân-ı Kerim'in tilâveti
sırasında bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra bedenleri ve kalpleri
zikrullah için yumuşardı."
Rezîn ilavesidir. (Bağavî Tefsiri'nden alınmıştır 7, 238).
916 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden kim Vettîni ve'z-zeytüni süresini okuyup son âyeti olan: "Allah
hâkimlerin hâkimi değil mi?" (8. âyet) ayetine gelince: "Evet, ben buna şehâdet
edenlerdenim" desin. Kim de Lâ uksimu bi-yevmi'l-kıyâme'yi okuyup son âyeti olan "(Bütün
bunları yapan Allah) ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil midir?" (Kıyamet 40) âyetini de
okudu mu: "Rabbimizin izzetine andolsun evet!" desin. Kim de Mürselât süresini okuyup en
sondaki, "Artık bundan sonra hangi söze inanacak onlar?" (50. âyet) âyetini de tamamladı mı:
"Allahu Teâla'ya inandık" desin."
(Ebu Dâvud, Salât 154, (887); Tirmizî, Tefsir, Tin, (3344), Hadis; Ebu Dâvud'da tam olarak,
Tirmizî'de, "Ben buna şehâdet edenlerdenim"e kadar olan kısmı rivâyet edilmiştir.
917 - Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri geceleyin kalkınca Kur'ân diline dolaşıp ne dediğini anlamamaya
başlayınca hemen yatsın."
Müslim, Müsâfırin 223, (787); Ebü Davud, Salat 308, (1311).
918 - Huzeyfe (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Ey Kurrâ cemâati, doğru yolda gidin. Siz çok
öne geçmiş kimselersiniz. Eğer (doğru yoldan ayrılarak, ifrat ve tefritle), sağa sola
meyledecek olursanız (kötülükte çok öne geçmiş bulunarak) büyük bir dalâlete düşmüş
olacaksınız."
Buharî, İ'tisam 2.
KUR'ÂN'I HİZB VE EVRAD KILMA
919 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs'ın daha önce zikri geçen: "Bana haber verildi ki sen
gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de namaz kılıyormuşsun, doğru mu?.." diye başlayan hadis
bu konuya girer.
920 - Abdurrahmân İbnu Abdi'l-Kârî (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab
(radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Kim geceleyin hizbini veya hizbinden bir kısmı okumadan uyursa bunu sabah namazı ile
öğle namazı arasında tamamlasın. Bu takdirde, sanki gece (mütad vaktinde) okumuş gibi aynı
Sevâba nail olur."
Müslim, Müsâfırin 142, (747); Muvatta, Kur'ân 3, (1, 200); Tirmizî, Salât 20, (581); Ebü
Davud, Salât 309, (1313).
İHTİLÂFIN CEVAZI
921 - Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hişâm İbnu Hakim İbni Hizâm'ı,
Furkân süresini farklı şekillerde okurken dinledim. Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm) bana
bu şekillerden hiçbiriyle okumamıştı. Namazın içinde adamın üzerine atılacak oldum.
Kendimi zorla zabtedip namazı bitirmesini bekledim. Selâmı verir vermez ridasından tutup
kendime doğru çektim ve: "Sana bu süreyi (böyle okumayı) kim öğretti?" diye sordum.
Hişâm: "Onu bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğretti!" demez mi! (Tepem attı):
"- Yalan söylüyorsun, onu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana da öğretti, ama senin
okuduğuna hiç benzemiyor!" dedim. Adamı derdest edip doğru Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a götürdüm.
"- Ey Allah'ın Resûlü, dedim, bu adamı Furkan süresini, bana hiç okumadığın çok farklı
şekillerde okuyor gördüm!"
Resûlullah, sükünetle:
" Hele yakasını sal!" diye emretti ve ona dönerek:
" Ey Hişâm oku bakalım!" dedi. Hişâm, kendisinden işittiğim şekilde, süreyi yeniden okudu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek:
" Evet, süre bu şekilde indirildi!" buyurdu. Sonra bana:
" Ey Ömer, dedi. Sen de oku!"
Aynı süreyi ben de, bana öğretmiş olduğu şekilde okudum. Bunun üzerine Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
" Evet süre bu şekilde (de) nâzil oldu. Biliniz ki, bu Kur'ân yedi harf (şekil) üzere
indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun."
Buharî, Fedailu'l-Kur'ân 5, 27, Husümat 4, Tevhid 53; Müslim, Müsâfirin 270, (818); Ebü
Davud, Salât 357, (1475); TirmizÎ, Kırâ'ât 2, (2944); NesâÎ, Salât 37, (2, 150-152); Muvatta,
Kur'ân 5, (1,102).
KUR'ÂN'IN TERTİBİ BÖLÜMÜ KUR'ÂN'IN TERTİBİ VE CEM'İ
922 - Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), (irtidâd
edenlere karşı yapılan) Yemâme Savaşı sırasında beni çağırttı. Gittim. Yanında Hz. Ömer
(radıyallahu anh) oturuyordu. Ebu Bekir bana:
"- Bak! Ömer, bana gelip: "Kurrâ'nın da katılmış bulunduğu Yemâme
savaşları şiddetlendi. Ben her yerde kurrâları tüketeceğinden, onlarla birlikte Kur'ân'ın da
çokça zâyi olacağından korkuyorum. Bu sebeple Kur'ân'ın cem'edilmesini emretmeni uygun
görüyorum!" dedi. Ben kendisine:
"- Resûlullah'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım?" diye cevap verdim. Ancak Ömer
(radıyallahu anh):
"- Bunda hayır var!" diye ısrar etti. Ben her ne kadar bu meseleye yanaşmak istemedi isem de
Ömer, taleb ve müracaatlarının peşini bırakmadı. Sonunda Allah, Ömer'de aklını yatırdığı
şeye benim de aklımı yatırdı. Ben de meselenin gereğine aynen Ömer gibi inanmaya
başladım."
Zeyd devamla der ki: "Ebu Bekir (radıyallahu anh) bana yönelerek şunu söyledi:
"- Sen genç, akıllı bir kimsesin, hiç bir hususta sana karşı bir itimadsızlığımız yok. Üstelik sen
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahiy katipliği yaptın, nâzil olan vahiyleri yazdın. Şimdi
Kur'ân'ın peşine düş ve onu cem'et!"
Zeyd (radıyallahu anh) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ebu Bekir bana dağlardan birini taşıma
vazifesi verse bu teklif ettiğin işten daha ağır gelmezdi. Kendisine itiraz ettim:
"- Siz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız?" dedim.
Ebu Bekir (radıyallahu anh) beni ikna için:
"- Vallahi bu, hayırlı bir iştir!" dedi, taleb ve müracaatlarının peşini bırakmadı. Öyle ki,
sonunda Allah, Hz. Ebu Bekr'in aklını yatırdığı gibi bu işe benim aklımı da yatırdı.
Artık Kur'ân'ın peşine düştüm. Onu kumaş parçaları, hurma yaprakları, düz taş parçaları ve
ezberlemiş olanların hâfızalarından toplamaya başladım. Tevbe süresinin son kısmını
Huzeyme -veya Ebü Huzeyme- el-Ensâri'nin yanında buldum. Bu kısmı ondan başkasının
yanında bulamamıştım.
(Cem ettiğim) sahifeler Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'in yanında idi. Vefat edinceye kadar
da orada kaldı. Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e intikal etti. Allah ruhunu kabzedinceye
kadar onun yanında kaldı.
Sonra Resûlullah'ın zevce-i pâkleri Hafsa Bintu Ömer İbni'l-Hattâb (radıyallahu anhümâ)'a
intikal etti ve onun yanında kaldı."
Buharî, Fedâilu'1-Kur'ân 3, 4, Tefsir, Tevbe 20, Ahkâm 37; Tirmizî, Tefsir, Tevbe, (3102).
923 - Zührî, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten rivayet ediyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh) Hz.
Osman (radıyallahu anh)'ın yanına geldi ve:
"- Ey Emirü'l-Mü'minin! Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi, kitapları hakkında ihtilâfa
düşmeden, bu ümmetin imdadına yetiş!" dedi. Hz. Osman (radıyallahu anh) derhal Hz. Hafsa
(radıyallahu anhâ)'ya birisini yollayarak:
"- Sendeki Suhuf'u bize gönder, istinsah edip sana tekrar iâde edeceğiz" diye haber saldı. Hz.
Hafsa (radıyallahu anhâ) da gönderdi. Hz. Osman (radıyallahu anh) Kur'ân'ın istinsahı için
Zeyd İbnu Sâbit, Abdullah İbnu'z-Zübeyr, Saîd İbnu'l-As ve Abdullah İbnu'l-Hâris İbni Hişâm
(radıyallahu anhüm ecmain)'a emretti: Onlar da bunu istinsâh ettiler.
Hz. Osman Kureyşli gruba: "Kur'ân-ı Kerim'le ilgili olarak herhangi bir hususta siz ve Zeyd
İbnu Sâbit ihtilâf edecek olursanız, onu Kureyş lisanına uygun olarak yazın. Çünkü Kur'ân
onların lisanı üzere indi" dedi. Çalışma esnasında hey'et bu minval üzere hareket ettiler.
Suhuf'u mushaflar halinde ortaya koyma işi bitince, Hz. Osman (radıyallahu anh) her diyara
bir mushaf gönderdi. Ayrıca bunun hâricinde kalan bir sahife veya mushafın yakılmasını
emretti. Zeyd (radıyallahu anh) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan işitmiş
olduğum, Ahzâb süresine ait bir âyet(e ait yazılı parça bana gelmemişti), eksikti. Onu
araştırdım. Sonunda Huzeyme İbnu Sâbit el-Ensârî (radıyallahu anh)'de çıktı. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onun şâhitliğini iki kişinin şâhitliğine denk tutmuştu. Bu âyet şu idi:
(Meâlen): "Mü'minlerden Allah'a verdiği ahdi yerine getiren kimseler vardır. Kimi, bu uğurda
canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir" (Ahzâb 23).
Buhâri, Fedailu'l-Kur'ân 2, 3, Menakıb 3, Tirmizî, Tefsir, Tevbe, (3103).
924 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında
Kur'ân-ı Kerim'i dört kişi cem'etmiştir ve hepsi de Ensârî'dir: Übey İbnu Ka'b, Muâz İbnu
Cebel, Zeyd İbnu Sâbit, Ebu Zeyd (radıyallahu anhüm ecmain). "Enes'e: "Ebu Zeyd de kim?"
diye Sorunca: "Amcalarımdan biri"dedi."
Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân 8, Menâkıbu'l- Ensâr 17; Müslim, Fedâilu's-Sahabe 119, (2465);
Tirmizî, Menâkıb, (3796).
925 - Buharî'nin bir diğer rivayetinde İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ): "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) zamanında Muhkem'i cem'ettim" demiştir. Yanındakiler
kendisinden: "Muhkem'le neyi kastediyorsun?" diye sorunca: "Muhkem, mufassal
(süreler)dir" diye cevap vermiştir".
Buharî, Fedâilu'I-Kur'ân 25.
SÜNNETE UYMA
5952 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan
ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir."
5953 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
yanımıza çıkageldi. Biz o sırada fakirlikten söz ediyor ve korkumuzu dile getiriyorduk.
"Fakirlikten mi korkuyorsunuz? Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun!
Mutlaka dünya malı üzerinize akıtılacaktır. Öyleki, sizden birinin kalbini (haktan başka
istikametlere) sadece ve sadece dünyalık meylettirecektir. Allah'a yemin ederim! Ben sizleri,
gecesi ve gündüzü apaydın olması bakımından eşit olan tertemiz kalplere sahip olarak
bırakıyorum!" buyurdular."
Ebu'd-Derda devamla der ki: "Vallahi, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm doğru söyledi.
Vallahi o bizi, gecesi ve gündüzü aydınlık olması bakımından eşit olan tertemiz kalplere sahip
olarak bırakmıştı."
5954 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh demiştir ki: "Ben size Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan bir hadis naklettiğim vakit, Resûlullah'ın bu sözünün hakka en uygun, hidayete
en muvafık ve takvaya en mutabık olduğuna inanın."
5955 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Sizden birinin, benden rivayet edilen hadisleri, rahat koltuğuna kurulmuş
vaziyette dinleyip: "(Rivayeti bırak! Bana) Kur'an'dan oku!" dediğini sakın duymayayım!
Söylenen güzel sözü ben söylemişimdir."
HADİS RİVAYETİNDEN ÇEKİNME
5956 - Amr İbnu Meymûn anlatıyor: "Ben, İbnu Mes'ud radıyallahu anh ile; perşembe
akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini hiç işitmedim. İşte bu
akşamlardan birinde, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" diyerek (söze başladı,
fakat arkasını getirmeyip) başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım.
Gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta
duruyordu.
(Bir müddet bu vaziyette, kaldıktan sonra) sözünü şöyle tamamladı:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın
veya ona benzer bir şey söylemişti."
BİD'ADAN MÜNAKAŞADAN KAÇMAK
5957 - Abdullah İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Allah, bidat sahibi, bid'atını terketmedikçe, onun amelini kabul
etmeyecektir."
5958 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Batıl ve haksız yolda iken (münakaşa ve) yalanı bırakana cennetin kenarında
bir köşk bina edilir. Haklı olduğu halde münakaşayı bırakan kimse için cennetin ortasında bir
köşk bina edilir. Kim de ahlâkını güzelleştirirse ona cennetin en âla yerinde bir köşk bina
edilir."
REY VE KIYASTAN KAÇMA
5959 - Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, beni
Yemen'e gönderdiği zaman şöyle tenbihte bulundular: "Sakın bildiğin (şer'i deliller dışında bir
şeyle) hüküm verip, mesele çözmeye kalkmayasın! Şayet çözmede zorluk çektiğin bir mesele
karşına çıkarsa (rastgele hükmetmekten) geri dur, meselenin aydınlanmasını bekle veya o
hususu bana yaz."
5960 - Abdullah Amr İbnu'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Beni İsrail'in durumu, aralarında müvelledün denen farklı milletlere mensup esir kadınlardan
doğan çocuklar türeyinceye kadar itidal üzere devam etti. Bu yeni türediler şahsı re'yleri ile
fetva verip kendilerini de, başkalarını da dalâlete attılar."
SÜNNET (ÇIĞIR) AÇMAK:
6005 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'in yanına gelmişti. Aleyhissalâtu vesselam, ashabı ona yardım etmeye teşvik etti.
Ashaptan biri:
"Benim yanımda şu kadar mal var!" dedi. Cemaatte bulunup da adama yardım etmeyen
kalmadı, herkes az veya çok bir yardımda bulundu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm şu
hitabede bulundu:
"Kim bir hayrı başlatır ve başkaları da onu devam ettirirse, o kimse yaptığı hayrın sevabını
eksiksiz alır ve o hayrı takip edenlerin hayrının bir mislini -onların hayırlarından hiçbir
eksilme olmaksızın- aynen alır. Kim de kötü bir çığır açar ve bu çığırdan başkaları da giderse,
bu adama, o kötü işin günahı eksiksiz gelir; ayrıca o kötü yoldan gidenlerin günahının bir
misli de -onların günahından hiçbir şey eksiltmeden- ona gelir."
6006 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir dalâlete çağırır ve buna uyulursa, bu kimseye kendine uyanların günahının bir misli
aynen gelir, onların günahından da bir şey eksilmez. Kim de bir hayra çağırır ve kendisine
uyulursa, buna da kendine uyanların sevaplarının bir misli verilir, bu ona uyanların
sevabından bir şey eksiltmez."
6007 - Ebu Cuhayfe anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim bir hayrı başlatır ve kendinden sonra da onunla amel edilirse, bu kimse hem kendi
amelinin ve hem de öbürlerinin amelinin sevabını -onların sevabını eksiltmeksizin- aynen alır.
Kim de kötü bir iş işler ve kendinden sonra bunu başkaları da işlerse, bu kimseye hem kendi
işinin günahı hem de onu takliden işleyenlerin günahı, onlarınkinden -bir eksiltme hasıl
etmeden- aynen gelir."
6008 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Dünyada bir şeye çağıran kimse, Kıyamet günü, bu çağrısına devam ettirilir, hatta bir kişi bir
kişiyi çağırmış bile olsa."
KUR'AN ÖĞRENİP ÖĞRETEN
6009 - Mus'ab İbnu Sa'd'ın babası anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "En hayırlılarınız Kur'ân'ı öğrenen ve öğretenlerdir."
6010 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm; "Şüphesiz
insanlardan Allah'a yakın olanlar vardır!" buyurmuştu. Ashab: "Ey Allah'ın Resulü! Bunlar
kimlerdir?" diye sordu.
"Onlar Kur'ân ehli, Allah ehli ve Allah'ın has kullarıdır!" cevabını verdi.
6011 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bana dediler
ki: "Ey Ebu Zerr! Senin evden çıkıp Allah'ın kitabından bir ayet öğrenmen, senin için yüz
rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır. Keza gidip ilimden bir bab (mevzu) öğrenmen -ki bu
babla amel edilsin veya edilmesin- senin için bin rek'at namaz kılmandan daha hayırlıdır."
AMELDE DEVAM
7266 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Farz olmayan amelden gücünüz yettiği kadar yüklenin. Çünkü amelin hayırlısı
devamlı olanıdır, az bile olsa."
7267 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu
vesselâm, bir taşın üzerinde namaz kılmakta olan bir adamın yanından geçip Mekke'nin
kenarına geldi. Orada bir müddet durdu. Sonra ayrıldı. Adamı aynı vaziyette namaz kılıyor
buldu. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam ayağa kalktı, ellerini birleştirdi, sonra şöyle
hitap etti: "Ey insanlar! Mutedil olun!" ve bu sözünü üç kere tekrarlayıp, sonunda: "Siz
ibadetten usanmadıkça, Allah da size ihsan etmekten usanmaz!" buyurdular."
KUR'AN-I KERİM'İ OKUMANIN SEVABI
________________________________________
7086 - Ebu Saidi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm
buyurdular ki: "Kur'an ehli (yani onu okuyan, onunla amel eden) cennete girdiği vakit,
kendisine: "Oku ve yüksel!" denilir. O da okur ve yükselir. Her ayet için bir derece verilir.
Böylece o bildiği ayetleri sonuna kadar okur (ve her biri için bir derece alır)."
7087 - İbnu Büreyde'nin babası (Büreyde) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kıyamet günü Kur'ân-ı Kerîm rengi uçuk bir adam gibi gelir ve
(okuyucusuna): "Seni gece uykusuz ve gündüz susuz bırakan benim" der."
7088 - Ebu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Allah u ahad, el-Vahidu's-Samed (yani İhlas suresi Kur'ân'ın üçte birine denktir."
7089 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki : "Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki: "Kulum, beni andığı ve dudakları benim için
kımıldandığı an ben kulumla beraberim."
KUR'AN'LA TEDAVİ
7003 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İlaçların en hayırlısı Kur'ân'dır."
LANETLEME VE SÖVME
________________________________________
5308 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Mü'min ne ta'n edici, ne lanet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayasızdır."
Tirmizî, Birr 48, (1978).
5309 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Lâneti çok yapanlar Kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehid de olamazlar."
Müslim, Birr 85, (2598); Ebu Dâvud, Edeb 53, (4907).
5310 - Semüre İbnu Cündüb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Birbirinize, Allah'ın laneti, Allah'ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduada
bulunmayın."
Ebu Dâvud, Edeb 53, (4906); Tirmizî, Birr 48, (1977).
5311 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ey
Allah'ın Resülü! Müşriklere beddua et, onları lânetle!" denilmişti. Şu cevabı verdi:
"Ben rahmet olarak gönderiIdim, lanetleyici olarak değil!"
Müslim, Birr 87, (2597).
5312 - Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi taktirde, itham edilen
arkadaşında bunlar yoksa, kelime kendine dönderilir."
Buhârî, Edeb 44.
5313 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sövüşen iki kişinin söyledikleri(nin vebali), mazlum olan tecavüzde bulunmadıkça başlayana
aittir."
Müslim, Birr 68, (2587); Ebu Dâvud, Edeb 47, (4894); Tirmizî, Birr 51, (1982).
5314 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor; "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle dedi: "Ademoğlu, dehre söverek beni üzüyor. Halbuki ben
dehrim. Emir benim elimde. Gece ve gündüzü ben çeviririm."
Buhâri, Edeb 101, Tefsîr, Câsiye 1, Tevhîd 5; Müslîm, Elfâz 2, (2246); Muvatta, Kelâm 3, (2,
984); Ebu Dâvud, Edeb 181, (5274).
5315 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyor: "Bir kişinin ridasını rüzgâr savurmuştu,
tutup rüzgâra lanet etti. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm müdahale buyurdu:
"Sakın rüzgâra lanette bulunmayın. O memurdur, (Allah'ın emriyle) iş görmektedir. Şunu
bilin ki, kim bir şeye haksızlıkla lanet ederse, lanet kendisine döner."
Ebu Dâvud, Edeb 53, (4908); Tirmizî, Birr 48, (1979).
5316 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bu rüzgâr, Allah'ın rahmetindendir. Rahmeti de, azabı da getirir. Onu görünce, sakın ona
sövmeyin. Allah'tan rüzgârın hayr (getirmes)ini dileyin, şerr (getirmes)inden Allah'a sığının."
Ebu Dâvud, Edeb 113, (5097).
5317 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ölülere sövmeyin. Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular."
Buhârî, Cenâiz 97, Rikâk 42; Ebu Dâvud, Edeb 50, (4899); Nesâî, Cenâiz 51, 52, (4, 52, 53).
5318 - Muğîre İbnu Ş'u'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ölüler hakkında kötü konuşmayın, sonra dirileri üzersiniz."
Tirmizî, Birr 51, (1983).
5319 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ölülerinizin iyiliklerini zikredin, kötülüklerini zikretmeyin."
Ebu Dâvud, Edeb 50, (4900); Tirmizî, Cenâiz 34, (1019).
5320 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
bir seferdeydi. Ensârdan bir kadın devesinin üzerinde giderken yüksek sesle devesine lânet
okudu. Bunu işiten Aleyhissalâtu vesselâm: "Devenin üzerindeki eşyaları alın ve deveyi
salıverin, zira artık o lânetlenmiştir" buyurdular."
İmrân radıyallahu anh der ki: "Sanki ben deveyi insanlar arasında yürürken görür gibiyim,
kimse ona dokunmuyordu."
Müslim, Birr 80, (2595); Ebu Dâvud, Cihad 55, (2561).
5321 - Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Horoza sövmeyin! Zira o, namaz için uyandırıyor."
Ebu Dâvud, Edeb 115, (5101).
RESÜLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN LANET ETTİKLERİ
5322 - Ebu't-Tufeyl radıyallahu anh anlatıyor: "Ali İbnu Ebi Tâlib radıyallahu anh'a bir adam
gelerek:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın sana tevdi ettiği sır nedir?" diye sormuştu. Hz. Ali buna
öfkelendi ve:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, halka gizlediği hiçbir şeyi bana sır olarak vermedi. Şu
kudar var ki, bana dört kelime söyledi!" dedi. Adam:
"Nedir onlar, söyler misin?" deyince, Hz. Ali:
"Allah'tan başkasının adına kesene Allah lânet etsin. Ebeveynine lânet edene lânet etsin.
Bid'atçıyı himaye edene Allah lânet etsin. Tarlanın sınır taşlarını değiştirene Allah lânet
etsin!"
Müslim, Edâhî 43, (1978); Nesâî, Dahâya 34, (7, 232).
Rezin, İbnu Abbâs'tan şu ziyadede bulundu: "A'mayı yoldan men eden mel'undur. Bir
hayvana temasta bulunan mel'undur. Lüt kavminin pis işini yapan mel'undur."
5323 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ribayı yiyeni,
yedireni, riba akdini yazanı, sadakaya (zekata) mâni olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı -
hastalık sebebiyle olan hâriç- hulle yapanı, hulle yaptıranı lanetledi."
Nesâî, Zinet 25, (8, 147).
5324 - Muhammed İbnu Abdirrahmân, annesi Amra Bintu Abdirrahmân'dan naklen anlatıyor:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm nebbâş (mezar soyan) erkek ve kadınlara lânet etti."
Muvatta, Cenâiz 44, (1, 238).
5325 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allahım, ben senden hulf etmeyeceğin bir ahd talep ediyorum. (Biliyorsun) ben bir beşerim.
Hangi mü'mine (hatâen) eziyet verir, kırıcı söz sarfeder, lânette bulunur, değnek vurup (canını
yakar)sam bu haksızlığı onun hakkında, Kıyamet günü bir rahmet, (sevabında) bir artış, sana
bir yaklaşma vesilesi kıl."
Buhari, Da'avat 34; Müslim, Birr 90, (2601).
5326 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına iki
kişi girdi. Resûlullah'a bir şeyler söylediler. Fakat ne söylediklerini bilmiyorum.
Söyledikleriyle Aleyhissalâtu vesselam'ı kızdırmışlardı. Onlara lânet etti, sebbetti (kırıcı
konuştu). Adamlar çıkınca:
"Vallahi! Ey Allah'ın Resulü! Bunların kazandığı hayrı kim kazanabilir?" dedim.
"Bu da ne?" buyurdular.
"Onlara lanet ettin, sebbettin" dedim.
"Benim Rabbime ne şart koştuğumu bilmiyor musun? Dedim ki: "Allahım, ben bir beşerim.
(Beşerin razı olduğu gibi razı olur, beşerin kızdığı gibi kızarım.) Öyleyse mü'minlerden
hangisine (hak etmediği halde) lanet edersem, sebbedersem bunu onun hakkında (tahür
(günahlarından temizlik vesilesi)), (sevabında) bir artış ve ücret kıl!" buyurdular."
Müslim, Birr 88, (2600).
LİAN'IN AHKAMI
________________________________________
5278 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Allah Teala hazretlerinin (Tebük
seferinden geri kalmaları sebebiyle) tevbelerini kabul edip affettiği üç kişiden biri olan Hilâl
İbnu Ümeyye radıyallahu anh geldi. (Anlattığına göre) tarlasından evine yatsı vaktinde
dönmüştü. Hanımının yanında bir adam buldu. Manzarayı gözleriyle görmüş, kulaklarıyla
işitmişti. Sabah oluncaya kadar adamı ürkütüp telaşlandırmadı. Sabah olunca doğru
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gitti.
"Ey Allah'ın Resûlü dedi, ben aileme geceleyin dönmüştüm, yanlarında bir adam buldum.
Üstelik gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim."
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm getirdiği bu haberden hoşlanmadı, adama karşı sert
davrandı. Bunun üzerine:
"Kendi hanımlarına zina isnad eden, ancak, kendisinden başka şahidi bulunmayan kimse ise,
doğru söylediğine dair Allah adına yemin ederek dört defa şahitlik eder. Beşinci şahitliğinde
ise, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını ister. Kadının Allah adına
yemin ederek kocasının yalan söylediğine dâir dört def'a şahidlik etmesi ve beşinci
şahitliğinde, eğer kocası doğru söylüyorsa Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını istemesi,
onun hakkındaki cezayı kaldırır" (Nur 6-9) meâlindeki ayet nazil oldu. Vahiy hali Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın üzerinden kalkınca:
"Ey Hilâl, müjde! Allah senin için bir kurtuluş ve kurtuluş yolu gösterdi" buyurdular. Hilâl:
"Ben Rabbim Teâla hazretlerinden bunu ümid ediyordum!" dedi. Resûlullah aleyhissalatu
vesselâm:
"Kadına adam gönderin gelsin!" emretti. Kadın geldi. Ayet-i kerimeyi Resûlullah ona okudu.
İkisine de meselenin ciddiyetini hatırlattı ve ahiret azabının dünyadaki azabtan daha şiddetli
olacağını haber verdi. Bunun üzerine Hilâl:
"Vallahi kadın hakkında doğruyu söyledim!" dedi. Kadın da:
"Hayır yalan söyledin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Aranızda lânetleşin" emretti. Hilâl'e: "Şehadet getir!" dendi. O da doğru söylediğine dair dört
kere Allah'a şehadet etti. Beşinci sefer olunca kendisine:
"Ey Hilâl, Allah'tan kork, zira dünya azabı âhiret azabından pek hafiftir, senin bu yaptığın,
üzerine azâbı vacib kılmaktadır!" dendi. O yine:
"Allah'a yemin olsun, ona iftira ediyorum diye bana celde yapılmadığı gibi, Allah da onun
sebebiyle bana azab vermeyecektir!" dedi ve "Eğer yalancı ise, Allah'ın lâneti üzerine olsun!"
diye beşinci kere şehadette bulundu.
Sonra kadına: "Şehadet getir!" dendi. Kadın da: "Hilâl yalancıdır diye dört kere Allah'a
şehadette bulundu. Beşinci şehadete sıra gelince, kadına:
"Allah'tan kork, zira dünyadaki azab ahiret azabından hafiftir. Bu yaptığın, üzerine azabı
vacib kılmaktır!" dendi. Kadıncağız bir müddet durakladı. Sonra:
"Kavmimi, geri kalan zamanlarda rezil rüsvay edemem!" dedi ve beşinci defa: "Hilâl doğru
söyledi ise Allah'ın gadabı üzerime olsun!" diye şehadette bulundu.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm aralarını ayırdı. Kadının çocuğuna babasının adıyla
çağrılmamasına, kadına zina isnad edilmemesine, çocuğa da veled-i zina denmemesine, kim
kadına veya çocuğa böyle bir isnadda bulunacak olursa, hadd-i kazfe maruz kalacağına
hükmetti. Keza bunlar ne boşanma ne de ölüm sebebiyle ayrılmadıkları için Hilâl üzerinde, ne
kadın için mesken ne de çocuk için nafaka mesuliyeti olmadığına hükmetti. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Eğer kadın kızılımsı, kabaları etsiz, sivri omuzlu, iki kabası sivri, bacakları ince bir çocuk
dünyaya getirirse, bu çocuk Hilâl'dendir. Eğer esmer, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı
bir çocuk dünyaya getirirse bu çocuk, zina nisbet edilen şahsa aittir" buyurdular. Gerçekten
kadın esmer renkli, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk doğurdu. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Eğer (şehadetlerle yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın arasında mesele olacaktı"
buyurdular. İkrime der ki: "Kadının çocuğu bundan sonra Mudar üzerine emir oldu,
Tesmiye'de babasına nisbet edilmezdi."
Hadisi Ebu Dâvud bu metnin aynısıyla rivayet etti. Kütüb-i Sitte, İbnu Ömer'den bu mânada
rivayette bulundular.
Buhârî, Talâk 28, Şehâdât 21, Tefsir, Nur 3; Ebu Dâvud, Talâk 27, (2254, 2255, 2256);
Tirmizî, Tefsîr, Nur, (3178).
5279 - Yine İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
Üveymir el-Aclânî ile hanımı arasında lian uyguladı. Hanımı bu sırada hâmile idi."
Nesâî, Talâk 36, (6,171).
5280 - Yine ona ait bir rivayette: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, birbirine lianda bulunan
iki eşe lianlaşmayı teklif ettiği zaman, beşinci yeminde, erkeğe elini ağzının üzerine
koymasını emretti ve: "Bu (Allah'ın azabını) gerektiricidir!" buyurdu.
Nesâî, Talâk 40, (6, 175).
ÇOCUĞUN İLHAKI VE NESEB İDDİASI
5281 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Çocuk yatağa aittir. Zâniye de mahrumiyet vardır."
Buhârî, Hudûd 23, Ferâiz 18; Müslim, Rada' 37, (1458); Tirmizî, Rada' 8, (1157); Nesâî,
Talâk 48, (6,180).
5282 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Utbe İbnu Ebî Vakkâs, kardeşi Sa'd'a:
"Zemâ'a'nın cariyesinden doğan oğlan bendendir, onu sahiplen" diye vasiyet etmişti. Fetih
yılında, onu Sa'd yakalayıp: "Bu, kardeşimin oğludur, kardeşim onu bana vasiyet etmişti!"
dedi. Abd İbnu Zemâ'a da:
"O, benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, onun yatağında doğmuştur!" dedi.
Problemin halli için Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a koştular. Sa'd radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resülü! Bu kardeşimin oğludur. Kardeşim onun hakkında bana vasiyette
bulundu. Hele onun benzerliğine de bakın!" dedi. Abd:
"O benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur. Babamın yatağında doğdu!" dedi.
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, ondaki benzerliğe baktı. Utbe'ye açık bir benzerlik gördü.
Sonra:
"Bu sana aittir ey Abd İbnu Zemâ'a. Çocuk yataga aittir, zâni için de mahrumiyet vardır"
buyurdu. Sonra da Sevde Bintu Zem'a'ya:
"Bun(u kardeşin bilme, ihtiyat et, ona karşı) tesettür et!" emretti. Bu emri, onun Utbe'ye olan
benzerliği sebebiyle vermişti.
O, kadını, Allah'a kavuşuncaya kadar göremedi. Sevde, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
zevcesi idi."
Buhârî, Vesâya 4, Büyü' 3, 100, Husûmât 6, Itk 8, Ferâiz 18, 28, Hudüd 23, Ahkâm 29;
Müslim, Radâ' 36, (1457); Muvatta, Akdiye 20, (2, 739); Ebu Dâvud, Talâk 34, (2273); Nesâî,
Talâk 48, 49, (6, 180, 181).
5283 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Benim siyah bir çocuğum dünyaya geldi" dedi. Adam, ta'rîz yoluyla
çocuğu nefyetmeyi teklif ediyordu. Aleyhissalâtu vesselâm, onun nefyedilmesine ruhsat
vermedi.
"Senin bir deven var mı?" dedi. Adam: "Evet" deyince:
"Bunların renkleri nasıldır?" diye sordu. Adam: "Kırmızı!" dedi.Resûlullah tekrar sordu:
"Bunlar arasında boz renkli var mı"
"Evet!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Peki bu nereden (geldi)?" dedi. Adam:
"Belki de bir damar çekmiştir" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Senin oğlun da bir damara çekmiştir!" buyurdular."
Buhârî, Talâk 26, Hudud 41; Müslim, Li'ân 20, (1500); Ebu Dâvud, Talâk 28, (2260, 2261,
2262); Tirmizi, Velâ ve Hibe 4, (2129); Nesâî, Talâk 46, (6, 178, 179).
5284 - Amr İbnu Şu'ayb an ebîhi an ceddîhi radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam kalkarak:
"Ey Allah'ın Resülü! Falan benim çocuğumdur. Cahiliye devrinde ben annesiyle zina
yapmıştım!" dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şu cevapta bulundu:
"İslâm'da (neseb) iddiası yok. Cahiliye işi bitti artık. Çocuk yatağa aittir, zaniye de
mahrumiyet vardır!"
Ebu Dâvud, Talâk 34, (2274).
KÂFE
5285 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Reslullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) yanıma
mesrur olarak girdi, yüzünün çizgileri parlıyordu.
"Hani, Mücezziz el-Müdlicî var ya, az önce, Zeyd İbnu Hârise ve Üsame İbnu Zeyd'e baktı
da: "Şu ayaklar var ya (aralarında öyle benziyorlar ki) sanki birbirlerinden hâsıllar" dedi"
buyurdular."
Buhâri, Fezailu'l-Ashab 17, Menâkıb 23, Ferâiz 31; Müslim, Rada' 38, (1459); Ebu Dâvud,
Talâk 31, (2267, 2268); Tirmizî, Velâ ve'l-Hibe 5, (2130); Nesâî, Talâk 51, (6, 184).
5286 - Süleyman İbnu Yesâr anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh, İslâm döneminde neseb
iddiasında bulunanları cahiliye doğumlulara ilhak ediyordu. (Bir gün) iki kişi geldi. Her ikisi
de, bir kadının çocuğunun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Hz. Ömer, bir kâif çağırdı.
Kâif adamlara baktı. Sonra:
"Her ikisinin de çocukta iştirakleri var!" dedi. Hz. Ömer bu söz üzerine elindeki değneği kâife
indirdi ve:
"Nereden biliyorsun?" dedi. Sonra kadını çağırıp:
"Bana haberini söyle!" emretti. Kadın, iki adamdan birini kastederek:
"Şu var ya, dedi ben ailemin devesini güderken bana gelirdi ve benden ayrılmazdı. O da ben
de hamilelik başladı zannettik. Sonra o benden ayrıldı. Arkadan kan aktı (âdet gördüm). Sonra
da onun yerini diğeri aldı (bana temasta bulundu). Çocuğun hangisinden olduğunu
bilmiyorum!" dedi. Kâif bu cevabı işitince tekbir getirdi. Hz: Ömer çocuğa dönerek:
"Hangisini dilersen onu veli kıl!" dedi."
Muvatta, Akdiye 22, (2, 740).
5287 - Ebu Osmân en-Nehdî anlatıyor: "Sa'd İbnu Ebî Vakkâs radıyallahu anh'ı dinledim.
Demişti ki : " "Resülullah aleyhissalâtu selâm buyurdular ki:
"İslâm'da bir kimse asıl babası varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını
da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır."
Buhârî, Ferâiz 29, Megâzî 56; Müslim İman 114, (63); Ebu Dâvud, Edeb 119, (5113).
5288 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
mülâ'ane (lânetleşerek boşanma) âyeti indiği zaman şöyle buyurdular:
"Hangi kadın, bir kavme, onlardan olmayanı dahil edecek olursa, hiç bir hususta Allah'la
irtibatı kalmamıştır. Artık Allah onu asla cennete koymayacaktır. Hangi erkek de göre göre
evladını inkâr ederse, Allah Kıyamet günü onunla kendi arasına perde koyar ve herifi
öncekilerin ve sonrakilerin önünde rezil rüsvay eder."
Ebu Dâvud, Talâk 29, (2263); Nesâî, Talâk 47, (6,179).
5289 - Amr İbnu, Şuayb an ebîhi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm, varisler tarafından babaya nisbeti talep edilip de, (hayatında inkâr
etmediği için) babanın ölümünden sonra nesebe dahil edilen bu çocuğun o babanın cima
yaptığı gün mülkünde bulunan cariyeden doğmuş olması halinde, varislere ilhak edilmesine;
ancak çocuğa, bu ilhaktan önce taksim edilen mirastan herhangi bir payın geçmeyeceğine;
fakat taksim edilmeyen mirastan pay alacağına; çocuğun kendisine nisbet edildiği baba, şayet
ölmezden önce çocuğun kendisinden olduğunu inkâr etmişse, bu çocuğun o babaya ilhak
edilemeyeceğine; eğer çocuk mülkünde olmayan bir cariyeden veya kendisiyle zina yaptığı
bir hür kadından ise, bu çocuğun da o babaya ilhak edilmeyeceğine ve o babaya varis
olamayacağına, -hatta çocuk kendisine nisbet edilen şahsın bizzat kendisi, onun hür veya köle
kadından edindiği veled-i zinası olduğunu itiraf etse bile- o çocuğun varis olamayacağına
hükmetti."
Ebu Dâvud, Talâk 30, (2265, 2266).
5290 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"İslâm'da cariye ile zina yoktur. Kim câhiliyede câriye ile zina yapmış ise, (bundan hasıl olan
çocuk) asabesine (efendisine = cariyenin efendisine) dahil olur. Kim, meşru nikahdan
olmayan bir çocuğun kendine ait olduğunu iddia ederse, ona vâris olamaz, kendisine de varis
olunamaz."
Ebu Dâvud, Talak 30, (2264).
5291 - Zeyd İbnu Erkâm radıyallahu anh anlatıyor: "Yemen'den bir zât Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelip:
"Üç kişi Hz. Ali'ye gelip, tek bir tuhur zamanı içerisinde cimada bulundukları bir kadından
doğan bir çocuk hakkındaki ihtilaflarını arzettiler. Hz. Ali ikisine:
"Çocuk şu üçüncüye mübarek olsun!" dedi. Bunun üzerine diğer ikisi feverân ettiler (olmaz
böyle hüküm diye çıkıştılar). Hz. Ali bunun üzerine:
"Siz, ihtilaflı ortaklarsınız. Ben aranızda kur'a çekeceğim. Kime çıkarsa çocuk onundur. Diğer
iki arkadaşına da bir diyetin üçte ikisini ödeyecektir!" dedi ve aralarında kur'a çekti ve çocuk
kime çıktı ise ona verdi.
(Adamın bu anlattıklarına) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, azı dişleri -veya kesici dişleri-
görülünceye kadar güldü."
Ebu Dâvud, Talâk 32, (2270); Nesâî, Talak 50, (6, 182, 184).
5292 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Bir kimse kendini azad edenlerin izni olmadan bir kavmi velî ittihaz ederse, Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların) laneti üzerine olsun. Allah ondan ne bir farz ne de bir nafile
kabul eder."
Müslim, Itk 19, (1508); Ebu Dâvud, Edeb 119, (5114).
5293 - Abdulhamid İbnu Cafer anlatıyor: "Babamın dedem Rafi' İbnu Sinân radıyallahu
anh'tan anlattığına göre dedem Râfi' müslüman olmuş, fakat hanımı müslüman olmamakta
direnmiş ve (iş ayrılma noktasına gelince) kadın, Aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:) "Kızım
benimdir, sütten de kesilmiştir" demiştir. Râfi'de: "Kızım benimdir" demiştir. (Resülullah,
Râfi'e: "Sen bir köşeye otur!)" kadına da: "Sen de bir köşeye otur!" der. Çocuğu da ikisinin
arasına oturtur. Sonra kadına ve erkeğe: "Çocuğu kendinize çağırın!" buyurur. Çağırırlar.
Çocuk annesine meyleder. Aleyhissalatu vesselam: "Allahım ona doğruyu göster!" diye dua
eder. Bunun üzerine kız babasına yönelir. Baba böylece çocuğu alır."
Ebu Dâvud, Talâk 26, (2244); Nesâî, Talâk 52, (6, 185).
Lİ'AN
6601 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ensardan bir erkek, Beliclan'dan bir
kadınlaevlendi ve zifaf yapıp, kadının yanında geceyi geçirdi. Sabah olunca: "Ben bu kadını
bakire bulmadım!" dedi. Durum Resulullah aleyhissalatu vesselam'a intikal ettirildi.
Resulullah, kızı çağırtıp meseleyi sordu. Kadın: "Hayır! Ben bakire idim!" dedi. Aleyhissalatu
vesselam'ın emri üzerine müla'ane yaptılar. (Koca) kadına mehrini verdi."
6602 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Dört sınıf kadın vardır ki, onlarla kocaları arasında
müla'ane yapılmaz: Müslümanın nikahı altındaki hıristiyan kadın, müslümanın nikahı
altındaki yahudi kadın, kölenin nikahı altındaki hür kadın, hür kişinin nikahı altındaki köle
kadın."
SARIKLAR
________________________________________
5196 - Muhammed İbnu Rükâne, babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki sarıklardır."
Ebu Dâvud, Libas 24, (4078); Tirmizi, Libâs 47, (1785).
5197 - Ebu'l-Müleyh babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Sarık sarın da hilminiz ziyadeleşsin!" buyurdular." Ravi devamla der ki: "Hz. Ali radıyallahu
anh da: "Sarıklar Arapların taçlarıdır" buyurdular.
Hadis, Teysîr'de Ebu Dâvud'a nisbet edilmiş ise de, onda mevcut değildir. Camiu's-Sağîr'de
mevcuttur (1, 555).
5198 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm başına
sarık sardığı zaman, ucunu iki omuzu arasından sarkıtırdı."
Tirmizî, Libâs 12, (1736).
5199 - Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
bana bir sarık sardı, onu önümden ve arkamdan birkaç parmak sarkıttı."
Ebu Dâvud, Libâs 24, (4079).
5200 - Amr İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
gördüm, üzerinde siyah bir sarık vardı. İki ucunu omuzları arasından sarkıtmıştı."
Müslim, Hacc 453, (1359); Ebu Dâvud; Libâs 24, (4077); Nesâî, Zînet 109, (8, 211).
5201 - Ebu Kebşe el-Enmârî anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabının
kalansuveleri geniş idi."
Tirmizî, Libâs 40, (1783).
KAMİS VE İZAR
5202 - Esmâ Bintu Yezîd İbni's-Seken radıyallahu anhâ anIatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın gömleğinin kolu bileğe kadardı."
Tirmizî, Libâs 28, (1765); Ebu Dâvud, Libâs 3, (4027).
5203 - Alâ İbn Abdirrahman babasından naklediyor: "Ebu Saîd radıyallahu anh'a izar
hakkında sordum. Dedi ki:
"Tam bilene düştün! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle demişti:
"Mü'minin izarı bacağın yarısına kadar uzanmalıdır. Burası ile topuklar arasında olmasının da
bir günahı yok. Ama topuktan aşağı inen kısım ateştedir. Kim de, gururla izarını (yerde)
sürürse Kıyamet günü Allah ona (rahmet) nazarı ile bakmaz."
Muvatta, Libas 12, (2, 914, 915); Ebu Dâvud, Libas 30, (4093); İbnu Mâce, Libas 7, (3573).
Ebu Dâvud'un rivayetinde "Kıyamet günü" ibaresi mevcut değildir.
5204 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm izar
hakkında ne söylemişse o, kamîs hakkında da muteberdir."
Ebu Dâvud, Libas 30, (4095).
İZARIN SARKITILMASI
5205 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah,
elbisesini kibirle sürüyene bakmaz" buyurmuştur. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh:
"Ey Allah'ın Resülü! İzârım salık durumda, dikkat etmezsem sürünüyor" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Sen, bunu kibirle yapanlardan değilsin!" cevabını verdi."
Buhârî, Libas 5, 1, 2, Fezâilu Ashâb 5, Edeb 55; Müslim, Libas 45, (2085); Ebu Dâvud, Libas
28, (4085); Nesâî, Zînet 102, 105, (8, 206).
KADIN İZARLARI
5206 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kim elbisesini gururla yerde sürürse, Kıyamet günü Allah ona (rahmet nazarıyla) bakmaz!"
buyurmuştu. Ümmü Seleme atılarak:
"Öyleyse kadınlar zeyllerini ne yapacaklar?" diye sordu.
"Bir karış salarlar!" buyurdu. Ümmü Seleme:
"Bu taktirde ayakları açılır!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öyleyse bir zirâ salsınlar, bunu daha da artırmasınlar! buyurdular."
Tirmizi, Libâs 9, (1731,); Nesâi, Zinet 106, (8, 209); Ebu Dâvud, Libas 40, (4119).
İHTİBA VE İŞTİMAL
5207 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı bir örtü ile
ihtiba etmiş gördüm. Örtünün saçağı ayaklarının üzerine dökülmüştü."
Ebu Dâvud, Libâs 23, (4075).
5208 - Yine Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm, sammâ
sarınmasını ve tek bir giysi içerisinde ihtiba oturuşunu yasakladı."
Ebu Dâvud, Libas 25, (4081); Tirmizi, Edeb 20, (2768); Nesâî, Zînet 18, (8, 210).
5209 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, şu iki
çeşit giyinmekten men etti: "Sammâ sarınması ki bu, üzerinde bir başka giysi olmadığı halde
giysisini omuzuna koyup bir yarısını açık bırakması ve namazda iki elini de sarmasıdır. Diğer
giyinme de, fercini örtecek kadar olmayan tek giysisi içinde ihtiba tarzında oturmasıdır."
Buhâri, Libâs 20, 21, Büyü' 62, 63, Salât 10, Mevâkît 30, 31, Savm 67; Müslim, Büyü' 2,
(1511); Muvatta, Büyü 76, (2, 666); Ebu Dâvud, Libâs 25, (4080); Tirmizi, Libâs 24, (1758);
Nesâî, Büyü' 23, 25 (7, 259-260).
KADIN BÜRGÜLERİ
5210 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Cenab-ı Hakk'ın şu (mealdeki) kavl-i
şerifleri indiği zaman, "Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına
söyle. Evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.. " (Ahzâb 59) Ensâr kadınları
başlarında (siyah) örtüden kargalar taşıyor oldukları halde dışarı çıkarlardı."
Ebu Dâvud, Libas 32, (4101).
5211 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Esmâ Bintu Ebi Bekr radıyallahu anhümâ,
üzerinde ince bir elbise olduğu halde Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın huzuruna girmişti.
Aleyhissalâtu vesselâm, ondan yönünü ters istikamete çevirdi ve:
"Ey Esmâ! Kadın hayız yaşına girdi mi ondan sadece şunun ve şunun dışında hiçbir yerinin
görünmesi câiz değildir!" dedi ve yüzü ile ellerine işaret etti."
Ebu Dâvud, Libâs 34, (4104).
5212 - Dihye el-Kelbi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
(Mısır'dan), (beyaz renkli ve ince olan) kubâtî kumaşlar getirilmişti. Bana ondan bir kupon
verdi ve:
"Bunu ikiye böl, bir parçayı kendine kamîs yap, diğerini hanımına ver. Bununla kendine
bürgü yapsın!" buyurdular. (Ayrılmak üzere Dıhye) geri dönünce:
"Hanımına söyle, bunun altına bir astar koysun da bedenini vasfetmesin!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Libâs 39, (4116).
5213 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ümmü Seleme radıyallahu anh , evinde
iken de cilbâbesini (başörtüsünü) fazilet ümidiyle üzerinden hiç çıkarmazdı."
Rezîn tahric etti.
5214 - İmam Mâlik rahimehullah'a ulaştığına göre, Abdullah İbnu Ömer'in bir cariyesi vardı.
Hz. Ömer onu, hürlerin kıyafetine bürünmüş vaziyette görünce bu davranışını normal
karşılamayıp müdahale etti. (Kızı Hafsa'nın yanına girip:
"Oğlan kardeşinin cariyesini halkın içine karışmış görmedin mi, hürlerin kıyafetine bürünmüş
değil mi?" dedi ve Hz. Ömer bu hali hoş karşılamadı)."
Muvatta, İsti'zân 44, (2, 981).
AYAKKABI GİYİNME
5215 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Biriniz ayakkabı giyince sağdan başlasın, çıkarırken de soldan başlasın ya
ikisini birlikte giysin, ya ikisini birlikte çıkarsın)"
Müslim, Libas 67, (2097).
5216 - Bir rivayette de: "Sakın kimse tek ayakkabı ile yürümesin, ya ikisini de çıkarsın, yahut
ikisini de giyinsin" buyrulmuştur.
Buhâri, Libâs 39; Müslim, Libâs 68, (2097); Muvatta, Libas 14, 15, (2, 916); Ebu Dâvud,
Libâs 44, (4139); Tirmizî, Libâs 37, (1780).
5217 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ayakkabı
giymede, başını taramada, temizlikte ve bütün işlerinde sağdan başlamayı severdi."
Buhârî, Salât 47, Vudü 31, Et'ime 5, Libas 38, 77; Müslim, Tahâret 67, (268); Ebu Dâvud,
Libas 44, (4140); Tirmizî, Salât 428, (608); Nesâî, Tahâret 90, (1, 78).
5218 - Hz. Ebu Hureyre ve Hz. Enes radıyallahu anhüma anlatıyorlar: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm kişinin ayakta giyinmesini yasakladı."
Tirmizî, Libas 35, (1776, 1777). Bu hadisi Ebu Dâvud Hz. Câbir radıyallahu anh'tan rivayet
etti : Libâs 44, (4135).
5219 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma diyor ki: "Kişi oturduğu zaman, ayakkabılarını çıkarıp
(sol) yanına koyması sünnettir."
Ebu Dâvud, Libas 44, (4138), Salât 89, (648).
5220 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, katıldığımız
bir gazvede buyurdular ki:
"Ayakkabıları çoğaltın. Çünkü kişi ayakkabı giydiği müddetçe binmeye devam eder."
Müslim, Libas 66, (2096); Ebu Dâvud, Libas 44, (4133).
5221 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı sebtiyye
ayakkabısını giyerken gördüm. Sebtiyye ayakkabısı, üzerinde hiç tüy bulunmayan
ayakkabıdır. Aleyhissalâtu vesselam bu ayakkabı içinde abdest alıyordu. Ben bu ayakkabıyı
giymeyi severim."
Nesâi, Tahâret 95, (1, 80), Zinet 67, (7,186).
5222 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in
ayakkabısında parmak arasına geçen atkısı vardı."
Buhârî, Libâs 41, Ebu Dâvud, Libâs 44, (4134); Tirmizî, Libâs 33, (1773, 1774); Nesâî, Zinet
117, (8, 217).
5223 - İbnu Ebî Müleyke anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ'ya: "Kadın (erkeğe mahsus)
ayakkabı giyer mi?" diye sorulmuştu:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kadınlardan erkekleşenlere lanet etti!" diye cevap verdi."
Ebu Dâvud, Libâs 31, (4099).
5224 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kadın
elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına lanet etti."
Ebu Dâvud, Libas 31, (4098).
ZİNETİN TERKİ
5225 - Muâz İbnu Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim muktedir olduğu halde tevazu maksadıyla (Allah için) (kıymetli) elbise giymeyi
terkederse, Allah Kıyamet günü, onu mahlukatın başları üstüne çağırır ve dilediği iman
elbisesini giymekte onu muhayyer bırakır."
Tirmizi, Kıyamet 40, (2483).
5226 - Hz. İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim şöhret elbisesi giyerse, Allah ona zillet elbisesi giydirir."
Bir rivayette de şöyle denmiştir: "...Kıyamet günü Allah ona onun aynısını giydirir, sonra
içinde ateşi tutuşturur."
Ebu Dâvud, Libas 5, (4029, 4030).
SÜSLENME
5227 - Ebu'l-Ahvas babasından naklen diyor ki: "Üzerimde âdi bir elbise olduğu halde
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelmiştim. Bana:
"Senin malın yok mu?" diye sordu.
"Evet var!" cevabıma:
"Hangi çeşit maldan?" sorusunu yöneltti.
"Her çeşit maldan Allah bana vermiştir (deve, sığır, davar, at, köle, hepsinden var)" demem
üzerine:
"Öyleyse Allah Teâlâ hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin eseri ve
fazileti senin üzerinde görülmelidir!" buyurdular."
Nesâi, Zinet 83, (8,196).
5228 - Muhammed İbnu Yahya İbnu Hibbân anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Sizden biri bolluğa erince iş elbisesinden başka bir de cuma elbisesi edinirse üzerine (bir
vebal) yoktur."
Ebu Dâvud, Salât 219, (1078); İbnu Mâce, İkametu's-Salât 82, (1095).
5229 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bize binek
hayvanlarımızı güden bir adamımızı gördü. Üzerinde eskimiş (çizgili) iki parçalı giysi vardı.
"Onun bu eskilerden başka giyeceği yok mu?" buyurdular. Evet var dedim. Çamaşır
torbasında iki giysisi daha var, ben onları giydirmiştim."
"Öyleyse çağır onu da, bunları giysin!" emrettiler. (Çağırdım, emr-i Nebeviyi söyledim), o da
onları giyindi. Geri gitmek üzere dönünce, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Nesi var (da bu yenileri giymiyor?) Allah boynunu vurasıca! Bu daha hoş değil mi?"
buyurdular. Adam bu sözü işitti ve: "Allah yolunda mı (boynum vurulsun) ey Allah'ın
Resülü?" dedi.
"Evet buyurdular, Allah yolunda!" Adam Allah yolunda öldürüldü."
Muvatta, Libas 1, (2, 910).
5230 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şu iki
kıyafeti yasakladı: Çok yüksek kıyafet, çok düşük kıyafet."
Rezin tahric etmiştir.
ELBİSE ÇEŞİTLERİ
5231 - ÜmmÜ Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın en
ziyade sevdiği elbise kamîs idi."
Ebu Dâvud; Libâs 3, (4025); Tirmizî, Libâs 28, (1762, 1763).
5232 - Süveyd İbnu Kays anlatıyor: "Ben ve Mahrefetu'I-Abdî, Hecer'den bez alıp, Mekke'ye
getirdik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (yanımıza) gelip bizimle bir şalvar pazarlık etti ve
satın aldı. Fiyatını bize tartıp ödedi. Tartan kimseye de: "Tart (ve ibreyi lehine) kaydır!"
emretti."
Ebu Dâvud, Büyü' 7, (3336); Tirmizi, Büyü' 66, (1305); Nesâi, Büyü' 54, (7, 284).
5233 - Misver İbnu Mahreme radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm,
(ashabına) birkısım kaftanlar taksim etti, fakat (babam) Mahreme'ye hiçbir şey vermedi.
Bunun üzerine babam:
"Haydi Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a gidelim!" dedi ve beraber gittik. Bana: "Gir de
Aleyhissalâtu vesselâm'i bana çağır!" dedi. Ben de çağırdım. Resûlullah, üzerinde dağıttığı
kaftanlardan biri olduğu halde dışarı çıktı ve "Bunu senin için sakladık!" buyurdu. Sonra
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm babama baktı ve: "Mahreme râzı oldu!" buyurdu."
Buhâri, Farzu'l-Humus 11, Libâs 12; Müslim, Zekât 129, (1058); Ebu Dâvud, Libâs 4, (4028);
Tirmizi, Edeb 53, (2819); Nesâi, Zinet 100, (7, 205).
5234 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam en çok, hıbere
(denen Yemen'de mamul, çubuklu) kumaştan giyinmemizi severdi."
Buhari, Libas 18; Müslim, Libâs 32, (2079); Ebu Dâvud, Libas 15, (4060); Tirmizi, Libas 45,
(1788); NesâÎ, Zinet 95 (8, 203).
5235 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Harüriyye (denen Hâriciler) çıktığı zaman
Hz. Ali radıyallahu anh'ın yanına geldim. Bana:
"Şu adamlara bir uğra!" dedi. Ben de mevcut Yemen hullelerinin en güzelini giydim."
Ebu Zümeyl der ki: "İbnu Abbâs radıyallahu anhüma yakışıklı ve gür sesli biriydi." İbnu
Abbâs der ki:
"Harurîlerin yanına vardım. Bana:
"Hoş geldin ey İbnu Abbâs! Bu takımın da ne?" dediler. Ben:
"Beni ayıplıyor musunuz? Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm üzerinde mümkün olan en
güzel elbiseyi gördüm!" dedim."
Ebu Dâvud, Libâs 8, (4037).
5236 - Abdülvâhid İbnu Eymen babasından anlatıyor: "Hz. Aişe'nin yanına girdim. Üzerinde
kalın Yemen bezinden yapılmış fiyatı beş dirhem olan bir elbise bulunuyordu. Hz. Aişe:
"Gözünü cariyeme kaldır da ona bir bak! Zira o, şimdi benim giydiğim, şu elbiseyi evin içinde
giymekten arlanır. Halbuki, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında benim o (kaba
kumaş)tan bir elbisem vardı. Medine'de zifaf için süslenen her kadın gelip o elbiseyi benden
iâreten alırdı."
Buhârî, Hibe 34.
5237 - Muğîre İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a
üzerinde yünden şâmî bir cübbe olduğu halde abdest suyunu döktüm. Cübbenin yenleri dar
idi. Elini çıkar(ıp cübbenin yenlerini çemre)mek istedi. Fakat kol dar gelince, (cübbeyi
omuzuna atarak) ellerini bedeninin altından çıkardı ve yıkadı."
Tirmizî, Libas 30, (1768, 1769).
5238 - Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın en
ziyade sevdiği elbise kamîs idi."
Ebu Dâvud; Libâs 3, (4025); Tirmizî, Libâs 28, (1762, 1763).
BEYAZ
5239 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Elbiselerden beyaz olanları giyin. Çünkü onlar en hayırlı giyeceklerinizdir. Ölülerinizi de
beyazla kefenleyin."
Tirmizi, Cenâiz 18, (994); Ebu Dâvud, Tıbb 14, (3878).
KIRMIZI
5240 - Hilâl İbnu Âmir babasından naklediyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı Mina'da
halka hitap ederken gördüm. Sırtında kırmızı bir bürde vardı ve katırının üzerinde idi. Hz. Ali
radıyallahu anh da önüne durmuş, Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediklerini tekrarlıyordu."
Ebu Dâvud, Libas 21, (4073).
5241 - Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm orta boylu idi.
Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm. Ben Aleyhissalâtu vesselâm'dan daha güzel bir şeyi
hiç görmedim."
Buhârî, Libas 35, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 91, (2337); Ebu Dâvud, Libas 21, (4072);
Tirmizî, Libas 4, (1724); Nesâî, Zînet 94, (8, 203).
5242 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüm anlatıyor: "Üzerinde kırmızı renkli iki giyecek
bulunan bir adam geldi ve Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a selam verdi. Ama
Aleyhissalâtu vesselâm adamın selamını almadı."
Ebu Dâvud, Libâs 20, (4069); Tirmizî, Edeb 45, (2808).
5243 - Benî Esedden bir kadın anlatıyor: "Bir gün, Resülullah aleyhissatâtu vesselâm'ın
zevcelerinden Zeyneb'in yanında idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu
işle meşgulken Resülullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi. Ancak kızıl toprağı görünce geri
döndü. Zeynep bu hali görünce, Aleyhissalâtu vesselâm'ın bunu mekruh addettiğini anladı ve
derhal elbiselerini yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhissalâtu vesselâm geri döndü ve
âniden geldi. (Boyadan) hiçbir şey görmeyince içeri girdi."
Ebu Dâvud, Libâs 20, (4071).
5244 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ben erguvan (koyu kızıl) renkli şeyin üzerine binmem. Ne sarıya boyanmışı, ne de (eteşinin
ucuna, yakasına, yenine) ipekli geçirilmiş gömleği giymem. Bilesiniz erkeğin sürünme
maddesi kokuludur, renksizdir. Bilesiniz kadının sürünme maddesi renklidir kokusuzdur."
Ebu Dâvud, Libâs, 11, (4048); Tirmizi, Edeb 30, (2789).
SARI
5245 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
üzerimde sarıya boyanmış iki giysi görmüştü. Derhal:
"Bunu giymeni annen mi sana emretti?" diye sordu. Ben: "Bunları yıkayayım mı, ey Allah'ın
Resulü" dedim.
"Hattâ yak onları!" buyurdular."
Bir rivayette: "Bu, kâfirlerin kıyâfetidir, sakın bunları giyme!" buyurdular" denmiştir.
Müslim, Libas 27, (2077); Ebu Dâvud, Libâs 20, (4066, 4067, 4068); Nesâî, Zinet 96, (8, 203,
204).
5246 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, kasîy (yol yol
ipek bulunan keten) kumaşla sarıya boyanmış kumaşı yasakladı."
Ebu Dâvud, Libâs 11, (4044); Tirmizî, Libas 5, (1725); Müslim Libâs 29, (2078).
YEŞİL
5247 - Ebu Remse radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in üzerinde
iki yeşil giysi gördüm."
Ebu Dâvud, Libâs 19, (4065); Tirmizi, Edeb 48, (2813); Nesâî, Zînet 97, (8, 204), Iydeyn 16,
(3,185).
SİYAH
5248 - Ümmü Hâlid Bintu Hâlid İbni Sa'îd İbni'I-Âs radıyallahu anhüma anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a benekli siyah bir giysi getiriImişti.
"Bunu kime giydirmemi uyşun bulursunuz?" buyurdular. Herkes susmuştu.
"Bana Ümmü Hâlid'i getirin!" emrettiler. Beni yanına götürdüler. Giysiyi elleriyle bana
giydirdi ve sonra da:
"Üstünde eskit, üstünde eskit!" diye iki sefer tekrarladılar. Siyah kumaşın beneğine bakıyor,
eliyle de bana işaret ediyor ve:
"Ey Ümmü Hâlid! Bu senna (güzel), ey Ümmü Hâlid bu sennâ!" diyordu. Sennâ, Habeşistan
dilinde güzel demekti."
Buhârî, Libâs 22, 32,188; Menâkıbu'l-Ensar 37, Edeb 17; Ebu şâvud, Libas 1.
İPEĞİN TAHRİMİ
5249 - Ebu Osman en-Nehdî anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh, biz Utbe İbnu
Ferkad ile Azerbaycan'da iken bize şöyle yazmıştı:
"Ey Utbe, (bu mal) ne senin emeğin, ne babanın emeği ne de annenin emeğidir. Öyleyse
mü'minleri, evlerinde, kendi evinde doyduğun şeyden doyur. Zevk için yemekten ve şirk
ehlinin zinetinden, ipekli giymekten kaçın. Zira Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şu kadarı
hariç ipekli giymekten yasakladı ve Resûlullah bize orta ve işaret parmağını kaldırarak
birbirine bitiştirdi."
Buhârî, Libâs 25; Müslim, Libâs 12, (2069); Ebu Dâvud, Libâs 10, (4042); Nesâî, Zinet 93,
(8, 202); İbnu Mâce, Libas 18, (3593).
5250 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir miktar ipek
alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu, sonra da:
"Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Libas 14 (4057); Nesâi, Zinet 40, (8, 160).
Tirmizi ve Nesai de Ebu Musa'dan gelen diğer bir rivayette: "Ümmetimin erkeklerine, ipek
elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılınndı" buyrulmuştur.
5251 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Dünyada ipeği, ahirette nasibi olmayanlar giyer."
Buhari, Libas 25, Müslim, Libas 6, (2063), Nesai, Zinet 91, 201).
5252 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"İpeği dünyada giyen, âhirette giyemez."
Buhâri, Libâs 25; Müslim, Libâs 23, (2075); Nesâî, Zinet 91, (8, 200).
5253 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "(Babam) Ömer radıyallahu anh satılmakta
olan atlas bir elbise gördü. Onu Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirip:
"Ey Allah'ın Resülü! Bunu satın al da bayramlarda ve taşradan gelen heyetlerin karşılanması
sırasında tecemmülen giyin!" dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu, (ahirette) nasibi olmayanların giysisidir" buyurdular. Sonra Hz. Ömer, Allah'ın dilediği
kadar kaldı. Aleyhissalâtu vesselâm ona atlastan mâmul bir cübbe gönderdi. Ömer gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü! Siz(ipek hakkında): "Bu, (ahirette) nasîbi olmayanların giyeceğidir"
demiştiniz. Sonra bana bunu gönderdiniz, (hikmeti nedir?)" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm,
buna karşılık:
"Bunu, sana bizzat giyesin diye göndermedim. Bilakis, satasın ve parasıyla ihtiyaçlarını
göresin diye göndermiştim" buyurdular."
Buhârî, Libâs 30, Cum'a 7, lydeyn 1, Büyü' 40, Hibe 27, 29, Cihâd 177, Edeb 9, 66; Müslim,
Libâs 6, (2068); Muvatta, Libâs 18, (2, 917, 918); Ebu Dâvud 10, (4040, 4041); Nesâî, Zînet
84, 86, 87, (8, 196-198).
5254 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana siyerâ
(denen yol yol sarı kalemli dokunmuş ipek) kumaştan bir takım elbise giydirdi. Sonra ben onu
giyip çıktım. (Resülullah bunu üzerimde görünce bana kızmıştı), öfkesini yüzünde
görüyordum. Hemen dönüp, onu hanımlarım arasında başörtüsü yapmaları için taksim ettim."
Buhârî, Libâs 30, Hibe 27, Nafakât 11; Müslim, Libâs 19, (2071); Ebu Dâvud, Libâs 10,
(4043); Nesâî, Zînet 85, (8,197).
5255 - Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Dûmetu'l-Cendel şefi Ukeydir,
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a ipek bir elbise hediye etti. Aleyhissalâtu vesselâm da onu
Hz. Ali radıyallahu anh'a verdi ve:
"Bunu Fatımalar arasında taksim et!" buyurdu."
Müslim, Libâs 18, (2071).
İPEKTEN MÜBAH OLAN MİKTAR
5256 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm saf
ipekten yapılmış elbiseyi yasakladı. Ama alem olarak konan ve kumaşın direzisinde
kullanılan ipeğe yasak yoktur."
Ebu Dâvud, Libâs 12, (4055).
5257 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Zübeyr İbnu'l-
Avvâm ve Abdurrahmân İbnu Avf radıyallahu anhümâ için kendilerindeki uyuz sebebiyle
ipekli giymelerine izin verdi."
5258 - Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a (hacc sırasında)
bitten şikayet ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm onlara katıldıkları gazveleri sırasında ipek
gömlekler giymeye ruhsat tanıdı."
Buhârî, Libâs 29, Cihad 91; Müslim Libâs 25, (2076); Tirmizî, Libâs 2, (1722); Ebu Dâvud,
Libâs 13, (4056); Nesâî, Zînet 93, (8, 202).
5259 - Süveyd İbnu şafele anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh el-Câbiye'de halka hitap
ederek: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm iki, üç veya dört parmak yeri hariç, ipek giymeyi
yasaklamıştı!" dedi."
Müslim, Libâs 12, (2069).
YÜN HAKKINDA
5260 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm siyah bir
bürde (hırka) yaptım, bunu giydi. İçinde terlediği zaman ondan yün kokusu hissetti. Bunun
üzerine o hırkayı çıkarıp attı. Aleyhissalâtu vesselâm güzel kokudan hoşlanırdı."
Ebu Dâvud, Libâs 22, (4074).
5261 - Ebu Bürde İbnu Ebî Müsa el-Eş'ârî anlatıyor: "Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın yanına
girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
şu iki (parça)nın içinde vefat etti!" dedi."
Buhârî, Humus 5, Libâs 19; Müslim, Libâs 35, (2080); Ebu Dâvud, Libâs 8, (4036); Tirmizî,
Libas 10, (1733).
5262 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir sabah
üzerinde, siyah kıldan yapılmış desenli bir giysi olduğu halde çıktı."
Müslim, Libâs 36, (2081); Ebu Dâvud, Libâs 6, (4032); Tirmizî, Edeb 49, (2814).
5263 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Hz. Musa aleyhisselâm'ın Rabbi Teâlâ hazretleriyle konuştuğu gün, üzerinde yünden bir
şalvar, yünden bir cübbe, yünden bir kisâ, yünden küçük bir serpuş (takke) vardı. Ayağında da
ölü eşek derisinden mamul bir ayakkabı vardı."
Tirmizî, Libâs 10, (1734).
MİNDER VE YASTIKLAR
5264 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in minderi
deridendi ve içi hurma lifiyle dolu idi."
Buhârî, Rikâk 17; Müslim, Libâs 38, (2082); Ebu Dâvud, Libâs 45, (4146, 4147); Tirmizî,
Libâs 27, (1762).
5265 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a (evde
bulunması gereken) yataklar zikredilmişti. Şöyle buyurdular:
"Kişinin kendisi için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir için bir yatak lazımdır. Dördüncü
yatak şeytanadır."
Ebu Dâvud, Libas 45, (4142); Nesâi, Nikâh 82, (6, 135); Müslim, Libas 41, (2084).
5266 - Hz. Câbir İbnu Semûre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın bir yastığa solu üzerine yaslandığını gördüm."
Ebu Dâvud, Libâs 45, (4143); Tirmizî, Edeb 23, (2771).
5267 - Ebu'I-Melih, babası radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
vahşi hayvanların derilerinden yaygı yapılmasını nehyetti."
Ebu Dâvud, Libâs 43, (4132); Tirmizî, Libâs 32, (1771); Nesâî, Fere' 12, (7,176).
5268 - Utbe İbnu Abdi's-Sülemî radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan beni giydirmesini talep ettim. Bunun üzerine bana iki parça hayşe (âdi keten)
bezi giydirdi. Kendimi, bununla arkadaşlarım arasında en iyi giyinmiş gördüm."
Ebu Dâvud, Libâs 6, (4032).
HZ. PEYGAMBER'İN GİYECEKLERİ
7019 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir
şemle (câr) içerisinde namaz kıldı. Car, (bedeninden düşmesin diye) onu bağlamıştı."
7020 - Hz. Aişe anlatıyor: "Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir kimseye sövdüğünü
ve kendisi için bir elbise dürüldüğünü görmedim."
7021 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm yün elbise,
yamalı ayakkabı ve cidden sert mi sert elbise giydi."
YENİ ELBİSE GİYİNCE HAMDETMELİ
7022 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm Hz.
Ömer'in üzerinde bembeyaz bir gömlek görmüştü. "Bu elbisen yıkandı mı, yeni mi?" diye
sordu. Hz. Ömer: "Hayır (yeni değil), yıkanmıştır!" dedi. Aleyhissalatu vesselam (ona):
"Yeniyi giy(esin), hamdedici olarak yaşa(yasın) ve şehit olarak öl(esin)!" buyurdular."
7023 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam şu iki kıyafeti
yasakladı: İştimâl-i samma (elleri de dahil, vücudunu tek bir elbise ile sıkıca sarmak) ve
fercini semaya açmış vaziyette kabaların üzerinde oturup bacakları dikerek tek bir elbiseye
sarınmak."
YÜNLÜ GİYMEK
7024 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Bir gün Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm yanımıza geldi. Üzerinde kolları dar, yün, rumî bir cübbe vardı. Bize onun içerisinde
namaz kıldırdı. Aleyhissalâtu vesselâm'ın üzerinde bundan başka bir giyecek yoktu."
7025 - Selmân el-Fârisî radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm abdest almıştı. Üzerindeki yün cübbeyi çevirip onun (iç kısmı) ile yüzünü sildi."
7026 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Mescidlerde olsun, kabirlerde olsun Allah Teâla hazretlerini ziyarette giydiğiniz en güzel
elbise beyazdır."
ELBİSESİNİ KİBİRLE SÜRÜMEK
7027 - Ebu Sa'îd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:
"Kim izarını kibirle yerde sürürse, Allah Kıyamet günü ona (rahmet nazarıyla) bakmaz."
Ravi (Atiyye) der ki: "Sonra ben, Balât'da İbnu Ömer'e rastladım. Ebu Sa'îd'in Resülullah
aleyhissalatu vesselam'dan yaptığı rivayeti hatırladım. Eliyle kulağına işaret ederek dedi ki:
"Bunu şu kulaklarım da işitti ve kalbim ezberleyip zaptetti."
İZARIN YERİ
7028 - Muğire İbnu Şu'be radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ey Süfyan İbnu Sehl, izarını (topuklarından aşağı) sarkıtma! Çünkü Allah
Teâla hazretleri, izarını (topuklardan) aşağı sarkıtanı sevmez!"
GÖMLEĞİN YENİ NE KADAR UZUN OLMALI?
7029 - İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kolları ve
boyu kısa kamîs (gömlek) giyerdi."
KADININ ZEYLİ (ETEK BOYU) NE KADAR OLMALI?
7030 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Hz. Fatıma
veya Ümme Seleme radıyallahu anhüma'ya: "Senin eteğinin boy uzunluğu(nun erkek eteğine
nazaran fazlalığı) bir zirâdır" buyurdular."
7031 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadınların
eteklerinin (erkeğinkinden fazla uzunluğu) hakkında: "Bir karış" demişti. Aişe kendisine: "Bu
durumda, yürürken bacakları (etekten dışarı çıkar" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm: "Öyleyse
bir zira' olsun!" buyurdular."
SİYAH SARIK
7032 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Fetih
günü, Mekke'ye başında siyah bir sarık olduğu halde girdi."
İPEKLİ GİYMEK, ALTIN TAKINMAK KADINLARA HELAL
7033 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam (bir
gün) yanımıza geldiler. Bir elinde ipek bir elbise, diğer elinde de altın vardı: "İşte bu iki şey
ümmetimin erkeklerine haramdır, kadınlara helaldir" buyurdular."
KIRMIZI RENKLİ ELBİSE ERKEĞE MEKRUHTUR
7034 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam
müfeddem elbiseyi yasakladı."
Râvi Yezid demiştir ki: "Ben (hadisi bana rivayet eden) Hasan İbnu Süheyl'e "Müfeddem
nedir?" diye sordum. Dedi ki: "Usfur ile kıyasıya boyanmış (kıpkırmızı olmuş) kumaştan
elbisedir."
ŞÖHRET ELBİSESİ
7035 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatıu vesselam buyurdular ki:
"Kim (dünyada, dikkatleri üzerine çeken) şöhret elbisesi giyerse, Allah, alçaltacağı gün
alçaltıncaya kadar, o kimseden yüz çevirir (rahmet nazarıyla bakmaz)."
MEYTE (MURDAR ÖLEN) HAYVANLARIN DERİSİ
7036 - Selman radıyallahu anh anlatıyor: "Ümmühatu'l-mü'mininden birinin bir davarı vardı.
Hayvan öldü. Resülullah aleyhissalatu vesselâm, hayvanın ölüsünün yanından geçti ve:
"Sahibi bunun derisinden istifade etseydi, kendine bir zarar (günah) gelmezdi" buyurdu."
AYAKKABILARIN ŞEKLİ
7037 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
ayakkabısının, tasması çift olan iki askısı (parmak arasından geçen tasması) vardı."
TEK AYAKKABI İLE YÜRÜME
7038 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sizden kimse ayakkabı veya mestin sadece bir tekini giymiş olarak
yürümesin, iki tekini birden çıkarsın veya ikisini birden giyerek yürüsün."
AYAKKABIYI AYAKTA GİYMEK
7039 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, kişinin
ayakkabılarını ayakta giymesini yasakladı."
LUKATA (BULUNTULAR) BÖLÜMÜ
________________________________________
5269 - Yezid Mevlâ'l-Münbais anlatıyor: "Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh'ı işittim. Diyordu
ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a altın veya gümüş buluntu hakkında sorulmuştu.
"Kesesini ve bağını belle, sonra onu bir yıl ilan et. (Sahibini) bilemezsen, onu harca. O
yanında bir emânet olsun. Günün birinde arayanı gelecek olursa, ona ödersin" buyurdu.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm'a kaybolmuş develerden soruldu.
"Kaybolan develerden sana ne? Onları (kendi hâline) bırak. Zira sahibi onu buluncaya kadar,
ayağında çarığı, sırtında su tulumu vardır. Suya gider, ottan yer" buyurdular. Bu sefer
(kaybolmuş) davardan soruldu:
"Onları alın. Zira onlar ya senindir, ya (kaybeden) kardeşinindir, ya da kurdundur"
buyurdular.
Buhârî, İlm 28, Şürb 12, Lukata 2, 3, 4,11, Talâk 22, Edeb 75; Müslim, Lukata 1, (1722);
Muvatta, Akdiye 46, (2, 757); Ebu Dâvud, Lukata 1, (1704, 1705, 1706, 1707,1708); Tirmizî,
Ahkâm 35, (1372, 1373).
5270 - Amr İbnu şuayb an ebîhi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a (dalında) asılı meyve hakkında sorulmuştu:
"İhtiyaç sahibi, sepetine almaksızın ağzıyla ulaşırsa, kendine bir vebal gelmez. Ancak kim de,
eteğinde (birşeyler) alarak oradan çıkarsa, aldığının iki kat değeriyle borçlanır. Ayrıca (tâzir
nevinden) ceza da yer. Kim de yığın yapıldıktan sonra meyveden çalarsa ve bunun değeri
miğfer fiyatını bulursa, eli kesilir" buyurdu. Sonra kendisine lukata (buluntu)dan sorulmuştu:
"İşlek yolda bulunmuş olanla, insanların çokça yaşadığı meskun karyede bulunmuş olanı bir
yıl boyu ilân et. Eğer sahibi gelirse hemen ver. Eğer gelmezse artık o senin olmuştur.
Harâbede bulunmuş ise, bununla, maden için humus (beşte bir) vergisi vardır" buyurdular."
Ebu Dâvud, Lukata 1, (1710, 1711, 1712, 1713); Nesâî, Kat'u's-Sârik 11, (8, 84-85).
5271 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh, (bir
gün), Hz. Fatıma radıyallahu anhâ'nın yanına girmiş idi. O sırada Hz. Hasan ve Hüseyin
ağlamakta idiler. "Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu. Hz. Fâtıma: "Acıktılar!" dedi.
Hz. Ali (bir yiyecek temin etmek üzere) çıktı. Derken yolda bir dinar para buldu. Dönüp Hz.
Fâtıma'ya gelerek haber verdi. O da:
"Falan yahudiye git, bununla un satın al!" dedi. Ali radıyallahu anh ona vardı ve un aldı.
Yahudi ona:
"Sen, kendini Allah elçisi zanneden şu zâtın damadı mısın?" dedi. Hz. Ali'nin "evet"i üzerine:
"Dinarını al, un da senin olsun!" dedi. Ali oradan ayrılıp, Fâtıma radıyallahu anhâ'ya unu ve
dinarı getirdi, durumu da anlattı. Hz. Fâtıma:
"Şimdi de şu falan kasaba git, bize bir dirhemlik et al!" dedi. Hz. Ali gidip, dinarı bir
dirhemlik et mukabilinde rehin bıraktı. Eti Hz. Fâtıma'ya getirdi. O hamur yaptı, (tencereye)
koydu, ekmek pişirdi. Babasına haber gönderdi. Resûlullah yanlarına gelince, Hz. Fâtıma:
"Ey Allah'ın Resûlü! (şu yemeğin) hikayesini size anlatayım da eğer helalse yiyelim, bizimle
siz de yiyin. Bunun mahiyeti şöyle şöyledir..." diye antattı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah'ın adıyla yiyin!" buyurdular ve hep beraber ekmekten yediler. Onlar daha yerlerinde
iken, bir köle gelip, Allah ve İslâm adına dinar bulan var mı?" diye sormaya başladı.
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onu çağırıp (dinarı hakkında) sordu. Köle:
"Çarşıda benden düştü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ey Ali! Haydi kasaba git. Ona: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sana "Dinarı bana
göndersin, dirhemini ben ödeyeceğim!" diyor de!" emretti. Kasap dinarı gönderdi. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm onu köleye verdi."
Ebu Dâvud, Lukata 1, (1714).
5272 - İyaz İbnu Hımâr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim bir buluntu ele geçirirse, buna adâlet sahibi birini şâhid kılsın, ne filanı terkederek
buluntuyu gizlesin, ne de (bir başka yere yollayarak) nazardan kaçırsın. Sahibini buldumu
hemen ona versin. Sahibini bulamazsa (bilsin ki) bu mal Allah'ın malıdır, Allah onu
dilediğine verir."
Ebu Dâvud, Lukata 1, ( 1709).
5273 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm değnek,
kamçı, ip ve benzeri şeylerde ruhsat tanıdı. Bunları bulan kimse (ilân etmeksizin) onlardan
faydalanabilir."
Ebu Dâvud, Lukata 1, (1717).
5274 - Amiru'ş-Şa'bi rahimehullah der ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim, sahibinin beslemekten aciz kalarak bırakıverdiği bir hayvan bulur da, onu alıp ihya
edecek olursa o onun olur."
Ebu Dâvud, Büyü' 77, (3524, 3525).
5275 - Hz. Ebu Hureyre ve Hz. Enes radıyallahu anhümâ anlatıyorlar: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm yolda giderken bir hurma tanesine rastlamıştı. "Eğer sadakadan
(düşmüş) olacağından korkmasaydım bunu yerdim!" buyurdular."
Buhârî, Büyü' 4, Lukata 6; Müslim, Zekât 165, (1071); Ebu Dâvud, Zekat 29, (1651).
5276 - Abdurrahman İbnu Osman et-Teymî anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
hacının lukatasını nehyetti."
Müslim, Lukâta 11, (1724); Ebu Dâvud, Lukâta 1, (1719).
5277 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "(Yediyüz dirheme) bir cariye satın
almış ve (borcunu ödemeden) sahibini kaybetmiştir. Bir yıl sahibini arayan İbnu Mes'ud onu
bulamaz ve bu parayı, bir dirhem, iki dirhem şeklinde parça parça vermeye başlar ve: "Ey
Allahım, bunu falanca adına sadaka kabul et! Eger adam gelirse sadaka benim adıma olacak,
borç da uhdemde kalacak!" der. İbnu Mes'ud derdi ki:
"Sahibini bulamadığınız buluntu hakkında böyle hareket edin!"
Buhârî, Talâk 22, (Tercümede (bab başlığında) muallak olarak kaydedilmiştir).
YİTİK, BULANA HELAL DEĞİL
6737 - Abdullah İbnu's-Sıhhîr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Müslümanın yitirdiği (herşey) ateş alevidir."
MEDH
________________________________________
5355 - Mutrıf İbnu Abdillah, babası radıyallahu anh'tan naklediyor:
"Benî Âmir heyetiyle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gitmiştik.
"Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik.
"Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz:
"Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. Bize: "Söylediğinizin
hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı medihlerde) koşturmasın!"
buyurdular."
Ebu Dâvud, Edeb 10, (4806).
5356 - Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh'ın şöyle
söylediğini işittim:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı dinledim diyordu ki: "Hakkımda, hıristiyanların Meryem
oğlu Ìsa'ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim
için "Allah'ın kulu ve elçisi deyin."
Buhârî, Enbiya 44, (Teysîr, bu hadisi Müslim'in de rivayet ettiğine işaret eder. Ancak rivayet
Müslim'de mevcut değildir.)
5357 - Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanında bir başkasını medh u sena etmişti.
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kestin" buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler. Sonra da
şu açıklamayı yaptılar:
"Bir kimse kardeşini illâ da övecekse bari: "Falancayı zannederim, ona Allah kâfidir. Ben
Allah'a karşı kimseyi tezkiye etmem (çünkü AIlah herkesi benden iyi bilir). -Ondan (böyle bir
fazilet) biliyorsa- falanca şöyle şöyledir" desin."
Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54, 95; Müslim, Zühd 65, (3000); Ebu Dâvud, Edeb 10, (4805).
5358 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
meddahların ağzına toprak saçmamızı emretti."
Tirmizî, Zühd 55, (2396).
MEDİH
7076 - Hz. Mu'aviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Sakın birbirinizi methetmeyin. Çünkü bu boğazlamak (yani methedileni bir nevi
katletmek)dir."
MEHRİN MİKTARI
________________________________________
3426 - Sehl İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir
kadın gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü, dedi. Sana nefsimi bağışlamaya geldim.''
Aleyhissalâtu vesselâm kadına şöyle bir nazar edip sonra tepeden tırnağa gözden geçirdi, bir
de sâbit baktı ve sonunda (hiçbir şey söylemeden) başını yere eğdi.
Kadın, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın, hakkında hiç bir hükme varmadığını görünce
oturdu. Derken bir adam doğrulup:
"Ey Allah'ın Resülü! Sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikahlayın!'' dedi. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm:
"Yanında (buna mehir olarak verecek) bir şeyler var mı?'' diye sordu. Adam:
"Vallahi yok. Ey Allah'ın Resülü!'' deyince:
"Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak!'' dedi. Adam gitti ve
az sonra geri geldi:
"Hayır, vallahi ey Allah'ın Resulü hiç bir şey bulamadım!'' dedi. Resûlullah tekrar:
"İyi bak, demirden bir yüzük de mi yok!'' buyurdu. Adam tekrar gidip
yine geri geldi ve:
"Hayır! Vallahi ya Resülullah, demirden bir yüzük bile yok! Ancak işte şu izârım var, yarısı
onun olsun'' dedi. Sehl der ki: "Adamın ridası yoktu''
Aleyhissalâtu vesselâm:
"İzarın ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, şayet o giyecek
olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak!'' buyurdular. Bunun üzerine adam oturdu. Epey bir
müddet oturduktan sonra, kalktı.
Resulullah aleyhissalâtu vesselâm onun döndüğünü görünce, geri çağırılmasını söyledi.
Adamı çağırdılar.
"Kur'ân'dan ne biliyorsun (hangi süreler ezberinde?)" diye sordu. Adam:
"Şu şu süreleri biliyorum!'' diye bildiklerini saydı.
"Yani sen bunları ezbere okuyor musun?" diye tekrar sordu. Adam:
"Evet! '' deyince, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm:
"Haydi git, ben kadını sana temlik ettim'' buyurdu.''
Bir rivâyette: "Kur'an'dan bildiklerin(i öğretmen) mukabilinde onu sana nikâhladım"
buyurdu."
Buhari, Nikâh 6, 32, 35, 37, 40, 44, 50, 51, Vekâle 9, Fedâilu'l-Kur 'ân 21, 22, Libas 49;
Müslim, Nikâh 76, (1425); Muvatta, Nikâh 8, (2, 526); Ebu Dâvud, Nikâh 31, (2111);
Tirmizi, Nikâh 22, (1114); Nesâi, Nikâh 62, (6, 113).
3427 - Ebu Dâvud da kaydedilen bir Ebu Hüreyre rivâyetinde: "Kalk buna yirmi ayet öğret, o
senin hanımındır" denmiştir.
3428 - Yine Ebu Davud'un Câbir'den yaptığı bir diğer rivâyette: "Resulallah: "Kim mehir
olarak bir avuç kavud veya hurma verirse kadını kendine helâl kılmış olur" buyurmuştur.
3429 - Abdullah İbnu Âmir babasından naklediyor: "Beni Fezre'den bir kadın bir çift
ayakkabı mehir mukabilinde evlendi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Nefsin ve malın
için bir çift ayakkabıya razı mısın?" diye sordu. Kadın: "Evet!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, bu evliliğe müsaade etti.''
Ebu Davud, Nikâh 30 - 31, (2110, 2112); Tirmizi, Nikâh 21, (1113).
3430 - Hz. Enes radıyallahu anh buyurdular ki: "Ebu Talha, Ümmü Süleym radıyallahu anh'la
evlendi. Aralarındaki mehir müslüman olmaktı. Ümmü Süleym, Ebu Talha'dan önce
müslüman olmuştu. Ebu Talha, Ümmü Süleym'i istetince, Ümmü Süleym: "Ben müslüman
oldum, sen de müslüman olursan evlenirim'' dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu. Ümmü
Süleym'in mehir olarak istediği şey müslüman olması idi.''
Nesâi, Nikâh 63, (2, 114).
3431 - Ebu'l-Acfâ es-Sülemi anlatıyor: "Birgün, Hz. Ömer radıyallahu anh, cuma hutbesi
verdi ve hutbede şöyle söyledi: "Sakın, kadınların mehirlerini artırmayın, zira bu, eğer dünya
için bir şeref, âhiret için de bir takva olsaydı buna en çok Resulullah lâyık idi. Halbuki O,
kadınlarından veya kızlarından hiç birine oniki okiyyeden fazla mehir takdir etmemiştir''
Ebu Dâvud, Nikâh 29, (2106); Tirmizi, Nikâh 22, (1114); Nesâi, Nikâh 66, (6,117,118); İbnu
Mâce, Nikâh 17, (1887).
3432 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ 'ya: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın hanımlarına
verdiği mehir ne idi?'' diye sorulmuştu şu cevabı verdi:
"Oniki okiyye ve bir neşş idi. Neşş nedir biliyor musunuz? Yarım okiyyedir. Bunun tamamı
beşyüz dirhem eder."
Müslim, Nikâh 78 (1426); Ebu Davud, Nikâh 29, (2105); Nesâi, Nikah 66, (6, 116, 117).
3433 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtü vesselam, Safiyye
radıyallahu anhâ'yı şad etti ve onun azadlığını mehri yaptı.''
Buhâri, Nikâh 68, Büyü 108, Cihad 74; Müslim, Nikâh 78, (1365); Ebü Davud, Nikâh 6,
(2054); Tirmizi, Nikâh 23, (1115); Nesâi, Nikâh 64, (6, 114).
3434 - Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh
Medine'ye gelince Resulullah aleyhissalâtu vesselâm onu Sa'd İbnu Rebi el-Ensâri ile
kardeşledi. el-Ensari (zengin birisiydi ve) iki hanımı vardı. Abdurrahman'a malını ve ehlini
yarı yarıya paylaşmayı teklif etti. Abdurrahmân:
"AIlah malını ve ehlini sana mubarek kılsın. Bana pazarı göster kafi!'' dedi. Pazara geldiler. O
gün keş ve yağ alıp satmaktan bir miktar kazanç elde etti. Bir müddet sonra, Resulullah
aleyhissalâtu vesselâm, onunla karşılaşınca, üzerinde sürünme maddesinin izlerini gürdü ve:
"Hayırdır! Neler oldu Ey Abdurrahman?" diye sordu.
"Ensari bir kadınla evlendim!" dedi. Resulullah:
"İyi de kadına mehir olarak ne verdin?" buyurdu. Abdurrahman:
"Bir nevat (beş dirhem) altın!" deyince. Aleyhissalatu vesselam:
"Bir de ziyafet ver, bir tek koyunla da olsa!" ferman etti."
Buhari, Nikah 7, 49, 54, 56, 68, Büyü 1, Kefalet 2, Edeb 67, Da'avat 53, Menakıbu'l-Ensar 3,
50; Müslim, Nikah 79, (1427); Muvatta, Nikah 47, (2, 545); Tirmizi, Nikah 10, (1094), Birr
22, (1934); Ebu Davud, Nikah 30, (2109); Nesai, Nikah 67, (6, 119, 120).
Bir rivayette "...altın" kelimesinden sonra "Allah sana mübarek kılsın" ziyadesi vardır.
3435 - Ümmü Habibe radıyallahu anha'nın anlattığına göre, Ubeydullah İbnu Cahş'ın nikahı
altında idi. Ubeydullah Habeşistan'da vefat etti. Necaşi rahimehullah, onu Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a nikahladı. Ve Resulullah'a bedel, Ümmü Habibe'ye dörtbin dirhem
mehir verdi. Sonra onu, Aleyhissalatu vesselam'a Şürahbil İbnu Hasene ile birlikte gönderdi
ve (mehir miktarını) Resulullah'a mektupla bildirdi. Resulullah aynen kabul etti."
Ebu Davud, Nikah 29, (2107- 2108)
MEHRİN AHKÂMI
3436 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir
adama:
"Sana falan kadını nikâhlasam razı mısın?'' diye sordu. Adam, "Evet! '' deyince, bu sefer o
kadına sordu: "Seni falan erkekle nikâhlasam razı olur musun?"
Kadın, "Evet!" deyince bunları birbirlerine nikâhladı. Erkek, kadınla gerdeğe girdi, ama kadın
için bir mehir belirlemedi, herhangi bir şey de vermedi. Bu erkek, Hudeybiye gazvesine
katılanlardan biriydi, Hayber'de onun da hissesi vardı. Adam öleceği zaman:
"Resülullah falan kadını bana nikâhladı ama ben ona bir mehir belirlemedim, peşin olarak da
bir şey vermiş değilim. Şimdi sizleri şâhid kılıyorum, kadına mehir olarak Hayber'deki
hissemi veriyorum!'' dedi. Kadın onu aldı ve erkeğin vefatından sonra yüzbin (dirhem)e sattı."
3437 - Râvilerden biri, bu hadisin baş kısmına şu ilâvede bulundu: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Nikâhların en hayırlısı en kolayıdır."
Ebu Dâvud, Nikâh 32, (2117).
3438 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın anlattığına göre ona, kocası ölen bir kadından soruldu,
kocası ona mehir tesbit etmemiş, henüz kendisiyle gerdek de yapmamış. Kadına şu cevabı
verdi:
"Kadın mehrin tamamını alır (ne eksik, ne fazla ) iddet bekler ve miras'a da iştirak eder.
Ma'kıl İbnu Sinân söz alarak dedi ki: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı işittim, Berva'
Bintu Vâşık için bunun misli bir hüküm vermişti." Bu açıklamaya İbnu Mes'ud sevindi."
Ebu Dâvud, Nikâh 32, (2114); Tirmizi, Nikâh 44, (1145); İbnu Mâce, Nikâh 18, (1891); Nsâi,
Nikâh 68, (6, 121).
3439 - Nâfi anlatıyor: "Ubeydullah İbnu Ömer'in bir kızı vardı. Annesi de Bintu Zeyd İbni'l-
Hattâb idi. Bu kız, Abdullah İbnu Ömer'in bir oğlunun nikahı altında idi. Oğlan, Zeyd İbul'-
Hattâb'ın kızıyla gerdek yapmadan vefat etti, üstelik henüz mehir de tesbit etmemişti. Kızın
annesi, Abdullah 'a gelerek kızın mehrini taleb etti. İbnu Ömer radıyallahu anh kadına:
"Kızınıza mehir yoktur. Eğer mehir olsaydı onu asla tutmaz verirdim, aksi halde kıza
zulmetmiş olurum'' dedi. Kadın onun hükmünü kabül etmek istemedi. Aralarında, Zeyd İbnu
Sabit radıyallahu anh'ı hakem yaptılar. O, kızın mehir hakkının bulunmadığına, fakat mirasa
iştirak hakkı olduğuna hükmetti."
Muvatta, Nikâh 10, (2, 527).
3440 - İbnu Ömer radıyallahu anhüm demiştir ki: "Boşanan her kadının bir istifâde (tazminat)
hakkı vardır. Bu tazminattan, kendisine mehir tayin edildiği halde, temas vaki olmadan
boşanan hâriçtir. Böyle bir kadın, kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını alır."
Muvatta, Talâk 45, (2, 573).
3441 - İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer radıyallahu anh: "Nikâhda perdeler indirildi mi
mehir vacib olur '' diye hükmetti.''
Muvatta, Nikâh 12 (2, 5285.)
3442 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Hz. Ali, Fatıma radıyallahu anhümâ'yı
nikâhlayınca, hemen gerdek yapmak istedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm ise, mehir
olarak bir şeyler verinceye kadar buna mâni oldu. Hz. Ali radıyallahu anh: "Benim verecek bir
şeyim yok!" demişti. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ona zırhını ver!" buyurdu. Hz. Ali radıyallahu anh (bu maksadla) zırhını verdi, sonra da
gerdek yaptı."
Ebu Dâvud, Nikâh 36, (2125, 2126); Nesâi, Nikâh 76, (6, 129).
3443 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, bana, kocası
kadına bir şey vermezden önce kadını kocasına göndermemi emretti."
Ebu Dâvud, Nikâh 36, (2128).
3444 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Yerine getirilmeye en ziyade lâyık olan şart, ferçleri helal kılmak üzere kabul
ettiğiniz şartlardır."
Buhari, Nikâh 52, Şurüt 6; Müslim, Nikâh 63, (1418); Ebu Dâvud, Nikâh 63, (2139); Tirmizi,
Nikâh 31, (1127) ; Nesâi, Nikâh 42, (6, 92, 93).
MESCİD İNŞA ETMENİN FAZİLETİ
________________________________________
5468 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim: Allah'ın rızasını talep ederek bir rnescid inşa ederse, Allah ona cennette bir ev inşa
eder."
Bir diğer rivayette: ".. Allah, onun için, cennette bir mislini inşa eder" buyrulmuştur.
Buhâri, Salât 65; Müslim, Mesâcid 25, (533); Tirmizî, Salât 237, (318).
5469 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimin ücreti bana arzedilip gösterildi. Öyle ki mescidden çıkarılıp atılan bir çer-çöpün
sevabını bile gördüm. Ümmetimin günahı da bana arzedi(lip gösteril)di. Kişiye Kur'an'dan
kendine gelen sure veya ayeti unutmasından daha büyük bir günah görmedim."
Ebu Dâvud, Salât 16, (461); Tirmizî, Fezâilu'l-Kur'ân 19, (2917).
MESCÎDLERİN İNŞA EDİLMESİ
5470 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Medine'ye geldiği zaman, Medine'nin yüksek kısmında, kendilerine Beni Amr İbni
Avf denen bir kabileye indi. Onların yanında ondört gece kaldı. Sonra Benî Neccâr'a haber
gönderdi. Onlar kılınçlarını kuşanmış olarak geldiler. Ben (şu anda) Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ı devesi üzerinde; Ebu Bekir de terkisinde, Beni Neccâr'ın ileri gelenleri etraflarını
sarmış olarak görür gibiyim. Aleyhissalâtu vesselâm, (yükünü) Ebu Eyyûb el-Ensârî'nin
evinin avlusuna indirdi.
"Ey Benî Neccâr! buyurdular, şu bahçenin iyatında pazarlık edelim!" buyurdu. Onlar:
"Hayır! dediler. Vallahi biz senden onun bedelini istemiyoruz, Allah'tan istiyoruz !"
Bu arsada hurma ağaçları, müşriklere ait kabirler ve bazı yıkıntılar vardı. Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm hurma ağaçlarının kesilmesini, müşrik kabirlerinin kaldırılmasını,
harabelerin de düzlenip arazinin tesviyesini emretti. Hurma kütükleri mescidin kıble tarafına
(direkler halinde) dizildiler, kapının iki yanı taşla örüldü.
(Bu işaat devam ederken müslümanlar) şu beyti terennüm ediyorlardı, Resûlullah da onlara
katılıyordu:
"Ey Rabbimiz, ahiret hayrından başka hayır yok!
Öyleyse muhâcir ve ensâra yardım et!"
Buhârî, Salât 48, Fezailu'l-Medine 1, Büyü' 41, Vesâya 27, 30, 34, Menâkıbu'l-Ensâr 46;
Müslim, Mesâcid 9, (524); Ebu Dâvud, Salât 12, (453, 454); Nesâî, Mesâcid 12, (2, 39).
5471 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Mescid, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm zamanında kerpiçten yapılmıştı. Tavanı hurma dallarıyla örtülmüştü. Direklerini
hurma kütükleri teşkil ediyordu. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh buna (gerek tezyin ve gerekse
tevsi yönüyle) hiç bir ilâve getirmedi. Hz. Ömer radıyallahu anh, (enini boyunu) artırarak
mescidi, Resûlullah devrindeki tarz üzere (kerpiç ve hurma dallarıyla) yeniden inşa etti. Onu
esaslı şekilde Hz. Osman radıyallahu anh (hem tezyin hem tevsî yönleriyle) değiştirdi ve pek
çok ilavelerde bulundu. Duvarlarını nakışlı taşlarla ve kireçle inşa etti. Direklerini de
nakışlanmış taşlardan yaptı. Tavanını da (pek kıymetli olan) sâc ağacından yaptı."
Buhâri, Salât 62; Ebu Dâvud, Salât 12, (451).
5472 - Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim içerisinde Allah(ın adı) zikredilsin diye bir mescid bina ederse, Allah da cennette bir ev
bina eder."
Nesâî, Mesâcid 1, (2, 31).
5473 - Ebu'l-Velîd anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya Mescid(-i Nebevî)deki
çakıldan sordum. Dedi ki:
"Bir gece yağmura yakalanmıştık. Yerler hep ıslandı. Kişi giysisinin içinde çakıl taşı taşıdı ve
onu altına yaydı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namazı tamamlayınca: "Bu (yaptığınız) ne
iyi!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Salât 15, (458).
5474 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"(Mesciddeki) çakıllar, kendilerini dışarı çıkaran kimsenin tekrar mescide koyması için
Allah'a talebde bulunur."
Ebu Dâvud, Salât 15, (459).
5475 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Minberle duvar arasında bir koyun
geçecek kadar aralık vardı."
Buhâri, Salât 91, 95; Müslim, Salât 263, (509); Ebu Dâvud, Salât 222, (1082).
MESCİDLERE MÜTEALLİK AHKÂM
5476 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mescidin kıble
(duvarında) balgam gördü. Bu onun ağrına gitti, kalkıp eliyle kazıdı ve: "Sizden biri namaza
kalkınca, Rabbine hususi hitapta bulunur veya Rabbi(nin kıblesi) kendisi ile kıblesinin
arasındadır. Öyleyse hiç biriniz kıble cihetine tükürmesin. (İlla tükürecekse bari) soluna veya
ayağının altına tükürsün!" buyurdular. Sonra, (göstermek için) ridasının bir kenarını alıp içine
tükürerek elbisesinin kenarını üst üste katladı, sonra da: "Veya şöyle yapsın!" buyurdu (ve
tükrüğü katlar arasında ovdu)."
Buhâri, Salât 33, 35, 36, 39, Mevâkitu's-Salât 8, el-Amel fi's-Salât 12; Müslim, Mesâcid 54,
(551); Nesâî, Taharet 193, (1, 163), Mesacid 35, (2, 52, 53).
5477 - Yine Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mescidde tükrük hatadır, onun kefâreti, defnedilmesidir."
Buhâri, Salât 37; Müslim, Mesâcid 55, (552); Ebu Dâvud, Salât 22, (474, 475, 476); Tirmizi,
Salat 401, (572); Nesâi, Mesâcid 30, (2, 50, 51).
5478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Birinizin
hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber
vermişti. Bilâl İbnu Abdillah:
"Allah'a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu
anh, ona yaklaşıp öyle hakâretâmiz söz sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi:
"Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi
mani olacağız" diyorsun!"
Buhari, Cum'a 12, Ezân 162, 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134, (442); Muvatta, Kıble 12,
(1, 197); Ebu Dâvud, Salat 53, (566, 567, 568); Tirmizi, Salât 400, (570).
5479 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kadının odasındaki namazı holündeki namazından üstündür. Mahda'ındaki namazı ise
odasındaki namazından üstündür."
Ebu Dâvud, Salat 54, (570).
5480 - Nâfi, İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm: "Bu kapıyı kadınlara ayırsak" buyurmuştu. Nâfi der ki: "İbnu Ömer radıyallahu
anhüma, ölünceye kadar o kapıdan hiç girmedi."
Ebu Davud, Salat 54, (571).
5481 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam mescidde yitiğini ilan etti ve: "Kim
kızıl deveyi gördü?" dedi. Bunu işiten Aleyhissalâtu vesselâm: "Bulamaz ol! Mescidler neye
yarayacaksa onun için inşa edilmiştir, (gayesinden başka maksadla kullanılamaz)!"
buyurdular."
Müslim, Mesacid 80, (569).
5482 - Amr İbnu Şu'ayb an ebîhi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalâtu vesselâm mescidde alış-veriş yapmayı, yitik ilan edilmesini, şiir okunmasını
yasakladı. Keza cuma günü namazdan önce (ilim, vaaz) halkası teşkil edilmesini de
yasakladı."
Ebu Dâvud, Salat 220, (1079); Tirmizi, Salat 240, (322); Nesâi, Mesacid 22, 23, (2, 47, 48).
5483 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Bu evlerin yönünü mescidden çevirin. Zira ben, mescidi ne hayızlı kadına ne de cünüb
kimseye helal kılmıyorum."
Ebu Davud, Taharet 93, (232).
5484 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Biriniz mescidde iken uyuklayacak olursa, bulunduğu yerden bir başka yere gidip orayı
değiştirsin."
Ebu Davud, Salat 239, (1119); Tirmizi, Salât 379, (526).
5485 - Ka'b İbnu Ucre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Biriniz mescide gidince orada ellerini kenetlemesin, çünkü o namazdadır."
Ebu Davud, salat 57, (562); Tirmizi, Salat 284, (386).
5486 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselam
buyurdular ki:
"Ben mescidlerin yükseltilmesiyle emrolunmadım!"
İbnu Abbas radıyallahu anh der ki: "Yemin olsun! Sizler mescidlerinizi yahudi ve hıristiyanlar
gibi süsleyeceksiniz!"
Ebu Dâvud, Salat 12, (448); Buhari, Salat 62 (muallak olarak).
5487 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mescidler hakkında övünme olmadan Kıyamet kopmaz."
Ebu Davud, Salat 12, (449); Nesai, Mesacid 2, (2, 32).
5488 - Talk İbnu Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a heyet
olarak yola çıktık. Gelip ona biat ettik, Onunla namaz kıldık. Kendisine, memleketimizde Ehl-
i Kitaba ait bir mabedin olduğunu haber verdik. Abdest suyunun fazlasından bize hibede
bulunmasını talep ettik. Su getirtip abdast aldı, mazmaza yaptı, sonra bunu bir kaba bizim için
döktü. Dedi ki:
"(Haydi gidin! Memleketinize varınca (o eski) mabedinizi yıkın. Bu suyu onun yerine çileyin,
orasını mescid yapın!"
"Biz: "Ama yerimiz uzak,hararet şiddetlidir. Bu su (buharlaşıp) kurur" dedik. Bize:
"Ona bir müdd su ilave edin. O (abdest artığı) öbürünün (ilave edilen suyun) güzelliğini de
arttırır" buyurdular. Oradan ayrılıp memleketimize geldik. Mabedimizi yıktık. Sonra yerine o
suyu çiledik, orayı kendimize mescid yaptık. İçerisinde ezan okuduk. Râhibi, Tayylı bir
adamdı, ezanı işitince:
"Bu hak bir davettir!" dedi. Sonra dağın sırtındaki sel yataklarından birine yöneldi. Bir daha
onu göremedik."
Nesai, Mesacid 11, (2, 38-39).
ALLAH İÇİN MESCİD BİNA ETMEK
6175 - Ömer. İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini işittim: "Kim, içerisinde Allah'ın isminin zikredildiği bir mescid bina ederse
Allah da onun için cennette bir ev bina eder."
6176 - Hz. Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim, kendi malından Allah rızası için bir mescid bina ederse Allah da ona
cennette bir ev bina eder."
6177 - Hz.Cabir İbnu Adillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhisselatu vesselam
buyurdular ki: "Kim Allah için bağırtlak kuşu yuvası kadar veya daha küçük bir mescid bina
etse, Allah onun için cennette bir ev bina eder."
MESCİD MÜTEVAZİ OLMALI
6178 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhisselatu vesselam
buyurdular ki: "Görüyorum ki, yahudilerin havralarını, hıristiyanların da kiliselerini
yükselttikleri gibi sizler de mescidlerinizi yükselteceksiniz."
6179 - Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhisselatu vesselam
buyurdular ki: "Ameli bozulan her kavim mescidlerini süslemeye yönelmiştir."
MESCİD NEREYE YAPILMALI
6180 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlatıldığına göre, "Kendisine, insan tersinin
atıldığı bahçelerde namaz kılmanın hükmünden sorulduğu zaman, Resulullah'a refederek, şu
cevabı vermiştir: "Eğer bahçe birçok defalar sulanmış (pislik eseri kalmamış) ise orada namaz
kılabilirsiniz."
MESCİDDE MEKRUH İŞLER
6181 - Yine İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Reslulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bazı şeyler vardır, mescidde yapılması uygun değildir: "Mescid (yanlardan iki
kapılı ise gel-geç için) yol olarak kullanılamaz, orada silah kılıfsız taşınmaz, yaya kiriş
takılmaz, ok saçılmaz, çiğ et geçirilmez, had tatbik edilmez, kimseye kısas vurulmaz, alışveriş
mahalli de yapılmaz."
6182 - Vasile İbnu'l-Eska radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Mescidlerinizi çocuklarınızdan, delilerinizden, alış-verişlerinizden,
davalarınızın ikamesinden, sesinizi yükseltmekten, hadlerinizin icrasından, kılıçlarınızı
kınlarından sıyırmaktan uzak tutun. Mescidlerin kapılarının yakınlarında abdest yerleri yapın.
Mescidlerinizi, cuma günü buhurlayarak güzel kokulu kılın."
MAHALLELERDE MESCİD
6183 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Amcalarımdan biri, Resulullah
aleyhissalatu vesselam için yemek hazırladı. Gelip Resulullah aleyhissalatu vesselam'a:
"Evimde yemek yemenizi ve orada bir namaz kılmanızı arzu ediyorum" dedi. (Aleyhissalatu
vesselam davete icabet ederek) evine geldi. Evinde şu hasırlardan biri vardı. Hasırın bir
köşesinin namaz için hazırlanmasını emir buyurdu. Bunun üzerine üzeri süprüldü ve
(yumuşaması için) üzerine su serpildi. Sonra Aleyhissalatu vesselam namaz kıldı. Biz de ona
uyarak namaz kıldık."
Ebu Abdillah İbnu Mace der ki: "Hadiste geçen fahl kelimesi siyahlaşmış hasır manasına
gelir."
MESCİDLERİN TEMİZLİĞİ
6184 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim mescidden (insanlara rahatsızlık veren) bir şeyi çıkarırsa Allah Teala
Hazretleri ona cennette bir ev yapar."
6185 - Yine Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Mescidlere ilk defa kandil koyan
Temimu'd-Dari'dir."
MESCİDDE TÜKÜRMEK MEKRUHTUR
6186 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, mescidin
kıble duvarındaki bir tükrüğü kazıyıp temizledi."
KOYUN VE DEVE AĞALINDA NAMAZ
6187 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Eğer siz, namaz kılmak için koyun ağılı ve deve damından başka bir yer
bulamadı iseniz, koyun ağılında namazınızı kılın, fakat deve damında kılmayın."
6188 - Abdullah İbnu Muğaffel el-Müzeni radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Koyun ağıllarında namaz kılın, deve damlarında
kılmayın. Çünkü develer, şeytanlardan yaratılmıştır."
6189 - Sebre İbnu Ma'bed el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Deve damlarında namaz kılınmaz, fakat koyun ağıllarında namaz
kılınır."
MESCİDE GİRERKEN DUA
6190 - Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın pek muhterem kerimeleri Hz. Fatıma radıyallahu
anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mescide girince: "Bismillahi vesselamu ala
Resulillahi. Allahümmağfirli zunubi veftah li rahmetike (Allah'ın adıyla girip, Allah'ın
Resulune selam ediyorum. Ey Allahım, benim günahımı affet, bana rahmet kapılarını aç)"
derdi. Mescidden çıkarken de: "Bismillahi. Vesselamu ala Resulillahi. Allahümmağfir li
zunubi veftah li ebvabe fadlike (Allah'ın adıyla çıkıyorum, Resulullah'a selam ediyorum.
Allahım, günahımı affet, bana fazl u kereminin kapılarını aç!)" diye dua okurdu."
6191 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz mescide girince Resulullah aleyhissalatu vesselam'a selam etsin ve şu
duayı okusun: Allahümmaftah li ebvabe rahmetike (Allahım, bana rahmetinin kapılarını aç)
çıkarken de Resulullah'a selam versin ve şu duayı okusun: "Allahümme a'sımıni
mine'şşeytani'r-racim (Allahım, beni taşlanmış şeytandan koru)."
NAMAZA YÜRÜYEREK GİTMEK
6192 - Ebu Saidi 'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir
defasında yanındakilere): "Allah'ın kendisiyle hataları örtüp, sevapları artırdığı şeyi size
göstereyim mi?" demişti. Ashab: "Evet söyleyin ey Allah'ın Resulü!" dediler. Bunun üzerine:
"O şey, zahmetli durumlarda bile abdesti tam almak, mescidlere çok adım atmak, namazdan
sonra müteakip namazı beklemek!" buyurdular."
6193 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim evinden namaz kılmak üzere çıkar ve: "Ey Allahım! Senden isteyenlerin
senin katındaki hakkı için ve şu yürüyüşümün hakkı için senden istiyorum. Ben kibirlenmek,
böbürlenmek veya görsünler, desinler gibi adi maksadlarla evden çıkmış değilim. Senin
gazabından sakınmak, rızanı kazanmak için evden çıktım. Öyleyse beni ateşten korumanı
istiyorum, günahlarımı bağışlamanı talep ediyorum. Çünkü senden başka günahları affeden
yoktur" diye dua eder, (yalvar yakar olursa) Allah Teala hazretleri, ona (rahmet) yüzüyle
teveccüh eder ve yetmişbin melek de kendisi için istiğfar eder."
6194 - Hz. Enes İbnu Malik anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Karanlık gecelerde mescidlere müdavim olanların, Kıyamet gününde tam bir nura
kavuşacaklarını müjdele!"
MESCİDE UZAK EV DAHA SEVAPLI
6195 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Ensar (dan birkısmının) evleri mescidden
uzakta idi. Bunlar mescidin yakınına gelmek istediler. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu.
(Mealen):
"Onların önden gönderdiklerini ve geride bıraktıklarını (eserlerini,ihmal etmeksizin)
yazmaktayız" (Yasin 12). İbnu Abbas der ki: "Bunun üzerine onlar yerlerinde kaldılar."
CEMAATTEN GERİ KALMAMALI
6196 - Usame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bir kısım. (tenbel) adamlar, ya cemaati terketmekten vazgeçerler yahut da ben
onların evlerini (başlarına) yakacağım."
YATSI VE SABAH NAMAZLARININ CEMAATİ
6197 - Ömer İbnu'l-Hattab radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim bir mescidde cemaatle yatsının ilk rek'atini kaçırmadan kırk gece namaz
kılarsa Allah Teala hazretleri, bu namazlar vesilesiyle onun için ateşten bir azadlık yazar."
MESCİDE DEVAM VE NAMAZLARI BEKLEME
6198 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Müslüman bir kimse, namaz ve zikir için mescidi vatan edindiği (çokca
gitmeyi alışkanlık haline getirdiği) zaman Allah'ın onun bu halinden duyduğu sevinç, tıpkı
gurbette adamı olan kimselerin onun yanlarına dönmesiyle (kavuşmaktan) duydukları sevinç
gibidir."
6199 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
ile birlikte akşam namazını kılmıştık.. Namazdan sonra dileyenler evlerine döndü, dileyenler
de yerinde kaldı. (Çok geçmeden) Resulullah aleyhissalatu vesselam koşarcasına ve hızlı hızlı
nefes alarak, diz kapakları da açılmış bir halde geldi. Bize dediler ki: "Müjdeler olsun! İşte
Rabbiniz! Sema kapılarından bir kapı açmış, meleklere karşı sizlerle iftihar ediyor ve diyor ki:
"Kullarıma bakın! Farzlarını eda ettiler. Şimdi de diğer namazı beklemekteler!"
MEV'İZELER BÖLÜMÜ
________________________________________
5327 - Ebu İdrîs el-Havlânî, Ebu Zerr radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm, azîz ve celil alan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb Teâla şöyle
buyurmuştur:
"Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım: Öyleyse
birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Hidayet verdiklerim dışında hepiniz dâll (doğru yoldan sapmışlar)sınız. Öyleyse
benden hidayet isteyin de sizi hidayet edeyim!
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hâriç, hepiniz açlarsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin
de size yiyecek vereyim!
Ey kullarım! Benim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse benden giyinme
talep edin de sizleri giydireyim!
Ey kullarım! Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim.
Öyleyse benden mağfiret talep edin de sizleri bağışlayayım.
Ey kullarım! Bana zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda
sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat sağlayasınız.
Ey kullarım! Şayet sizlerin öncekileri sonrakileri; insî olanları, cinnî olanları hepsi de sizden
en müttakî bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar
artırmazdı.
Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insî olanlarınız, cinnî olanlarınız
sizden en fâcir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu benim mülkümden zerre kadar bir
eksiklik hâsıl etmezdi.
Ey kullarım! Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri, insî olanları, cinnî olanları bir düzlükte
toplanıp bana talepte bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu, benim
nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık
ancak meydana getirirdi.
Ey kullarım! Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını
size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah'a hamd etsin. Kim de hayır
değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın, başına
geleni kendinden bilsin)."
Müslim, Birr 55, (2577); Tirmizî, Kıyamet 49, (2497).
5328 - Ubeyy İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
gecenin üçte ikisi geçince kalkar ve: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin! Allah'ı zikredin! "Sarsıcı"
kesinlikle gelecektir; "takipçi" de onun arkasından gelecektir. Ölüm, içindeki (şiddet ve
sıkıntı)larla gelecek, (öyleyse ahirete hazırlanın!)" derdi." Übey devamla dedi ki:
"Ey Allah'ın Resülü dedim, ben sana çok salât oku(mak isti)yorum. (Duamda) ne miktarını
sana salât u selam yapayım?"
"Dilediğin kadar!" buyurdular.
"Dörtte bir (yeter mi)?" dedim.
"Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!" dediler.
"Yarı(ya ne dersiniz)?" dedim.
"Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!" dediler.
"Üçte iki(ye ne dersiniz?)" dedim.
"Dilediğin kadar!" buyurdular, "Eğer artırırsan, bu senin için daha iyi!" dediler.
"(Kendim için dua ettiğim vaktin) tamamını size salât u selam okumaya ayırayım mı?" dedim.
"Bu takdirde, (dünyevî ve uhrevî) dileğin kabul edilir, günahın affedilir!" buyurdular."
Tirmizî, Kıyamet 24, (2459).
5329 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün
çıkıp, Uhud şehidlerine cenazelere kıldığı namazla namaz kıldı. Sonra minbere geçti:
"Ben dedi, sizden önce (havuzun başına) varacağım ve ben size şahidlik yapacağım. Şimdi, şu
anda ben, vallahi havzımı görüyorum. Bana arzın hazinelerinin anahtarları verildi. Vallahi ben
artık sizin benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat sizin dünya hususunda
birbirinizle rekabete, çekememizliğe düşmenizden korkuyorum."
Buhârî, Rikâk 53, 7, Cenâiz 73, Menâkıb 25, Megâzî 17, 27; Müslim, Fezâil 30, (2296).
5330 - Ebu Kebşe el-Enmâri radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Üç şey vardır, (bunların doğruluğu hususunda size) yemin ederim. Ayrıca bir de hadis
söyleyeceğim, bunları iyi belleyin: Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez. Bir kula haksız
zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve ahirette) mutlaka artırır. Bir kul
dilenme kapısını açtı mı, onunla birlikte Allah da o zavallıya fakirlik kapısını açar."
Tirmizî, Zühd 17, (2326).
5331 - Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: "Bir kul, Allah rızası için mütevazi olur, alçalırsa
Allah onu mutlaka yüceltir. Size bir hadis söyleyeceğim, onu iyi belleyin: "Dünya dört kişi
içindir:
"Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah'tan
korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak) sıla-ı rahm yapmakta, (mal ve ilimde) Allah'ın hakkı
olduğunu bilmektedir; işte bu kimse en faziletli bir makamdadır.
"Bir kul vardır. Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve "Malım
olsaydı onu falan kişi gibi (hayırda) harcardım" der. İşte bu kimse niyetindekini yapmış gibi
sevaba nâil olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar.
"Bir kul vardır Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını cahilane harcar. Malı
hususunda Rabbinden korkmaz. (Cimriliği, cahilliği sebebiyle) malıyla sıla-ı rahim yapmaz;
malında Allah'ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en
düşüğündedir.
"Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir ama: "Eğer malım olsaydı onunla falan
kimsenin yaptıklarını ben de yapardım" der. Bu da niyetiyle muamele görür. Niyet ettiği
kimsenin vebalini aynen eIde eder."
Tirmizî, Zühd 17, (2326); İbnu Mâce, Zühd 21, (4228).
5332 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kimin azusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu
kılar, artık dünya ona hakîr gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün
arasına (dünyanın) fakirligini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan
da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."
Tirmizî, Kıyamet 31, (2467).
5333 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dediler
ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle buyurdular:
"Ey ademoğlu! Kendini ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakrını kapayayım.
Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, fakrını da kapamam."
Tirmizî, Kıyamet 31, (2467); İbnu Mâce, Zühd 2, (4107).
5334 - Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Aleyhissalatu vesselâm'a: "Ey
Allah'ın Resûlü dedik, senin yanında iken kalplarimiz mâneviyatta rikkate gelip inceliyor,
dünyaya karşı alâkamız kesiliyor ve ahireti sanki görmüş gibi oluyoruz. Yanınızdan ayrılınca
ailemizle ünsiyet edip çocuklarımızı kokladık mı, önceki hâlimizi inkâr ediyoruz, bunun
sebebi nedir?"
Aleyhissalâtu vesselâm şu cevabı verdi:
"Eğer siz, ayrıldıktan sonra da yanımdaki halinizi devam ettirseydiniz, melekler, sizi
evlerinizde ziyaret eder, yollarda sizinle müsâfahada bulunurdu. Eğer siz hiç günah
işlemeseydiniz, Allah sizi toptan yok eder, günah işleyip istiğfar edecek yeni bir mahlûk
yaratır ve onları mağfiret ederdi."
Tirmizi, Cennet 2, (2528); İbnu Mâce, Siyâm 48, (1752).
5335 - Şeddâd İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de, nefsini
hevâsının peşine takan ve Allah'tan temennide bulunan kimsedir."
Tirmizî, Kıyamet 26, (2461).
5336 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Yedi şeyden önce amelde acele edin:
- Unutturucu fakirliği mi bekliyorsunuz?
- Tuğyan ettirip azdırıcı zenginliği mi bekliyorsunuz?
- İfsad edici hastalığı mı bekliyorsunuz?
- Aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı bekliyorsunuz?
- Ani ölüm mü bekliyorsunuz?
- Deccali mi bekliyorsunuz. Bu beklenen gaib bir şerdir.
- Yoksa Kıyameti mi bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötü, hepsinden daha acıdır."
Tirmizi, Zühd 4, (2308); Nesâî, Cenâiz 123, (4, 4).
5337 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Hamr (sarhoş edici içki), günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır, dünya
sevgisi her çeşit hatanın başıdır."
Rezin tahric etmiştir.
5338 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir
bayram namazında kadınlar tarafına geçerek):
"Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz
kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm" buyurdular. Dinleyenlerden
cesaretli bir kadın:
"Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?" diye sordu.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ağzınızdan kötü söz çok çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini
eksik olanlar arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!" dedi. O
kadın tekrar:
"Ey Allah'ın resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?" diye sorunca Aleyhissalâtu vesselâm
açıkladı:
"Aklı noksan tabiri, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasını ifade eder.
Dinlerinin eksik olması tâbiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmamalarını,
Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade eder."
Buhârî, Hayz 6, Zekât 44, İman 21, Küsüf 9, Nikâh 88; Müslim, Küsüf 17, (907), İman 132,
(79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187).
5339 - Hz. Ali radıyallahu anh demiştir ki: "Tefekkür edilmeden yapılan kıraatte, (beklenen)
hayır yoktur. Fıkıh olmayan ibadette (çok) hayır yoktur. Fakihlerin fakihi, halkı Allah'ın
rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen ve Allah'ın mekrinden de emniyete salmayan ve
insanları Kur'ân'dan başka şeye rağbete sevketmeyen kimsedir."
Rezîn tahrîc etmiştir.
5340 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, Hz. İsa İbnu Meryem aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın zikri dışında çok kelam etmeyin, kalpleriniz katılaşır. Çünkü katı kalp Allah'tan
uzaktır, fakat bunu bilemezsiniz. Kendiniz efendiler imişcesine insanların günahlarına
bakmayın, bilakis, kullar olarak kendi günahlarınıza bakınız. Çünkü insanlar(ın birkısmı)
belaya maruzdur, (birkısmı âfiyete mazhardır, bela (imtihan) sahiplerine merhamet edin.
Mazhar olduğunuz afiyete de hamd edin."
Muvatta, Kelâm 8, (2, 986).
5341 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün bize
namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı, eliyle kıble cihetine işaret etti ve: "Size namaz
kıldırdığım andan beri, bana cennet ve cehennem gösterildi. Onlar şu duvarın önünde
temessül etmiş vaziyette idiler. Hayırda ve şerde bugünkü kadarını hiç görmedim" buyurdu."
Buhârî, Ezân 91, Salât 40, Rikâk 18.
5342 - Abdullah İbnu Ebi Bekr anlatıyor: "Ebu Talha el-Ensâri radıyallahu anh bahçesinde
namaz kılıyordu. Derken (dübsî denen kumruya benzeyen) bir kuş uçtu. Gidip gelmeye,
çıktığı yeri aramaya başladı, fakat bulamadı. Bu hal Ebu Talha'nın garibine gitti ve bir müddet
gözleriyle kuşu takip etti. Sonra namazına döndü. Ne kadar kıldığını bilemiyordu. Kendi
kendine: "Bu malımdan bana fitne arız oldu!" dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
gelerek namazda başına gelen fitneyi anlattı ve "Ey Allah'ın Resülü! Bu (bağım Allah için)
sadakadır, onu dilediğine ver!" dedi."
Muvatta, Salât 67, (1, 98).
MİSAFİRLİK (ZİYAFET) BÖLÜMÜ
________________________________________
3460 - Ebu Kerime radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Bir gece misafir olmak müslümanın hakkıdır. Kim, (bir ev sâhibinin) avlusunda
sabahlarsa, ağırlanma masrafı, (ev sahibi) üzerine bir borç olur. (Misafir) dilerse o hakkını
alır, dilerse terkeder (almaz)."
Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3750).
3461 - Bir başka rivâyette (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın) şöyle söylediği
kaydedilmiştir: "Kim bir cemâate misafir olur ve fakat misafir, (ağırlanmaktan) mahrum
kalırsa, -ona yardım, her müslüman üzerine hak (bir vazife) olması hasebiyle- bir gecelik
(ağırlanma) masrafını o cemâatin ekininden ve malından alır."
Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3751).
3462 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a dedim
ki:
"Siz, bizi (sefere) gönderiyorsunuz. Bir yere vardığımız zaman, ahâlisi ihtiyaçlarımızı
görmezlerse ne yapmalıyız?" (Resülullah bize) Şu cevabı verdiler:
Bir kavme inince, onlar misafire davranılması gereken muameleyi size de yaparlarsa
ikrâmlarını kabül edin. Aksi takdirde, misafire yapmaları gereken ikrâm kadarını onlardan
(zorla da olsa) alın."
Buhari, Edeb 85, Mezâlim 18; Müslim, Lukâta 17, (1727); Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3752);
Tirmizi, Siyer 32, ( 1589).
3463 - Avf İbnu Mâlik radıyalluhu anh anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resûlü dedim, ben bir adama uğrasam, o beni ağırlamasa sonra o bana uğrasa
ben ona yaptığını yapayım mı?"
"Hayır! dedi, sen onu ağırla!"
Bir gün Resülullah aleyhissalâtu vesselâm beni eskimiş bir elbise içerisinde görmüştü:
"Senin malın yok mu (da böyle giyiniyorsun)?" diye sordu.
"Allah bana deve, koyun, (sığır, at, köle) her maldan verdi!" dedim.
"Öyleyse buyurdular, üzerinde görülmelidir!"
Tirmizi, Birr 63, (2007).
3464 - Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: Misafirlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır.''
Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3749).
3465 - Ebu Şüreyh el-Adevi radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim Allah ve âhirete inanıyorsa, misafirine câize"sini ikrâm etsin!"
Yanındakiler sordular:
"Ey Allah'ın Resulü! Câizesi de nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı:
"Bir gecesi ve gündüzüdür. Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Misafire, ev
sâhibini günaha sokuncaya kadar yanında kalması hoş değildir."
Tekrar sordular:
"Misafgir ev sahibini nasıl günaha sokar?" Aleyhissalatu vesselam açıkladı:
"Adamın yanında ikamet eder kalır, halbuki kendisine ikram edecek bir şeyi yoktur."
Buhari, Edeb 85, 31, Rikak 23; Müslim, Lukata 77, (48); Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 22, (2,
929); Ebu Davud, Et'ime 5, (3748); Tirmizi, Birr 43, (1968, 1969).
MİZAH VE ŞAKALAŞMA
________________________________________
5359 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "(Ashabtan bir kısmı): "Ey Allah'ın
Resûlü! Sen bize şaka yapıyorsun!" demişlerdi.
"Şurası muhakkak ki (şaka da bile olsa) ben sadece hakkı söylerim!" buyurdular."
Tirmizî, Birr 57, (1991).
5360 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek: "Ey
Allah'ın Resûlü! Beni bir deveye bindir!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Ben seni devenin
yavrusuna bindireceğim!" dedi. Adam:
"Ey Allah'ın Resülü, ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki!)" deyince
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurur?" buyurdular."
Tirmizî, Birr 57, (1992); Ebu Dâvud, Edeb 92, (4998).
5361 - Yine Enes radıyallahu anh, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın, kendisine: "Ey Zü'l-
üzüneyn (iki kulaklı)!" diye hitab ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kasdettiğini rivayet
etmiştir."
Tirmizî, Birr 57, (1993); Ebu Dâvud, Edeb 92, (2005).
5362 - Useyd İbnu Hudayr radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan mizahçı bir zat vardı. (Bir
gün yine) konuşup yanındakileri güldürürken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm elindeki
çubuğu (şaka yollu) adamın böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam:
"Ey Allah'ın Resülü (canımı yaktınız). Müsaade edin kısas yapayım!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm da: "Haydi yap!" buyurdu. Adam:
"Ama üzerinizde gömlek var, benim üzerimde yoktu (kısas tam olması için çıkarımalısınız)!"
Adamın talebi üzerine, Aleyhissalâtu vesselâm gömleğini kaldı(rıp böğrünü aç)tı. Adam,
Resülullah'ı kucaklayıp böğrünü öpmeye başladı ve:
"Ben bunu arzu etmiştim ey Allah'ın Resülü!" dedi."
Ebu Dâvud, Edeb 160, (5224).
5363 - Abdullah İbnu's-Sâib İbni Yezîd İbni's-Sâib babası tarîkiyle ceddi (Yezid İbnu's-Sâib)
radıyallahu anh'tan anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden kimse, ne şaka ne de ciddî olarak kardeşinin değneğini almasın. Kim kardeşinin
değneğini almışsa hemen ona geri versin."
Ebu Dâvud, Edeb 93, (5003); Tirmizî, Fiten 3, (2161).
5364 - İbnu Ebî Leylâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabı radıyallahu
anhüm ecmaînin bize anlattıklarına göre, onlar bir sefer yürüyüşünde idiler. (Bir konaklama
sırasında) içlerinden biri uyurken, arkadaşı gidip ipini alır. Uyanınca ipini bulamayan zat
(kaybettim diye) korkar. (Duruma muttali olan) Aleyhissalâtu vesselâm: "Bir müslümana, bir
başka müslümanı korkutmak helâl olmaz!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Edeb 93, (5004).
SAKA
7070 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh ticari
maksatla, Aleyhissalatu vesselâm'ın vefatından bir yıl önce Busra ya kadar gitmişti.
Beraberinde Nu'aymân ve Suvaybıt İbnu Hermele de varlardı. Bunlar Bedir gazilerindendi..
Nu'aymân erzakları gözetiyordu. Suvaybıt mizahı seven şakacı birisiydi. Nuayman'a (bir ara):
"Bana yiyecek bir şeyler ver!" dedi. O ise: "Bekle de Ebu Bekir gelsin!" dedi. Suvaybıt (biraz
öfkelenerek) "Vallahi seni kızdırmasını bilirim!" dedi. Râvi der ki: "(Bir müddet sonra) bunlar
bir kavme uğradılar. Suvaybıt onlara:
"Benim bir kölem var, satın alırsanız (ucuza vereceğim)" der. Onlar da "Alırız!" derler.
Suvaybıt: "Ancak şimdiden söyleyeyim, kölem çenebazdır, o size: "Ben hür kimseyim (köle
değilim)" diyecektir. Eğer o böyle dedi diye almaktan vazgeçecekseniz (alıcı olup da) kölemle
arama fesad sokmayın!" dedi. Onlar: "Hayır! biz onu senden satın alacağız!" dediler ve
(pazarlık edip) on deve mukabili Nuayman'ı satın aldılar. Sonra yanına gelip, boynuna sarık
veya ip bağladılar. Nu'ayman: "Bu adam sizinle alay ediyor, ben hürüm, köle değilim" dedi.
Adamlar: "Senin böyle söyleyeceğini bize haber vermişti (yalanlarınla bizi kandıramazsın)"
dediler ve Nuayman'ı alıp götürdüler.
Derken Hz. Ebu Bekr geldi. Durumu kendisine haber verdiler. Ravi der ki: "Hz. Ebu Bekr o
kavmin peşine düştü, develerini geri verdi ve Nu'âyman'ı kurtardı. Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanına döndükleri zaman hâdiseyi haber verdiler. Bu hadiseye Aleyhissalatu
vesselâm ve ashabı bir yıl güldüler."
MUDARABE
________________________________________
4955 - Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh babasından naklen anlattığına göre, "Ömer İbnu'l-
Hattab'ın iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah radıyallahu anhüm, Irak'a giden bir orduya katılıp
sefere çıktılar. Bu seferde, Basra emiri olan Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh'a uğradılar.
Ebu Musa onlarla merhabalaşıp, kolaylık diledikten sonra:
"Size faydası dokunacak bir şey yapabilmeyi ne kadar isterdim!" dedi ve az sonra hatırladı:
"Evet evet! Şurada Allah'ın malından mal var. Onu Ebirü'l-Mü'minin (Hz. Ömer)'e
göndermek istiyorum. Ben onu size karz olarak vereyim. Siz onunla Irak mallarından satın
alın, sonra da Medine'de satın. Sermayeyi emiru'l-mü'minin'e ödeyin, kâr da sizin olsun!"
dedi. Abdullah ve Ubeydullah:
"Bunu yapmak isteriiz" dediler ve yaptılar. Ebu Musa, Hz. Ömer radıyallahu anhüma'ya
onlardan malı almasını yazdı.
Medine'ye geldikleri vakit malı sattılar, kâr ettiler. Parayı Hz. Ömer'e verdikleri zaman:
"Ebu Musa, her askere size yaptığı gibi borç veriyor mu?" diye sordu. Oğulları, "Hayır!"
dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer:
"Ebiru'l-mü'minin'in iki oğlu olduğunuz için borç vermiş. (Olmaz böyle şey!) Sermayeyi de,
kârı da getirin!" diye gürledi. Abdullah sükût etti. Ubeydullah ise:
"Ey Emiru'l-mü'minin, bu davranış sana yakışmaz! Eğer bu sermaye noksanlaşsa veya
kaybolsa idi, biz tazmin edecektik" dedi. Fakat Hz. Ömer:
"Kârı da getirin!" diye ısrar etti. Abdullah yine sesini çıkarmadı. Ubeydullah (önceki
söylediklerini tekrar ederek) karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in meclis
arkadaşlarından bir adam:
"Ey Emiru'l-mü'minin! Bunu mudârabe saysan!" teklifinde bulundu. Hz. Ömer de:
"Evet, onu mudarabe kıldım!" deyip, sermayeyi ve kârın yarısını aldı. Abdullah'la Ubeydullah
da diğer yarısını aldılar."
Muvatta, Kırâz 1, (2, 687, 688).
4956 - Alâ İbnu Abdirrahmân babası vasıtasıyla dedesi (Yakub el-Medeni)'den naklediyor:
"Osman İbnu Affan kendisine, çalıştırması için, mudârabe olarak mal verdi ve kâr ikisinin
oldu."
Muvatta, Kırâz 2, (2, 688).
KUREYŞ'İN FAZİLETİ
________________________________________
4496 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "İnsanlar hayırda da şerde de Kureyş'e tabidir."
Müslim, İmaret 3, (1819).
4497 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ey Allahım, Kureyş'in ilkine azab tattırdın, hiç olsun, ahirine ihsanını tattır."
Tirmizi, Menakıb, (3904).
4498 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kureyş kadınları, deveye binen kadınların en hayırlılarıdır: Onlar, küçük çocuklara karşı
daha şefkatli, kocalarının mallarına karşı daha muhafızdırlar."
Ebu Hüreyre radıyallahu anh: "Meryem Bintu İmrân hiçbir zaman deveye binmedi" derdi."
Buhari, Nikah 12, Enbiya 46, Nefahat 10; Müslim, Fezailu's-sahabe 210, (2529).
4499 - Abdullah İbnu Muti', babası radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm Mekke'nin fethedildiği gün buyurdular ki:
"Bugünden sonra hiçbir Kureyşli, Kıyamete kadar sabren öldürülemez."
(Ravi der ki:) "Kureyş'in Âsi (isim)lerinden Muti'den başka kimse müslüman olmadı. Muti'nin
ismi de Âsi idi. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona Mûti ismini taktı."
Müslim, Cihad 88-89, (1782).
BAZI ARAP KABİLELERİNİN FAZİLETİ
4500 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Eslem kabilesini Allah selâmetli kılsın, Gıfar kabilesine de mağfiret buyursun!"
Buhari, Menakıb 6; Müslim, Fezailu's-Sahabe 184, (2515, 2516).
4501 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kureyş, Ensar, Cüheyne, Mezeyne, Eslem, Eşca' ve Gıfâr benim dostlarımdır. Onların da
Allah ve Resûlünden başka dostları yoktur."
Buhari, Menakıb 6; Müslim, Fezailu's-Sahabe 189, 190, (2520-2521); Tirmizi, Menakıb,
(3945).
4502 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Ben Eş'ari cemaatin geceleyin evlerine girerkenki Kur'an okumalarını seslerinden tanırım.
Gündüzleyin girerlerken evlerini görmemiş de olsam, geceleyin Kur'an okuyuşları sebebiyle
seslerinden evlerini tanırım. Onlardan biri Hakîm'dir. Atlılara -yahut düşmana dedi-
rastlayınca, onlara:
"Arkadaşlarım, kendilerini beklemenizi söylediler!" dedi."
Buhari, Megazi 38, Humus 15, Menakıbu'l-Ensar 37; Müslim, Fezailu's-Sahabe 166, (2499).
4503 - Yine Buhâri ve Müslim Ebu Musa'dan şu hadisi kaydetmişlerdir:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Eş'ariler, gazve sırasında azıkları tükenir,
Medine'de de ailelerinin yiyecekleri azalırsa, yanlarında bulunanları bir yangının üzerinde
toplarlar sonra onu tek bir kabla eşit olarak paylaşırlar. Onlar bendendir, ben de onlardanım."
Buhari, Şirket 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe 167, (2500).
4504 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Beni Temim'i, haklarında Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğim üç şeyden sonra hep sever oldum. Demişti ki: "Onlar
Deccal'e karşı ümmetimin en şiddetlisidirler." Onların zekâtları gelmiştir. Aleyhissalatu
vesselam:
"Bu, kavmimizin zekâtlarıdır!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın yanında onlardan
bir esire kadın vardı,
"Onu azad et, çünkü o, Hz. İsmâil evlatlarından!" buyurdular."
Buhari, Itk 13, Megazi 67; Müslim, Fezailu's-Sahabe 198, (2525).
4505 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Kays'tan bir adam:
"El Allah'ın Resûlü! Hımyer'e lânet et!" dedi. Aleyhissalatu vesselam ondan yüzünü çevirdi.
Adam aynı talebi tekrar edince, Aleyhissalatu vesselam:
"Allah Hımyer'e rahmet kılsın. Onların ağızları selam, elleri yiyecek, kendileri de emniyet ve
iman ehli kimseler!" buyurdu."
Tirmizi, Menakıb, (3985).
4506 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ezd kabilesi, Allah'ın yeryüzündeki ordusu (ve dininin yardımcıları)dır. Halk onları
alçaltmak ister, Allah ise onları yüceltir. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman
kişi:
"Keşke babam Ezdi olsaydı! Keşke annem de Ezdi olsaydı!" diye temennide bulunacak."
Tirmizi, Menakıb, (3933).
4507 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Tufeyl İbnu Amr ed-Devsi, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
"Devs kabilesi helak oldu. (Allah'a) âsi oldu (ve İslam'a girmekten) imtina etti. Onlara bir
bedduada bulunnun!" dedi. Orada bulunanlar, Aleyhissalâtu vesselâm'ın beddua yapacağını
zannetti. Ama O:
"Allah'ım, Devs'e hidayet ver, onları imâna getir!" buyurdu."
Buhari, Megazi 75, Cihad 100, Da'avat 59; Müslim, Fezailu's-Sahâbe 197, (2524).
4508 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Sahabeler radıyallahu anhüm. Aliyhissalâtu
vesselâm'a müracaat ederek:
"Ey Allah'ın Resûlü! Taiflilerin okları bizleri yaralayıp parçaladı. Aleyhlerine Allah'a bir
bedduada bulunuverseniz!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allahım, Tâiflilere hidayet ver!" buyurdular!"
Tirmizi, Menakıb (3937).
4509 - Ebu Berze el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir
sahabiyi Arap kabilelerinden birine irşad vazifesiyle gönderdi. Ancak kabile halkı ona
hakaretler edip bir güzel dövdüler. Sahabi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek
durumu haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer Ummân ahalisine gitmiş olsaydın onlar ne söverler ne de seni döverlerdi" buyurdu."
Müslim, Fezailu's-sahabe 228, (2544).
4510 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Mülk (saltanat, idare) Kureyş'tendir. Kaza (davaları hükme bağlama) Ensar'dadır, Ezân
Habeşlilerdedir, emânet (güven) Ezd'dedir, yani Yemen'dedir."
Tirmizi, Menakıb, (3932).
4511 - Ebu Sekine (ki Muharrerler'den bir kimsedir.) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın bir
sahabesinden naklen anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizi bıraktıkları müddetçe siz de Habeşlileri bırakın. Sizi terkettikleri müddetçe Türkleri
terkedin."
Ebu Davud, Melahim 8, (4302).
4512 - İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
üç kabileye ikrah eder halde vefat etti: Sakif, Beni Hanife, Beni Ümeyye."
Tirmizi, Menakıb, (3938).
ARAPLARIN FAZİLETİ
4513 - Selman-ı Farisi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana:
"Bana buğzetme, dinini terketmiş olursun!" buyurdular. Ben:
"Ey Allah'ın Resûlü, ben size nasıl buğzederim? Allah hidayeti bana sizin elinizle ulaştırdı"
dedim.
"Araba buğzedersin, böylece bana buğzetmiş olursun" buyurdular."
Tirmizi, Menakıb, (3923).
4514 - Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim Arabı aldatırsa şefaatime giremez ve sevgim de ona ulaşmaz."
Tirmizi, Menakıb, (3924).
ACEM VE RUM'UN FAZİLETİ
4515 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cum'a
sûresini tilavet buyurdu: "Onlardan diğer bir grup gönderdi ki(faziletçe) birincilere
yetişememişlerdir" (Cum'a 3) ayetine gelince, bir sahabe:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bize kavuşamayacak olan bunlar kimlerdir?" diye sordu. Aleyhissalatu
vesselam elini Selman radıyallahu anh'ın üzerine koyarak:
"Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, eğer iman Süreyya yıldızında
olsaydı, ona, bunnun kavminden bazı kimseler yine de ulaşacaklardı." -Bir diğer rivayette: "
Fars'tan bazı kimseler"- buyurdu."
Buhari, Tefsir, Cum'a 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe (2546); Tirmizi, Menakıb, (3929).
4516 - Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: " Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
yanında Acemler zikredilmişti, şöyle buyurdular.
"Ben onlara -veya bazılarına- sizden -veya bazınızdan- daha çok güven duyuyorum!"
Tirmizi, Menakıb, (3928).
4517 - Müstevred el-Kureşi radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ı
işittim, diyordu ki:
"Rumlar insanların ekserisi olduğu bir sırada Kıyamet kopar." (Bunu işiten) Amr İbnu'l-As
radıyallahu anh atılarak:
"Söylediğine dikkat et!" dedi. Müstevrid:
"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan işittiğimi söylüyorum! diye te'yid etti. Amr:
"Sen bunu söylersen, (bil ki) onlarda dört haslet vardır: Fitne sırasında insanların en
halimidirler. Musibete uğrayınca da onu en çabuk atlatanıdırlar. Kaçtıktan sonra geri dönmede
insanların en çabuğudurlar. Miskin, yetim ve zayıflara en hayırlı olanlarıdır. Beşinci olarak
hoş ve güzel bir hasletleri de kralların zulümlerine en fazla karşı koyan kimseler olmalarıdır."
Müslim, Fiten 35, (2898).
MUSİKİ VE EĞLENCE
________________________________________
4300 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, benim
yanımda iki cariye, Buas (savaşı ile ilgili hamâsi) türküler söylerken çıkageldi. Gidip yatağın
üzerine (yan üstü uzandı ve yüzünü de (aksi istikamete) çevirdi. Derken (babam) Hz. Ebu
Bekr radıyallahu anh girdi. Derhal beni azarladı ve: "Resûlullah'ın hane-i saadetlerinde şeytan
çalgısı ha!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ona yönelip.
"Bırak onları (söylesinler!)" buyurdu. (Onlar sohbete dalıp, bizden) dikkatlerini çekince, ben
cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler."
Hz. Aişe devamla der ki: "Bir bayram günüydü. Siyahiler, mescidde kılınç-kalkan oyunu
oynuyorlardı. Ben mi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan taleb etmiştim (bilemiyorum),
yoksa o (kendiliğinden) mi "Seyretmek ester misin?" buyurdular. Ben:
"Tabii!" dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu halde
durduk.
"Ey Erfideoğulları göreyim sizi (oynayın)!" diyordu. Ben usanınca(ya kadar böyle devam
ettik. Usandığımı farkedince):
"Yeter mi?" buyurdular. Ben:
"Evet!" dedim.
"Öyleyse git!" dediler."
Buhari, Iydeyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menakıb 15, Menakıbu'l-Ensar 46, Nikah 82, 114; Müslim,
Iydeyn 19, (892); Nesai, Iydeyn 35 - 36, (3, 195-197).
4301 - Amir İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Bir düğün sırasında Karaza İbnu Ka'b ve
Ebu Mes'ûd el-Ensâri'nin yanına girdim, bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı.
Dayanamayıp:
"Sizler, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Bedir Ashabından olun da yanınızda şu iş
yapılsın olacak şey değil!" dedim. Bunun üzerine onlar:
"Otur, dilersen bizimle dinle, dilersen git, Bize düğünde eğlenme ruhsatı verildi!" dediler."
Nesai, Nikah 80, (6, 135).
4302 - Muhammed İbnu'l-Münkedir rahimehullah anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Allah
Teâla Hazretleri Kıyamet günü şöyle seslenecektir:
"Kulaklarını eğlence ve şeytan çalgısından uzak tutanlar neredeler? Onları misk bahçelerine
dahil edin!"
Sonra Melaike aleyhissalatu vesselam'a seslenecek:
"Onlara benim takdirlerimi duyurun ve haber verin ki, kendilerine artık ne korku var, ne de
üzüntü!"
Rezin ilavesidir.)
MÜSÂBAKA VE ATICILIKLA İLGİLİ HÜKÜMLER
________________________________________
2184 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şu üç şeyde armağan vardır: Deve yarışı veya at yarışı veya ok yarışı."
Ebü Dâvud, Cihad 67, (2574); Tirmizî, Cihâd 22, (1700); Nesâî, Hayl 14, (6, 226, 227).
2185 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) atı
antremana tâbi tutar, (sonra da) onunla yarışa katılırdı."
Ebü Dâvud, Cihâd 67, (2577).
2186 - Yine İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
atlar arasında yarışma yaptırdı. Hedefte, beş yaşına basanları tafdîl etti."
Ebü Dâvud, Cihâd 67, (2576).
2187 - Yine İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm),
antrenmanlı atı el-Hafya'dan Seniyyetu'l-Vedâ'ya kadar koşturdu. Antrenmanlı olmayanı da
Seniyyetü'l-Vedâ'dan Benî Zürayk Mescidi'ne kadar koşturdu."
Buhârî, Salât 41, Cihâd 56, 57, 58, İ'tisam 16, Müslim. İmâret 95, (1870); Muvatta, Cihâd 45,
(2, 467, 468); Ebü Dâvud, Cihâd 67, (2575), Tirmizi, Cihâd 22, (1699); Nesâî, Hayl 13, (6,
226).
2188 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, iki at arasına, geçeceğinden emin olunmayan bir üçüncü at dahil ederse,
bu kumar olmaz. Kim de geçeceğinden emin olunan atı dahil ederse bu kumar olur."
Ebü Dâvud, Cihâd 69, (2579).
2189 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın Adbâ
adında bir devesi vardır. Bu bütün yarışları kazanırdı. Bir gün binek devesi üzerinde bir
bedevi geldi ve yarışta Adbâ'yı geçti. Bu durum Ashâb'ın ağrına gitti. Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm), üzüntülerini yüzlerinden okuyunca şu açıklamayı yaptı:
"Yeryüzünde, yükselttiği herşeyi arkadan alçaltmak Allah üzerine bir haktır."
Buhârî, Cihâd 59, Rikâk 38; Ebü Dâvud, Edeb 9, (4802); Nesâî, Hayl 14, (6, 227).
2190 - Fukaym el-Lahmî anlatıyor: "Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh)'e dedim ki: "Sen
yaşlanmış bir ihtiyar olduğun halde bu iki hedef arasında gidip geliyorsun, artık bu sana
meşakkat veriyor olmalı."
Bana şu cevabı verdi:
"Eğer Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan işittiğim bir söz olmasaydı kendimi bu
sıkıntıya atmazdım. Efendimizin şöyle söylediğini işittim:
"Kim atıcılık öğrenir ve sonra brakırsa o bizden değildir - ueya: asi olmuştur."
Müslim, İmaret 169, (1919),
2191 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Allah tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar:
1- Onu yapan; yeter ki bunu hayır maksadıyla yapsın.
2- Atan.
3- Atana ulaştıran."
Ebü Dâvud, Cihâd 24, (2513); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 11, (1637); Nesâî, Cihâd 26, (6, 28),
Sayl 8, (6, 222, 223).
2192 - Bir rivâyette ise şöyle buyurulmuştur: "(Allah tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete
koyar: Yapan, yeterki hayır maksadıyla yapsın, atan) ve oku atana veren (münebbil). Atın,
binin. Sizin (ok) atmanızı, ben binmenizde daha çok seviyorum. Her eğlence batıldır.
Eğlenceleriniz içinde sadece şu üç şey (mübahtır), övgüye değer: Kişinin atını te'dib etmesi,
hanımıyla mulatafede bulunması, yayla ok atıp, atılan okları toplaması. Bunlar Hakk'tandır.
Kim öğrendikten sonra atışı, nefretle terkederse bilsin ki, bir nimeti terketmiştir -veya şöyle
dedi-: "Bu nimete karşı nankörlük etmiştir."
Ebü Davud, Cihâd 24, (2513).
2193 - Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem'den bir grupla karşılaşmıştı. Onlara: "Ey İsmailoğulları
atın, zîra atalarınız atıcı idiler. Atın, ben falan kabileyi tutuyorum" dedi.
Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti. Efendimiz:
"Ne oldu, niye atmıyorsunuz?" diye sordu. Şöyle cevap verdiler:
"Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz!" Bunun üzerine:
"Atın! dedi, ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum."
Buhârî, Cihâd 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4.
ATIN VASIFLARI
2194 - Ebü Vehb el-Cüşemî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Size alnı sakar, ayakları sekili kahverengi atı veya alnı sakar ayakları sekili
kızıl atı veya alnı sakar, ayakları sekili siyah atı tavsiye ederim."
Ebü Vehb'e: "Kızılın tafdil edilişinin sebebi nedir?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
"Çünkü, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselâm) bir seriyye göndermişti. Zafer haberini ilk
getiren kızıl atın sahibi idi."
Ebü Dâvud, Cihâd 44, (2544); Nesâî, Hayl 3, (6, 218, 219).
Nesâî'de şu ziyade vardır: "(Allah yolunda) at besleyin, alınlarından ve arkalarından okşayın.
Boyunlarına takı bağlayın fakat kiriş bağlamayın."
"Kiriş bağlamayın" ibaresi şunu ifade eder: Araplar cahiliye devrinde nazar değmnesine karşı
atlarına kiriş bağlarlardı. Bu hadisle Resülullah bu işin, Allah'ın kaderinden hiçbirşeyi geri
çeviremeyeceğini onlara bildirmiş oldu. Mamafih bu ibarenin: "Atın üzerinde, cahiliye
devrindeki gibi intikam almaya kalkmayın" mânasını taşıdığı da söylenmiştir. (Zira evtâr,
"vitr" kelimesinin de cem'idir. Vitr, intikam demektir."
2195 - Hz. Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Atların en hayırlısı alnında küçük bir sakar, üst dudağında beyaz beneği olan
siyahtır. Bunun üç ayağı sekili, ön sağ ayağı sekisiz siyah takip eder. Eğer siyah değilse
aIacası, böyle olan kahverengi hayırlıdır."
Tirmizî, Cihâd 20, (1696, 1697); İbnu Mâce, Cihâd 14, (2789).
2196 - Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Atın bereketi kızıllığındadır" buyurdu."
Ebü Dâvud, Cihâd 44, (2545); Tirmizî, Cihâd 20, (2454).
2197 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şikâl attan hoşlanmazdı. Bu, atın ön sağ ve arka sol ayağında veya ön sol, arka sağ ayağında
(çaprazlama) seki bulunmasıdır. Ancak şikâl için şöyle diyen de olmuştur: "Atın üç ayağının
sekili, birinin sekisiz olmasıdır veya üçünün sekisiz, birinin sekili olmasıdır, şikâl sadece arka
ayakta olur. Şu da söylenmiştir: "Şikâl, beyazlı alaca ihtilafının çaprazlama olmasıdır."
Müslim, İmâret 102, (1875); Ebü Dâvud, Cihâd 46, (2547); Tirmizî, Cihâd 21, (1698); Nesâî,
Hayl 4, (6, 219).
2198 - Urve İbnu'l-Ca'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Atın alnına hayır bağlanmıştır: "Bu hayır), sevap ve ganîmettir. Bu hal
kıyamete kadar bâkidir."
Buhârî, Cihâd, 43, 44, Humus 8; Müslim, İmâret 98, (1873); Tirmizî, Cihâd 19, (1694);
Nesâî, Hayl 7, (6, 222).
2199 - Utbe İbnu Abdillah es-Sülemi (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhisssalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Atın alnındaki tüyleri kesmeyin (boynunun üstündeki) yeleleri de
kesmeyin, kuyruğundaki tüyleri de. Çünkü kuyruğu sinekleri vs. kovalar, yeleleri onu ısıtan
elbisesidir, alnı ise orada hayır bağlıdır."
Ebü Dâvud, Cihâd 43, (2542).
2200 - Hz. Cerîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı atın
alnındaki tüyleri parmaklarıyla bükerken gördüm. Büküyor ve şöyle diyordu: "Atın alnına
Kıyamet gününe kadar hayır bağlanmıştır. Bu hayır sevap ve ganimettir."
Müslim, İmaret 97, (1872); Nesâî, Hayl 7, (6, 221).
2201 - Yahya İbnu Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ridası ile atının alnını okşadığı görüldü. Bunun sebebi sorulunca şu cevabı verdi:
"Ben bu gece at mevzuunda azarlandım."
Muvatta, Cihâd 47, (2, 468).
2202 - Hz. Ebü Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hiçbir Arabî at yoktur ki, her seher vaktinde şu kelimelerle dua etmesine izin
verilmesin: "Ya Rabbi, Beni insanoğlundan dilediğine temlîk ettin, beni onun malı kıldın.
Öyleyse beni, ona onun en sevgili malı, en sevgili ehli kıl" veya "Beni ona, onun en sevgili
malından ve ehlinden biri kıl."
Nesâi, Hayl 9, (6, 223).
2203 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) dişi
ata feres derdi."
Ebü Dâvud, Cihâd 45, (2546).
2204 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın
bizim bahçemizde bir atı vardır, adı el-Lahîf idi."
Buhârî, Cihâd 46.
2205 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'a bir katır
hediye edilmişti, ona bindi. Ben kendisine:
"Eşekleri atlara aşırtsak da bunun gibi katırlar elde etsek olmaz mı?" dedim. Şöyle cevap
verdi:
"Bunu (şeriatın bu meseledeki hükmünü) bilmeyenler yapar."
Ebü Dâvud, Cihâd 59, (2565); Nesâî, Hayl 10, (6, 224).
MUZÂRA'ANIN CEVAZI
________________________________________
5343 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, meyve
ve ekinden çıkacak olan bütün mahsulün yarısı karşılığında Hayber'i (yahudilere) verdi. Her
sene zevcelerine, yüz vask veriyordu. Seksen vask kuru hurma, yirmi vask arpa. Hz. Ömer
radıyallahu anh başa geçince, Hayber'i taksim etti ve Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
zevcelerini kendilerine arazi ve suyu ikta etmek veya her yıl almakta oldukları vaskları tazmin
etme arasında muhayyer bıraktı. Onlar bu teklifi benimsemede farklı kararlara vardılar.
Birkısmı arazi ve suyu tercîh etti, birkısmı da vaskları tercih etti. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa
radıyallahu anhüma arazi ve suyu tercih edenlerdendi."
Buhârî, Müzâra'a 8, 9, 11, İcâre 22, Şirket 11, Şurüt 5, Megâzî 40; Müslim, Musâkât 2,
(1551); Ebu Dâvud, Büyü' 35; Tirmizî, Ahkâm 41, (1383); Nesâî, Müzâra'a 46, (7, 53).
5344 - Müslim'in bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber
hurmalarını ve arazisini kendi emvalleri gibi işleyip meyvesinin yarısını Resülullah'a
vermeleri şartıyla Hayberlilere geri verdi."
Müslim, Müsâkât 5, (1551).
5345 - Yine Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm Hayber'i fethettiği zaman, yahudiler, Resûlullah'a müracaat ederek, çalışıp elde
edecekleri ekin ve meyve hasılatının yarısını vermek şartıyla, kendilerini arazilerinde
bırakmasını talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm onlara: "Biz sizi, dilediğimiz zamana kadar
orada bırakabiliriz" dedi ve kalmalarına müsaade etti. Hayber'in meyve hasılatının yarısı iki
hisseye taksim ediliyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu gelirin humusunu (beşte
birini) alıyordu."
Müslim, Müsâkat 4, (1551).
5346 - İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Ekim arazileri, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselam zamanında, -tarlaya su alınan dere kenarın- daki ekin, tarla sahibinin olması ve ne
kadar olduğunu bilmediğim bir miktar da saman verilmesi karşılığında kiralanırdı."
Nesâî, Müzâra'a 46, (7, 53).
5347 - İmam Mâlik anlatıyor: "Bana ulaştığına göre, Abdurrahmân İbnu Avf radıyallahu anh
bir tarlayı kiraladı. Ölünceye kadar da bu arazi elinde kaldı. Oğlu dedi ki: "Ben, bu araziyi
uzun müddet babamın elinde kaldığı için bizim malımız sanıyordum. Babam öleceği sırada
tarlanın bize ait olmadığını söyledi ve tarlanın kirasından ödenmesi gereken bir miktar borcun
altın veya gümüş olarak ödenmesini emretti."
Muvatta, Kirâu'l-Arz 4, (2, 712).
5348 - Kays İbnu Müslim, Ebu Cafer'den naklen diyor ki: "Medine'de muhacir aileden hiçbiri
yoktu ki, üçte veya dörtte bir pay ile ziraatçilik yapmasın. Hz. Ali, Sa'd İbnu Mâlik, İbnu
Mes'ud radıyallahu anhüm de bu çeşitten muzara'a akdi yapmışlardı. el-Kâsım (İbnu
Muhammed) ve Urve'den de benzer rivayet mevcuttur. Rivayette şu ziyade de var: "Ebu Bekr
ailesi, Hz. Ömer ailesi, Hz. Osman'ın ailesi, Ali ailesi ve İbnu Sîrîn âilesi de."
Buharî, Müzâra'a 8 (bab başlığı olarak kaydedilmiştir.)
MUZARA'ANIN YASAKLIĞI HAKKINDA
5349 - Râfi' İbnu Hadîc radıyallahu anh anlatıyor: "Yanıma Züheyr geldi ve bana: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm bize faydalı olan bir şeyi yasakladı" dedi. Ben:
"Resülullah aleyhissalâtu vesselâm her ne söyledi ise, mutlaka haktır!" dedim.
"Muhâkala'yı (tarla kiralamasını) nasıl yaptığımızı sordu. Ben de:
"Biz onu, dörtte bir ve kuru hurma ve arpadan vasklarla ücretlendiriyoruz" dedim, bunun
üzerine (Aleyhissalâtu vesselâm):
"Öyle yapmayın! Araziyi ya kendiniz ekin veya ektirin veya (kimseye vermeyip) sahip olun!"
buyurdular."
Rafi der ki: "Ben de: "(Başüstüne!) dinlemek ve itaat etmek (borcumuzdur!)" dedim."
Buhârî, Muzâra'a 18, 19; Müslim, Büyü' 114, (1548); Ebu Dâvud, Büyü' 32, (3394); Nesâî,
Müzâra'a 45, (7, 44, 49).
5350 - Yine Râfi radıyallahu anh anlatıyor: "Biz ensardan tarlası en çok olan kimseydik ve
biz, şu tarla bize, şu tarla onlara (ekenlere) olmak üzere kiraya verirdik. Bazan şu tarla mahsul
verirdi, şu tarla vermezdi. Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm bizi bundan yasakladı. Fakat
gümüş (mukabili kiralamay)a gelince onu yasaklamadı."
Buhârî, Müzâra'a 6, 12, 18, Şurût 7; Müslim, Büyü' 106, (1547); Muvatta, Kirâu'l-Arz 1, (2,
713); Tirmizî, Ahkâm 42, (1384); Ebu Dâvud, Büyü' 31, 32, (3392, 3393, 3395, 3397, 3398,
3399, 4000, 3401, 3402); Nesâi, Müzâra'a 45, 7, (33-50).
5351 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Bizden bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla
arazileri vardı. Onlar: "Biz aramizi üçte bire veya dörtte bire veya yarıya kiraya verelim"
dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Kimin arazisi varsa bizzat eksin veya bir kardeşine bağışlasın; ne ücret mukabili versin ne de
kiraya versin!" buyurdular."
Buhârî, Müzâra'a 18, Hibe 35; Müslim, Büyü' 92, (1536); Nesâî, Müzâra'a 45, (7, 36-38).
5352 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)
bir tarlaya uğramıştı, tarlada ekin üğrünüyordu.
"Burası kime ait?" buyurdular. Yanındakiler:
"Falan kimse kiraya verdi" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer burayı bağışlasaydı, kendisi için bunun üzerinden muayyen bir ücret almasından daha
hayırlı olurdu" buyurdular."
Buhârî, Müzâra'a 9, 18, Hibe 35; Müslim, Büyü' 120, (1550); Nesâî, Müzâra'a 45, (7, 36).
5353 - Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
muhâbereyi yasakladı. Muhâbere, tarlayı yarı, üçte bir veya dörtte bir karşılığında almaktır."
Ebu Dâvud, Büyü' 34, (3407).
5354 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Muhâbereyi terketmeyen, Allah ve Resülü ile savaş ilan etsin."
Ebu Dâvud, Büyü' 34, (3406).
İŞÇİNİN ÜCRETİ
6712 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "İşçiye ücretini, teri kurumadan önce veriniz."
KARIN TOKLUĞUNA ÜCRET
6713 - Utbe İbnu'n-Nüder anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında idik. Ta-
sin-mim suresini okudu. Hz. Musa aleyhisselâm'ın kıssasına gelince: "Hz. Musa, fercinin
iffeti (Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenme) ve karnının doyurulması mukabilinde sekiz veya onyıl
işçi olarak çalışmayı kabullendi" buyurdu."
6714 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Yetim olarak büyüdüm, fakir olarak hicret
ettim. Karnımı doyurma ve (yolculuk) sırasında bazan binerek ayağımı dinlendirme nöbeti
karşılığında İbnetu Gazvân'a işçi oldum. Konakladıkları vakit onlara odun topluyordum.
Bindikleri zaman da develerini yürütmek için ezgi söylerdim. İslâm dinini bir nizam, Ebu
Hureyre'yi de imam (idareci) kılan Allah'a hamdolsun."
BİR KOVA SU BİR HURMAYA
6715 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a (bir ara)
maddi darlık isabet etti. Bu duruma Ali muttali oldu. Hemen çıkıp, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'ın ihtiyacını görecek bir gelir temini için iş aradı. Derken bir yahudiye ait bir
bahçeye uğradı. Adama her kovası bir kuru hurmaya onyedi kova su çıkarıverdi. Yahudi de
hurmasından onun için onyedi tane acve (denilen iyi hurma) seçip verdi. Ali radıyallahu anh
bunları Resûlullah'a getirdi."
6716 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Ben bir hurma mukabilinde bir kova su çıkarırdım
ve hurmanın iyi, kuru olmasını şart koşardım."
6717 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan bir zat gelip: "Ey Allah'ın
Resûlü! (Bugün) renginizi niye değişmiş görüyorum?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Açlıktan" buyurdular. Ensari hemen evine döndü. Ama evinde (ikram edecek) birşey
bulamadı. Yiyecek aramaya çıktı. Derken hurmalık sulayan bir yahudiye rastladı: Yahudiye:
"Hurmalığını ben sulayayım ne dersin?" dedi. O da: "Pekala!" dedi. Ensari: "Her kovaya bir
hurma!" dedi ve hurmanın içi kararmış, sertleşmiş ve adileşmiş olmamasını şart koştu, iyi
hurmadan alacağını söyledi. Sonra iki sa' hurma yapacak miktarda su çıkardı ve aldığı
hurmayı Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a getirdi."
ÜÇTE BİRE, DÖRTTE BİRE MUZÂRA'A
6718 - Tâvus'un anlattığına göre: "Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, Hz. Ebu Bekr, Hz.Ömer ve Hz. Osman zamanlarında araziyi, (mahsulünü) üçte bir,
dörtte bir karşılığında kiraya vermiştir. Bu kiralama işi, (o zamandan) şu günümüze kadar
tatbik edilegelmiştir."
HURMA VE ÜZÜM ORTAKLIĞI
6719 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hayber
arazisini, hurmalıklarıyla, tarlalarıyla mahsulün yarısı mukabilinde eski ahalisine (yahudilere
müzâraa usulüyle) verdi."
6720 - Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Hayber'i fethedince orayı yarıya ortağa verdi."
MÜSLÜMANLAR ÜÇ ŞEYDE ORTAK
6721 - Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta, ateşte. Bunlardan alınacak bedel
de haramdır."
Ebu Said dedi ki: "Sudan maksad) akarsudur.."
6722 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Üç şey vardırki (istenince) vermemezlik edilmez: Su, ot ve ateş."
6723 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü!" dedim, verilmemesi caiz
olmayan şey nedir?"
"Su, tuz ve ateş!" buyurdular. Ben tekrar: "Ey Allah'ın Resulü dedim. Evet suyu anladık
öyledir, ama tuz ve ateş niye öyledir?" dedim. Şu cevabı verdi:
"Ey Humeyrâ! Kim (isteyene) ateş verirse, bu ateşin pişirdiği her şeyi tasadduk etmiş gibi
sevap kazanır! Kim de tuz verirse, o dabu tuzuntatlandırdığı her şeyi tasadduk etmiş gibi olur.
Kim su bulunan yerde bir müslümana bir içimlik su içirirse sanki bir köle azad etmiş gibi olur,
suyun bulunmadığı yerde içirirse, onu ihya etmiş gibi olur."
OTA MANİ OLMAK İÇİN SUYA MANİ OLUNMAZ
6724 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Suyun fazlası esirgenmez. Kuyunun (ihtiyaçtan) artan kısmı da esirgenmez."
AKAR SUYUN KULLANIMINDA SIRA
6725 - Sâlebe İbnu Ebi Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
Mehzur (isimli derenin) suyu (ile arazilerin sulanması sırası) hususunda şu hükmü verdi:
"(Arazisi) yukarıda olan kimse (arazisi) aşağıda olan kimsenin üstündedir (yani önce o sular).
Yukarıdaki kimse (arazisini), su, ayak topuklarına varıncaya kadar sular, sonra suyu
kendisinden aşağıda olana salıverir."
6726 - Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
hurmalıkların akar su ile sulanmaları hususunda şöyle hükmetti: "Suyun başından itibaren
önce üsttekiler aşağıdakilerden önce sular. Su ökçeye (çıkacak kadar akmaya) bırakılır. Sonra
su bitişikteki aşağıya bırakılır. Bahçeler bitinceye veya su tükeninceye kadar böyle yapılır."
SUYUN TAKSİMİ
6727 - Kesir İbnu Abdillah İbni Avf el-Müzeni'nin dedesi (Amr İbnu Avf) radıyallahu anh
anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sulama gününde önce atlardan
başlanmalıdır."
KUYUNUN HARİMİ
6728 - Abdullah İbnu Muğaffel radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim (sahipsiz bir arazide) bir kuyu kazarsa, kendi hayvanlarına yatak olmak
üzere kırk zirâlık mesafe onun olur."
AĞACIN HARİMİ
6729 - Ubade İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
hurma bahçesinde, bir adama ait bir, iki, üç hurma ağacı hususunda hüküm verdi. Bahçe
sahibi ile bu birkaç ağacın sahipleri, bahçedeki hakları hususunda ihtilaf etmişlerdi.
Aleyhissalâtu vesselâm, bu münferid ağaçlardan her biri için, dipten itibaren dalının uzandığı
yere kadar ağacın harimi sayılacağına hükmetti."
6730 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Hurma ağacının harimi onun dallarının uzunluğu kadardır."
AKARINI SATAN, PARASINI MİSLİNE YATIRSIN
6731 - Sa'id İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir ev veya akâr satıp elde ettiği parayı aynı cins (bir mülk)'e yatırmazsa,
bu kimse, aldığı bedelin hakkında mübarek kılınmamasına müstehak olur."
6732 - Huzeyfe İbnu'l-Yemân radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir ev satar da aldığı parayı emsaline yatırmazsa, o para, kendisine
mübarek kılınmaz."
NAMAZIN FAZİLETİ
________________________________________
2293 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim:
"Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere yıkansa,
acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?"
"Bu hal, dediler, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!" Aleyhissalâtu vesselâm:
"İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler" buyurdu."
Buhâri, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 282, (666); Tirmizî, Emsâl 5, (2872); Nesâî, Salât 7, (1,
231); Muvatta, Sefer 91, (1,174).
2294 - Sa'd İbnu Ebî Vakkas (radıyallâhu anh) anlatıyor: "İki erkek kardeş vardı. Bunlardan
biri öbür kardeşinden kırk gün kadar önce vefat etti. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)ın
yanında bunlardan birincinin faziletleri zikredildi. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Diğeri müslüman değil miydi?" diye sordu.
"Evet, müslümandı ve fena da değildi!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öldükten sonra, namazının ona ne kazandırdığını biliyor musunuz? Namazın misali, sizden
birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş kere girip yıkandığı suyu bol ve tatlı bir
nehir gibidir. Bu (nehrin) onun üzerinde kir bıraktığını göremezsiniz. Öyleyse, siz ona
namazının neler ulaştırdığını bilemezsiniz."
Muvatta, Kasru's-Salât 91, (1,174).
2295 - Ebü Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve:
"Ey Allah'ın Resülü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!" dedi, Resülullah adama cevap
vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm yine sükut buyurdu. Derken
(namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca
adam yine peşine düştü, ben de adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek
istiyordum. Efendimiz adama:
"Evinden çıkınca abdest almış, abdestini de güzel yapmış mıydın?" buyurdu. O:
"Evet ey Allah'ın Resülü!" dedi. Efendimiz:
"Sonra da bizimle namaz kıldın mı?" diye sordu. Adam:
"Evet ey Allah'ın Resülü!" deyince, Efendimiz:
"Öyleyse Allah Teâlâ hazretleri haddini -veya günahını demişti- affetti" buyurdu."
Buhârî, Hudüd 27, Müslim, Tevbe 44, 45, (2764, 2765); Ebü Davud, Hudüd 9, (4381).
2296 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü, dedi, ben bir hadd (suçu) işledim, cezasını tatbik et!"
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (birşey) sormadı. Derken namaz vakti girdi.
Resülullah'la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam
yanına geldi ve:
"Ey Allah'ın Resülü! dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah'ın Kitabını
tatbik et!"
Efendimiz:
"Sen bizimle birlikte namazını eda etmedin mi?" diye sordu. Adam:
"Evet!" dedi. Efendimiz:
"Öyleyse git. Zîra Allah, senin günahını affetti" veya -hadd'ini affetti" dedi."
Buhârî, Hudud 17; Müslim, Tevbe 44, 45, (2764, 2765), Hudüd 24, (1696).
2297 - Âsım İbnu Süfyan es-Sakafi (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, bunlar Selâsil
gazvesine gitmişler. Fakat fiilen gazveye iştirak edememişlerdi. Bunun üzerine kendilerini
Allah yoluna verdiler. Sonra Hz. Muâviye (radıyallâhu anh)'nin yanına döndüler. Hz.
Muâviye'nin yanında Ebü Eyyüb el-Ensârî ve Ukbe İbnu Âmir vardı. Âsım:
"Ey Ebü Eyyüb! dedi. Bu sene gazveyi kaçırdık. Bize, (bunun telafisi için bir çare) haber
verildi. Buna göre, kim dört mescitte namaz kılarsa, günahları affedilirmiş."
Ebü Eyyüb:
"Ey kardeşimin oğlu! dedi. Ben sana bundan daha kolayını haber vereyim. Ben Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şu sözünü işittim: "kim emredildiği şekilde (mükemmel olarak)
abdestini alır, emredildiği şekilde namazını kılarsa, önceden yapmış olduğu (kusurlu) ameli
sebebiyle affolunur. " Ey Ukbe! (Resülullah'ın tebşiri) böyleydi değil mi?"
Ukbe: "Evet!" dedi."
Nesâî, Tahâret 108, (1, 90-91).
2298 - Ukbe İbnu Amir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle söylediğini işittim: "Rabbin, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkıp namaz
için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve AIIah Teâlâ hazretleri şöyle der:
"Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor, yani benden korkuyor. Kasem olsun,
kulumu affettim ve onu cennetime dahil ettim."
Ebü Dâvud, Salât 272, (1203); Nesâî, Ezân 26, (2, 20).
2299 - İmam Mâlik (radıyallâhu anh)'e ulaştığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
şöyle buyurmuştur: "İstikamet üzere olun. (Bunun sevabını) siz sayamazsınız. Şunu bilin ki,
en hayırlı ameliniz namazdır. (Zâhirî ue bâtînî temizliği koruyarak) abdestli olmaya ancak
mü'min riayet eder."
Muvatta, Tahâret 36, (1, 34); İbnu Mâce, Tahâret 4, (277).
2300 - Hz. Huzeyfe (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
herhangi bir şey üzecek olursa namaz kılardı."
Ebü Dâvud, Salât 312, (1319); Nesâî, Mevâkît 46, (1, 289).
2301 - Abdullah İbnu Selmân, Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın ashabından birisinden
naklediyor: "Hayberin fethedildiğii gün bir adam Hz. Peygamber'e gelerek:
"Ey Allah'ın Resülü, bugün ben öyle bir kâr ettim ki böyle bir kârı şu vadi ahalisinden hiçbiri
yapmamıştır" dedi. Efendimiz:
"Bak hele! Neler de kazandın?" diye sordu. Adam:
"Ben alıp satmaya ara vermeden devam ettim. Öyle ki üçyüz okiyye kâr ettim dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm efendimiz:
"Sana kârların en hayırlısını haber vereyim mi?" diye sordu. Adam:
"O nedir, ey Allah'ın Resülü?" dedi. Efendimiz açıkladı:
"(Farz) namazdan sonra, kılacağın iki rekattir."
Ebü Dâvud, Cihâd 180, (2785).
2302 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bana kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün
nuru namazda kılındı."
Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61).
2303 - Rebî'a İbnu Ka'b el-Eslemî anlatıyor: "Ben Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) ile
beraber gecelemiştim, kendisine abdest suyunu ve başkaca ihtiyaçlarını getirdim. Bana:
"Dile benden (ne dilersen)!" buyurdu. Ben:
"Senden cennette seninle beraberlik diliyorum!" dedim. Bana:
"Veya bundan başka birşey?" dedi. Ben:
"Hayır, sadece bunu istiyorum!" dedim.
"Öyleyse kendin için çok secde ederek bana yardımcı ol!" buyurdu."
Müslim, Salât 226, (489); Ebü Dâvud, Salât 312, (1320).
2304 - Ma'dan İbnu Ebî Talha el-Ya'merî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın azadlısı Sevbân (radıyallâhu anh)'a rastladım. Kendisine:
"Bana bir amel söyle de onu yapayım. Allah da onun sayesinde beni cennetine koysun"
dedim. -Veya şöyle demişti: "Dedim ki: "..Allah nezdinde en hayırlı ameli bana bildir."-
Sevbân sükut etti. Sonra ben tekrar aynı şeyi sordum. O yine sükut etti. Ben üçüncü sefer
sordum. Sonunda dedi ki:
"Aynı şeyleri ben de Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)a sormuştum. Bana şu cevabı
vermişti:
Çokça secde yapman gerekir. Zîra sen secde ettikçe, her secden sebebiyle Allah dereceni
artırır, onun sebebiyle günahını döker." Ma'dan der ki: "Sonra Ebu'd-Derdâ'ya geldim. Aynı
şeyi ona da sordum. O da Sevbân'ın bana söylediğinin aynısını söyledi."
Müslim, Salât 225, 226, (488, 489). Nesâî, Tatbik 81; Tirmizî, Salât 169, (388); İbnu Mâce,
İkâmet 201, (1422-1424).
NAMAZIN EDA VE KAZASININ VÜCÛBU HAKKINDA
2305 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a:
"Allah, kullarına kaç vakit namazı farz kıldı?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"AIIah, kullarIna beş vakit namazı farz kıldı" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:
"Bunlardan önce veya sonra başka bir şey var mı?"
"AIIah kullarına beş vakti -farz kıldı. " Bu cevap üzerine adam, bunlar üzerine hiçbir ilavede
bulunmayacağına, onlardan herhangi bir eksiltme de yapmayacağına dair yemin etti.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bu adam sözünde durursa mutlaka cennete girecektir!" buyurdu."
Müslim, İman,10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâi, Salât 4, (1, 228, 229) Bu metin
Nesâî'dekidir.
Bu rivayeti, Müslim ve Tirmizî, Kitâbu'I-İman'da mezkur, uzun bir hadis zımnında tahric
ederler.
2306 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Mi'râc'a
çıktığı gece elli vakit namaz farz kılındı. Sonra bu azaltılarak beşe indirildi. Sonra da şöyle
hitap edildi:
"Ey Muhammed! Artık, nezdimde (hüküm kesinleşmiştir), bu söz değiştirilmez. Bu beş vakit,
(Rabbinin bir lüftu olarak on misliyle kabul edilerek) senin için elli vakit sayılacaktır."
Buhârî, Bed'ül-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menâkıbu'l-Ensâr 42; Müslim, İman 259, (162);
Tirmizî, Salât 159, (213); Nesâî, Salât 1, (1, 217-223).
2307 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Allah, namazı peygamberinizin diliyle
hazerde dört, seferde iki, korku halinde de dört rek'at olarak farz kılmıştır."
Müslim, Salât 5, (687); Ebü Dâvud, Salât 287, (1247); Nesâî, Taksir 1, (3,118,119).
2308 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki
rek'at olarak farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz
edildiği şekilde sabit tutuldu."
Buhârî, Salât 1, Taksîru's-Salât 5, Menâkıbu'l-Ensâr 47; Müslim, Salâtu'-Müsâfarî.n 2, (685);
Muvatta, Kasru's-Salât 8, (1,146; Ebü Dâvud, Salât 270, (1198); Nesâî, Salât 3, (1, 225).
2309 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kurban bayramında kılınan namaz iki rek'attir,
Fıtır (Ramazan) bayramında kılınan namaz iki rek'attir, sefer namazı iki rek'attir, cum'a
namazı da iki rek'attir. Bunlar Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın lisanı üzere, tamamdır,
kısaltma yoktur."
Nesâî, Cum'a 37, (3,111), Taksir 1, (3,118), İdeyn 11, (3,183).
2310 - Abdullah İbnu Fudâle, babası (Fudâle'den) naklen anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselam)'ın bana öğrettikleri arasında: "Beş vakit namaza devam edin!" emri de vardı. Ben:
"Bu beş vakit, benim meşguliyetlerimin bulunduğu anlardır. Bana (bunların yerine geçecek)
cami (kapsamlı) bir şey emret, öyle ki onu yaptım mı, benden beş vakit namaz borcunun
yerine geçsin!" dedim. Bunun üzerine: "Öyleyse Asreyn'e devam et!" buyurdu. Bu kelime
bizim dilimizde yoktu. Bu sebeple: "Asreyn nedir?" diye sordum. "Güneş doğmazdan önceki
namazla güneş batmazdan önceki namaz" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 9, (428).
2311 - Sebretü' bnu Ma'bed (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı
takdirde dövün."
Ebü Dâvud, Salât 26, (494); Tirmizî, Salât 299, (407).
Tirmizî'nin rivayetinde "Çocuğa namazı yedi yaşında öğretin, kılmadığı takdirde on yaşında
dövün" şeklindedir.
2312 - Amr İbnu'l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca
namaz(daki ihmalleri) sebebiyle onları dövün, yataklarını da ayırın."
Ebü Dâvud, Salat 25, (495, 496).
2313 - Onun bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Resülullah'a bundan (namazın çocuğa ne
zaman emredileceğinden) sorulmuştu:
"Çocuk sağını solundan ayırmasını bildi mi ona namazı emredin" buyurdu."
Ebü Davud, Salât 26, (497).
2314 - İbnu Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni Uhud
savaşı sırasında teftiş etti. O zaman ondört yaşında idim, savaşa katılmama izin vermedi.
Hendek savaşı sırasında da beni gördü, o zaman ben onbeş yaşında idim, bu sefer bana (cihad)
izni verdi."
Nâfi' der ki: "Ben Ömer İbnu Abdilaziz'e uğradım, o zaman halife idi. Kendisine bu vak'ayı
anlattım. Bana:
"Bu (onbeş yaş) çocukla büyüğü ayıran hududdur" buyurdu. Valilerine yazarak, onbeş yaşına
basanları mükellef addetmelerini, daha küçükleri âile efradından saymalarını emretti."
Buhârî, Şehâdât 18, Megazî 29, Müslim, İmâret 91, (1868); Tirmizî, Cihâd 31, (1711); Ebü
Dâvud, Hudud 17, (4406, 4407); Nesâî, Talâk 20, (6,155).
2315 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim bir namaz unutacak olursa hatırlayınca derhal kılsın. Unutulan namazın bundan
başka kefareti yoktur."
Buhârî, Mevakîtu's-Salât 37; Müslim, Mesâcid 314, (684); Tirmizî, Salât 131, (178); Ebü
Dâvud, Salât 11, (442); Nesâî, Mevâkît 52, 53, (2, 293, 294).
2316 - Buharî ve Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle denmiştir: "Sizden biriniz namaz
sırasında yatmış idiyse veya namaza karşı gaflet etmiş (ve unutmuş) ise, hatırlar hatırlamaz
onu kılsın. Zîra Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Beni anmak için namaz kıl!" (Tâ-
hâ 14).
Buhârî, Mevakîtu's-Salât 37; Müslim, Mesâcid 314, (684); Tirmizî, Salât 131, (178); Ebü
Dâvud, Salât 11, (442); Nesâî, Mevâkît 52, 53, (2, 293, 294).
2317 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah'la beraber bir gece boyu yürüdük.
Cemaatten bazıları:
"Ey Allah'ın Resülü! Bize mola verseniz!" diye talepte bulundular. Efendimiz:
"Namaz vaktine uyuya kalmanızdan korkuyorum" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Bilâl: "Ben
sizi uyandırırım!" dedi. Böylece Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) mola verdi ve herkes
yattı. Nöbette kalan Bilâl de sırtını devesine dayamıştı ki gözleri kapanıverdi, o da
uyuyakaldı.
Güneşin doğmasıyla Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyandı ve:
"Ey BiIâI! Sözün ne oldu?" diye seslendi ve Hz. Bilâl: "Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi"
diyerek cevap verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"AIIah Teâlâ Hazretleri, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey
BiIâI! Halka namaz için ezan oku" buyurdu. Sonra abdest aldı ve güneş yükselip beyazlaşınca
kalktı, kafileye cemaatle namaz kıldırdı."
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47, (2,106).
2318 - Bu hadis Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Güneşin harareti onları
uyandırınca kalktılar, bir müddet yürüdüler, sonra tekrar konaklayıp abdest aldılar. Hz. Bilâl
(radıyallâhu anh) ezan okudu. Sabahın iki rekatlik (sünnet) namazını kıldılar, sonra da sabah
namazını (kazaen) kıldılar. Namazdan sonra hayvanlara binip yola koyuldular. Giderken
birbirlerine: "Namazımızda ihmalkârlık ettik" diye yakınıyorlardı. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Uyurken (vâki olan namaz kaçması) ihmal sayılmaz, ihmal uyanıklıktadır. Sizden biri,
herhangi bir namazda gaflete düşer kaçırırsa, hatırlayınca onu hemen kılsın. Ertesi sabahın
namazı da mütad vaktinde kılınır" buyurdu."
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294- 298), İmâmet 47, (2,106).
2319 - Ebü Dâvud'un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Namaz(ın kaçmış olmasın)dan
korkarak kalktık, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ağır olun, ağır olun, bunda bir taksiriniz yok!" buyurdu. Güneş yükselince de:
"Sizden kim sabahın iki rekat sünnetini (mütad olarak) kılıyor idiyse yine kılsın" dedi. Bu
emir üzerine kılan da, kılmayan da kalkıp sünnetini kıldı. Sonra Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) namaz için kâmet emretti. Kâmet getirildi. Efendimiz kalktı ve bize namaz kıldırdı.
Namaz bitince:
"Haberiniz olsun, AIIah'a hamdediyoruz ki, bizi namazımızdan, dünyevî işlerimizden
herhangi biri alıkoymuş değildir. Ancak ruhlarımız AIlahu Teâlâ'nın kabza-i tasarrufundadır,
dilediği zaman onu salar. Sizden kim sabah namazına, sabahleyin mütad vaktinde kavuşursa,
sabah namazıyla birlikte bir mislini de kaza etsin!" dedi."
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47, (2,106).
2320 - Ebü Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'nin bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Şunu bilin ki,
uykuda ihmal sözkonusu değildir. İhmal lyani taksir), diğer bir namazın vakti girinceye kadar
namazını kılmayan için mevzubahistir."
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47, (2,106).
2321 - Müslim'in Ebü Hüreyre'den kaydettiği bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "...Güneş
doğuncaya kadar uyanmadı. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm):
"Herkes bineğinin başından tutsun (ve burayı terketsin). Zîra burası bize şeytanın musallat
olduğu bir yerdir!" dedi. Biz de emri yerine getirdik."
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435-441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294- 298), İmâmet 47, (2,106).
2322 - Ebü Dâvud'un Ebü Hüreyre'den kaydettiği bir rivayette şöyle denmiştir: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselam):
"Size gaflet gelen bu yeri değiştirin!" buyurdu.
Buhârî, Mevâkît 35, Tevhîd 31; Müslim, Mesâcid 309-311; Muvatta, Vaktu's-Salât 25; Ebu
Dâvud, Salât 11, (435 - 441); Tirmizî, Salât 130, (177), Tefsir, Tâ-hâ (3162); Nesâî, Mevâkît
53, 54, 55, (1, 294-298), İmâmet 47, (2,106).
2323 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) gecenin
evvelinde yürüdü, sonuna doğru uyku molası verdi. Ancak güneş doğuncaya -veya bir kısmı
ufuktan çıkıncaya- kadar uyanamadı. (Uyanınca) namazı hemen kılmadı. Güneş yükselince
namazı kıldı. İşte bu orta namazdır (Salâtu'l-Vustâ)."
Nesâî, Mevâkît 55, (1, 299).
2324 - İmam Mâlik, Zeyd İbnu Eslem'den naklen anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Muhakkak ki, Allah, ruhlarımızı kabzetmektedir. Dilerse onu, bize
bundan başka bir vakitte iade eder."
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle söyledikten sonra Hz. Ebü Bekri's-Sıddîk
(radıyallâhu anh)'a yönelerek:
"Şeytan (bu gece) namaz kılmakta iken Bilâl'e geldi ve onu yatırdı. Uyuması için bir çocuk
nasıl sallanarak avutulursa öylece onu da sallayarak uyuttu" dedi. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sonra Bilâl'i çağırdı. Gelince Bilâl, Resülullah'a onun Hz. Ebü Bekr'e anlattığının
tıpkısını haber verdi. Hz. Ebü Bekr bu işittikleri karşısında: "Şehadet ederim ki, sen Allah'ın
Resülüsün!" demekten kendini alamadı."
Muvatta, vukütu's-Salât 26, ( 1.14-15).
2325 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Ömer, Hendek savaşı sırasında bir
keresinde güneş battıktan sonra geldi ve Kureyş kafirlerine küfretmeye başladı ve bu
meyanda: "Ey Allah'ın Resülü dedi, güneş batmak üzereyken ikindi namazını (güç bela)
kılabildim." Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Vallâhi ikindiyi ben kılamadım!" dedi. Beraberce kalkıp Butha'ya gittik. Orada Efendimiz
abdest aldı, biz de abdest aldık. Güneş battıktan sonra ikindiyi kıldı, sonra da akşamı kıldı."
Buharî, Mevâkît 36, 38, Ezân 26, Salâtu'l-Havf 4, Megâzî 29; Müslim, Mesâcid 209, (631);
Tirmizî, Salât 132, (180); Nesâî, Sehv 105, (3, 84, 85).
2326 - İbnu Mes'üd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Müşrikler Hendek günü Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı fazlaca meşgul ederek dört vakit namazı kazaya bıraktırdılar,
geceden Allah'ın dilediği bir müddet geçinceye kadar onları kılamadı. Sonra Bilâl (radıyallâhu
anh)'e emretti, o da ezan okudu. Sonra kâmet getirdi. Resülullah öğleyi (kazâen) kıldı. (Bilâl
tekrar) ikâmet getirdi, Resülullah ikindiyi kıldı. Sonra (Bilâl tekrar) ikâmet getirdi. Resülullah
akşamı kıldı. Sonra (Bilâl yatsı için) kâmet getirdi ve Resülullah yatsıyı kıldı."
Tirmizi, Salât 132, (179); Nesâî, Mevâkît 55, (1, 297, 298).
2327 - Nâfi' anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'e baygınlık gelmiş ve aklı
gitmişti. (Bu esnada kılamadığı) namazı kaza etmedi."
Muvatta, Vukût 24, (1,13).
İmam Mâlik der ki: "Doğruyu Allah bilir ya, bana göre bu şundan ileri gelir: "Vakit çıkmıştır.
Ama vakit içinde ayılan, o vaktin namazını kılar.."
2328 - Yine Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) dedi ki: "Kim bir namazı
unutur ve bunu imamın arkasında namaz kılarken hatırlarsa, imam selamı verince unutmuş
olduğu namazı hemen kılsın, sonra da öbür namazı (kıldığını yeniden) kılsın."
Muvatta, Kasru's-Salât 77, (1,168).
2329 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in
şöyle söylediğini işitmiştir "Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır."
Müslim, İman 134, (82); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); Tirmizî, İman 9, (2622). Metin
Müslim'in metnidir.
Tirmizinin metni şöyledir: "Küfürle îman arasında namazın terki vardır."
2330 - Tirmizî ve Ebü Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Kulla küfür arasında namazın terki
vardır."
Tirmizî, İman 9, (2622); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); İbnu Mâce, Salât 77, (1078).
2331 - Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Benimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid (antlaşma) namazdır. Kim onu
terkederse küfre düşer."
Tirmizî, İman 9, (2623); Nesâî, Salât 8, (1, 231, 232); İbnu Mâce, Salât 77, (1079).
2332 - Abdullah İbnu Şakik merhum anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Ashâb'ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürledi."
Tirmizî, İman 9, (2624).
2333 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İkindi namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden durumu), malını
ve ehlini kaybeden kimsenin durumu gibidir."
Buhârî, Mevâkît 14; Müslim, Mesâcid 200, (626); Muvatta, Vukütu's-Salât 21, (1,11,12); Ebü
Dâvud, Salât 5, (414, 415); Tirmizî, Salât 128, (175); Nesâî, Salât 17, (1, 238).
2334 - Ebü'l-Melih (rahimehümullah) anlatıyor: "Biz bulutlu bir günde Büreyde (radıyallâhu
anh) ile bir gazvede beraberdik. Dedi ki: "İkindi namazını erken kılın, zîra Resülullah
(aleyhissalâtu vesselam): "Kim ikindi namazını terkederse ameli boşa gider" buyurdu."
Buhârî, Mevâkit 15, 34; Nesâî, Salât 15, (1, 236).
NAMAZ VAKİTLERİ
2335 - Hz. Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'a bir
zat gelerek namaz vakitlerini sordu. Efendimiz ona hiçbir cevap vermedi."
(Sabah vaktinde) şafak sökünce, henüz kimse kimseyi tanıyamayacak kadar ortalık karanlık
iken Bilâl'e emretti, sabah ezanını okudu.
Sonra, güneş tam tepe noktasından batıya dönme (zeval) anında yine Bilâl'e emretti, öğle
ezanını okudu. Bu vakit için, -öbürlerinden daha iyi bilen- birisi: "Bu, gün ortası (nısfu'n-
Nehar)" demişti. Sonra, güneş henüz yüksekte olduğu zaman emretti, Bilâl akşam narnazı için
ezan okudu. Sonra ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca yatsı için emretti, Bilâ! yatsı ezanını
okudu. Sonra ertesi gün, sabah namazını tehir etti. O kadar geciktirdi ki, kişinin, "sabah vakti
çıktı veya çıkmak üzere" demesi ânında namazı tamamladı. Sonra öğleyi tehir etti, öyle ki,
öğle namazını dün ikindiyi kıldığımız âna yakın bir vakitte kıldı. Sonra ikindiyi tehir etti. Bir
kimsenin, "Güneş (ikindi) kızıllığına büründü" diyebileceği bir vakitte namazdan çıktı. Sonra
akşamı, nerdeyse ufuktan aydınlığın (şafak) kaybolduğu âna kadar tehir etti."
2336 - Bir rivayette de şöyle gelmiştir: Akşamı, ikinci günde, ufuktaki aydınlığın
kaybolmasından önce kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin ilk üçte birine kadar tehir etti. Sonra sabah
oldu ve soru sahibini çağırdı: "İşte namazın vakti bu iki hudud arasındadır" buyurdu.
Müslim, Mesâcid 178, (614); Ebü Dâvud, Salât 2, (395); Nesâî, Muvâkît 15, (1, 260, 261).
Metin Müslim'e aittir.
2337 - Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Sabah namazını kişi arkadaşının
yüzünü tanıyamayacak -veya kişi yanındakini tanımayacak- kadar (ortalığın karanlık olduğu)
bir anda kıldı. Sonra ikindiyi öylesine tehir etti ki, namazdan çıktığı zaman güneş
sararmıştı..."
Rivayetin sonunda Ebü Dâvud der ki: Bu hadisi rivayet edenlerden bazısı şöyle dedi: "sonra
yatsıyı gece yarısına kadar tehir ederek kıldı."
Ebü Dâvud, Salât 2, (396).
2338 - Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir adam Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a namazların vaktinden sormuştu. Ona:
"Şu (önümüzdeki) iki günde namazları bizimle kıl!"buyurdu. (O gün) güneş tam tepe
noktasından (batıyor) kayınca ezan için Bilâl'e emretti. O da öğle ezanını okudu. Sonra öğle
için kâmet okumasını emretti. Sonra güneş yüksekte, beyaz parlak iken emretti ve ikindi için
kâmet okudu. Sonra güneş batınca emretti, akşam için kâmet okudu. Sonra ufuktaki aydınlık
kaybolunca emretti, yatsı için kâmet okudu. Sonra şafak sökünce
emretti sabah için kâmet okudu. İkinci gün olunca, Bilâl'e ortalığın serinlemesini beklemeyi
emretti. O da öğleyi, ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirdi. İkindiyi, güneş yüksekten,
dünkü vakitten biraz sonra kıldı. Akşamı ufuktaki beyazlık kaybolmazdan az önce kıldı.
Yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldı. Sabahı ortalık iyice ağarınca kıldı. Sonra:
"Namaz vakitlerinden soran kimse nerede?" diye sordu. Soru sahibi:
"Benim ey Allah'ın Resülü!" dedi.
"Namazlarınızın vakti dedi, gördüğünüz (iki vakit) arasındadır."
Müslim, Mesâcid 176, 177, (613); Tirmizî, Salât 115, (152); Nesâî, Mevâkît 12, (1, 258).
2339 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselâm) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı.
Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi her şey
gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı.
Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve
oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin
gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca
kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra
sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı.
Sonra Cibrîl (aleyhisselam) bana yönelip:
"Ey Muhammedl Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselâm) vaktidir.
Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!" dedi. "
Tirmizî, Salât 1, (149); Ebü Dâvud, Salât 2, (393).
2340 - Nesaî'nin Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den yaptığı bir rivayette şöyle denmiştir: "Sonra
O'na (Cibrîl), Fecr uzayıp sabah olunca daha yıldızlar parlak ve cıvıl cıvıl iken geldi. Dünkü
yaptığını aynen yaptı, sabah namazını kıldı. Sonra da: "Namaz vakti, işte gördüğünüz bu iki
namaz arasıdır" dedi."
Nesâi, Mevâkît 10, (1, 256).
2341 - Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "...Öğleyi, güneş (tepeden batıya) meyledince kıldı.
(Bu sırada) gölge ayakkabı bağı kadardı. Sonra ikindiyi, gölge ayakkabı bağının misli ve
adam boyu olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık
kaybolunca kıldı. Sonra, sabahı, şafak sökünce kıldı. Sonra ertesi günün öğlesini, gölge, adam
boyu olunca kıldı. Sonra ikindiyi, kişinin gölgesi iki
misli olunca kıldı. Sonra akşamı, güneş batınca kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte birine veya
yarısına doğru kıldı. Sonra sabahı kıldı ve ortalık ağardı."
Nesâî, Mevâkît I5, 7,10,17, (1, 251, 255, 261, 263).
2342 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Bilesiniz, namazın bir ilk vakti bir de son vakti vardır. Öğle vaktinin evveli
güneşin tepe noktasından batıya meyil (zeval ânıdır. Son vakti de ikindinin girdiği andır.
İkindi vaktinin evveli, vaktinin girdiği andır. Vaktin sonu da güneşin sarardığı andır. Akşam
vaktinin evveli, güneşin battığı andır. Vaktin sonu da ufuktaki aydınlığın (şafak) kaybolduğu
andır. Yatsı vaktinin evveli, ufuğun kaybolduğu andır. Vaktin sonu da gecenin yarısıdır.
Sabah vaktinin evveli fecrin (aydınlığı) doğmasıdır. Vaktin sonu da güneşin doğmasıdır."
Tirmizî, Salât 114, (151); Müslim, Mevâkît 6, (1, 249, 250).
2343 - Muvatta'da Abdullah İbnu Râfi' Mevla Ümmü Seleme'den kaydedilen bir rivayette
şöyle denmiştir: "Abdullah İbnu Râfi', Ebü Hüreyre'ye namazların vaktini sormuştu. Ebü
Hüreyre kendisine şu açıklamayı yaptı: "Ben sana haber vereyim: Gölgen kendi mislin
kadarken öğleyi kıl. İkindiyi gölgen iki mislin olunca kıl. Akşamı güneş batınca kıl. Yatsıyı
seninle arana gecenin üçte biri girince kıl. Sabahı da alaca karanılıkta kıl."
Muvatta, Vukütu's-Salât 9, (1, 8). 6
2344 - İmam Mâlik'in anlattığına göre, Hz. Ömer valilerine şöyle yazdı: "Nazarımda
işlerinizin en ehemmiyetlisi namazdır. Kim onu (farz, vacib, sünnet ve vaktine riayetle) korur
ve (tam zamanında kılmaya) devam ederse dînini korumuş olur. Kim de onu(n zamanını tehir
suretiyle) zayi ederse, onun dışındakileri daha çok zayi eder."
Hz. Ömer yazısına şöyle devam etti: "Öğleyi gölge bir ziralıktan birinizin gölgesi misli
oluncaya kadar kılınız. İkindiyi, güneş yüksekte, beyaz, parlak iken, hayvan binicisinin, güneş
batmazdan önce iki veya üç fersahlık yol alacağı müddet içerisinde; akşamı güneş batınca;
yatsıyı ufuktaki aydınlık battımı gecenin üçte birine kadar kılınız. -Kim (yatsıyı kılmadan)
uyursa gözüne uyku düşmesin, kim (yatsıyı kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin, kim
(yatsıyı kılmadan) uyursa gözüne uyku düşmesin- Sabahı da yıldızlar parlak ve cıvıldarken
kılınız."
Muvatta, Mevâkit 6, (1, 6-7).
2345 - Muvatta'nın diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh), Ebü
Müsa el-Eş'arî hazretlerine yazdığı bir mektupta aynı şeyi hatırlattı ve (ilaveten) şunu yazdı:
"Onda -yani sabah namazında- mufassal sürelerden iki uzun süre oku."
Muvatta, Mevâkît 7, (1, 7).
2346 - Yine benzer bir diğer rivayette şu ifade mevcuttur: Hz. Ömer, Ebü Müsa (radıyallâhu
anhümâ)'ya şöyle yazdı: ". . .Yatsıyı seninle (akşam namazıyla) arana gecenin üçte biri girince
kıl. Geciktirirsen gecenin yarısına kadar olsun. Sakın gafillerden olma."
Muvatta, 8, (1, 7).
2347 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Öğlenin (başlama) vakti, güneşin (tepe noktasından
batıya) meylettiği zamandır. Kişinin gölgesi kendi uzunluğunda olduğu müddetçe öğle vakti
devam eder, yani ikindi vakti girmedikçe. İkindi vakti ise güneş sararmadıkça devam eder.
Akşam vakti ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolmadığı müddetçe devam eder. Yatsı namazının
vakti orta uzunluktaki gecenin yarısına kadardır. Sabah namazının vakti ise fecrin
doğmasından (yani şafağın sökmesinden) başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder. Güneş
doğdu mu namazdan vazgeç. Çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasından doğar."
Müslim, Mesâcid,173, (612); Ebü Dâvud, Salât 2, (396); Nesâî, Mevakît 15, (1, 260).
2348 - Ebü'l-Minhâl Seyyâr İbnu Selâme (rahimehullah) anlatıyor: "Ben ve babam birlikte
Ebü Berze el-Eslemî (radıyallâhu anh)'nin yanına girdik. Babam ona: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) farz namazları nasıl kılardı?" diye sordu. Şu cevabı verdi:
"Efendimiz sizin "el-Evvel" dediğiniz öğle namazını güneş (tepe noktasından) batıya kayınca
kılardı. Birimiz ikindiyi kılınca, Medîne'nin en uzak yerindeki evine dönerdi de güneş hâlâ
canlılığını korurdu.
Akşam namazı hakkında ne söylediğini unuttum. Sizin atame dediğiniz yatsıyı geciktirmeyi
iyi bulurdu (müstehap addederdi). Yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh
addederdi.
Kişi (yanında beraber oturduğu) arkadaşını tanıyınca sabah namazından ayrılırdı. Namazda
altmış-yüz âyet miktarınca Kur'ân okurdu."
Buhârî, Mevâkît 11, 13, 39, Ezân 104; Müslim, Mesâcid 237, (647); Ebü Dâvud, Salât 3,
(398); Nesâî, Mevâkît 2, (1, 246), 20, (1, 265).
2349 - Muhammed ibnu Amr İbni'l-Hasen İbni Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Haccâc, Medîne'ye geldiğinde namazı mütad vaktinden tehir ediyordu. Bunun üzerine Câbir
İbnu Abdillah (radıyallâhu anh)'a (namazların vakti hakkında) sorduk. Bize şu açıklamayı
yaptı:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğleyi hararetin şiddetli olduğu zamanda (hâcire
vaktinde) kılardı. İkindiyi de güneş parlakken kılardı. Akşamı, güneş batınca; yatsıyı bazan
geciktirir, bazen de öne alırdı.
Halkın toplandığını görünce tacil eder, onları ağır görünce de tehir ederdi. Sabahı da alaca
karanlıkta kılardı.
Buhârî, Mevâkît 18, 21; Müsıim, Mesâcid 234, (646); Ebü Dâvud, Salât 3, (397); Nesâî,
Mevâkît 18, (1, 264).
2350 - Nesâî'nin Enes (radıyallâhu anh)'ten yaptığı rivayette şöyle denmiştir: "Sabahı, göz(ün
görme ufku) genişleyinceye kadar kılardı."
Nesâî 29, (1, 278).
2351 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğle
namazı kıldığı zaman (gölgenin) miktarı, yazda üç ayaktan beş ayağa kadar idi. Kışta da beş
ayaktan yedi ayağa kadardı."
Ebü Dâvud, Salât 4, (400); Nesâî, Mevâkît 6, (1, 251).
2352 - Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Mü'min kadınlar Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm)'la birlikte sabah namazlarını, bürgülerine sarılmış olarak kılarlardı. Sonra,
namazlarını kılınca evlerine dönerlerdi de bu esnada karanlıktan dolayı kimse de onları
tanıyamazdı."
Buhârî, Mevâkît 13, 27, Ezân 162,165; Müslim, Mesâcid 231, (645); Muvatta, Vuküt 4, (1,
5); Ebü Dâvud, Salât 8, (423); Tirmizî, Salât 116, (153); Nesâî, Mevâkît 25, (1, 271).
2353 - Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Ben öğle namazını, ne Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kadar, ne de Ebü Bekr ve Ömer kadar tacil edip geciktirmeyen bir başka însan tanımıyorum."
Tirmizî, Salât, 118.
2354 - Yine Tirmizî'de Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den kaydedilen bir hadiste denmiştir
ki: "Öğleyi tacilde Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sizden daha titizdi. Siz de ikindiyi
tacilde ondan daha titizsiniz."
2355 - Habbâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a (secde
edilen) yerin sıcaklığından şikayet ettik, ancak şikayetimizi dinlemedi.
Züheyr, Ebü İshak'a: "Şikayetiniz öğle vaktinden miydi?" diye sordu. Öbürü:
"Evet!" dedi. Ben:
"Vakit girer girmez, (yani ortalık çok sıcakken) kılınmasından mı?" diye sordum. O yine:
"Evet!" dedi."
Müslim, Mesâcid 189, (619); Nesâî, Mevâkit 2, (1, 247).
2356 - Hz. Enes (radıyallâhu anh): "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) (yolculuk sırasında)
bir yere inecek olsa, öğleyi kılmadan orayı terketmezdi" demişti. Bir adam sordu:
"Yani gün ortasında olsa da mı?"
"Evet, dedi, Enes, gün ortasında olsa da!"
Ebü Dâvud, Salât 273, (1205); Nesâi, Mevâkît 3, (1, 248).
2357 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) güneş
odama vurduğu sırada ikindiyi kılardı."
Ebü Dâvud'un rivayetinde şu ziyade var: "... (güneş) odamdan yükselmezden önce..."
Buhari, Mevâkît 13, Humus 4; Müslim, Mesâcid 169, (611); Ebü Dâvud, Salât 5, (407);
Tirmizî, Salât 120, (159); Nesâî, Mevâkît 8, (1, 252).
2358 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) güneş
yüksekte ve canlı iken ikindiyi kılardı. Bu esnada kişi avâli'ye (dış semtlere) gider, oraya
varırdı ve hâlâ güneş yüksekliğini muhafaza ederdi. Gidilen bu avâli'den bazıları Medîne'ye
dört mil uzaklıkta idi."
Buhârî, Mevâkît 13, İ'tisâm 16; Müslim, Mesâcîd 192-197, (621-624); Muvatta, Vuküt 11, (1,
8-9); Ebü Dâvud, Salât 5, (404-405); Nesâî, Mevâkît 8, (1, 252-254).
2359 - Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Es'ad İbnu Sehl İbnu Huneyf der ki: "Biz Ömer
İbnu Abdilaziz (rahimehullah) ile öğleyi kıldık. Sonra çıkıp Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu
anh)'in yanına gittik. Varınca onu ikindiyi kılıyor bulduk. Ben kendisine:-
"Ey amcacığım! Kıldığın bu namaz da ne?" diye sordum. Bana:
"Bu, ikindi namazıdır. Ve bu Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'Ia beraber kıldığımız
namazdır" dedi.
Buhârî, Mevâkît 13, İ'tisâm 16; Müslim, Mesâcîd 192-197, (621-624); Muvatta, Vuküt 11, (1,
8-9); Ebü Dâvud, Salât 5, (404-405); Nesâî, Mevâkît 8, (1, 252-254).
2360 - Bir diğer rivayette de şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) bize
ikindiyi kıldırdı. Namazdan çıkınca Efendimizin yanına Benî Seleme'den birisi geldi ve:
"Ey Allah'ın Resülü! dedi. Biz, bir deve kesmek istiyor ve sizin de kesimde hazır bulunmanızı
arzu ediyoruz."
Efendimiz "Pekala!" deyip gitti. Biz de onunla gittik. Varınca, devenin henüz kesilmediğini
gördük. Kestiler, parçaladırlar. Bir miktarını pişirdiler. Güneş batmadan o eti yedik."
Buhârî, Mevâkît 13, İ'tisâm 16; Müslim, Mesâcîd 192-197, (621-624); Muvatta, Vuküt 11, (1,
8-9); Ebü Dâvud, Salât 5, (404-405); Nesâî, Mevâkît 8, (1, 252-254).
2361 - Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
akşamı, güneş batıp perdeye bürününce kılıyordu."
Buhârî, Mevâkît 18; Müslim, Mesâcid 216, (636); Ebü Dâvud, Salât 6, (417); Tirmizî, Salât
122, (164).
Ebu Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) akşamı,
güneşin battığı vakitte, güneş (kursunun son) izi de ufukta kaybolunca kılıyordu."
2362 - Râfi İbnu Hadîc (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz akşamı, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birlikte kılınca, cemaatten ayrılıp (ok atışı yapanımız olurdu da) attığı okun
düştüğü yerleri rahat görebilirdi."
Buhârî, Mevâkît 18; Müslim, Mesâcîd 217, (637).
2363 - Nesâi nin bu hususta Eslem kabîlesine mensup ashabtan bir kimseden kaydettiği beyan
şöyledir: "Onlar Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte akşamı kılarlar, sonra da
Medîne'nin (Mescid'e) en uzak yerinde olan ailelerine dönüp ok atışı yaparlar ve de oklarının
düştüğü yerleri görürlerdi."
Nesâî, Mevâkît 13, (1, 259).
2364 - Mersed İbnu Abdillah el-Müzenî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ebü Eyyüb, gâzi
(mücahid) olarak yanımıza geldi. Bu sırada Ukbe İbnu Amir de Mısır'da vali idi. Ukbe, akşam
namazını tehir etti. Ebü Eyyüb ona yönelerek:
"Ey Ukbe! dedi. Bu kıldırdığın namaz ne namazıdır?"
Ukbe, hatasını anlayarak:
"Meşguliyetimiz vardı" diye özür beyan etti. Ebü Eyyüb:
"Sen Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın şu sözünü işitmedin mi? Buyurmuştu ki:
"Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar cıvıldayana kadar geciktirmedikçe hayır üzere -veya
fıtrat üzere demişti- olmaktan geri kalmaz. "
2365 - Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bana şu tembihte bulundu:
"Ey Ali, üç şey vardır, sakın onları geciktirme:
Vakti girince namaz, (hemen kıl!)
Hazır olunca cenaze, (hemen defnet!)
Kendisine denk birini bulduğun bekar kadın, (hemen evlendir!)"
Tirmizî, Salât 127, (171).
2366 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim sabah namazından bir rek'ati güneş doğmazdan önce kılabilirse, sabah
namazına yetişmiş demektir. Kim ikindi namazından bir rek'ati güneş batmadan önce
kılabiIirse ikindi namazına yetişmiş demektir."
2367 - Buhârî ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Sizden kim, ikindi
namazının bir secdesini güneş batmazdan önce kılabilirse, namazını tamamlasın, sabah
namazının da bir secdesini güneş doğmazdan önce kılabilen, namazını tamamlasın."
Ancak Nesâî (bir rivayetinde de) şöyle der: ". . iIk rekatinde kılarsa. . . "
Buhâri, Mevâkît 28,17; Müslim, Mesâcid 163, (608); Muvatta, Vuküt 5, (1, 6); Tirmizî,
Salât 137, (186); Ebü Dâvud, Salât 5, (412); Nesâî, Mevâkît 11, (1, 257, 258), 28, (1, 273).
2368 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hararet şiddetlenince namazı (vakit) biraz serinleyince kılın. Çünkü, şiddetli
hararet cehennemden bir kabarmadır.
Buhârî, Mevâkît 9, Bed'ü'l-Halk 10; Müslim, Mesâcid 180, (615); Muvatta, Vüküt 28, (1,16);
Ebü Dâvud, Salât 4, (402); Tirmizî, Salât 7, (157); İbnu Mâce Salât 4, (677); Nesâî, Mevâkit 5
(1, 248-249).
2369 - İmam Mâlik in bir rivayetinde (Resülullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir):
"Cehennem, Rabbine (ey Rabbim! bir kısmım, diğer bir kısmımı yiyor diye) şikayet etti.
Bunun üzerine Rab Teâlâ ona yılda iki kere teneffüs etmesine izin verdi: Kışta bir nefes,
yazda bir nefes.
(İşte, hararetten en şiddetli hissedilen ve soğuktan en şiddetli hissedilen şey bu soluklardır)."
Buhârî, Mevâkît 8; Muvatta, Vuküt 27, (1,15).
2370 - Ebü Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz bir sefer sırasında Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile beraberdik. Müezzinimiz öğle namazı için ezan okumak istedi. Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ona:
"Serinlemeyi bekle!" dedi. Bir müddet geçince müezzin ezan okumak istemişti, yine ikinci ve
hatta üçüncü defa:
"Serinlemeyi bekle!" dedi. (Bekledik), hatta tümseklerin (doğu cihetindeki) gölgelerini
gördük. O zaman aleyhissalâtu vesselâm:
"Şiddetli hararet cehennemin bir kabarmasıdır. Öyleyse, hararet şiddetlenince öğle namazını
(vakit) serinleyince kılın" dedi.
Buhârî, Mevâkît 9,10, Ezân 18; Bed'ü'l-Halk 10; Müslim, Mesâcid 184, (616); Ebü Dâvud,
Salât 4, (401); Tirmizî, Salât 119, (1, 58).
2371 - Kâsım İbnu Muhammed anlatıyor: "Ben, Ashâb'ı öğle namazını aşiyy'de kılar
gördüm."
Muvatta, Vuküt 13, (1, 9).
2372 - Enes İbnu Mâlik (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hava
sıcaksa öğleyi serinleyince kılıyordu, hava serinse ta'cil (edip ilk vaktinde) kılıyordu."
Nesâî, Mevâkît 4, (1, 248).
2373 - Ali İbnu Şeybân (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yanına geldik. İkindi namazını, güneş gökte beyaz ve (sarılıktan arı ve) parlak olduğu
müddetçe tehir ediyordu."
Ebü Dâvud, Salât 5, (408).
2374 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular
ki: "Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de
getirmeyin."
Buhârî, Et'ime 58, Ezân 42; Müslim, Mesâcid 64, (557); Tirmizî, Salât 262, (353); Nesâî,
İmâmet 57, (2,111).
2375 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Namaz başlar ve akşam yemeği de hazır olursa akşam yemeğiyle başlayın."
Buhârî, Et'ime 58, Ezân 42; Müslim, Mesâcid 65. (558).
2376 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Birinizin akşam yemeği konur, (bu sırada) namaz da başlarsa, siz akşam
yemeği ile başlayın. Ondan boşalıncaya kadar acele de etmeyin."
"İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) için yemek konunca namazın başladığı olurdu. O,
yemekten boşalmadıkça namaza gelmezdi. Ancak o, imamın kıraatını dinlerdi."
2377 - Ebü Dâuud'un bir diğer rivayetinde AbduIlah İbnu Ubeyd İbni Umeyr şunu anlatır:
"İbnu'z-Zübeyr zamanında, ben Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'in yanında
babamla birlikte bulunuyordum. Abbâd İbnu Abdillah İbni'z-Zübeyr sordu:
"Biz işittik ki, akşam yemeğine namazdan önce başlanırmış, (doğru mu?)"
AbduIIah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) şu cevabı verdi:
"Bak hele! Onların akşam yemekleri nasıldı? Zanneder misin ki, bu, babanın akşam yemeği
gibiydi?"
Buhârî, Ezân 42; Müslim, Mesâcid 66, (559); Muvatta İsti'zân 19, (2, 971); Ebü Dâvud,
Et'ime 10, (3757, 3759); Tirmizî, Salât 262, (353, 354).
2378 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular
ki: "Yemek veya bir başka şey için namazınızı tehir etmeyin."
Ebü Davud, Et'ime 10, (3758).
2379 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir
gün) yatsıyı tehir etmişti. Ömer (radıyallâhu anh) çıkıp:
"Ey Allah'ın Resülü, namazı kılalım. Kadınlar ve çocuklar yattılar" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm başı su damlıyor olduğu halde çıkıp:
"Ümmetime meşakkat vermemiş olsam yatsıyı bu vakitte kılmalarını emrederdim!" buyurdu."
Buhârî, Mevâkît 24; Müslim, Mesâcid 225, (642); Nesâî, Mevâkît 20, (1, 265).
2380 - Hz. Enes (radıyallâhu anh)'den rivayet edilir ki, kendisine: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yüzük kullandı mı?" diye sorulmuştur da şu cevabı vermiştir:
"Bir gece, yatsıyı gece yarısına kadar (şatru'l-leyl) tehir etti. Sonra yüzü bize dönmüş olarak
yanımıza geldi -sanki şu anda yüzüğünün parıltısını görüyor gibiyim- ve şöyle dedi: "İnsanlar
namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise, namazı beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını
almaktasınız.
Buharî, Mevâkît 25, 40, Ezân 36, 156, Libâs 48; Müslim, Mesâcid 223, (640); Nesâî, Mevâkît
21, (1, 268).
2381 - Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yatsı namazı için ikâmet okunmuştu ki bir
adam: "Benim bir işim var!" diyerek araya girdi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) (farzı
kıldırmazdan önce) kalktı, adamla hususî şekilde konuşmaya başladı. İnsanlar -veya bir kısmı-
uyuyuncaya kadar konuşma uzadı. Namazı sonra kıldılar."
Buharî, Ezân 27, 28, İstizân 48; Müslim, Hayz 126, (376); Ebü Dâvud, Salât 46, (542);
Tirmizî, Salât 373, (517, 518); Nesâî, İmâmet 13, (2, 81).
2382 - Hz. Muaz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Bir gece) Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı yatsı namazı için uzun müddet bekledik, ama gecikti. O kadar ki, bazıları (hane-i
saadetinden) çıkmayacağı zannına düştü. İçimizden: "Namazını (evinde) kılmıştır" diyen bile
oldu.
İşte biz bu hâl üzere iken Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıktı ve kendisine önceden
tahminen söylediklerini tekrar ettiler. Bunun üzerine:
"Geceye bu namazla girin. (Bilin ki) siz bu namaz sayesinde diğer ümmetlere üstün kılındınız.
Bunu sizden önceki ümmetlerden hiçbiri kılmadı" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 7, (421).
2383 - Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün
yatsı namazını geciktirdi. Hatta gecenin çoğu gitti. Sonra çıktı ve cemaate namazlarını
kıldırdı. Namazı bitirince Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) orada hazır bulunan cemaate:
"(Buradan ayrılmakta) acele etmeyin, size bir husus haber vereyim de sevinin: Bilesiniz,
üzerinizdeki AIIah'ın nimetlerinden biri de şudur: Şu saatte namaz kılan sizden başka hiç
kimse yok -veya sizden başka kimse şu saatte namaz kılmamıştır.-" Bu iki sözden hangisini
söylemişti bilemiyoruz."
Ebü Müsa ilaveten dedi ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'tan işittiklerimize sevinerek
evlerimize döndük.
Buhârî, Mevâkît 22; Müslim, Mesâcid 224, (641).
2384 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Namazdan bir rekate yetişen namazın tamamına yetişmiş sayılır."
Buhârî, Mevâkît 28,17; Müslim, Mesâcid 161, (607); Muvatta, Vuküt 16, (1,10); Ebü Dâvud,
Salât 241, (1121); Tirmizî, Salât 377, (524); Nesâî, Mevâkît 30, (1, 274); İbnu Mâce, İkâmet
91, (1122).
2385 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Namazlardan herhangi bir namazın bir rekatine yetişen, o namaza yetişmiş
demektir. Ancak, kaçırdığını kaza eder."
Nesâî, Mevâkît 30, (1, 275).
2386 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) ölünceye
kadar, hiçbir namazı son vaktinde iki kere kılmış değildir."
Tirmizî, salât 127, (174).
2387 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Namazın ilk vaktinde Allah'ın rızası vardır. Son vaktinde de affı vardır."
Tirmizî Salât 127, (172).
2388 - Râfi' İbnu Hadic (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sabah namazını aydınlıkta kılın."
Tirmizi, Salat 117, (154); Ebü Dâvud, Salât 8, (424); Nesâî, Mevâkît 27, (1, 272).
2389 - Yahya İbnu Saîd (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Musallî, (farz) namazı vakti çıkmış
olan namazları da kılar. Onun vaktinde kılamayıp kaçırdığı, ehlinden de malından da daha
mühim (bir kayıp)dır."
Muvatta, Vuküt 23, (1,12).
2390 - Ümmü Ferve (radıyallâhu anhâ) -ki Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biat
edenlerden biri idi- anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, "Hangi amel efdaldir?"
diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"İlk vaktinde kılınan namaz!"
Ebü Dâvud, Salât 9, (426); Tirmizî, Salât 127, (170); Müslim, İman 137, (85) Buhârî, Mevâkît
5.
MEKRUH VAKİTLER
2391 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Üç vakit vardır ki, Resülullah
(aleyhissalatu vesselâm) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara
gömmekten nehyetti:
- Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar.
- Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinceye kadar.
- Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar."
Müslim, Müsâfirîn 293, (831); Ebü Davud, Cenâiz 55, (3192); Tirmizi, Cenaiz 41, (1030);
Nesâi, Mevakît, 31, (1, 275, 26).
2392 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hiç biriniz, güneşin doğması ve batması esnasında namaz kılmaya
kalkmasın."
Buhârî, Mevâkît 31, 30, Hacc 73; Müslim, Müsâfırîn 289, (838); Muvatta, Kur'ân 47, (1,
220); Nesâî, Mevâkît 33, (1, 277).
2393 - Abdullah es-Sunâbihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan
ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe noktasına gelince) ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah
eder. Zevâlden sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meyletimi) ondan yine ayrılır. Batmaya
yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır."
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti."
Muvatta, Kur'ân 44, (1, 219); Nesâî, Mevâkît 31, (1, 275).
2394 - Amr İbnu Abese es-Sülemî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'a:
"Ey Allah'ın Resülü! dedim, Allah'a biri diğerinden daha yakın olan bir saat var mıdır -veya-
Allah'ın zikri taleb edilen daha yakın bir saat var mıdır?"
"Evet, dedi, vardır. Allah'ın kula en yakın olduğu zaman gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatte
Aziz ve Celil olan Allah zikredenlerden olabilirsen ol. Zîra o saatte kılınan namaz, güneş
doğuncaya kadar (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Çünkü güneş şeytanın iki
boynuzu arasından doğar ve bu doğma ânı kafirlerin ibadet vakitleridir. O esnada, güneş bir
mızrak boyunu buluncaya ve (sarı, zayıf) ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak.
Bundan sonra namaz -güneş gün ortasında mızrağın tepesine gelinceye kadar- yine
(meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Güneşin tepe noktasına gelme saati,
cehennem kapılarının açıldığı ve cehennemin coşturulduğu bir saattir; namazı (eşyaların
gölgesi) doğu tarafa sarkıncaya kadar terkedin.
Bundan sonra namaz -güneş batıncaya kadar- meleklerin beraberlik ve şehadetine mazhardır.
Güneş, batarken de bu beraberlik ve şehadet kalmaz, çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında
kaybolur. O sırada yapılacak ibadet kâfirlerin ibadetidir."
Ebü Dâvud, Salât 299, (1277); Nesâî, Mevâkît 35, (1, 279, 280); Müslim, Müsâfırîn 294,
(832).
2395 - Ebü Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Sabah namazını kıldıktan sonra güneş yükselinceye kadar artık namaz yoktur. İkindiyi
kıldıktan sonra da güneş batıncaya kadar namaz yoktur."
Buhârî, Mevâkît 31; Müslim, Müsâfirîn 288, (827); Nesâî, Mevâkît 35, (1, 277, 278).
2396 - Kütüb-i Sittenin beş kitabı tarafından İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'dan kaydedilen
bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "Nazarımda pek değerli birçok kimse -ki bence onların en
değerlisi Hz. Ömer'di- şu hususta şâhidlik ettiler: "ResüIuIIah (aleyhissalâtu vesselâm), sabah
namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da batıncaya kadar
namaz kılmayı yasakladı."
Buhârî, Mevâkit 330; Müslim, Müsâfirîn 286, (826); Ebü Dâvud, Salât 299, (1276); Tirmizî,
Salât 134, (183); Nesâî, Mevâkît 32, (1, 276, 277).
2397 - Nadr İbnu Abdirrahman, ceddi Muaz (radıyallâhu anh)'dan anlattığına göre, der ki:
"Muaz İbnu Afrâ ile birlikte tavafta bulundum (tavaftan sonra kılınan iki rekatlik tavaf
namazını) kılmadı. Kendisine:
"Namaz kılmıyor musun?" diye sordum. Şu cevabı verdi:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İkindi (namazı)ndan sonra güneş
batıncaya kadar namaz yoktur. Sabah (namazın)dan sonra da güneş doğuncaya kadar namaz
yoktur."
Nesâî, Mevâkît 11, (1, 258).
2398 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) dedi ki: "Ömer vehme düştü (yanıldı). Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm): "Namaz kılmak için güneşin batma ve doğma zamanını taharri
etmeyin (araştırıp seçmeyin). Çünkü o, şeytanın iki boynuzu arasında doğar" diye yasakladı."
Müslim, Müsâfirîn 295, (833); Nesâî, Mevâkît 35, (1, 279).
Müslim, şu ziyadede bulundu: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikindiden sonraki iki
rekati hiç bırakmadı."
2399 - Cündüb İbnu's-Seken el-Gıfârî'nin -ki bu zât Ebü Zerr (radıyallâhu anh)'dır- anlattığına
göre, Kâbe'nin basamağına çıkıp şöyle demiştir.
"Beni bilen bilir, bilmeyen de bilsin ki, ben Cündüb'üm. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ı,
şöyle söyler işittim: "Sabah (namazın)dan sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur. İkindi
namazından sonra da güneş batıncaya kadar; Mekke'de hariç, Mekke'de hariç, Mekke'de
hariç."
Rezîn ilavesidir. Bu hadis, Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inden tahric edilmiştir (5,165).
2400 - Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) ikindi (namazı)ndan sonra, güneşin yüksekte olma halini istisna ederek, namaz
kılmayı yasakladı."
Ebü Dâvud, Salât 299, (1274); Nesâî, Mevâkît 36, (1, 280).
Nesâi nin rivayetinde (ibare, ifade bakımından biraz farkla) şöyle gelmiştir: "...güneşin beyaz
ve parlak halde olmasını istisna ederek..."
2401 - Ebü Basra el-Gıfârî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
el-Muhammas'ta ikindi namazı kıldırdı. Ve dedi ki:
"Bu namaz, sizden öncekilere de arz olundu, ama onlar bunu zayi ettiler. Kim buna devam
ederse ecri iki kere verilecek. Şahid doğuncaya kadar; ondan sonra namaz mevcut değildir."
Müslim, Müsâfırîn 292, (830); Nesâî, Mevâkît 14, (1, 259, 260).
2402 - es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, "ikindiden sonra namaz
kıldığı için el-Münkedir'i Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in dövdüğünü görmüştür."
Muvatta, Kur'ân 50, (1, 221).
2403 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) cuma
günü hariç, gün ortasında (nısfu'n-nehâr) namaz kılmayı mekruh addederdi ve derdi ki:
"Cehennem, cuma dışında (her gün o vakitte) coşturulur."
Ebü Dâvud, Salât 223, (1083).
2404 - Alâ İbnu Abdirrahman'ın anlattığına göre, öğle namazından çıkınca, Basra'daki evinde
Enes İbnu Mâlik'e uğramıştı. Zaten evi de mescidin bitişiğindeydi. Der ki: "Huzuruna
çıktığım zaman bana: "İkindiyi kıIdınız mı?" diye sordu. Ben: "Hayır, şu anda öğle
namazından çıktık" dedim:
"İkindiyi kılın!" dedi. Kalkıp kıldık. Namazdan çıkınca:
"Ben, dedi, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Bu, münafıkların
namazıdır, oturur, oturur şeytanın iki boynuzu arasına girinceye kadar güneşi bekler, sonra
kalkıp dört rek'at gagalar. Namazda Allah'ı pek az zikreder."
Müslim, Mesâcid 195, (622); Muvatta, Kur'ân 46, (1, 220); Ebü Dâvud, Salât 5, (413);
Tirmizî, Salât 120, (160); Nesâî, Mevâkît 9, (1, 254).
2405 - İbnu Mes'üd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
vakti dışında sadece iki namazı kılarken gördüm: (Veda Haccı sırasında) Müzdelife'de
akşamla yatsıyı birleştirerek kıldı. O gün, sabah namazını da (mütad) vaktinden önce kıldı."
Buhârî, Hacc 97, 99; Müslim, Hacc 292, (1289).
2406 - Buhârî'nin Abdurrahman İbnu Yezîd'den kaydettiği bir diğer rivayet şöyledir: "İbnu
Mes'ud (radıyallâhu anh) haccetmişti. Yatsı ezanı sırasında veya buna yakın bir zamanda
Müzdelife'ye geldik. Yanındaki bir adama söyledi, ezan ve arkasından ikamet okudu. Sonra
akşam namazını kıldı. Arkasından iki rekat (sünnetini) kıldı. Sonra akşam yemeğini istedi ve
yedi. Arkadan bir adama emretti, ezan ve ikamet okudu, iki rekat olarak yatsıyı kıldı.
Şafak söktüğü zaman: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu saatte bugün ve bu yer dışında
şu namazı hiç kimse kılmamıştır" dedi.
Abdullah (radıyallâhu anh) dedi ki: "İşte şu ikisi, vakti değiştirilmiş olan yegane iki namazdır.
Biri akşam namazı- bu, halk Müzdelife'ye geldikten sonra kılınır; diğeri sabah namazı, bu da
şafak söker sökmez kılınır."
İbnu Mes'ud sözlerine devamla: "Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunu yaptığını,
sonra ortalık ağarıncaya kadar kaldığını gördüm" dedi. Sonra sözlerini şöyle tamamladı:
"Eğer, Emîrü'l Mü'minîn -yani Hz. Osman (radıyallâhu anh)- şu anda ifaza'da bulunsa
(Mina'ya müteveccihen hareket etse) sünnete uygun hareket etmiş olur."
(Hadisin râvisi Abdurrahman İbnu Yezîd der ki): "Bilemiyorum, İbnu Mes'ud'un bu sözü mü
önce telaffuz edildi, Hz. Osman'ın (Mina'ya) hareket emri mi. . . Derhal telbiye çekmeye
başladı ve bu hal, yevm-i nahirde Büyük Şeytan'a taş atılıncaya kadar devam etti."
Buhârî, Hacc 99).
EZANIN FAZILETİ
2407 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İnsanlar, eğer ezan okumak ile namazın ilk safında yer almada ne (gibi bir
hayır ve bereket) olduğunu bilseler, sonra da bunu elde etmek için kur'a çekmekten başka çare
kalmasaydı, mutlaka kur'aya başvururlardı."
Buhârî, Ezân 9, 32, Şehâdât 30; Müslim, Salât 129, (437); Tirmizî, Salât 166, (225); Nesâî,
Mevâkît 22, (1, 269), Ezân 31, (2, 23); Muvatta, Nidâ 3, (1, 68); Cemâat 6, (1,131).
2408 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Namaz için ezan okunduğu zaman şeytan oradan sesli sesli yellenerek
uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. İkamete başlanınca
yine uzaklaşır, ikamet bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve şunu hatırla, bunun
düşün diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi
kaç rekat kıldığını bilemeyecek hale gelir."
Buhârî, Ezân 4, Amel fı's-Salât 18, Sehv 6, Bed'ü'I-Halk 11; Müslim, Salât 19, (389), Mesâcid
83, (389); Ebü Dâvud, Salât 31, (516); Muvatta, Nidâ 6, (1, 69); Nesâi, Ezân 30, (2, 21).
2409 - Müslim'in diğer bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Şeytan namaz için okunan ezanı işitti
mi kaçar. Müezzinin sesini işitmemek için sesli sesli yellenir. (Ezan bitip müezzin) susunca
geri döner ve vesvese verir. İkameti işittiği zaman, müezzini duymamak için gider, susunca
geri döner ve vesvese verir."
Müslim, Salât 16, (389); Buhârî, Ezân 4.
2410 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
söylediğini işittim: "Şeytan namaz için okunan ezanı işitince Ravhâ nâm yere kadar gider."
Müslim, Salât 15, (388).
2411 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraberdik. Bilâl (radıyallâhu anh) kalkıp ezan okudu. (Ezanı bitirip) susunca, Aleyhissalâtu
Vesselâm: "Kim bunun mislini kesin bir inançla söylerse cennete girer" buyurdu."
Nesâî, Ezân 34, (2, 24).
2412 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Amr Âs (radıyallâhu anh)'ın anlattığına göre, Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işitmiştir:
"Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana
salât-u selâm okuyun. Zîra kim bana salât-u selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet
eder. Sonra benim için el-vesîle'yi taleb edin. Zîra o, cennete bir makamdır ki, mutlaka
AlIah'ın kullarından birinin olacaktır. Ona sahip olacak kimsenin ben olmamı ümid ediyorum.
Kim benim için Allah'tan el-Vesîle'yi taleb ederse, şefaat kendisine vâcib olur."
Müslim, Salât 11, (384); Ebü Dâvud, Salât 36, (522); Nesâî, Ezan 33, (2, 23); Tirmizî, Salât
154, (208); İbnu Mâce, Ezân 4, (720). Hadisin ilk cümlesi Buhârî'de de rivayet edilmiştir
(Ezân 7).
2413 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Ezanı işittiği zaman kim: "Allâhümme Rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâmme ve's-salâti'I-kâime
âti Muhammedeni'I-Vesîlete ve'I-fadîlete veb'ashu makâmen mahmüdeni'Ilezî va'adtehu. (Ey
bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed'e‚ Vesîle'yi ve fazîleti ver. O'nu,
va'adettiğin -bir rivayette va'adettiğin üzere- makam-ı Mahmüd üzere ba's et (dirilt)" derse,
ona Kıyâmet günü mutlaka şefaatim helal olur."
Buhârî, Ezân 8; Ebü Dâvud, Salât 28, (529); Tirmizî, Salât 157, (211); Nesâi, Ezân 38, (2,
26); İbnu Mâce, Ezârı 4, (722).
2414 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Müezzin, "Allahu ekber Allahu ekber" deyince sizden kim samimiyetle, "Allahu ekber
Allahu ekber" derse, sonra müezzin: "Eşhedu en lâ ilâhe illallah" deyince, "Eşhedu en lâ ilâhe
illallah" derse; sonra müezzin: "Eşhedü enne Muhammeden ResüIuIIah" deyince, "Eşhedü
enne Muhammeden ResüIuIIah" derse; sonra müezzin: "Hayye aIa's-salât" deyince "Lâ havle
velâ kuvvete illâ billah" derse; sonra müezzin: "hayye aIa'I-felâh" deyince, "Lâ havle velâ
kuvvete illâ billâh" derse; sonra müezzin: "AIIahu ekber Allahu ekber" deyince, "AIIahu
ekber AIIahu ekber" derse; sonra müezzin: "Lailâhe iIlaIIah" deyince "Lâilahe iIlallah" derse
cennete girer."
Müslim, Salât 12, (385); Ebü Dâvud, Salât 36, (527).
2415 - Sà'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Müezzini işittiği zaman, kim: "Ben şehadet ederim ki, bir olan AIIah'tan başka
ilah yoktur, 0'naşerik de yoktur, Muhammed O'nun kulu ve Resülüdür. Rabb olarak Allah'tan
Resül olarak Muhammed'den -bir rivayette "...nebî = peygamber olarak Muhammed'den din
olan İslàm'dan- razıyım" derse günahı affedilir."
Müslim, Salât 13, (386); Ebü Dâvud, Salât 36, (525); Tirmizî, Salât 156, (210); İbnu Mâce,
Ezân 4, (721); Nesâî, Ezân 38, (2, 26).
2416 - Ebü Ümame Es'ad İbnu Sehl (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Mu'âviye İbnu Ebî Süfyan
(radıyallâhu anh)'ı minberde oturmuş (hutbe vermek üzere bekliyorken) dinliyordum. (Ezan
başladı.) Müezzin: "Allahu ekber Allahu ekber" deyince, Mu'âviye de: "Allahu ekber Allahu
ekber" dedi; Müezzin: "Eşhedu en Iâ ilâhe illâllah!" dedi. Mu'âviye: "Ben de!" dedi; Müezzin:
"Eşhedu en lâ ilâhe illallah!" dedi. Mu'âviye: "Ben de!" dedi. Müezzin: "Eşhedü enne
Muhammeden Resülullah!" dedi. Mu'âviye: "Ben de!" dedi. Müezzin: "Eşhedü enne
Muhammeden Resülullah!" dedi. Mu'âviye: "Ben de!" dedi. Ezan okuma işi bitince dedi ki:
"Ey insanlar! Ben Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ı minberde iken işittim, O da, müezzin
ezan okurken tıpkı sizin benden işittiğinizi söylüyordu (bizzat işittim)."
Buhârî, Cuma 23.
2417 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), müezzinin
ezan okurken şehadet getirdiğini işitince:
"Ben de! Ben de!" derdi."
Ebü Dâvud, Salât 36, (527).
2418 - Ebü Saîdi'l-Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediğinin mislini tekrar edin!"
Buhârî, Ezân 7; Müslim, Salât 10, (383); Ebü Dâvud, Salât 36, (522); Nesâî, Ezân 33, (2, 23);
Tirmizî, Salât 154, (208); İbnu Mâce, Ezân 4, (720).
2419 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, yedi yıl sevabına inanarak ezan okursa, Allah bunu, onun ateşten
kurtulmasına bir senet yapar."
Tirmizî, Salât 152, (206).
2420 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Müezzin, sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru herşey
onun lehinde şehadet eder, namaza katılan kimseye yirmibeş kat namaz yazılır ve iki namaz
arasındaki (günahları) affedilir."
Ebü Dâvud, Salât 31, (515); Nesâî, Ezân 14, (2, 13); İbnu Mâce, Ezân 5, (724).
2421 - Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah ve melekleri namazda birinci safa rahmet ederler. Müezzin sesinin ulaştığı yere kadar
mağfiret görür. Yaş ve kuru her ne, sesini işitirse, onu tasdik eder. Ona, beraberinde namaz
kılanların ecrinin bir misli verilir."
Nesâî, Ezân 14, (42,13).
2422 - İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir adam: "Ey Allah'ın Resülü!
Müezzinler (sevapca) bizden üstün oluyorlar. (Onlara yetişmemiz için ne tavsiye edersiniz?)
diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Onların söylediklerini sen de tekrar et. Bitirip sona erince dilediğini iste, sana da (aynı sevap)
verilecektir" cevabını verdi. "
Ebü Dâvud, 36, (524).
2423 - Abdullah İbnu Abdirrahman İbni Ebî Sa'sa'a anlatıyor: "Ebü Saîd (radıyallâhu anh)
bana dedi ki:
"Seni, koyunları ve kır hayatını seviyor görüyorum. Koyunlarınla birlikte veya kırda olunca
namaz ezanı okursan, ezan sırasında sesini yükselt. Zîra, müezzinin sesini insan, cin ve sair
her ne işitirse en uzağı" bile Kıyâmet günü onun lehinde şehadet eder."
Ebü Saîd sözlerini şöyle tamamladı: "Ben bunu Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan
işittim"
Buhârî, Ezân 5, Bed'ü'l-Halk 112, (Menâkîb 25; Nesâî, Ezân 14, (2,13); Muvatta, Nidâ 5, (1,
69).
2424 - Hz. Muaviye (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ı:
"Müezzinler Kıyâmet günü, boyun itibariyle insanların en uzunu olacaklardır" derken işittim."
Müslim, Salât 14, (387).
2425 - Âsım İbnu Behdele der ki: "Zirri'bnu Hubeyş ezan okurken yanına bir adam uğradı ve:
"Ey Ebü Meryem, ezan mı okuyorsun? Ben ezan yüzünden senden nefret ediyorum" dedi. Zirr
ona şöyle cevap verdi:
"Fazîlet sebebiyle benden nefret mi ediyorsun? Vallahi seninle konuşmuyorum."
Rezîn ilavesidir. (Kaynağı bulunamamıştır).
EZANIN BAŞLANGICI
2426 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Müslümanlar Medîne'ye geldikleri vakit
toplanıyorlar ve namaz vakitlerini birbirlerine soruyorlardı. Namaz için kimse nidâ etmiyordu.
Bir gün bu hususta konuştular. Bazıları:
"Hristiyanların çanı gibi bir çan edinin" dedi. Bazıları da:
"Yahudilerin boynuzu gibi bir boynuz edinerek (onu öttürün!)" dedi. Hz. Ömer (radıyallâhu
anh):
''Bir adam çıkarsanız da namazı ilan etse!" dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam): "Ey
BiIâI! Kalk! namazı ilan et!" dedi."
Buhârî, Ezân 1; Müslim, Salât 1, (377); Tirmizî, Salât 139, (190); Nesâî, Ezân 1, (2, 2-3).
2427 - Ebü Umeyr İbnu Enes, Ensar'dan olan bir amcasından naklen anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) halkı namaza nasıl toplayacağı meselesine eğildi. Kendisine:
"Namaz vakti olunca bir bayrak dik, onu görünce halk birbirine haber verir" dendi. Bu,
Aleyhissalâtu vesselâm'ın hoşuna gitmedi. Bunun üzerine O'na, boynuz hatırlatıldı. Bu,
yahudilerin borazanı idi. Onu bu da memnun etmedi ve hatta:
"Bu yahudi işidir!" dedi. Bunun üzerine büyük çan hatırlatıldı. Efendimiz:
"Bu hristiyanların işidir" dedi. Bu (konuşmalar)dan snnra Abdullah İbnu Zeyd el-Ensârî,
Resülullah'ın üzüntüsüne üzülerek ayrıldı. Bunun üzerine rüyasında ezan öğretildi."
Ebü Dâvud, Salât 27, (498).
2428 - Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Ensardan bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resülü!
Ben sizin üzüntünüzü görüp ayrıldığım vakit (rüyamdan) bir adam gördüm. Üzerinde yeşil
renkli iki giysi vardı. Kalkıp mescidin üzerinde ezan okudu. Sonra bir miktar oturdu. Tekrar
kalkıp aynı söylediklerini bir kere daha tekrarladı. Ancak bu sefer bir de kad kâmeti's-salât
(namaz başlamıştır) cümlesini ilave etti. Eğer halkın (bana yalancı diyeceğinden korkum)
olmasaydı ben "uykuda değildim, uyanıktım" diyecektim" dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah sana hayır göstermiş. Bilâl'e söyle (bu kelimeleri söyleyerek) ezan okusun!" dedi. Hz.
Ömer (radıyallâhu anh) de atılarak:
"Onun gördüğünü aynen ben de gördüm, ancak o, anlatma işinde benden önce davranınca,
ben utandım (anlatamadım)" dedi.
"Adam anlattıkları arasında şunları da söyledi: "(Mescidin üzerine çıkan adam) kıbleye
yöneldi ve dedi ki: "Allahu ekber Allahu akber Allahu ekber Allahu ekber, eşhedu en lâ ilâhe
illallah, eşhedu en lâ ilâhe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resülullah eşhedü enne
Muhammeden Resülullah, hayye ala's-salât -iki defa-, hayye ala'l-felâh -iki defa- Allahu ekber
Allahu ekber, lâilâhe illallah."
Sonra bir miktar durduruldu. Sonra adam tekrar kalktı, aynı şeyleri yeniden söyledi. Ancak bu
sefer Hayye ala'l-felâh'tan sonra kad kâmeti's-salât kad kâmeti's-salât dedi. Râvi ilave etti:
"Resülullah (aleyhissalatu vesselâm):
"Bunu Bilâl'e öğret!" buyurdu. (Adam emri yerine getirdi) Bilâl de onları söyleyerek ezan
okudu."
Ebü Dâvud, Salât 28, (505-507).
2429 - Abdullah İbnu Zeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm),
halkı namaz için toplamak maksadıyla çalınmak üzere bir çan yapılmasını emrettiği zaman,
ben uyurken yanıma bir adam geldi. Elinde bir çan vardı. Ben:
"Ey Allah'ın kulu, bu çanı bana satar mısın?" dedim. Adam:
"Pekala, ama bunu ne yapacaksın?" dedi. Ben:
"Bununla insanları namaza çağıracağım" dedim. Bana:
"Sana bu iş için daha hayırlı bir söz göstereyim mi?" dedi. Ben de
ona: "Elbette!" dedim.
"Öyleyse şunu söyle!" diyerek bana öğretti:
"Allahu ekber Allahu ekber Allahu ekber Allahu ekber.
Eşhedü enne Muhammeden Resülullah, eşhedü enne Muhammeden Resülullah.
Hayye ala's-salât, Hayye ala's-salât.
Hayye ala'l-felâh, Hayye ala'l-felâh.
Allahu ekber Allahu ekber Lâilâhe illallah."
Abdullah İbnu Zeyd (radıyallâhu anh) devamlı dedi ki: "(Rüyamdaki bu zat) benden biraz
uzaklaştı sonra tekrar söze başlayıp:
"Sonra namazı kılacağın zaman şunu söylersin" dedi ve öğretti:
"Allahu ekber Allahu ekber-Eşhedu en lâ ilâhe illallah, Eşhedü enne Muhammeden
Resülullah, Hayye ala's-salât, Hayye ala'l-felâh, Kad kâmeti's-salât, kad kameti's-salât, Allahu
ekber Allahu ekber Lâilâhe illallah."
Sabah olunca Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek (rüyamda) gördüklerimi haber
verdim. Bana:
"İnşallah bu hak bir rüyadır. Kalk rüyada öğrenmiş olduğunu Bilâl'e öğret. O bunları
söyleyerek ezan okusun. Zîra o, sesce senden daha gür!" buyurdu. Ben de Bilâl'le birlikte
kalktım. Ona teker teker arzediyordum. 0 da bunları yüksek sesle söyleyerek ezan okumaya
başladı.
Bunu evinde olan Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallâhu anh) işitmişti. Hemen evden çıkıp ridâsını
çekerek geldi ve:
"Ey Allah'ın Resülü! diyordu, seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, onun
gördüğünün aynısını ben de gördüm!"
Bunu işiten Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Elhamdülillah! Şimdi bu daha sağlam oldu!" dedi."
Ebü Dâvud, Salât 28, (499); Tirmizî, Salât 139, (189).
Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "(Bilâl ezanı okuyup sıra ikâmete gelince) Abdullah: "Onu
ben gördüm, ben okumak isterim!" dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Öyleyse sen de ikâmet getir!" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 30, (512).
Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "(Abdullah İbnu Zeyd ezanla ilgili kıssayı
anlatırken elfazı ikişer ikişer zikretti, ikâmeti ise birer kere zikretti."
Tirmizî, Salât 139, (189).
Yine Tirmizî'nin bir rivayetinde denmiştir ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ezanı(nda elfaz) çift çift idi, ezanda da ikâmette de."
Tirmizî, Salât 142, (194).
2430 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "İnsanlar çoğalınca, herkesçe bilinecek olan bir
şeyle namaz vaktinin duyurulmasının gerektiğini aralarında konuştular. (Bu meyanda bir ateş
yakılması veya bir çan çalınması teklif edildi).
Bunun üzerine Resülullah (aleyhissalatu vesselam) Bilâl'e emrederek ikişer kere söyleyerek
de ikâmet okumasını emretti."
Buhârî, Ezân 2, 3, Enbiya 50; Müslim, Salât 3, (378); Ebü Dâvud, Salât 29, (508); Tirmizî,
Salât 141, (193); Nesâî, Ezân 2, (2, 3).
2431 - Ebü Mahzüra (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü, bana ezanın usülünü
öğret" dedim. Bunun üzerine başımın ön kısmını meshederek:
"Allahu ekber, Allahu -ekber, Allahu ekber, Allahu ekber dersin ve bunları derken sesini
yükseltirsin. Sonra: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne
Muhammeden Resûlullah, eşhedu enne Muhammeden Resülullah dersin ve bunları söylerken
sesini alçaltırsın, sonra sesini şehadette tekrar yükseltirsin: Eşhedü en lâ ilâhe illallah eşhedü
en lâ ilâhe illallah.
Eşhedü enne Muhammeden Resülullah, eşhedü enne Muhammeden Resülullah. Hayye ala's-
salâti hayye ala's-salât. Hayye ala'l-felâhi hayye ala'l-felâh.
Eğer okuduğun ezan sabah ezanı ise şunu da söylersen:
"es-Salâtu hayrun mine'n-nevm, es-salâtu hayrun mine'n nevm (Namaz uykudan hayırlıdır).
Allahu ekber Allahu ekber, Lâilâhe illallah."
Müslim, Salât 6, (379); Ebü Dâvud, Salât 28, (500-505); Tirmizî, Salât 140, (191); Nesâî,
Ezân 3, 4, 5, 6, (2, 4-8).
2432 - Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "(Ebü Mahzüra dedi ki): "Bana Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ikâmeti ikişer ikişer öğretti:
"Allahu ekber, Allahu ekber,
Eşhedu en lâ ilâhe illallah, Eşhedu en lâ ilâhe illallah.
Eşhedu enne Muhammeden Resülullah, Eşhedu enne Muhammeden Resülullah.
Hayye ala's-salât, Hayye ala's-salât.
Hayye ala'l-felâh, Hayye ala'l-felâh.
Allahu ekber, Allahu ekber.
Lâilâhe illallah.
Ebü Dâvud der ki: "Abdurrezzak rivayetinde de iki: "(Resûlullah devamla): "İkâmet getirince
iki sefer de şunu söyle: Kad kâmeti's-salât, kad kâmeti's-salât!" (Aleyhissalâtu vesselâm
ayrıca sordu):
"Duydun mu?" (Ebü Mahzüra):
"Evet!" dedi. (Hadisi rivayet eden râvi Sâib) der ki: "Ebü Mahzüra alnındaki saçı ne kestirir
ne de ayırırdı. çünkü oraya Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elleri değmiş idi."
Ebü Dâvud, Salât 28, (501).
2433 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Ezan Resülullah devrinde ikişer ikişer idi.
İkâmet de birer birer. Ancak (müezzin), ayrıca ikişer sefer olmak üzere kad kâmeti'-salât, kad
kâmeti's-salât da derdi."
İbnu Ömer devam eder: "Biz, ikâmeti işittik mi abdest alır, namaza giderdik."
Ebü Dâvud, Salât 29, (510); Nesâî, Ezân 2, (2, 3).
2434 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre: "Müezzin, sabah namazını haber vermek için Hz. Ömer
(radıyallâhu anh)'in yanına gider. Onu uyuyor bulunca:
"Essalâtu hayrun mine'n-nevm (namaz uykudan hayırlıdır)" der. Bunun üzerine Hz. Ömer, o
ibareyi sabah ezanına ilave etmesini emreder."
Muvatta, Salât 8, (1, 72).
2435 - Mücahid (rahimehullah) anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'le bir
mescide girdim. Ezan çoktan okunmuştu. Biz namaz kılmak istiyorduk. Müezzin tesvîbte
bulundu (ikâmet okudu). Abdullah mescidi terketti ve:
"Haydi bizi bu bid'atçinin yanından çıkar!" dedi ve orada namaz kılmadı."
Ebu Dâvud, Salât 45, (538); Tirmizî, Salât 145, (198).
Tirmizi der ki: "İbnu Ömer'den rivayet edildiğine göre, sabah ezanında es-salâtu hayrun
mine'n nevm derdi."
2436 - Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Ben İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'le
beraber idim, bir adam öğle veya ikindi namazında tesvîbte bulundu. Bunun üzerine (İbnu
Ömer): "Bizi (buradan) çıkar, zîra şu (yapılan tesvîb) bid'attir" dedi."
Ebü Dâvud, Salât 45, (538).
2437 - Hz. Bilâl (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:
"Sabah hariç, sakın hiçbir namazda tesvîbte bulunma!" tembihini yaptı."
Tirmizî, Salât 145, (198).
2438 - Yine Hz. Bilâl (radıyallâhu anh) der ki: "Ezanın sonu şöyledir: "Allahu ekber, Allahu
ekber, Lâilâhe illallah."
Nesâî, Ezân 16, (2,14).
EZAN VE İKÂMETLE İLGİLİ HÜKÜMLER
2439 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in bir
müezzini geceleyin ezan okumuştu. Ezanı iade etmisini emretti."
Ebü Dâvud, Salât 41, (532, 533); Tirmizî, Salât 149, (203).
2440 - Tirmizi'nin yine İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'dan kaydettiği bir diğer rivayet
şöyledir: "Hz. Bilâl güneş doğmazdan önce ezan okumuştu. Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ona: "Haberiniz olsun kul uyudu" diye nidâ etmesini emretti."
Tirmizî, Salât 149, (203).
2441 - Hz. Bilâl (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sabah vakti iyice belirinceye kadar ezan okuma!" dedi ve ellerini yanlara doğru açarak:
"Şöyle!" diye gösterdi."
Ebü Dâvud, Salât 41 (534).
2442 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kimse, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
sabah namazının vaktini sormuştu. O da Hz. Bilâl'e emretti. Şafak sökerken ezan okudu.
Ertesi gün ortalık ağarıncaya kadar sabah ezanını tehir etti. Sonra ikâmet okumasını emretti ve
namazı kıldı. Sonra da adama:
"İşte bu, (sabah) namazının vaktidir" dedi."
Nesâî, Ezân 12, (2, 11, 12).
2443 - Ziyâd İbnu'l-Hâris es-Sudâî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Sabah ezanının ilk vakti
girince, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana emretti, ben de ezan okudum ve:
"İkâmet de getireyim mi ey Allah'ın Resülü?" diye sordum. (Soruma hemen cevap vermeyip)
doğu tarafına, fecre bakmaya başladı ve:
"Hayır!" dedi. Ne zaman ki şafak söktü Hz. Peygamber (bineğinden) indi, abdest bozdu.
Sonra bana doğru geldi. (Bu ara Ashâbı da toplandı. Abdestini aldı. Bilâl ikâmet okumak
istedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sudâ'nın kardeşi ezan okudu, ezanı okuyan ikâmeti getirsin!" dedi. Ben de ikâmet getirdim."
Ebü Dâvud, Salât 30, (514); Tirmizî, Salât 146, (199).
2444 - Simak İbnu Harb anlatıyor: "Bilâl, güneş (öğlede, batı cihetine) kayınca ezan okurdu.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) odasından çıkıncaya kadar ikâmet getirmezdi. Odasından
çıkınca, O'nu görür görmez ikâmet getirirdi."
Müslim, Mesâcid 160- (606); Tirmizî, Salât 148, (202); Ebü Dâvud,Salât 44, (537).
2445 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın iki
müezzini vardı: Biri Bilâl diğeri İbnu Ummi Mektüm el-A'mâ."
Müslim, Salat 7, (380); Ebü Dâvud, Salât 42, (535).
2446 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bilâl
(radıyallâhu anh)'e:
"Ezan okuduğun zaman ağır ağır oku. İkâmet getirdiğin zaman da peş peşe serî oku. Ezanla
ikâmetin arasına, yemek yiyenin yemeğinden, içenini içmesinden, üzerine sıkışarak helaya
girmiş olanın heladan fâriğ olacağı bir zaman fasılası koy" diye talimat verdi. Şunu da ilave
etti: "Beni görünceye kadar da (ikâmet için) kalkmayın."
Tirmizî; Salât 143, (195).
2447 - Benî Neccâr'dan bir kadın demiştir ki: "Benim evim, Mescid-i Nebevî'nin etrafındaki
en uzun ev idi. Bilâl (radıyallâhu anh), sabah ezanını evimin damında okurdu. Seher'den
gelip, dama oturur vaktin girmesini gözetlerdi. Vaktin girdiğini görünce gerinir, sonra da:
"Allah'ım sana hamdediyor, dînini (müslümanların) ikâme etmeleri için, Kureyş'e karşı
yardımını diliyorum" der, arkadan ezan okurdu."
Kadın devamla der ki: "Vallâhi, onun bu duayı terkettiği tek gece bilmiyorum!"
Ebü Dâvud, Salât 33, (519).
2448 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Namaz için ezanı ancak abdestli olan
okusun."
Tirmizî, Salât 147, (201).
2449 - Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "Ezanı ancak abdestli olan okusun." Tirmizî
der ki: "Önceki rivayet daha sahihtir."
Tirmizî, Salât 147, (200).
2450 - Osman İbnu Ebî'l-As (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bana en son vasiyetlerinden biri de, ezanına mukabil ücret almayan bir müezzin
tutmamdı."
Ebü Dâvud, Salât 40, (531); Tirmizî, Salât 155, (209); Nesâî; Ezân 32, (2, 23).
2451 - Ebü Bekr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
sabah namazı için beraber çıktık. Uğradığı her adama namaz için sesleniyor veya ayağı ile
dürtüyordu."
Ebu Davud, Salât 293, (1264).
2452 - Ebü Ümâme (radıyallâhu anh) veya Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashâbından
bir diğeri tarafından rivayet edildiğine göre, (bir seferinde) Bilâl (radıyallâhu anh) ikâmete
başlamıştır. Kad kâmeti's-salât deyince Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah onu (namazı) ikâme etsin ve dâim kılsın!" buyurdu. İkâmetin geri kısmında, ezanın
faziletleri bahsinden mezkür olan Hz. Ömer hadisinde olduğu gibi (müezzinin söylediklerini
tekrar şeklinde) hareket ediyordu."
Ebü Dâvud, Salât 39, (528).
2453 - Nâfi (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anh) sefer sırasında ikâmete
sadece sabah namazından hem ezan, hem de ikâmet her ikisini okurdu. Derdi ki: "(Seferde
ezana hacet yok, çünkü) ezan, kendisine cemaat gelecek olan imama mahsustur."
Muvatta, Salât 11, (1, 73).
2454 - Ebü Cuhayfe (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, Hz. Bilâl (radıyallâhu anh)'i ezan
okurken görmüştür. Der ki: "Ben, ezan okurken, onun ağzını şu tarafa, bu tarafa (sağa sola)
dönerken takibe koyuldum."
Tirmizî'nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "İki parmağı kulaklarını üzerinde olduğu halde...
Buhârî, Ezân 18,19, Vudü 40, Salat 17, Sütre 90, 93, 94, Menâkıb 23, Libas 3, 42;
Müslim,Salât 249, (503); Ebü Dâvud, Salât 34, (520); Tirmizî, Salât 144, (197); Nesâî, Ezân
13, (2,12).
2455 - Ebü Dâvud'da şu ifadeye yer verilmiştir: "(Bilâl), hayye ala's-salât, hayye ala'l-felâh
cümlesine gelince boynunu sağa ve sola çevirdi, bizzat kendi dönmedi."
Ebü Dâvud, Salât 34, (520).
İSTİKBÂLU'L-KIBLE
2456 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Doğu iIe batı arasında tek bir kıble vardır."
Tirmizi, Salât 256, (342, 343, 344).
2457 - Nâfi (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallâhu anh) dedi ki: "Kişi
Beytullah istikâmetine yöneldi mi doğu ile batı arasında tek bir kıble vardır."
Muvatta, Kıble 8, (1,196).
NAMAZIN MAHİYETİ VE RÜKÜNLERİ
2458 - İbnu Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza
kalktığı zaman, ellerini iki omuzunun hizasına kadar kaldırır sonra tekbir getirirdi. Rükü
yapmak isteyince de (ellerini iki omuzu hizasına kaldırmak suretiyle) aynı şeyi yapardı.
Rüküdan başını kaldırınca da aynı şeyi yapardı. Ancak bunu, secdeden
başını kaldırırken yapmazdı."
Bir başka rivayette: "Bunu, secde ederken yapmazdı" denmiştir.
2459 - Bir diğer rivayette: "Başını rüküdan kaldırınca, ellerini aynı şekilde kaldırır ve: "Semi
allâhu li-men hamideh, Rabbenâ ve leke'l-hamd. (Allah kendine hamdedeni işitir. Rabbimiz,
hamd sanadır)" derdi" şeklinde gelmiştir. Bu ibarenin elfazı Sahiheyn'e aittir.
2460 - Buhâri'nin diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)
namaza girince tekbir getirir ve ellerini kaldırırdı."
2461 - Muvatta ve Ebu Dâvud'da gelen bir rivayette de şöyle denmiştir: "İbnu Ömer
(radıyallâhu anhümâ) namaz için iftitah tekbiri getirince (namaza başlayınca), ellerini iki
omuzu hizasına kadar kaldırırdı, rüküdan kalkınca daha aşağı kaldırırdı."
2462 - Muvatta'nın bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "(İbnu Ömer) eğilip doğruldukça her
seferinde tekbir getirirdi."
İbnu Cüreyc der ki: "Nâfi'e (Yani İbnu Ömer ellerini) ilk kaldırmada öbürlerinden daha mı
yukarı kaldırıyordu?" diye sordum. Bana:
"Hayır! eşitti" dedi. Ben tekrar:
"Öyleyse bana işaret et (göster)" talebinde bulundum. Göğsüne hatta daha aşağıya işaret etti."
2463 - Ebü Davud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namaza kalktığı zaman ellerini iki omuzunun hizasına kadar kaldırırdı. Sonra eller o halde
iken tekbir getirirdi, rüküa giderdi. Sonra belini doğrultmak isteyince ellerini tekrar iki omuz
hizasına kadar kaldırır ve, "Semi'allâhu li-men hamideh" derdi.
Secdede ellerini kaldırmazdı. Rüküdan önce getirdiği her bir tekbirde ellerini kaldırırdı ve bu
hal namazın bitimine kadar devam ederdi."
Yine Ebü Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Rüküdan doğrulunca, secdeye eğilince (kaldırır),
iki secde arasında kaldırmazdı" denmiştir.
2464 - Nesâî'nin rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resülulah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza
girdiği zaman ellerini kaldırırdı. Rüküya gitmek istediği zaman, başını rüküdan kaldırdığı ve
iki rek'at arasında kalktığı zaman aynı şekilde ellerini iki omuzunun hizasına kaldırırdı."
Buhârî, Ezân 83, 84, 85, 86; Müslim, Salât 22, (390); Muvatta, Salât 16, (1, 75, 76, 77); Ebü
Dâvud, Salât 117, (721, 722, 741, 743); Tirmizî, Salât 190, (255); Nesâî, İftitah 1, 2,3,
(2,121,122); İbnu Mâce, İkâmet 15, (858 - 868).
2465 - Alkame (rahimehullah) anlatıyor: "Size Resülullah (aleyhissalatu vesselam)'ın
namazıyla namaz kıldırayım mı?" dedi ve namaz kıldı. Bu namazda ellerini bir kere iftitah
tekbiri sırasında kaldırdı, başka kaldırmadı."
2466 - Bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) her eğilip
doğrulmalarda, kıyâm ve oturmalarda tekbir getirirdi. Hz. Ebü Bekir ve Hz. Ömer
(radıyallâhu anhümâ) de aynı şekilde tekbir getirirlerdi."
Ebü Dâvud, Salât 119, (748); Tirmizî, Salât 191, (257), 188, (253); Nesâî, İftitah 110,
(2,195),124, (1, 204), Sehv 70, (3, 62).
2467 - Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı iftitah tekbiri
alırken gördüm. Ellerini kulaklarına yakın kaldırmıştı. Sonra (namazdan çıkıncaya kadar)
başka kaldırmadı."
Ebü Dâvud, Salât 119, (752).
2468 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)'den yapılan rivayete göre, halka namaz kıldırdığı
zaman, her eğilip doğrulmada tekbir getirirdi. Kendisine:
"Bu tekbirler de ne?" dendiği vakit:
"Bu, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın namazıdır!" diye cevap verirdi."
Bu hadis, Sahiheyn'in rivayetine lafzen uygundur. Ebü Dâvud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde:
"(Ebü Hüreyre) tekbir getirince parmaklarını açardı" denmiştir.
Tirmizi'nin bir diğer rivayetinde "O eğilirken tekbir getirirdi" denmiştir.
2469 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Şayet Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ön
cihetinde olsaydım koltuk altlarını görürdüm (kollarını öylesine yüksek kaldırırdı)."
2470 - Nesâi'de gelen bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) Beni
Züreyk Mescidi'ne geldi ve dedi ki: "Üç şey var ki, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları
yapıyordu, halk ise terketmiş durumda... Namazda ellerini uzatarak kaldırırdı, (Fatihayı
okuyunca kırâate geçmezden önce) bir miktar süküt buyurdu, secdeye varınca (ve secdeden
kalkınca) tekbir getirirdi."
Buharî, Ezân 115; Müslim, Salât 27-32, (392); Muvatta, Salât 19, (1, 76); Ebü Dâvud, Salât
118,119, (746, 753); Tirmizî, Salât 177,198, (239, 254); Nesâî, İftitah 6, (2,124), 84, (2,181-
182),184, (2, 235).
2471 - Vail İbnu Hucr (radıyallâhu anh)'un anlattığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı, namaza girdiği sırada ellerini kaldırıp tekbir getirirken görmüştür.
Râvilerden Hemmâm Resülullah'ın ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdığını
gösterdi.Sonra elbisesine gömüldü, sonra sağ elini sol elinin üstüne koydu. Rüküya gitmek
isteyince, ellerini elbiseden çıkardı. Sonra onları kaldırdı, sonra tekbir getirdi ve rüküya gitti,
semi'allâhu li-men hamideh dediği zaman ellerini kaldırdı, secdeye gittiğinde ellerinin arasına
secde etti."
Müslim, Salât 54, (401); Ebü Dâvud, Salât 117, (723-729, 736, 737); Nesâî, İftitah 107, (2,
194), 139, (2, 211),187, (2, 236), Sehv 29, (3, 34-35).
2472 - Ebü Dâvud'da gelen bir diğer rivayette şöyle denir: "...Sonra Medîne'ye geldim,
gördüm ki (halk, namazı) üzerlerinde bürnuz ve kisalar olduğu halde kılıyor ve namaza
başlarken ellerini göğüslerine kadar kaldırıyor."
Müslim, Salât 54, (401); Ebü Dâvud, Salât 117, (723-729, 736, 737); Nesâî, İftitah 107, (2,
194), 139, (2, 211),187, (2, 236), Sehv 29, (3, 34-35).
2473 - Bir diğer rivayette der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'Ia birlikte namaz
kıldım. Tekbir getirdiği zaman ellerini kaldırıyor, sonra (elbisesine) gömülüyordu. Sonra sol
elini sağ eliyle tutuyor, ellerini elbisesine sokuyordu, rükü yapmak istediği zaman ellerini
çıkarıp sonra kaldırıyordu. Rüküdan başını kaldırmak isteyince de ellerini kaldırıyor, sonra
secde ediyordu. (Secdede) yüzünü elleri arasına koyuyor idi. Keza başını secdeden kaldırınca
da ellerini kaldırıyordu. Namaz bitinceye kadar (her rek'atte böyle yapıyordu)."
Müslim, Salât 54, (401); Ebü Dâvud, Salât 117, (723-729, 736, 737); Nesâî, İftitah 107, (2,
194), 139, (2, 211),187, (2, 236), Sehv 29, (3, 34-35).
2474 - Bir diğer rivayette şöyle der: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini, omuzları
hizasına kadar kaldırdı. Baş parmaklarını da kulaklarıyla, hizaladı, sonra tekbir getirdi."
Müslim, Salât 54, (401); Ebü Dâvud, Salât 117, (723-729, 736, 737); Nesâî, İftitah 107, (2,
194), 139, (2, 211),187, (2, 236), Sehv 29, (3, 34-35).
2475 - Bir diğer rivayette: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı iftitah tekbiriyle birlikte
ellerini kaldırırken görmüştür."
Müslim, Salât 54, (401); Ebü Dâvud, Salât 117, (723-729, 736, 737); Nesâî, İftitah 107, (2,
194), 139, (2, 211),187, (2, 236), Sehv 29, (3, 34-35).
2476 - Saîd İbnu Haris el-Muallâ (rahimehullah) anlatıyor: "Ebü Saîdi'l-Hudrî (radıyallâhu
anh) bize namaz kıldırdı. Secdelerden başını kaldırırken, secdeye giderken, iki(nci) rek'atten
kalkarken, tekbirlerini cehrî (sesli) olarak getirdi ve sonunda:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı böyle yapar gördüm!" diye açıklamada bulundu."
Buhârî, Ezân 144.
2477 - Mutarrif İbnu Abdillah (rahimehullah) anlatıyor: "Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu
anh)'in arkasında ben ve İmrân İbnu Husayn beraber namaz kıldık. Ali (radıyallâhu anh) secde
edince tekbir getiriyor, başını kaldırınca tekbir getiriyor, iki(nci) rek'atten kalkınca yine tekbir
getiriyordu."
Buhârî Ezan 144, 115,116; Müslim, Salât 33, (393); Ebü Dâvud, Salât 140, (835); Nesâî,
Sehv 1, (3, 2).
Nesâî'nin rivayetinde şöyle denmiştir: "Her eğilme ve her kalkmada tekbir getirir, rüküyu
tamamlardı."
2478 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) farz namaza
kalkınca tekbir getirir, ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Kıraatini tamamlayıp
rüküya gitmek isteyince aynı şeyi yapardı. Rüküdan kalkınca da aynı şeyi yapardı. Oturur
vaziyette iken ellerini hiçbir surette kaldırmazdı. İki(nci) secdeden de kalkınca ellerini aynı
şekilde kaldırır ve tekbir getirirdi."
Ebü Dâvud, Salât 118, (744).
2479 - Ebü Kılâbe anlatıyor: "İbnu Hüveyris (radıyallâhu anh), Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın (namaza başlarken) tekbir getirdiği, rüküya gittiği, rüküdan başını kaldırdığı
zaman, kulağının üst kısmına ulaşıncaya kadar ellerini kaldırdığını görmüştür."
Buhârî, Ezân 84; Müslim, Salat 24-26 (391); Ebü Dâvud, Salât 118, (745); Nesâî 85, (2, 182);
İbnu Mace, İkâmetu's-Salât; 15, (859).
Nesâî, bir diğer rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "...secde ettiği ve secdeden başını kaldırdığı
(zaman da ellerini kaldırırdı)."
2480 - Nadr İbnu Kesîr es-Sa'dî anlatıyor: "Abdullah İbnu Tâvus, Mescidü'l-Hayf'da
yanıbaşımda namaz kıldı. İlk secdeyi yapıp secdeden başını kaldırdığı zaman ellerini yüzünün
hizasına kadar kaldırmıştı. Ben bunu hoş bulmadım ve Vüheyb İbnu Hâlid'e söyledim.
Vüheyb ona:
"Sen hiç kimsede görmediğin birşey mi yapıyorsun?" dedi. Ancak Tâvus cevaben:
"Babamın onu yaptığını gördüm. Üstelik babam şunu da söylemişti:
"İbnu Abbâs (radıyallâhu anh) böyle yaptığını gördüm. Üstelik onun:
"Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) bunu yapıyordu" demiş olmasından başka bir şey de
bilmiyorum."
Ebü Dâvud, Salât 117, (740); Nesâî, İftitah 177, (2, 232).
2481 - Meymün eI-Mekkî, AbduIIah İbnu Zübeyr (radıyallâhu anh)'i gördüğünü ve
kendilerine namaz kıldırdığını anlatmıştır. Devamla der ki: "Abdullah namazda kıyâm, rükü,
secde ve secdeden kıyâma kalkma esnalarında elleriyle işaret yapıyordu (ellerini
kaldırıyordu). İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'a gittim. Ve:
"İbnu Zübeyr'i hiç kimsede görmediğim bir tarzda namaz kılıyor gördüm" deyip onun
namazda yaptığı işareti anlattım. Bana:
"Eğer Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazını görmekten hoşlanırsan, Abdullah İbnu
Zübeyr'in namazına uy!" dedi."
Ebü Dâvud, Salât 117, (739).
2482 - İmrân İbnu'l-Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bende basur vardı. Namazı nasıl
kılacağım diye Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sordum.
"Ayakta kıl, muktedir olmazsan oturarak kıl, buna da muktedir olmazsan yan üzeri (yatarak)
kıl" buyurdu."
2483 - Diğer bir rivayette geldiğine göre, İmrân Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a kişinin
oturarak kılacağı namaz hususunda sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ayakta kılarsa bu efdaldir. Kim de oturarak kılarsa, ona ayakta kılanın ecrinin yarısı verilir.
Kim de yatarak kılarsa ona da oturarak kılanın ecrinin yarısı verilir" buyurdu."
Buhârî, Taksîru's-Salât 18, 17, 19; Ebü Dâvud, Salât 179, (951, 952); Tirmizî, Salât 274,
(372); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 21, (3, 223-224).
2484 - Abdullah İbnu Şakîk anlatıyor: "Hz. Âişe (radıyallahu anhâ)'ye:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak namaz kılar mıydı?" diye sordum. Bana şu
cevabı verdi:
"Evet! Halk -veya yaş demişti- O'nun dermanını kesince (yani insanların meseleleriyle
ömrünü tüketince, dermandan kesilince demektir)."
2485 - Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak
namaz kılar, oturduğu halde kırâat buyurur, kırâatinden takriben otuz-kırk âyet kalınca kalkar,
kırâatına ayakta devam eder, sonra rüküya ve secdeye giderdi. İkinci rek'atte aynen bunun
gibi yapardı. Namazı bitince, ben uyanıksam benimle konuşurdu, uyuyor isem yatardı."
2486 - Nesâî'de gelen bir rivayette şöyle denmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm'ı
(oturarak namaz kılarken) bağdaş kurma şeklinde oturmuş gördüm."
Nesâî der ki: "Bu hadisin hatalı olduğu kanaatindeyim."
Buhârî, Taksîru's-Salât 20, Teheccüd 16; Müslim, Salatu'l-Müsâfırîn 112,115, (731, 732);
Muvatta, Cum'a 20, (1, 137, 138); Ebü Dâvud, Salât 179, (953-956); Tirmizî, Salât 257, (374,
375); Nesâî, Kıyâmu'I Leyl,18, 22, (3, 219-224).
2487 - Ümmü Seleme (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
ölümüne yakın, farzlar dışındaki namazlarının çoğu oturarak idi. Ona göre, amellerin en
güzeli, az da olsa devamlı olanı idi."
Nesâî, Kıyâmul-Leyl 19, (3, 222).
2488 - Hz. Hafsa (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın, nafıle
namazlarını kılarken, ölümüne bir yıl kalıncaya kadar hiç oturduğunu görmedim. Bundan
sonra hep oturarak kıldı. Namazda süreyi hep tertîl üzere okurdu. Bundan dolayı o süre,
aslında ondan daha uzun olan süreden daha uzun görünürdü."
Müslim, müsâfırîn 118, (733); Muvatta, Cum'a 20, (1,137); Tirmizî, Salât 275, (373); Nesâî,
Kıyâmu'l-Leyl 19, (3. 223).
2489 - İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bana Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "Kişinin oturarak kıldığı (nafile) namaz, normal şekilde kıldığı namazın
(sevapca) yarısına denktir" buyurduğu söylenmişti. (Kendisinden sormak üzere) derhal yanına
gittim. Varınca, Efendimizi oturarak namaz kılıyor buldum. Elimi başının üzerine koydum.
Bana:
"Ey Abdullah İbnu Amr! Meselen nedir?" dedi. Ben:
"Ey Allah'ın Resülü, bana "Kişinin oturarak kıldığı namaz, normal namazın yarısına denktir"
buyurduğunuz söylendi. Halbuki siz de oturarak kılıyorsunuz?" dedim. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Evet öyledir. Ancak ben sizlerden biri gibi değilim" cevabını verdi."
Müslim, Müsâfırîn 120, (735); Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 20, (1, 136, 137); Ebu Dâvud, Salât
179, (950); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 20, (3, 223).
2490 - Muhârib İbnu Disâr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallâhu anh), namaz
kılmakta olan ve bu sırada belini tam doğrultamayan bir adam görmüştü. Namazdan çıkınca:
"Sırtında bir rahatsızlığın mı var?" diye adama sordu.
"Hayır!" cevabını alınca:
"Şayet, bu halin üzere ölecek olsan Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetine
muhalefet üzere ölürsün" dedi."
Rezin ilavesidir. Derim ki: "Bu rivayet Buhârî'de şu şekilde gelmiştir: "Huzeyfe, (namazda)
rükü ve secdesini tamamlayan bir adam görmüştü. Namazını kılıp bitirince Huzeyfe
(radıyallâhu anh) ona:
"Sen namaz kılmadın. Eğer ölecek olsan, Allah'ın Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'ı,
yarattığı fıtrattan başka bir fıtrat üzere ölürsün" dedi. Gerçeği Allah, bilir."
Buhârî, Ezân 119, 132.
2491 - Ebü Hâzım (rahimehullah) anlatıyor: "Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anhümâ) demişti ki:
"İnsanlara, namazda sağ elini sol kolu üzerine koysun" diye emredilmişti. " Ebü Hâzım
devamla der ki: "Ben onun (Sehl'in), bu, hadisi Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a nisbet
ettiğini biliyorum."
Buhârî Ezân 89; Muvatta, Kasru's-Salât 47, (1, 859).
2492 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un anlattığına göre, namaz kılarken sol elini sağ eline
koymuştur. Bunu gören Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bizzat elleriyle tutarak) sağ elini
sol elinin üzerine koymuştur."
Ebü Dâvud, Salât 120, (755); Nesâî, İftitah 10, (2, 126).
2493 - Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
namazda kıyâmda iken, sağ eliyle sol elinin üstünden tutmuş gördüm."
Nesâî, İftitah 9, (2, 125, 126).
2494 - İsmâil İbnu Ümeyye anlatıyor: "Nâfi merhuma namazda ellerinin parmaklarını
kenetleyen kimse hakkında sormuştum. Bana:
"Bu hususta Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anh)'i işittim: "Bu, Allah'ın gadabına
uğrayanların namazıdır" demişti diye cevap verdi."
Ebü Dâvud, Salât 187, (993).
Rezîn'in ilave ettiği bir rivayette de şöyle denmiştir: "İbnu Ömer (radıyallâhu anh), namazda
kuûd halinde (otururken) sol elini kabası üzerine dayanan bir adam görmüştü, hemen
müdahale ederek:
"Böyle oturma, zîra azaba uğrayanlar bu şekilde otururlar!" dedi.
Ebü Dâvud, Salât 187, (994).
2495 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "(Namazın) sünnetlerinden biri namazda (sağ) avucu (sol) avuç üzerine koyup,
her ikisini birlikte göbeğin altına yerleştirmektir."
Rezîn ilavesidir. Ebü Dâvud, Salât 120, (756).
2496 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazda ihtisârı (elleri böğre koymayı) yasakladı."
Buhârî, Amel fı's-Salât 17; Müslim, Mesâcid 46, (545); Ebü Dâvud, Salât 176, (947); Tirmizî,
Salat 281, (383); Nesâî, İftitah 12, (2,127).
2497 - Buhâri de Hz. Âişe'den yapılan bir diğer rivayette geldiğine göre: "Hz. Aişe
(radıyallâhu anhâ), kişinin ellerini (ihtisâr yaparak) böğrüne koymasını mekruh addeder ve
"Bunu yahudiler yapar" derdi."
Buhâri, Enbiyâ 50.
2498 - Rezin'in rivayet ettiği diğer bir hadiste: "Resülullah ihtisârı (eli böğre koymayı)
namazda ve namaz dışında yasakladı" demiştir."
2499 - Ziyâd İbnu Sübeyh eI-Hanefi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anh)'in yanı başında
namaz kıldım. Ellerimi de böğürlerime koydum. Namazı bitirince: "Bu, namazda haç(a
benzemek)dir, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu yasaklamıştı" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 160, (903); Nesâî, İftitah 12 (2,127).
2500 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan nakledildiğine göre, ayaklarının arasını bitiştirerek
namaz kılan bir adam görmüştü. Şöyle söylendi:
"(Bu adam) sünnete muhalefet etti. Ayaklarını sırayla dinlendirse daha iyidir."
Nesâî, İftitah 13, (2,128).
2501 - Ümmü Kays Bintu Mihsan (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselam) yaşlanıp biraz şişmanlayınca, namaz kıldığı yerde bir sütun bulundurdu namazda
ona dayandı."
Ebu Dâvud, Salât 177 (948).
KIRÂAT
2502 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
kırâatını bismillâhirrahmânirrahîm ile başlatıyordu."
Tirmizî, Salât 181, (245).
2503 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm), Hz.
Ebü Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile birlikte namaz kıldım. Onlardan
hiçbirinin bismillâhirrahmanirrahım'i okuduklarını işitmedim."
Buhârî, Ezân 89; Müslim, Salât 50, (399); Muvatta, Salât 30, (1, 81); Ebü Dâvud, Salât 124,
(782); Tirmizî, Salât 182, (246); Nesâî, İftitah 21, 22, (2, 133-135); İbnu Mâce, İkâmet 4,
(813- 815).
2504 - İbnu Abdillah İbnu Muğaffel (rahimehullah) anlatıyor: "Ben (namazda)
bismillâhirrahmânirrahîm'i okumuştum. Babam işitti. Bana: "Oğulcuğum, (bu yaptığın) bir
bid'attir. Bid'atten sakın!" dedi. Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından her
kimle karşılaştı isem, hepsinin de bid'atten nefret ettiği kadar bir başka şeyden nefret
etmediğini gördüm. Babam sözlerine şöyle devam etmişti:
"Ben Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'Ia, Hz. Ebu Bekr'le, Hz. Ömer'le, Hz. Osmanla
(radıyallâhu anhüm) namaz kıldım. Onlardan hiç birinin bunu (besmelenin okunacağını)
okuduklarını işitmedim. Onu sen de okuma. Sadece "Elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn" de."
Tirmizî, Salât 180, (244); Nesâî, İftitah 22, (2,135).
2505 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ikinci rek'atten kalktığı zaman kırâati Elhamdü lillâhi Rabil alemîn ile başlatıyor ve süküt
etmiyordu."
Müslim, Mesâcid 148, (599).
2506 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim Fâtihâ-i şerîfe süresini okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz
nâkıstır -bu sözü üç kere tekrarladı- eksiktir."
Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)'ye:
"Biz imamın arkasında bulunuyorsak (ne yapalım)?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Yine de içinden oku. Zîra ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini
işittim:
"AIIah Teâlâ hazretleri (bir hadîs-i kudsîde) buyurdu ki: "Ben kırâati kulumla kendi aramda
iki kısma böldüm, yarısı bana ait, yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir: Kul: "EI-
hamdülillâhi Rabbi'I-âlemîn. (Hamd alemlerin Rabbine aittir)" deyince, Azîz ve Celîl olan
AIIah: "Kulum bana hamdetti!" der. "er-Rahmânirrahîm" deyince, AIIah: "Kulum bana
senâda bulundu" der. "Mâlikî yevmiddîn (âhiretin sahibi)" deyince,
AIIah: "Kulum beni tebcîl ve ta'zîz etti (büyükledi)" der. "İyyakena'budü ve iyyakenestain
(yalnız sana ibâdet eder, yalnız senden yardım isteriz)" deyince, AIIah: "Bu benimle kulum
arasında bir (taahhüddür). Kuluma istediğini verdim" der. "İhdina s-sırâta'I-müstakîm
sırâtallezîne en amte aleyhim gayr'il-mağdübi aleyhim ve Ia'ddallîn. (Bizi doğru yola sevket, o
yol ki kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoludur, gadaba uğrayanların ve dalâlete
düşenlerin değil)" dediği zaman, Allah: "Bu da kulumundur, kuluma istediği verilmiştir"
buyurur."
2507 - Ebü Dâvud'da gelen bir rivâyette şöyle denmiştir: "...Bana Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Haydi git ve Medîne'de ilan et ki: "Sadece Fatiha süresi de olsa, Kur'ân'dan bir parça
okumadıka kıldığınız namaz namaz değildir" dedi ve başka bir şey ilave etmedi."
2508 - Rezin'in zikrettiği bir rivâyette şöyle gelmiştir: "...Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kırâatsiz namaz sahih değildir." Bilesiniz, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bize her ne duyurdu ise biz de size duyurduk. Bize gizli tuttuğunu biz de size gizli tuttuk."
Bu açıklama üzerine bir zât ona:
"Ey Ebü Hüreyre, Fatiha'ya herhangi bir ilavede bulunmazsam (yeterli midir) ne dersin?" diye
sordu. Ebu Hüreyre dedi ki:
"Bu suâl Aleyhissalâtu vesselâm'a da sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Bununla iktifâ edersen sana yeter, ilavede bulunursan senin için daha hayırlı ve efdal olıır."
Müslim, Salât 38, (395); Muvatta; Salât 39, (1, 84-85); Ebü Dâvud, Salât 136, (819, 820,
821); Tirmizî, Tefsîr, Fâtiha, (2954, 2955); Nesai, İftitah 23, (2,135, 236).
2509 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Namazda) Fatiha süresi ile kolaya gelen bir
miktar (Kur'ân âyetin)i okumakla emrolunduk."
Ebü Dâvud, Salât 136, (818).
2510 - Hz. Cabir (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Kim Fatiha'yı okumadan bir rek'at namaz
kılarsa, imamın arkasında bulunmadığı takdirde, namaz kılmış sayılmaz."
Muvatta, Salât 38, (1, 84); Tirmizî, Salât 283, (313).
2511 - Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
gayri'l-mağdübi aleyhim ve lâ'd-dâllîn'i okuyunca âmîn dediğini ve bunu söylerken sesini
uzattığını işittim."
Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir. ". . .Bunu söylerken sesini yükselttiğini işittim."
Ebü Dâvud, Salât 172, (932, 933); Tirmizî, Salât 184, (248).
2512 - Hz. Bilal (radıyallâhu anh)'in söylediğine göre, Aleyhissalâtu vesselâm'a: "Ey Allah'ın
Resülü! âmîn'de beni geride bırakma!" demiştir."
Ebü Dâvud, Salât 172, (937).
AMİN DEMENİN FAZİLETİ
2513 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İmam âmîn deyince siz de âmîn deyin. Zira kimin âmîn'i meleklerin âmîn'ine
tevâfuk ederse geçmiş günahları affedilir."
İbnu Şihâb der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) âmîn derdi."
Buhârî Ezân 112; Müslim, Salât 72, (410); Muvatta, Salât 44, (1, 87); Ebü Dâvud, Salât 172,
(936); Tirmizî, Salât 185 (250); Nesâî, İftitah 34, 35, (2,144); İbnu Mâce İkâmet 14, (851).
2514 - Buhârî'de diğer bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Kârî (okuyucu) âmîn deyince siz de âmîn
deyin. Zîra melekler "âmîn" der. Kimin amîn'i meleklerin âmîn'ine tevâfuk ederse geçmiş
günahları affedilir.
Buhârî, Da'avât 63.
NAMAZDA OKUNAN SÛRE
2515 - Ebü Bürde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) sabah
namazında altmış-yüz arasında âyet okurdu."
Nesâî, İftitah 112, (2,157); Buhârî, Mevâkît 11,13, 39, Ezân 104; Müslim, Mesâcid 2, (1,
246),16, (1, 262).
2516 - Amr İbnu Hureys (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın
sabah namazında İza'ş-şemsu küvviret süresini okuduğunu işittim."
Müslim, Salât 164, (456); Ebü Dâvud, Salat 135, (817); Nesâî, İftitah 44, (2,157).
2517 - Abdullah İbnu Sâib (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bize Mekke'de sabah namazı kıldırdı. Mü'minün süresini kırâat buyurarak namaza başladı. Hz.
Musa ve Harun'un zikrine gelince -veya Hz. İsâ'nın zikrine, râvi burada tereddüt etti.
Resüllullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir öksürük tuttu, hemen rüküya gitti."
Buhârî, Ezân 106; Müslim, Salât 163, (455); Ebü Dâvud, Salât 89, (648, 649); Nesâî, İftitah
76, (2,176). Hadis Buhârî'de muallak olmuştur.
2518 - Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sabah namazında Kâf ve'l-Kurâni'l-Mecîd ve benzeri bir süre okurdu. Aleyhissalâtu vesselâm
diğer namazları hafif kıldırırdı."
Müslim, Salât 168, (458).
2519 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) cuma
günü, sabah namazında Elif-lâm-mim Tenzîl es-Secde, ve Hel etâ alâ'l-insânî hînun mine'd-
dehr sürelerini okurdu. Yine Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) cuma namazında Cuma ve
Münâfikün surelerini okurdu."
Müslim, Cuma 64, (879); Ebü Dâvud, Salât 218, (1074); Tirmizî, Salât 375, (520); Nesâî,
Cuma 38, (3,111), İftitah 47, (2,159).
2520 - Urve (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ebü Bekr es-Sıddîk (radıyallâhu anh) sabah
namazını kıldırdı. Namazın her iki rek'atinde Bakara süresini okudu."
Muvatta, Salât 33.
2521 - Fürâfisa İbnu Umeyr el-Hanefi der ki: "Ben Yüsuf süresini Osman İbnu Affân
(radıyallâhu anh)'ın sabah namazlarındaki kırâatinden öğrendim. Çünkü o, bu süreyi çok sık
okurdu."
Muvatta, Salât 35, (1, 82).
2522 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan anlatıldığına göre, sabah namazının birinci
rekatinde Enfâl'den kırk âyet kadar, ikinci rek'atinde ise mufassal sürelerden birini
okumuştur."
Rezîn ilavesidir. Buhârî muallak (senetsiz) olarak tahric etmiştir. Ezan 106.
2523 - Amir İbnu Rebî (radıyallâhu anh) demiş ki: "Hz. Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallâhu
anh)'ın arkasında sabahı kıldık. Namazda Yusuf ve Hacc surelerini ağır bir kırâatle okudu.
Bunun üzerine Âmir'e: "Öyleyse fecir doğarken namaza başlamış olmalıdır" dendi. O da:
"Evet!" diye cevap verdi."
Muvatta, Salât 34, (1, 82).
2524 - Muâz İbnu Abdillah el-Cühenî anlatıyor: "Cüheyne kabilesine mensup bir zât bana:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sabah namazının her iki rek'atinde de İzâ zülzilet
süresini okuduğunu işittim, bilmiyorum unutarak mı böyle yaptı, bilerek mi okudu" dedi."
Ebü Dâvud Salât 134, (816).
ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARI
2525 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğlede
ilk iki rek'atte Fatiha ile iki süre okurdu. Son iki rek'atte de Fatiha'yı okur, bazan da âyeti bize
işittirirdi. Birinci rek'atte (kıraatı) uzun tutar ikinci de o kadar uzatmazdı. İkindi ve sabah
namazlarında da böyle yapardı."
Buhârî, Ezân 107, 97, 109, 110; Müslim, Salât 154, (451); Ebü Dâvud, Salât 129, (798, 799,
800); Nesâî, İftitah 56-60, (2, 164, 166).
Ebü Dâvud, bir rivâyette şu ziyadeye şâmildir: "O'nun (aleyhissalâtu vesselâm), halk birinci
rek'ata yetişebilsin diye böyle yaptığını zannederdik."
2526 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) demiştir ki: "Resülullah'ın öğle ve ikindi
namazlarında kırâatte bulunup bulunmadığını bilmiyorum."
Ebü Dâvud, Salât 131, (808).
2527 - Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
öğlede velleyli izâ yağşâ süresini okur, ikindide dahi aynısını yapar, sabah namazında bundan
daha uzun bir kırâatte bulunurdu."
Buhâri, Ezân 103, 95, 96; Müslim, Salât 159, (453); Ebü Dâvud, Salât 130, (804); Nesâî,
İftitah 74, (2,174).
2528 - el-Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
arkasında öğleyi kılmıştık. Kendisinden Lokmân ve Zâriyat sürelerinin âyetlerini peş peşe
işitiyorduk."
Nesâî, İftitah 55, (2, 163).
2529 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
namazda secde edip sonra kıyâma kalktı ve rükü yaptı. Cemaat onun, Elif Lâm-Mim
Tenzile's-Secdetü'yü okuduğunu gördü."
Ebü Dâvud, Salât 131, (807).
AKŞAM NAMAZI
2530 - Mervan İbnu'l-Hakem anlatıyor: "Bana Zeyd İbnu Sabit (radıyallahu anh) dedi ki: "Sen
niye akşam namazında (kısâru'l-mufassal denilen) kısa surelerden okuyorsun? Ben Resûlullâh
aleyhissalâtu vesselâm'ın Tûlâ't-Tûleyeyn'i okuduğunu işittim."
Buhari, Ezan 98; Ebu Davud, Salat 132, (812); Nesai, İftitah 67, (2, 169, 170).
Ebu Davud'un rivayetinde şu ziyade var: "...Dedim ki: Tula't-Tüleyeyn nedir? Bana "el-A'raf",
öbürü de "el-En'âm" diye cevap verdi."
2531 - Ümmü'l-Fadl (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm'ın
akşam namazında ve'l-mürselati urfen suresini okuduğunu işittim. Bundan sonra artık bize,
ruhu kabzedilinceye kadar hiç namaz kıldırmadı."
Buhari, Ezan 98, Megazi 83; Müslim, Salat 173, (462); Muvatta, Salat 24, (1, 78); Ebu
Davud, Salat 132, (810); Tirmizi, Salat 230, (308); Nesai, İftitah 64, (2, 168).
2532 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm, A'raf
suresiyle akşamı kıldırdı. Sureyi ikiye bölerek her iki rek'atte bir parçasını okudu."
Nesai, İftitah 67, (2, 170).
2533 - Cübeyr İbnu Mut'im radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm'ı
akşam namazında et-Tûr suresini okurken işittim."
Buhari, Ezan 99, Cihad 172, Megazi 11, Tefsir, Tur 1; Müslim, Salat 174, (463); Muvatta,
Salat 23, (1, 78); Ebu Davud, Salat 132, (811); Nesai İftitah 65, (2, 169).
2534 - Ebu Osman en-Nehdi anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'ın arkasında akşam
namazı kılmıştım. Namazda Kulhüvallahü ahad'i okudu."
Ebu Davud, Salat 133, (825).
2535 - Abdullah İbnu Utbe İbni Mes'ud anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm akşam
namazında Hâ-mim-ed-Duhan suresini okudu."
Nesai, İftitah 66, (2, 169).
2536 - Ebu Abdillah es-Sunâbihi anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'ın hilafeti sırasında
Medine'ye geldim, arkasında akşam namazını kıldım. İlk iki rek'atinde Fatiha ile (kısaru'l-
mufassal denen) kısa surelerden birer sure okudu. Sonra üçüncü rek'ate kalktı. ben (ne
okuyacağını işitmek için) hemen kendisine -elbisem elbisesine değecek kadar- yaklaştım.
Fatiha ve beraberinde "Rabbenâ lâ tuziğ kulûbena ba'de iz hedeytena veheb lena min ledünke
rahmeten inneke ente'l-Vehhab. (Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi
saptırma. Katından bize bir rahmet lutfet, sen çok lutfedenlerdensin)" ayetini okuduğunu
işittim."
Muvatta, Salat 25, (1, 79).
YATSI NAMAZI
2537 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam yatsı
namazında Veşşemsi ve duhâhâ ve benzeri sureleri okurdu."
Tirmizi, Salat 231, (309); Nesai, İftitah 71, (2, 173).
2538 - eI-Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yolculuk
sırasında yatsıyı kılmıştı. İki rek'atin birinde Vettîni ve'z-Zeytüni'yi okudu."
Buhârî, Ezâin 100, 102, Tefsîr, Vettîn 1, Tevhîd 52; Müslim, Salât 175, (464); Muvatta, Salât
27, (1, 79-80), Ebü Dâvud, Salât 275, (1221); Tirmizî, Salât 231, (310); Nesâî, İftitah 72, (2,
173).
Sahiheyn'de şu ziyade yer alır: "Sesce ve kırâatçe O'ndan daha güze kimseye rastlamadım."
2539 - Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) tek başına namaz kılınca dört rek'atin
her birinde Fatiha'yı ve Kur'ân'dan bir süreyi okurdu. Bazan da farz namazın bir rek'atinde iki
ve üç süre birden okurdu. Akam namazının iki rek'atinde aynı ekilde Fatiha ve birer süre
okurdu."
Muvatta, Salât 26, (1, 79).
2540 - Amr İbnu Şu'ayb an ebîhi an ceddih anlatıyor: "Mufassal sürelerden -uzunu olsun,
kısası olsun- hiçbiri yoktur ki, ben onu Resülullah'ın namaz kıldırırken okuduğunu işitmemiş
olayım."
Ebü Dâvud, Salât 133. (814). Bu rivâyet Muvatta'da mevcut değildir.)
2541 - Hz. Âşe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm askerî bir
birliğin başına bir adamı komutan yapmıştı, Bu zât arkadaşlarına namaz kıldırırken, her
seferinde kırâatını kulhüvallahu ahad ile tamamlıyordu. Döndükleri zaman durumu Hz.
Peygamber'e söylediler. Aleyhissalatu vesselam:
"Sorun ona niçin öyle yapıyormuş?" buyurdu. Dediği gibi kendisine sorulmuştu.
"Çünkü O, Rahmân'ın sıfatıdır, ben onu okumayı seviyorum!" diye cevap verdi. Bunun
üzerine Aleyhissalatu vesselam:
"Ona bildirin, Allah onu seviyor!" müjdesini verdi."
Buhari, Ezan 106, Tevhid 1; Müslim, Salat 263, (813); Nesai, İftitah, 69, (2, 171).
2542 - Şakîk İbnu Seleme (rahimehullah) anlatıyor: "Bir adam İbnu Mes'ud'a gelerek:
"Ben bir rek'atte mufassal sürelerin tamamını okudum" dedi. İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)
da:
"Şiir mırıldar gibi mırıldar, meyve döküştürür gibi döküştürür müsün? Olmaz öyle şey!
Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) tek rek'atte birbirine denk iki süre okurdu. Bir rek'atte,
İkterebet ve el-Hâkka sürelerini, bir rek'atte Vettür ve Vezzâriyât sürelerini; bir rek'atte Ve izâ
vaka'at ve Nün sürelerini; bir rek'atta Seele sâîlun ve ve'n-Nâzi'ât sürelerini; bir rek'atte
Veylün li'l-Mutafifin ve Abese sürelerini, bir rek'atte el-Müddessir ve, el-Müzzemmil
sürelerini; bir rek'atte Hel Etâ ve Lâ Uksimu biyevmi'l-Kıyâme sürelerini, bir rek'atte Amme
yetesâelün ve Ve'I-Mürselât sürelerini; bir rek'atte de ed-Duhân ve İzâ'ş-Şemsü Küvvirat
sürelerini okurdu."
Buhârî Ezân 106, Fedâilu'l-Kur'ân 6, 28; Müslim, Müsâfırîn 275, (822); Ebü Dâvud, Salât
326, (7.396); Nesâî, İftitah 75, (2,175,176); Tirmizî, Salât 422, (602).
Bu rivâyet, metin olarak Ebü Dâvud'un rivâyetidir. Ebü Dâvud: "Bu İbnu Mes'ud'un telifidir"
demiştir. Bunu Alkame ve Esved'den kaydeder. Diğerleri, süreleri zikretmezler.
2543 - Ebü Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm gece
namazına kalktı ve sabah vakti girinceye kadar namaza devam etti. Namazda tek âyet okudu.
O da şu (meâldeki) âyettir:
"Onlara azab edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, güçlü olan, Hakîm
olan şüphesiz ancak sensin" (Mâide 118).
Nesâî, İftitah 79, (2, 177).
2544 - Ebü Seleme anlatıyor: "Hz. Omer (radıyallâhu anh), halka akşam namazı kıldırmıştı.
Namazda kırâatte bulunmadı. Namazdan çıkınca kendisine:
"Kur'ân okumadın!" dendi.
"Rükü ve secdeler nasıl oldu?" diye sordu.
"İyi oldu!" dediler.
"Öyleyse, tamamdır!" dedi."
Rezîn tahric etmiştir. Bu hadise Beyhakî Sünen'inde yer vermiştir (2, 381).
CEHRİ OKUMA
2545 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) demiştir ki: (Kur'ân) her bir namazda okunur.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hangilerini işittirmişse biz de size işittiriyoruz.
Hangilerini de gizlemişse biz de size gizliyoruz."
Ebü Dâvud, Salât 129, (797); Nesâî, İftitah 58, (2, 163); Buhârî, Ezân 104; Müslim, Salât 43,
(396).
2546 - Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir gece
(evinden) çıkmıştı. Hz. Ebü Bekr (radıyallâhu anh)'e uğradı. Alçak sesle namaz kılıyordu. Hz.
Ömer (radıyallâhu anh)'e uğradı, o da yüksek sesle namaz kılıyordu."
Râvi der ki: "Resülullah'ın yanında toplanınca Aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ey Ebü Bekr sana uğradım sen sessizce namaz kılıyordun." Ebü Bekr:
"Ben konuştuğum Zât-ı Zülcelâl'e sesimi işittirdim ey Allah'ın Resülü!" cevabını verdi.
Hz. Ömer'e de:
"Sana da uğradım. Sen yüksek sesle namaz kılıyordun!" dedi. O da şu cevabı verdi:
"Ey Allah'ın Resülü! Uyuklayanı uyandırıyor, şeytanı da uzaklaştırıyordum."
Ebü Dâvud, Salât 315, (1329); Tirmizî, Salât 330, (447); Hadisin metni Ebü Davud'a ait.
Hasan Basrî rivâyetinde der ki: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm Hz. Ebü Bekr'e: "Ey Ebü
Bekr sen sesini biraz yükselt!" dedi. Hz. Ömer'e de: "Sesini sen de biraz alçalt!" buyurdu."
2547 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)'den yapılan rivayette, bu kıssa aynen zikredilir,
ancak Hz. Ebü Bekr'e: "Sesini biraz yükselt", Hz. Ömer'e de: "Sesini biraz alçalt" dedi"
cümleleri zikredilmez."
Fakat şu ziyadede bulunur: "Ey BiIâI seni, şu süreden ve şu süreden okurken işittim" dedi.
(Bilâl) cevaben: "(Kur'ân) tatlı bir kelam, Allah onu kısım kısım yapıp bir araya getirdi" dedi.
Sonunda Resülullah aleyhissaIatu vesselâm: "Hepiniz isâbet ettiniz!" buyurdu."
Ebü Dâvud, Salât 310, (1330).
2548 - el-Beyâzî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselm) namaz
kılmakta olan insanların yanına geldi. Kırâatte sesleri yüksekti. Hemen: "Namaz kılan kimse
Rabbine münâcaatta (hususi konuşmada) bulunuyor demektir. Öyleyse ne şekilde münâcaatta
bulunduğuna dikkat etsin. Kur'an'ı birbirinize cehren okumasın!" dedi."
Muvatta, Salât 29, (1, 80); Ebü Dâvud, Salât 310, (1332).
2549 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
geceleyin kırâatı bazan yüksek sesle, bazan da alçak sesle olurdu."
Ebü Dâvud, Salât 310, (1328).
2550 - Abdullah İbnu Şeddad anlatıyor: "Ben Hz. Ömer (radıyallâhu anh)'in: "Ben üzüntü ve
hüznümü yalnız Allah'a açarım..." meâlindeki âyeti (Yüsuf 86) okurken (boğuk boğuk çıkan)
sesini en arka safta olduğum halde işittim..."
Buhârî, Ezân 70, (Bâb başlığında senetsiz olarak zikreder.)
2551 - Semüre İbnu Cündüb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Namazda iki sekte hatırımda kaldı.
Biri, imam "Allahu ekber" dedikten kırâata başladığı âna kadar geçen sektedir. Diğeri de
Fatiha ve zamm-ı süreyi okuyup bitirince rüküya gitme sırasındaki sektedir."
(Hadisi rivâyet eden Hasan Basrî) der ki: "Bunun üzerine İmrân İbnu Husayn ona karşı çıktı
(ve tek sekte olduğunu söyledi). Sonunda Medîne'ye Ubeyy (İbnu Ka'b)'e yazıp sordular.
(Übeyy verdiği cevapta) Semüre'yi tasdik etti."
Ebü Dâvud, Salât 123, (777, 778, 779); Tirmizî, Salât 186, (251); İbnu Mâce, İkâmet 12,
(844, 845).
Bir diğer rivâyette, "..Kırâatten çıkınca bir sekte" denmiştir. Bir diğer rivâyette: "...İftitah
tekbiri alınca ve kırâatten çıkınca" denmiştir.
TA'DİL-İ ERKÂN
2552 - Ebü Mes'üd el-Bedrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri, rükü ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı
yeterli olmaz."
Ebü Dâvud, Salât 148, (855); Tirmizî, Salât 196, (265); Nesâî, İftitah 88, (2,183); İbnu Mâce,
İkâmet 21, 22, (891-898).
2553 - Nu'man İbnu Mürre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam):
"İçki içen, zina yapan ve hırsızlıkta bulunan kimse hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Bu
sual, bunlar hakkında henüz hadd cezası gelmezden önce sorulmuştu.
"Allah ve Resülü daha iyi bilir!" diye cevap verdiler. Aleyhissalâtu vesselam:
"Bu fiiller ağır suçtur, onlar hakkında ceza vardır. Hırsızlığın en kötüsü de namazını
çalmaktır" buyurdu. Bunun üzerine:
"Ya Resülullah, kişi namazını nasıl çalar?" diye sordular. Şu cevabı verdi:
"Rüküsunu ve secdelerini tamamlamaz."
Muvatta, Kasru's-Salât 72, (1,167).
2554 - Sâlim el-Berrâd anlatıyor: "Ebü Mes'ud'a gelerek: "Bize Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın namazından anlat!" dedik. Hemen önümüzde kalktı, tekbir getirdi. Rüküya
varınca ellerinin ayalarını dizlerinin üzerine koydu. Parmaklarını dizinin alt kısmına getirdi.
Dirseklerini yan taraflarına uzattı. Bu halde her uzvu hareketsiz; sâbıit durdu. Sonra
semi'allâhu li-men hamideh dedi ve her uzvu düz oluncaya kadar doğruldu."
Ebü Dâvud, Salât 148, (863); Nesâî, İftitah 93, (2,186).
2555 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) şöyle
buyurdular: "Secdede ta'dîle riayet edin, kimse kollarını köpeklerin yayışı gibi yaymasın."
Buhâri, Ezân 141; Müslim, Salât 233, (493); Ebu Dâvud, Salât 158, (897); Tirmizî, Salât 205,
(276); Nesâî, İftitah 140, (2, 211, 212).
2556 - Yine Hz. Enes anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Rükü ve
secdeleri yerine getirin. AIIah'a yemin oIsun siz secde rükü ettikçe ben arkamda olanları da
görüyorum." -Belki "sırtımın gerisini" demişti-"
Buhârî, Eymân 3, Ezân 88; Müslim, Salât 110; Nesâî, İftitah 106. (2, 193-194).
2557 - Malik İbnu'I-Huveyris (radıyallâhu anh)'ten rivâyete göre, arkadaşlarına: "Size
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın namazını haber vereyim mi?" diye sormuştur. Ebü
Kilâbe der ki: "(Böyle söyledikten sonra), bize şeyhimiz Ebü Yezîd'in namazı (gibi) namaz
kıldırdı. Ebü Yezîd, başını birinci ve üçüncü rek'atin ikinci secdesinden kaldırınca
otururcasına doğrulur sonra kalkardı."
Buhârî, Ezân 127, 140, 143, 45; Ebü Dâvud, Salât,142, (342); Nesâî, İftitah 182, (2, 234).
RÜKÛ VE SECDELERİN MİKTARI
2558 - Saîd İbnu Cübeyr (rahimehullah) anlatıyor: "Enes İbnu Malik (radıyallâhu anh)'i
dinledim şöyle diyordu: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'dan sonra, namazı Resülullah 'ın
namazına bu derece benzeyen, şu gençten yani Ömer İbnu Abdilaziz'den başka birinin ardında
namaz kılmadım."
Enes (devamla) dedi ki: "Rüküsunda on tesbihât, secdelerinde de o kadar tesbihat tahmin
ettik."
Ebu Dâvud, Salât 154, (88); Nesâî, İftitah 166, (2, 224-225).
2559 - es-Sa'dî babasından veya amcasından naklediyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a namazını kılarken dikkatle baktım, rüku ve secdelerinde üçer kere subhânallâhi ve
bi-hamdihi diyecek kadar duruyordu."
Ebü Dâvud, Salât 154, (885).
2560 - Gunder'in bir rivayetinde denir ki: "İbnu'l-Eş'as zamanında Küfe'ye Mataru'bnu Naciye
(adında biri) galebe çaldı. (İbnu Abbas'ın oğlu) Ebu Ubeyde İbnu Abdillah'a halk'ın önüne
geçip namaz kıldırmasını emretti. Ebu Ubeyde, (namaz kıldırırken) başını rükudan kaldırdığı
zaman ben: "Allahümme Rabbena ve leke'l-hamdü mil'e's-semavat ve mil'e'l-ardı ve mil'e ma
şi'te min şey'in ba'du. Ehle's-senai ve'l-mecdi, La mani'a li-ma a'tayte ve la mu'tiye li-ma
mena'te. Ve la yenfe'u za'l-ceddi minke'l-ceddü" duasını okuyuncaya kadar kıyamda dururdu."
el-Hakem der ki: "Bunu ben Abdurrahman İbnu Ebi Leyla'ya zikrettim. Dedi ki: "Bera İbnul-
Azib (radıyallahu anh)'i işittim: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın kıldığı namazın rükusu,
secdesi, rüku ve secdeden başını kaldırdığı zamanki ve iki secde arasındaki (fasılaları)
birbirine yakın uzunlukta idi" demişti."
Şu'be der ki: "Ben bunu Amr İbnu Mürre'ye söyledim. O da: "Ben, İbnu Ebi Leyla'yı gördüm,
onun namazı böyle değildi" dedi."
2561 - Sahiheyn'in diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın rükü ve secdesi ve iki secde arasındaki (fâsıla ile), rüküdan başını kaldırdığı
zamanki (fâsıla) -kıyam ve ku'üd (oturma) hariç- birbirine yakın miktardaydı."
Buharî, Ezân 120, 127, 140; Müslim, Salât 194, (471); Ebü Dâvud, Salât 147, (852); Tirmizî,
Salât 207, (279); Nesâî, lftitah 114, (2, 197-198).
2562 - Zeyd İbnu Vehb anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallâhu anh) bir adamın namaz kılarken hîle
yaptığını görmüştü.
"Sen bu namazı ne zamandan beri kılıyorsun?" diye sordu. Adamcağız:
"Kırk yıldan beri!" dedi. Huzeyfe? "Öyleyse kırk yıldan beri namaz kılmadın (bütün
kıldıkların boşa gitmiş). Şâyet bu şekilde namaz kılarak ölecek olursan Muhammed'in
fıtratından başka bir fıtrat üzere öleceksin.!" dedi ve ilave etti:
"Kişi namazı hafıf kılar (ama buna rağmen) tam kılar, güzel kılar!"
Buharî, Ezân 119,132; Nesâî, Sehv 66, (3, 58-59).
2563 - Abdurrahman İbnu Şibl (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi kolları yaymaktan, kişinin mescidde
deve gibi mekân tutmasından nehyetti"
Ebü Dâvud, Salât 148, (862); Nesâî, İftitah 145, (2, 214).
RÜKÛ VE SÜCÛDUN ŞEKLİ
2564 - İbnu Mes'üd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize
namazı şöyle öğretti: "Önce tekbir getirdi iki elini kaldırdı. Rüküya gittiği zaman ellerini
dizlerinin arasında kavuşturdu.
Râvi der ki: "Sa'd'a bu haber ulaşınca:
"Kardeşim doğru söyledi. Biz böyle yapardık, sonra şununla emredildik dedi ve bununla diz
kapaklarını kavrayıp avuçlamayı kastetti."
Ebü Dâvud, Salât 150, (868); Nesâî, İftitah 90, (2,184,185).
2565 - Hz. Ömer (radıyallâhu anh) demiştir ki: "Diz kapağı(nı tutmak) sizin için sünnet
kılınmıştır. Öyle ise rüküda diz kapaklarını kavrayın."
Tirmizî, Salât 192, (258); Nesâî, İftitah 92, (2,185).
2566 - Ebü İshak anlatıyor: "Berâ İbnu Âzib (radıyallâhu anh) bize secdeyi şöyle vasfeyledi:
Ellerini (yere) koydu, dizleri üzerine dayandı, kalçasını (havaya) kaldırdı ve: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) böyle secde yaparlardı" buyurdu."
Bir diğer rivayette: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılınca kollarını kanat gibi
yanlarına açardı" denmiştir."
Ebü Dâvud, Salât 158, (896); Nesâî, İftitah 141, (2, 212).
2567 - Bera (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır."
Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202, (271).
2568 - Tirmizi'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Berâ'ya: "Resülullah aleyhissalatu
vesselam secde edince yüzünü nereye koyardı?" diye sordum.
"Ellerinin arasına" diye cevap verdi."
Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202, (271).
2569 - Abdullah İbnu Malik İbni Buhayne (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltuk altı beyazlıkları
görününceye kadar açardı."
Buhârî, Ezân 130, Müslîm, Salât 235, (495); Nesâî, İftitah 52, (2, 212).
2570 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz secde edince kollarını, köpeğin yayması gibi yere yaymasın."
Tirmizî, Salât 205, (275); Ebü Dâvud, Salât 158, (901).
2571 - Âmir İbnu Sa'd babasından (Sa'd'dan) (radıyallâhu anh) naklediyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (secdede) ellerin yere konulmasını, ayakların da dikilmesini emretti."
Tirmizî, Salât 206, (277, 278).
2572 - Ebü Humeyd es-Saidî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
rükü yapınca itidali muhafaza eder, başını (yukarı) dikmez, (aşağı da) eğmezdi. Ellerini
dizkapaklarının üzerine koyardı. Secde için yere eğilince adalelerini koltuk kısmından yana
açardı. Ayaklarının parmaklarını da aralardı."
Nesaî, İftitah 96, (2, 137); 138, (2, 211).
2573 - Yine Ebü Humeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
secde ettiği zaman, burnunu ve alnını yere koyardı. Ellerini yanlarından aralardı, avuçlarını
omuzları hizasına koyardı."
Tirmizî, Salât 201, (270).
2574 - Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) secde
edince, yere, dizkapaklarını ellerinden önce koyardı. Kalkınca da ellerini dizkapaklarından
önce kaldırırdı."
Ebü Dâvud, Salât 141, (838); Tirmizî, Salât 199, (268); Nesâî, İftitah 128, (2, 206).
2575 - Ebü Dâvud'un diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) secdeye gidince alnını ellerinin arasına koydu, kalkınca da dizkapaklarının üzerine
kalktı ve dizlerine dayandı."
Ebu Dâvud, Salât 141, (839).
2576 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz secde edince, devenin çöküşü şeklinde yere çökmesin, yani ellerini
dizlerinden önce yere koymasın."
Ebü Dâvud, Salât 141, (840, 841); Tirmizi, Salât 200, (269); Nesâî, İftitah 128, (2, 206-207).
2577 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) bana şunu
söyledi: "Ey Ali! Ben, kendim için sevdiğimi senin için de seviyorum, kendim için
hoşlanmadığımı senin için de hoşlanmıyorum, öyleyse iki secde arasında ik'âda bulunma."
Tirmizî, Salât 209, (282).
2578 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
(namazda) kişinin, elleriyle yere dayanarak oturmasını yasakladı."
Ebü Dâvud, Salât 187, (992).
2579 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazda ayaklarının sırtı üzerinde kalkardı."
Bu hadis, Ebü Dâvud'da mevcut değildir, ancak Tirmizî'de yer almaktadır, (Salât 214, (288).
2580 - Mâlik İbnu'l-Huveyris (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı namaz kılarken görmüştür. Efendimiz, tek rekatte iken, tam bir oturuş vaziyeti
almadan kalkmamıştır."
Buhârî, Ezân 142, Ebu Dâvud, Salât 142, (844); Tirmizî, Salât 213, (287); Nesâî, İftitah 181,
(2, 233-234).
2581 - Nâfi (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) secde ettiği zaman
ellerini, yüzünü koyduğu şeyin üzerine ko;yardı. Ben O'nu çok soğuk bir günde gördüm,
ellerini (giymekte olduğu) bürnusunun altında çıkarmış çakılların üzerine koymuştur."
Muvatta, Kasru's-Salât 59, (1,163).
2582 - Mecze‚ İbnu Zâhir, Ashâbu Şecere'den Uhban İbnu Evs'ten naklettiğine göre, Uhbân
"Diz kapaklarından rahatsızdı, secde ettiği zaman dizkapağının altına minder koyardı."
Buhârî, Meeâzi 35.
2583 - Nafi (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle derdi: "Hasta
kimse secde etmeye muktedir olamazsa başıyla ima eder, alnına herhangi bir şey kaldırmaz."
Muvatta, Kasru's-Salât 74, (1, 168).
SECDE ÂZÂLARI
2584 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bize
yedi âzâ üzerine secde etmemizi, saçımızı ve elbisemizi toplamamamızı emretti. Bu âzâlar
Şunlardır: "Alın, eller, diz kapakları, ayaklar."
2585 - Bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın, -ve eliyle burnunu işaret etti-
eller, diz kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde sırasında) toplamayız."
Buhârî, Ezan 133, 134, 137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebü Dâvud, Salât 155, (889, 890);
Tirmizî, Salat 203, (273); Nesâî, İftitah 130, (2, 208); İbnu Mâce, İkâmet 19, (883-885). İkinci
rivayet Sahiheyn rivayetidir.
2586 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'a nisbet ederek
buyurdu ki: "Eller de secde eder, tıpkı alnın secde etmesi gibi. Öyleyse, biriniz alnını secdeye
koyunca ellerini de koysun. Alnı secdeden kaldırdımı onları da kaldırsın."
Ebü Dâvud, Salât 155, (892); Nesâî, İftitah 129, (2, 207).
KUNÛT
2587 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) bir ihtiyaç
sebebiyle, kendilerine Kurrâ denilen yetmiş kişiyi yola çıkardı. Süleym aşiretinden Ri'I ve
Zekvân adında iki kabîle Bi'r-i Ma'üne (Ma'üne Kuyusu) denilen bir suyun yanında bunların
önünü kesti. Hey'et bunlara: "Biz size gelmedik. Biz Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir
ihtiyacı için gidiyoruz" dediler. Ancak öbürleri bunları dinlemeyip öldürdüler.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) (duruma muttali olduktan sonra) sabah namazlarından
sonra bir ay boyu onlara bedduâ etti. Bu hadise namazda kunüt okumanın başlangıcı oldu. Biz
kunut yapmıyorduk."
Abdülaziz İbnu Süheyb der ki: "Bir zât Enes (radıyallâhu anh)'e Kunüt'dan sorarak:
"Bu, rüküdan sonra mı yoksa kırâatın tamamlanmasından sonra mı?" dedi. Enes:
"Hayır, kıraatin bitiminde" diye cevap verdi."
Bir başka rivayette (Enes) şöyle dedi: "(Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ay boyu)
rükudan sonra (kunut yaparak bazı Arap kabilelerine beddua etti.)"
2588 - Bir başka rivayette: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah namazından sonra bir
ay boyu kunüt yaptı" denmiştir."
2589 - Müslim'in bir rivayetinde: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir ay boyu sabah
namazında rüküdan sonra kunüt yaparak Useyye (kabîlesi)ne bedduâ etti" denir."
Buhâri nin bir rivayetinde: "Kunüt, akşam ve sabah namazındaydı" denir."
Ebü Dâvud ve Nesâi'nin bir rivayetinde: "Bir ay kunüt yaptı sonra terketti" denir."
Buhârî, Vitr 7, Cenâiz 41, Cizye 8, Megâzi 38, Da'avât 59; Müslim, Mesâcid 297-308, (677-
679); Ebü Dâvud, Salât 345, (1444-1445); Nesâî, İftitah 116, (2, 200).
2590 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) tam
bir ay boyu, hiç aralık vermeden her namazın peşinde, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah
namazlarında Kunüt yaptı. Şöyle ki: Son rek'at'te semi'allahu li-men hamideh deyince Süleym
aşiretinden Ri'l, Zekvân, Useyye kabîlelerine bedduâ ediyor, namazda kendine uyanlar da
âmîn diyorlardı."
Ebü Dâvud, Salât 345, (1443).
2591 - Hufâf İbnu İmâ el-Gıfârî (radıyallâhu anh)ş anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu
vesselâm) rükü'ya gitti, sonra başını kaldırdı ve "Gıfâr kabîlesini Allah mağfiret etsin, Eslem
kabîlesine Allah selâmet versin, Useyye Allah'a ve Resulüne isyan etmiştir. Allahım, Benî
Lihyan'a lanet et. Ri'l ve Zekvân'a da lânet et" deyip secdeye gitti."
Müslim, Mesâcid 308, (679).
2592 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'in anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın sabah namazının son rekatinin rükusundan başını kaldırınca semi'allâhu limen-
hamideh Rabbenâ ve leke'l-hamd dedikten sonra şöyle söylediğini işitmiştir: "Allahım
falancaya falancaya lânet et." Allah Teâlâ Hazretleri bunun üzerine şu meâldeki âyeti indirdi:
"(Kullarımın) işinden hiçbir şey sana ait değildir. (Allah) ya onların tevbesini kabul eder,
yahud onları, kendileri zâlim (kimse)ler oldukları için, azablandırır" (Al-i İmrân 128).
Buharî, Tefsîr, Âl-i İmrân 9, Megâzi 21, İ'tisâm 17; Tirmizî, Tefsîr Âl-i İmrân (3007);
Nesâî, İftitah 121, (2, 203).
2593 - Hasan Basri (rahimehullah) anlatıyor: "Ömer İbnu'l Hattab (radıyallâhu anh), halkı,
Übeyy İbnu Ka'b üzerinde topladı. O, bunlara ramazanda yirmi gece namaz kıldırdı. Bu
esnada (vitirlerde) sadece son yarıda kunüt yaptı, daha önce hiç kunüt yapmadı. Son on
kalınca cemaate gelmedi, teravihi evinde kıldı. Halk: "Übeyy (cemaatten) kaçtı" dedi."
Ebü Dâvud, Salât 340, (1428,1429).
2594 - Hasan İbnu Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bana vitirde okuduğum bir dua öğretti. Şöyle ki: "Allahım! Beni
hidayet verdiklerinden kıl, âfiyet verdiklerinden eyle, beni, işlerini üzerine aldıkların arasına
koy. (Ömür, mal, ilim, v.s.'den) verdiklerini hakkımda mübârek kıl. Vuküuna hükmettiğin
şerlerden beni koru. Sen dilediğin hükmü verirsin, kimse seni mahkum edemez. Sen kimin
işini üzerine aldıysan o zelîl olmaz. Rabbimiz! Sen münezzehsin, muallâsın."
Ebü Dâvud, Salât 340, (1425,1426); Tirmizî, Salat 341, (464); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl, 51, (3,
248).
2595 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) vitrinin
sonunda şunu okurdu: "Allahım! Senin gadabından rızana sığınırım, cezandan affına
sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana (layık olduğun) senayı saymaya gücüm yetmez. Sen,
kendini sena ettiğin gibisin."
Ebü Dâvud, Salât 340, (1427); Tirmizî, Da'avât 123, (3561); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 51, (3,
248-249).
2596 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) demiştir ki: "En efdal namaz, kunütu uzun olandır."
Müslim, Musâfirîn 164, (756); Tirmizî, Salât 285, (387).
TEŞEHHÜD
2597 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana,
avucum avuçlarının içinde olduğu halde, Kur'ân'dan süre öğretir gibi teşehhüd'ü öğretti."
"Tahiyyât, tayyibât ve salavat Allah içindir. Ey Nebi, selam, AIlah'ın rahmet ve bereketleri
senin üzerine olsun. Selam bizim üzerimize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine de olsun. Şehadet
ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, yine şehadet ederim ki Muhammed AIIah'ın
Resüludür."
Bir rivayette "Allah'ın sâlih kulları" ibaresinden sonra şöyle denmişftir: "Siz bu teşehhüdü
yaptınız mı semâ ve arzdaki bütün sâlih kullara selam vermiş olursunuz."
2598 - Bir diğer rivayette: "(Teşehhüdden) sonra dilediği senayı yapmakta muhayyerdir"
denmiştir.
2599 - Ebü Dâvud'un bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Şehadet ederim ki, Muhammed O'nun
kulu ve elçisidir" (dersiniz). Sonra her biriniz hoşuna giden duâyı seçip onunla duâ etsin."
2600 - Ebü Dâvud'un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "...bize onları öğretirdi veya şu
duâları bize teşehhüdü öğrettiği gibi öğretirdi:
"Allah'ım! Kalplerimizi birleştir, aramızdaki geçimsizliği düzelt. Bizi selâmet yollarına
sevket, zulümâttan nüra kavuştur. Bizi, çirkinliklerin açık ve gizli olanlarından uzak tut.
Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi, zevcelerimizi ve çocuklarımızı hakkımızda mübârek
ve hayırlı kıl. Tevbelerimizi kabul et, sen rahimsin, tevbeleri kabul edersin. Bizleri verdiğin
nimetlere şâkir, onlarla senâ edici, onları kabul edici kıl, onları (ağirette de nasib ederek)
hakkımızda tamamla."
2601 - Yine Ebü Dâvud'un bir diğer rivayetinde: "Şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın
elçisidir" cümlesinden sonra şöyle denir: "Bunu söyledin veya şehadeti ifa ettin mi, namazını
ifa ettin demektir. Kalkmak istersen kalk, oturmak istersen otur."
2602 - Nesâi nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'la
namaz kılınca: "Selam Allah'ın üzerine, selam Cibrîl ve Mikâil üzerine olsun" derdik.
Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Selam Allah'ın üzerine olsun demeyin. Zîra Allah selam'ın kendisidir. Ancak şöyle deyin:
"Tahiyyât. . . Allah içindir. . . "
Buhârî, Ezân 148,150, el-Amel fi's-Salât 4, İstizân 3, 28, Da'avât 17, Tevhid 5; Müslim, Salât
55-61, (402-403); Ebü Dâvud, Salât 182, (968-969); Tirmizî, Salât 215, (289); Nesâî, İftitah
189, (2, 237).
2603 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize,
Kur'ân'dan süre öğrettiği gibi teşehhüdü öğretirdi. Şöyle derdi: "Tahiyyât, mübârekât, salavât,
tayyibât AIIah içindir. Ey Nebi selam, AIIah'ın rahmet ve bereketi sana olsun. Selam bize,
Allah'ın sâlih kullarına olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, şehadet ederim
ki Muhammed AIIah'ın Resülüdür."
2604 - Tirmizî'de şöyle gelmiştir: "...Selam sana olsun, selam bize olsun." Yani her iki
"selam" kelimesi de elif lamsızdır."
Müslim, Salât 60, (403); Ebü Dâvud, Salât 182, (974); Tirmizî, Salât 216, (290); Nesâî, İftitah
193, (2, 242-243).
2605 - Ebü Müsa (radıyallâhu anh)'dan Nesâî'nin yaptığı bir rivayette şöyle gelmiştir:
"..Şehadet ederim ki AIIah'tan başka ilah yoktur, tektir, şeriki yoktur. Muhammed'de O'nun
kulu ve Resûlüdür."
Nesai, İftitah 192, (2, 242).
2606 - Yine Nesâî'de Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den gelen bir rivayette şöyle denmiştir:
"Teşehhüdü, Kur'an'dan bir sureyi öğrendiğimiz gibi öğrendik. Şöyle ki: "Bismillah ve billah
ettahiyyâtu.. "
Bu rivayette, abduhu ve resülühü ibaresinden sonra şu ziyade mevcuttur: "Es-eIu'I-Iâhe'I-
cennete ve e'üzü bihi mine'n-nâri. (AIIah'tan cenneti istiyor, ateşten O'na sığınıyorum."
Nesâî, İftitah 194, (2, 243).
2607 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan teşehhüd
olarak şunu rivayet etmiştir: "et-Tahiyyâtu IiIIâhi vessalavâtu ve't-tayyibatu. es-Selamu
aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi."
İbnu Ömer der ki: "Ben buna şunu ilave ettim: "Ve berekâtuhu es-Selâmu aleyna ve aIâ
ibâdillâhis-SaIihin. Eşhedü en Lâ-ilâhe illallah..."
İbnu Ömer der ki: "Ben buna şunu ilave ettim: "Vahdehu Ia-şerîke Iehu ve eşhedü enne
Muhammeden abduhu ve Resülühu."
Ebü Dâvud, Salât 182, (971).
2608 - Muvatta'da Şöyle gelmiştir: "(Nâfi der ki:) "İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) şöyle
teşehhüd okurdu: "BismiIlâhi, et-tahiyyâtu lil-lahi, ve'ssalavâtu lillâhi, ez-Zâkiyâtu lillâhi, es-
Selâmu aIe'n-Nebiyyi ve Rahmetullahi ve berekâtuhu, es-Selâmu aleynâ ve ala ibâdillâhi's-
Sâlihîn, Şehidtü en Iâ-ilâhe illallâhu ve şehidtü enne Muhammeden ResüIullâhi."
Bunu ilk iki rek'at(in ka'desin)de okur ve teşehhüdünü tamamlayınca duâ ederdi. Namazın
sonunda oturunca da yine böyle teşehhüdde bulunur ve teşehhüd'ü öne alırdı. Sonra dilediği
duâyı okuyarak duâ ederdi. Teşehhüdünü tamamlayıp selamı vermek isteyince şöyle derdi:
"Es-selâmu ale'n, Nebiyyi ve rahmetullâhi ve berekâtuhu es-selâmu aleynâ ve aIâ ibadillâhi's-
salihîn."
Sonra sağına, es-selâmu aleyküm derdi. Sonra mukâbeleten imama selam verirdi. Solundan
biri kendisine selam verirse mukâbeleten ona da selam verirdi."
Rezîn şunu ilave etti: "Ve dedi ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle yapmayı
emretti."
Muvatta, Salât 54, (1, 91); Ebu Dâvud, Salşt 182, (971).
2609 - İmam Malik'in, Kâsım, İbnu Muhammed'den yaptığı diğer bir riyayette şöyle gelmiştir:
"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) teşehhüdde iken şunu okurdu: "Et-Tahiyyatu et-tayyibatu es-
Salavâtü, ez-zakiyâtu lillâhi, eşhedu en la ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke lehu ve enne
Muhammeden abduhü ve Resülühü. Esselâmu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullâhi ve
berekâtuhu, esselamu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, esellâmu aleyküm."
Muvatta, Salat 55, (1, 91-92).
2610 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh)'dan yapılan rivayete göre şunu demiştir: "Teşehhüd'ün
sessiz okunması sünnettir."
Ebü Dâvud, Salât 185, (986); Tirmizî, Salât 217, (291).
KA'DE (OTURMA)
2611 - AIi İbnu Abdirrahmân el-Mu'âvî (rahimehullah) anlatıyor: "Ben namazda çakıl
taşlarını kurcalarken İbnu Ömer (radıyallâhu anh) beni gördü. Namazdan çıkınca beni bundan
nehyetti ve:
"Sen de Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığı gibi yap!" dedi. Ben:
"Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) ne yapmıştı?" diye sordum. Ben:
"Namazda oturduğu zaman, efendimiz sağ avucunu sağ dizinin üzerine koyarak, bütün
parmaklarını yumar, başparmağını takip eden parmağıyla da işarette bulunurdu. Sol avucunu
da sol uyluğunun üstüne koyardı."
2612 - Nâfi'nin İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'den yaptığı bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "...Sol eli de sol dizinin üstüne açmış olarak: koydu."
2613 - Yine İbnu Ömer'den bir başka rivayet şöyledir: "Sağ elini sağ; dizi üzerine koydu.
Elliüç akdi yapıp şehadet parmağıyla işarette bulundu."
2614 - Nesâî'nin Ali İbnu Abdirrahmân'dan kaydettiği bir rivayette der ki: "İbnu Ömer
(radıyallâhu anhümâ)'nın yanında namaz kıldım ve namazda çakılları alt üst ettim. Bana:
"Çakılları alt üst etme. Zîra çakılların çevrilmesi şeytan işidir. Sen de Resülullah'ın yaptığı
gibi yap. Ben O'nun ne yaptığını gördüm" dedi. Ben:
"Resülullah'ın ne yaptığını gördün?" diye sordum.
"Şöyle' dedi ve sağ ayağını dikti, solunu yatırdı. Sağ elini sağ uyluğu üzerine, sol elini de sol
uyluğu üzerine koydu. Şehadet parmağıyla da işaret etti."
Bir diğer rivayette şöyle denmiştir: "Baş parmağı takip eden parmağı ile kıbleye işaret etti,
nazarlarını da ona dikti."
Müslim, Mesâcid 114-116, (580); Muvatta, Salât 48, (1, 88); Ebü Dâvud, Salât 186, (987);
Tirmizî, Salât 220, (294); Nesâî, İftitah 189, (2, 237), Sehv 32-35, (3, 36-38).
2615 - İbnuz-Zübeyr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazda oturunca, sol ayağını (sağ) uyluğunun ve bacağının altına koyar, sağ ayağını da yere
döşerdi."
2616 - Yine İbnu'z-Zübeyr (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (namazda oturur vaziyette iken), duâ edince, hareket ettirmeksizin parmağıyla
işaret yapar, bu vaziyette duâ (teşehhüd) okurdu. Sol eliyle de sol uyluğunun üzerine
dayanırdı."
Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Gözü de işaretinden ayrılmazdı."
Ebü Dâvud, Salât 186, (988, 989, 990); Nesâî, İftitah 189, (2, 237); Sehv 35, 39, (3, 37, 39).
2617 - Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sol
ayağını yere yaydı, elini sol uyluğunun üzerine koydu, sağ ayağını da dikti."
Nesâî'nin bir rivayetinde: "Kollarını, uyluklarının üzerine koydu. Şehadet parmağıyla işaret
ederek duâ ediyordu (teşehhüdü okuyordu)."
Tirmizî, Salât 218, (292); Nesâî, Sehv 30, (3, 35).
2618 - Ebü Ya'für (radıyallâhu anh) diyor ki: "Mus'ab İbnu Sa'd İbnu Ebî Vakkâs'ın şöyle
söylediğini işittim: "Babamın yanında namaz kılmış, namazda avuçlarımı iç içe kavuşturup
uyluklarımın arasına koymuştum. Babam bu tarzdan beni men' etti ve:
"Biz de bir ara böyle yapmıştık. Ondan nehyedildik ve ellerimizi dizlerimizin üzerine
koymakla emrolunduk" dedi."
Buhârî, Ezân 118; Müslim, Mesâcid 29, (535); Ebü Dâvud, Salât 150, (867); Nesâî, İftitah 91,
(2,185).
2619 - Âsım İbnu Küleyb el-şermî an ebihi an ceddihî -ki ismi de Şihâb İbnu'l-Mecnün'dur-
der ki: "Resülullah (aleyhissalatu vesseIam)'ın huzuruna girdim, namaz kılıyordu. Sol elini sol
uyluğunun üzerine koymuş, sağ elini de sağ uyluğunun üzerine koymuş idi. (Sağ elin)
parmakları hep yumuk, sadece işaret parmağı açıktı. Şöyle duâ ediyordu:
"Ey kalbleri döndüren Allah'ım, kaIbimi dînin üzerine sabit kıl."
Tirmizi, Da'avât 135, (3581).
2620 - Ebü Humeyd es-Sâidî'den yine Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denir: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselâm) teşehhüd için oturdu, sol ayağını yayıp sağ göğsünü kıbleye
çevirdi..."
Tirmizî, Salât 219, (293). 6
2621 - Nesâi deki rivayette şu ziyade var: "Namazın sona erdiği rek'atte sol ayağını geride
bırakmış ve uyluk kemiğine dayanarak oturmuş, sonra da selam vermişti."
Yine Nesâi'nin bir diğer rivayetinde şu ziyade var: "Şehadet parmağını kaldırmış ve onu hafif
eğmiş (vaziyette teşehhüdü okuyordu)."
Nesâî, Sehv 29, 38, (3, 34, 39).
2622 - Abdullah İbnu Abdillah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İbnu Ömer
namazda oturunca bağdaş kurardı. Aynı şeyi ben de yaptım. O sırada yaşım gençti. Beni
bundan nehyetti. Ve dedi ki:
"Namazın sünneti sağ ayağını dikmen, solu da bükmendir." Ben kendisine:
"Ama sen bunu yapıyorsun!" dedim. Bunun üzerine:
"Ayaklarım beni taşımıyor" diye açıklamada bulundu."
2623 - Nesai'nin rivayetinde şöyle denmiştir: ". . (Namazın sünneti) sağ ayağını dikmen,
parmaklarını kıbleye yöneltmen ve sol (ayak) üzerine de oturmandır.
Buhârî, Ezân 145; Muvatta, Salât 51, (89, 90); Nesâî, İftitah 189, 190, (2, 235, 236). Metin
Buhârî'ye aittir.
2624 - Tavus (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'a (namaz'da) iki
ayak üzerine ik'â hakkında sordum.
"Bu sünnettir" dedi. Kendisine
"Biz bunu erkeğe eziyet görüyoruz!" dedik. O tekrar:
"Bilakis, o, Peygamberiniz (aleyhissalâtu vesselâm)'in sünnetidir!"
dedi."
Müslim, Mesâcid 32, (536); Ebü Dâvud, Salât 143, (845); Tirmizî, Salât 210, (283). Metin
Müslim'e aittir.
Ebü Dâvud'da, "iki ayak üzerine" tabirinden sonra "secdede" ziyadesi mevcuttur.
2625 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ilk iki
rek'atte oturunca, (çabuk) kalkmak için sanki kızgın taş üzerine oturmuş gibiydi."
Ebü Dâvud, Salât 188, (995); Tirmizî, Salât 270, (366); Nesâî, İftitah 195, (2, 243).
SELAM
2626 - Amir İbnu Sa'd, babasından (radıyallâhu anh) naklediyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) (namazını tamamlayınca) sağına ve soluna selam verirdi, öyle ki ben (geride
olduğum halde) yanağının beyazlığını görürdüm."
Müslim, Mesâcid 119, (582); Nesâî, Sehiv 68, (3, 61).
2627 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) (namazı
bitince) sağına ve soluna selam verir, şöyle derdi: "Esselâmu aleyküm ve rahmetullah, es-
selâmu aleyküm ve rahmetullah."
Ebü Dâvud, Salât 189, (996); Tirınizî, Salât 221, (295); Nesâî, Sehiv 71, (3, 63).
Ebü Davud'da "soluna" tabirinden sonra şu ziyade yer alır: "...Öyle ki yanağının beyazını
gördük."
Nesâi de ise şu ziyade vardır: "...Öyle ki, şu taraftan yanağının beyazlığını görürdük."
2628 - Ebü Dâvud'un Vâil İbnu Hucr (radıyallâhu anh)'dan yaptığı bir diğer rivayette şöyle
gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağına, "esselâmu aleyküm ve rahmetullah ve
berekâtuhu" diyerek, soluna da "es-selamu aleyküm ve rahmetullah" diyerek selam verirdi."
Yine Ebü Dâvud'da Semüre İbnu Cündeb'ten gelen bir rivayette:
"...sonra imamınıza ve kendinize selam verin" buyurulmuştur."
Ebü Dâvud, Salât 189, (997), 182, (875).
2629 - Câbir İbnu Semüre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile beraber namaz kılınca, ellerimizle (işaret ederek): "Esselâmu aleyküm ve
rahmetullâhi" demiştik -ve eliyle de iki tarafına işaret etti. -Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunun üzerine:
"Ellerinizle neye işaret ediyorsunuz? Niye ellerinizi hırçın atların kuyruğu gibi (kıpırdak)
görüyorum? Namazda sakin olun. Herbirinizin ellerini dizlerine koyup, sonra sağındaki ve
solundaki kardeşine selam vermesi yeterlidir"
Müslim, Salât 119, (430); Ebü Dâvud, Salât 189, (998, 999, 1000); Nesaî, Sehiv 5, (3, 4, 5).
2630 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam
verince: "Allahümme ente's-selâm ve minke's-selâm. Tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm"
diyecek kadar otururdu."
Bu cümlenin mânası: "Ey Allah'ım! Sen selamsın (her çeşit ayıp, kusur ve âfetlerden uzaksın).
İnsanların mazhar olduğu selâmet sendendir. Ey Celâl ve ikram sahibi Rabbimiz! Senin şânın
yücedir" demektir."
Müslim, Mesâcid 136, (592); Tirmizî, Salât 224, (298).
2631 - Semüre İbnu Cündeb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
imamın selamına selamla mukâbele etmemizi, birbirimizi sevmemizi, birbirimize selam
vermemizi emretti."
Ebü Davud, Salât 190, (1001).
NAMAZIN EVSAFINI BİLDİREN BAZI HADİSLER
2632 - Ebü Humeyd es-Saidî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kendisi, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselam)'ın Ashâbından on kişilik bir grupla oturuyor idi. Resülullah'ın namazını zikrettiler.
Bunun üzerine:
"Ben içinizde Aleyhissalâtu vesselâm'ın namazını en iyi bilen kimseyim!" "Nasıl olur. Allah'a
yemin olsun, sen O'na bizden daha çok tâbi olmuş bizden önce onun sohbetine katılmış
değilsin!" dediler. O:
"Herşeye rağmen!" deyip (ısrar edince):
"Peki (Efendimizin nasıl namaz kıldığını) arzet görelim" dediler. 0 da anlattı:
"Aleyhissalâtu vesselâm, namaza kalkınca kollarını omuzları hizasına kadar kaldırırdı. Bütün
kemikleri mütedil şekilde yerlerinde istikrarını bulunca tekbir getirir, sonra kırâatte bulunur,
sonra tekrar tekbir getirir, ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır, sonra rüküya gider ve el
ayalarını dizlerinin üzerine koyar, sonra o durumda mütedil bir vaziyet alır, başını ne aşağı
kırar ne de yukarı kaldırır, sonra başını kaldırıp:
"Semi'allâhu li-men hamideh (Allah kendisine hamdedeni işitir)!" der, sonra ellerini tekrar
omuzlarının hizasına kadar mutedil şekilde kaldırır, sonra: "Allahu ekber!" deyip yere eğilir,
ellerini yanlarına açar, sonra başını kaldırır, sol ayağını büker, üzerine oturur, secde edince
ayaklarının parmaklarını açar, sonra secde eder, sonra: "Allahu ekber!" der, başını kaldırır, sol
ayağını büker, her kemik yerine gelinceye kadar sol ayağının üzerine oturur. Sonra aynı
şeyleri diğer (rek'at)de yapardı.
Sonra iki rek'ati (tamamlayıp) kalkınca, iftitah tekbirinde olduğu gibi tekbir getirir, ellerini
omuzlarının hizasına kadar kaldırır. Sonra aynı şeyleri namazın geri kalan kısmında da
yapardı.
Selam vereceği son rek'atin secdesi olunca sol ayağını (mak'adının altından sağ tarafına)
çıkarır ve sol tarafı üzerine yere çökerek otururdu."
(Onun bu açıklamasını dinleyince yanındakiler:) "Doğru söyledin,) Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) böyle namaz kılardı!" dediler."
Ebü Davud, Salât 117, (730-735); Tirmizî, Salât 227, (304, 305). Hadis Buhârî'de muhtasar
olarak gelmiştir. Ezân 145).
2633 - Rifâa İbnu Râfi' (radıyallâhu anh) anlatıyor:"Biz mescidde iken bedevî kılıklı bir adam
çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde (yani rükunleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı.
Sonra namazı tamamlayıp Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a selam verdi: Efendimiz:
"Üzerine olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!" buyurdu. Adam döndü (tekrar)
namaz kılıp geldi, Resülullah'a selam verdi. Aleyhissalâtu vesselâm selamına mukabele etti
ve:
"Dön namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!" dedi. Adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi
yaptı, her seferinde Aleyhissalâtu vesselâm:
"Dön namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!" dedi. Halk korktu ve namazı hafif kılan kimsenin
namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi.
Adam sonuncu sefer:
"Ben bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret!"
dedi. Aleyhissalatu vesselâm:
"Tamam. Namaza kalkınca önce AIIah'ın sana emrettiği şekilde abdest aI. Sonra (ezan
okuyarak) şehadet getir. İkâmet getir (namaza dur). Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa
AIIah'a hamdet, tekbir getir, tehlîl getir, sonra rükuya git. Rükü halinde itmi'nâna er (âzâların
rüküda mütedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidâle er, sonra
secdeye git ve secde halinde itidale er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra
kalk.
İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel (kılmış olursun). (Bundan bir şey) eksik
bırakırsan namazını eksilttin demektir."
Râvi der ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sonuncu sözü Ashâb'a önceki: (Dön,
namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay (ve rahatlatıcı) oldu. Zîra (bu söze
göre), sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında eksiklik oluyor ve fakat tamamı
hebâ olmuyordu."
Tirmizî, Salat 226, (302); Ebü Dâvud, Salât 148, (857-861); Nesâî, İftitah 105, (2,193),167,
(2, 225).
2634 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Namazın anahtarı temizliktir. (Namaz dışı şeylerle meşguliyeti) haram kılan şey iftitah
tekbiridir, (namaz dışı meşguliyeti) helal kılan şey (de sondaki) selamdır."
Ebü Dâvud, Tahâret 31, (61); Tirmizî, Tahâret 3, (3).
NAMAZIN UZUNLUĞU VE KISALIĞI HAKKINDA
2635 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın öğle ve
ikindi namazındaki kıyamlarını(n uzunluğunu tahmin ve) takdir ederdik. Öğledeki ilk iki
rek'atin uzunluğunu Elif lâm-mîm Tenzîlü's-Secde süresi(ni okuyacak) kadar tahmin ettik.
Sonra iki rek'atin uzunluğunu da bunun yarısı kadar takdir ettik.
İkindinin ilk iki rek'atinin kıyamının uzunluğunu, öğlenin son iki rek'atinin uzunluğu kadar
takdir ettik. İkindinin son iki rek'atinin uzunluğunu da bunun yarısı kadar."
Müslim, Salât 156, (452); Ebü Dâvud, Salât 130, (804); Nesâî, Salât 16, (1, 237).
2636 - Yine Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Öğle namazı başlardı, bu anda bir kimse
Baki'ye gider, ihtiyacını görür, sonra abdest alır, gelir ve uzunluğu sebebiyle Resulullah'ın
birinci rek'atine yetişirdi."
Müslim, Salat 161, (454); Nesai, İftitah 56, (2, 164).
2637 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gece Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte namaz kıldım. Öylesine namazı uzattı ki, içimden çirkin bir şey yapmak geçti.
"Ne yapmak istemiştin?" diye sordular. Dedi ki:
"Oturup O (aleyhissalâtu vesselâm)'nu terketmeyi düşündüm."
Buhârî, Teheccüd 9; Müslim, Müsâfirîn 204, (773).
2638 - Fadl İbnu'l-Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek'atte bir teşehhüd vardır.
Namazda huşü duyulur (tazarrüda bulunulur), temeskün (tezellül) izhâr edilir. Ellerini
kaldırırsın." Şöyle de dedi: "Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır;
isteklerini (ısrarla tekrarla söyleyerek) istersin:
"Ya Rabbi! ya Rabbi! ya Rabbi!.." Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir."
Tirmizî, Salât 283, (385).
2639 - Ammâr İbnu Yâsir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kişi vardır, namazını kılar bitirir de, kendisine namazın sevabının onda biri
yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri,
üçte biri yarısı yazılır."
Ebü Dâvud, Salât 128, (796).
HADESTEN TAHARET
2640 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "AIIah temizlik olmayan namazı kabul etmez, hıyânetle kazanılan paradan
verilen sadakayı da kabul etmez."
Müslim, Tahâret 1, (224); Tirmizî, Tahâret 1, (1).
2641 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "AIIah, sizlerin namazını hades vâki olunca yeniden abdest almadıkça kabul
etmez."
Ebü Dâvud, Taharet 31, (60); Tirmizî, Tahâret 56, (76).
2642 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Abdesti olmayanın namazı da yoktur. Üzerine besmele çekmeyenin abdesti
yoktur."
Ebü Dâvud, Tahâret 48, (101,102); İbnu Mâce, Tahâret 41, (399); Tirmizî, Tahâret 20, 25.
2643 - Hz. Enes (radıyallâhu anh), Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın her namaz için
abdest aldığını söylemişti, kendisine:
"Siz nasıl yapıyordunuz?" diye soruldu. Şu cevabı verdi:
"Aldığımız abdest bozuluncaya kadar bize yetiyordu."
Buhârä, vudü 54; Ebu Dâvud, Taharet 66, (171); Tirmizi, Taharet 44, (58, 60); Nesai, Taharet
101, (1, 85).
2644 - Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) Fetih günü
bütün namazları tek abdestle kıldı. Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallâhu anh) kendisine:
"Ey Allah'ın Resülü, bugün Şimdiye kadar hiç yapmadığın şeyi yapmış olmalısın?" demişti,
şu cevapta bulundu:
"Ey Ömer, bunu bilerek yaptım."
Müslim, Tahâret 86, (277); Ebu Dâvud, Tahâret 66, (172); Tirmizî, Tahâret 45, (61); Nesâî,
Tahâret 101, (1, 86).
2645 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: Namaz kılarken kimin abdesti kozulacak olursa hemen namazdan çıksın. Eğer cemaatle
kılınan bir namazda ise burnunu tutarak ayrılsın."
Ebü Dâvud, Salât 236, (1114).
Burnunu tutmasını emretmesi, cemaate burnu kanamış zannını vermek içindir. Bu davranış,
avretin örtülmesi ve kabîhin gizlenmesi hususunda bir nevî edebe riayettir.
2646 - İmam Mâlik merhuma ulaştığına göre, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) namazda iken
burnu kanardı, o da çıkar burnunun kanını yıkar, geri döner ve önceki kıldığı namazını
(kaldığı yerden) tamamlardı."
Yine Muvafta'nın İbnu'l-Müseyyeb'den kaydettiği bunun aynısı olan bir başka rivayet daha
vardır."
Muvatta, Tahâret 74, (1, 38).
2647 - İbnu Amr İbnu'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir kimse son rek'atte oturmuşken daha selam vermeden hades vâki
olsa namazı caizdir."
Tirmizî, Salât 300, (408).
ELBİSE TEMİZLİĞİ
2648 - Hz. Mu'âviye (radıyallâhu anh)'nin dediğine göre, Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zevce-i pâkleri Ümmü Habîbe'ye -ki kızkardeşidir- sormuştur:
"Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), içerisinde kendisiyle temasta bulunduğu elbise sırtında
olduğu halde namaz kılar mıydı?" Ümmü Habîbe (radıyallâhu anhâ) şu cevabı vermiştir:
"Evet, yeter ki elbisede bir ezâ (meni bulaşığı) görmemiş olsun!"
Ebü Dâvud, Tahâret 133, (366); Nesâî, Tahâret 186, (1, 155); Buhârî, Salât 2, Buhârî, bâb
başlığı (tercüme) olarak kaydeder.
2649 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm), bizim
(kadınların) çamaşırları içerisinde namaz kılmazdı."
Ebu Dâvud, Tahâret 134, (368); Tirmizî, Salat 420, (600); Nesâî, Zänet 116, (8, 217).
2650 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ)'in anlattığına göre, cünübken içinde terlediği elbise
sırtında olduğu halde namaz kılardı."
Muvatta, Tahâret 87, (1, 52).
2651 - Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbiyle
namaz kılarken âniden nalınlarını çıkarıp sol tarafına koydu. Bunu gören cemaat de derhal
nalınlarını attılar. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı tamamlayınca:
"NaIınIarınızı niye attınız?" diye sordu.
"Seni nalınlarını atarken gördük, biz de kendi nalınlarımızı attık!" cevabını verdiler.
"Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip pislik olduğunu haber verdi (onun için attım). Öyleyse
sizler mescide gelirken dikkat edin, nalınlarınızda bir pislik (kazurat) -veya eza demişti-
görürseniz onu silin; o, ayağınızda olduğu halde namazınızı kılın."
Ebü Dâvud, Salât 89, (650).
SETRÜ'L-AVRET
2652 - Behz İbnu Hakîm (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Bir gün Hz. Peygamber'e sorarak)
dedim ki:
"Ey Allah'ın Resülü! Hangi avretimizi açıp, hangi avretimizi örtelim?"
"Zevcen ve sağ elinin sahip oldukIarı dışında herkese karşı avretini koru!" cevabını verdi. Ben
tekrar:
"Ey Allah'ın Resülü, erkekle olursa?" dedim,
"Gücün yeterse avretini kimseye gösterme!" dedi.
"Kişi tek başına olursa?" dedim.
"Kendisine karşı haya edilmeye Allah daha lâyıktır" dedi."
Ebü Dâvud, Hamâm 3, (4017); Tirmizî, Edeb 22, ,(2770), 39, (2795); İbnu Mâce, Nikâh 28,
(1920).
2653 - Ebü Saîd el'Hudrî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir erkek başka bir erkeğin avretine bakmasın, kadın da kadının avretine. Bir
erkek aynı örtünün içinde bir başka erkeğe sokulmasın. Kadın da aynı örtünün içinde bir
başka kadına sokulmasın."
Müslim, Hayz 74, (338); Ebü Dâvud, Hamâm 3, (4018); Tirmizî, Edeb 39, (2794).
2654 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Çıplaklıktan sakının! Zîra sizin yanınızda sadece helâya girdiğiniz zaman ve
erkek hanımına sokulunca ayrılan melekler var. Onlardan utanın ve onlara karşı saygılı olun."
Tirmizî, Edeb 42, (2801).
2655 - Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah
(aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Sizden biri cariyesini veya kölesini veya ücretlisini
evlendirdi mi, artık onun avretine bakmasın."
Ebü Dâvud, Libâs 37, (4113, 4114).
2656 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissulatu vesselâm) bana: "Ey
Ali, dizini çıkarma, ne canlı, ne ölü, başkasının dizine de bakma" buyurdu."
Ebü Dâvud, Cenâiz 32, (3140).
2657 - İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)
uyluğu avret addetti."
Tirmizî, Edeb 40, (2798).
2658 - Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Omuzunuzu da örtmeyen -veya şöyle demişti bir parçası iki omuzunuzu da
örtmeyen- tek parçadan müteşekkil kumaş içerisinde kimse namaz kılmasın."
Buhârî, Salât 5; Müslim, Salât 277, (516); Ebü Dâvud, Salât 78, (626); Nesâî, Kıble 18, (2,
71).
2659 - Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim tek parçalı kumaş içerisinde namaz kılarsa onu iki omuzu arasında
çaprazlasın."
Buhâri, Salât 5; Ebu Dâvud, Salât 78, (627).
Ebü Dâvud'un metninde: "(Kumaşın) iki ucuyla omuzunda çapraz yapsın" denmiştir.
2660 - Yine Ebü Hüreyre'nin rivayeti de şöyle gelmiştir: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a tek bir kumaş içinde kılınacak namazdan sorulmuştu şu cevabı verdi:
"Hepinizin iki parçası var mı?"
Buhârî, Salât 4, 9; Müslim, Salât 275, (515); Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 30, (1,140); Ebü
Dâvud, Salât 78, (625); Nesâî, Kıble 14, (2, 69-70).
2661 - Ömer İbnu Ebî Seleme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) tek parça kumaşa sarınmış olarak namaz kıldı. İki ucu omuzlardan çaprazlama
geçmişti."
Buhârî, Salât 4; Müslim, Salât 279, (517); Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 29, (1, 140); Ebü Dâvud,
Salât 78, (628); Tirmizî, Salât 254, (339); Nesâî, Kıble 14, (2, 70).
2662 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Allah hayız görenin (kadının) namazını başörtüsüz kabul etmez."
Ebü Dâvud, Salat 85, (641); Tirmizî, Salât 277, (377).
2663 - Ubeydullah İbnu'I-Esved el-Havlânî -ki Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)'ın zevce-i
pâkleri Meymüne (radıyallahu anhâ)'nin terbiyesinde idi anlatıyor: "Meymüne (radıyallâhu
anhâ) üzerinde izar olmaksızın tek entari (dır') ile başörtüsü giyinmiş olduğu halde namaz
kılardı."
Muvatta, Salâtu'l-Cema'a 37, (1,142).
2664 - Muhammed İbnu Zeyd, İbnu Kunfuz'un annesinden yaptığı nakle göre, annesi Ümmü
Seleme (radıyallâhu anhâ)'ye "Kadın, hangi giysiler içerisinde namaz kılmalı?" diye
sormuştur. 0 da;
"Başörtüsü ve ayağın üzerini örtecek kadar uzun entari içerisinde!" diye Cevap vermiştir."
Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 36, (1,142); Ebü Dâvud, Salât 84, (639, 640).
2665 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), üzerinde
çizgiler olan hamîsa kumaşı üzerinde namaz kılmıştı. (Namazdan sonra) çizgilere bir göz attı
ve:
"Bu hamisa'yı Ebü Cehm İbnu Huzeyfe'ye götürün, onun enbicâniye'sini getirin. Zîra bu beni
az önce namazda meşgul etti" buyurdu."
Buhârî Salât 14, Ezân 93, Libâs 19; Müslim, Mesâcid 61, (556); Muvatta, Salât 67, (1,
97, 98); Ebü Dâvud, Salât 167, (914), Libâs 11; Nesâî, Kıble 20, (2, 72).
2666 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
ipekten mamul bir kaftan hediye edildi. Kaftanı giyip içinde namaz kıldı. Sonra namazdan
ayrılıp hemen kaftanı şiddetle çıkarıp attı, sanki kaftandan gayr-ı memnundu:
"Bu, muttakîlere muvafık düşmüyor!" dedi."
Nesâî, Kıble 19, (2, 72); Buhâri, bu ma'nâda bir rivayette bulunmuştur. Salât,16, Libâs 12;
Müslim, Libâs 23, (2075).
2667 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) demiştir ki: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) bir ucu
beni örtmekte olan bir kumaşın diğer ucuyla örtünerek, içinde namaz kıldı."
Ebu Dâvud, Salât 80, (631).
NAMAZ KILINAN YERLER
2668 - Hz. Enes (radıyallâhu anh)'in anlattığına göre, büyükannesi Müleyke (radıyallâhu
anhâ) hazırladığı bir yemeğe Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı davet etti. (Efendimiz şeref
vererek) yemekten yediler. Sonra:
"Kalkın size namaz kıldırayım!" buyurdular. Enes (radıyallâhu anh) der ki:
"Ben uzun müddettir kullanılmaktan kararmış olan hasırımızı getirdim, üzerine su çiledim.
Aleyhissalâtu vesselâm üzerinde namaza durdu. Ben ve yetim, arkasında saf yaptık, yaşlı
(annem) de bizim arkamızda durdu. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize iki rek'at (nafile
namaz) kıdırıp, sonra ayrıldı."
Buhârî, Salât 20, Ezân 78, 161, 164, Teheccüd 25; Müslim, Mesâcid 266-268, (658-660);
Muvatta, Kasru's-Salât 31, (1, 153); Ebü Dâvud, Salât 71, (612, 658); Tirmizi, Salât 173,
(234); Nesâî, Mesâcid 43, (2, 56, 57); İmâmet 19, (2, 85-86).
2669 - Hz. Meymüne (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ben
hayızlı halde tam hizasında dururken, namaz kılardı. Secde ettiği vakit bazan elbisesi bana
değerdi. Humra üzerinde namaz kılardı."
Buhârî, Salât 21, 19, 107, Hayz 29; Müslim, Mesacid, 273, (513); Ebü Dâvud, Salât 91, (656);
Nesâî Mesâcid 44, (2, 57).
2670 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz çok sıcak günlerde Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la birlikte namaz kılardık. Biriniz alnını sıcak sebebiyle yere koyamayacak olsa,
giysisini serer onun üzerine secde ederdi.
Buhârî, Amel fis-Salât 9, Salat 23, Mevat 11; Müslim, Mesâcid 191, (620); Ebü Dâvud, Salât
93, (660); Tirmizî, Salât 411, (584); Nesai, İftitah 144, (2, 216); İbnu Mâce, İkâmetu's-Salât
64, (1033).
2671 - Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular ki:
"Koyun ağıllarında namaz kılın. Zîra koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında
namaz kılmayın, zîra onlar şeytanlardandır."
Ebü Dâvud, Salât 25, (493).
2672 - İbnu Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) yedi yerde
namaz kılmayı yasakladı: "Mezbele (çöplük), meczere (hayvan kesilen yer), makbere
(mezarlık), yol geçeği, hammâm, deve damı, Beytullâhi'l-Haram'ın damının üstü."
Tirmizî, Salât 255, (346).
2673 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)
şöyle dediler:
"Allah yahudilere ve hıristiyanlara lânet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescide
çevirdiler."
Buhârî, Salât 54; Müslim, Mesâcid 20, (530); Ebu Dâvud, Cenâiz 76; Nesâî, Cenâiz 106, (4,
95, 96).
Ebü Dâvud'un dışındaki bir rivayette Hz. Âişe'den şu ziyadeye yer verilmiştir: "Eğer bu
(endişe) olmasaydı, (Resülullah'ın) kabri açıkta bulundurulacaktı. Ancak mescid ittihaz
edilmesinden korkuldu."
2674 - Atâ İbnu Yesâr (rahimehullah) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
duâ buyurdular: "Allahım, kabrimi ibâdet edilen bir put kılma" (ve devamla dedi ki):
"Nebilerinin kabirlerini mescidler haline getiren bir kavme Allah'ın öfkesi artmıştır."
Muvatta, Kasru's-Salât 85, (1, 172).
2675 - Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), beni
mezarlıkta namaz kılmaktan menetti. Beni Bâbil toprağında da namaz kılmaktan menetti (ve
şöyle dedi:) "Zîra orası mel'undur."
Ebü Dâvud, Salât 24, (490).
Hattabî der ki: "Bu hadisin senedinde zayıflık olduğu söylenmiştir. Ben âlimlerden kimseyi
bilmem ki Bâbil toprağında namaz kılmayı yasaklamış olsun. Hadis(in Resülullah'a nisbeti)
sahih ise, bu yasak sadece, Hz. Ali'nin şahsıyla ilgilidir; böylece, onu Küfe'de maruz kaldığı
mihnete (sıkıntılı hadislere) karşı uyarmak istemiştir. (Malum olduğu üzere) Küfe, Bâbil
diyarındadır."
2676 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resüllullah (aleyhissalatu vesselâm)
bineğinin üzerinde iken yönü hangi istikâmette olursa olsun tesbih ediyor, (nafile namaz
kılıyor, rükü ve secde içinde) başıyla imada bulunuyordu. İbnu Ömer de böyle yapıyordu."
Buhârî, Taksirus-Salât 7, 8, 11, 12, Vitr 5, 6; Müslim, Müsâfırîn 39, (700); Muvatta, Kasru's-
Salât 22, (1,150,151); Ebü Dâvud, Salât 277, (1224,1225); Tirmizî, Salât 345, (472); Tefsir,
Bakara (2961); Nesâî, Kıble 23, (243, 244). Kıyâmu'l-Leyl 23, (3, 232).
2677 - Ebü Dâvud bir diğer rivayette şu ziyadeyi kaydeder: "Aleyhissalâtu vesselâm nafile
namaz kılmak isteyince, devesini kıbleye çevirir, sonra iftitah tekbiri getir(erek) namaza
başlar, sonra bineği nereye yöneltirse yöneltsin, namazını kılardı."
2678 - Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular: "Küre-i arz bana bir mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden her kim bir namaz
vaktine ulaştımı nerede olursa namazını kılstn."
Nesâî, Mesâcid 42, (2, 56).
2679 - İbrahim İbnu Yezîd et-Teymî (rahimehullah) anlatıyor: "Babamdan mescidin
avlusunun kenarında Kur'an öğreniyordum. Bu sırada secde âyeti okumuşsam babam hemen
secdeye kapanıyordu. Kendisine:
"Babacığım yolda niye secde ediyorsun?" diye sordum... Dedi ki: "Ben Ebü Zerr (radıyallahu
anh)'in şöyle söylediğini işittim: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yeryüzünde inşa
edilen ilk mescidin hangisi olduğunu sordum: "Mescid-i Haram" olduğunu söyledi. Ben:
"Sonra hangisi?" dedim, "Mescid-i Aksa!" diye cevap verdi. Ben: "İkisi arasında kaç yıl fark
var?" dedim. "Kırk yıl!" dedi ve ilave etti: "Arz sana (baştan ayağa) bir mesciddir, öyleyse
nerede namaz vaktine ulaşırsan namazını (orada) kıl, çünkü fazîlet ondadır (namaz vaktinin
girdiği ilk andadır)"
Buhârî, Enbiyâ 8, 40; Müslim, Mesâcid 2, (520); Nesâî, Mesâcid 3, (2, 32); İbnu Mâce,
İkâmet, Mesâcid 7, (753).
2680 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle
buyurdular:
"Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere çevirmeyin!"
Buhârî, Salât 52, Teheccüd 38; Müslim, Musâfirîn 208, (777); Ebü Dâvud, Salât 346, (1448);
Tirmizî, Salât 331, (451); Nesâî, Salâtu'l-Leyl 1, (3,197).
2681 - Müslim'in Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den kaydettiği bir rivayette Aleyhissalatu
vesselâm şöyle emretmiştir:
"Sizden kim namazını mescidde kılarsa namazından bir pay da evi için ayırsın. Zîra Allah,
evinde kılacağı namaz için dahi bir hayır takdir etmiştir.
Müslim, Müsâfirîn 210, (778).
2682 - Mu'âz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bağ
ve bahçelerde namaz kılmayı da müstehab (sevimli ve hoş) addederdi."
Tirmizî, Salat 249, (334).
NAMAZDA KONUŞMAMAK
2683 - Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, namaz kılarken konuşurduk. Öyle
ki herkes kendi yanındakine birşeyler söyleyebilirdi. Derken şu ayet nazil oldu: "Allah'ın
divanına tam huşü ve tâatle durun" (Bakara 238). Böylece süküt etmekle emrolunduk ve
konuşmaktan menedildik."
Buhârî, Amel fi's-Salât 2, Tefsir, Bakara 43; Müslim, Mesâcid 35, (539); Ebü Dâvud,178,
(949); Tirmizî, Salât 297 (405); Nesâî, Sehv 20.
2684 - İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a selam
verirdik, O da bize mukâbele ederdi. Necâşi'nin yanından döndüğümüz zaman O'na yine
(namazda) selam vermiştik, bize mukabeleten selam vermedi.
"Ey Alah'ın Resülü, dedik, biz sana vaktiyle namazda selam verirdik, sen de selamımızı
alırdın (şimdi niye almıyorsun)?" dedik. Bizi şöyle cevapladı:
"Namazda meşguliyet var!"
Buhârî, Amel fis's-Salât 2, 15, Fadilu'l-Ashâb 37, Müslim, Mesâcid 34, (538); Ebü
Dâvud,170, (923, 924); Nesâî, Sehv 20, (3, 19).
2685 - Mu'âviye¬İbnu'l-Hakem es-Sülemî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah
(aleyhissâltu vesselâm) ile birlikte namaz kılıyordum. Derken cemaatten bir Şahıs hapşırdı.
Ben:
" Yerhamükallah '' dedim. Cemaattekiler bana bed bed baktılar. Bunu üzerine (kızıp) :
" Vay başıma gelen, niye bana böyle bakıyorsunuz? '' dedim. Bu sefer ellerini dizlerine
vurarak beni susturmak istediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı bitirince (bana
iyi davrandı), annem babam O'na fedâ olsun, ben O 'ndan, ne önce ne de sonra, ondan daha iyi
öğreten bir muallim görmedim. Allah'a yemin olsun O beni ne azarladı ne dövdü, ne de betimi
yıktı; sadece:
"Namazda insan kelamından (dünyevi) bir söz münasib degildir, ona uygun olan söz, tesbîh,
tekbîr ve Kur'an kiraatıdır!" dedi. Ben:
"Ey Allah 'ın Resulû, dedim, ben cahiliyeden daha yeni çıkmış birisiyim. Allah bize İslâm'ı
lütfetti ama bizde öyleleri var ki, hâlâ kâhinlere geliyorlar, (bu hususta ne tavsiye edersiniz?) ''
dedim.
" Sen onlara gitme!'' buyurdu. Ben tekrar:
"Bizde (kuşun uçuşuna vs 'ye bakarak) uğursuzluk çıkaranlar da var?'' dedim. Cevaben :
"Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut olan bir (kuruntu)dur. Sakın onları (gayelerine
gitmekten) alıkoymasın!'' dedi. Ben:
"Bizde, kuma hatlar cizerek fala bakanlar da var? '' dedim. Şu açıklamayı yaptı:
"Peygamberlerden biri de (kuma) çizgi çizerdi. Kim çizgisini onun çizgisine uygun düşürürse
isabet eder!'' buyurdu. Ben:
"Benim bir câriyem vardı, Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyun otlatırdı. Bir gün öğrendim
ki bir kurt peyda olmuş ve sürüden bir koyun götürmüş. Ben bir insanoğluyum, herkes gibi
ben de öfkelenirim. (Bu hâdise yüzünden kızıp) câriyeye bir tokat askettim. (Râvi der ki: Bu
sözümü işitince) Resûlullah tokadımı fazla buldu, (yakıştıramadı).
"O halde onu âzad etmiyeyim mi?" dedim.
"Bana bir getir hele!'' dedi. Ben de câriyeyi ona getirdim. Ona :
"Allah nerde?" diye sordu. Cariye:
"Semâda!" diy cevap verdi. Bu sefer:
"Ben kimim?" diye sordu. O da:
"Sen Resûlullah'sın!'' diye cevap verdi. Bunun üzerine aleyhissalatu vesselam:
"Onu âzad et, çünkü mü'mine'dir" buyurdu."
Müslim, Mesâcid 33, (537); Ebu Dâvud, Salât 171, (930, 931 ); Nesâî Sehv 20, (3, 14-1 8).
2686 - Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namaza kalktı. Şunu okuduğunu işttik: "Senden Allah'a sığınırım. '' Sonra da üç kere: ''Seni
Allah'ın lânetiyle lânetliyorum'' dedi ve sanki bir şey yakalıyormuşcasına elini uzattı. Namazı
bitirince:
"Ey Allah 'ın Resûlü! dedik, senden bugün daha önce hiç söylemediğin bir şey işittik. Ayrıca
ellerini de açtığını gördük? şu cevabı verdi:
"Allah'ın düşmanı olan iblis, yüzüme koymak için ateşten bir alev getirdi. Ben de ona, üç kere
: " Eûzu billahi '' dedim. Sonra da: " Seni Allah'ın eksiksiz lanetiyle lânetliyorum'' dedim, geri
çekilmedi, üç kere tekrarladım. Sonunda onu yakalamak istedim. Vallahi kardeşim
Süleymân'ın duası olmasa idi, bağlı olarak sabaha erecek ve Medine'nin çocukları onunla
oynayacaklardı.''
Müslim, Mesâcid 40, (542); Nesâ, Sehv 19, (3,13).
BAŞKA MEŞGULİYETLERİ TERK
2687 - Mu'aykîb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a, musalli
'nin secde edeceği yerdeki toprağın düzlenmesinden sual edildi... "
2688 - Tirmiz î'nin bir rivayetinde hadis şöyledir : "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
namazda çakıllara dokunup (düzlemekten) sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Mutlaka yapmak zorunda isen bâri bir kere yap!"
Buharî, Amel fi's Salât 8; Müslim, Mesâcid 46, (545); Ebu Dâvud, Salât 175, (946); Tirmizî,
Salât 279, (3 80) ; Nesâî, Sehv 8, (3, 7).
2689 - Ebu 'Zerr (radıyallahu anh) 'den Dört İmam'ìn kaydettiği bir rivayette şöyle‚
buyrulmuştur: "Sizden kim namaza durursa, sakın çakıllara değmesin. Zira rahmet, ona
karşıdan gelir."
Muvatta, Kasru's-Salât 43, (1,157); Ebu Dâvud, Salât 175, (945) ; Tirmizî, Salât 279, (379);
Nesâî, Sehv 7, (3,6).
2690 - Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissâlatu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah, kula namazda sağa sola iltifat etmedikçe rahmetiyle yaklaşmaya devam
eder. İltifat etti mi ondan yüz çevirir. "
Ebu Dâvud, Salât 165, (909) ; Nesâî, Sehv 10, (3,7).
2691 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah'a namazda sağa sola bakmak (iltifat)
hususundan sordum. Şu cevabı verdi:
''Bu bir kapıp kaçırmadır. Şeytan kulun namazından kapar kaçırır.''
Buhârî, Ezân 93, Bed'ü'l-Halk 11; Ebu Dâvud, Salât l65, (910); Nesâî Sehv 10, (3,8). Bu
rivâyet Müslim'de bulunamamıştır.
2692 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "İnsanlara
ne oluyor da namaz kılarken gözlerini semaya kaldırıyorlar? '' dedi ve bu hususta sert sözler
söyledi. Sonra konuşmasını şöyle tamamladı: "Ya bundan vazgeçerler ya da gözleri çıkarılır."
Buhârî, Ezân 91; Ebu Dâvud, Salât l 67, (913) ; Nesâî, Sehv 9, (3, 7).
2693 - Yine Hz. Enes anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu. vesselâm) bana şöyle nasihat etti:
"Ey oğulcuğum, namazda sağa sola bakmaktan sakın. Zira o helak olmaktır. Eğer mutlaka
yapacaksan bâri nafilelerde olsun, farzlarda değil.''
Tirmizî, Salât 413 (5 89).
2694 - Sehl İbnu 'l-Hanzaliyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sabah namazı için ikâmet
okundu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza başladı. Namazda Şîb istikametine
bakıyordu. Geceden, Şîb'a koruması için bir atlı göndermişti."
(Ebu Dâvud, Salât 168, (916).
2695 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Mescid-i Kuba 'ya namaz kılmaya gitti. Ensar (radıyallahu anhüm) gelip, namaz kılarken
kendisine selam.verdiler. Ben Bilâl'e sordum:
"Namaz kılarken onların selamına nasıl mukabele ettiğini gördün?'' Bana bizzat göstererek:
"Şöyle!'' dedi ve avucunu açıp iç kısmını aşağıya, sırtını yukarıya getirdi.''
Ebu Dâvud, Salât 170, (927); Tirmizî, Salât 271, (368); Nesâî, Sehv 6, (3, 5-6).
2696 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Tesbîh erkeklere, el çırpma kadınlara mahsustur."
Buhârî, Amel fi's-Salât 5; Müslim, Salât 106, (422); Ebu Dâvud, Salât 173, (939) ; Tirmizî,
Salât 272, (369) ; Nesâî, Sehv l 6, (3, 11-12).
2697 - Abdullah İbnu' ş-Şhhîr (radıyallalu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birlikte namaz kıldım. Namazda onun öksürerek boğazını temizleyip (yere
attığını ve) sol ayağıyla sürttüğünü gördüm. "
Buharî Mesâcid 58, (554); Ebu Dâvud, Salât 22, (482); Nesâî, Mesâcid 34, (2, 52).
2698 - Ebu Dâvud'un rivayetinde şöyle gelmiştir: "... Sol ayağının altına tükürdü,
ayakkabısıyla sürttü.''
Ebu Dâvud. Salât 22, (482).
2699 - Ebu Dâvud'un Ebu Nadra 'dan kaydettiği bir rivayette : "Elbisesine tükürdü, kıvrımları
arasında ovaladı" denmiştir.
Ebu Dâvud, Tahâret 143,(389, 390).
2700 - Hz. Aişe, (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Bir gün dışardan geldim. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) odada namaz kılıyordu, kapı da üzerine kapalı'idi. Açmasını istedim,
ilerleyip bana açtı. Sonra gerisin geriye namazgâhına döndü.''
Hz. Aişe kapının kıble cihetinde olduğunu belirtti."
Ebu Dâvud, Salât 169, (922) ; Tirmizî, Salât 421, (601); Nesâî, Sehv 14, (3, 11).
2701 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullalh (aleyhissalâtu vesselâm):
"Namazda iki siyahı yani yılan ve akrebi öldürün'' buyududu."
Ebu Dâvud, Salât 169, (921); Tirmizî, Salât 287, (390); Nesâî, Sehv 12, (3, 10).
2702 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bizim Eflah adındaki kölemizi, secde sırasında (ağzıyla) üfürdüğünü görmştü"Ey Eflâh,
yüzünü toprakla!" dedi."
Tirmizî, Salât 280, (381).
2703 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazda sedl 'i, (sarınmayı) ve erkeğin ağzını örtmesini yasakladı."
Ebu Dâvud, Salât 86, (643); Tirmizî, Salât 278, (378).
KIBLE
2704 - Hz. Aişe, (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (alehissalâtu vesselam), geceleyin
ben önünde, kıbleyle arasında bir cenaze gibi uzanmış yatarken, namaz kılardı. Vitir kılacağı
zaman bana da haber verirdi, ben de vitir kılardım.''
2705 - Sahiheyn'in diğer bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nın
yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıtı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri
geçti. Aişe (radıyallahu anhâ):
"Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim
için ihtiyaç hasıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim (yatağın) ayak tarafından
sıyrılp çıkardım.''
Buharî, Salât 22, 99, 102, 103,104,105,108, Amel fi s-Salât 10, Vitr 3, İsti'zân 37; Müslim,
Salât 267, (512) ; Muvatta, Salatu'l-Leyl 2, (1,117) ; Ebu Dâvud, Salât 112, (711,712, 713,
714); Nesâî, Tahâret 120, (1, 101, 102), Kıble 10, (2, 67).
2706 - Ebu Dâvud'da İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) 'dan gelen diğer bir rivayette şöyle
denmiştir : "Ben ve Abdulmuttaliboğullarından biroğlan (veya köle) bir eşeğin üzerinde
beraber geldik. Resulullah (aleyhissalâtu ve vsselâm) bu sırada namaz kılıyordu. Oğlan
eşekten indi, ben de indim. Eşeği safın ön kısmında bıraktık. Eşeğe aldırma(yıp namaza
devam et)ti. Derken yine Abdulmuttaliboğullarıdan iki kız çocuğu gelip safın arasına dahil
oldu, buna da aldırmadı. ''
2707 - Diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Biriniz sütresiz olarak namaz kılarsa (önünden geçtiği takdirde) şunlar namazı bozar: Eşek,
domuz, yahudi, mecûsi, kadın... Namazın bozulmaması için onun önünden, bunların bir taş
atımlık uzaktan geçmesi kifâyet eder."
Buharî, Salât 90, İlm 18, Ezân 161, Cezâu ' s-Sayd 25;Müslim, Salât 254, (504); Muvatta,
Kasru's-Salât 38, (1, 155); Ebu Dâvud, Salât 110,113 (703, 704, 715, 716, 717) ; Tirmizî,
Salât 252, (337), Nesâî, Kıble 7, (2, 64, 65).
"Bir diğer rivâyette şöyle denmişti: "Namazı, (önden geçen) hayızlı kadın ve köpek bozar. "
2708 - el-Fadl İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bizi köyümüzde ziyaret etti. O sırada bizim iki küçük köpekle bir dişi eşeğimiz
vardı. Bu ikisi önünde bulundukları halde ikndi namazı kıldı. Hayvanları ne azarladı ne de
geriye kovaladı."
Ebu Dâvud, Salât 114 ,(718) ; Nesâî, Kıble 7, (2, 65).
2709 - Kesîr İbnu Kesîr İbn-i Ebî Vedâ'a, an bazı ehlihi an ceddihi (radıyallahu anh)
anlatmıştır ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Benî Sehm kapısını takip eden yerde,
önünden halk gelip geçerken namaz kılar görmüştür. Bu sırada Resulullah 'la Ka'be arasında
bir sütre de mevcut değildir.''
Ebu Dâvud, Menâsik 89, (2016) ; Nesâî, Kıble 9, (2, 67) İbnu Mâce, Menâsik 33, (2958).
2710 - Ebu Sa 'îd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Namazı hiç bir (haricî) şey bozamaz. İmkanınız nisbetinde defetmeye çalışın. Çünkü
(bozmak isteyen) şeytandır.''
2711 - Ebu Dâvud'un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Kim, kıblesi ile kendi arasına bir
bşkasının girmemesine muktedir olursa, bunu sağlasın."
2712 - Buharî ' nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir : "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri, halka karşı sütre olacak bir şeyin gerisinde namaz kılarken, biri
önünden geçmeye kalkarsa ona mani olsun, (beriki haddini bilmeyip) ısrar ederse onunla
mücâdele etsin. Zira o, (bu haliyle) şeytandır."
Buharî, Salât 100, Bed'ül-Halk 11; Müslim, Salât 259, (505);Muvatta, Kasru's-Salât 33,
(1,154) ; Ebu Dâvud, Salât 108, (697, 698, 699,700) ; N esaî, Kıble 8, (2, 66) ; Kasâme 45, (8,
6162).
2713 - Bişr İbnu Sa'îd(radıyallahu anh)'in anlattığına göre, kendisini Zeyd İbnu Hâlid Ebu
Cüheym' in yanına göderip: "Musallînin önünden geçen hakkında Resulullah (aeyhissalâtu
vesselâm) 'dan ne işittiğini sordurmuştur. Ebu Cüheym (radıyallhu anh) demiştir ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Eğer musallinin önünden geçen kimse,
bu geçişi sebebiyle kendisine gelen günahı bilseydi orada kırk. . . kalması onun için,
musallînin önünden geçmesinden daha hayırlı olurdu."
Ebu 'n-Nadr der ki:
"Bilemiyorum ! Efendimiz "kırk gün mü'' dedi, kırk ay mı dedi, kırk sene mi dedi?"
Buhârî, Salât,101; Müslim, Salât26l, (507); Muvatta, Kasru's-Salât 34, (1,154,155); Ebu
Dâvud, Salât 109, (701); Tirmizî, Salât 251, (336); Nesâî, Kıble 8, (2, 66).
2714 - Yezîd İbnu Nimrân (rahimehullah) anlatıyor: "Tebük'de yatalak bir adam gördüm.
Dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken, ben eşeğin üzerinde olduğum
halde önünden geçtim. Bana: "Allah'ım, izini kes!" diye bedduada bulundu. Artık ondan sonra
eşek üzerinde (bile) yol alamadım."
Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "(Resulullah aleyhissalâtu vessalâm şöyle dedi:) "0 bizim
namazımızı kesti, Allah da onun izini kessin."
Ebu Dâvud, Salât 110, (705, 706).
2715 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Uyuyanın gerisinde namaz kılmayın,konuşanın gerisinde de!, buyurdular.''
Ebu Dâvud, Salât 106, (694).
2716 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biriniz namaz kılınca,yüzünün karşısına bir
şey koysun. Bulamazsa bir değnek koysun. Beraberinde bir değnek de yoksa bir çizgi çizsin.
Böyle yaparsa önünden geçen kendisine zarar vermez."
Ebu Dâvud der ki: "Alimlerden bazısı, çizginin uzunlamasına olacağını, bazısı da hilal gibi
enlemesine olacağını söylemiştir.''
Ebu Dvud, Salât 103, (689).
2717 - Tallha İbnu Ubeydillah (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz namaz kılarken, önüne semerin arka kaşı boyunda bir şey
koydu mu, namazını rahat kılsın, bunun gerisinden geçene aldırmasın.''
Müslim, Salât 241, (499) ; Ebu Dâvud, Salât 102,Tirmizî, Salât, 250, (335).
2718 - Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde)
siyah köpek, kadın, eşek namazını bozar. . . ''
Ebu Zerr 'e dendi ki :
"Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir? '' Şu cevabı verdi:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorduğum şeyi
sordun. Efendimiz:
" Siyah köpek şeytandır'' buyurmuştu. ''
Müslim, Salât 265, (510) ; Ebu Dâvud, Salât 110, (702) ; Tirmizî, Salât 253, (338) ; Nesâî,
Kıble 7, (2,63) ;İbnu Mâce, İkâmetu's-Salt 38, (952).
2719 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm),
bayram günü (namaz) için çıkınca bir harbe alınmasını emrederdi. Harbe, (namaz sırasında)
aleyhissalâtu vesselâm 'ın önüne konur, O da halk arkasında olduğu halde harbeye doğru
namaz kılardı. Efendimiz sefer sırasında da böyle yapardı. Bu sünnete ittibâen ümerâ da
harbe kullanır oldu."
Buharî, Sa1ât 92, 90; Müslim, Salât 245 (501); Ebu Dâvud, Salât 102, (687) ; Nesâî, Kıble 4,
(2, 62); İbnu Mâce, İkametu's-Salât 164, (1304, 1305).
2720 - Yine İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (bazan) bineğini (sütre
olarak) öne koyar, ona doğru namaz kılardı."
Bir diğer rivâyette: "Aleyhissalâtu vesselâm devesine doğru namaz kılardı'' denmiştir.
Buharî, Salât 98, 50; Müslim, Salât 247, (502); Muvatta, Kasru's-Salât 41, ( 1, 157) ; Ebu
Dâvud, Salât 104, (692) ; Tirmizî, Salât 261, (352).
2721 - Mikdâd İbnu'l-Esved (radıyallahu anh) diyor ki : "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ı çubuğa, direğe ve ağaca karşı namaz kılar vaziyette ne zaman görmüşsem, her
seferind‚ onları sağ kaşının veya sol kaşının karşısına almış görmüşümdür. Hiç bir zaman
sütresin tam karşısına almadı. "
Ebu Dâvud, Salât 105, (693).
2722 - Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki :
"Biriniz sütreye karşı namaz kılınca, ona yakın olsun, ta ki şeytan namazını bozmasın."
Ebu Dâvud, Salât 107, (695).
ÇOCUK TAŞIMAK
2723 - Ebû Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı
Zeyneb 'in kerimesi olan torunu Ümâme 'yi omuzunda taşıdığı halde halka namaz kıldırırdı.
Secdeye varınca çocuğu (yana) bırakır, kıyâm için doğrulunca tekrar omuzuna alırdı.''
Buharî, Slât 106, Edeb 18; Müslim, Mesâcid 41, (5, 43); Muvatta, Kasru's-Salât 81, (1,170);
Ebu Dâvud, Salât 169,(917, 918, 919, 920); Nesâî; Mesâcid 19, (2, 45), Sehv 13, (3, 10).
NAMAZDA UYUKLAMAK
2724 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Sizden biri namaz kılarken uyuklayacak olursa, uykusu gidinceye kadar hemen
yatsın. Zira, uyuklayarak namaz kılanınız, istiğfar ederken kendi nefsine sebbetmeye kalkar
da farkında olmaz."
Buharî, Vudü 53, Müslim, Müsafirîn 222, (786); Muvatta, Salatu'l-Leyl 3, (1,118); Ebu
Dâvud, Salât 308, (1310); Tirmizî, Salât 263, (355); Nesâî, Tahâret 117, (1, 99-100).
SAÇIN ÖRÜLÜP BAĞLANMASI
2725 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Abdullah İbnu'l-Haris'i, -saçını
arkadan topuz yapmış olduğu halde- namaz kılarken görmüş, arkasında durup, topuzu
çözmeye başlamış, öbürü de kımıldamayıp, onaimkan tanımıştır. İbnu'l-Hâris namazını
bitirince, İbnu Abbâs 'a gelip: "Benim saçımla niye ilgilendin?" diye sormuş, İbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ) şu cevabı vermiştir: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'dan
işittim, demişti ki:
"Böylesinin misâli, kolları arkasından bağlı olduğu halde namazını kılan kimsenin misalidir. ''
Müslim, Salât 232, (492) ; Ebu Dâvud, Salât 88, (647); Nesâî, İftitâh 147, (2, 2l5-216).
2726 - Ebu Sa'îd el-Makberî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
'ın azadlısı Ebu Râfî', Hasan İbnu Ali (radıyallahu anhümâ) 'ye uğradı. Hasan, örgülerini
ensesinde topuz yapmış olduğu halde kalkmış namaz kılıyordu. Ebu Râfi ' topuzunu çözdü.
Hasan (radıyallahu anh) öfkeyle ona baktı.Ebu Râfi ' (radıyallahu anh): "Ökelenme, namazına
devam et, çünkü ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Bu, şeytan'ın minderi, yani
oturma yeridir'' dediğini işitmiştim (de onun için çözdüm) '' dedi. ''
BÜYÜK VE KÜÇÜK ABDEST (İKİ HABİSİN) SIKIŞMASI
2727 - Abdullah İbnu Muhammed İbni Ebî Bekr (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ)' nin yanında idik. Yemeği getirildi. Derken Kâsım İbnu Muhammed
namaza kalktı, Hz. Aişe: "Resulullah (alehissalâtu vesselâm) 'ın şöyle söylediğini işittim ''
dedi:
"Yemeğin yanında namaz kılınmaz, iki habîsin (yani büyük ve küçük abdestin) sıkışmasında
da kılınmaz. ''
Müslim Mesâcid 67, (560) ; Ebu Dâvud, Tahâret 43, (89).
2728 - Abdullah İbnu'l-Erkân (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre: "... Halka imamlık
yapıyordu. (Bir seferinde) ikamet getirilmişti. Bir adamın elinden tutup öne sürdü ve:
"Resulullah (aeyhissalâtu vesselâm) 'ın:
"Namaz başlarken birinizin hela ihtiyacı gelirse, önce helâya gitsin! ''dediğini işittim dedi,''
Muvatta, Kasru's-Salât 49; (1,159); Eb Dâvud, Taharet 43, (88); Tirmizì, Tahâret 108, (142),
Nesâî, İmâet 51, (2, 110, 111);İbnu Mâce, İkâmetu s-Salât 114, (616).
SEHİV VE TİLAVET SECDELERİ
2729 - Abdullah İbnu Mâlik İbnu Büheyne (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) öğle namazının ilk iki rekatini tamamlamıştı (oturması gerektiği
halde oturmadan) kalktı. Namazı bitirince iki (ziyade) secde daha yaptı, ondan sonra selam
verdi. ''
Buharî, Sehv 1, 5 ; Ezân 145,147, Eymân 15 ; Müslim, Mesacid 85, (570) ; Muvatta, Salât 65,
( 1, 96) ; Ebu Dâvud, Salât 200, (1034,1035); Tirmizî, Salât 288, (391); Nesâî, Sehv 21, (3,19,
20), 28, (3, 34), İftitâh 196, (2, 244) ; İbnu Mâce, İkâmet 131, ( 1206).
2730 - İbnu Mes'üd (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Namaz kılarken üç mü kıldım dört mü kıldım diye şüpheye düşersen,eğer zann-ı gâlibin dört
ise hemen teşehhüd yap, sonra sen daha otururken ve selam vermemişken iki secde daha yap;
sonra aynı şekilde teşehhüd oku, sonra selam ver."
Ebu Dâvud, Salât 198, (1028).
Ebu Dâvud der ki: "Bu, İbnu Mes'ud'dan rivayet edilmiştir. Alimlerden kimse bunu
Resulullah 'a nisbet etmedi. ''
2731 - Ebu Sa'îdi 'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz namazında, iki mi kıldım, üç'mü kıldım diye şekke düşerse, şekki
atsın, yakîn kesbettiği hususu esas alsın,sonra da selam vermezden önce iki secdede bulunsun.
Eğer (bu kıldığı ile) beş rekat kılmışsa namazını onunla (sehiv secdesiyle) çift yapmış olur.
Dördü tam kılmış idiyse, o iki secdesi, şeytanın burnunu sürtme olur."
Müslim,Mesâcid 88, (571);Muvatta, Salât 62,(1, 95); Ebu Dâvud, Salât 197, (1024,1026,
l027, l029); Tirmizî, Salât 291., (396); Nesâî, Sehv 24, (3, 27); İbnu Mâce, İkâmet 132,
(1210); 133, (1212).
2732 - Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Biriniz namazıda yanılır da bir mi iki mi kıldığını bilemezse,
namazını bir üzerine bina etsin; iki mi üç mü kıldığını bilmezse iki üzerine bina etsin; üç mü
dört mü kıldığını bilmezse üç üzerine bina etsin, sonra da selam vermezden önce iki (ziyâde)
secde yapsın..''
Tirmizî, Salât 291, (398).
2733 - Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazın
ikinci rekatında selam verip bitirdi. Zülyedeyn (radıyallahu anh) kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü, namaz kısaldımı yoksa unuttunuz mu? '' diye sordu. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Zülyedeyn doğru mu söylüyor? '' diye sordu. Herkes:
"Evet!'' diye cevap verdi. Resul-i Ekrem (aleyhissaltu vesselâm) de iki rek 'at daha kıldı,
sonra selam verdi, sonra tekbir getrip iki secde daha yaptı Bu iki secde diğer secdelerinin
uzunluğunda idi veya biraz daha uzundu. Sonra namazdan kalkatı. "
Buharî, Sehv, 3,4,5, Mesâcid 88, Cemâ'at 69, Edeb 45, Haberu'l-Vâhid 1; Müslim, Mesâcid
97, (573); Muvatta, Salât 58, (1, 93); Ebu Dâvud,Salât 195, (1008, 1009, 1010, 1011, 1012);
Tirmizî, Salât 289, (394), 292, (399); Nesâî, Sehv 22-23, . (3, 20, 26).
2734 - Bir rivayette şöyle gelmiştir: "(Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğle ve ikindi
namazlarından birini iki rek'at kılmıştı. -Muhammed İbnu Sîrîn der ki: "Zann-ı gâlibime göre
bu, ikindi namazı idi. Sonra selam verdi.Sonra mescidin ön kısmındaki kütüğe gitti. Elini
üzerine koydu, (yüzünde öfke okunuyordu). Cemaatte Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer de vardı.
Bunlar, (namazda yapılan eksiklikten) Efendimize söz etmekten (hicab edip) korktular.
Cemaatin çabuk çıkanları:
"(Ey Allah'ın Resûlü!) namaz kısaldımı?'' diye sordular. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
'ın Zülyedeyn dediği bir zât da:
"Ey Allah 'ın Resûlü! Namazmı kısaldı, siz mi unuttunuz? '' dedi.
"Ne ben unuttum, ne de namaz kısaldı" cevabını verdi. Ama Zülyedeyn tekrar:
"Hayır (farkında değilsiniz), unuttunuz!'' (dedi). Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm kalktı
iki rek'at daha kıldı, sonra selam verdi. Sonra tekbir getirdi, tıpkı diğer secdeleri gibi -veya
biraz daha uzun olmak üzere- (sehiv için) secde yaptı, sonra başını kaldırdı tekbir getirdi,
sonra başını koydu tekbir getirdi, peşinden önceki secdesi gibi veya daha uzun- (sehiv için
ikinci defa) secde etti, sonra başını kaldırdı ve tekbir getirdi, (oturup teşehhüd okudu ve selam
vererek namazı tamamladı). ''
Ebu Dâvud, Salât 195, (1008).
2735 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz
kılmıştı. Namazda (unutarak) ziyade veya noksanda bulundu. Kendisine:
" Ey Allah 'ın Resûlü! Namazda (yeni bir durum mu) hâsıl oldu) ? '' diye soruldu.
"Bunu niye sordunuz? '' diye O da merak etti.
"Şöyle şöyle kıldınız '' dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hemen dizlerni bükerek
kıbleye yöneldi ve iki adet sehiv secdesinde bulundu, sonra selam verdi ve yüzünü bize
çevirerek:
"Şayet namazda yeni bir şey hasıl olsaydı ben size haber verirdim. Ancak ben bir beşerim,
sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Öyleyse bir şey unutursam bana haber verin. Biriniz
namazında şekke düşecek olursa doğruyu araştırsın ve onun üzerine, kalanı bina etsin, sonra
da iki (sehiv) secdesi yapsın '' dedi. ''
Buhari, Sehiv 2, Salât 31, 32, Eymân 15, Haberu'l-Vâhid 1; Müslim, Mesâcid 89, (572); Ebu
Dâvud, Salât 196, (1019,1020,1021 1022); Nesâî, Sehv 26, (3, 31-36); Tirmizî, Salât 289,
(392, 393).
2736 - Muğîre İbnu Şu 'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "İmam, (yanılarak ikinci rek'atte oturacağı yerde müteakip) rek'ate kalkmaya
teşebbüs eder ve tam doğrulmadan hatırlarsa, hemen otursun. Tam kalkıp doğrulmuşsa artık
(geri dönüp) oturmasın, namazın sonunda sehiv secdesi yapsın:"
Ebu Dâvud, Salât 2Ol, (1036);Tirmizî, Salât 269, (365).
2737 - İmam Mâlik (rahimehullah)'a ulaştığına göre, Resulullalh (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben de unuturum veya sünnet koymak için unutturulurum" buyurmuştur. ''
Muvatta, Sehv 2, (1, 100).
TİLAVET SECDESİ
2738 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
içerisinde secde âyeti olan sureyi okur, (ayetler geldikçe) secde ederdi, biz de secde ederdik.
Öyle ki (izdiham sebebiyle) namaz dışı vakitlerde alnımızı koyacak secde yeri
bulamadığımız olurdu."
Buharî. Sücûdu'l-Kur'ân 9, 8, I2; Müslim, Mesacid 103, (575); Ebu Dâvud, Salât 333, (1411,
1412, 1413).
2739 - Rebî'a İbnu Abdillah (rahimehullah) 'ın anlattığına göre: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)
cuma günü, minber üzerinde (hutbe verirken) Nahl suresini okumuş, secde âyetine gelince,
minberden inip secde yapmış, halk da onunla birlikte secdeye kapanmıştır. Müteakip cum'ada
da (aynı şekilde) aynı sureyi okumuş, secde ayetine gelince:
"Ey insanlar, biz secde âyetlerine uymuyoruz. (Bunlar okununca) kim secde ederse isabet
eder, kim de secde etmezse üzerine günah yoktur'' der ve Hz.Ömer (radıyallahu anh) secde
etmez. "
Buharî, Sücûdu'l-Kur'an 10, Muvatta, Kur 'an 16, ( 1, 206).
Buharî 'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Allah, secdeyi dilemezsek farz etmemiştir. ''
2740 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ademoğlu secde âyeti okur ve secde ederse şeytan ağlayarak ayrılır ve:
"Yazık bana, insanoğlu secdeyle emredildi ve secde etti, mukabilinde ona cennet var. Ben de
secdeyle emrolundum ama ben itiraz ettim, benim için de ateş var '' der. ''
Müslim, İmân 133, ( 81 ).
2741 - Ebu Temîmeti 'l-Hüceymî anlatıyor: "Ben sabah namazından sonra vaa 'z u nasîhat
ediyordum, bu esnada secde (ayeti okuyor ve secde) ediyordum. İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ) beni yasakladı. Ama ben O'nu dinlemedim. O çü sefer yasaklamayı tekrarladı. Sonra
dönüp:
"Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın arkasında namaz kıldım. Hz.Ebu Bekr, Hz. Ömer
ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile de namaz kıldım. Onların hiçbiri güneş doğuncaya
kadar secde yapmazlardı '' dedi. ''
Ebu Dâvud, Salât 335, (1415).
TİLAVET SECDESİNİN FAZİLETİ
2742 - Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana
Kur'an dan onbeş secde âyeti okuttu. Bunlardan üçü Mufassal surelerdedir. Hacc sûresinde de
iki secde âyeti var."
Ebu Dâvud, Salât 328, ( 1401):İbnu Mâce, İkâmet 71, (1057).
2743 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Sâd sûresi azâimi sücûd'dan değildir.
Nitekim ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı o sûrede secde edip:
"Davud (aleyhisselâm) bu secdeyi tevbe secdesi olarak yaptı, biz ise şükür olarak yapıyoruz!"
dediğini işittim."
Buharî. Sücûdu'l-Kur'an 3, Enbiya 39; Ebu Dâvud, Salât 332, 1409); Tirmizî, Salât 405.
(577):Nesâî. 48.(2, 159).
2744 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Vennecmi suresini okudu ve secde-i tilavette bulundu, beraberindekiler de secde ettiler.
Ancak, aralarında bulunan Kureyşli bir ihtiyar yerden bir avuç toprak alarak alnına götürdü
ve:"Bu bana yeter'' dedi.
İbnu Mes 'ud der ki: "Ben sonra bu herifin kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm. Bu Ümeyye
İbnu Halef'di. ''
Buhari, Sücûdu'l-Kur'an 4, 1, Menâkıbu'l-Ensâr 29, Meğâzî 7, Tefsir, Necm; Müslim,
Mesâcid 105, (576); Ebu Dâvud Salât 330, (1406); Nesâî, İftitah 49, (2, 160). Metin,
Buharî'deki metindir.
2745 - Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a
Vennecmi suresini okudum, bunda secde etmedi. ''
Buharî, Sücudu'l-Kur'ân 6; Müslim, Mesâcid 106, (577); Ebu Dâvud, Salât 329, (1404);
Tirmizî, Salât 404, (576) ; Nesâî, İftitâh 50, (2, 160).
2746 - Ebu Seleme, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'den naklettiğine göre, Ebu Hüreyre İzâ 's-
Semâun-şakkat suresini okudu ve secde etti. Ben kendisine:
"Ey Ebu Hüreyre seni secde eder görmüyor muyum! '' dedim. Bana:
"Resulullah 'ı secde eder görmemiş olsaydım ben de secde etmezdim ! '' cevabını verdi. "
Buharî, Sücudu'l-Kur'an 7, 6, Ezan 100,102; Müslim, Mesacid 107; Muvatta, Kur'ân 12, (1,
205); Ebu Dâvud, Salât 331, (1407); Nesâî, İftitâh 51, (2, 161).
2747 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu veâm) 'la
İzâ's-Semâun-şakkat suresinde ve İkra ' bismi Rabbikellezi halaka suresinde secde ettik.''
Müslim, Mesacid 108, (578); Ebu Dâvud, Salât 331, (1407); Tirmizî, Salât 402, (573, 574) ;
Nesâî, İftitâh 51, 52, (2, 161-162).
2748 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine 'ye
(hicretle) geldiği günden beri mufassal surelerden hiç birinde secde etmemiştir" dedi.
Ebu Dâvud, Salât 329, (1403).
2749 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissâltu vesselâm), geceleyin
yaptığı tilavet secdelerinde şöyle derdi: "Yüzüm, kendisini yaratan (maddi ve manevi çeşitli
cihazlarla teçhiz, tezyin ve) tasvir eden, ilahi güç ve kudretiyle onda işitme ve görme
duyguları açan Zat'a secde etti."
Ebu Dâvud; Salât 334, (1414); Tirmizî, Salât 407, (508); Nesâî, İftitah 71, (2, 222).
2750 - Tirmizî'nin.İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) 'dan yaptığı bir rivayette şu ziyade
gelmiştir: İbnu Abbâs der ki: "Bir adam gelerek dedi ki, "Ey Allah 'ın Resûlü! gece uyurken
rüyamda kendimi gördüm. Sanki ben bir ağacın arkasında secde yapıyorum. Ben secde
yaptım, secdem üzerine ağaç da secde yaptı. Onun şöyle söylediğini işittim: " Allah 'ım,
secdem sebebiyle bana sevab yaz, onun hürmetine günahımı dök, onu senin nezdinde bana
azık yap. Kulun Dâvud'dan kabul ettiğin gibi, onu benden kabul et. "
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) der ki: "Bundan sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
'ın secde âyeti okuduğunu, (tilavet secdesi sırasında) o adamın kendisine, ağacın sözü olarak
haber verdiği duanın aynısyla dua ettiğini işittim."
Tirmizî, Da'avât 33, (3420).
ŞÜKÜR SECDESİ
2751 - Hz. Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sürûlu
bir hâdiseyle veya sürûr veren bir hâdiseyle karşılaşınca Allah'a şükretmek üzere secde
ederdi."
Ebu Dâvud, Cihâd 174, (2774); Tirmizî, Siyer 25, (1578); İbnu Mâce, İkâmet 192, (1394).
2752 - Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte Mekke 'den çıktık, Medîne 'ye gitmeyi arzu ediyorduk. Yolun bir yerine (Azvera
'ya) ulaşınca, aleyhissalatu vesselâm ellerini kaldırıp Allah 'a dua etti ve secdeye kapandı.
Uzun müddet öyle kaldı. Sonra kalkıp yeniden ellerini kaldırdı, bir müddet (öyle kaldı). Sonra
tekrar secdeye kapandı. Bu şekilde üç kere secde yaptı. Sonra dedi ki: " Ben Rabbimden
talepte bulundum ve ümmetime şafaat ettim.Rabbim, ümmetimin üçte birini bana verdi. Ben
de Rabbim için şükür secdesine kapandım. Sonra başımı yerden kaldırıp, ümmetim lehinde
tekrar (mağrifet için) talepte bulundum, bana ümmetimin üçte birini daha verdi, ben de
Rabbime şükür secdesinde bulundum. Sonra başımı kaldırdım ümmetim için tekrar talepte
bulundum, bana ümmetimin son üçte birini de verdi, ben de Rabbime şükür secdesine
kapandım."
Ebu Dâvud, Cihad 174, (2775).
CEMAAT NAMAZININ FAZİLETİ
2753 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından
yirmibeş kat fazladır. Şöyle ki, âbdest alınca güzel bir abdest alır, sonra mescide gider,
evinden çıkarken sadece mescid gâyesiyle çıkmıştır. Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir
derece yükseltilir, bir günahı affedilir. Namazı kıldı mı, namazgâhında olduğu müddetçe
melekler ona rahmet okumaya devam ederler ve şöyle derler:
"Ey Rabbimiz buna rahmet et, merhamet buyur."
"Sizden herkes, namaz beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir."
Buharî, Ezan 30, Cum'a 2; Müslim, Salât 272 (649); Ebu Dâvud, Salât 49, (559); Tirmizî,
Salât 245, (330); İbnu Mâce, Mesacid 16, (788).
2754 - Sahîheyn 'in İbnu Ömer (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Cemâatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür."
Buharî, Ezân 30, Müslim, Salât 272.
2755 - Ebû Musâ (radıyallahu anh) anlatıyor: " Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Namazda en çok sevap alan kimse, en uzak olanlarıdır, yürüme yönüyle en
uzaktan gelenler, imamla kılıncaya kadar namazı bekleyen kimse, hemen kılıp sonra da
uyuyandan daha çok sevaba mazhardır."
Rezin ilavesidir. Derim ki bu rivayet Buharî'nin Sahih'inde mevcuttur. (Buharî, Ezan 31).
2756 - Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan
işittim şöyle diyordu:
"Kim yatsıyı bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibi olur, kim de
sabah namazını bir cemaat içinde kılarsa sanki gecenin tamamını namazla geçirmiş gibi olur."
Müslim, Mesâcid 260, (656); Muvatta, Salâtu'1-Cemâ'a 7, (1, 132); Ebu Dvud, Salât 48,
(555); Tirmizî, Salât 165, (221).
2757 - Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam vardı. Mescide ondan daha
uzakta oturan birini bilmiyordum. Namazları da hiç kaçırmıyordu. Kendisine:
"Bir eşek alsan da karanlık veya sıcak zamanlar'da binsen! '' denilmişti, şu cevapta bulundu:
"Evimin mescide yakın olması beni memnun etmez. Ben mescide kadar yürümelerimin, sonra
da aileme dönüşlerimin sevab olarak yazılmasını diliyoum. ''
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (adamın bu sözünü işitince): "Allah Teâla hazretleri bu
isteklerinin hepsini yerine getirdi '' buyurdu.''
Müslim, Mesâcid 278, (663) ; Ebu Dâvud, Salât 49, (586).
CEMAATİN VÜCUBU VE CEMAATE DEVAM
2758 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
âmâ bir zât gelerek:
"Ey Allah 'ın Resulü! Beni mescide kadar getirecek bir rehberim yok!'' diyerek Aleyhissalatu
vesselam 'dan namazı evinde kılmak için) ruhsat istedi. (O da izin verdi.)
Adam geri dönünce, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu çağırtarak:
" Ezanı işitiyor musun? '' diye sordu. Adam: "Evet! '' deyince:
"Öyleyse icabet et '' dedi (ve evde kılmaya izin vermedi). ''
Müslim, Mesâcid 255, (653); Nesâî, İmâmet 50, (2, 109) ; Ebu Dâvud, Salât 47, (552).
2759 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde cemaate
katılmazsa, kıldığı namaz (kâmil bir sevapla) kabul edilmez."
"(Ey Allah 'ın Resulü!) denildi, meşru özür nedir? "
" Korku veya hastalıktır! '' buyurdu. . ''
Ebu Dâvud, Salât 47 (551).
2760 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı namazıyla sabah namazıdır. Eğer bu iki
namazdaki hayrın ne olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa onları kılmaya gelirlerdi.
Nefsimi kudret eliyle tutan Zât'a kasem olsun! Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın
namazaını kıldıması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan
bir grup erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm."
Buharî, Ezân 29, Husûmât 5, Ahkâm 52 ; Müslim, Mesâcid 252, (651 ) ; Muvatta, Salâtu'l-
Cemâ' a 3, (1, 129-130) ; Ebu Dâvud, Salât 47, (548, 549); Tirmizî, Salât 162, (217); Nesâî,
İmâmet 49, (2, 107).
2761 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben (cemaatimizi tedkik edince) gördüm ki,
namaz(ı beraber kılmak)tan, sadece herkesçe malum münafıklarla hastalar geri kalmaktaydı.
Öyle ki iki kişinin arasında yürüyebilecek durumda olan hastalar bile namaz için (mescide)
geliyordu. ''
İbnu Mes 'ud devamla dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize süneni Hüdâ'yı
göstermişti. Sünen-i Hüdâ 'dan biri de içerisinde ezan okunan mescidde namaz kılmaktı.''
2762 - Ebu Dvud 'daki rivayette şu ziyade var: "...Sizden her birinizin evinde mutlaka bir
mescid var. Eğer namazı evlerinizde kılıp mescidlerinizi terkederseniz Peygamberiniz
(aleyhissalatu vesselam)'ın sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini
terkedince de küfran-ı nimete. düşmüş olursunuz."
Müslim, Mesâcid 256, (654); Ebu Dâvud, 47, (550); Nesâî, İmâmet 50, (2, 108, 109).
2763 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan gündüz oruç tutan, gece de namaz kılan ve fakat
cemaate ve cumaya gelmeyen bir kimse hakkında sorulmuştu : "Bu ateş ehlindendir!" diye
cevap verdi."
Tirmizî, Salât 162, (218).
2764 - Ümmü 'd-Derda (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ebu 'd-Derda (radıyallahu anhümâ)
ökeli halde yanıma geldi. Kendisine:
"Niye öfkelendin?'' diye sordum. Şu cevabı verdi :
"Vallahi, Muhammed (aleyhissalatu vesselam) 'in işinden bir şey anlamıyoum. Bildiğim tek
şey cemaat halinde namaz kılmalarıdır. ''
Buhârî, Ezan 31.
ÖZÜR SEBEBİYLE CEMAATİN TERKİ
2765 - Itbân İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah 'ın Resûlü dedim, seller
benimle kabilemin mescidi arasına engel çıkarıyor. İstiyorum ki evime kadar şeref verip bir
yerde namaz. kılsanız da orayı mescit yapsam!''
"(İnşaallah bir ara) geleyim!'' buyurdular. Beraberinde Hz. Ebu Bekr olduğu halde huzuruyla
evimizi şereflendirip (izin isteyerek içeri girdiği) zaman ilk iş olarak, "Nerede namaz kılmamı
istersin? '' diye sordu. Evin bir köşesini işaret ederek (yer gösterdim. Orada) namaza durdu.
Biz de arkasından safyaptık. Bize iki rek'at (nâfile) namaz kıldırdı."
Buharî, Ezan 40, 50, 15 3, 15 4,Salât 45, 46, Teheccüt 36, Megâzî 11, Et' ime 15, Rikâk 6,
İstitâbe 9 ; Müslim, İman 54, (33); Muvatta, Kasru's-Salât 86, (1,172); Nesâî, İmâmet 10, (2,
80).
2766 - İbnu Ömer (radıyallalhu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sefer
sırasında, soğuk veya yağmurlu gecelerde müezzine (ezan sırasında) şöyle söylemesini de
emrederdi: "Dikkat! namazlarınızı yerlerinizde kılacaksınız!"
Buhârî Ezân 18, 40; Müslim, Misâfirîn 22, (697); Muvatta, Salât 10,(1,73); Ebu Dâvud, Salât
214, (1060-1064); Nesâî, Ezan 17,(2,15).
İMAMIN VASFI
2767 - Itbân İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Cemaate, Kitabullah'ı en iyi okuyan kimse imam olur. Eğer kıraatte (okumada)
herkes eşitse, sünneti en iyi bilen; sünneti bilmede eşitseler, hicret etmede evvel olan; hicrette
de eşitseler, yaşca büyük olan imam otur. Kişi misafir olduğu evin sahibine veya (emri altında
çalıştığı) sultanı na imamlık yapmasın, ev sahibinin baş köşesine izni olmadan da oturmasın."
Müslim, Mesâcid 290, (673); Tirmîzî, Salât 174 (235); Edeb 24 (2773); Ebu Dâvud, Salât 61,
(582, 583, 584) ; Nesâî, İmâmet 3, 6, (2, 76-77).
2768 - Ebu Sa'îd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
" (Namaz kılacaklar) üç kişi iseler içlerinden biri imam olsun. İmamlığa ehak olan akra'
(Kur'an-ı Kerim'i daha iyi okur) olandır. . ''
Müslim, Mesacid 289, (672) ; Nesâî, İmâmet 5, (2, 77).
2769 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizin için hayırlınız ezan okusun, kurrâ olanınız da imam olsun. ''
Ebu Dâvud, Salât 61, (590).
2770 - Amr İbnu Selime (radıyallahu anh) anlatıyor "Ben altı veya yedi yaşımda iken kendi
kavmime imamlık yaptım. O zaman ben, aralarında Kur 'an 'ı en çok bilen kimseydim. "
Buharî, Megâzi 52; Ebu Dâvud, Salât 61, (585-587); Nesâî, Ezan 8, (2, 9-10) ; Kıble 16, (2,
70), İmâmet 11, (2. 80).
2771 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "İlk muhacirler geldlği zaman, Resulullah
(aleyhlssalâtu vesselâm) gelmezden önce, Kuba 'da (Usbe adında) bir menzile indiler. Onlara
Ebu Huzeyfe 'nin âzadlısı Sâlim imamlık yapıyor idi. O, Kur'an'ı ezbere bilmede herkesten
ileriydi."
Buharî, Ezân 54, Ahkâm 25; Ebu Dâvud, Salât 61, (588).
2772 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre: "Kendisine kölesi Zekvân, Mushaf'ın
yüzünden okuyarak imamlık yapıyordu. ''
Buharî, Ezan 54, (Bab başlığında (senetsiz) kaydetmiştir.
2773 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), İbnu Ümmi
Mektum 'u âmâ olduğu halde, halka imamlık etmesi için (sefere çıkarken) yerine halef tâyin
etti."
Ebu Dâvud, Salât 65, (595).
2774 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Muaz (radıyallahu anh), Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile yatsıyı kılar, sonra kavmine döner, bu namazı onlara kıldırırdı. "
Buharî, Ezân 60, 63, 66, Edeb 74; Müslim, Salât 180, (465); Ebu Dâvud, Salât 68, (599, 600);
Tirmizî, Salât 410, (583).
2775 - İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdularki: "Üç kişi vardır, Allah onların namazını kabul etmez:
1) Kendisini sevmeyen kimselere imam olan;
2) Namaza arkadan gelen, yani vakti çıktıktan sonra gelen;
3) Köleyi azad ettikten sonra tekrar köle kılan."
Ebu Dâvud, Salât 63, (593).
2776 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklarını öte geçmez:
1) Dönünceye kadar, kaçan köle.
2) Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın.
3) Kavminin nefret ettiği imam. ''
Tirmizî, Salât 266, (360).
2777 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) 'la birlikte namaz kılar, sonra gelir, kavmine imamlık yapardı. Bir
gece Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'la birlikte yatsıyı kıldı. Sonra kavmine geldi ve
onlara imamlık yaptı ve Bakara suresiyle kıraate başladı. Bir adam cemaatten ayrılarak selam
verdi. Namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama:
"Ey falan, nifak mı çıkarıyorsun? '' dediler. Adam:
"Vallahi hayır, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a gidip (Mu 'âz 'ın yaptığını) haber
vereceğim '' dedi. Yanına varıp:
"Ey Allah 'ın Resûlü, biz sulama devesi besleyen insanlarız. Gündüz çalışırız. Muâz sizinle
yatsıyı kıldı. Sonra bize gelip Bakara sûresi ile namaz kıldırmaya başladı '' dedi.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mu'âz'a yönelerek:
"Ey Mu'âz, sen fitneci misin? Veşşemsi ve duhâhâ'yı, Vedduhâ'yı, Velleyli izâ yağşa'yı,
Sebbeha's-me Rabbeke'l-a'lâ'yı oku" buyurdu. "
Buharî, Ezân 60, 63, 66, 74 ; Müslim, Salât 178, (465) ; Ebu Dâvud, Salât 127, (790,791, 793)
; Nesâî, İmâmet 39, 41 (2, 97-98) ; İftitâh 63, 70, (2, 168, 172).
2778 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden kim halka namaz kıldırırsa namazı(kısa) tutsun. Zira cemaatte zayıf,
sakat, hasta ve ihtiyaç sahibi vardır. Müstakil kılınca dilediği kadar uzatsın."
Buharî, Ezan 62 ; Müslim, Salât 186, (467) ; Muvatta, Cemâ' at 13, ( 1,134) ; Ebu Dâvud,
Salât 127, (794, 795) ; Nesâî, İmâmet 35, (2, 94) ; Tirmizî, Salât 175, (236).
2779 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Ben, uzun tutmak arzusuyla namaza başlarım. (Namazı kıldırırken) bir çocuk ağlaması
kulağıma gelir, çocuğun ağlamasından annesinin duyacağı elemi bildiğim için namazı
uzatmaktan vazgeçerim."
Buharî, Ezan 65; Müslim, Salât 189, (469, 470), 196, (473); Tirmizî,Salât 175, (237), 276,
(376); Nesâî, İmâmet 35, (2,94-95).
2780 - İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
öğlenin birinci rek'atinin kıyamını, kulağına ayak sesi gelmeyinceye kadar uzatırdı."
Ebu Dâvud, Salât I29, (802).
2781 - Yine Ebu Dâvud 'un Sâlim İbnu Ebî 'n-Nadr'dan bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
"Mescidde namaz için ikâmet okununca, (Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) cemaati az
görürse oturur, (bekler)di. Kalabalık görürse kıldırırdı."
Ebu Dâvud, Salât 46, (545).
2782 - Muğîre İbnu Şu 'be (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İmam, farz-kıldığı yeri değiştirmeden aynı yerde nafile namaz kılmamalıdır.''
Ebu Dâvud, Salât 73, (616).
2783 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
selam verince yerinde bir miktar kalırdı. Allah bilir ya, bizim görüşümüze göre O nun kalışı,
kadınların erkeklerden önce çıkmalarını sağlamak içindi. "
Buharî, Ezan 157,152, l62, 164; Nesâî Sehv 77, (3, 67) ;Ebu Dâvud, Salât 203,(1040).
2784 - Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Üç şey vardır, onları yapmak kimseye helal olmaz: "Kişi bir kavme imamlık yapar, sonra da
sadece kendisi için dua eder, cemaatini dua dışı bırakır; bunu yapan onlara ihânet eder. Kişi,
izin almazdan önce bir evin içine bakamaz, bunu yapan ev halkına ihanet eder. Kişi küçük
abdestine sıkışmış iken hafifleyinceye kadar namaz kılamaz."
Ebu Dâvud, Tahâret 43, (90) ; Tirmizî, Salât 265, (357).
İMAMA UYAN (ME'MÛM)LA İLGİLİ HÜKÜMLER, SAFLARIN TERTİBİ İKTİDANIN
ŞARTLARI VE ME'MÛMUN ÂDABI HAKKINDA
2785 - Ebu Mes 'ûd el-Bedrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
namazda omuzlarımıza eliyle dokunur ve:
"Düzgün olun, karışık durmayın, sonra kalblerinize de karışıklık ve ihtilaf girer. Hemen
arkama, sizden akıl ve dirayet sahibi olanlar dursun. Sonra tedricen bunları takibedenler,
sonra da onları takibedenler dursun" derdi. ''
Ebu Mes 'ud ilave eder: "Bugün sizler ihtilafta çok ilerisiniz.''
Müslim, Salât 122, (432) ; N esâî, İmâmet 26, (2, . 90) ; Ebu Dâvud, Salât 96, (674).
2786 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Benim hemen arkama sizden akıl ve dirayet sahipleri dursun. Sonra onları takip edenler,
sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenler dursun. Çarşıların karışıklığından
sakının. ''
Müslim, Salât 123, (432) ; Ebu Dâvud, Salât 96, (675); Tirmizî, Salât 168, (228).
2787 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleylhissalâtu vesselâm) ile
birlikte (birgece) namaz kıldım. Soluna duruvermiştim, perçemimden tutarak sağına koydu."
Buharî, Ezan 57, 58, 59, 77, 79, İlm 41, Vudû 5, 36, Ezân 161, Vitr 1, Amel fi 's-Salât 1,
Tefsir, Al-i İmrân 17.,18, I 9, 20, Libâs 71, Edeb 118, Da'avât 10, Tevhîd 27 ; Müslim,
Salâtu'1-Müsafirîn 181, (763) ; Muvatta, Salâtu'l-Leyl 11, ( 1,121;122) ; Ebu Dâvud, Salât 70,
(610, 611 ) ; Tirmizî, Salât 171, (232) ; Nesâî, İmâmet 45, (2, 104) ; İbnu Mâce, İkâmetu's-
Salât 44, (973).
2788 - Alkame ve el-Esved dediler ki: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) 'un yanına girmek için
kendisinden müsaade istedik. Bize izin verdi. Sonra kalkıp ikimizin arasında namaz kıldı.
Sonra da: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın böyle yaptığını gördüm '' dedi. ''
Müslim, Mesâcid 26, (534) ; Ebu Dâvud, Salât 71, (613) ; Nesâî, Mesâcid 27, (2, 49-50) ;
İftitah 90, (2, 183 ).
2789 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Erkeklerin teşkil ettiği safların en hayırlısı birinci saftır. En kötüsü de en son
saftır. Kadınların teşkil ettikleri safların en hayırlısı en son saftır, en kötüsü de en öndekidir."
Müslîm, Salât 132, (440); Ebu Dâvud, Salât 98, (678); Tirmizî, Salât 166, (224); Nesâî,
İmâmet 32, (2, 93).
2790 - Nu 'man İbnu Beşir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah kalplerinize muhalefet atar -veya
yüzlerinize. . ." -demişi.''
Buharî, Ezân 71, Müslim, Salât 127, (436); Ebu Dvud, Salât 94, (662, 663); Tirmizî, Salât
167, (227) ; Nesâî, İmâmet 25, (2, 89).
2791 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Saflarınızı düzgün kılın, zira safların düzeltilmesi namazın kemalini(i sağlayan
şartlar)dandır.''
Buharî, Ezân 132, 72, 74, 76 ;Müslim, Salât 124, (433, 434); Ebu Dâvud, Salât 94, (667-671);
Nesâî, İmâmet 27, 28, 30, (2, 91).
2792 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Safları düz kılın, omuzları bir hizaya getirin, aradaki boşlukları kapatın,
kardeşlerinizin (sizi düzeltmeye çalışan) ellerine karşı nezâketli olun. Arada şeytan gedikleri
bırakmayın. Kim safa kavuşursa Allah ona kavuşur. Kim de saftan koparsa Allah da ondan
kopar.''
Ebu Dâvud, Salât 94, (666); Nesâî, İmâmet 31, (2, 93).
2793 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız, namazda omuzları en yumşak olandır. ''
Ebu Dâvud, Salât 94, (672).
2794 - Vâbisa ¬İbnu Ma 'bed (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir adam gördü, safın gerisinde tek başına namaz kılıyordu. Ona namazını yeniden
kılmayı emretti."
Ebu Dâvud, Salât 100, (682); Tirmizî, Salât 170, (230).
2795 - Ebu Sa 'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Ashabında bir gerileme görmüştü:
"İlerleyin bana uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir kavim gerilemeye devam eder
eder de Allah da onları geriletiverir '' buyurdu. ''
Müslim, Salât 130, (438); Ebu Dâvud, Salât 98, (680); Nesâî, İmâmet 17, (2, 83).
2796 - Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
" Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?" Biz:
"Melekler nasıl saf tutarlar? '' dedik.
"Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safda muntazam dururlar."
Müslim, Salât 119, (430) ; Ebu Dâvud, Salât 94, (661 ) ; Nesâî, İmâmet 2 8, (2, 92).
2797 - Ebu Hüreyre (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kur'a çekilirdi."
Müslim, Salât 131, (439).
2798 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "İmam, kendisine uyulmak için meşru kılınmıştır. Öyleyse o tekbir getirdi mi
siz de tekbir getirin. Rükûya gidince siz de rükûya gidin. "Semi'allahu li-men hamideh" (Allah
kendisine hamdedeni işitir) deyince "Allahümme Rabbenâ leke'l-hamd'' (Ey rabbimiz hamdler
sanadır) deyin. O ayakta namaz kılarsa siz de ayakta kılın, oturarak kılarsa siz de hepiniz
oturarak namaz kılın.''
Buharî, Ezan 74, 82 ; Müslim, Salât 86-89, (414-417); Ebu Dâvud, Salât 69, (603, 604) ;
Nesâî, İftitâh 30, (2, 141-142).
2799 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Sizden biri, rüku ve secdede başını imamdan önce kaldırdığı zaman Cenâb-ı
Hakk'ın, (Kıyamet günü) başını eşek başına veya sûretini eşek sûretine çevire(rek
dirilte)ceğinden korkmaz mı? ''
Buharî, Ezân 53; Müslim, Salât 114, (427); Ebu Dâvud, Salât 76, (623); Tirmizî, Salât 409,
(582); Nesâî, İmâmet 38, (2, 96).
2800 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şunu söylemiştir: "Başını imamdan önce kaldırıp
indiren kimsenin alnı şeytanın elindedir. ''
Muvatta, Salât 57,(1, 92).
2801 - Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
namaz kılarken, o "semi'allahu li-men hamideh" deyince, bizden kimse, Resulullh
(aleyhissalâtu vesselâm) alnını yere koyuncaya kadar, sırtını eğmezdi. "
Buhârî, Ezân 52, 91, 133; Müslim, Salât 198, (474);Ebu Dâvud, Salât 75, (620, 621, 622);
Tirmizî, Salât 208, (281); Nesâî, İmâmet 38, (2, 96).
2802 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir kimse, namazdan tek rek'ati imamla kılabilmişse, namazın tamamını
beraber kılmış gibi olur. ''
2803 - Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Siz namaza gelince biz secdede
isek hemen secdeye katılın, fakat onu (rek'at veya başka) bir şey saymayın, tek rek'ate
kavuşan namaza kavuşmuş sayılır. ''
2804 - Muvatta'nın rivayetinde şöyledir: "Rek'ate kavuşan secdeye kavuşur. Kim Fâtiha'ya
yetişemezse, pek çok hayrı kaçırmış demektir.
Buhari, Mevâkîtu's-Salât 29; Müslim, Mesâcid 162, (607) ; Muvatta, Vukûtu's-Salât 18, (1,
11); Ebu Dâvud, Salât 156, (893).
2805 - Hz. Ali ve Hz. Mu'âz (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Siz mescide geldiğinizde (cemaatle namaza başlanmış ise), imam
(kıyâm, rükû, secde, kuûd) hangi hâl üzere olursa olsun hemen uyun ve yapmakta olduğunu
yapın.''
Tirmizî, Salât 414, (591); Ebu Dâvud, Salât 28, (506).
2806 - Hemmâm İbnu'l-Hâris anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh) Medâin şehrinde
yüksekçe bir yerde durarak cemaate imam olmuştu. Ebu Mes 'ud kamîsinden tutarak onu
çekti. Namazdan çıkınca, Ebu Mes'ud:
"İnsanların bundan men edildiklerini bilmiyor musun?" dedi. Öbürü:
"Evet, ancak siz beni (gömleğimden tutup) çekince hatırladım!'' dedi.''
Ebu Dâvud, Salât 67, (597).
2807 - Ebu Hâzım İbnu Dînar (rahimehullah) anlatıyor: "Sehl İbnu Sa'd'a bir grup insan Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) 'in minberinin hangi ağaçtan yapıldığı hususunda
münakaşa etmek üzere geldiler. Sehl:
"Ben onun hangi ağaçtan yapıldığını, kimin yaptığını, Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın
hangi gün üzerine oturduğunu biliyorum!'' dedi ve açıkladı:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensârdan falanca kadına bir adam gönderdi: "Marangoz
kölene söyle, bana ahşaptan münasib bir şey yapsın da üzerine çıkıp halka hitabette
bulunayım'' dedi. Köle de O'na şu üç basamaklı şeyi imal ediverdi. Sonra Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), bunun şu yere konmasını emretti. Mezkur minber, el-Gâbe'nin ılgın
ağacından yapılmıştı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) minberin üzerine çıkıp namaza durdu ve tekbir getirdi,
cemaat de O 'nunla birlikte arkasından tekbir getirdi. Sonra nükûya gitti, sonra geri geri
gelerek minberden indi ve minberin dibinde secde yaptı, sonra namazdan çıktı, sonra halka
yöneldi ve:
"Ben bunu, bana uymanız ve namazımı bilmeniz için yaptım" buyurdu.
Buharî, Salât 64,18, Cum'a 36, İ'tikaf 32, Hibe 3; Müslim, Mesâcid 44, (544) ; Ebu Dâvud,
Salât 221, (1080); Nesâî, Mesâcid 45, (2, 57-59).
2808 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) geceleyin
duvarları alçak olan hücresinde namaz kılardı. Halk bu sebeple aleyhissalatu vesselam'ın
karaltısını (sülüetini) görürdü. Böylece onlar da kalkıp geceleyin, O 'na uyarak O'nunki gibi
namaz kıldılar. Sabah olunca bu durumu konuştular.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikinci gece de kalktı, halk da aynı şekilde yaptı.
Üçüncügece de aynı şey tekerrür etti. Bundan sonra Resulullah oturdu ve çıkmadı.
Sabah olunca durumu medar-ı bahs ettiler, sebebini sordular. Efendimiz şu cevabı verdi:
"Gece namazının sizlere farz olmasından korktum.''
Buharî, Ezân 80 Libâs 43 ; Ebu Dâvud, Salât 243, ( 1126).
2809 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İkâmetin okunduğunu duydunuz mu namaza yürüyün. Sakin ve vakûr olmayı
unutmayın. Sakın koşuşmayın. Yetiştiğiniz yerden kılın, kaçırdığınız kısmı tamamlayın."
Buharî, Ezân 23,Cum'a 18; Müslim, Mesâcid 151, (602); Muvatta, Salât 4, (1, 68-69); Ebu
Dâvud, Salât 55, (572-573) ; Tirmizî, .Salât 244, (327) ; Nesâî, İmâmet 57, (2,114-115).
2810 - Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı işittim, kadınlara diyordu ki:
"Sizden kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, erkekler başlarını kaldırıncaya kadar
başını yerden kaldırmasın, böylece erkeklerin avretlerini görmekten korunmuş olur.''
Ebu Dâvud, Salât l46, (851 ).
2811 - Ubâdetu 'bnu 's-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bize, içinde Kur'an ın cehren okunduğu bir namaz kıldırdı. Namazda kıraatta bir iltibasta
bulundu. Namazdan çıkınca yüzünü bize çevirdi ve:
" Kıraatı cehren okuduğum zaman siz de okuyor musunuz? '' diye sordu. Bazılarımız:
"Evet bunu yapıyoruz !'' dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sakın ha! Ben kendi kendime: "Kim, ben okurken okuyarak benden okumayı kapmaya
çalışıyor?" diyordum. Kur'an'ı cehren okuduğum zaman, Kur'an'dan Fatiha hariç hiçbir şeyi
okumayın!" buyurdular. "
Ebu Dâvud, Salât 136, (823, 824); Tirmizî, Salât 232, (311); Nesâî, İftitâh 29, (2, 141.
2812 - İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) öğle namazına durdu. Bir adam da arkasında Sebbihisme Rabbike'l A'lâ sûresini
okumaya başladı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca:
"Kimdi okuyan?" diye sordu. Adam:
"Bendim! '' dedi. Bunun üzerine:
"Hakikaten anladım ki biriniz bunu benden cezbedip aldı.''
Müslim, Salât 47, (398); Ebu Dâvud, Salât 138, (828); Nesâî, İftitah 27, 28, (2,140-141).
2813 - Müsevver İbnu Yezîd el-Mâliki (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) namazda (cehrî olarak) kıraatte bulunuyordu. Birkısmı okumayı terketti.
(Namazdan sonra, cemaatten) bir adam:
" Allah 'ın Resûlü, şu şu âyetleri okumayı terkettiniz!'' dedi. Resulullah:
" Niye bana hatırlatmadın? '' buyurdular.''
Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: "(Adam). . . ben onların neshedildiğini zannetmiştim. ''
Ebu Dâvud, Salât 163, (907).
2814 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Ey Ali, namazda (takılırsa) imamı açma!"
Ebu Dâvud. Salât 164, (903).
2815 - Bişr İbnu Mahcan babasından anlattığına göre, babası (Mahcan) Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) 'ın meclisinde idi. O sırada namaz için ezan okundu. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kalktı, namaz kıldı ve döndü. Mahcan hâla yerindeydi.
"Herkesle beraber namaz kılmana mâni olan şey nedir, sen müslüman değil misin?" diye
sordu. Mahcan:
"Elbette müslümanım, ancak ben âilemle namazımı kılmıştım! '' dedi. Efendimiz:
"Mescide geldiğin zaman namaza kalkılırsa kılımış bile olsan cemaatle birlikte sen de kıl!"
buyurdu."
Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 8, (1,132); Nesâî, İmâmet 53, (2, 112).
2816 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in anlattığın göre, bir adam kendisine sordu:
"Ben evde namazımı kılıp sonra da imamla namaza yetişiyorum; onunula da namaz kılayım
mı?,''
"Evet! '' deyince adam tekrar. sordu:
"Peki, bunlardan hangisini (farz olan) namazım yapayım ? ''
"Bu senin elinde mi? dedi, bu Allah'a kalmışıtır, dilediğini (asıl farz olan) namazın yerine
sayar!"
Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 9, (1, 133).
2817 - Süleyman Mevlâ Meymûne 'nin İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) 'den naklettiğine
göre, İbnu Ömer şunu anlatmıştır:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir günde aynı namazı iki sefer
kılmayın."
Ebu Dâvud, Salât 58, (579); Nesâî, İmâmet 56,(2, 114).
2818 - Nâfî (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) diyordu ki: "Kim
akşamla sabahı kılar sonra da bu namazlarda imama yetişirse, onlara dönmesin. ''
Muvatta, Salâtu'l-Cemâ'a 12, (1, 133).
2819 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Namaz için ikâmet okununca farzdan başka namaz yoktur (kılınmaz). ''
Müslim, Müsafirîn 63, (710) ; Ebu Dâvud, Salât 294, (1266); Tirmizî, Salât 312, (421); Nesâî,
İmâmet 60, (2, 126).
2820 - Rebî'a İbnu Ebî Abdirrahmân (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu
anhümâ), mescide geldiği vakit, cemaat namazı kılmış ise hemen farza başlardı, ondan önce
başka namaz kılmazdı."
Muvatta, Kasru's-Salât 75, (1, 168).
2821 - Abdullah İbnu Amr İbni 'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"İmam namazı kılıp teşehhüdü tamamladıktan sonra, selam vermezden önce hades vaki olsa
(yani abdesti bozulsa), namazı tamamlanmıştır, namazını tamamlayan cemâatteki diğer
kimselerin namazı da tamamlanmıştır.''
Ebu Dâvud, Salât 74, (617); Tirmizî, Salât 300 (408).
2822 - Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: ''Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"(İmamlar) sizin için kılarlar. Doğru kılarlarsa (sevabı) sizedir. Hatalı kılarlarsa (sizin
namazınızın sevabı) sizedir, hata onların aleyhlerinedir."
Buharî, Ezân 55.
CUMA NAMAZININ FAZİLETİ, VÜZÛBU, AHKÂMI
2823 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim cum'a günü cenabet guslü ile gusül yapar, sonra cum'aya giderse sanki
bir deve kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim ikinci saatte giderse bir sığır kurban etmiş
gibi (sevaba nâil) olur.Kim üçüncü saat giderse boynuzlu bir davar kurban etmiş gibi (sevaba
nâil) olur. Kim dördüncü saat giderse bir tavuk kurban etmiş gibi (sevaba nâil) olur. Kim
beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş gibi (sevaba nâil) olur. İmam (hutbeye)
çıkınca melekler hazır olur, zikri dinlerler."
(Buharî, Cum'a4,19; Müslim, Cum'a 10, (850); Muvatta, Cum'a 1, (1,101); Ebu Dâvud,
Tahâret 129, (351); Tirmizî, Salât 358, (499); Nesâî, Cum'a 14, (3, 99); İbnu Mâce, İkâmet
82, (1092).
2824 - Bir rivayette şöyle denmiştir: "Cuma günü olunca, mescidin her bir kapısında melekler
vardır. İlk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (minbere) oturunca defterleri kapatıp, zikri
dinlemeye giderler."
Müslim, Cum'a 24, (850).
2825 - Evs İbnu Evs es-Sakafi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdularki: "Kim (cuma günü) yıkar ve yıkanırsa, kim erkenden (mescide) gider
ve hutbenin başına yetişirse, yürür ve binmezse, imama yakın durur, dinler, mâlâyanî söz
etmezse ona her bir adım için bir yıllık amelin oruçları ve namazlarıyla sevabı yazılır.''
Ebu Dâvud, Tahâret 129 (345, 346); Tirmizî, Salât 356, (496); Nesâî, Cum'a 12, (3, 97); İbnu
Mâce, İkâmet 80, (1027); Buharî, Cum'a 6.
Ebu Dâvud der ki: "Mekhûl'e "gassele" ve "igtesele" den sorulmuştu şu cevabı verdi: "Bundan
maksad başını ve bedenini yıkamaktır.'' Sa'îd İbnu Abdilaziz de aynı şeyi söyledi. "Hanımıyla
cinsi münasebette bulunarak onu da yıkanmaya muhtaç kıldı demektir. Böyle yapmak,
namaza çıkınca, gözlerin korunmasında en elverişli vasıtadır."
"İgtisele" ise cimadan sonraki yıkanmadır.
"Bekkere" ilk vaktinde namaza gitmektir.
"İbtekere" hutbenin başına yetişmektir.
2826 - Abdullah İbnu Amr İbni'l Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cum'a namazına üç (grup) insan katılır:
1) Kişi var, namaza katılır, boş konuşma yapar. Bunun namazdan hissesi, o konuşmasıdır.
2) Kişi var namaza gelir dua eder. Bu kimse Allah'a duada bulunmuştur, Allah dilerse onun
istediğini hemen verir, dilerse vermez.
3) Kişi vardır, namaza gelir sadece dinler ve sükût eder, mü'minlerin arasından yararak
geçmez, kimseye ezâ vermez. Onun bu namazı, daha önce geçen cum'a'ya ve fazladan da üç
güne kadar (günahlarına) kefarettir. Bu hal Cenâb-ı Hakk'ın şu sözüne binâendir: "Kim bir
hayır yaparsa bu kendisinden on misliyle kabul edilir" (En'am 160).
Ebu Dâvud, Salât 235, (1113).
2827 - Hz. Ali (radıyallalhu anh) Kûfe 'de hutbe verirken minberden şöyle seslenmiştir: "Cum
'a günü olunca şeytan çarşı ve pazara erkenden bayraklarıyla gider, insanlara binbir engel
çıkararak mâni olmaya, onları cuma'dan (hiç olmasa) geciktirmeye çalışır. Melekler de
erkenden gidip mescidin kapılarına dururlar. Gelenleri birinci saatte gelenler, ikinci saatte
gelenler diye yazarlar. Bu hâl imam (hutbeye) çıkıncaya kadar devam eder. Kişi mescidde,
imamı görüp, dinleyebileceği biryere oturup, can kulağıyla dinledi ve konuşmadı mı,
kendisine iki kat sevap vardır. Kişi uzakta kalır ve imamı dinleyemiyeceği bir yere oturur,
sessiz durur ve konuşmazsa bir hisse sevap alır. Eğer, imamı görüp dinleyebileceği bir yere
oturur fakat boş konuşma yapar, sessiz kalmazsa, ona iki hisse vebal yazılır. Eğer, dinleme ve
görme imkan nı olmayan bir yere oturur ve boş konuşur ve sessiz kalmazsa, ona bir hisse
vebal vardır. Kim de yanındaki arkadaşına cum'a günü "sus!'' derse "boş konuşmuş'' olur. Kim
de boş konuşur ise, o cumadaki sevaptan nasibsiz kalır. ''
(Hz. Ali) konuşmasının sonunda şunu söyledi:"Ben bunu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
'dan işittim.''
Ebu Dâvud, Salât 209, (1051).
2828 - Târık İbnu Şihâb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Cum'a namazı, dört kişi hâriç geri kalan her müslüman üzerine cemaat içinde
yapması gereken vâcib bir hakk'dır. Cumadan istisna edilen bu dört kişi şunlardır: Köle,
kadın, çocuk ve hasta."
Ebu Dâvud, Salât 215, (1067).
2829 - Abdullah İbnu Amr İbni 'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki : "Ezanı her işitene cuma farzdır."
Ebu Dâvud, Salât 212, (1056).
2830 - Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Her ihtilâm olan erkeğe cum ' aya gitmek vacibtir. Cum'aya her gidene de
gusül vacibtir."
Ebu Dâvud, Tahâret 129, (342); Nesâî, Cum'a 2, (3, 89).
2831 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cum'a, geceleyin ailesine dönebilen herkese farzdır."
Tirmizî, Salât 360, (502).
2832 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
uyurdularki: "Cum'a namazından veya başkasından bir rek'ate yetişenin namazı tamam
olmuştur."
Nesâî, Mevâkit 30, (1, 274, 275).
2833 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:"Cum'a namazından bir rek'ate yetişen, cuma namazına yetişmiştir. ''
Nesâî, Cum 'a 41, (3, 112, 113 ).
2834 - Kuba ahâlisinden bir adam-Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'la sohbet etme
şerefine ermiş bulunan babasından naklen demiştir ki: ''Resulullah bize Kuba 'dan (gelerek
Medîne 'de) cum'a namazına katılmamızı emretti.''
Timizî, Salât 360, (501).
2835 - Ebu'l-Ca'd ed-Damrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki :" Kim önemsemiyerek üç cumayı terkedecek olursa, Allah onun kalbini
mühürler."
Ebu Dâvud, Salât 210, (1052); Tirmizî, Salât 359, (500) ; Nesâî, Cum'a 2, (3,88).
2836 - Semüre İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Cum'a namazını özürsüz olarak kim terkedecek olursa bir dinâr para tasadduk
etsin, (bu kadar) bulamazsa, yarım dinar tasadduk etsin. ''
Ebu Dâvud, Salât 211, ( 1053-1054) ; Nesâî, Keffâret 3, (3, 89) ; İbnu Mâce, İkâmet 93, (112
8).
2837 - Ebu'l-Melih, ismi Umayr İbnu Amir el-Hüzelî (radıyallahu anh) olan babasından
naklen anlattığına göre, babası Hudeybiye seferi sırasında bir cuma günü, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte bulunmuştur. O gün, ayakkabılarının altını ıslatmayacak
kadar yağmur yağmış, bunun üzerine.Efendimiz, herkesin yerlerinde namaz kılmalarını emir
buyurmuştur.''
Ebu Dâvud Salât 213, (1058, 1059); Nesâî, İmâmet 51, (2, 111).
CUMANIN VAKTİ VE EZAN HAKKINDA
2838 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: ''Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cum'ayı
(öğleyin) güneş meyl edince kılardı. ''
Buharî, Cum'a 16, Ebu Dâvud,. Cum'a 224, (1084); Tirmizî, Salât 361, (503).
2839 - Buharî nin bir diğer rivâyetinde şöyle gelmiştir : "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
soğuk şiddetlenince namazı erken (ilk vaktinde) kılardı. Sıcak şiddetlenince namazı yani
cum'a'yı (öğleyin biraz) serinleyince kılardı.''
Buharî, Cum'a 16.
2840 - Sehl İbnu Sa 'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
cum 'ayı kılar, sonra da kaylûle (öğle uykusu) yapardık.''
Buharî, Cum'a 40, 41, Hars 21, Et'ime 17, İsti'zan 16, 39; Müslim, Cum'a 30, (859); Ebu
Dâvud, Cum'a 224, (1086); Tirmizî, Salât 378, (525).
Diğer bir rivayette : "Biz, ancak cum 'a namazından sonra kaylûle yapıyor yemek yiyorduk ''
denmiştir.
Tirmizî ve Muvatta dışındaki diğer kitaplarda Seleme İbnu 'l-Ekvâ 'dan gelen bir rivayette:
"Sonra cuma 'dan çıktığımızda duvarların diplerinde, gölgelenebileceğimiz bir gölge olmazdı''
denmiştir.
2841 - es-Sâib İbnu Yezîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullalh (aleyhissalâtu vesselâm),
Hz. Ebu Bekir ve Hz: Ömer (radıyallahu anhümâ) devirleride cuma namazının ilk ezanı,
imam minbere oturunca okunurdu. Ancak Hz. Osman zamanı olup cemaat artınca, emri
üzerine (Medine çarşısında) Zevrâ nâm yerde üçüncü bir ezan daha okundu. (Cum'a ezanı işi)
bu şekilde sâbitleşti.''
Buharî, Cum'a 21, 22, 24, 25 ; E bu Dâvud, Salât 225 ; Tirmizî, Salât 372, (516) ; Nesâî,
Cum'a 15, (3, 100, l01).
HUTBE VE HUTBE İLE İLGİLİ HUSUSLAR
2842 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vessalâm) iki
hutbe okurdu. Minbere çıkınca otururdu. (Bu esnada müezzin ezan okurdu). Müezzin ezanı
bitirince kalkar ve hutbeyi okur, sonra tekrar oturur ve (bu sırada) konuşmazdı. Sonra kalkar
(ikinci defa) hutbe okurdu."
Buharî, Cum'a 30, 27; Müslim, Cum'a 33, (861); Ebu Dâvud, Salât 227, ( 1092) ; Tirmizî,
Salât 363, (506) ; Nesâî, Cum'a 33, (3, 109).
2843 - Nesâi'nin rivayetinde: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayakta iki hutbe verir,
bunların arasını (kısa) bir oturuşla ayırırdı" denmiştir.
Nesâî, Cum'a (3, 109).
2844 - Müslim ve Nesâî 'nin Ka 'b İbnu Ucre (radıyallahu anh) 'ı yaptıkları bir rivâyete göre
Ka'b, Mescide girince Abdurrahmân İbnu Ümmi'l Hakem 'i oturarak hutbe verir görmüş ve
derhal müdahale etmiştir:
"Şu habîse bakın hele! Oturarak hutbe veriyor. Halbuki Cenâb-ı Hakk Kitab-ı Mübîn'inde
(meâlen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip
dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar" (Cum'a 11) buyurmuştur."
Müslim, Cum'a 39, (864).; Nesâî, Cum'a 18,(3,102).
2845 - Umâre İbnu Rüveybe (radıyallahu anh) 'nin anlattığına göre, Bişr İbnu Mervân'ı,
minberde ellerini kaldırarak hutbe verirken görmüş ve derhal müdahale etmiştir:
"Allah şu iki kısa elin belasını versin. Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı (hutbe
verirken) gördüm, eliyle şundan fazla kaldırmazdı '' dedi ve şehâdet parmağıyla işaret etti.''
Müslim, Cum'a 53, (874); Ebu Dâvud, Salât 230, (1104); Tirmizî, Salât 371, (515); Nesâî,
Cum'a 29, (3, 108).
2846 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe verdi
mi gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artardı. Sanki bir orduya "Düşmanınız akşama veya
sabaha size baskın yapacak!'' diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkâlade ciddi bir eda
ile):
"Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zaman da peygamber
gönderildim '' der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterir,
sözlerine şöyle devam ederdi:
"Emmâ bâd! Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı Kitabullah'tır. En güzel yol da Muhammed'in
yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan ihdâs edilenlerdir. Her bid'at dalâlettir." Ayrıca şunları
da söyledi:
"Ben her mü'mine kendi nefsinden daha yakınım. Nitekim, kim bir mal bırakırsa bu ailesi
içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta bırakırsa bu bana aittir ve benim
üzerimedir."
Müslim, Cum'a 43, (867); Nesâî, İydeyn 22, (3, 188, 189).
2847 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
teşehhüd okuyunca şu mealde zikirde, duada bulunurdu: "Hamd Allah'adır, O'na sığınır,
O'ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden de O'na sığınırız. Allah kime hidâyet verirse
onu kimse sapıtamaz, kimi de sapıtırsa onu kimse hidayete götüremez. Şehâdet ederim ki,
Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür.
O'nu hak ile, Kıyametten önce müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah ve
Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de o ikisine isyan ederse, (bilsin ki) sadece
kendisine zarar verir, Allah'a hiç bir zarar verermez."
Ebu Dâvud, Salât 229, (1097, 1098).
Bir rivayette hadîse şu ziyadeyi yaptıktan sonra gerisini aynen rivayet etmiştir: "....Cum'a
günü teşehhüd'den sonra.....''
2848 - Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
namazı vasattı, hutbesi de vasattı.''
Müslim, Cum'a 41 (866); Ebu Dâvud, Salât 229, (1101); Nesâî, Cum'a 35, (3, 110).
2849 - Ebu Vâil (radâyallahu anh) anlatıyor:Ammâr bize hitabetmişti. (Konuşmasını) veciz ve
beliğ yaptı. Minberden inince:
"Ey Ebu'l- Yakzân beliğ ve veciz konuştun! Keşke biraz daha nefesleseydiniz (uzatsaydını)!''
dedik. Bize şu cevabı verdi:
"Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, şöyle buyurmuştu:
" Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alâmetidir. Öyle
ise, hutbeyi kısa tutun, namazı uzun (zira, beyanda sihir var)."
Müslim, Cum'a 47, (869); Ebu Dâvud, Salât 231, (1106).
2850 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İçerisinde teşehhüd bulunmayan her hutbe kesik bir el gibidir. ''
Tirmizî, Nikâh 16, (1106) ; Ebu Dâvud, Edeb 22, (4841).
2851 - Ebu Dâvud'un diğer bir rivayetinde: "Allah'a hamd ile başlamayan her kelâm kesiktir"
denmiştir.
Ebu Dâvud, Edeb 21, (4840).
2852 - Semure İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Zikr (yani hutbe) sırasında hazır bulunun, imama yakın olun. Zira kişi,
uzaklaşmaya devam ede ede, girse bile cennette de geri kalır.''
Ebu Davud, Salât 232, (1108).
2853 - Ebu Rîfâ 'a el-Adevî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
geldim. Hutbe veriyordu. Ben :
"Ey Allah'ın Resûlü! Yabancı ve dinini bilmeyen bir kimseyim, sizden dinimin ne olduğunu
soruyorum! '' dedim. Bunun üzerine bana yöneldi, hutbesini bırakarak yanıma kadar geldi.
Kendisine bir sandalye getirildi. Zannedersem ayakları demirdendi. Üzerine oturdu. Hemen
Allah 'ın kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeğe başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek,
sonunu tamamladı."
Müslim, Cum'a 60, (876); Nesâî, Zînet 123, (8,220).
2854 - Hz. Osman (radıyallahu anh) hutbelerine çoğu kere şu husûsu hatırlatarak başlardı:
"İşitin, kulak verin. Zira işiterek, kulak verenle işitmeden kulak verenin sevaptan hissesi
birdir.''
Müslim, Cum'a 8, (1, 104).
2855 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cum'a günü, imam hutbe okurken, sen (yanıbaşında konuşan) arkadaşına:
"Sus!" desen boş laf etmiş olursun."
Buharî,Cum'a, 36; Müslim, Cum'a, 11, (851); Muvatta, Cum'a, 6, (1, 103); Ebu, Dâvut. Salât,
235, (1112); Tirmizî, Salât, 368, (512); Nesâî, Cum'a, 22, (3, 103, 104).
NAMAZ VE HUTBEDE KIRAAT
2856 - Ubeydullah İbnu Ebî Râfî (rahimehullah) anlatıyor: "(Emevi halifelerinden) Mervân,
Ebu Hüreyre, (radıyallahu anh) 'yi Medine 'ye halef tayin etti. Ebu Hüreyre, cum 'ayı kıldırdı
ve birinci rek'atte, el-Hamd süresini okuduktan sonra Cum 'a suresini okudu. İkinci rek'atte ve
izâ câeke'l-Münâfikun'u okudu. Dedi ki:
"Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın bunları okuduğunu işittim.''
Müslim, Cum'a 61, (877); Ebu Dâvud, Salât 242, (112); Tirmizî, Salât 374,(519).
2857 - Semure İbnu Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
cum 'a 'da Sebbihismi Rabbike'l-A 'la ve Hel etâke hadîsu'l-Gâşiye sûrelerini okurdu.''
Ebu Dâvud, Salât 242, (519); Nesâî, Cum'a 39, (3, 111, 112).
2858 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
cum'a günü sabah namazında Elif lâm-mîm Tenzîl 'i birinci rek 'atte; Hel Etâ 'yı da ikinci
rek'atte okurdu. Cum 'a namazında da Cum 'a ve Münâfikûn sûrelerini okurdu."
Müslim, Cum'a 64, (879); Ebu Dâvud, Salât 218, (1074); Tirmizî, Salât 375, (520); Nesâî,
Cum'a 38, (3, 111).
2859 - Ümmü Hişâm Bintu Hârise İbnu 'n-Nu 'mân (radıyallalhu anhâ) anlatıyor: "Kâf ve'l
Kur'âni'l-Mecîd sûresini, cuma günü minber üzerinden her cum 'ada okurken Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendi dillerinden aldım."
Müslim, Cum'a 52, (873); Ebu Dâvud, Salât.229, (1100); Nesâi, Cum'a 28, (3, 107).
2860 - Ya'lâ İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
minberde: (Zuhruf 77) diye okurken işitim."
Buharî, Tefsir, Zuhruf 2, Bed'ü'l-Halk 6,10; Müslim, Cum'a 49, (871); Ebu Dâvud, Hurûf 1,
(3992); Tirmizi, Salât 365, (508).
CÂMİYE GİRME VE OTURMA ÂDÂBI
2861 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Birinizin Harre'nin sırtında namaz kılması, onun için cum'a günü oturup oturup imam
hutbeye başlayınca gelip cemaatin omuzlarını yararak cemaate katılmasından hayırlıdır.''
Muvatta, Cum'a 18, (1, 110).
2862 - Tirmizî'de Mu'az İbnu Enes 'ten merfu olarak şu rivayet kaydedilmiştir: "Cum'a günü
kim cemaatin omuzlarını yararak ilerlerse cehenneme bir köprü ittihaz olunur. ''
Tirmizî, Salât 369, (513).
2863 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Sizden kimse, cum'a günü kardeşini kaldırıp sonra da yerine oturmasın. Lâkin: "Açılın"
desin."
Müslim, Selâm 27-30, (2178).
2864 - Nâfi (rahimehullah) anlatıyor:"İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i işittim, diyordu ki:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kişinin bir başkasını kaldırarak yerine oturmasını
yasakladı.'' Nâfi 'ye: "Bu yasak cum'a'ya mı mahsus?'' diye soruldu.
"Cum'a ve diğer günlerde!'' diye cevap verdi.''
Buharî, Cum'a 20, İstî'zan: 31, 32; Müslim, Selam 28, (2177).
2865 - Mu 'âz İbnu Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
cum'a günü imam hutbe verirken hubve tarzında oturmayı yasakladı."
Ebu Dâvud, Salât 234, (1110); Tirmizî, Salât 370, (514).
2866 - Şeddâd İbnu Evs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh) ile
Beytu'l-Makdis 'te hazır oldum. Bize cum 'a kıldırdı. Baktım ki, mescidde bulunanların çoğu
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın ashabı idi ve imam hutbe verirken ihtibâ ederek
oturmşlardı.''
Ebu Dâvud, Salât 234 (1111).
2867 - Amr İbnu Şu 'ayb an ebîhi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), cum 'a günü namazdan önce cemaat teşkilini yasakladı. "
Rezin ilavesidir. Ebu Dâvud'da gelen bir hadisin parçasıdır (Salât 220, ( 1079).
2868 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), cum'a günü
minbere çıkınca:
"Oturunuz!" dedi. Bunu İbnu Mes'ud (radıyallhu anh) işitince olduğuyere oturdu, tam
mescidin giriş kapısını üstüydü. Resulullah (aleyhisalâtu vesselâm) onu bu halde gördü ve:
"Gel! Ey Abdullah İbnu Mes'ûd!" buyurdu."
Ebu Dâvud, Salât 226,(1091).
2869 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Cum'a günü biriniz (mescitte) uyuklayacak olursa oturduğu yeri değiştirsin. ''
Ebu Dâvud, Salât 239, ( 1119); Tirmizî, Salât 379, (526).
2870 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın
mescidinde kılınan cum 'adan sonra ilk kılınan cum 'a namazı, Bahreyn köylerinden olan
Cuvâsa'daki Abdü'l-Kays mescidinde kılınan namazdı."
Buharî, Cum'a 11; Ebu Dâvud, Salât 216, (1068).
YOLCU NAMAZI
2871 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Medine 'de öğle namazını Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile dört rek 'at kıldık. Mekke 'ye gitmek üzere yola çıkıp Zülhuleyfe
'ye gelince ikindiyi iki rek'at kıldı.''
Buharî, Taksirû's-Salât 5, Hacc 24, 25, 27,117,119, Cihâd 104,126; Müslim, Salatu'l-
Müsâfîrîn 11, (690); Ebu Dâvud, Salât 271, (1202) ; Tirmiz, Salât 391, (546); Nesâi, Salât 17,
( 1, 237).
2872 - Yine Hz. Enes (radıyallahu anh) 'in anlattığına göre kendisinden kasru's-salât yani
namazın kısaltılması hakkında sorulmuştu. Şöyle cevap verdi:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) üç millik mesafeyi veya Şu'be'nin şekkine göre üç fersah
mesafeyi dışarı çıktı mı iki rek'at kılar.''
Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 12, (691); Ebu Dâvud, Salât 271, (1201).
2873 - İmam Mâlik'e ulaştığına göre, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) Mekke- Tâif
arasındaki kadar, Mekke- Usfân arasındaki kadar ve keza Mekke -Cidde arasındaki kadar
mesâfede namazı kasrediyordu.'' Mâlik der ki: "Bu mesafeler dört berîd' dir."
Muvatta, Kasru' s-Salât 15, (1, 148).
2874 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Medîn'den Mekke 'ye gitmek üzere yola çıktı. Rabbülâlemin'den başka hiç bir şeyden
korkmuyordu. Yolda namazı ikişer ikişer (yani kasrederek) kıldı. ''
Tirmizî, Salât 391, (547); Nesâî, Taksîru's-Salât 1, (3,117).
2875 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
Mekke 'ye gitmek üzere Medîne 'den çıktık. Efendimiz yolda namazları ikişer ikişer kılıyordu.
Medîne 'ye dönünceye kadar hep böyle yaptı. ''
Enes 'e:
"Mekke 'de ne kadar kaldınız? '' diye sorulmuştu:
"Orada on gün kıldık'' dedi. ''
Buharî, Taksir 1, Megâzî 52; Müslim, Salatu 'l-Müsâfirin 15, (693) ; Ebu Dâvud, Salât 279,
(1233); Tirmizî, Salât 392, (548); Nesâî, Taksîru's-Salât 4, (3, 121).
2876 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (Mekke 'de) ondokuz gün
ikâmet etti ve namazları kasretti. Biz de (bundan böyle) sefer yapıp ondokuz gün ikâmet ettik
mi namazları hep kasrederdik, ondokuzdan fazla kaldık mı artık dörde tamamlardık."
Buharî, Taksîr 1, Megâzî 52, Ebu Dâvud, Salât 279, (1230, 1231, 1232); Tirmizî, Salât 392,
(549); Nesâi, Taksîru's-Salât 4, (3, 121).
Ebu Dâvud'un bir diğer rivayetinde "....Onyedi gün '' denmiştir. Nesâî 'nin bir diğer
rivayetinde: "Fetih senesinde Mekke 'de onbeş gün ikamet etti ve namazları bu esnada
kasretti. "
2877 - İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Fetih günü, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) 'la birlikte Mekke 'de hazır bulundum. Mekke 'de onsekiz gece kaldı,
bu esnada namazları hep iki kıldı. Şöyle hitabediyordu:
"Ey bölge halkı! Siz bize bakmayın, dört kılın. Biz hep yolcuyuz (bu sebeple ksrederek iki
kılıyoruz). ''
Ebu Dâvud. Salât 270, ( 1229).
2878 - Hz. Câbir (radıyallahu anh). anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük'de
yirmi gün ikâmet etti ve namazları hep kasretti. "
Ebu Dâvud, Salât 280; (1235).
2879 - Hârise İbnu Vehb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Mina'da bize, sayıca en çok olduğumuz ve en ziyade güven içinde olduğumuz bir zamanda
namazı iki rek'at kıldırdı."
Buharî, Taksîr 2, Hacc 84; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 21, (696); Ebu Dâvud, Hacc 77,
(1965); Tirmizî, Hacc 52, (882); Nesâî, Taksîru ' s-Salât 3, (3, 119, 120).
2880 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Mina'da bize iki rek 'at kıldırdı, arkasından Ebu Bekr de öyle kıldırdı, Ebu Bekir'den sonra
Hz. Ömer ve hilafetinin başında Hz. Osman (radıyallahu anhümâ) da iki kıldırdılar. Sonra Hz.
Osman dört rek'atli olarak kıldırdı. İbnu Ömer imamla kılarsa dört kılardı, yalnız kılınca da iki
kılardı."
Buharî, Taksîru's-Salât 2, Hacc 84; Müslim, Salâtu'l-Müsafirin 17, (694); Nesâi, Taksîru's-
Salât 3, (3, 121 ).
2881 - Hz. Osman (radıyallahu anh) 'dan anlatıldığana göre, Taif'de emvâl edinip orada
ikamet etmeyi arzu ettiği zaman.Mina 'da dört rek'at kıldı. Sonra imamlar bununla amel
ettiler. ''
Ebu Dâvud, Menasik 76, (1961- 1964).
2882 - Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Hz. Osman (sonradan) bedeviler sebebiyle dört
kılmıştır. Çünkü o sene pek çok bedevî hacc 'a gelmişti. Namazın dört rek'at olduğunu
öğretmek için halka dört rek'at kıldırdı.''
Ebu Dâvud, Menasik 76, (1962).
Bir rivayette de şöyle denmiştir: " (Hz. Osman Mina 'da dört kıldı.) Çünkü o, Hacc 'tan sonra
ikamete azmetmişti.''
2883 - Yine Ebu Dâvud 'un kaydına göre İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) (Mina' da) namazı
dört kılmştı. Kendisine:
"Sen, (daha önce dört kıldığı için) Osman 'ı ayıplamıştın, şimdi ise dört kılıyorsun! denilmişti.
(Özür beyan ederek) şu cevabı verdi:
"Muhalefet zararlıdır. ''
Ebu Dâvud, Menâsik 76, (1960).
2884 - Hz. Ömer (radıyallahu anh)'den anlatıldığına göre, Mekke'de namazı halka iki rek'at
kıldırdı. Selamı verince:
"Ey Mekkeliler!"dedi, namazlarınızı dörde tamamlayın.Biz yolcuyuz(bu sebeple iki kıldık)!."
Muvatta, Kasru's-Salât 19, (1, 149).
SEFERDE İKİ NAMAZIN CEM EDİLMESİ
2885 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), güneş
batıya meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine te'hîr eder, ikindi olunca mola
verir, ikisini cemederdi (beraber kılardı). Yola çıkmazdan önce güneş batıya meyletti (öğle
vakti girdi) ise, hareketten önce her ikisini de (öğle ve ikindi) kılar sonra yola çıkardı.''
2886 - Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te 'hir
eder, ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı birleştirirdi. "
Buharî, Taksîru's-Salât 16, l5; Müslim, Müsâfirîn 46, (704); Ebu Dâvud, Salât 274, (1218,
1219) ; Nesâî, Mevâkît 42, (1, 284-285).
2887 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yol
halinde iken öğle ile ikindiyi birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirirdi. "
Buharî, Taksîru's-Salât 13.
2888 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
akşam ve yatsıyı Müzdelife 'de beraberce kıldı. Bunlardan her biri için ayrı bir ikâmet okudu.
İki namaz arasında nafile kılmadı, bunlardan birinden sonra da nafile kılmadı."
Buharî, Hacc 93, 96; Müslim, Hacc 286 (703); 987, (1288); Muvatta, Hacc 196, (1, 400); Ebu
Davud, Menâsik 65, (1926-1933); Tirmizî, Hacc 56, (887, 888); Nesâî, Mevâkit 49, (1, 291).
2889 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı şu
ikisi hariç, vakti dışıda tek bir namazı kıldığını görmedim: Müzdelife'de akşamla yatsıyı
birleştirdi. O gün sabahı da vaktinden önce kıldı. "
Buharî, Hacc 99, 97; Müslim, Hacc 292, (1289); Ebu Dâvud, Menasik 65, (1934) ; Nesâî, 49,
(1, 291-292).
2890 - Ca'fer İbnu Muhammed İbni Mesleme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) öğle ve ikindi namazlarını; Arafat'ta tek bir ezan ve iki ayrı ikâmetle
kıldı. İki namaz arasında nafile kılmadı. Müzdelife 'de de akşamla yatsıyı bir ezan ve iki
ikâmetle kıldı ve aralarında nafile kılmadı."
Ebu Dâvud, Menâsik 57, (1906).
2891 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Kim iki namazı özürsüz olarak cem
ederse büyük günah kapılarından bir kapıya gelmiş olur."
Tirmizî, Salât l38, (188).
2892 - Yine İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Resulullah (aleyhissalâtu
vessalâm) Medine 'de yedi ve sekiz (rek 'at) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını
(cemederek) kıldı. Eyyub (es-ahtiyânî) der ki :"Belki de bu, yağmurlu bir gecedeydi.
"Öbürü (Ebu 'ş-Şa'sâ):
"Belki!'' dedi. ''
Buharî, Mevâkît 12, Teheccüt 30 ; Müslim, Müsâfirîn 49, (705); Ebu Dâvud, Salât 274,(1210,
1211, 1214); Tirmizî, Salât 138, (187); Nesâî, Mevâkît 47, (1, 290).
Sahiheyn'in bir rivayetinde şu ziyade var: "Hadisi İbnu Abbas'tan rivayet eden râviye dendi
ki: "Zannederim, öğleyi te'hir, ikindiyi ta'cil, keza akşamı te'hir yatsıyı da ta'cil etmiş olmalı?''
Cevaben: "Bunu ben de böyle zannediyorum!'' dedi.
2893 - Müslim'de gelen bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) korku ve sefer hali olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da
birleştirerek kıldı." İmam Mâlik: "Ben bunun, yağmurlu günde yapılmış olacağını
zannediyorum '' demiştir.''
Muvatta, Kasru's-Salât 4, (1,144) ; Müslim, Müsâfirîn 49, (705).
YOLCULUKTA NAFİLE NAMAZLAR
2894 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
(onsekiz defa) refakat ettim. Ancak, sefer sırasında nafile kıldığını hiç görmedim. Allah Teâlâ
hazretleri şöyle buyurmuştur:
"Resulullah'ta sizin için güzel örnek vardır" (Ahzâb 21 ). İbnu Ömer devamla der ki:
"Eğer nâfileyi kılsaydım namazı da tamkılardım."
Buharî, Taksîru's-Salât 11; Müslim, Müsâfirin 9, (689); Muvatta; Kasru's-Salât 22, (1,150);
Ebu Dâvud, Salât 276, (1223); Tirmizî, Salât 391, Nesâî, Taksîru's-Salât 5, (3, 122; 123).
2895 - Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, Resulullah(aleyhissalâtu vesselâm)'a onsekiz
seferde iştirak ettim. Onun,güneş meyledince öğleden önce kıldığı iki rek'ati terketiyini
görmedim."
Ebu Dâvud, Salât 276,(1222);Tirmizî, Salât 393,(550).
2896 - Nâfi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anh), oğlu Ubeydullah'ı seferde nafile kılarken
görürdü de bundan dolayı onu kınamazdı."
Muvatta, Kasru's-Salât, 24 (1,150).
2897 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
umre yapmak üzere Medine 'den Mekke 'ye doğru yola çıktık. Mekke 'ye gelince:
"Ey Allah 'ın Resûlü, annem babam sana feda olsun. Sen kısa kıldın, ben tam kıldım, sen
yedin ben oruç tuttum, (ne dersiniz?) '' dedim. Şu cevabı verdi:
"Ey Aişe güzel yaptın ! '' buyurdu ve bu işimde beni kınamadı '' dedi. ''
Nesâî, Taksîru's-Salât 4, (3, 122).
HAVF (KORKU) NAMAZI BÂBI
2898 - Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ashabına korku namazı kıldırdı.Bu maksadla ashabı arkasında iki saf yapatı. Hemen
arkasında bulunan safa birinci rek'ati kıldırdı. Sonra ayağa kalktı ve arkasındakilere bir rek'at
namaz kıldırıncaya kadar kıyamda kaldı. Sonra gerideki safta bulunanlar ilerledi, ön
safdakiler de geriledi. Bu şekilde ilerleyenlere de bir rek 'at namaz kıldırdı. Sonra gerileyenler
bir rek 'at namaz kılıncaya kadar yerinde oturdu. Sonra da selam verdi.''
Buharî, Megâzi 31; Müslim, Müsâfirin 309, (841); Muvatta, Salâtu'l-Havf 1, (1,183); Tirmizî;
Salât 398, (565); Ebu Dâvud, Salât, 282, (1337, 1338, 1339); Nesâî, Salâtu'l-Havf 1, (3,170-
171)
2899 - Muvatta'nın bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir: "Korku namazı şöyledir: "İmam,
beraberinde arkadaşlarından bir grup olduğu halde namaza durur, bir grup. da düşmana karşı
yerini alır. İmam bir rek 'ati beraberindekilerle rükû ve secde ile kılar, ve ayağa (ikinci rek'ate)
kalkar. Tam doğrulunca öyle kalır. Cemaat geri kalan rek'ati kendi başlarına tamamlayıp
selam verirler ve oradan ayrılırlar. İmam yerinde ayakta durmaya devam eder. Namazını
kılanlar düşmanın karşısında yerlerini alırlar. Namaz kılmamış olan diğerleri gelip imamın
arkasında dururlar, tekbir getirerek uyarlar. İmam onlara da bir rek'at namaz kıldırır, secdeden
sonra oturur ve selam verir. İmama uyan bu ikinci gurup imam selam verince kalkıp, geri
kalan rek 'ati kılıp selam verirler."
Muvatta, Salatu'l-Havf 2, (1, 183).
2900 - Hz Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Zâturrikâ 'da,Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ile beraberdik Koyu gölgeli bir ağacın yanına gelmiştik. Bu ağacı, altında
dinlenmesi için Aleyhissalâtu vesselâm'a bıraktık. (Resulullah kılıcını ağaca asıp istiratte
çekilmişti ki, O 'nu gizlice takip eden) müşrüklerden biri gelip (asılı olan kılıcı kapıp)
kınından sıyırp (Resulullah'a):
"Benden korkuyor musun?" dedi. Aleyhissalltu vessalam :
"Hayır!" deyince"
"Peki seni benden kim kurtaracak?"
"Allah!" diye cevap verdi.(Duruma muttali olan) ashab adamı tehdîd etti. (o da kılıncı kınına
koydu ve ağaca astı) Sonra namaz kılındı. Resulullah (aleyhisalâtu vessalâm) bir guruba iki
rek 'at kıldırdı.Bunlar geri çekildiler. Sonra ikinci gurup geldi, onlarada iki rek'at namaz
kıldırdı. Resulullah'ın namazı dörde tamamlanmıştı, cemaatin namazı ise iki rek'atti."
Buharî,Megâzi 31, 84, 87; Müslim; Müsâfirîn, 307- 311, (840,843); Nesâî, Salâtu'l-Havf 1, (3,
175, 176, 178).
2901 - Ebu Ayyâş ez-Zürâkî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Usfân 'da Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik. Müşriklerin başında (henüz müslüman olmayan)
Hâlid İbnu'l-Velîd vardı. Öğleyi kılmıştık. Mişrikler (kendi kendilerine aralarında şöyle)
konuştular: "İyi bir fırsat elimize geçmişti, onlar namazda iken saldırsaydık ya!''
Bunun üzerine hemen kasr (namazı kısaltma) ile ilgili âyet öğle ile ikindi arasında nâzil oldu.
İkindi vakti olunca, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalkıp kıbleye karşı durdu. Müşrikler
de önlerindeydi. Arka tarafına da bir safyaptı. Bu safın arkasına da bir safkoydu. Resulullah
rükûya varınca hep birlikte rükû yaptılar. Resulullah secde yaptı, hemen arkasındaki
safdakiler de secde yaptı. Diğerleri (rükûdan) doğrulup onları korumak üzere kıyamda
kaldılar. Bunlar iki secdeyi tamamlayıp kalkınca arkalarında bulunanlar secdeye gittiler.
Sonra Resulullah 'ın arkasındaki saftakiler diğerlerinin yerlerine gittiler, arkadaki saftakiler de
öndekilerin yerine ilerlediler. Sonra Resulullah rükûya gitti, hepsi O'nunla birlikte rükû yaptı.
Sonra Resulullah secde yaptı ve hemen arkasındaki safdakiler de secde yaptılar. Bu sırada
arkadakiler bunları korumak üzere kıyamda kaldılar.
Aleyhissalatu vesselam ve arkasındakiler oturunca, en arkadakiler secdeye gittiler. Sonra hep
beraber oturup hep beraber selam verdiler."
Ebu Dâvud, Salât 281, (1236); Nesâî, Salâtu'l-Havf 1, (3, 176-177).
2902 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) korku
namazını iki gruptan birine tek rek 'at olarak kıldırırken, diğer grup düşmana karşı durmuştur.
Kılanlar kalkıp, düşmana dönük vaziyette, (bekleyen) arkadaşlarının yerine geçtiler, onlar da
gelip (Resulullah 'ın arkasına geçtiler), O da bunlara bir rek 'at namaz kıldırdı, sonra da bu iki
guruptan her biribirer rek 'at namazlarını kaza ettiler.''
Buharî, Salatu'l-Havf 2, Megâzî 31, Tefsir, Bakara 44; Müslim, Müsâfirîn 205, (839);
Muvatta, Salâtu'l-Havf 3, (1, 184); Ebu Dâvud, Salât 285, (1243); Tirmizî, Salât 398, (564);
Nesâî, Salâtu'l-Havf 1, (3, 171, 173).
2903 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyar: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Dacnân
ile Usfân arasına, müşriklerle sarılmış biryere indi. Müşrikler (aralarında):
"Bu müslümanların bir namazları var (topluca kılarlar), bu onlara evlatlarından da,
bâkirelerinden de kıymetlidir, işte bu, ikindi namazlarıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine
toptan bir kerede çullanın!'' dediler. Cebrail aleyhisselam, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek ashabını iki kısma ayırmasını, onlardan bir grurupla namaz kılarken diğer
grubun geri tarafta ayakta beklemesini, tedbirli olmalarını ve silahlarını beraberlerinde
almalarını, birinci gruba bir rek'at kıldırmasını, bu kısmın birinci rekatten sonra geri
çekilmesini, arkadaki grubun öne ilerlemesini, bu yeni gruba da bir rek 'at kıldırmasını,
böylece her bir grubun Resulullah'la birlikte birer rek 'atlerinin olmasını, Resulullah'ın da
böylece iki rek'at kılmış olmasını emretti."
Ebu Dâvud, Salât 284, (1240,1241); Tirmizî, Tefsîr, Nisa, (3038); Nesâî, Salâtu'l-Havf 1, (3,
173, 174).
2904 - Abdullah İbnu Üneys (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), beni, Hâlid İbnu Sufyân el-Huzlî'yi öldürmem için bulunduğu yere gönderdi. O,
Urane ve Arafat taraflarında idi:
" Git onu öldür! '' dedi Ben onu gördüğümde ikindi namazının vakti girmişti. Kendi
kendime:"(Bu herifi öldürme işi) onunla benim arama girip namazımı geciktirmesinden
korkarım" dedim. (Ara vermeden) ilerledim. Hem yürüyor hem de îma ile namazımı
kılıyordum. Herife tam yaklaşmıştım ki:
"Sen kimsin?"dedi.
"Araplardan biriyim. Duydum ki; şu, adam için asker topluyormuşsun, onun için sana
katılmaya geldim!"
"Evet ben bu işin içindeyim" dedi. Onunla bir müdet yürüdüm, öldürmeme imkân sağlayacak
bir fırsat doğunca kılıçla tepesine bindim ve geberttim."
Ebu Dâvud,Salât 289, (1249).
BEŞ VAKİT NAMAZA BAĞLI (RÂTİB) NAFİLELER
2905 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte iki rek 'at öğleden evvel, iki rek 'at sonra, keza iki rek 'at cum 'adan sonra, rek'at
akşamdan sonra, iki rek 'at yatsıdan sonra namaz kıldım. Akşam ve yatsı(dan sonrakiler)
evinde idi.''
Buharî, Teheccüd.29, 25, 34; Cum'a 39; Müslim, Müsafirîn 291, (729), Cum'a 71, (882);
Muvatta, 69, (1,166); Ebu Dâvud, Salât 290, (1252); Nesâî, İkâmet 64, (2,119), Cum'a 43, (3,
113) ; Tirmizî, Salât 220, (433, 434).
2906 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki :
"Sünnette gelen oniki rek 'ate kim devam ederse Allah ona cennette bir ev bina eder: Bu oniki
rek'atin:
- Dördü öğleden önce,.
- İkisi öğleden sonra,
- İkisi akşamdan sonra,
- İkisi yatsıdan sonra,
- İkisi de sabahtan önce.''
Tirmizî, Salât 206, (414); Nesâî, Kıyamu'l- Leyl 66, (3, 260); İbnu Mâce; İkâmet 100, (1142).
2907 - Yine Hz. Aişe (radıyallhu anhâ) anlatıyor: "İki namaz var ki Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunları ne gizli ne de alenî olarak seferde ve hazerde hiç terketmedi: Sabahtan önce
iki rek'at, ikindiden sonra iki rek'at.''
Buharî, Mevâkîtu's-Salât 33, 73; Müslim, Salâtu'1-Müsâfirîn 300, (835); Ebu Dâvud, Salât
290, ( 1253); Nesâî, Mevâkîtu's-Salât 36, (1, 281 ), Kıyâmu'l-Leyl 56, (3, 251, 252).
2908 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah ve
ikindi hariç her namazın arkasından iki rek'at (nafile) kılardı."
Ebu Dâvud, Salât 299, (1275).
2909 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
nafilelerden hiç birine, sabah namazını iki rek 'atlik nafilesi kadar aşırı ilgi göstermemiştir."
2910 - Ebu Dâvud'un, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'den kaydettiği bir rivayette şöyle
gelmiştir:
"Sizi, atlılar tardedecek (kovalayacak) bile olsa o iki rek'ati terketmeyin. ''
2911 - Nesâî'nin bir rivayetinde :"Sabah namazından önce kılınacak iki rek'at nafile namaz
dünyanın tamamından daha hayırlıdır'' denmiştir.
Buharî, Teheccüd 27; Müslim, Salâtu'l-Müsafirin 96, (725); Ebu Dâvud, Salât 291, 292,
(1254, 1258) ; Tirmizî; Salât 307, (416); Nesâî; Kıyâmu'l-Leyl 56, (252).
2912 - Yine Hz. Aişe anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah namazında ezanla
ikamet arasında hafif iki rek 'at namaz kılardı.''
2913 - Diğer bir rivayette şu ibare var: "O iki rek 'atı öyle hafif tutardı ki, ben, "bunlrda
Fatiha'yı okudu mu?'' derdim.''
2914 - Nesâî 'nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: "Müezzin sabah ezanının birincisini
bitirip sükut ettimi kalkar, sabah namazından önce ve ufukta fecrin açılmasından sonra iki
rek'at hafif namaz kılar, sonra da sağ yanının üzerine uyurdu.''
Buharî, Teheccüd 28, 12; Müslim, Müsafirin 90, (724); Muvatta, Salâtu'l-Leyl 29, (1, 127);
Ebu Dâvud, Salât 292, (1, 255); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 60, (3, (256); 58, (3, 252-253).
2915 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sabahın iki rek'atında çoğunlukla şunları okurdu: Birinci rek'atta (mealen): "(Ey müminler)
deyin ki:
"Biz Allah'a, bize indirlene; Kur'an'a, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kûb'a ve torunlarına
(esbâta) indirilenlere, Musâ'ya, İsâ'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabbleri katından
verilen (Kitap ve âyetlere) îman ettik. Onlardan hiç birini (kimine inanmak, kimini inkâr
etmek suretiyle) diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, (Allah'a) teslim olmuş (müslümanlar)ız''
(Bakara 136). İkinci rek'atte de, Al-i İmran sûresindeki şu âyet (meâlen): "Deki: "Ey Ehl-i
Kitap (Yahudiler, Hıristiyanlar) hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye
gelin. (Şöyle) diyerek: "Allah'tan başkasına tapmayı, Ona hiç bir şeyi eştutmayalım. Allahı
bırakıp da kimimiz kimimizi Rabler (diye) tanımayalım (Buna rağmen) eğer yine yüz
çevirirlerse (o halde) deyin ki: "Şahid olun, biz muhakkak müslümanlarız" (64. âyet).
Müslim, Müsafirin 99, (727); Ebu Dâvud, Salât 292, (1259); Nesâî, İftitah 38, (2, 155).
2916 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabahın
iki rek'atında çoğunlukla şunları okurdu: "(Ey müminler) deyin ki: "Biz Allah'a, bize
indirilene (Kur'an'a), İbrahim'e, İsmâil'e. İshâk'a, Ya'kub a ve torunlarına (esbât) indirilere,
Musa'ya, İsâ'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabbleri katından verilen (Kitap ve
âyetlere) iman ettik. Onlardan hiç birini (kimine inanmk kimini inkâr etmek suretiyle)
diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, (Allah'a) teslim olmuş (müslümanlar)ız''. (Bakara 136). İkinci
rek 'atte de: "Ey Rabbimiz, senin indirdiğin (oKitab'a) inandık, o peygambere de tabi olduk.
Artık bizi (birliğini ve peygamberlerini tanıyan) şâhidlerle beraber yaz". (Al-i İmrân 53)
ayetini okurdu.''
2917 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sabahın iki rek 'atinde şunları okurdu: "Kul ya eyyuhe 'l- Kâfirun '' ve "Kul hüvallahu ahad.''
Müslim, Müsafirin 98, (726); Ebu Dâvud, Salât 98, (1256); Nesâî, İftitah 39, (2, 155, 156).
2918 - Tirmizî'nin İbnu Mes'ud'dan kaydettiği bir rivayette şöyle gelmiştir: "Ben bir ay kadar
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı göz ucuyla tâkib ettim, sabahın farzdan önce kılınan iki
rek 'atinde şu sureleri okuyordu: "Kul yâ eyyühe'l-Kâfirun'' ve "Kulhüvallahu ahad."
Tirmizî, Salât 308, (417).
2919 - Bu rivayet Nesâî 'de biraz farkla şöyle gelmiştir: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı yirmi kere göz ucuyla tâkib ettim, akşamın farzından sonra kılınan iki rek'atle,
sabahın farzından önce kılınan iki rek 'atte Kâfirûn ve İhlâs surelerini okuyordu.''
Nesâî, Salât 68, (2,170).
2920 - Hz, Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabahın iki
rek'at nafilesini kıldı mı; uyanıksam benimle konuşur du, değilsem, müezzin namaz için
(ikamet okuyuncaya kadar yatardı). ''
Buharî, Teheccüd 24, 26 ; Müslim, Müsafirin 133, (743) ; Ebu Dâvud, Salât 293, (1, 262,
1263); Tirmizî, Salât 309, (418).
2921 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz, sabahın farzından önce iki rek'atlik sünneti kılınca sağı üzerine
yatsın."
Ebu Dâvud, Salât. 203, ( 1261 ) ; Tirmizî, Salât 311, (420).
2922 - Muhammed İbnu İbrahim, ceddi Kays İbnu Amr 'dan anlattığına göre: Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) geldi ve namaza duruldu. Onunla birlikrte sabah namazını kıldım.
Sonra namaz bitince beni namaz kılar buldu.
"Ağır ol ey Kays! dedi. Bir namaz daha mı kılıyorsun? ''
"Ben sabahın sünnetini kılmamıştım (onu kılıyorum) '' deyince:
"Öyleyse hayır; (bunda bir beis yok) '' buyurdu. ''
Ebu Dâvud, Salât 295, ( 1267) ; Tirmizî, Salât 313, (422).
2923 - Abdullah İbnu Mâlik İbnu Buhayne (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ikamet başladıktan sonra namaz kılmakta olan bir adam gördü.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca halk adamın etrafını sardı ve
(Resulullah ona):
"Sabahı dört mü (kılıyorsun)? Sabahı dört mü (kılıyorsun)?" dedi."
Buharî, Ezan 38; Müslim, Musafirin 65, (711); Nesâî, İmâmet 60, (2,117).
2924 - Abdullah İbnu Sercis (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sabah namazını kılarken bir adam mescide girdi. Mescidin yan tarafında sünneti kıldı. Sonra
Rsulullah 'a dahil olup O 'nunla da farzı kıldı. Aleyhissalatu vesselam namazı bitirince:
"Ey falan, şu iki namazdan hangisini sayıyorsun? Tek başına kıldığını mı, bizimle kıldığını
mı! '' buyurdular.''
Müslim, Müsafirîrn 67 ; (712) ; Ebu Dâvud, Salât 294, (l265); Nesâî, İmâmet 61, (2,117).
2925 - Ebu Seleme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ashabtan bir cemaat ikâmeti işitmişti, hemen
(sünnet) namaza kalktılar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara:
"İki namazı beraber mı kılıyorsun. namazı beraber mi kılıyorsunuz? '' diye çıkıştı. Bu
(hâdise) sabah namazı sırasında cereyan etmişti. ''
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 31, (1, 128).
2926 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim sabahın iki rek'atini vaktinde kılamazsa güneş doğduktan sonra kılsın.''
Tirmizî, Salât 314, (423).
2927 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) 'den anlatıldığına göre, sabah namazının sünnetini
kaçırdığı olmuştur: Ancak güneş doğdu sonra onu kaza etmiştir."
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 32, (1, 128).
ÖĞLENİN SÜNNETLERİ
2928 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) öğleden önce
dört, öğleden sonra da iki rek'at kılardı.''
Tirmizî, Salât 315, (424).
2929 - Yine Tirmizî 'nin bir diğer rivayetinde Hz. Aişe şöyle der: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) öğlenin farzdan önceki dört rek'atli sünneti, namazdan önce kılamazsa sonra
kılardı.''
Tirmizî, Salât 317, (426).
2930 - Ümmü Habîbe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Kim öğleden önce dört, öğleden sonra da dört (rek'at nafile) kılarsa, Allah onu
ateşe haram eder. ''
2931 - Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "Kim öğleden evvel dört, öğleden sonra da dört (rek'at
nâfile) kılmaya devam ederse Allah onu ateşe haram eder."
Ebu Dâvud, Salât 296, (1269); Tirmizî, Salât 317, (427, 428); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 67, (3,
265).
2932 - Hz. Ebu Eyyub(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Öğlenin farzından önce tek bir selamla kılınan dört rek'at nafile var ya
bunların önünde sema kapıları açılır.''
Ebu Dâvud, Salât 296, ( 1270) ; İbnu Mâce, İkâmet 105, (1157).
2933 - Abdlullah İbnu's-Sâib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
güneşin zevalinden sonra ve öğleden önce dört rek 'at namaz kılardı ve derdi ki: "Şimdi semâ
kapılarının açıldığı bir vakittir. Bu anda salih bir amelimin oray yükselrnesini isterim''
Tirmizî, Salât 347, (478).
2934 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:"Öğleden önce zevâlden sonra dört rek'at vardır ki bunlar seherde emsalleri değerindedirler.
Her ne varsa, bu saatte mutlaka Allah'ı tesbîh eder. ''
Resulullah sonra şu âyeti okudular:
"Allah'ın yarattığı şeylerin gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek secde etmekte
olduklarını görmüyorlar mı?''(Nahl 48).
Tirmizî, Tefsir, Nahl (3127).
İKİNDİNİN SÜNNETİ
2935 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikindiden
önce iki rek'at kılardı.''
Ebu Dâvud, Salât 297, ( 1272).
2936 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İkindiden önce dört rek'at naf'ile kılan kimseye Allah rahmetini bol kılsın.''
Ebu Dâvud, Salât 297, (1271); Tirmizî, Salât 318, (430).
2937 - Hz. Ali (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ikindi
namazından önce dört rek'at nafile kılardı. Bunların arasını (ikinci rek'atin teşehhüdünde)
makarreb meleklerle müslüman ve mü 'minlerden onlara tabi olanlara selam ile ayırırdı.''
Tirmizî, Salât 318; (2129).
2938 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana,
günümde ikindi namazından sonra iki rek' at nafile kılarak gelirdi.''
2939 - Hz. Aişe bir başka rivayette şöyle demiştir: "İkindi namazından sonra kıldığı iki
rek'ati, yanımda hiç terketmedi."
Buhari, Mevâkîtu's-Salât 33, Hacc 75; Müslim, Salâtu 'l-Müsafirin 296-298, (833-835); Ebu
Dâvud, Salât 299, (1279, 1280); Nesâî, Mevâkıt 36, (1, 280, 281.)
2940 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ikindi namazından sonra iki rek'at nafile kılmıştır, çünkü kendisine gelen bir malın taksimini
yapmış, bu meşguliyet O 'nun öğle namazından sonra kılmakta olduğu iki rek'ati kılmasına
mani olmuştu. Bunun üzerine onları ikindiden sonra kıldı. Sonra bir daha bu iki rek'ati
kılmadı.''
Tirmizî, Salât 135, (184).
2941 - Muhtar İbnu Fulful anlatıyor : "Hz. Enes 'ten ikindiden sonra kılınacak nafile namaz
hakkında sordum '' dedi ki:
"Hz. Ömer ikindiden sonra nafile kılanların ellerine (sopayla) vururdu. Biz iki rek'ati,
Resulullah devrinde güneş battıktan sonra akşam namazından önce kılardık. Bizi bunu
kılarken efendimiz görürdü de ne emrederdi ne de nehyederdi."
Müslim, Müsafirin 302, (836).
AKŞAM NAMAZININ NAFİLESİ
2942 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Müezzin akşam ezanını okuduğu zaman
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın ashâbından bir grup kalkıp mescidin sütunlarına doğru
koşup Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (evinden) çıkıncaya kadar akşamdan önce ikişer
rek'at nafile kılıyordu.''
Buharî, Ezân 14, Salât 95; Müslim, Müsafirîn 303, (837); Nsâî, Ezân 39, (2, 28, 29).
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Bazan biryabancı gelip mescide girecek olsa, namaz
kılanların çokluğunu görünce, akşamın farzını kılınmış zannederdi. ''
2943 - Abdullah İbnu Mugaffel el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dediler ki:
"Akşamdan önce iki rek'at namaz kılın! '' (Efendimiz) sonra, insanların bunu bir sünnet
yapmasından korkarak " Dileyen kılsın'' dediler. ''
Ebu Dâvud, Salât 300,(1281); Buhari Teheccüt 35, İ'tisâm 27; Müslim, Müsafirîn 304, (838).
2944 - Sahîheyn'in kaydettiği bir başka rivayette şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Akşam namazından önce namaz kılın" dediler ve (bunu üç kere tekrar ettiler),
üçüncüde ise, halk bunu bir sünnet edinir korkusuyla, "Dileyen" buyurdular. ''
2945 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte,
akşam namazından sonra hâne-i saadetlerinde iki rek'at (nafileyi) kıldım."
Tirmizî, Salât 320, (432).
2946 - Ka'b İbnu Ucre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Benî
Abdi'l-Eşhel mescidinde akşam namazını kılmıştı. Cemaat, farzı bitirince nafileyi kılmaya
başladı. Bunu gören Resulullah: "Bu, evlerin namazıdır'' buyurdular. ''
Ebu Dâvud, Salât 304, (1300) ; Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 1, (3, 198, 199).
Nesâî'de şu ifade vardır: " Size, bu namazı evlerde kılmanız gerekir.''
2947 - Mekhûl merfu olarak rivayet etmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki :
"Kim akşam namazından sonra hiç konuşmadan iki rek'at -bir rivayette dört- kılarsa namazı
illiyyûna yükseltilir.''
Rezin tahriç etmiştir. (Feyzu'l- Kadîr 6, 167).
2948 - Huzefye (radıyallahu anh) de benzer bir rivayette bulunmuş ve şu ziyadeyi yapmıştır:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) derdi ki: "Akşamın farzından sonraki iki rek'ati kılmada
acele edin, çünkü onlar farz namazıyla birlikte yükselirler."
Rezîn ilavesidir. (Feyzu'l-Kadir 4, 307).
YATSI NAMAZININ NAFİLESİ
2949 - Şureyh İbnu Hâni anlatıyor : "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ye Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın namazından sordum. Dedi ki:
"Yatsıyı her kılışında yanıma gelince mutlaka dört veya altı rek 'at nafile kılardı. Bir gece
yağmura yakalandık. Aleyhissalatu veseslam 'a bir post yaydık, postta suyun akmakta olduğu
bir deliğe hâlâ bakar gibiyim. Efendimizin, elbisesini hiçbir surette yerden sakındığını
görmedim.
Ebu Dâvud., Salât 305, (1303).
CUMA NAMAZININ NAFİLESİ
2950 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbe
verirken bir adam girdi. Resulullah adama:
"Namaz kıldın mı?'' dedi. Adam:
"Hayır!'' dedi. Efendimiz:
"Öyleyse iki rek'atini kıl!" diye emretti.''
Buharî, Cum'a 32, 33, Teheccüd 25; Müslim, Cum'a 55, Ebu Dâvud, Cum'a 237; Tirmizi,
Salât 367, (510); .Nesâî, Cum'a 21, 27, (3, .103, 107).
Bir rivayette şöyle gelmiştir: ". . . Kalk, iki rek 'at kıl.''
2951 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Sizden biri cumayı kıldı mı, ondan sonra da dört rek'at kılsın."
Müslim, Cum'a 67, (881); Ebu Dâvud, Salât 244, (1131); Tirmizî, Salât 376.
2952 - Bir rivayette şöyle buyrulmuştur: " Senin acele etmen gereken bir şeyin olursa
mescidde hemen iki rek'atı kıl, iki rek'at de dönünce kıl.''
Müslim, Cum'a 67, (881).
2953 - Nâfi merhum anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), cuma günü bir adamın
cumayı kılarken durduğu yerden hiç kımıldamaksızın iki rek'at daha kılmaya devam ettiğini
görmüştü, adamı bundan men etti ve:
"Cum'a'yı dört mü kılıyorsun?'' dedi. İbnu Ömer, cum'a günü evinde iki rekat kılar ve
etrafındakilere:
"Resulullah böyle kılardı!'' derdi.''
Buharî, Cuma 39, Teheccüd 25, 29; Müslim, Cum'a 70, (882); Ebu Dâvud, Salât 244, (1127,
1128); Tirmizî, Salât 376, (521, 522); Nesâî, Cum'a 42, 44, (3, 113).
2954 - Atâ anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Mekke 'de cumayı kıldı mı ilerler iki
rek'at daha kılardı; sonra biraz daha ilerler ve dört rek 'at daha kılardı. Medine 'de olunca da
cum'ayı kılar sonra evine döner, iki rek'at daha kılardı, bunu mescidde kılmazdı. Bu durumun
sebebi nedir? diye kendisinden sorulmuştu:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle yapardı'' dedi. ''
Ebu Dâvud, Salât. 244, (1130, 1131); Tirmizî, Salât 376, (523).
VİTİR NAMAZI
2955 - Hz. Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: ''Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Vitr namazı haktır. Kim bunu kılmazsa bizden değil dir." Bunu Efendimiz üç
kere tekrar etti.''
Ebu Dâvud, Salât 337, (1419).
2956 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Vitir narnazı farz namaz gibi kesin değildir.
Ancak Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allahu Teâlâ hazretleri tektir, tek'i sever, öyleyse
ey ehl-i Kur'an vitri kılın!" buyurmuştur.''
Tirmizî, Salât 333 (453, 454); Ebu Dâvud, Sa1ât 336, ( 1416) ; Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 27, (3,
228, 229).
2957 - İbnu Muhayrîz anlatıyor: "Benî Kinâne 'den el-Muhdicî denen bir adam, Şam'da Ebu
Muhammed diye künyesi olan bir adamın:
"Vitir namazı vacibtir''dediğini işitti. Kinanî dedi ki:
"Ben bunu Ubade İbnu 's-Sâmit (radıyallahu anh) 'e sordum da:
"Ebu Muhammed hata etmiş. Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı dinledim şöyle
demişti:
"Allah'ı kulları üzerine yazıp farz kıldığı beş namaz mevcuttur. Kim onları eda eder, istihfafla
her hangi bir eksikliğe meydan vermeden tam yaparsa Allah indinde ona verilmiş bir söz
vardır: Onu cennete koyacaktır. Onları kılmayana ise Allah'ın bir vaadi yoktur. Dilerse azâb
eder dilerse cennete koyar" der."
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 14, (1,123); Ebu Dâvud, Salât 9, (425); 337, (1420); Nesâî, Salât 6, (1,
230).
2958 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) antatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Gece namazınızın sonu tek olsun. "
Buharî, Vitr 4; Müslim, Müsafirîn l49, (751); Ebu Dâvud, Salât 343, (1438); Nesâî, Kıyâmu'l-
Leyl 30, (3, 230, 231).
2959 - İmam Mâlik, İbnu Mes 'ûd'dan naklediyor: "İbnu Mes 'ud demiştir ki: "Geceleyin
kılacağınız namazın sonunu tek kılın.''
Muvatta'da bulunamadı.
2960 - Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Vitir her müslüman üzerine bir haktır (vazifedir). Kim beş ile vitir kılmayı severse yapsın.
Kim de üç ile vitir kılmak isterse yapsın. Kim tek rek'atla vitr kılmayı dilerse kılsın."
Ebu Dâvud, Salât 338, (1422); Nesâî, Salâtu'l-Leyl 40,(3,238, 239) İbnu Mace, İkâmet, 123,
(1190).
2961 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onüç
rek'at kılarak vitir yapardı. İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rek'atte vitir yaptı.''
Tirmizî, Salât 336, (458); Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 30, 40, 45, (3, 237, 243).
2962 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Vitir gecenin sonunda kılınır. ''
2963 - Buharî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Gece namazı ikişer ikişerdir. Gece
namazından ayrılacağın zaman, tek rek'at daha kıl, bu sana kıldığın namazların tek olmasını
sağlar."
Buhar, Vitr 1, Salât 24, Teheccüt 10; Müslim, Müsafirin 155-147, (749, 753); Muvatta,
Salâtu'l-Leyl 13, (1, 123); Tirmizî, Salât 323, (437); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 26, (3, 227, 228);
35, (3, 233).
2964 - Abdülazîz İbnu Cüreye anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ya Resulullah ne ile
vitir namazı kılardı? diye sorduk. Dedi ki: "Birinci rek 'atte Sebbih isme Rabbeke'l-a'layı
ikinci rek'atte Kulyâ eyyühâ'l-kâfirun suresini, üçüncü rek'atte, de Kulhüvallahü ahad ve
Muavvizateyn'i okurdu.''
Ebu Dâavud, Salât 339, (1424); Tirmizî, Salât 340, (463), Nesâi, Kıyamu'l-Leyl 47, 48, (3,
244,245).
2965 - Hârice İbnu Huzafe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: " Allah size (öyle) bir namazla imdâd etti ki, O sizin için kızıl deve
sürülerinden daha hayırlıdır. İşte bu namaz vitirdir. Allah onu, sizin için yatsı namazı ile
şafağın sökmesi arasına koydu.''
Ebu Dâvud, Salât 336, (1418); Tirmizî, Salât 332; (452).
2966 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) her gece
vitir kılardı. Gecenin evvelinde de kıldı, ortasında da kıldı; sonunda da kıldı (ölümü sırasında)
gecenin sonunda kıldı."
Buharí, Vitr 2, Müslim, Müsafirîn 137, (745); Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 30, (3, 230); Tirmizî,
Salât 334, (456), Sevâbu'l-Kur'an 23, (2925) ; Ebu Dâvud, Salât 343, (1435,1437).
2967 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki : "Kim gecenin sonunda kalkamamaktan korkarsa vitrini gecenin başında kılsın. Kim
gecenin sonunda kalkmayı umuyorsa gecenin sonunda vitrini kılsın. Çünkü gecenin sonunda
kılınan namaz (gece ve gündüz meleklerinin huzurlarında ve şehadetleri altında kılındığı)
meşhûd ve mahzûrdur. Bu yüzden (gecenin başında kılanana nazaran) daha faziletlidir."
Müslim, Müsafirin 162, (755); Tirmizî, Salât 334, (455).
2968 - Ebu,Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu
Bekr (radıyallahu anh)'e:
"Vitri ne zaman kılıyorsun?'' diye sordu. Hz. Ebu Bekr:
"Gecenin başında kılıyorum!'' dedi. Aynı şekilde:
" Vitri ne zaman kılıyorsun?" diye Hz. Ömer'e de soruldu:
"Gecenin sonunda kılıyorum!'' dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam, Hz. Ebu Bekr'e:
"Sen ihtiyatla amel ediyorsun!'' dedi. Hz. Ömer'e de:
"Sen de kuvet(li olan, takvaya uygun olan) ile amel ediyorsun!'' buyurdu."
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 16, (1,124); Ebu Dâvud, Salât 342, (1434).
2969 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Gece ve gündüz namazları ikişer ikişerdir."
Ebu Dâvud, Salât 302, (1295); Tirmizî, Cum'a 418, (597); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 26, (3, 227);
İbnu Mâce, İkâmet 172, ( 1322).
2970 - Ebu Sâid (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Vitir namazını kılmadan kim uyur veya unutursa hatırladı veya uyandı hemen kılsın."
Ebu Dâvud, Salât 341, (1431);Tirmizî, Salât 342, (465).
2971 - Ebu Cemre anlatıyor: Ashab-ıŞecere (radıyallahu anhüm) 'den olan Aiz İbnu Amr'a
sordum:
"Vitir namazı nakzedilir mi?''
"Eğer, evvelinde vitir kıldıysan âhirinde vitir kılma'' dedi. ''
Buharî, Megazî 35.
Rezîn merhum şunu ilave eder: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: "Bir
gecede iki vitir kılınmaz."
2972 - Nâfi anlatıyor: "Ben, İbnu Ömer (radıyallahu anh)'le Mekke deydim. Hava bulutlu
olduğu için sabah namazını kaçırmaktan korkuyordu. Tek rek'at kılarak vitir yaptı. Sonra
bulutlar açıldı. Gördü ki daha üzerinde gece var. Bir rek'at daha kılarak (önceki tek 'i) çiftledi,
sonra iki rek 'at (bir miktar) namaz kıldı. Sabahın geçmesinden korkunca bir rek'at daha
kılarak vitiryaptı."
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 19, (1, 125).
2973 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) vitrin ilk
iki rek'atinde selam vermezdi.''
Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 36, (3, 235).
2974 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) vitrin
ilk iki rek'atinde selam verirdi, öyle ki (o sırada) bazı ihtiyaçları için emirde bulunurdu.''
Buharî, Vitr 1, Muvatta, Salâtu'l-Leyl 20, (1, 125).
2975 - Muvatta'nın bir rivayetind‚ şöyle gelmiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Akşam namazı gündüzün vitridir."
Muvatta, Salâtu'l- Leyl 22, (1, 125).
2976 - Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) vitrni
kılarken şu duayı okurdu:
"Allah'ım gadabından rızana sığınırım. Cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım.
Sana (yapılması gereken) senayı sayamam. Sen, kendi nefsine yaptığın övgüdeki gibisin."
Tirmizî, Dâ'avât 123, (3561); Ebu Dâvud, Salât 340, (1427); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 51, (3,
249).
GECE NAMAZI
2977 - Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyudular
ki:
"Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizden önce yaşayan salihlerin âdetidir;
Rabbinize yakınlık (vesîlesi)dir; günahlardan koruyucudur; kötülüklere kefarettir, bedenden
hastalığı kovucudur."
Tirmizî, Da'avât 112, (3543, 3544).
2978 - İbnu Amr İbni'l-As (radıyallalhu anhümâ) anlatıyor: "Reulullah (alyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim geceyi on âyet, okuyarak ihya ederse gafiller arasına yazılmaz.
Kim de yüz âyetle gecesini ihya ederse "kânitîn" zümresine yazılır.Kimde bin âyet okuyarak
geceyi ihya ederse mukantırîn arasına yazılır."
Ebu Dâvud, Salât 326, (1398).
2979 - Yine Ebu Davud'da Abdullah İbnu Habeşî anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a: "Hangi amel efdaldir? '' diye sorulmuştu: Şu cevabı verdi:
" Kıyamı uzun olan.''
Ebu Dâvud, Salât 313, (1325).
2980 - Ubâdetu'b'nu's-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Geceleyin kim uyanırsa şunu söylesin:
"Allah'tan başka ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd de O'na aittir, O
herşeye kâdirdir. Hamd Allah'a aittir, Allah münezzehtir, Allah büyüktür, bütün amel ve
ibadetler için gereken güç ve kuvvet Allah'tandır.
Sonra aleyhissalatu vesselam buyurdular: "Rabbim beni affet!'' desin veya dua ederse duasına
cevap verilir. Eğer abdest alır ve namaz kılarsa namazı kabûl edilir.''
Buharî, Teheccüd 21.
2981 - Muğîre İbnu Şu 'be (radıyallhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ayakları kabarıncaya kadar geceleri kalkıp namaz kılardı. Kendisine: "Allah senin geçmiş ve
gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)'' denildi. .
"Şükredici bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi."
Buharî, Teheccüd 16, Tefsir, Feth 1, Rikâk 20; Müslim, Sıfatu'1-Münâfikîn 79, (2819);
Tirmizî, Salât 304, (412); Nesâi, Kıyamu'l-Leyl 17, (3, 219).
2982 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) gece
namazını hiç terketmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı."
Ebu Dâvud, Salât 307, (1307).
2983 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallalhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki: "Allah, geceleyin kalkıp namaz kılan ve hanımını da uyandıran, hanımı imtina
ettiği taktirde yüzüne su döken kula rahmetini bol kılsın. Allah, geceleyin kalkıp namaz kılan,
kocasını da uyandıran, kocası imtina edince yüzüne su döken kadına da rahmetini bol kılsın.''
Ebu Dâvud, Salât 307, (1308); Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 5, (3, 205).
2984 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz uyuyunca ensesine şeytan üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düyüm
yerine eliyle vurarak üzerine uzun bir gece olsun, yat" dileğinde bulunur. Adam uyanır ve
Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür, abdest alacak olursa bir düğüm daha çözülür, namaz
kılarsa bütün düğümler çözülür ve böylece canlı ve hoş bir hâlet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi
halde habis ruhlu (içi kararmış) ve uyuşuk bir halde sabaha erer."
Buharî, Teheccüd 12, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Müsafirîn 207, (776); Muvatta, Kasru's- Salât
95, (1, 176); Ebu Dâvud, Salât 307, (1306); Nesâî, Kıyâmu'1-Leyl 5, (3, 203).
2985 - İbnu Mes 'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: ``Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın
yanında bir adamın zikri geçti ve sabaha kadar uyuduğu, namaz kılmadığı söylendi.
Aleyhissalatu vesselam:
"Bu adamın kulağına şeytan işemiştir" buyurdu.. ''
Buharî, Teheccüd 13, Bed'ü'l-Halk 11; Müslim, Müsâfirîn 205, (774); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 5,
(3, 204).
2986 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (alehissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"(Mûtad olarak) geceleyin namaz kılan bir kimse, uykunun gâlebe çalmsıyla (bir gece uyuya
kalsa ve namazını kılamasa) Allah'u Teâlâ hazretleri onun namazının sevabını yine de yazar,
onun uykusu (Allah'ın ona yaptığı bir ikram) bir sadaka olur."
Muvatta, Salâtu'l-Leyl 1, (1,117); Ebu Dâvud, Salât 310, (1314); Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 61, (3,
257).
2987 - Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı
Allah Teâlâ Hazretleri geceleyin uyandırmışsa seher vakti geçinceye kadar, hizbini
tamamlardı."
Ebu Dâvud, Salât 312. (1316).
2988 - Mesrûk (rahimehullah) anlatıyor:"Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) 'ye sordum:
"Resullullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'a göre hangi amel efdaldi ? '' Bana:
"Devamlı olan !"diye cevap verdi. Ben tekrar:
"Gecenin hangi vaktinde kalkardı?" dedim
"Bağıranı -yani horozu- işittiği zaman kalkardı!" diye cevap verdi."
Buhari, Tehccüd 7, Rikâk 18, Müslim, Müsafirîn 131, (741); Ebu Dâvud, Salât 312, (1317);
Nesâî, Kıyamu'l-Leyl 8, (3, 208).
2989 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın gece
namazı on rek'atti. Bir rek'at de tek kılardı. Sabahın sünnetini iki rek'at kılardı. Böylece hepsi
onüç rek'at olurdu.''
Buharî, Teheccüd 10, Müslim, Müsafirîn 121, 124, (736, 737); Muvatta, Salât'1-Müsafirîn 8,
(1,120); Ebu Dâvd, Salât 316, (1334-1341-1361); Tirmizi, Salât 325; (439-445); Nesâî,
Kıyâmu'l-Leyl 30, 35, 36, 44, 53, (3, 230, 233, 234, 239). Bu metin Müslim ve Ebu Dâvud'da
gelmiştir.
2990 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz gece namazına kalkınca ilk önce iki hafif rek'atle namaza başlasın."
Müslim, Müsafirîn 198, (768); Ebu Dâvud, Salât 313, (1323, 1324).
Ebu Dâvud'da şu ziyade var: ".... Sonra dilediğin kadar uzat.''
KUŞLUK NAMAZI
2991 - Hz. Aişe (rdıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluk
namzını her kılışında mutlaka ben de kıldım.''
Buharî, Teheccüd 5, 32 ; Müslim, Müsafirîn 75, 77, (717, 718) ; Muvatta, Kasru's-Salât 29,
(152,153); Ebu Dâvud, Salât 301, (1292,1293); Nesâî; Savm 35, (4,152).
2992 - Abdurrahman İbnu Ebî Leyla (rahimehullah) anlatıyor: "Bize, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kuşluk namazı kıldığını Ümmü Hâni 'den başka kimse anlatmadı.
O dedi ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Fetih günü, benim eve geldi, yıkandı ve sekiz rek'at
namaz kıldı. Ben bundan daha hafif bir namazı hiç görmedim. Ancak rükû ve secdeleri tam
yapıyordu.''
Buharî, Teheccüd 31, Taksîru's-Salât 12, Megâzî 50 ; Müslim, Hayz 71, (336) ; Müsafirîn 80,
(336) ; Muvatta, Kasru's-Salât 28, (1, 152); Ebu Dâvud, Salât 301, (1290, 1291); Tirmizî,
Salât 346, (474); Nesâî, Tahâret 143, (1, 126); Gusl, 11, (1, 202).
2993 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Dostum aleyhissalatu vesselâm, bana her ay
üçgün oruç tutmamı, iki rek'at kuşluk, yatmazdan önce de vitir' namazı kılmamı tavsiye etti.''
Buharî, Teheccüd 33, Savm 60; Müslim, Müsafirîn 85, (721); Ebu Dâvud, Salât 342, (1432);
Tirmizî, Savm 54, (760);Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 28, (3, 229).
2994 - Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Her gün, sizin her bir mafsalınız için bir sadaka terettüp etmektedir. Her tesbih bir sadakadır.
Her tahmîd bir sadakadır, her bir tehlîl bir sadakadır. Emr-i bi'l-ma'ruf bir sadakadır. Nehy-i
ani'l-münker de bir sadakadır. Bütün bunlara, kişinin kuşlukta kılacağı iki rek'at nemaz kâfi
gelir."
Müslim, Müsâfirîn 84, (720); Ebu Dâvud, Salât 301, (1286).
2995 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"İnsanda üçyüzaltmış mafsal vardır. Her bir maf sal için bir sadakada bulunması gerekir. ''
(Bunu işitenler): "Buna kimin gücü yeter?" dediler: Aleyhissalatu vesselam:
" Mescidde toprağa gömeceği bir balgam, yoldan bertaraf edeceği, bir engel... Bunları
bulamazsa, kuşluk vakti kılacağı iki rek'at namaz!"
Ebu Dâvud, Edeb 172; (5242).
2996 - Ebu Zerr ve Ebu 'd-Derdâ (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâlâ hazretleri dedi ki: "Ey Ademoğlu! Günün evelinde
benim için dört rek'at namaz kıl, ben de sana günün sonunu garantileyeyim. ''
Tirmizî, Salât 346, (475).
2997 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim kuşluğun bir çift (namaz)ına devam ederse, deniz köpüğü kadar çok da
olsa, Allah günahlarını affeder."
Tirmizî, Salât 346, (476).
2998 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdularki:
"Kim kuşluk namazını oniki rek'at kılarsa Allah Teâlâ Hazretleri, cennette onun için altından
bir köşk bina eder.''
Tirmizî, Salât 346, (473).
2999 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluğu
dört kılar, (bazan) dilediğince de artırırdı.''
Müslim, Müsâfirîn 78, 79, (719).
3000 - Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyundular ki: "Kuşluk namazı, boduğun (yani deve yavrusunun) ayağı kumdan yanmaya
başladığı andan itibaren kılınır."
Müslim, Müsâfirîn 43, (748).
RAMAZANDA GECE KALKIŞI TERAVİH NAMAZI
3001 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) 'nin anlattığna göre: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onları, kesin bir emirde bulunmaksızın ramazan gecelerini ihyaya teşvik ederdi.
(Bu maksadla) derdi ki: "Kim ramazan gecesini, sevabına inanarak ve bunu elde etmek
niyetiyle namazla ihya ederse geçmiş günahları affedilir."
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) -bu tavsiyesi herhangi bir değişikliğe uğramadan- vefat
etti. Bu durum (terâvihin ferden kılınması) Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanında böylece
devam etti, Hz. Ömer'in hilâfetinin başında da böyle devam etti.''
3002 - Bir rivayette şöyle gelmiştir:"Kadir gecesinin, kim sevabına inanıp onu kazanmak
ümüidiyle ihya ederse geçmiş günahları affedilir.''
Buharî Terâvih 1, Müslim, Müsâfirîn174 (759); Ebu Dâvud, Salât 318, (1371); Tirmizî, Savm
83, (808) ; Nesâî, Siyam 39, (4,154,155) ; Muvatta, Salât fi Ramazan 2, (1,119).
Buharî, Ramazan kıyamı ile, Kadir gecesi kıyamı üzerine ondan merfu rivâyet kaydeder.
3003 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan
ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha
şiddetli bir gayrete geçerdi. Son on günde. geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası için)
uyandırırdı, izârını da bağlardı."
Buharî, Fadlu Leyleti'l-Kadir 5, Müslim, î'tikâf 8, (1175); Ebu Dâvud, Salât 318; (1376);
Tirmizî, Savm 73, (796) ; Nesâî, Kıyâmu ' 1-leyl 17, (3, 218).
3004 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ramazanda
geceleyin namaz kılardı. (Bir gece) gelip yanında ben de namaza uydum. Sonra bir erkek daha
geldi, o da namaza uydu, derken (sayımız arttı ve) bir cemaat olduk. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bizim arkasında olduğumuzu hissedince namazı hızlandırdı. Sonra (selam verip)
ayrıldı ve evine girdi. Orada bizim yanımızda kılmadığı bir namaz kıldı. Sabah olunca
kendisine:
"Bizim arkanıza durduğumuzu geceleyin farketmiş miydiniz?" diye sordum. Bana:
"Evet. Ve işte bu, beni o yaptığıma sevkeden şeydir. (Yani sizi arkamda hissedince namazı
hızlı kılarak yanınızdan ayrıldım)" buyurdu.''
Müslim Siyam 59, (1104).
3005 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhisalâtu vessalâm) (bir gece)
mescidde (nafile) namazı kılmıştı. Bir çok kimsede (on iktida ederek) namaz kıldı. (Sabah
olunca "Resulullah gecleyin mescidde namaz kıldı" diye konuştular.) Ertesi gece de
Efendimiz namaz kıldı. (Halk yine onları konuştu,katılacakların) sayısı iyice arttı. Üçüncü
(veya dördüncü) gece halk yine toplandı.(Öyle ki mescid, insanları alamayacak hâle gelmişti.)
Ancak aleyhissalâtu vessalâm (bu dördüncü gecede) yanlarına çıkmadı. Sabah olunca
Efendimiz:
"Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, namazın sizlere farz
oluvermesinden korkmamdır" dedi. İşte bu hâdise ramazanda ceryan etmişti."
Buharî Salatu't-Terâvih 1, Cum'a 29, 5; Müslim, Müsafirîn, 177, (761); Muvatta; Salât-fi'r
Ramazan 1, (1, 113); Ebu Dâvud, Salât 318, (1373, 1374); Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl: 4, (3, 202).
3006 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ramazan'da, mescidin bir kenarında namaz kılan bir guruba uğramıştı.
"Bunlar ne yapıyor?" diye sordu. "Bunlar, yanlarında (ezberlenmiş fazla) Kur 'an bulunmayan
kimselerdir, Übeyy İbnu Ka'b (radıyallahu anh) bunlara namaz kıldırıyor! '' dediler. Efendimiz
aleyhissalâtu vesselâm: "İsabet etmişler, bu davranış ne kadar iyi! '' buyurdular.''
Ebu Dâvud, Salât 318, ( 1377)
3007 - Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile (bir
ramazan) ayında beraber oruç tuttuk. Ay boyunca bize son yedi güne kadar hiç (ziyade)
namaz kıldırmadı. Ayın son yedinci gününde gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz
kıldırdı. Altıncı gününde yine bir şey kıldırmadı. Beşinci gününde gecenin yarısı geçinceye
kadar namaz kıldırdı: Kendisine: "Bu gecemizin geri kalan kısmında da bize nafile
kıldırsanız! ''dedik. Talebimize karşı:
"Kim imamla namaza başlar, sonuna kadar devam ederse, kendisine gecenin tamamını
namazla geçirmiş (sevabı) yazılır '' buyurdular. Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
aydan son üç gece kalıncaya kadar başka namaz kıldırmadılar. Üçüncü gece bize namaz
kıldırdılar. Ehline ve kadınlarına dua ettiler. Bize (o kadar uzun) namaz kıldırdılarki "Felâh''ı
kaçırmaktan korktuk. (Ebu Zerr 'e:) "Felâh '' nedir? diye soruldu:
"Sahur!'' cevabını verdi. (Sonra ayın geri kalan kısmında bize namaz kıldırmadı.)"
Ebu Dâvud, Salât 318, (1375); Tirmizı, Savm 81, (805); Nesâî, Sehv 103, (3, 83, 84),
Kıyamu'l-Leyl 4, (3, 202).
3008 - Abdullah İbnu Ebi Bekir anlatıyor: "Ubeyy (radıyallahu anh)'i dinledim, diyordu ki:
"Ramazanda (teravih) namazından ayrılıp, hizmetçilerden alel acele sahuryemeği
getirmelerini isterdik, çünkü vaktin çıkmasından korkardık.''
Muvatta, es-Salât fi'r-Ramazân 7, (1, 116).
BAYRAM NAMAZLARI
3009 - İbnu Abbâs (radıyaIlahu anhüma) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bayram günü - çıkıp iki rek'at namaz kıldırdı. Ne bunlardan önce ne de bunlardan sonra başka
namaz kıldırdı.''
(Buhari, Iydeyn 8, 16, 18, 26, 32, Ezân 161, Zekât 21, 33, Tefsir, Mümtahine 1, Nikâh 124,
Libâs 56, 57, 59, İ'tisam 16; Müslim, Iydeyn 13, (884); Ebu Dâvud, Salât 256, (1159);
Tirmizi, Salat 387, (537); Nesai, Iydeyn 29, (3, 193).
3010 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), fıtr
(ramazan) ve kurban bayramlarının namazlarında, birinci rek'atte yedi (ziyade) tekbir
getirirdi, ikinci rek'atte ise, iki rüku tekbirinden başka beş (ziyade) tekbir getirirdi."
Ebu Dâvud, Salât 252, (1149, 1150.
3011 - Kesir İbnu Abdillah an ebihi an ceddihi anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bayramlarda birinci rek'atte kıraatten önce yedi kere tekbir getiriyordu. İkinci rek'atte de
kıraatten önce beş kere tekbir getiriyordu.''
Tirmizi, Salât 386, (536).
3012 - Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ile birlikte, birçok kereler bayram namazını ezansız ve ikâmetsiz kıldım.''
Müslim, Iydeyn 7, (887); Ebu Dâvud, Salât 250, (1148); Tirmizi, Salât 384, (532).
3013 - Nâfi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anhümâ), bayram
namazlarını hutbeden önce kılarlardı."
Buhari, Iydeyn 7, 8; Müslim, Iydeyn 8, (888); Tirmizi, Salât 383; (531) Nesâi, Iydeyn 9, (3,
183).
3014 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte
bayrama katıldım. Efendimiz hutbeden önce, ezansız ve ikametsiz namaz kıldırdı. Sonra Bilâl
(radıyallahu anh)'e dayanarak kalktı. AIlah'tan korkmayı emretti ve O'na itaate teşvik etti.
İnsanlara vaaz edip (ölümü, ahireti, cenneti, cehennemi) hatırlattı.
Sonra kadınlar bölümüne geçti. Onlara da aynı şekilde vaaz etti, hatırlatmalarda bulundu. Ve:
"Allah için tasadduk edin, zira sizin ekseriyetiniz cehennem odunusunuz!'' buyurdu. Yanakları
kararmış itibarlı kadınlardan biri kalkarak:
"Niçin ey Allah'ın Resülü? dedi (niye cehennem odunlarıyız?)'' Resulullah açıkladı:
"Zira siz kadınlar çok şikâyette bulunuyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz."
"Bunun üzerine kadınlar takılarından tasadduk etmeye başladılar. Hz. Bilâl'in eteğine
atıyorlardı."
Buhari, Iydeyn 7; Müslim, Iydeyn 4, (885); Ebu Dâvud, Salât 248, (1141); Nesai, Iydeyn 19,
(3, 186, 187).
3015 - Ubeydullah İbnu Abdillah lbni Utbe İbni Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz.
Ömer (radıyallahu anh), Ebu Vâkid el-Leysi (radıyallahu anhümâ)'ye sordu:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) kurban ve ramazan bayramlarında ne kıraat buyururdu?"
"Resulullah bu namazlarda Kâf ve'l-Kur'ani'I-Mecid, İkterebeti's-sâatu ve'n-Şakka'l-Kameru
surelerini okurdu" diye cevap verdi."
Müslim, Iydeyn 14, (891); Muvatta, Iydeyn 8, (1, 180); Ebu Dâvud, Salât 252, (1154),
Tirmizi, Salât 385, (534); Nesâi, Iydeyn 12, (3, 183, 184).
3016 - Nu'mân İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm); bayramlarda ve cum'ada Sebbihi'sme. Rabbike'l- A'!â, Hel etake hadisu'l ğâşiye
okurdu. Bazan cuma ve bayram bir günde birleşirlerdi. Resulullah bu surelerin her ikisini de
(cuma ve bayram) namazlarında birlikte okurdu."
Müslim, Cum'a 62, (878); Muvatta, Cum'a 19, (1, 111); Ebu Dâvud, Salât 242, (1122, 1123);
Tirmizi, Salât 385, (533); Nesai, Iydeyn 13, (3, 184).
CUMA VE BAYRAMIN AYNI GÜNE RASTLAMASI
3017 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şu gününüzde iki bayram bir araya geldi. Dileyene (bayram ) cum'a için de
yeterlidir. Biz her ikisini birleştiriyoruz."
Ebu Dâvud, Salât 217, (1074); İbnu Mâce, İkâmet 166, (1311).
3018 - Ebu Ubeyd Sa'id İbnu Ubeyd'in anlattığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) ile bir
bayramda beraber olmuştur. Hz. Ömer önce namaz kıldırmış, sonra hutbe okuyup halka şöyle
hitab etmiştir:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sizleri bu iki bayram gününde oruç tutmaktan men etti.
Bu iki bayramdan biri oruç tuttuğunuz aydaki ramazan bayramınızdır. Diğeri de
kurbanlarınızdan yediğiniz günün bayramıdır!''
Ebu Ubeyd der ki: "Ben Hz. Osman (radıyallahu anh) ile de bayram geçirdim. O da hutbeden
önce namaz kıldırdı. Hatta bu bir cum'a günüydü. Avâli halkına şöyle dediler:
"Kim cumayı beklemek isterse beklesin, kim de ailesine dönmek isterse dönsün, kendisine
izin verdik.''
Buhari, Edahi 16, Savm 66, 67; Müslim; Siyam 138, (1137).
3019 - Atâ İbnu Ebi Rebâh merhum anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ), bize bir
cum'a günü gündüzün başında (bayram) namazı kıldırdı. Sonra biz (öğle vakti) cum'a namazı
kılmak üzere (mescide) gittik. İbnu'z-Zübeyr, bize (namaz kıldırmak üzere mescide) gelmedi.
Biz de tek başımıza (öğle namazlarımızı) kıldık. O sırada İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)
Tâif'te idi. Medine'ye döner dönmez durumu ona açtık.
"Sünnet'e uygun haçeket etmiş!'' dedi.
3020 - Bir başka rivâyette şöyle gelmiştir: "İbnu'z-Zübeyr zamanında ramazan bayramı cum'a
gününne rastIamıştı."
"İki bayram, aynı günde bir araya geldiler"! dedi. Sonra ikisini birleştirip iki rek'at hâlinde
sabah erkenden kıldırdı. Artık, ikindiyi kılıncaya kadar başka bir şey kılmadı.''
Ebu Dâvud, Salât 217, (1071, 1072); Nesâi, lydeyn 32, (3, 194).
3021 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ramazan
bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma yemedikçe namaza gitmezdi."
Buhari, Iydeyn 4, Tirmizi, Salât 390, (543).
3022 - Hz. Ali (radıyallahu anh) demiştir ki: "Bayram namazına yaya gitmen, çıkmazdan önce
birşeyler yemen sünnettendir.''
Tirmizi, Salat 382; (530); İbnu Mâce, İkamet 161, (1296).
3023 - Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), ramazan
bayramı namazında bir şeyler yemeden çıkmazdı. Kurban bayramında ise, namazdan
dönünceye kadar bir şey yemezdi."
Tirmizi, Salât 390, (542).
3024 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan dönerdi.''
Ebu Dâvud, Salât 254, (1156).
3025 - Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah bize, bayram namazlarına
genç kızları, çadırda kalan genç bâkireleri, ve hayızlı kadınları da çıkarmamızı emretti.
Hayızlıların da katılmaları müslümanların cemaatlerini görmeleri, dualarında hazır
bulunmaları içindi, bunlar namazgahların dışında kalacaklardı."
Buhari, lydeyn 15, 20, Hayz 23, Salât 2, Hacc 81; Müslim, Iydeyn 10, (890); Ebu Dâvud,
Salat 247, (1136-1139); Tirmizi, Salât 388, (539, 540); Nesâi, Iydeyn 3, 4, (3, 180, 181).
3026 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ramazan ve Kurban bayramlarında yanında bir mızrak olduğu halde musallaya çıkıyor,
(namaz sırasında kıble cihetine) sütre olarak dikiyor, ona doğru namazını kılıyordu."
Nesai, Iydeyn 10, (3, 183).
3027 - Sa'lebe İbnu Zehdem anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) Ebu Mes'ud (radıyallahu
anh)'u paymıh başına koyup kendisi bayram günü namaza gitti ve: "Ey insanlar! dedi,
imamdan önce namaz kılmak sünnette yoktur!''
Nesâi; lydeyn 6, (3, 181, 182).
KÜSÛF NAMAZI
3028 - Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında
güneş tutulmuştu. Hemen kalkıp halka namaz kıldırdı. Namazda kıraatı uzun tuttu. Sonra
rükuya gitti, rükuyu da uzun tuttu. sonra başını kaldırdı, bu sırada uzun okudu, ancak bu
okuyuşu öncekinden daha kısa idi. Sonra tekrar rüku yaptı ve rükuyu uzattı, ancak önceki
rükudan kısa idi. Sonra başını kaldırdı, sonra secdeye gidip gidip iki secde yaptı. Sonra
kalkıp, birinci rek'atte yaptıklarını aynen yaptı. Sonra selam verdi. Artık güneşde açıldı.
Sonra kalkıp halka hitab etti. Dedi ki: "Bilesiniz, güneş ve ay bir kimsenin ölümü veya hayatı
için tutulmaz. Onlar Allah'ın ayetlerinden iki ayetidir, kullarına gösterir. Bunların tutulduğunu
görünce namaza koşun."
Buhari, Küsüf 2, 4, 5, 13, 19, el-Amel fı's- Salât 11, Bed'ü'l-Halk 4, Tefsir, Maide 13;
Müslim, Küsüf 1, 8, (901, 902, 903); Muvatta, Küsüf 1, (1, 186); Ebu Dâvud, 261, 263, 264,
265, (1177, 1180, 1187, 1188, 1190, 1191); Tirmizi, Salât 396, (561, 563); Nesâi, Küsüf 6, 7,
10, 11, (3, 127, 128, 129, 130).
İSTİSKA (YAĞMUR) NAMAZI
3029 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "İnsanlar kıtlığa maruz kaIdılar. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir cum'a günü hutbe verirken bir bedevi kalkıp:
"Ey Allah'ın Resulü, malımız helâk oldu, horantamız kaldı, bizim için Allah'a dua ediver!''
dedi. Buunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm ellerini kaldırdı. Biz gökte bir bulut
göremiyorduk. Nefsim elinde olan Zât'a yemin olsun, daha ellerini geri çekmeden, semâda
dağlar gibi bulutlar peydah oldu. Derken daha minberden inmemişti bile ki, sakalından
yağmur damlaları dökülmeye başladı. O gün, ertesi güne kadar yağmur yağdı. Daha sonraki
günde de yağdı, onu takib eden günde de yağdı, hatta müteakıp cum'aya kadar yağış devam
etti. Öyle ki, o bedevi veya bir başkası kalkıp:
"Ey Allah'ın Resulü, binalarımız yıkıldı, mallarımız suda boğuldu, bizim için Allah'a dua
ediver (artık yağmur kesilsin)'' dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ellerini kaldırıp:
"Allahım etrafımıza yağdır, üzerimize olmasın!'' diye dua ettiler. Eliyle bulutlara doğru hangi
istikametteki buluta işâret etti ise, bulutlar orada açıldı. Bütün Medine buluttan temizlendi."
Bir rivayette de şöyle denmiştir: "Allahım, (yağmur) etrafımıza yağsın,
üzerimize değil! Allahım, dağların ve tepelerin üzerine, vadilerin içine ağaç biten yerlere
olsun!'' Hz. Enes der ki: "Bulut hemen çekildi biz de çıkıp güneşte yürüdük.''
Buhari, İstiskâ 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 14, 24, Menâkıb 25 Cum'a34, 35, Edeb 68, Da'avât 24;
Müslim, İstiskâ 9, (897); Muvatta, İstiskâ 3, (1, 191); Ebu Dâvud, Salât 260, (1174, 1175);
Nesâi, İstiskâ 1, 9, 10, 17, 18, (3, 154, 155, 158, 160, l65, 177).
3030 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yağmur
kıtlığından şikâyet edildi. Bunun üzerine bir minber getirilmesini söyledi. Musallaya minber
kuruldu. Halka, oraya gidilecek gün tesbit edidi.''
Hz. Âişe devamla der ki: "Güneşin kızıllığı ufukta görülür görülmez yola çıktı. Musallaya
varıp minbere oturdu. Tekbir getirdi. Allah'a hamdetti. Sonra:
"Sizler memleketinizin kuraklığıa uğradığından, yağmurun normal yağma zamanında
gelmeyip gecikmesinden şikayetlendiniz. Allah (celle celaluhu) kendisine dua etmenizi
emrediyor. Duanıza icabet edeceğini vaadetti" buyurdular ve sonra şöyle dediler.
"Hamd âlemlenin Rabbine aittir. O, Rahman ve Rahim'dir, âhiret gününün sâhibidir. Allah
'tan başka ilah yoktur, O dilediğini yapar. Ey Rabbimiz, sen kendisinden başka ilah olmayan
Allah'sın. Sen zenginsin, biz fakiriz. Üzerimize yağmur indir. İndirdiğini bize kuvvet ve güç
kıl. Ecel zamanımıza kadar yetecek kıl!"
Bunu söyledikten sonra ellerini kaldırdı. O kadar yukarı kaldırdı ki, koltuk altı beyazlığı
göründü. Sonra sırtını halka dönderdi, elbisesini ters çevirdi, elleri bu sırada hep kalkmış
vaziyette idi. Sonra tekrar halka yöneldi: Minberden indi ve iki rek'at namaz kıldı. Anında
Allah bulut hâsıl etti. Gök gürledi. Şimşek çaktı. Allah'ın izniyle yağmur başladı.
Resullullah daha mescidine dönmeden seller aktı. Aleyhissalâtu vesselam, cemaatin sığınağa
dönmekteki acelelerini görünce azı dişleri görününceye kadar güldü. Ve: "Şehadet ederim ki,
Allah her şeye kâdirdir ve ben de Allah'ın kulu ve Resulüyüm" buyurdular."
Ebü Dâvud, Salât 260, (1173).
3031 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraberken bize yağmur isâbet etti. Efendimiz elbisesini açtı, bedenine yağmur isabet etti.
"Bunu niye yaptınız?'' diye sorduk.
"O Rabbinden yeni geliyor'' buyurdular.''
Ebu Dâvud, Edeb 114, (5100), Müslim, İstiskâ 13, (898).
CENAZE NAMAZI
3032 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim üzerine namaz kılıncaya kadar cenaazede hazır bulunursa kendisi için bir
kirat sevab vardır. Kim de cenaze gömülünceye kadar hazır bulunursa iki kiratlık sevab
vardır. Bir kirat'ın miktarı Uhud dağı kadardır."
Buhari, Cenâiz 59; Müslim, Cenaiz 57, (946); Ebu Dâvud, Cenâiz 45; (3168); Nesâi, Cenaiz
54, 59, (4, 54-55, 76, 77); Tirmizi, Cenâiz 49, (1040); İbnu Mâce, Cenâiz 34, (1539).
3033 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Necaşi rahimehullah'ın vefatını, ölümünün aynı gününde haber verdi. Ashabıyla musallaya
musallaya gitti, orada saf bağlatıp dört tekbir getirerek namaz kıldırdı."
3034 - Sahiheyn ve Nesâi'de gelen bir diğer rivâyette şöyle denir: "(Resulullah aleyhissalâtu
vesselam) Necâşi'nin ölüm haberini öldüğü günde haber verdi ve:
"Kardeşiniz için (Allah'tan) mğfiret taleb edin" dedi ve başka bir şey söylemedi."
Buhari, Cenaiz 4, 55, 61, 65; Menakibu'l-Ensar 38; Müslim Cenâiz 62, 63, (951); Muvatta,
Cenâiz 14, (1, 226, 227); Ebu Davud, Cenaiz 62, (3204); Tirmizi, Cenâiz 37, (1022); Nesâi,
Ceaiz 76, (4, 72).
3035 - Abdurrahman İbnu Ebi Leyla anlatıyor: "Zeyd İbnu Ebi Erkâm cenazelerimiz üzerine
dört tekbir getirirdi. Bir ara bir cenaze üzerine de beş tekbir getirmişti. Sebebini kendisinden
sordum, dedi ki: "Resulullah o tekbirleri getirirdi."
Müslim, Cenaiz 72, (957); Ebu Dâvud, Cenâiz 58, (3197); Tirmizi, Cenâiz 37, (1023); Nesai,
Cenâiz 76, (4, 72).
3036 - Humeyd İbnu Abdirrahmân anlatıyor: "Hz. Enes İbnu Mâlik (radıyallahu anh) (cenaze)
namazı kıldı. Yanılıp üç-sefer tekbir getirdi ve selâm verdi. Kendisine (üç sefer tekbir
getirdiği) söylendi. Bunun üzerine kıbleye yönelerek dördüncü bir tekbir daha getirdi ve sonra
selâm verdi.''
Buhari, Cenaiz 65. (Bunu ta'lik olarak, bab başlığında zikretmiştir).
3037 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, bir cenaze üzerine namaz kılmış
ve namazda Fâtiha'yı okumuştur. Bu hususta kendisine (niye onu okuduğu) sorulunca: "Bu,
sünnettendir!'' diye cevap vermiştir.''
Buhari, Cenâiz 6; Ebu Dâvud, Cenaiz 59, (3198); Tirmizi, Cenâiz 39, (1026); Nesâi, Cenâiz
77, (4, 74, 75).
3038 - Nafi rahimehullah anlatıyor: "İbnu Ömer, cenaze için kılınan namazda kıraata yer
vermezdi."
Muvatta, Cenaiz 19, (1, 255).
3039 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ölü üzerine namaz kıldınız mı ona ihlasla dua edin."
Ebu Davud, Cenaiz 60, (3199); İbnu Mace, Cenaiz 23, (1497).
3040 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin anlattığına göre, kendisine: "Cenaze üzerine
nasıl namaz kılarsın?" diye sorulmuştu. Dedi ki:
"Ailesinin evinden takibe başlarım, yere kondu mu tekbir getirir, Allah'a hamd, Resulüne salat
eder, sonra şu duayı okurum:
"Ya Rabbi o senin abdindirr, abdinin oğludur, cariyenin oğludur. O, senden başka ilah
olmayıp sadece senin ilah olduğuna, Muhammed7in senin kulun ve elçin olduğuna şehadet
ederdi, sen onu (bizden) daha iyi bilirsin. Ay Allahım, eğer o muhsin ise ona yapacağın ihsanı
artır. Eğer kötüllerden ise, günahlarını affet. Ey Allahım, bizi (ona kılınan namazın) ecrinden
mahrum etme, ondan sonra bize fitne verme."
Muvatta, Cenaiz 17, (228).
3041 - Avf İbnu Mâlik (radıyallahu anlı) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
cenâzenin namazını kıldırdı. Okuduğu duadan şunları ezberledik:
"Allahım, şunu mağfıret et ve şuna rahmet eyle. Afiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda
bulun, girdiği yeri genişlet. Onun (günalarını) kar ve buzla yıka, hatalardan pâk eyle, tıpkı
elbisenin kirden pâk edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha iyi bir eve, ailesinden daha
hayırlı bir aileye koy, eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır. Onu kabir azabından, ateş azabından
sakındır.''
Avf (radıyallahu anh) der ki: "(Resulullah'ın bu dualarını işitince) o ölünün yerinde kendimin
olmasını temenni ettim.''
Müslim, Cenâiz 85, (963); Tirmizi, Cenâiz 38, (1025); Nesâi, Cenâiz 77, (4, 73).
3042 - Hasan Basri (rahimehullah): "Ç'ocuk üzerine‚ Fâtiha okunur'' der ve şöyle dua ederdi:
"Ey Allahım; bunu bize öncü yap, karşılayıcı kıl, (ahiret) azığı ve ücret yap."
Buhari, Cenâiz 66. (Bab başlığında senetsiz olarak geçmiştir.)
3043 - Atâ (radıyallahv anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) oğlu İbrahim
(ölünce) üzerine namaz kıldırdı. O zaman çocuk yetmişinci gününde idi."
Ebu Dâvud, Cenâiz 53, (3188).
3044 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Çocuk (doğumunda) ağlamadan ölürse üzerine namaz kılınmaz, varis olmaz, ona da varis
olunmaz."
Tirmizi, Cenaiz 43, (1032); İbnu Mace, Cenaiz 26, (1508).
3045 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın oğlu
İbrahim onsekiz aylık iken öldü; Âleyhissalâtu vesselam, üzerine namaz kılmadı.''
Ebu Dâvud, Cenâiz 53, (3187).
3046 - Nâfi İbnu Ebi Galib anlatıyor: "Hz. Enes (radıyallahu anh) bir erkeğin cenâze namazını
kıldırmıştı. Başının yanında durdu. Dört kere tekbir getirdi. Bir kadın üzerine de namaz
kıldırdı. Kadının arka tarafında durdu, dört kere tekbir getirdi. Kendisine, Resulullah böyle mi
yapardı?'' dendi. "Evet!'' cevabını verdi.''
Ebu Dâvud, Cenâiz 57, (3194); Tirmizi, Cenâiz 45, (1034).
3047 - Hz. Osman, Hz. Ebu Hüreyre, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) hazerâtı eıkek ve
kadınların cenâzeleri için namaz kılarlardı. Erkekleri imimamın yanına, kadınları da kıble
cihetine koyarlardı."
Muvatta; Cenâiz 24, (1, 230).
3048 - Muhammed İbnu Ebi Harmele anlatıyor: "Zeyneb Bintu Ebi Seleme ölmüştü, o sırada
Medine valisi Târık idi. Sabah namazından sonra cenazesi getirildi ve Bâki mezarlığına
konuldu. Târık, sabah namazını alaca karanlıkta kılardı. İbnu Ömer radıyallahu anhüma
cenazenin sahibine:
"Cenazenizi namazı ister hemen kılın, isterseniz güneşin yükselmesine kadar te'hir edin"
dedi."
Muvatta, Cenâiz 20, (1, 229).
3049 - Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), sabah ve ikindi namazları vaktinde
kılınmış ise bunlardan sonra cenaze namazı kılardı."
Muvatta, Cenâiz 21, (1, 229).
Buhari'nin bab başlığında, senetsiz olarak şu rivâyet kaydedilmiştir: "İbnu Ömer mutlaka tâhir
olarak cenaze namazı kılardı. Güneş doğarken ve batarken cenaze namazı kılmazdı. Ellerini
(de her tekbirde) kaldırırdı."
Buhâri, Cenâiz 57.
3050 - Hz. Aişe (radıyallalıu anhâ) 'den anlatıldığına göre, Sa'd İbnu Ebi Vakkâs (radıyallahu
anh) vefat ettiği zaman, Hz. Aişe:
"Onu mescide sokun da ben de üzerine namaz kılayım'' dedi. Ancak onun bu teklifi
yadırgandı ve hüsn-ü kabul görmedi. Bunun üzerine Hz. Aişe:
"İnsanlar ne çabuk unutuyorlar, Allah'a yemin olsun Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Beyzâ'nın iki oğlu Süheyl ve kardeşinin namazlarını mescidin içinde kıldırdı" dedi."
Müslim, Cenâiz 99, (973), Muvatta, 22, (1, 229); Ebu Dâvud, Cenâiz 54, (3189, 3190);
Tirmizi, Cenâiz 44, (1033); Nesâi, Cenâiz 70, (4, 68).
3051 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babam) Ömer İbnu'l Hattâb'ın cenâze
namazı mescidde kılındı.''
Muvatta, Cenâiz 23, (1, 230).
3052 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim cenaze namazını mescidin içinde kılarsa kendisine (bir sevap) yoktur'' -
bir nüshada- "aleyhinde bir şey yoktur."
Ebu Dâvud, Cenâiz 54, (3191).
3053 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Siyahi bir kadın -veya bir genç- mescidin
kayyumluk hizmetini yürütüyor (süpürüp temizliyor)du. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bir ara onu göremez oldu. "Kadın -veya genç- hakkında (ne oldu?'' diye) bilgi sordu.
"O öldü!'' dediler. Bunun üzerine
"Bana niye haber vermediniz?'' buyurdular. Ashab sanki kadıncağızın -veya gencin- ölümünü
(mühim addetmeyip) küçümsemişlerdi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Kabrini bana gösterin!" diye
emrettiler. Kabir gösterildi. Resul-i Ekrem kadının kabri üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra:
"Bu kabirler, sâhiplerine karanlıkla doludur. Allah, onlar için kıldığınız namazla kabirleri
onlara aydınlatır" buyurdular."
Buhari, Cenâiz 67, Salât 72, 74; Müslim, Cenâiz 71, (956); Ebu Dâvud, Cenâiz 67, (3203).
3054 - Hz. Enes (radıyallahıu anh): "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kabrin üzerinde
namaz kıldı'' buyurmuştur.''
Müslim, Cenâiz 70, (955).
3055 - İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Ümmü Sa'd (radıyallahu anhâ), Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yokken vefat etti. Gelince üzerine namaz kıldı. Bu esnada bir ay
geçmişti.''
Tirmizi, Cenâiz 47, (1038).
3056 - Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Uhud şehidleri için sekiz yıl sonra, sanki dirilerle (de) ölülerle (de) vedalaşıyormuşcasına
cenaze namazı kıldı..''
Ebu Dâvud, Cenâiz 75, (3223, 3224); Nesâi, Cenâiz 61, (3, 61, 62).
3057 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki:
"Bugün Habeşli sâlih bir kimse öldü, haydi üzerine namaz kılın.''
Râvi der ki: "Hemen saf yaptık (namaza durduk), ben ikinci safta -veya üçüncüde- idim.
Aleyhissalâtu vessalâm onun üzerine (gıyabında) namaz kıldı.''
Buhari, Cenâiz 55, 54, Menâkibu'l Ensâr 38; Müslim, Cenâiz 64, (952); Nesâi, Cenâiz 72, (4,
69, 70).
3058 - Ebu Berze el-Eslemi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Mâiz İbnu Mâlik'in cenazesine namaz kılmadı. Ancak ona namaz kılınmasını yasaklamadı
da."
Ebu Dâvud, Cenâiz 52, (3186).
3059 - Hz. Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a
üzerinde borç olan bir ölü getirildiği zaman:
"Borcunu ödeyecek bir mal bıraktı mı?'' diye sorardı. Eğer yeterli mal bıraktığı söylenirse
namazını kılardı. Aksi takdirde:
"Arkadaşınızın namazını kılın!" derdi. Ancak Allahu Teâla Hazretleri Resülüne fetihler
müyesser ettiği zaman (her getirilenin) namazını kıldı ve (borcu var mı? diye) sormadı. Şöyle
derdi:
Ben mü'minlere nefislerinden evlayım. Öyleyse, kim borç veya ağır bir yük veya horanta
bırakırsa o banadır, benim üzerimedir. Kim de mal bırakırsa o da kendi varislerinedir."
Buhari, Ferâiz 4, 15, 25, Kefâlet 5, İstikrâz 11, Tefsir, Ahzâb 1, Nafakât 15; Müslim, Feraiz
14, (1619); Tirmizi, Cenâiz, 69, (1070); Nesai, Cenaiz 67, (4, 66).
3060 - Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'a,
kendisini öldüren bir adam getirilmişti, üzerine namaz kılmadı."
Müslim; Cenâiz 107, (978); Tirmizi, Cenâiz 68, (1068); Nesâi, Cenâiz 68, (4, 66).
3061 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Üzerine müslümanlardan, kendisine şefaat taleb eden yüz kişinin namaz kıldığı her ölüye
mutlaka şefaat edilir.''
Müslim, Cenâiz 58, (947), Tirmizi, Cenâiz 40, (1029); Nesâi, Cenâiz 78, (4, 75).
3062 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
işittim, diyordu ki:
"Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah'a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa, Allah,
bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabül eder.''
Müslim, Cenâiz 59, (948); Ebu Dâvud, Cenâiz 45, (3170).
3063 - Mâlik İbnu Hübeyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir müslüman ölür ve üzerine, müslümanlardan üç saf namaz kılarsa, (Allah
şefaati) mutlaka vâcib kılar.''
(Hadisin râvisi) Mâlik (radıyallahu anh), cenazeye katılanlar az olursa, bu hadis sebebiyle
cemaati üç safa taksim ederdi.''
Ebu Dâvud, Cenaiz 43, (3166); Tirmizi, Cenâiz 40 (1028).
TAHİYYETÜ'L-MESCİD
3064 - Ebu Katâde (radıyallalıu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Biriniz mescide girince oturmazdan önce iki rek'at kılıversin."
Buhari, Salat 60, Teheccüt 25; Müslim, Müsafirin 69, (714); Muvatta, Kasdu's-Salât 57, (1,
162); Ebu Dâvud, Salât 19, (367; 368); Tirmizi, Salât 235, (316); Nesâi, 37, (2, 53).
3065 - Kà'b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm), bir
seferden dönünce önce mescide uğrar, orada iki rek'at namaz kılar, sonra insanlar (ile
görüşmek için) otururdu."
Ebu Dâvud, Cihâd 178, (2781); Buhari, Salât 59 (bab başlığında muallak olarak).
İSTİHARE NAMAZI
3066 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselâm) bize,
Kur'àn'dan -bir süre öğrettiği gibi her işte istiharede bulunmamızı öğretirdi. Derdi ki: "Biriniz
bir işi yapmaya arzu duyduğu zaman, farzlar dışında iki rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı
okusun: "Allahım, senden hayır taleb ediyorum, zira sen bilirsin. Senden hayrı yapmaya
kudret taleb ediyorum, zira sen vermeye kâdirsin, Rabbim yüce fazlını da taleb ediyorum. Sen
herşeye kâdirsin, ben âcizim. Sen bilirsin, ben cahilim. Sen gayıbları bilirsin.
Allahım, eğer biliyorsan ki bu işi bana dinim, bayatım ve sonum için -veya hal-i hazırda ve
ileride demişti- hayırlıdır, bunu bana takdir et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda
mübarek kıl. Eğer bu işin, bana dinim, hayatım ve âkibetim için -veya hal-i hazırda ve ileride
dedi- zararlıdır; onu benden çevir, beni de ondan çevir. Hayır ne ise bana onu takdir et, sonra
da bana onu sevdir!"
Hz. Câbir dedi ki: "Bu duadan sonra yapacağı işi zikrederdi.''
Buhari, Da'avât 48; Teheccüd 25, Tevhid 10; Ebu Dâvud, Salât 366, (1538); Tirmizi, Salât
394, (480); Nesâi, Nikâh 27, (6, 80, 81); İbnu Mâce, İkâmet, 188, (1383).
HACET NAMAZI
3067 - Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallatıu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselam) buyurdular ki: "Kimin Allah'a veya herhangi bir insana ihtiyacı hâsıl olursa önce
abdest alsın, abdesti de güzel yapsın, sonra iki rek'at namaz kılsın, sonra Allah Teâla
Hazretlerine senâda bulunsun, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a salât okusun, sonra şu
duayı okusun:
"Halim, kerim olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Arş-ı Azam'ın Rabbi noksan sıfatlardan
münezzehtir. Hamd âlemlerin Rabbine âittir. Rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini
celbedecek esbabı (hakkımda yaratmanı) taleb ediyor, her çeşit günahtan koruman için
yalvarıyor, her çeşit iyilikten zenginlik, her çeşit günahtan selâmet diliyorum. Rabbim!
Affetmediğin hiçbir günahımı, kaldırmadığın hiçbir sıkıntımı bırakma! Hangi amelden razı
isen onu ver, ey rahim olan, bana en ziyade rahmet gösteren Rabbim!''
Tirmizi, Salât 348, (479); İbnu Mâce, İkamet 189, (1384).
TESBİH NAMAZI
3068 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) ve Ebu Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh)'e dediler ki:
"Ey Abbâs, ey amcacığım! Sana bir iyilik yapmayayım mı?" Sana bağışta bulunmayayım mı?
Sana ikram etmeyeyim mi? Sana on haslet(in hatırlatmasını) yapmayayım mı? Eğer sen bunu
yaparsan, Allah senin bütün günahlarını önceki-sonraki, eskisi-yenisi, hatâen yapılanı-kasden
yapılanı, küçüğünü-büyüğünü, gizlisini-alenisini yani hepsini affeder. Bu on haslet şunlardır:
Dört rek'at namaz kılarsın, her bir rek'atte, Fatiha suresi ve bir sure okursun. Birinci rek'atte
kıraati tamamladın mı, ayakta olduğun halde onbeş kere "Subhanallahi velhamdülillahi ve
lailahe illallahu vallahu ekber" diyeceksin. Sonra rüku yapıp, rükuda iken aynı kelimeleri on
kere söyleyeceksin, sonra başını rükudan kaldıracaksın, aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin.
Sonra secde edip, secdede iken onları onar kere söyleyeceksin. Sonra başını secdeden
kaldıracaksın, onları onar kere söyleyeceksin. Sonra tekrar secde edip aynı şeyleri onar kere
söyleyeceksin. Sonra başını kaldırır, bunları on kere daha söylersin. Böylece her bir rek'atte
bunları yetmişbeş defa söylemiş olursun.
Aynı şeyleri dört rek'atte yaparsın. Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün
yapamazsan haftada bir kere yap, haftada yapamazsan her ayda bir kere yap. Ayda olmazsa
yılda bir kere yap. Yılda da yapamazsan hiç olsun ömründe bir kere yap."
Ebu Dâvud, Salât 303, (1297,1299); Tirmizi, Salât 350, (482); İbnu Mâce; İkamet 190, (1386,
1387).
NAMAZLA İLGİLİ BAZI HADİSLER
3069 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Hiçbirinizin, namazından şeytana bir
pay kalmamalıdır. Herkes namazdan çıkarken, sağından kalkmanın üzerine bir vecibe
olduğunu sanır. Halbuki ben Resulullah7ın çok kere solu üzerinden kalktığını da gördüm."
Buhari, Ezan 159; Müslim, Müsafirin 59, (707); Ebu Davud, salat 204, (1042); Nesai, Sehv
100, (3, 81).
3070 - Hz. Aişe radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı ayakta ve
otururken su içerken gördüm. yalınayak ve ayakkabılı olduğu halde namaz kılarken gördüm.
Namazdan sağı ve solu üzerine ayrılırken de gördüm."
Nesai, Sehv 100, (3, 82).
3071 - İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında,
farz namazlardan çıkarken insanlar yüksek sesle zikrederlerdi."
Buhari, Ezan 155; Müslim, Mesacid 120, (583); Ebu Davud, Salat 191, (1002, 1003); Nesai,
Sehv 79, (3, 67).
3072 - Ebu Rimse (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, namazın ilk tekbirine yetişerek
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte namaz kıldı. Aleyhissalatu vesselam önce sağına
sonra soluna selam verdi. (Başını öylesine çevirdi ki, gerisinde olduğumuz halde)
yanaklarının beyazlığını gördük. Sonra namazdan çıktı. Kendisiyle namazın ilk tekbire
yetişen zat hemen kalkıp ilave namaza başladı. Hz. Ömer (radıyallahu anh) ona doğru
fırlayarak adamı omuzlarından yakalayıp sarstı ve:
"Otur! Ehl-i kitabı helâk eden şey, namazları arasına bir fasıla bırakmamalarından başka bir
şey değildir!2 dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm nazarını çevirip:
"Ey İbnu'l-Hattab, Allah seni (doğruya) isabet ettirdi" buyurdu."
Ebu Davud, Salat 194, (1007).
3073 - Ebu Şa'sa (rahimehullah) anlatıyor: "Biz ebu Hüreyre (radıyallahu anh) ile birlikte
mescidde oturuyorduk, Müezzin ezan okudu. Bir adam kalkıp yürümeye başladı. Ebu
Hüreyre, adam mescidden çıkıncaya kadar gözleriyle onu takip etti ve:
"Şu adam Ebu'l-Kasım aleyhissalatu vesselam'a asi oldu!" buyurdu."
Müslim, Mesacid 258, (655); Ebu Davud, salat 43, (536); Tirmizi, Salat 150, (204); Nesai,
Ezan 40, (2, 29).
3074 - Simak İbnu Harb anlatıyor: "Cabir İbnu Semüre (radıyallahu anh)'ye dedim ki:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'la beraber oturdun mu?"
"Evet dedi, hem de çok. Sabah namazı kılınca, namaz kıldığı yerden güneş doğuncaya kadar
kalkmazdı. Bu esnada (cemaat) birbirlerine cahiliye devri ile ilgili şeyler anlatırlar ve
gülerlerdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da tebessüm buyururlardı."
Müslim, Mesacid 286, (670); Ebu Davud, Salat 301, (1294); Tirmizi, salat 412, (585); Nesai,
Sehv 99, (3, 80).
3075 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bedeviler, sakın namazınızın isminde size galebe çalıp değiştirmesinler.
Çünkü onun Kitabullah'taki ismi "işâ" (yatsı)dır. Bedeviler develerini sağarken karanlığa
kalırlar da (yatsıya ateme derler)."
Müslim, Mesacid 228, (644); Ebu Davud, Edeb 86, (4984); Nesai, Mevakit 23, (1, 270).
3076 - Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bedeviler, akşam namazınızın isminde sakın-size galebe
çalmasınlar!" (Resulullah devamla) dedi ki: "Bedeviler ona (sadece) işâ derler."
Buhari, Mevâkit 19.
3077 - Ebu Berze el Eslemi (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh addederdi.''
Buhari, Mevâkit 23; Müslim, Mesâcid 237; (647); Ebu Dâvud, Salât 3, (398); Tirmizi, Salât
125.
3078 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu
Bekir (radıyallahu anh) ve yanlarında ben de bulunduğum halde müslümanların meselelerini
(konuşmak için) gece geç vakte kadar uyanık kalırlardı."
Tirmizi, Salât 126.
3079 - Ashab'tan Huzâ'alı birinin rivâyet ettiğine göre, bir gün: "Keşke (yatsı) namazımı kıIıp
da istirahat etseydim'' diye temennide bulunmuştu. Kendisini bu sözü sebebiyle ayıpladılar.
Onlara şu cevabı verdi:
"Ben Resulullah'ın şöyle söylediğini işittim: "Ey Bilal, ikamet oku da bizi rahatlat!''
3080 - Hz. Ali'ye ait bir başka rivâyette, Hz. Ali: "Namazımı kılar istirahat ederim'' demişti.
Kendisini ayıpladılar. O da şu cevabı verdi:
"Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim. Şöyle demişti:
"Ey Bilal kalk, bizi namazla istirahate kavuştur."
Ebu Dâvud, Edeb 86, (4985, 4986).
3081 - Osman İbnu Ebi'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü dedim, şeytan
benimle namazımın ve kıraatimin arasına girip kıraatimi iltibas etmeme sebep oluyor, (ne
yapayım?)''
Aleyhissalâtu vesselâm bana şu cevabı verdi: "Bu Hınzeb denen bir şeytandır. Bunun
geldiğini hissettin mi ondan Allah'a sığın. Sol tarafına üç kere tükür!''
(Osman İbnu Ebi 'I-As) der ki: "Ben bunu yaptım, Allah Teâla Hazretleri onu benden
giderdi."
Müslim, Selâm 68, (2203).
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
6157 - Habbab (İbnu Eret) ve Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anhümâ anlatmışlardır: "Biz
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a kızgın kumların hararetinden şikayet ettik. Fakat
şikayetimizi dinlemedi.
ÖĞLEYİ SERİNLİĞE BIRAKMA
6158 - Muğire İbnu Ş'u'be radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
ile birlikte öğleyi gün ortası sıcaklığında kılardık. (Bir ara) bize: "Öğle namazını serinliğe
bırakın. Zira hararetin iddeti cehennemin kabarmasındandır" buyurdular."
6159 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Öğle namazını serinliğe bırakın."
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
6160 - Abbâs İbnu Abdi'l-Muttalib radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Ümmetim, akşam namazını yıldızlar cıvıldaşıncaya kadar tehir
etmedikçe fıtrat üzerine devam eder."
Ebu Abdillah İbnu Mace der ki: "Muhammed İbnu Yahya'nın şöyle dediğini işittim: "Bu hadis
hakkında alimler Bağdat'ta anlaşmazlığa düştüler. Ben ve Ebu Bekr el-A'yan, Avvâm İbnu
Abbâd İbni'l-Avvâm'a kadar gidip sorduk. Bize, babasına ait asıl nüshayı çıkardı, araştırdı,
hadisi orada buldu."
YATSIDAN ÖNCE YATILMAZ, SONRA KONUŞULMAZ
6161 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm,
bize, yatsı namazından sonra gece sohbetini kıtmıştır, yani bize bunu yasaklamıştır."
YATSIYA ATEME DEMEYİN
6162 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bedeviler, (yatsı) namazı meselesinde size galebe çalmasınlar." İbnu Harmele
şu ilavede bulundu:- Bu namazın adı işâ (=yatsı)dır.- Bedevîler ona, develeri sebebiyle
geciktirip tehir ettikleri için "ateme" derler."
EZAN NASIL BAŞLADI?
6163 - Sâlim, babası Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'dan anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm, namazları (duyurup toplanmayı sağlama) vasıtası üzerine halkla
istişare etti. Boru öttürmeyi teklif ettiler. Yahudiler(in usulü olması) sebebiyle bunu hoş
karşılamadı. Bunun üzerine halk çan çalınabileceğini hatırlattı. Aleyhissalâtu vesselâm,
hıristiyanlara benzeme) endişesiyle bunu da hoş karşılamadı. Aynı gece, Ensardan Abdullah
İbnu Zeyd denen bir zata ve Ömer İbnu'I-Hattâb'a rüyalarında ezan öğretildi. Ensari,
geceleyin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in kapısını çaldı. Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm onu (öğrenip okumasını) Bilal'e emretti. Bilal da ezan olarak okudu."
Zührî diyor ki: "Bilal radıyallahu anh hazretleri sabah ezanına şu ibareyi ilave etti: "Essalâtu
hayrun mine'n-nevm (=namaz uykudan hayırlıdır)." Resülullah bu ilaveyi teyid etti."
Hz. Ömer radıyallahu anh: "Ey Allah'ın Resulü, Abdullah İbnu Zeyd'in gördüğünü rüyamda
ben de görmüştüm (ancak o, size duyurmakta benden önce davrandı)" dedi."
EZANDA TERCÍ
6164 - Ebu Mahzura İbnu Mi'yer radıyallahu anh'ın terbiyesinde yetim olarak yetişen
Abdullah İbnu Muhayrız'dan rivayet edildiğine göre, "Ebu Mahzure, kendisini Suriye'ye
göndermek üzere hazırlarken, Abdullah, Ebu Mahzure'ye şöyle dediğini anlatıyor: "Ey
amcacığım! Ben Suriye'ye gidiyorum ve senin ezan okuyuşunun (hikayesini) soruyorum."
Ravi, bunun üzerine Ebu Mahzure'nin şunu anlattığını belirtir: "Ben bir grupla birlikte yola
çıkmıştım. Epey bir yol almıştık. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın müezzini Aleyhissalâtu
vesselâm'ın yanında namaz için ezan okudu. Biz de müezzinin sesini Aleyhissalâtu vesselam'a
arkamız dönük olarak işittik. Biz onun sesini alaylı alaylı tekrar edip yansıladık. (Bu
yaptığımızı) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm işitti. Bize bazı kimseler yollayarak yanına
çağırttı önüne oturttu ve: "Kulağıma kadar gelen ses hanginizin?" dedi. Arkadaşlarım beni
işaretlediler. Doğru da söylediler. Resülullah, onları geri çevirdi, beni alıkoydu. Sonra bana:
"Kalk ezan oku!" dedi. Doğruldum. (Ezanı bilmediğimden) öyle mahçup olmuştum ki, o anda
nazarımda Resûlullah'tan ve yapmamı emrettiği şeyden daha menfur bir şey yoktu. Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın önünde doğrulmuş, öyle kalmıştım.
Bunun üzerine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, ezanı kendisi bana okudu. Arkadan: "Haydi
söyle!" dedi. Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber, Eşhedü en Iâ ilahe illallah,
eşhedu en lâ ilahe illallah, Eşhedü enne Muhammede'r-Resülullah, eşhedü enne
Muhammede'r-Resûlullah!"
Sonra bana şunu söyledi: "Sesini yükselt. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedu enlâilahe illallah,
eşhedü enne Muhammede'r-Resülullah, eşhedu enne Muhammede'r-Resülullah, Hayye ala's-
salâti, hayye ala's-salah, Hayye ala'l-Felâhi hayye alâ'l-felah. Allahuekber Allahuekber, lâ-
ilahe illallah!"
Sonra, ezanı bitirince beni çağırdı ve bana içerisinde gümüş para bulunan bir çıkın verdi.
Sonra elini Ebu Mahzûra'nın alnına koydu, arkadan yüzüne kaydırdı, sonra göğsü üzerine
götürdü, sonra ciğerinin üzerine kaydırdı. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın mübarek
eli, Ebu Mahzûra'nın göbeği üzerine ulaştı. Sonra Aleyhissalâtu vesselâm: "Allah seni
mübarek kılsın, Allah sana bereket yağdırsın" dedi. Ben de:
"Ey Allah'ın Resûlü! Bana Mekke'de ezan okumamı emir buyursanız?" dedim."
"Haydi emrettim!" buyurdular.
Derken içimde Resûlullah'a karşı duyduğum bütün kötü hisler kayboldu. Yerine Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm sevgisi doldu. Hemen Resûlullah'ın Mekke'deki valisi Attâb İbnu
Esid'in yanına geldim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın emri sebebiyle Attab'ın yanında
namaz için ezanı ben okudum."
Ravi der ki: "Ebu Mahzura'ya yetişenler bu hadiseyi, Abdullah İbnu Muhayriz'in bana
anlattığı şekil üzere bana tahdis ettiler."
EZANDA SÜNNET
6165 - Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın müezzini Sa'd el-Karazi radıyallahu anh'tan
rivayet edildiğine göre, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Bilal radıyallahu anh'a (ezan
okurken) iki parmağını kulağına sokmasını emrederek: "Şüphesiz bu, sesin daha çok
yükselmesini sağlar" buyurmuştur."
6166 - Ebu Cuhayfe radıyallahu anh anlatıyor: "Ebtah nam mevkide Resûlullah aleyhissatâtu
vesselâm'ın yanına geldim. Kırmızı bir çadırda kalıyordu. Derken Bilâl çıkıp ezan okudu.
Ezanında her bir cihete dönüyor ve iki parmağını kulaklarına sokuyordu."
6167 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Müezzinlerin boyunlarına, müslümanların iki hasletleri takılmıştır: Namazları
ve oruçları. (Bunların vakitlerini müslümanlara müezzinler ilan eder.)"
6168 - Hz. Bilal radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "(Bir gün) sabah namazını haber vermek
üzere Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelmiş, ancak kendisine "uyuyor" denilmiş. Bunun
üzerine:
"Essalâtu hayrun mine'n-Nevm, essalatu hayrun mine'n-nevm (namaz uykudan daha
hayırlıdır)!" demiştir. Bundan böyle bu ibarenin sabah ezanına dahil edilmesi kabul görmüş
ve ezan bu minval üzere kesinlik kazanmıştır."
EZAN OKUNURKEN EZAN TEKRAR EDİLİR
6169 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Müezzin ezan okuduğu vakit onun söylediklerini aynen tekrar edin.
6170 - Ümmühâtu'l-Mü'minin'den olan Ümmü Habibe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre,
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam, yanında iken, ister gece, ister gündüz olsun, her ne zaman
müezzinin ezanını işitirse, müezzinin söylediğini aynen tekrar etmiştir."
EZANIN FAZİLETİ
6171 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim oniki yıl müezzinlik yaparsa ona cennet vacip olur. Ona, her gün için,
ezanı sebebiyle altmış hasene yazılır, her bir ikâmeti için de otuz hasene yazılır."
İKAMETTE BİRER BİRER OKUMA
6172 - Aleyhissalâtu vesselâm'ın müezzinlerinden Sa'd el-Karazi radıyallahu anh'ın rivayetine
göre, "Bilal-i Habeşi radıyallahu anh'ın ezanı ikişer ikişer idi. İkameti ise birer birerdi."
6173 - Ebu Râfi' Mevla Resûlîllah anlatıyor: "Ben Bilâl radıyallahu anh'ın, Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında ikişer ikişer ezan okuduğunu, birer birer de ikamet
getirdiğini gördüm."
EZAN OKUNUNCA MESCİDDEN ÇIKILMAZ
6174 - Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Kim mescidde iken ezan okunmaya başladığı halde, bir ihtiyaç olmadan ve tekrar
mescide dönme gayeside bulunmadan mescidi terkederse o kimse münafıktır."
NAMAZDA İSTİAZE VE KIRAAT
6200 - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Allahümme inni euzü bike mine'ş-şeytani'r-racim ve hemzihi ve nefhihi ve nefsihi "Allahım,
şeytan-ı racimden, onun dürtmelerinden, telkinlerinden, atacağı kibirden sadece sana
sığınırım" diye dua ederdi."
KIRAATA NE İLE BAŞLANIR?
6201 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
namazın kıraatini "Elhamdulillahi Rabbi'l-alemin..." ile başlatırdı."
CUMA GÜNÜ SABAH NAMAZINDA KIRAAT
6202 - Mus'ab İbnu Sa'd'ın babası Sa'd İbnu Ebi Vakkas ve İbnu Mes'ud radıyallahu anhüm'ün
anlattıklarma göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma günü sabah namazında "Elif-
lâm-mim tenzil ve Hel etâ a'le'l-İnsan" surelerini okurdu."
ÖĞLE VE İKİNDİDE KIRAAT
6203 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
ashabından Bedir savaşına katılanlardan otuz tanesi toplanarak aralarında: "Gelin,
Resulullah'ın namazda sessiz okuduğu kıraatın kaç ayet olduğunu kıyaslayarak tesbit edelim"
dediler. Bu hususta iki kişi bile ihtilaf etmedi. Aleyhissalatu vesselam'ın öğle namazında
okuduğu ayetin miktarını kıyas suretiyle hesaplayıp otuz ayet kadar olduğunu tesbit ettiler.
İkinci rekatte okuduğu bunun yarısı kadardı. Aynı ölçümü ikindi namazı için de yaptılar.
İkindinin kıraati öğlenin son iki rekatındaki kıraatin yarısı kadardı."
AKŞAM NAMAZINDA KIRAAT
6204 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam akşam
namazında "Kul ya eyyühe'l-kafirün" ve "kul hüvallahu ahad" surelerini okurdu."
İMAMIN ARKASINDA KIRAAT
6205 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İster farz ister nafilelerde olsun her rekatte "elhamdulillahi Rabbi'l-alemin" suresi ile bir
başka sure okumayanın namazı namaz değildir."
6206 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "İçinde Fatiha suresi okunmayan her namaz noksandır,
noksandır."
6207 - Ebu'd-Derda radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Bir adam kendisine: "Namazda imam
okurken ona uyan kimse de Kur'an'dan okur mu?" diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir: "Bir
adam, Aleyhissalatu vesselam'a her namazda kıraat var mı ?" diye sormuutu da Aleyhissalatu
vesselam'dan: "Evet!" cevabını almıştı. Bunun üzerine cemaatten biri de: "Bu vacip oldu"
demişti."
6208 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Kim imama
uymuş ise, imamın kıraatı onun da kıraatidir" buyurdular."
AMİN'İ CEHREN SÖYLEMEK
6209 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "İnsanlar amin demeyi terkettiler. Halbuki
Resulullah aleyhissalatu vesselam, namazda "gayri'l mağdubu aleyhim ve la'd-dallin" deyince
amin derdi, bunu ön saftakiler işitirdi, sonra mescid amin sesiyle dalgalanırdı."
6210 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın "Ve la'd-
dallin" deyince amin dediğini işittim."
6211 - Hz. Aişe radıyallahu anha'nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Yahudiler, sizi, selamınız ve amin deyişiniz sebebiyle kıskandıkları kadar bir başka şey için
kıskanmamışlardır" buyurmuşlardır."
6212 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Yahudiler sizi, amin deyişiniz kadar bir başka şey için kıskanmazlar. Öyleyse
amin sözünü çok söyleyin."
RÜKUYA GİDERKEN RUKUDAN KALKARKEN ELLERİ KALDIRMA
6213 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın,
namazda, iftitah tekbiri sırasında ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırdığını gördüm.
Rüku sırasında da, (rükudan) secdeye gitme) sırasında da aynı şekilde kaldırıyordu."
6214 - Umayr İbnu Habib radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam farz
namazda, her tekbir ile beraber ellerini kaldırırdı."
6215 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her
tekbir sırasında ellerini kaldırırdı."
6216 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, namaza girdiği
vakit ve rükuya giderken ellerini kaldırırdı."
6217 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma, namaza başlarken ellerini kaldırırdı.
Rükuya gidince, rükudan başını kaldırınca aynı şekilde ellerini kaldırırdı ve derdi ki:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı bu şekilde yapıyor gördüm." İbrahim İbnu Tahman
ellerini kulaklarına kadar kaldırırdı.
NAMAZDAKİ RÜKU
6218 - Ali İbnu Şeyban radıyallahu anh anlatıyor: "Kavmimizin heyetiyle Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a geldik. Ona biat ettik ve arkasında namaz kıldık. Aleyhissalatu
vesselam namazını tam yapmayan yani rüku ve secdede belini düzgün tutmayan bir adama
gözünün ucuyla baktı. Resulullah namazı kılınca: "Ey müslümanlar, rüku ve secdede belini
düzgün tutmayan kimsenin namazı namaz değildir" dedi."
6219 - Vabısa İbnu Ma'bed radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı
namaz kılarken gördüm, rüku yapınca sırtını (başını) dümdüz yapıyordu. Öyle ki üzerine su
dökülecek olsa öyle sabit kalacaktı."
ELLERİ DİZLER ÜZERİNE KOYMA
6220 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam rüku sırasında
ellerini diz kapakları üzerine koyar, pazularını da (karnından yanlara doğru) uzaklaştırırdı."
RÜKUDAN DOĞRULURKEN NE OKUMALI?
6221 - Ebu Cuheyfe anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazdayken, yanında
nasiblerden bahis açıldı. Bir adam: "Falanın nasibi atlardadır" dedi. Bir diğeri: "Falanın nasibi
de develerdedir" dedi. Bir başkası da: "Falanın nasibi koyunlardadır" dedi. Bir diğeri "Falanın
nasibi kölededir" dedi. Aleyhissalatu vesselam namazını kılıp son rek'at(ın rükuun)dan başını
kaldırınca: "Ey Rabbimiz! Semavat ve arz dolusu, daha başka dileyeceğin şeyler dolusu
hamdimiz sanadır. Ey Rabbimiz! Senin verdiğine mani olacak yoktur. Men ettiğin şeyi de
verecek yoktur. Nasib sahibinin de bir faydası yoktur. Nasibi veren de sensin" dedi ve
Aleyhissalatu vesselam onlara, dediklerinin doğru olmadığını duyurmak için sesini nasib
kelimesinde uzattı."
İKİ SECDE ARASINDA OTURMA
6222 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bana: "Başını
secdeden kaldırınca, köpeğin ayaklarını dikip mak'adının üzerine oturduğu şekilde oturma.
Kabalarını ayaklarının arasına al ve ayaklarının üst kısmını yere yapıştır" buyurdular."
İKİ SECDE ARASINDA NE DEMELİ?
6223 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam gece
namazında, iki secde arasında: "Rabbi'ğ-fir li ver'hamni vecburni ve'rzukni verfa'ni (Rabbim!
Beni mağfiret et, bana rahmet buyur, kırıklarımı iyileştir hana rızık ver derecemi yükselt)"
diye dua ederdi."
PEYGAMBER'E SALAVAT
6224 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh şöyle dedi: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a
salavat okuyunca salavatı güzel yapın. Zira siz bilemezsiniz, belki bu salavatınız ona
arzedilir."
Kendisine: "Öyleyse (güzel olan salavatı) bize öğretin!" dediler. O da: "Şöyle söyleyin:
Allahümme'c'al salateke ve rahmeteke ve berekatike ala seyyidi'l-mürselin ve imami'l-
Muttakin ve hatemi'n-nebiyyin Muhammedin abdike ve Resulike imamı'l-hayri ve kaidi'l-
hayrı ve Resulir-rahmeti.
Allahümme'b'ashu makamen mahmuden yağbituhu bihi'l-evvelin ve'l-ahirün.
Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema sallayte ala İbrahime ve ala
al-i İbrahime inneke hamidun mecid.
Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammedin kema barekte ala İbrahime ve ala
al-i İbrahime inneke hamidun mecid.
(Allahım salatını, rahmetini, bereketlerini peygamberlerin efendisi, muttakilerin imamı ve
peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed'e kıl. O senin kulun ve elçindir, hayrın imamı,
hayrın komutanı, ve rahmet peygamberidir.
Allahım! Onu makam-ı Mahmud üzere dirilt, ondan önce gelenler de sonra gelenler de bu
makamı sebebiyle ona gıbta ederler.
Allahım! Muhammed'e, Muhammed'in aline salat et, tıpkı İbrahim'e ve İbrahim'in aline salat
ettiğin gibi. Sen hamid ve mecidsin.
Allahım, Muhammed'i ve Muhammed'in alini mübarek kıl, tıpkı İbrahim'i ve İbrahim'in alini
mübarek kıldığın gibi, sen hamid ve mecidsin)."
6225 - Amr İbnu Rabi'a radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bana salavat okuyan bir mü'min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş
olsun. Bu, bana salavat okuduğu müddetçe devam eder. Öyleyse kul bunu, ister az ister çok
yapsın!"
6226 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim bana salavat okumayı unutursa, cennetin yolunu terketmiş olur."
TEŞEHHÜDDE NE OKUMALI?
6227 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir
adama: "Namazda (oturunca) ne diyorsun?" diye sordu. Adam: "Ben teşehhüdü okurum, sonra
Allah'tan cenneti isterim, ateşe karşı O'na sığınırım. Ama vallahi, ben ne senin
mırıldanmalarını ne de Muaz'ın mırıldanmalarını (sessizce yapılan dualar) bilmiyorum" dedi.
Aleyhissalatu vesselam: "Biz de aynı şeyler etrafında mırıldanıyoruz" buyurdu."
TEŞEHHÜDDE İŞARET
6228 - Vail İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı gördüm.
Teşehhüdde (sağ elinin) baş ve orta parmaklarını halka etmiş, bunları takiben gelen şehadet
parmağını kaldırıp onunla dua ederken gördüm."
NAMAZDA SELAM
6229 - Ammar İbnu Yasir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
(namazın sonunda) sağına ve soluna selam veriyor, bu sırada yanağının beyazı görülecek
kadar başını çeviriyordu. Selamda: "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi, essalamu aleyküm ve
rahmetullahi" diyordu."
6230 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Bize Hz. Ali Cemel günü, öyle bir namaz
kıldırdı ki, bu bize Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın namazını hatırlattı. Biz o namazı ya
unutmuştuk yahut da tamamen terketmiştik. Zira Ali, sağına da soluna da selam verdi."
NAMAZDA TEK TARAFA SELAM
6231 - Sehl İbnu Sa'd es-Saidi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
(namazın sonunda) bir kere önüne selam verdi."
6232 - Seleme İbnu'l-Ekva' radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı
namaz kılarken gördüm. (Namazdan çıkarken) bir kere selam vermişti."
SELAMDAN SONRA NE OKUMALI?
6233 - Ümmü Seleme radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, sabah
namazını kılınca, selam verirken şöyle derdi: "Allahümme es'elüke ilmen nafi'an ve rızken
tayyiben ve amelen mütekabbelen. (Ey Rabbim! Senden faydalı ilim, temiz rızık ve makbul
amel talep ediyorum."
NAMAZDAN ÇIKIŞ
6234 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın (namazdan çıkınca bazan) sağından, (bazan) solundan dönüp
gittiğini gördüm."
NAMAZ KILANIN ÖNÜNDEN GEÇİLMEZ
6235 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz, namaz kılan kardeşinin önünden geçmesinde nasıl bir günah
bulunduğunu bilseydi, o adımı atmaktansa yüz yıl yerinde kalmak(nazarında) daha hayırlı
olurdu."
ÖNDEN GEÇEN NAMAZI BOZAR MI?
6236 - Ummü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ümmü
Seleme'nin hücresinde namaz kılıyordu, önünden, Ebu Seleme'nin oğlu Ömer veya Abdullah
geçmek istedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam eliyle işaret etti. Çocuk geri döndü. Derken
Zeyneb Bintu Ümmü Seleme geçmek istedi. Resulullah eliyle ona da işaret etti. Ama kızcağız
geçti. Aleyhissalatu vesselam namazı kılınca: "Kadınlar (muhalefette ve istediklerini yapmada
erkeklerden) baskındırlar" buyurdular."
6237 - Hz. Ebu Hureyre ve Abdullah İbnu Muğaffel radıyallahu anhuma anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam "(Namaz kılanın önünden geçen) kadın, köpek ve eşek,
namazı keser" buyurdular."
6238 - Hasen el-Urani anlatıyor: "Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma'nın yanında namazı
kesen şeyler mevzubahis edilmiş, bu meyanda köpek, eşek ve kadın da sayılmıştı. Şunu
söyledi: "Oğlak hakkında ne dersiniz? Aleyhissalatu vesselam, bir gün namaz kılıyordu,
önünden bir oğlak geçecekti, Reslullah ondan evvel davranarak ileri geçip kıble duvarı ile
arasını kapattı ve geçmesine mani oldu."
İMAMDAN ÖNCE RÜKU, SÜCUD
6239 - Ebu Musa anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ben artık
ihtiyarladım. Ben rükuya gittim mi siz de rükuya gidin. Rükudan kalktım mı siz de kalkın.
Secde yaptım mı siz de secde yapın. Benden önce rüku ve secdeye giden kimseyi
görmeyeyim."
NAMAZIN MEKRUHLARI
6240 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kişinin namazda iken (yapışan öteberiyi gidermek için) alnını silme işini çok
yapması namazın edebine aykırıdır."
6241 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Namazda iken sakın parmaklarını çıtlatma!"
6242 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz esneyince elini ağzına koysun ve (haaah! diyerek) ses çıkarmasın.
Çünkü bu hale şeytan güler."
6243 - Adiyy İbnu Sabit, babası kanalıyla dedesinden, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şu
sözünü rivayet etmiştir: "Namazda tükürmek, sümkürmek, hayız haline girmek ve uyuklamak
şeytandandır."
CEMAAT İMAMI SEVMİYORSA?
6244 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Üç kişi vardır ki bunların kıldıkları namaz, başlarından bir karış öte
yükselmez: Kendisini sevmeyen kimselere namaz kıldıran kimse, kendisine kocası küs olarak
geceyi geçiren kadın, birbirine küs iki kardeş."
İKİ KİŞİ CEMAAT SAYILIR
6245 - Ebu Musa el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İki ve daha fazlası bir cemaattir."
6246 - Hz. Cabir İbnu Abdillah anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam akşam namazını
kılıyordu, gelip hemen sol tarafına durdum, beni tutup sağına durdurdu."
İMAMIN ARKASINDA DURMAK MÜSTEHABTIR
6247 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, muhacirlerin
ve ensarların, (namaz adabını) kendisinden almaları için, hemen peşine durmalarından
hoşlanırdı."
İMAMA VACİB OLAN
6248 - Ebu Hazım anlatıyor: "Yüce sahabi Sehl İbnu Sa'd es-Saidi kavminin gençlerini namaz
kıldırmak için öne geçirirdi. Kendisine: "Senin İslamiyet'te hatırı sayılır bir önceliğin (kıdem)
olduğu halde niye böyle yapıyorsun?" diye soruldu. Şu cevabı verdi: "Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim:"İmam zamin (kefil)dir. Eğer namazı iyi
kıldırırsa sevap hem onadır, hem cemaatedir. Şayet fena kıldırırsa vebali kendinedir, cemaate
değildir."
İMAM NAMAZI KISALTIR
6249 - Osman İbnu Ebi'l-as radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ben namazda çocuk ağlaması işitir, bunun üzerine kıraatimi kısa tutarım."
SAFLARI DÜZELTME
6250 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki, (namazda) safları dolduranlara Allah rahmet kılar, melekler de
günahlarının örtülmesi için dua ederler. Kim de safdaki bir gediği doldurursa, bu ameli
sebebiyle Allah onun cennetteki makamını bir derece yükseltir."
ÖN SAFIN FAZİLETİ
6251 - Bera İbnu Azib ve Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Allah ve melekleri ilk safta namaz
kılanlara salat ederler."
KADINLARIN SAFLARI
6252 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Erkeklerin saflarının en hayırlısı en öndeki saftır, en hayırsızı da en
arkadakidir. Kadınların saflarının en hayırlısı en geride olanıdır, en kötüsü de en önde
olanıdır."
SÜTUNLAR ARASINDA SAF
6253 - Kurre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında,
sütunlar arasında saf teşkil etmekten men edilir, sütunların olduğu yerden kovulurduk."
SAFIN GERİSİNDE TEK DURULMAZ
6254 - Ali İbnu Şeyban anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gitmek üzere
kavmimizin yola çıkardığı heyet olarak yola çıkıp Resulullah'ın yanına geldik. Ona biat ettik,
arkasında namaz kıldık. Sonra arkasında bir başka namaz daha kıldık. Namaz bitmişti. Safın
gerisinde tek başına namaz kılan birini gördü. Aleyhissalatu vesselam, adam gideceği zaman
yanında durarak: "Namazına (yeniden) yönel! Çünkü safın gerisinde tek başına kılının namazı
yoktur!" buyurdu."
SAFIN SAĞ TARAFI
6255 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a:
"Caminin sol kısmı (cemaatsiz) boş kaldı" denmişti. Aleyhissalatu vesselam: "Mescidin sol
kısmını ihya edene iki kat sevap vardır!" buyurdular."
KIBLE
6256 - el-Bera radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte Beytu'l
Makdis'e doğru onsekiz ay namaz kıldık. Medine'ye girişinden iki ay sonra kıble istikameti
Ka'be'ye çevrildi. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Beytu'l Makdis'e müteveccihen namaz
kılarken yüzünü çokça semaya çeviriyordu: Allah Teala hazretleri, Peygamberinin kalbinden
geçeni yani, Ka'be'ye yönelme arzusunu bildi.
Bir gün Cebrail aleyhisselam (göğe doğru) yükseldi. Resulullah aleyhisalatu vesselam, o yerle
gök arasında yükselirken onu gözüyle takip etmeye başladı, onun nasıl bir vahiy getireceğini
gözetliyordu. Derken aziz ve celil olan Allah "Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilip
durduğunu görüyoruz..." (Bakara 144) ayetini indirdi. Biz, Beytu'l-Makdis'e doğru farzın iki
rek'atini kılmış tam rükuda iken, bir adam gelip: "Kıble, Ka'be'ye doğru çevrilmiştir!" haberini
getirdi. Derhal yönlerimizi çevirdik. Namazımızı yenilemeyip kıldığımız kısmın devamını
tamamladık. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Ey Cibril! Beytul-Makdise doğru kıldığımız
namazlarımızın hali ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine de, Allah Teala hazretleri: "Allah
sizin (daha önce Beytu'l-Makdis'e doğru kıldığınız) namazları zayi etmeyecektir" (Bakara
143) ayetini inzal buyurdu."
TAHİYYETÜ'L-MESCİD
6257 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz mescide girince iki rek'at namaz kılmadan oturmasın."
NAMAZ KILARKEN TÜKÜRÜLMEZ
6258 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh'ın anlattığına göre, Şebese İbnu'r-Rıb'iyy'in önüne
tükürdüğünü görmüş ve: "Ey Şebese! önüne tükürme, zira Resulullah, aleyhissalatu vesselam
bundan yasaklamış ve: "Kişi namaza durduğu vakit Allah Teala hazretleri ona veçhinden
yönelir" buyurmuştur dedi."
SECCADE ÜZERİNDE NAMAZ
6259 - Amr İbnu Dinar rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas radıyallahu anhüma Basra'da
halısı üzerinde namaz kıldı, sonra arkadaşlarına Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın, halısı
üzerinde namaz kıldığını söyledi."
SICAKTA-SOĞUKTA ELBİSEYE SECDE
6260 - Abdullah İbnu Abdirrahman radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam bize geldi ve Beni Abdileşhel mescidinde bize namaz kıldırdı. Secde edince ellerini
elbisesinin üzerine koyduğunu gördüm.
6261 - Sabit İbnu Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, bir
elbiseye bürünmüş olarak Beni Abdileşhel kabilesinde namaz kıldı. (Secdede) çakılların
soğukluğundan korunmak maksadıyla ellerini elbisesinin üzerine koymuştu."
NAMAZDA UYARI TESBİHİ-EL ÇIRPMASI
6262 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazda,
(ihtiyaç halinde), kadınların ellerini çırpmasına, erkeklerin de "sühanallah!" demesine ruhsat
tanıdı."
AYAKKABIYLA NAMAZ
6263 - İbnu Ebi Evs radıyallahu anh anlatıyor: "Dedem Evs es-Sakafi, namaz kılarken bazan
bana işarette bulunurdu. Ben de ayakkabılarını kendisine verirdim. Şöyle demişti: "Ben
Resulullah aleyhissalatu vesselam 'ı ayakkabıları ile namaz kılarken gördüm."
6264 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ı ayakkabıları ve mestleri ile namaz kılarken gördük."
HUŞU
6265 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Gözlerinizin hızla kör olmaması için, namazdayken onları semaya kaldırmayın."
TEK GİYSİ İÇİNDE NAMAZ
6266 - Kaysan radıyallahu anh demiştir ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı Bi'r-i Ülya
nam mevkide tek parça giysi içerisinde ramaz kılarken gördüm."
6267 - Kaysan radıyallahu anh : "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı öğle ve ikindi
namazlarını, (mübarek göğsü üzerinde) topladığı tek parçalık bir giysi içerisinde kılarken
gördüm" demiştir.
TİLAVET SECDESİNİN SAYISI
6268 - Ebu Derda anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'la birlikte onbir (tilavet)
secde(si) yaptım. Onların arasında Kur'an-ı Kerim'in el-Mufassal denen (kısa surelerden)
hiçbirisi yoktu. Secde ayeti olan sureler bunlardı: A'raf, Ra'd, Nahl, Beni İsrail(=İsra),
Meryem, Hacc, Furkan, Neml, Secde, Sad, Havamim(=Fussilet)."
6269 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Biz Resulullah aleyhissalatu vesselam'la
birlikte İza's-Semau'n-Şakkat ve İkra bismi Rabbike surelerinin secde ayetlerinde secde ettik."
NAMAZI TAMAMLAMA
6270 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hazar
namazını ve sefer namazını farz kılmıştır. Biz hazarda farzdan önce ve sonra sünnet kılardık.
Seferde de farzdan önce ve sonra sünnet kılardık."
NAMAZI TERKEDEN
6271 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam şöyle buyurmuşlardır: "Kulla şirk arasında sadece namazın terki vardır. Onu terketti
mi şirke düşmüş demektir."
CUMANIN FARZİYYETİ
6272 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
(bir gün) bize hitap etti ve dedi ki: "Ey insanlar! Ölmezden önce Allah'a tevbe edin. (Musibet
hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşguliyetlere düşmezden önce salih ameller işlemede acele edin.
Çok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah'a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki
bol rızka, ilahi nusrete ve ıslah-ı hale mazhar olasınız. Bilesiniz Allah, benim içinde
bulunduğum şu makamda, şu günde, şu ayda, bu yıldan Kıyamet'e kadar devam etmek üzere
Cum'a namazını farz kıldı. Kim bunu, benim sağlığımda veya ölümümden sonra adil veya
zalim bir imam oldukça, istihfaf ederek veya inkar ederek terkedecek olursa Allah onun iki
yakasını biraraya getirmesin, işine bereket vermesin. Haberiniz olsun! O kimsenin tevbe
etmedikçe ne namazı, ne zekatı, ne haccı, ne orucu, ne de makbul bir iyiliği vardır. Kim de
tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder. Haberiniz olsun! Bir kadın bir erkeğe imamlık
yapamaz. Bir bedevi de muhacire imamlık yapamaz. Facir de mü'mine imamlık yapamaz.
Ancak fasık zor kullanır mü'min de onun kılıncından ve kamçısından korkarsa bu durumda
imama uyar."
CUMA'NIN FAZİLETİ
6273 - Ebu Lübabe İbnu Abdilmünzir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Cum'a günü, (haftanın diğer) günlerinin efendisidir. Allah katında
da en mühim olanıdır. O, Allah katında, Kurban ve Ramazan bayramı günlerinden daha
mühimdir. Bu günün beş hasleti vardır: Allah, Adem'i bugünde yarattı. Allah Adem
aleyhisselam'ı o günde yeryüzüne indirdi. Allah Adem'in ruhunu o gün kabzetti. O günde bir
saat vardır ki, kul o saatte Allah'tan haram bir şey talep etmedikçe her ne isterse mutlaka
kendisine talebi verilir. Kıyamet de o gün kopacaktır. Bütün mukarreb (Allah'a yakın)
melekler, sema, arz, rüzgar, dağ, deniz hepsi o günden korkarlar."
CUMA GUSLÜ
6274 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cum'a günü abdest alan kimse bununla fazilet kazanır. Bu, güzel bir ameldir. Farzı da yerine
getirmiş olur. Kim de guslederse, gusül daha faziletlidir."
CUMAYA ERKEN GİTMEK
6275 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Cuma günü gelince, mescidin her bir kapısı üzerinde melekler yer alır.
İnsanları mertebelerine göre yazarlar. Bu mertebeler önce geliş sırasına göredir. İmam
minbere çıktımı defteri kapatırlar, hutbeyi dinlerler. Namaza erken gelen, bir deve tasadduk
etmiş gibidir. Ondan sonra gelenler bir sığır tasadduk etmiş gibidir. Onu takiben gelenler bir
koyun tasadduk etmiş gibidir."
(Resulullah saymaya devam ederek tavuğu ve yumurtayı da saydı. Selh hadisinde şu ziyadede
bulundu:) "Bundan da sonra gelen kimse, artık yalnız namaz sevabını almak için gelmiş olur."
6276 - Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
Cuma namazına erken gelmenin ehemmiyetini deve kurban edene, sığır kurban edene, davar
kurban edene ve hatta tavuk tasadduk edene benzetti."
6277 - Alkame rahimehullah anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh ile birlikte
cuma namazına gittik. Mescidde kendinden önce üç kişinin geldiğini gördü: "Ben dört kişinin
dördüncüsüyüm, dördüncü de (rahmet-i ilahiyeden) uzak değildir" dedi ve açıkladı: "Ben
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kıyamet günü insanlar,
cuma namazlarına geliş sıralarına göre Allah'a yakınlık kazanacaklardır. Birinci, ikinci,
üçüncü... şeklinde."
Abdullah sonra: "Ben dördün dördüncüsüyüm, dördüncü olan da (Allah'ın rahmetinden) uzak
değildir" dedi."
CUMA KIYAFETİ
6278 - Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir
cuma günü minberde şöyle buyurdular: "Sizden biri, cuma için, iş elbisesi dışında iki parçalı
bir elbise satın alsa ona bir vebal yoktur."
6279 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Cuma günü, kim güzelce yıkanır, mükemmelce temizliğini yapar, iyi elbiselerini giyer,
ailesinin kokusundan Allah'ın takdir ettiğini sürünür, sonra da cuma namazına gider; camide
boş söz etmez, oturan iki kişinin arasına girmezse, o cuma ile önceki cuma arasındaki (küçük
günahları) affedilir."
6280 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bu (cuma gününü) Allah mü'minler için (haftalık) bayram kılmıştır. Öyleyse
kim cumaya gelirse yıkansın. Eğer kokusu varsa ondan sürünsün. Misvak kullanmanız da
gerekir."
CUMA VAKTİ
6281 - Cum 'a günleri Resulullah aleyhissalatu vesselam'a ezan okuyan Sa'd el-Karaz, ezanı,
gölge ayakkabı bağı kadar olunca okuduğunu belirtmiştir."
6282 - Hz. Enes anlatıyor: "Biz cum namazını kılar, sonra (evlerimize) döner ve kaylule
(öğle uykusu) yapardık."
CUMA HUTBESİ
6283 - Sa'd el-Karaz anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam harbte hutbe okurken
kılınca dayanarak hutbe okurdu. Cum'a günü hutbe okurken asasına dayanarak hutbe okurdu."
6284 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh'a: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ayakta
mı, oturarak mı hutbe okurdu diye sorana, "(Bunu sormaya ne hacet. Kur'an'daki:) "Onlar seni
ayakta (yalnız) bıraktılar!" (Cum'a 11) ayetini okumuyor musun?" diye cevap verdi."
6285 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam, minbere çıkınca selam verirdi."
HUTBEYİ DİNLEME EDEBİ
6286 - Übey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Cum'a
günü, ayakta Tebareke'yi okudu. Bize Allah'ın günlerini (Kıyamet'i) hatırlattı. Bu sırada
Ebu'd-Derda -veya Ebu Zerr bana dürttü ve: "Bu sure ne zaman indirildi? Ben, onu şu ana
kadar işitmedim" dedi. Ubey ona: "Sus!" diye işaret etti. Namazdan çıkınca: "Ben sana bu
surenin ne zaman indirildiğini sordum, sen bana söylemedin!" dedi. Ubey de: "Bugünkü
namazından, bu lakırdıdan başka bir nasibin yok!" diye cevap verdi. Soru sahibi (koşarak)
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gitti ve hadiseyi anlatarak Ubey'in kendisine söylediğini
haber verdi. Resulullah da ona: "Übey doğru s¢ylemiş" cevabında bulundu."
CUMA NAMAZINDA KIRAAT
6287 - Ebu İnebe el Havlani anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma namazında
Sebbihisme Rabbike'l Ala ve Hel etake hadisu'l-Gaşiye surelerini okurdu."
CUMANIN BİR REKATINA YETİŞEN
6288 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim cuma'dan bir rekate yetişirse, onu ikiye tamamlasın."
CUMAYA GELME MESAFESİ
6289 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Kuba ehli, cuma günü, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ın mescidine gelerek cuma namazı kılarlardı."
CUMAYI ÖZÜRSÜZ TERKEDEN
6290 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim cumayı zaruret (Şer'i bir mazeret) olmadan üç kere terkederse, Allah kalbini mühürler."
6291 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Farzedelim ki sizden birinin, şehirden bir-iki mil uzakta davar sürüsü olsun
da, orada ot bulmak zorlaşsın ve daha uzaklara gitsin, sonra. cuma gelsin, fakat o cuma
namazına gelmesin, bir cuma daha gelsin, o yine cuma namazına katılmasın, üçüncü cuma
gelsin, o yine de cuma namazına gelmesin. İşte Allah böyle birinin kalbini mühürler."
CUMADAN ÖNCE NAMAZ
6292 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam cuma
namazından önce dört rek'at (nafile) kılardı. Bu dört rek'atın arasında selam vermezdi."
CUMADA ÇÖMELME
6293 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam cuma günü ihtiba şeklinde (kabalarının üzerine oturup bacaklarını
dikerek) oturmayı yasakladı." Ravi der ki: "Yani imam hutbe okurken."
CUMADA HATİBE YÖNELME
6294 - Amr İbnu Sabit, babası Sabit'ten naklen anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
hutbe vermek üzere minbere çıktığı vakit, ashab ona yüzleriyle yönelirlerdi."
CUMADA SAAT-İ İCABE
6295 - Abdullah İbnu Selam radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
oturuyordu. Ben: "Allah'ın kitabında (Tevrat'ta) şu ifadeyi buluyoruz: "Cuma gününde öyle
bir saat vardır ki, mü'min kul o saati denk getirerek namaz kılıp Allah'a dua ettiği taktirde
isteği mutlaka yerine getirilir" dedim.
Abdullah devamla dedi ki: "Benim bu sözüm üzerine Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Yahut bir saatin bir kısmı" diye bana işaret buyurdu. Ben de: "Doğru söylediniz veya bir
saatin bir kısmı" diyerek sözümü düzelttim. Sonra sordum: "Bu vakit (cumanın) hangi
vaktidir?" Bana: "O, gündüzün saatlerinin sonudur" diye cevap verdi. Ben dedim ki: "Bu saat
namaz vakti değildir." Şu cevabı verdi: "Evet, mü'min kul namaz kılar, sonra müteakip
namazı beklemek maksadıyla oturursa o, sevap yönüyle aynen namaz kılıyor gibidir."
FARZLARLA KILINAN SÜNNETLER
6296 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim, bir günde (farzlar dışında) oniki rekatlik namaz kılarsa, cennette onun
için bir köşk kurulur. Bunun iki rek'ati sabahın farzından önce, iki rek'ati öğleden önce, iki
rek'ati öğle namazından sonra, iki rek'at zannediyorum dedi ki- ikindi farzından önce, iki
rek'at akşam farzından sonra ve iki rek'at -zannediyorum dedi ki- yatsı farzından sonra."
SABAHIN SÜNNETİ
6297 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam abdest alınca,
iki rek'at namaz kılar sonra (mescide) giderdi."
6298 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam fecirden önce
iki rek'at namaz kılardı ve: "Şu iki sure ne kadar iyidir, sabahın o iki rekatinde bunlar okunur:
Kulhü vallahu ahad" ve "Kul ya eyyühe'l-kafirün".
SABAHIN SÜNNETİ KAÇARSA NE ZAMAN KAZA EDİLİR?
6299 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam uyuya
kalarak sabahın iki rekat (sünnet)ini kaçırmış, güneş doğduktan sonra bunları kaza etmiştir."
ÖĞLE FARZINDAN ÖNCE İKİ REK'AT
6300 - Kabus İbnu Ebi'l-Muharık babası Ebu'l Muharık radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor:
"Babam beni Hz. Aişe'ye göndererek, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın (farz dışında)
hangi namaza ısrarla devam etmeyi sevdiğini sordu. Hz. Aişe: "Aleyhissalatu vesselam,
öğleden önce dört rek'at kılar ve bunlarda kıyamı uzatır, rükü ve secdeyi de güzel yapardı"
dedi."
ÖĞLE FARZINDAN SONRA İKİ REKATI KAÇIRAN
6301 - Abdullah İbnu'l-Haris anlatıyor: "Hz. Muaviye (bir gün Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın muhterem zevceleri Ümmü Seleme radıyallahu anha'ya bir elçi gönderdi. Elçinin
yanında ben de vardım. Elçi Ümmü Seleme'ye sordu. O da şöyle cevap verdi: "(Zekat
toplamak üzere) bir memur göndermiş olan Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün benim
odamda öğle namazı için abdest aldığı sırada yanında çokça muhacir vardı. Resulullah
muhacirlerin meseleleriyle yakinen ilgileniyor idi. Derken kapı vuruldu. Kapıya çıktı
(tahsildar gelmişti). Önce öğle namazı (nın farzını) kıldı; sonra, tahsildarın getirdiğini taksim
etmek üzere oturdu. Bu taksim işi ikindi vakti girinceye kadar devam etti. Sonra odama girdi,
iki rekat namaz kıldı ve arkadan şu açıklamayı yaptı: "Tahsildarla olan meşguliyetim, bu iki
rek'ati öğlenin peşinden kılmama mani oldu. Bu sebeple onları ikindiden sonra kıldım."
AKŞAMIN SÜNNETİ
6302 - Rafi İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Beni
Abdi'l-Eşhel kabilesinde yanımıza geldi. Mescidimizde bize akşam namazı kıldırdı. Sonra da:
"Şu iki rek'at (sünneti de) evlerinizde kılın" buyurdu."
VİTR
6303 - el-Mutallibu'bnu Abdillah anlatıyor: "Bir adam İbnu Ömer radıyallahu anhüma'ya:
"Vitri nasıl kılayım?" diye sordu. O da: "Bir rek'atle vitir kıl!" dedi. Öbürü: "İyi ama halkın
"Büteyra(=güdük)!" demesinden korkarım" dedi. İbnu Ömer "(tek rekatli bu namaz, Allah ve
Resulü'nün sünnetidir!" dedi. Bu ifadesiyle: "(Tek rekatlı bu namaz), Allah ve Resulü'nün
sünnetidir" demek istemiştir."
6304 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam nafile
namazların her iki rek'atinde selam verir, bir rek'atla da vitir namazı kılardı."
DUADA ELLERİ KALDIRMA, YÜZE SÜRME
6305 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah'a dua edince avuçlarının içini açarak dua et, ellerinin sırtlarıyla dua
etme. Duayı bitirince avuçlarını yüzüne sür."
KUNUT
6306 - Enes İbnu Malik radıyallahu anh'a sabah namazındaki kunut hakkında sorulmuş, o da
şu cevabı vermiştir: "Biz rükudan önce de sonra da kunut okurduk."
SEFERDE VİTR
6307 - Salim babası Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'dan anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam sefer sırasında iki rek'at kılardı, buna ilavede bulunmazdı.
Geceleyin de teheccüd namazı kılardı." Ben babama: "Aleyhissalatu vesselam sefer sırasında
vitir de kılar mıydı?" diye sordum, "evet!" cevabını verdi."
VİTRDEN SONRA İKİ REK'AT
6308 - Ümmü Seleme radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vitir
namazından sonra oturduğu yerden iki hafif rekat daha kılardı."
VİTİRDEN SONRA OTURARAK İKİ REK'AT KILMAK
6309 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, vitirden
sonra kısa iki rekatlik bir namaz kılardı. Bunu oturarak kılardı."
6310 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam tek bir rek'atle
vitir kılar, sonra oturduğu yerden iki rek'at daha kılar, bunlarda kıraatte bulunurdu. Rüku'ya
gitmek isteyince, kalkar rüku yapardı."
BİNEK ÜZERİNDE VİTR
6311 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam vitir
namazını bineği üzerinde de kılardı."
GECENİN BAŞINDA VİTR
6312 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu
vesselam, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh'a: "Vitri ne zaman kılarsın?" diye sordu. O: "Gecenin
başında, yatsıdan sonra!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Ömer, sen ne
zaman?" diye sordu. Hz. Ömer: "Gecenin sonunda!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam
da: "Ey Ebu Bekr! Sen sağlam (ihtiyatlı) olanı tutmuşsun! Ey Ömer, sen de kuvveti
tutmuşsun."
UNUTARAK CÜNÜB NAMAZ KILAN
6313 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namaz
için evinden çıkıp (namaz mahalline gelerek) tekbir getirdi, sonra ashaba (bekleyin diye)
işaret buyurdu. Hemen gidip gusletti geldi. Saçlarından su damlıyordu. Onlara namaz kıldırdı.
Namazdan çıkıca:
"Yanınıza cünüb olarak gelmişim. Namaza duruncaya kadar da durumumu hatırlayamadım.
(Tam kılacağım anda hatırladım)" buyurdular."
6314 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselm buyurdular ki:
"Kime namazda iken kusma veya burun kanaması veya bulantılı kusma veya mezi akması
hallerinden biri isabet ederse, hemen gidip abdest alsın. Sonra gelip namazının üzerine
(kılamadığı kısmı) bina etsin. İşte bu sırada (dünyevi kelamla) konuşmasın."
NAMAZDA ABDESTİ BOZULAN
6315 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Biriniz namaz kılarken hadesi vaki olsa, burnunu tutup namazdan çıksın."
HASTA NAMAZI
6316 - Vail İbnu Hucr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a hasta
iken oturduğu yerde sağ tarafı üzerine (yaslanmış vaziyette) namaz kılarken gördüm."
OTURARAK NAFİLE NAMAZI
6317 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın gece
namazını hep ayakta kıldığını gördüm, başka şekilde kıldığını hiç görmedim. Bu hal
yaşlanıncaya kadar devam etti. Yaşlanınca oturarak kılmaya başladı. Okumakta olduğu
kıraatından otuz-kırk ayet kalınca, kalkar onları ayakta okuyup secdeye giderdi."
OTURARAK KILINAN NAMAZIN SEVABI YARIM
6318 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir
gün evinden çıkınca, mescidde oturarak (nafile) namaz kılanları gördü, şöyle buyurdu:
"Oturanın kıldığı namaz, sevaben ayakta kılanın namazının yarısına denktir."
RESULULLAH'IN HASTALIKTA KILDIĞI NAMAZ
6319 - Salim İbnu Ubeyd anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hastalığı sırasında bir
ara bayılmıştı. Sonra ayıldı ve: "Namaz vakti girdi mi?" diye sordu. "Evet!" dediler. "Bilal'e
söyleyin ezan okusun! Ebu Bekr'e söyleyin o da halka imamlık etsin!" buyurdular. Üzerine
yine baygınlık geldi, az sonra ayıldı. Yine: "Namaz vakti girdi mi?" diye sordu. "Evet!"
dediler. "Öyleyse Bilal'e söyleyin ezan okusun ve Ebu Bekr'e söyleyin o da halka imamlık
etsin!" buyurdular. Sonra tekrar bayıldı. Az sonra ayıldı. Ayılır ayılmaz: "Namaz vakti girdi
mi?" dediler. "Evet!" denildi. "Öyleyse Bilal'e söyleyin ezan okusun ve Ebu Bekr'e söyleyin o
da halka imamlık etsin!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha: "Babam Ebu Bekr yufka
yürekli bir kimsedir. (Size mahsus) bu makama geçerse dayanamaz ağlar, (sizin yerinize)
imamlığa tahammül edemez! Bu işi bir başkasına söyleseniz!" dedi. Derken Resulullah
aleyhissalatu vesselam bir kere daha bayıldı. Az sonra ayıldı. Yine: "Bilal'e söyleyin ezan
okusun, Ebu Bekr'e söyleyin o da halkın namazını kıldırsın" buyurdular. Sonra: "Siz kadınlar
Hz. Yusuf'un (kıssasında zikri geçen fettan) kadınlar gibisiniz" buyurdular."
Ravi der ki: "Bilal'e emredildi, ezan okudu. Hz. Ebu Bekr'e emredildi o da namaz kıldırdı.
Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam bir hafiflik hissedip: " Kendisine dayanacağım birini
çağırın!" buyurdular. Berire ve bir de erkek geldi. Onlara dayanarak mescide gitti. Hz. Ebu
Bekr onu görünce geri çekilmek istedi. Ancak Aleyhissalatu vesselam ona: "Yerinden
ayrılma!" diye işaret buyurdu. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam gelip Hz. Ebu Bekr'in
yanına oturdu. Ebu Bekr böylece namazı kıldırdı. Bilahare Aleyhissalatu, vesselam ruhunu
teslim etti."
6320 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı vakit Hz. Aişe'nin evinde idi. "Bana Ali'yi
çağırın!" buyurdular. Hz. Aişe radıyallahu anha: "Ey Allah'ın Resulü! Sana Ebu Bekr'i
çağırsak olmaz mı?" dedi. "Onu çağırın!" buyurdular. Hafsa radıyallahu anha: "Sana Ömer'i
çağırsak olmaz mı?" dedi.
"Onu çağırın!" buyurdular. Ümmü'l-Fadl: "Ey Allah'ın Resulü! Sana Abbas'ı çağırsak olmaz
mı?" dedi. "Evet!" buyurdular. (Adı geçenler) toplanınca Resulullah aleyhissalatu vesselam
mübarek başlarını kaldırarak (etrafa bir) bakıp sükut ettiler. Hz. Ömer:
"Kalkın! Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı yalnız bırakın!" dedi. Az sonra Bilal geldi.
Resulullah'a namazı haber verdi. Aleyhissalatu vesselam: "Ebu Bekr'e söyleyin halka namaz
kıldırsın!" buyurdular. Hz. Aişe "Ey Allah'ın Resulü! Muhakkak ki Ebu Bekr, yumuşak
kalpdi, tutuk bir kimsedir. (Makamınızda) sizi göremezse ağlar, insanlar da (ona katılıp)
ağlarlar. Emretseniz de halka namazı Ömer kıldırsa!" dedi. (Resulullah aleyhissalatu vesselam
namazu Ebu Bekr'in kıldırması için ısrar edince) Hz. Ebu Bekr, halka namaz kıldırmak üzere
öne geçti. Bu sırada Resulullah aleyhissalatu vesselam kendinde bir hafiflik hissetti. İki
kişinin arasında dayanarak mescide geçti, ayakları yerde sürünüyordu. Halk Aleyhissalatu
vesselam'ı mescidde görünce Ebu Bekr'i "sübhanallah!" diyerek ikaz ettiler. O geri çekilmek
istedi. Ama Aleyhissalatu vesselam: "Yerinde kal" diye işaret etti. Resulullah gelip Ebu
Bekrin sağına oturdu. Ebu Bekr kalktı.. Hz. Ebu Bekr Resulullah'ı imam kıldı, halk da Ebu
Bekr'i imam kıldı. İbnu Abbas radıyallahu anhüma der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
kıraati, Hz. Ebu Bekr'in kıldığı yerden aldı."
Vekî der ki: "Sünnet böyledir (ikinci imam, kıraati birincinin kaldığı yerden devam ettirir)"
SABAH NAMAZINDA KUNUT
6321 - ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam sabah
namazında kunut yapmaktan nehyolundu."
NAMAZDA YILAN, AKREB ÖLDÜRÜLEBİLİR
6322 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazda iken,
onu bir akreb sokmuştu. "Allah akrebe lanet etsin! dedi. Namaza duranı da başkasını da
bırakmıyor. Onu Harem bölgesinde de, dışında da öldürün!" buyurdular."
6323 - Rafi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam namazda iken bir
akreb öldürdü."
MEKRUH VAKİT
6324 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Saffan İbnu'l-Muattal, Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a bir husus sorarak: "Ey Allah'ın Resulü! Ben size sizin bildiğiniz,
benim bilmediğim bir şey soracağım" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Nedir o?" deyince:
"Gece ve gündüzlerin saatleri içerisinde namaz kılmanın mekruh olduğu bir saat var mı?"
dedi. Resulullah şu cevabı verdi: "Evet! Sabah namazını kıldın mı, artık güneş doğuncaya
kadar namazı terket. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar. Doğduktan sonra,
güneş başın üzerinde ok gibi dik oluncaya kadar (geçen zaman içinde) namaz kıl. Çünkü bu
esnada kılınan namazlara melekler hazır bulunurlar ve namazlar makbuldür. Güneş ne zaman
ki başın üstünde ok gibi dik durur, namazı terket. Çünkü tam o sırada cehennem tutuşturulur
ve kapıları açılır. Bu hal, güneş senin sağ kaşından kayıncaya kadar devam eder. Güneş kaydı
mı, artık, ikindi namazı kılıncaya kadarki zaman içinde kılınan namazlarda melekler hazır
olur ve o namazlar makbuldür. İkindi namazını kıldın mı artık güneş batıncaya kadar namaz
kılmayı terket."
6325 - Ebu Abdillah es-Sunabihi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Güneş şeytanın iki boynuzu arasında doğar -veya güneşle birlikte
şeytanın iki boynuzu doğar dedi.- Güneş yükselince şeytan ondan ayrılır. Güneş semanın
ortasına gelince şeytan güneşe yaklaşır. Güneş batıya yönelince -veya ayrılınca dedi- şeytan
güneşten ayrılır. Güneş batmaya yaklaşınca, şeytan güneşe yaklaşır. Güneş batınca şeytan
ondan ayrılır. Öyleyse bu üç saatte namaz kılmayın."
KORKU NAMAZI
6326 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam ashabına havf (korku) namazı kıldırdı. Resulullah, bütün cemaatle birlikte rüku
yaptı, sonra da Resulullah ve hemen arkasındaki saf secde ettiler, diğerleri ise ayakta (kıyam
halinde) beklediler. Resulullah (ikinci rek'ate) kalkınca beklemekte olanlar kendi kendilerine
iki secdede bulundular. Sonra öndeki saf gerileyerek ikinci safın yerinde durdu ve ikinci
saftakiler ilerleyerek ön safın yerinde durdu. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam hepsiyle
birlikte rüku yaptı. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam hemen arkasındaki safla birlikte
secde etti. Bunlar başlarını secdeden kaldırınca, diğerleri de secde ettiler. Böylece cemaatin
tamamı Aleyhissalatu vesselam ile birlikte rüku etmiş oldu. Her grup bir rek'atin secdelerini
kendi kendilerine yapmış oldular. Bu esnada, düşman kıble cihetindeydi."
YAĞMUR NAMAZI
6327 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün
yağmur duasına çıkmıştı. Ezan ve ikamet olmaksızın bize iki rek'at namaz kıldırdı. Sonra bize
hutbe okudu. Yüzünü, elleri kaldırılmış olarak kıbleye çevirdi. Ayrıca ridasını ters çevirdi: sağ
yanını solu, sol yanını da sağı üzerine aldı."
YAĞMUR DUASI
6328 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir bedevi gelerek Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a: "Ey Allah'ın Resulü! Ben öyle bir kabileden geliyorum ki, (kuraklık sebebiyle)
çobanlar hayvan otlatamıyor ve erkek develerinden hiçbiri rahat rahat yürüyemiyor" dedi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam minbere gelip Allah'a hamd ü senadan sonra:
"Allahümme's-kına gaysen muğisan merien tabakan meri'en ğadakan acilen ğayra raisin
(=Allahım! Bize can kurtaran akibeti, hayırlı, umumi, bol, sırılsıklam eden acil ve gecikmesiz
yağmur ver" diye dua etti, sonra minberden indi. Etraftan gelen herkes: "(Peygamberin duası
bereketine gelen yeterli miktarda yağmurla) hepimiz ihya edildik") dedi."
BAYRAM NAMAZLARI
6329 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ve ondan
sonra gelen iki halife radıyallahu anhüma hazretleri Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer İbnu'l-Hattb,
bayram namazını hutbeden önce kılarlardı."
BAYRAM HUTBESİ
6330 - Nubayt radıyallahu anh'ın anlattığına göre, "haccetmiş, haccı sırasında Resulullah
aleyhissalatu vesselam'ı devesi üzerinde, hutbe verirken görmüştür."
6331 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan ve
Kurban bayramı (musallaya) çıktı. Orada ayakta hutbe okudu, sonra bir miktar oturdu, tekrar
kalktı (ikinci hutbeyi okudu)."
BAYRAM NAMAZINDAN ÖNCE VE SONRA NAMAZ
6332 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam hiçbir bayramda bayram namazından önce ve sonra (nafile) namaz
kılmamıştır (bayram namazıyla kılınan sünnet namaz yoktur.)"
6333 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
bayram namazından önce hiçbir namaz kılmazdı. Evine dönünce iki rek'at namaz kılardı."
BAYRAM NAMAZINA YAYA GİTMEK
6334 - Sa'd el-Karaz ve İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam bayram namazına yürüyerek gider, yürüyerek dönerdi."
BAYRAMA GİDERKEN BİR YOLU, DÖNERKEN BAŞKA BİR YOLU TAKİP ETMEK
6335 - Sa'd el-Karaz radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram
namazlarına giderken Sa'id İbnu Ebi'l-As'ın mahallesinden geçer, sonra çadırların bulunduğu
yerden geçer, namaz dönüşünü başka bir yoldan yapar, Beni Zürayh'ten Ammar İbnu Yasir'in
evine, oradan Ebu Hureyre'nin mahallesine, oradan Balat'a geçerek (evine gelirdi)."
6336 - Ebu Rafi'radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bayram
namazına yaya olarak gider, dönüşü de, gittiğinden başka bir yolla yapardı."
BAYRAMDA TAKLİS (ÇALGI)
6337 - Amir rahimehullah anlatıyor: "İyaz el-Eş'ari, Enbar'da bir bayram namazında hazır
bulunmuştu. Şöyle dedi: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanında taklis yapıldığı gibi
sizi niye taklis yapar görmüyorum?"
6338 - Kays İbnu Sa'd radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Resulullah aleyhissalatu vesselam'in
vefatından sonra) O 'nun sağlığında mevcut olan her şeyi gördüm, ancak biri hariç.
Görmediğim bu şey de, Ramazan bayramında onun için yapılan taklisdir."
BAYRAMDA HARBE SÜTRE OLABİLİR
6339 - Hz. Enes anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Musalla'da bir harbeyi sütre
yaparak bayram namazı kıldı."
KADINLAR BAYRAM NAMAZINA GİDER
6340 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her iki
bayramda da kızlarını ve hanımlarını (musallaya) çıkarırdı."
BİR GÜNDE İKİ BAYRAM
6341 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sizin şu gününüzde iki bayram bir araya gelmiştir: Dileyene, bayram namazı
cuma namazının da yerini tutar. (Ancak) biz, cum'a namazını da kılacağız."
6342 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam zamanında
iki bayram (cuma ve bir bayram) aynı günde birleşti. Aleyhissalatu vesselam bayramı kıldırdı,
sonra da: "Dileyen cumaya da gelsin, dileyen de gelmesin" buyurdular."
BAYRAMDA SİLAH TAŞIMAK
6343 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, düşman
karşısında olmadıkça İslam memleketlerinde, her iki bayramda silah kuşanılmasını
yasakladı."
BAYRAM GUSLÜ
6344 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Ramazan bayramında da Kurban bayramında da guslederdi."
6345 - Sohbet şerefine eren Fakih İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam Ramazan bayramında, Kurban bayramında, Arefe gününde yıkanırdı.
Fakih de o günlerde yıkanmalarını aile halkına emrederdi."
NAFİLELER KAÇ REKAT?
6346 - Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Her iki rek'atte bir selam vermek vardır."
KIYAMU'L-LEYL (GECE NAMAZI)
6347 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman'ın annesi, oğlu Süleyman'a: "Ey
oğlum! Geceleyin fazla uyuma! Zira geceleyin fazla uyku, kişiyi Kıyamet günü fakir bırakır"
demiştir."
KUR'AN'I GÜZEL SESLE OKUMAK
6348 - Abdurrahman İbnu's-Saib anlatıyor: "Sa'd İbnu Ebi Vakkas yanımıza geldi. Gözü
kapanmış idi. Kendisine selam verdim. "Sen kimsin?" dedi. Kendimi tanıttım. Bunun üzerine
dedi ki: "Kardeşim oğluna merhaba! Duydum ki senin Kur'an okumaya güzel sesin varmış.
Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı dinledim. Demişti ki: "Şu Kur'an hüzünlü olarak nazil
oldu, Öyleyse onu okuyunca ağlayın. Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışın ve onu güzel
okuyun. Onu güzel okumaya gayret etmeyen bizden değildir."
6349 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sağlığında
bir gece, yanına gitmekte ağır kaldım ve sonra geldim. "Nerdeydin?" buyurdu. "Ashabından
birinin kıraatini dinliyordum. Onunki kadar güzel bir kıraati ve sesi hiç kimsede görmedim"
dedim. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam kalktı, onunla ben de kalktım. Gidip onun
kıraatini dinledi. Sonra bana dönüp: "Bu, Salim Mevla Ebu Huzeyfe'dir. Ümmetim içerisinde
böylelerini var eden Allah'a hamdolsun!" buyurdular."
6350 - Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kur'an'ı
okumada sesce insanların en güzeli o kimsedir ki, okurken kendisini dinlediğiniz vakit,
Allah'tan korktuğu kanaatine varırsınız ."
6351 - Fedale İbnu Ubeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri, güzel sesle Kur'an'ı açıktan okuyan kimseyi dinleme
hususunda, güzel sesli cariyesini dinleyen erkekten daha çok alaka sahibidir."
6352 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir gün
mescide girince bir kimsenin kıraatini işitmişti: "Bu kim?" diye sordu. "Abdullah İbnu Kays!"
denilince: "Buna Al-i Davud'un mizmarlarından (nağmelerinden) bir mızmar verilmiştir"
buyurdular."
GECE NAMAZINDA KIRAAT
6353 - Ümmü Hani Bintu Ebi Talib radıyallahu anha anlatıyor: "Ben evimin damında iken,
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın geceleyin (namazda) okuduğu Kur'an'ı işitirdim."
6354 - Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam sabah oluncaya
kadar namazda bir ayeti tekrarlayıp durdu. O ayet şudur: "Eğer sen onlara azab edersen onlar
senin kullarındır. Eğer onları affedersen muhakkak ki sen azizsin, hakimsin" (Maide 118).
GECE KAÇ REKAT TEHECCÜT?
6355 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam yatsı
namazından boşaldığı vakitten fecr vaktine kadar onbir rek'at namaz kılardı, her iki rek'atta bir
selam verirdi, bir rek'atle de vitirde bulunurdu (yani tek kılardı). Bütün rek'atler sırasında,
secdeleri öyle uzun tutardı ki, siz bir secde esnasında, daha başını kaldırmadan elli ayet
okuyabilirdiniz. Müezzin sabah namazının birinci ezanını tamamlayınca kalkar, hafif iki rek'at
namaz kılardı."
GECENİN EN EFDAL VAKTİ
6356 - Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Kim seninle birlikte (ilk defa) müslüman oldu?" diye sordum. "Bir hür,
bir köle!" buyurdular. Ben: "Allah'a daha yakın (olunan) bir saat var mı?" dedim, "Evet,
gecenin son yarısı (Allah'a daha yakın olunan saattir)" buyurdular."
6357 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam gecenin
evvelinde uyur, son kısmını (ibadetle) ihya ederdi."
6358 - Rıfa'atü'l-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri gecenin yarısı veya üçte ikisi geçinceye kadar
(günahların kaydını) geciktirir. Sonra: "Sakın kullarım benden başkasından bir talepte
bulunmasınlar! Kim ben Azimüşşan'dan talep ederse, isteğine icabet eder, duasını kabul
ederim. Kim benden talepte bulunursa, ona istediğini veririm. Kim benden af dilerse onu
affederim, bu hal fecir doğuncaya kadar devam eder" buyurur"
AKŞAM YATSI ARASI NAMAZ
6359 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kim akşamla yatsı arasında yirmi rek'at namaz kılarsa Allah ona cennette bir köşk yapar."
EVDE NAFİLE
6360 - Asım İbnu Amr anlatıyor: "Irak ahalisinden bir grup, Hz. Ömer'e gitmek üzere yola
çıktı. Yanına geldikleri vakit Hz. Ömer onlara: "Siz kimlerdensiniz!? diye sordu. Onlar: "Biz
Irak ahalisindeniz!" dediler. "İzinli olarak mı geldiniz?" dedi. Onlar: "Evet!" dediler. Onlar
Hz. Ömer radıyallahu anh'tan kişinin evde kıldığı namazın hükmünü sordular. Hz. Ömer:
"Ben Resulullah'a bu hususta sormuştum da: "Kişinin evinde kıldığı namazı nurdur, öyleyse
evlerinizi nurlandırın" buyurdu" dedi."
6361 - Ebu Saidi'l-Hudri anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Sizdenbiri namazını kılınca, ondan evi için de bir nasib ayırsın. Zira Allah Teala hazretleri,
onun evine, namazından bir hayır bırakır."
6362 - Abdullah İbnu Sad radıyallahu anh anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a: "Evdeki namaz mı, mesciddeki namaz mı daha efdal?" diye sordum. Şu cevabı
verdi: "Evime bakmıyor musun, mescide ne kadar yakın! Farzlar hariç, evimde kılmam,
benim nazarımda mescidde kılmamdan daha makbuldür."
HACET NAMAZI
6363 - Abdullah İbnu Ebi Evfa el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: "(Bir gün) Resulullah
aleyhissalatu vesselam yanımıza geldi ve: "Kimin Allah'a veya mahlukatından birine bir
haceti varsa abdest alsın, iki rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı okusun: Lailahe illallahu'l-
Halimu'l-Kerim. Subhanallahi Rabbi'l-Arşi'l-azim. Elhamdulillahi Rabbi'l-Alemin.
Allahümme inni eselüke mucibatı rahmetike ve azaime mağfiretike ve'l-ganimete min külli
birrin Vesselamete min külli ismin, Es'elüke ella teda'a li zenben illa ğafartehü. Ve la hemmen
illa ferrectehu vela haceten hiye leke rıdan illa kaday teha li (Halim ve kerim olan Allah'tan
başka ilah yoktur. Büyük Arşın Rabbi noksan sıfatlardan mukaddestir. Hamd alemlerin
Rabbine aittir. Allah'ım, şüphesiz ben, senin rahmetine vesile olan sebepleri, mağfretini
gerektiren hasletleri, her hayrın ganimetlerini ve her günahtan selamette olmayı senden
dilerim. Allahım! Her günahımı bağışlamanı, her kederimi gidermeni, rızana uyan her
dileğimigörmeni senden talep ediyorum)."
Sonra Allah'tan dünya ve ahiretle ilgili ne dilerse ister, çünkü şüphesiz (o dilek) takdir edilir."
ŞABANIN ONDÖRDÜ
6364 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman gecesinde namaz kılın, gündüzünde de oruç
tutun. Çünkü Allah Teala hazretleri o gün, güneşin batmasıyla, dünya semasına iner ve şöyle
der: "Bana istiğfar eden yok mu mağfiret etsem! Benden rızık isteyen yok mu rızık versem,
belaya maruz kalan yok mu afiyet versem... Şöyle olan yok mu, böyle olan yok mu?" Bu hal
fecrin sökmesine kadar devam eder."
6365 - Ebu Musa el-Es'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri, Şa'ban ayının onbeşinci gecesi (kullarına rahmetle) nazar eder ve
müşrikle, müşahin (kindar bencil) hariç herkese mağfret buyurur."
ŞÜKÜR SECDESİ
6366 - Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Ebu Cehl'in başının kesildiği müjdelendiği gün, iki rek'at şükür namazı kıldı."
6367 - Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, ciddi
bir ihtiyacının görüldüğü hususunda müjdelenmişti, bunun üzerine hemen secdeye kapandı."
6368 - Ka'b İbnu Malik radıyallahu anh, Allah tevbesini kabul edince derhal secdeye
kapanmıştır.
NAMAZ, GÜNAHA KEFARETTİR
6369 - Osman İbnu Affan radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
şöyle söylediğini isittim: "Birinizin evinin avlusunda bir nehir aksa da bunun içinde günde beş
sefer yıkansa acaba bedeninde hiç kir kalır mı?" Aleyhisalatu vesselam'ın muhatabı: "Hiçbir
şey kalmaz!" dedi. Resulullah da: İşte namaz da böyledir, suyun kiri, pası giderdiği gibi o da
günahları giderir."
BEŞ VAKİT NAMAZIN FARZ OLUŞU
6370 - İbnnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Peygamberiniz (Mirac gecesinde) elli
vakit namazla emrolundu. Sonra bunu beşe indirinceye kadar Rabbinize müracaatta bulundu."
6371 - Ebu Katade İbnu Rıb'i anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Allah-u Zülcelal hazretleri buyurdu ki: "Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve kim
bunu vaktinde kılmaya devam ederse onu cennete koyacağım diye katımda ahidde bulundum.
Kim de bunu vaktinde kılmaya devam etmezse katımda onun için hiçbir ahid yoktur."
MESCİD-İ HARAM VE MESCİD-İ NEBİ'DE NAMAZIN FAZİLETİ
6372 - Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Benim
mescidimde kılınacak bir namaz, onun dışındaki mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir.
Ancak Mescid-i Haram hariç. Zira Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz, diğer mescidlerde
kılınan yüzbin namazdan efdaldir."
MESCİD-İ AKSA'DA NAMAZ
6373 - Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı Meymune radıyallahu anha anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulu! Biz Beytu'l Makdis hakkında fetva ver!" demiştim. Şöyle buyurdular:
"Orası mahşer (yani Kıyamet günü insanların toplanacağı) ve menşer (herkesin defterlerinin
neşredileceği) yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınacak tek namaz
kendi dışındaki yerlerde kılacağınız bin namaz gibidir."
Ben tekrar sordum: "Ben oraya gitmeye muktedir olamazsam ne yapmalıyım?" Şu cevabı
verdi: "Ona kandil yağı bağışlarsın, aydınlatılmasında kullanılır. Böyle yapan da oraya varan
gibidir."
6374 - Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kişinin evinde kıldığı namazı bir namazdır, ama mahallesinin mescidinde
kıldığı namazı yirmibeş namazdır. İçerisinde cum'a kılınan mescidde kıldığı namazı beşyüz
namazdır. Mescid-i Aksa'da kıldığı namazı ellibin namazdır. Benim mescidimde kıldığı
namazı da ellibin namazdır. Mescid-i Haram'da kıldığı namazı yüzbin namazdır."
MİNBERİN İNŞAASI, KÜTÜĞÜN AĞLAMASI
6375 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir hurma
kütüğüne (dayanarak) hutbe verirdi. Minber yapılınca (hutbelerde kütüğü bırakıp) minbere
çıktı. Bunun üzerine kütük (bu ayrılık sebebiyle ağlayıp) inledi. Aleyhissalatu vesselam
yanına gelip kucakla(yıp teselli et)ti, kütük sustu. Aleyhissalatu vesselam şu açıklamayı yaptı:
"Eğer onu kucaklamasaydım Kıyamet gününe kadar inleyecekti."
6376 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
(hutbe sırasında) bir ağaç kökünün veya bir hurma kütüğünün dedi- yanında ayağa kalkardı.
Sonradan bir minber edindi." Ravi der ki (terkedildiği vakit) hurma kütüğü ağladı."
Hz. Cabir der ki: "Kütüğün iniltisini bütün mescid halkı işitti. O kadar ki Resulullah
aleyhissalatu vesselam yanına gelip okşadı. Bunun üzerine kütük sustu." Bazıları da: "Eğer
Resulullah aleyhissalatu vesselam yanına gel(ip teselli et)meseydi Kıyamet'e kadar
ağlayacaktı" dedi."
6377 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anla yor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam çok
namaz kılardı. Öyle ki ayakları kabarmıştı. Kendisine "Allah senin geçmiş ve gelecek
günahlarını affetmiştir (kendini niye bu kadar yıpratıyorsun?)" denildi. O bunlara şu cevabı
verdi: "çok şükreden bir kul olmayayım mı?"
ÇOK SECDE
6378 - Ubade İbnu's-Samit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah için secde eden herkese Allah bir sevap yazar ve bu secde sebebiyle bir
günahını affeder, makamını da bir derece artırır; öyleyse secdeyi çok yapın."
AYAKKABI NEREYE KONMALI?
6379 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Ayakkabılarını ayağından ayırma. Eğer çıkaracak olursan ayakkabılarını ayaklarının
arasına koy. Onları sağına koyma, arkadaşının sağına da koyma; arkana da koyma, aksi
taktirde arkandakine ezada bulunursun."
NASİHAT VE MEŞVERET
________________________________________
5718 - Temîmu'd-Dâri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Din
nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!" demişti. Biz sorduk: "Ey Allah'ın Resûlü! Kimin için
hayırhah olmaktır?"
"Allah için, Allah'ın kitabı için, Resûlü için ve müslümanların imamları ve hepsi için!"
buyurdular."
Müslim, İman 95, (55); Ebu Davud, Edeb 67, (4944); Nesâî, Bey'at 31, (7, 156).
5719 - Kime ilme müstenid olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene
aittir. Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile bile, farklı bir irşadda bulunursa ona
ihanet etmiş olur."
Ebu Dâvud, İlm 8, (3657).
5720 - Ümmü Seleme ve Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Müsteşar mü'temendir."
Tirmizi, Edeb 57, (2823, 2824), Zühd 39, (2370); Ebu Davud, Edeb 123, (5128); İbnu Mace,
Edeb 37, (3745).
NEZİRDEN NEHY
________________________________________
5691 - Saîd İbnu'I-Hâris anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'yı şöyle söyler işittim:
"Siz nezretmekten yasaklanmadınız mı? Resülullah aleyhissalâtu vesselâm demişti ki: "Nezir;
olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal çıkarılmış olur."
Buhârî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Nezr 3, (1639); Ebu Dâvud, Eymân 26, (3287); Nesâî,
Eymân 24, (7, 15,16).
5692 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Nezir, ademoğluna, Allah'ın kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak
nezir, kadere muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak istemediği,
cimriden çıkarılır."
Buhârî, Kader 6, Eymân 26; Müslim, Eymân 7, (1640); Ebu Dâvud; Eymân 26, (3288);
Tirmizi, Nüzûr 10, (1538); Nesâî, Eymân 25, (7,16).
TAATE YÖNELİK NEZİR
5693 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle
söydediğini işittim:
"Kim Allah'a itaat etmeye nezrederse hemen itaat etsin. Kim de Allah'a isyan etmeye
nezrederse, sakın isyan etmesin."
Buhârî, Eyman 28; Muvatta, Nüzür 8, (2, 476); Ebu Davud, Eymân 22, (3289); Tirmizi,
Nüzûr 2; (1526); Nesâî, Eymân 28, (7,17); İbnu Mâce, Kefârat 16, (2126).
NAMAZLA İLGİLİ NEZİR
5694 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kadın hastalanmıştı, şöyle bir nezirde
bulundu: "Allah Teâla hazretleri bana şifa verirse, buradan gidip Mescid-i Aksâ'da namaz
kılacağım." Sonra kadın iyileşmişti. Hemen yol hazırlığı yaptı. Hz. Meymune radıyallahu
anhâ'ya geldi, selam verip kararını anlattı. Meymune, kadına:
"Hele otur, hazırladığını (burada) ye. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın mescidinde namaz
kıl. Zira ben O'nun şöyle söylediğini işittim:
"Şu mescidimde kılınan bir namaz, Kâ'be Mescidi hâriç bütün mescidlerde kılınan bin
namazdan daha hayırlıdır."
Müslim, Hacc 510, (1396).
5695 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Fetih günü bir adam kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü
dedi. Ben aziz ve celil olan Allah'a nezirde bulundum ve dedim ki: "Eğer Mekke'nin fethini
sana müyesser ederse, Beytu'I Makdis'te iki rek'at namaz kılacağım." Resülullah aleyhissalatu
vesselâm adama:
"Sen şurada kıl!" cevabında bulundu. Adam talebini tekrar etti:
"Sen şurada kıl!" buyurdu. Adam bir kere daha tekrar edince:
"Öyleyse sen bilirsin" buyurdular."
Ebu Dâvud, Eymân 24, (3305).
ORUÇLA İLGİLİ NEZİR.
5696 - Hakîm İbnu Ebî Hürre el-Eslemi'nin anlattığına göre, "İbnu Ömer radıyallahu
anhümâ'nın -önceden belirttiği bir günde oruç tutmaya nezreden bir kimsenin, nezrettiği o
günü, Kurban veya Ramazan bayramlarına rastladığı taktirde, nezrini yerine getirip
getirmeyeceği hususunda- şöyle dediğini işitmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'da
sizin için güzel örnek vardır. O, ne Kurban ne de Ramazan bayramlarında oruç tutmamıştır.
Üstelik o günlerde oruç tutmayı uygun da görmemiştir:" Soru sahibi sorusunu tekrar edince
İbnu Ömer: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm nezre uymayı emretmiştir, iki bayram
gününde oruç tutmayı da nehyetmiştir" demiştir. Soru sahibi sorusunu yine tekrar edince eski
cevabına ilavede bulunmamıştır."
Buhârî, Eymân 32, Savm 67; Müslim, Siyâm 142, (1139).
5697 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resülullah aleyhissaIâtu vesselâm hutbe
verirken, güneşte ayakta duran bir adam gördü. Bunun niye orada durduğunu sordu.
"Bu Ebu İsraîl'dir, güneşte durarak oruç tutmaya, yiyip içmemeye, gölgede oturmamaya ve
konuşmamaya nezretmiştir!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ona söyleyin; gölgelensin ve
konuşsun, ancak orucunu tamamlasın" buyurdular."
Buhârî, Eymân 31, Muvatta, Eymân 6, (2, 475); Ebu Dâvud, Eymân 23, (3300).
5698 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Babam) Ömer radıyallahu anh (bir gün)
dedi ki:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben cahiliye devrinde bir gün itikaf yapmayı nezretmiştim. -Bir
rivayette Mescid-i Haram'da bir gece denmiştir.- (Bunu ifa etmem gerekir mi?)" Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm: "Nezrini yerine getir!" buyurdular."
Buhârî, İ'tikâf 5, 15, 16, Humus 19, Megâzî 54, Eymân 29; Müslim, Eymân 27, (1656); Ebu
Dâvud, Eymân 32, (3325); Tirmizî, Eymân 11, (1539); Nesâî, Eymân 36, (7, 21, 22).
HACCLA İLGİLİ NEZİR
5699 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Kızkardeşim, Beytullah'a yalın ayak
yürüyerek gitmeye nezretmişti. Bu hususta Resûlullah'a sormamı talep etti. Ben de sordum.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Yürüsün ve binsin!" buyurdular."
Buhari, Cezâu's-Sayd 27; Müslim, Nezr 11, (1644); Ebu Dâvud, Eyman 23, (3293, 3294,
3299); Nesâi, Eyman 3, (7, 19).
5700 - Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: "...ayağı çıplak ve başı da örtüsüz olarak
Resûlullah: "(Allah, kızkardeşinin meşakkati sebebiyle bir şey yapacak değildir.) Ona
emredin, başını örtsün, hayvanına binsin, (kefaret olarak) üç gün oruç tutsun" buyurdu."
Tirmizi, Nüzûr 16, (1544),
5701 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ukbe'nin kız kardeşi, yürüyerek hacc
yapmaya nezretmişti. Ukbe onun bu işi yaya olarak yapamayacağını Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a söyledi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah, kızkardeşinin yayan yürümesinden müstağnidir. Binsin ve bir deve kurban etsin!"
buyurdular."
Bir rivayette: "Allah, kızkardeşinin Beytullah'a yayan yürümesi sebebiyle bir şey yapacak
değildir" buyrulmuştur.
Ebu Dâvud, Eyman 23, (3295, 3296, 3297).
5702 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, iki oğlunun
omuzlarına ardılmış olarak yürümekte olan bir ihtiyar görmüştü.
"Bunun derdi ne de böyle yürüyor" diye sordu.
"Yürümeye nezretmiş!" dediler.
"Şurası muhakkak ki, Allah bu biçarenin kendine eziyet etmesinden müstağnidir" buyurdular
ve hayvanına binmesini emrettiler."
Buhari, Eyman 31, Sayd 27; Müslim, Nüzûr 9, (1642); Ebu Dâvud, Eyman 23, (3301);
Tirmizi, Nüzûr 9, (1537); Nesâi, Eyman 42, (7, 30).
MALLA İLGİLİ NEZİR
5703 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ demiştir ki: "Kim "Malım Kâ'be yolunda feda olsun!" diye
nezrederse, ona yemin kefâreti gerekir. Kim de bağışlayacağı malı tayin edip belirlerse, o malı
çıkarması gerekir, hatta bu mal üçte birden fazla bile olsa."
Bu hadisin "...yemin kefareti gerekir" ibaresine kadar olan kısmını, Muvatta'da İmam Malik
tahric etmiştir. Geri kalan kısmını ise Rezin tahric etmiştir.
Muvatta, Nüzûr 17, (2, 481).
5704 - İmam Malik'ten rivayete göre, "kendisine, "Malım Allah yolunda sadakadır" diyen
kimse hakkında sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Üçte birini sadaka yapar. Zira, Aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Lübâbe radıyallahu anh:
"Günahı işlemiş bulunduğum kavmimin yurdunu terkedip, sana mücavir olacağım. Malımı da
Allah ve Resûlüne tasadduk edeceğim" dediği vakit: "Bu maldan üçte birinin bağışı sana
kifâyet eder" demişti."
Muvatta, Nüzûr 16, (2, 481).
5705 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Bir kadın (gelerek):
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin yanıbaşında def çalmaya nezrettim!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Nezrini yerine getir!" buyurdular."
Ebu Davud, Eyman 27, (3315).
5706 - Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Kadın dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Çıktığın gazveden
sağ-salim ganimetle dönersen sana (zafer alâmeti olarak) def çalıvereceğim diye nezrettim!"
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu talep üzerine: "Eğer nezretti isen haydi nezrini yerine
getir, yoksa böyle bir şey yapma!" buyurdular."
Rezin'in ziyadesi İbnu Hibbân'ın Sahih'inde geçmektedir (6, 286-287).
5707 - Sâbit İbnu'd-Dahhâk radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a: "Ben şu şu yerde bir kurban kesmeye nezrettim!" dedi. Zikrettiği yer cahiliye
insanlarının kurban kestikleri bir yerdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Orada, kendisine ibadet edilen cahiliye putlarından biri var mı?" diye sordu. Adam:
"Hayır!" deyince:
"Pekiyi orada, onların bayramlarından bir bayram kutlanıyor mu?" diye sordu. Onlar yine
"hayır!" deyince:
"Öyleyse nezrini yerine getir!" emrettiler."
Ebu Dâvud, Eyman 27, (3313).
MA'SİYETLE İLGİLİ NEZİR
5708 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ma'siyette (günah şeylerde) nezir yoktur. Bunun kefâreti de yemin kefâretidir."
Ebu Dâvud, Eymân 23, (3292); Tirmizi, Nüzûr 1, (1524); Nesâî, Eymân 41, (7, 26).
5709 - İbnu Amr İbnu'I-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ancak, kendisiyle Allah Teâla hazretlerinin rızası talep edilen şeylerde nezir vardır. Sıla-ı
rahmı koparma üzerine de yemin yoktur."
Ebu Dâvud, Eymân 15, (3273, 3274).
5710 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdullar ki:
"Ne bir mâsiyette ne de insanoğlunun mâlik olmadığı bir şeyde nezir yoktur."
Nesâi, Eymân 14, (7, 28); Müslim, Nezr 8, (1641); Ebu Dâvud, Eyman 28, (3316).
5711 - Yahya İbnu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kasım İbnu Muhammed'in şöyle
söylediğini işittim: "İbnu Abbâs radıyallahu anhüma'ya bir kadın gelip:
"Ben oğlumu kurban etmeye nezrettim! (Ne dersin?)" dedi. İbnu Abbâs ona:
"Oğlunu kesme, yeminine karşı keffârette bulun!" diye cevap verdi. Bu cevap karşısında
orada bulunan yaşlı bir zat:
"Bu nezirde nasıl keffâret olur?" dedi. İbnu Abbâs açıkladı:
"Allah Teâla hazretleri Kur'ân-ı Kerim'de: "Hanımlarına zıhâr yapanlarınız bilsin ki, bu
sözleriyle hanımları onların anneleri olmuş olmaz. Gerçekten onlar çirkin ve asılsız bir söz
söylüyorlar..." (Mücâdele 2) buyurmuş, sonra da gördüğün gibi, bu zıhârda bulunanlara
keffâret takdir etmiştir."
Muvatta, Nüzûr 7, (2, 476).
5712 - Muhammed İbnu Münteşir anlatıyor: "Bir adam, Allah, düşmanından kurtardığı
taktirde kendisini kurban etmeye nezretmişti. Durumu gelip İbnu Abbâs radıyallahu
anhümâ'ya sordu. O da, hizmetçisi Mesruk'a sormasını söyledi. Adam ona sorunca, Mesrûk:
"Sen kendini kurban etme. Çünkü, eğer mü'min biriysen, mü'min bir canı öldürmüş olacaksın;
yok eğer kâfirsen, cehenneme gitmede acelecilik etmiş olacaksın. En iyisi, bir koç satın al,
bunu müslümanlar için kes. Çünkü İshâk aleyhisselâm senden daha hayırlıdır. O bir koç ile
fidyelendi" diye cevap verdi. Adam bu cevabı İbnu Abbas radıyallahu anhümâ'ya haber verdi.
Bunun üzerine:
"Sana, ben de böyle fetva vermeyi düşünmüştüm!" dedi."
Rezin tahric etmiştir.
5713 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurmuştur ki:
"Nezir keffâreti, başka bir şey zikredilmemişse yemin keffâretidir."
Müslim, Nüzûr 13, (1645); Ebu Dâvud, Eymân 31, (3323); Tirmizî, Nüzür 4, (1528).
5714 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Nezir iki çeşittir: Kimin nezri Allah'a taatla ilgiliyse bu nezir Allah içindir. Bunda vefa
gerekir. Kimin nezri de Allah'a masiyetle ilgili ise işte bu nezir şeytan içindir, bunda vefa
yoktur. Böyle bir nezirde bulunan kimse, nezri için, yeminde olduğu gibi keffarette bulunur."
Nesâî, Eymân 41, (7, 28, 29).
NİFAK
________________________________________
5729 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de
bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir:
Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet
edince haddi aşar."
Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16,
(4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116).
5730 - Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Nifak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
devrinde vardı. Şimdi ise, imandan sonra küfür vardır."
Buhârî, Fiten 21.
5731 - Esved rahimehullah anlatıyor: "Hz. Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh'ın ders
halkasında idik. Huzeyfe radıyallahu anh geldi ve yanımızda durup bize selâm verdi ve:
"Nifak, siz en hayırlı bir kavme indirildi" dedi. Esved de (hayretle):
"Sübhânallah, Azîz ve Celîl olan Allah: "Münafıklar cehennemin en aşağı derekesindedir"
(Nisa 145) buyuruyor" dedi. Bunun üzerine Abdullah tebessüm etti. Huzeyfe de mescidin bir
kenarına oturdu. Derken Abdullah kalktı ve arkadaşları da dağıldılar. Huzeyfe beni çağırmak
için bana bir çakıl attı, yanına geldim. Bana: "Abdullah'ın gülmesi tuhafıma gitti, halbuki o
benim söylediğimi bilen birisi. Yemin olsun nifak, siz (Tâbiîler)den daha hayırlı bir kavme
indirildi. Onlar (nifaktan) sonra tevbe ettiler. Allah da tevbelerini kabul etti" dedi."
Buhâri, Tefsir, Nisâ 25.
5732 - İbnu Ebi Müleyke rahimehullah anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
ashabından olup da Bedir gazvesine katılanlardan otuz kadarına yetiştim. Hepsi de kendi
hesabına nifaktan korkuyorlar ve dinlerinde fitneye düşmekten kendilerini emniyette
hissetmiyorlardı."
Buhari, İman 36 (Bab başlığında kaydetti.)
EVLENMENİN FAZİLETİ
________________________________________
6527 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimle amel etmezse benden değildir.
Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı siz(in çokluğunuz) ile iftihar edeceğim. Kimin
maddi imkanı varsa hemen evlensin. Kim maddi imkan bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü
oruç, onun için şehveti kırıcıdır."
6528 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Sevişenler için nikah kadar sevgiyi artırıcı bir şey görmedik veya görülmedi."
EN EFDAL KADIN
6531 - Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
"Gümüş ve altın (biriktirme) ile ilgili ayet (Tevbe 34) nazil olduğu zaman halk: "Öyleyse
hangi malı biriktirmeliyiz?" diye birbirlerine sordular. Hz. Ömer: "Bunu, ben sorup size haber
vereyim!" dedi ve hemen devesine atlayıp gitti. Ben de peşinden gittim. Hz. Ömer: "Ey
Allah'ın Resulü hangi maldan edinelim?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Her biriniz,
şükreden bir kalp, zikreden bir dil, ahiret işinize yardımcı olacak mü'mine bir kadın edinsin"
buyurdular."
6532 - Ebu Ümame radıyallahu anh'ın rivayetine göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
şöyle buyurmuşlardır: "Mü'min, Allah'a takvadan sonra en ziyade saliha bir zevceden hayır
görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sürur duyar, bir şeyi yapıp yapmaması
hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden kurtarır, kadınından ayrılıp
uzak bir yere gitse, kadın hem kendi namusu ve hem de adamın malı hususunda hayırhah ve
dürüst olur.
DİNDARLA EVLENMELİ
6533 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü güzelliklerinin onları
(kibir ve gurur sebebiyle) alçaltacağından korkulur. Onlarla mal ve mülkleri sebebiyle de
evlenmeyin, zira mal ve mülkün onları azdıracağından korkulur. Fakat onlarla diyaneti esas
alarak evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, kulağı delik siyahi dindar bir köle (dindar olmayan
hür kadınlardan) efdaldir."
BEKARLAR EVLENDİRİLSİN
6534 - Üveym İbnu Saide radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Bakire kızlarla evlenin. Çünkü onların ağızları daha tatlı, rahimleri daha
doğurgandır, aza da razı olurlar."
HÜR VE VELUD OLANLA EVLENİLSİN
6535 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Kim Allah'a pak ve temizletilmiş olarak kavuşmak
isterse hür kadınlarla evlensin."
6536 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Evleniniz! Zira ben (Kıyamet günü diğer ümmetlere karşı) çokluğunuzla
iftihar edeceğim."
EVLENECEĞİN KADINA BAKMAK
6537 - Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh anlatıyor: "Ben bir kadınla evlenmek
istedim ve kadını gizlice görmeye çalıştım. Sonunda onu kendi hurma bahçesinde gördüm."
Bu açıklaması üzerine, kendisine: "Sen Resulullah'ın ashabından olduğun halde bunu yaptın
mı?" diye ayıpladılar. O da şöyle cevapladı: "Ben Aleyhissalatu vesselam'ın "Allah bir
kimsenin kalbine bir kadınla evlenme arzusu attığı zaman, ona bakmasında bir beis yoktur!"
dediğini işittim."
6538 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Mugire İbnu Şu'be bir kadınla evlenmek istemişti.
Resulullah aleyhissalatu vesselam kendisine: "Git önce onu bir gör! Zira böyle yapman,
aranızdaki ülfet ve sevginin devamı için daha uygundur" buyurdular. O da öyle yaptı ve
evlendiler. Bilahare Mugire radıyallahu anh, aralarındaki uyumdan bahsettiler."
6539 - Mugire İbnu Şu'be anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gelip evlenmek
istediğim bir kadından bahsettim. Bana: "Git onu bir gör! Bu, onunla muhabbet ve
ünsiyetinizin devamı için daha uygundur" dedi. Ben de Ensardan bir kadının yanına geldim,
onu ebeveyninden istedim ve Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın sözünü onlara haber
verdim. Onlar sanki bundan hoşlanmadılar. Hıdr denen hususi hücresinde bulunan kız bunu
işitmişti: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, sana bakmanı emretmişse, bak! Aksi taktirde
Allah aşkına bana bakma!" dedi. Sanki kız da bu bakma işini büyütmüştü.
Muğire sözüne devamla dedi ki: "Ben kıza baktım ve onunla evlendim." Muğire kızla
aralarındaki uyuşmayı da zikretti."
DUL VE BAKİRE İLE İSTİŞARE
6540 - Adiyy İbnu Amire el-Kindi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Dul kadın, kendi arzusunu açıkça ifade eder, bakire kızın rızası
sükutundan anlaşılır."
KIZIN GÖNLÜ OLMADAN EVLENDİRİLMEZ
6541 - İbnu Bureyde, babası Büreyde'den naklediyor: "Genç bir kız, Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Babam, hakirliğini benimle gidermek için kardeşinin oğluyla evlendirdi"
diye şikayette bulundu.
Büreyde devamla der ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bu nikahın kabul veya reddinde)
yetkiyi kıza bıraktı. Kız da: "Ben babamın yaptığı işi kabul ettim fakat babaların böyle
yapmaya haklarının olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim" dedi."
KÜÇÜK KIZLARI BABALARI EVLENDİREBİLİR
6542 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
Hz. Aişe radıyallahu anha ile yedi yaşında iken onunla nikahlandı, dokuz yaşında iken zifaf
yaptı. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aişe onsekiz yaşlarında iken vefat etti"
KÜÇÜK KIZI BABA DIŞINDA EVLENDİREN
6543 - Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre, "Osman İbnu Maz'un
radıyallahu anh vefat ettiği zaman, geride yetim bir kızını bıraktı. İbnu Ömer der ki:
"Dayım Kudame ki kızın da amcasıydı- o kızı bana nikahladı. Bu nikah işi, kızın babasının
ölümünden sonra olmuştu. Kız, amcasının yaptığı bu nikahtan hoşlanmadı ve Muğire İbnu
Şu'be ile evlendirilmesini arzu etti. (Kız buluğ çağına vardıktan) sonra amcası, onu Muğire ile
evlendirdi."
VELİSİZ NiKAH CAİZ DEĞİL Mİ?
6544 - Hz. Aişe ve İbnu Abbas radıyallahu anhüm'ün anlattıklarına göre, "Resulullah
aleyhissalatu vesselam: "Veliden izinsiz nikah sahih olmaz" buyurmuştur."
6545 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kadın kadını evlendiremez. Kadın kendi başına da evlenemez. Zani kadın
kendi kendine evlenen kadındır."
ŞİĞAR NİKAHI YASAKTIR
6546 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İslam'da şiğar yoktur."
MEHİR
6547 - Ebu Saidi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz.
Aişe radıyallahu anha'yı, elli dirhem değerinde ev eşyası mukabilinde nikahladı."
NiKAH DUASI
6548 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah'a hamd etmekle başlamayan her hayırlı işin bereketi güdüktür."
NİKAHI İLAN
6549 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Şu nikahı ilan edin ve bunun için davul da döğün."
NiKAHDA DEF VE GÜFTE
6550 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam bir
seferinde Medine-i Münevvere'nin bir yerinden geçmişti. Bir kısım cariyelerin deflerini
çaldıklarını ve şöyle söylediklerini işitti: "Biz Beni Neccar'ın kızlarıyız Komşu olarak
Muhammed ne iyi!" Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Allah da bilir, ben sizleri cidden
seviyorum" buyurdular."
6551 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. Aişe ensardan, bir yakını kızcağızı
evlendirmişti. Resulullah gelince: "Genç kızı (kocasına) gönderdiniz mi?" diye sordu.
Evdekiler "evet!" deyince "Kızla birlikte bir de çalgıcı gönderdiniz mi?" dedi. Onlardan
"Hayır göndermedik" cevabını alınca, Aleyhissalatu vesselam: "Ensar, aralarında gazel okuma
adeti mevcut olan bir cemaattir. Keşke onlara: "Size geldik size geldik, size selam bize selam"
deyiverecek birini gönderseydiniz" buyurdular."
6552 - Mücahid merhum anlatyor: "Ben İbnu Ömer radıyallahu anhüma ile beraberdim.
Derken bir davul sesi işitti. Derhal iki parmağını iki kulağına soktu ve oradan (hızla)
uzaklaştı. Bunu üç kere yaptı. Sonra: "Resulullah aleyhissalatu vesselam da böyle yapmıştı"
dedi."
MUHANNİS
6553 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
erkeklere benzemeye çalışan kadına ve kadınlara benzemeye çalışan erkeğe lanet etti."
CİMA ESNASINDA TESETTÜR
6556 - Utbe İbnu Abdi's-Sülemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Biriniz hanımına temas edeceği vakit örtünsün, eşekler gibi çırılçıplak
soyunmasın."
DÜBÜRDEN TEMAS HARAMDIR
6557 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah, hanımına dübüründen temas eden kimseye rahmet nazarıyla
bakmayacaktır."
6558 - Huzeyme İbnu Sabit radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah, hakkı beyanda haya talep etmez." Bunu üç kere tekrarladı, sonra şöyle
devam etti: "Kadınlara dübürlerinden temas etmeyin!"
AZL
6559 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hür kadının
izni olmadan ona azil yapmayı yasakladı."
HÜLLECİYE LANET
6562 - Hz. İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
hulle yapana da yaptırana da lanet etti."
6563 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir
gün): "Sizlere kiralık döl hayvanını haber vereyim mi?" buyurdular. (Yanında bulunanlar:)
"Evet ey Allah'ın Resulü! Haber verin!" dediler. "O hülle yapandır. Allah hülle yapana da
hülle yaptırana da lanet etsin!" buyurdular."
SÜT KARDEŞLİĞİ
6564 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Barsakları birbirinden ayıran miktarda süt emilmedikçe evlenme
yasağı hasıl olan emme vuku bulmaz."
CARİYESİNİ AZAD EDİP NİKAHLAYAN
6565 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Safiyye
radıyallahu anhhayı azad etti ve azadlığını onun mehri kıldı ve onunla (hürre olarak) evlendi."
6566 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Köle, efendisinin izni olmadan evlenirse,
zani sayılır."
MUT'A NİKAHI HARAMDIR
6567 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab halife olunca halka
hitap etti ve dedi ki: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mut'a nikahını bize üç kere helal
kılmıştı, sonra onu haram kıldı. Vallahi, mut'a nikahı yapan evli bir kimseyi duyarsam onu
taşla recmederim. Böyle birisi, recm olmaktan kendini kurtarabilmek için, bana, Resulullah'ın,
onu haram kıldıktan sonra tekrar helal kıldığına dair dört şahid getirmelidir."
DENKLİK
6568 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Nutfeleriniz için (kadının) hayırlısını tercih edin. Kendinize denk olanlarla evlenin,
denklerinizin kızını isteyin."
KADIN GÜNÜNÜ KUMASINA VEREBİLİR
6569 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, zevce-i
pakleri Safiyye Bintu Huyey radıyallahu anha'ya bir sebeple kızmışlardı. Safiyye bana:
"Ey Aişe! "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ı benden razı edecek bir çaren var mı? Böyle bir
çare bulursan ben Resulullah'ın bana uğrama sırası olan bugünü sana vereceğim!" dedi. Ben
de: "Evet var!" dedim. Zaferanla boyalı olan başörtümü aldım, (nefis) kokusunu neşretmesi
için üzerine su çiledim. Sonra (bunu üzerime alarak) gidip Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın yanına oturdum. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Aişe! Benden uzak dur, bugün
senin günün değil!" buyurdular. Ben de: "Bu Allah'ın lütfudur, dilediğine verir" dedim ve
(Safiyye ile aramızda) olup biteni anlattım. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam,
Safiyye'den razı oldu."
EVLENMEYE ARACI OLMA
6570 - Ebu Rühm radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "En hayırlı şefaatlerden biri, evlenecek iki kişinin arasında yardımcı olmaktır."
6571 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "(Bir gün) Üsame radıyallahu anh kapının eşiğine
takılıp düştü ve yüzü kanadı. Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Ondan şu ezayı temizleyiver!" buyurdular. Ben ise tiksindim (ve bunu yapmaktan imtina
ettim). Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam, onun kanını emip yüzünden atmaya başladı.
Sonra da: "Eğer Usame bir kız olsaydı onu süsleyip, (güzel) giydirecek ve (evlenmeye) cazip
kılacaktım" buyurdular."
KADINLARA İYİ MUAMELE
6572 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en iyi olanınızım."
6573 - Abdullah İbnu Amr (İbni'I-As) radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi
davrananlardır."
6574 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam benimle koşu
yarışı yaptı. Yarışı ben kazandım."
6575 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Safiyye Bintu
Huyey radıyallahu anha ile evlenmiş olarak Medine-i Münevvere'ye geldiği zaman, Ensar
kadınları (yanıma) gelip ondan (ve güzelliğinden bana) haber verdiler. Hz. Aişe devamla der
ki:- "Kendimi tanınmayacak bir hale getirip, üzerime örtu alıp (onu görmek üzere) ben de
gittim. Resulullah aleyhissalatu vesselam (açık olan) gözüme bakıp beni tanıdı. Bunun üzerine
ben hemen geri döndüm ve hızlıca yürüdüm. Aleyhissalatu vesselam da peşimden gelerek
bana yetişti ve beni kucakladı. Sonra: "(Safiyye'yi) nasıl buldun?" diye sordu. Ben de: "Bırak
(beni)! Yahudi kadınlardan bir yahudi kadındır!" dedim."
6576 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Zeyneb (Bintu Cahş) odama izinsiz olarak
öfkeyle girinceye kadar (kumalarımın bana kızdıklarını) bilmiyordum. (Zeyneb odama
girdikten) sonra: "Ey Allah'ın Resulü! Ebu Bekr'in kızının, kollarını sana sarması sana yeterli
mi?" diye çıkıştı, sonra da bana yöneldi. Ben de ondan yüzümü çevirdim, (söylediklerine
cevap vermedim). Öyle ki Aleyhissalatu vesselam (dayanamayıp): "Onu durdur ve kendini
müdafaa et!" dedi. Bunun üzerine Zeyneb'e yöneldim, (gereken cevabı verdim. Öyle oldu ki)
bana cevap veremez hale geldi ve sonunda ağzının tükrüğünün kuruduğunu farkettim.
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın (bu durumdan memnun olarak) yüzünün güldüğünü
gördüm."
6577 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
yanında iken bebeklerimle oynardım. Aleyhissalatu vesselam da benim kız arkadaşlarımı bana
gönderirdi. Arkadaşlarımla beraber oynardık."
GERDEĞİN MÜSTEHAB VAKTİ
6578 - Haris İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
Ümmü Seleme radıyallahu anha ile Şevval ayında nikahlandı ve Şevval ayında onunla
gerdeğe girdi."
UĞUR VE UĞURSUZLUK NEDE VAR?
6579 - Mıhmar İbnu Mu'aviye radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın şöyle söylediğini işittim: "Uğursuzluk yoktur. Ancak üç şeyde uğur olabilir:
Kadında, atta, evde."
6580 - Salim'in babası (Abdullah İbnu Ömer) radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Uğursuzluk üç şeydedir: At, kadın ve evdedir."
Zühri der ki: "Bana Ebu Ubeyde İbnu Abdillah İbni Zeme'a, büyük annesi Zeyneb'in Ümmü
Seleme'den, onun bu üç şeyi sayıp bir de kılıncı ilave ettiğini rivayet etti.
KISKANÇLIK
6581 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kıskançlığın bazısını Allah sever, bazısını da sevmez. Allah'ın sevdiği
kıskançlık, kötülük olduğunda kuvvetli zan beslendiği zaman duyulan kıskançlıktır. Allah'ın
hoşlanmadığı kıskançlık da zayıf bir ihtimal karşısında duyulan kıskançlıktır."
6582 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Hatice radıyallahu anha'ya duyduğum kadar
hiçbir kadına karşı kıskançlık duymadım. Bu da, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın onu çok
zikretmesinden ileri gelmişti. Nitekim Resulullah'ın Rabbi, ona, Hz. Hatice'yi cennette
kamıştan İbnu Mace der ki: yani altından mamul bir evle müjdelemesini emretmişti."
ERKEK, ÇOCUĞUNDAN ŞEKKE DÜŞERSE
6583 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Çölde yaşayan bedevilerden biri Resulullah
aleyhissalatu vesselam'a geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Karım, benim yatağımda siyah bir
çocuk doğurdu. Biz, asla aramızda siyah bulunmayan bir aileyiz dedi. Aleyhissalatu vesselam.
"Senin develerin var mı?" diye sordu. Adam "Evet, var!" deyince: "Renkleri nedir?" diye
sordu. Adam "Kızıl!" diye cevap verdi. Aleyhissalatu vesselam "Aralarında siyah da var mı?"
dedi. Adam "Hayır!" deyince: "Peki boz deve var mı?" diye sordu. Adam "Evet var!" deyince:
"Pekiyi bu nereden oldu?" diye sordu. Adam "Belki bir damara çekmiştir!" deyince: "Senin o
oğlun da bir damara çekmiş olabilir!" buyurdular."
ÇOCUK YATAK SAHİBİNE AİT
6584 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, çocuğun
yatak sahibine ait olduğuna hükmetmiştir."
6585 - Ebu Ümame el-Bahili anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Çocuk yatağa
aittir, zaniye mahrumiyet (veya taşla öldürülmek) vardır" buyurdular.
KOCASINI ÜZEN KADIN
6586 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın
geldi, yanında iki de çocuğu vardı. Kadın bunlardan birini sırtına almış, diğerini de yediyordu.
Aleyhissalatu vesselam onu görünce (takdirlerini) şöyle ifade buyurdular: "(Kadınlar
çocuklarını karınlarında) taşırlar, doğururlar ve onlara merhamet beslerler. Bunlar bir de
kocalarına eziyet vermeseler, namazlarını kılanlar cennete girerler!"
HARAM HELALİ HARAM KILMAZ
6587 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Haram, helali haram kılmaz."
TALAKTA ŞAKA YOK
6588 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Bir kısım insanlara ne oluyor da Allah'ın hududuyla oynarlar. Onlardan biri çıkıp: "(Ey
kadın) seni boşadım, sana dönüş yaptım, seni boşadım" der."
HAMİLENİN İDDETİ DOĞUMLA BİTER
6589 - Zübeyr İbnu'l-Avvam radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Ümmü Külsüm Bintu Ukbe
nikahı altında idi. Hanım, hamile olduğu halde kendisine: "Bir talakla nefsimi boş kıl!" diye
talepte bulundu. Bunun üzerine o da hanımını bir talakla boşadı. Sonra namaza gitti.
Döndüğünde hanımını doğum yapmış buldu. Zübeyr: "Bu kadına ne oluyor? O, beni aldattı,
Allah da onu aldatsın!" dedi. Sonra Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gidip durumu anlattı.
Aleyhissalatu vesselam: "İddet süresi, beklenmedik bir anda sona ermiştir. Sen ona yeniden
talip ol!" demiştir."
BOŞAMA HEDİYESİ
6590 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Amra Bintu'l-Cevn, zifaf için yanına geldiği
vakit Resulullah aleyhissalatu vesselam'dan istiazede bulunmuştu. Aleyhissalatu vesselam da:
"(Ey kadın!) Sen gerekten sığınılacak birisine (Allah'a) sığındın!" buyurup kadını hemen
boşadı. Üsame veya Enes'e emredip ona razıkiyye (denilen beyaz keten kumaştan mamul) üç
kat elbise verdi."
6591 - Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Kadın, kocasının kendisini boşadığını iddia eder ve bu
iddiasına adil bir şahit de getirirse kocasından bu hususta yemin talep edilir. Boşamadım diye
yemin ederse şahidin şehadeti batıl olur. Yeminden imtina ederse bu imtinası ikinci şahid
yerine geçer."
MA'TUH, ÇOCUK VE UYUYANIN TALAKI
6592 - Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kalem çocuktan, mecnundan ve uyuyandan kaldırılmıştır."
MÜKREH VE UNUTANIN TALAKI
6593 - Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri ümmetimin hata, unutma ve mecbur edilme (ikrah)
hallerini affetmiştir."
6594 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Allah Teala hazretleri ümmetimden hata, unutma ve zorlanma(nın günahını)
affetmiştir."
NİKAHDAN ÖNCE TALAK
6595 - Misver İbnu Mahreme radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Nikahtan önce talak yoktur. Temellükten önce de azadlık yoktur."
6596 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Nikahtan önce boşama olmaz."
KADININ BOŞANMA TALEBİ MEKRUHTUR
6597 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Mazur bir sebep yokken kocasından boşanma talep eden kadın cennetin
kokusunu bile bulamaz. Halbuki cennetin kokusu kırk yıllık yürüme mesafesinden duyulur."
6598 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Habibe Bintu
Sehl, Sabit İbnu Kays, İbni Şemmas radıyallahu anhüma'nın nikahı altında idi. Sabit ise kısa
boylu çirkin bir adamdı. Habibe, Aleyhissalatu vesselam'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü!
Vallahi, Allah'tan korkmasam, kocam yanıma girince suratına tüküreceğim (o kadar nefret
ediyorum)" der.Aleyhissalatu vesselam: "(Mehir olarak aldığın) bahçeyi geri verir misin?"
dedi. Kadın "evet!" dedi.
Ravi der ki: "Kadın bahçeyi Sabit'e iade etti. Resulullah aleyhissalatu vesselam da onları
ayırdı."
İLA
6599 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, hanımlarının
hücrelerine bir ay girmemeye yemin etti. Böylece yirmidokuz gün onlardan ayrı kaldı.
Otuzuncu akşam olunca yanıma girdi. Kendisine: "Sen yanımıza tam bir ay girmemeye yemin
etmiştin" dedim. Parmaklarıyla işaret ederek: "Ay şöyledir" dedi (ve otuzu gösterdi). "Ay
şöyledir!" diyerek (iki elinin) parmaklarını saldı. Üçüncüde bir parmağını tutup (yirmidokuzu
gösterdi)."
6600 - Hz. Aişe anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ilada bulundu. Sebebi de
hediyesinin Zeyneb Bintu Cahş tarafından reddedilmiş olması idi. Bunun üzerine Aişe
radıyallahu anha Aleyhissalatu vesselam: "Zeyneb senin hediyeni muhakkak küçümsemiş
olmalı" dedi. Bunun üzerine öfkelenen Resul-ü Ekrem aleyhissalatu vesselam bütün
kadınlarından ila etti (ayrı kalmaya yemin etti.)."
KIZ; HALA VEYA TEYZESİ ÜZERİNE NİKAHLANMAZ
6560 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselsm'ı
işittim, şu iki nikahı yasaklamıştı: "Kişinin, kadınla kadının halasını, veya kadınla kadının
teyzesini bir nikahta birleştirmesi."
6561 - Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Kadın, halası veya teyzesi üzerine nikahlanamaz."
NİYET VE İHLAS
________________________________________
5715 - Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve
Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa
veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."
Buhâri, Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim,
İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilu'I-Cihâd 16, (1647); Nesâî,
Tahâret 60, (1, 59, 60).
5716 - İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah bir kavme azap indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra,
(Kıyamet gününde) herkes niyetlerine (ve amellerine) göre diriltilirler."
Buhari, Fiten 19; Müşlim, Sıfatu'l-Cenne 84, (2879).
5717 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kim kırk sabah Allah'a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar."
Rezîn tahric etmiştir. Hadis Hilyetü'I-Evliya'da Ebu Eyyüb el-Ensariden merfu olarak
kaydedilmiştir, (5,189); keza hadisi Câmi'u's-Sagîr'de de bulmaktayız (Feyzu'l-Kadir 6, 43).
NİYET
7263 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki insanlar Kıyamet günü niyetleri üzere diriltilecekler."
ORUCUN VE RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
________________________________________
3082 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki sünneti
şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allah Teâla
Hazretleri (bir hadis-i kudside) şöyle buyurmuştur: "Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf
benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için
şehvetini, yiyeceğini terketti."
"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine
kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halüf), Allah indinde misk
kokusundan daha hoştur.''
3083 - Bir rivayette de şöyle buyrulmuştur: "Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa
kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga
edecek olursa "ben oruçluyum!'' desin (ve ona bulaşmasın).''
Buhari, Savm 2, 9, Libas 78; Müslim, Sıyâm 164 (1151); Muvatta, Sıyâm 58, (1, 310); Ebu
Dâvud, Savm 25 (2363); Tirmizi, Savm 55, (764); Nesâi, Sıyâm 41, (2, 160-161); İbnu Mâce,
Sıyam 1, (1638), Edeb 58, (3823).
3084 - Yine Ebu Hüreyıe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa, Allah onunla ateş arasına,
genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.''
Tirmizi, Cihâd 3, (1624).
3085 - Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resülü dedim, bana öyle bir
amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfaatlandırsın.''
"Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.''
Nesâi, Sıyam 43, (4, 165).
3086 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer.
Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez."
Buhari, Savm 4, Bed'ü'l- Halk 9; Müslim, Sıyâm 166, (1152); Nesâi, Sıyam 43, (4, 168);
Tirmizi, Savm 55, (765).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyâde var: "Oraya kim girerse ebediyyen susamaz.''
3087 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır.
Üstelik bu sebeple oruçlunun seyabından hiçbir eksilme olmaz.''
Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mâce, Sıyâm 45, (1746).
3088 - Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "ResuluIIah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin
kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur."
Buhari, Savm 5, Bed'ü'I-Halk 11, Müslim, Sıyâm 2, (1079); Nesâi, Sıyâm 5, (4, 129).
3089 - Nesâi 'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Bir münâdi, her gece şöyle nida edip
bağırır: "Ey hayır isteyen, gel! Ey şer isteyen kendini şerden tut!''
Nesâi, Savm 5, (4, 130).
3090 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ramazandan sonra hangi oruç efdaldir?'' diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
"Ramazanı ta'zim için Şa'bân!" Tekrar soruldu:
"Hangi sadaka efdaIdir?''
"Ramazanda verilen!'' cevabını verdi.''
Tirmizi, Zekat 28, (663).
ORUCUN FARZLARI, SÜNNETLERİ VE AHKÂMI
3091 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ramazanı zikrederek buyurdular ki: "Hilâli görünceye kadar oruç tutmayın, yine (müteakip)
hilâli görünceye kadar da yemeyin. Bulut araya girerse ayı takdir edin.''
Buhari, Savm 11, 5, 13, TaIâk 25; Müslim, Sıyâm 9, (1080); Muvatta, Sıyâm 1, (1, 286); Ebu
Dâvud, Savm 4, (2320); Nesâi, Savm 10, 11, (4, 134).
Buhari'nin bir rivayetinde: "Bulut, görmenize mâni olursa sayıyı otuza tamamlayın'' denmiştir.
Müslim ve Nesâi'nin Ebu Hüreyre'den kaydettikleri bir rivayette: "Hava bulutlu ise otuz gün
oruç tutun'' denmiştir.
3092 - Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular
ki: "Ramazan ayını, hilâli görmedikçe veya sayıyı ikmal etmedikçe öne alıp başlatmayın.
(Hilali görüp veya sayıyı tamamladıktan) sonra müteakip hilâli görünceye veya sayıyı
tamalayıncaya kadar orucu tutun"
Ebu Davud, Savm 6, (2362); Nesâi, Savm 13, (4, 135, 136).
3093 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Şâban
ayının günlerini hesapladığı kadar başka bir ayın günlerini hesaplamazdı. Sonra Ramazan
hilâlini görünce oruca başlardı. Eğer bulut araya girer (hilâIi göremez) ise (şâbanı) otuz gün
olarak hesaplar, sonra ramazan orucuna başlardı."
Ebu Dâvud, Savm 6, (2325).
3094 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Bir Bedevi Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Ben hilâli -yani ramazan hilâlini- gördüm!'' dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet getirir misin?" dedi. Adam buna da, "evet!" diye
cevap verince, Efendimiz:
"Ey Bilal! dedi, halka yarın oruç tutmalarını ilan et!"
Ebu Davud, Sıyam 14, (2340, 2341); Tirmizi, Savm 7, (691); Nesai, Savm 8, (4, 132); İbnu
Mace, Sıyam 6, (1652).
3095 - İbnu Ömer (radıyallalıu anh) anlatıyor: "Halk hilâli görmek için gayret sarfetti. Ben,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gördüğümü (tek başıma) söyledim. Sözüm üzerıne oruç
tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti.''
Ebu Dâvud, Savm 14, (2342).
3096 - Hüseyin İbnu'l-Haris el-Cedeli, Haris İbnu Hatib (radıyallahu anh)'den anlatıyor:
"Haris dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hiIali görünce oruç tutmamızı emretti,
eğer biz göremez de iki âdil şâhid gördükleri hususunda şehâdet ederlerse, onların
şehâdetlerine uyarak tutacaktık.''
Ebu Dâvud, Savm 13, (2338).
3097 - Ebu Umayr İbnu Enes, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından olan
amcalarından naklettiğine göre, bir grup kimse Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'a
binekleriyle gelip: "Dün hilâli gördük'' diye şehâdette bulundular. Bunun üzerine, Efendimiz
onlara oruçlarını açmalarını, sabah olunca da musallaya (bayram namazına) gelmelerini
emretti."
Ebu Davud, Salât 255, (1157); Nesâi, Iydeyn 2, (3, 180).
3098 - Küreyb (rahimehullah) anlatıyor: "Ben Şam'da iken ramazan hilali beklenmişti. Hilali
bir cum'a günü ben de gördüm. Sonra ayın sonunda Medine'ye geldim. lbnu Abbâs
(radıyallahu anhümâ):
"Hilali ne zaman görmüştünüz?'' diye sordu. Ben
"Cum'a günü!'' dedim. İbnu Abbâs tekrar:
"Sen de hilali gördün mü?'' dedi. Ben:
"Evet, hem ben, hem de halk gördü ve herkes oruç tuttu. Hz. Muâviye (radıyallahu anh) de
oruç tuttu!'' dedim. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ):
"Ama biz hilâli cumartesi gecesi gördük. Öyleyse otuza tamamlayıncaya veya hilali
görünceye kadar tutmalıyız!'' dedi. Ben:
"Hz. Muâviye'nin görmesiyle ve onun orucuyla iktifa etmiyor musun?'' dedim. Cevaben:
"Hayır! Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize böyle emretti'' dedi.''
Müslim, Sıyâm 28, (1087); Ebu Dâvud, Savm 9, (2332); Tirmizi, Savm 9, (693); Nesâi, Savm
7, (4, 131).
3099 - Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"(Muteber) oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (Muteber) iftar, hep beraber) ettiğiniz
gündekidir. (Muteber) kurban (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir.''
Tirmizi, Savm 11, (697); Ebu Dâvud, Savm 5, (2324).
3100 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Ramazan ayı şöyle, şöyle şöyledir -bu sırada iki elini bütün parmaklarıyla iki
sefer çırptı, üçüncu çırpışta sağ veya sol başparmağını yumdu.-"
3101 - Müslim ve Nesai'de gelen bir rivayette: "Biz ümmi bir milletiz, ne yazı ne de hesap
biliriz. Ay, şöyle şöyledir" dedi. Yani bir defasında yirmidokuz, bir defasında otuz gösterdi"
denmiştir."
Buhari, Savm 13, 5, 11, Talak 29; Müslim, Savm 13-15, (1080); Ebu Davud, Savm 4, (2319,
2320, 2321); Nesai, Savm 17, (4, 139, 140).
3102 - Ebu Bekre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İki bayram ayı eksilmezler: Bunlar Ramazan ve Zü'l-Hicce aylarıdır."
Buhari, Savm 12; Müslim, Sıyâm 31, (1089); Ebu Dâvud, Savm 4, (2323); Tirmizi, Savm 8,
(692).
NİYET
3103 - Hz. Hafsa (radıyallabu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim orucu fecirden önce niyetle (kesin kılmazsa) onun orucu yoktur.''
Ebu Dâvud, Savm 71, (2454); Tirmizi, Savm 33, (730); Nesâi, Savm 68, (4, 196, 197).
3104 - Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) buyurdular ki: "Sadece şafaktan önce
niyet edenlerin orucu muteberdir.''
Nesâi, Savm 68, (4, 197, 198); Muvatta, Sıyâm 5, (1, 288).
NAFİLE ORUCUN NİYYETİ
3105 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) bir gün
bana:
" Yanında (yiyecek) bir şey var mı?'' diye sordu.
"Hayır!'' demem üzerine: "Ben oruç tutacağım!'' buyurdu. Yanımdan çıkınca bize bir hediye
geldi -veya bize bir grup misafir geldi.- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) eve geri dönünce:
"Ey Allah'ın Resulü bize bir hediye geldi -veya bize ziyaretçiler geldi- sana yiyecek bir şey
hazırladım!'' dedim.
"Nedir o?'' diye sordu. Ben:
"Hays! (un, yağ, hurmadan yapılan bir yemek)'' dedim.
"Getir onu!'' buyurdu. Ben de getirdim. Aleyhissalâtu vesselam onu yedi, sonra:
"Oruçlu olarak sabahlamıştım'' buyurdu.''
Mücâhid (rahimehullah) der ki: "Bu, malından sadaka çıkaran adam gibidir, o, dilerse
çıkardığı sadakayı verir (yani kararını icra eder), isterse vermekten vazgeçer.''
Müslim, Sıyâm 169, (1154); Nesâi, Savm 67, (4, 193-195); Tirmizi, Savm 35, (733, 734); Ebu
Dâvud, Savm 72, (2455).
3106 - Ümmü'd-Derdâ anlatıyor: "Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) gündüzleyin gelir:
"Yanınızda yiyecek var mı?'' diye sorardı. Şâyet biz: "Hayır, yok!'' diyecek olsak: "Öyleyse
bugün ben oruçluyum!'' derdi. Ebu Talha, Ebu Hüreyre, İbnu Abbâs, Huzeyfe (radıyallahu
anhüm) hep böyle yaptılar."
Buhari, Savm 21, (Tercümede, yani bir bab başlığında zükretmiştir).
ORUCU BOZAN ŞEYLERDEN KAÇINMAK
3107 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim kendiliğinden kusacak olursa, üzerine kaza gerekmez. Kim de isteyerek
kusarsa orucunu kaza etsin."
Ebu Dâvud, Savm 32, (2380); Tirmizi, Savm 25, (720); İbnu Mâce, Savm 16, (1676).
3108 - Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak.''
Tirmizi, Savm 24, (719).
3109 - Ma'dân İbnu Talha, kendisine Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'nın şunu anlattığını
söylemiştir: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kustu ve orucunu açtı. Sevbân (radıyallahu
anhâ) bu meseleyi sordu. Sevbân:
"Doğru söylemiş, o zaman abdest suyunu ben döktüm'' dedi.''
Ebu Dâvud, Savm 32, (2381); Tirmizi, Tahâret 64, (87).
3110 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ihramlı olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de hacamat oldu."
Buhari, Savm 32, Tıbb 11; Müslim, Hacc 87, (1202); Ebu Dâvud, Savm 29, (2372, 2373);
Tirmizi, Savm 61, (775, 776, 777).
3111 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz oruçlunun hacamat olmasını, sâdece bitap
düşmesinden korkup terkettik."
Ebu Dâvud, Savm 29, (2375); Buhari, Savm 32.
3112 - İbnu Ebi Leylâ, Sahâbi bir zâttan naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
hacamat olmaktan, muvâsaladan (üst üste bir kaç gün oruç açmamaktan) yasakladı. Ancak
bunları Ashâbına haram kılmadı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, sen sahura kadar orucu
devam ettiriyorsun'' denildi de şu cevabı verdi:
"Ben sahura kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip içirmektedir."
Ebu Dâvud, Savm 29, (2374).
3113 - Rafi' İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Şöyle buyurdulaı: "Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır."
Tirmizi, Savm 60, (774); Ebu Dâvud, Savm 28, (2367); İbnu Mâce, Savm 18, (1679, 1680,
1681).
3114 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü, gözüm
ağrıyor, oruçlu olduğum halde sürme çekiyorum (bu, orucumu bozar mı?)'' diye sordu.
Resulullah: "Hayır (bozmaz)" dedi.''
Tirmizi, Savm 30, (726).
3115 - Abdurrahman İbnu Nu'man İbni Ma'bed İbni Hevze an ebihi an ceddihi anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) uyku sırasında gözlere miskle karıştırılmış ismid
(sürmesi) çekilmesini emir buyurdu ve:
"Oruçlu bundan sakınsın!" dedi."
Ebu Dâvud, Savm 31, (2377).
ÖPME VE MÜBAŞERET
3116 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) oruçlu
olduğu halde hanımlarından birini öperdi" (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.)
3117 - Bir başka rivayette şöyle der: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), oruçlu iken
mübaşerette bulunurdu. O, nefsine hepinizden çok hâkim idi.''
Buhari, Savm 24, 23; Müslim, Sıyâm 62-65, (1106); Muvatta, Sıyâm 14, (1, 292); Ebu
Dâvud, Savm 33, (2382-2386); Tirmizi, Savm 31, (727-729).
3118 - Hz. Câbir anlatıyor: "Hz. Ömer İbnu'I-Hattâb (radıyallahu anhümâ) (bir gün telâşla
gelerek):
"Ey Allah'ın Resulü! Bugün ben büyük bir hatada bulundum, oruçlu iken (hanımımı) öptüm!''
dedi. Resulullah da şöyle cevapladı:
"Sen oruçlu iken mazmaza yapmaz mısın? (Bu orucunu bozar mı?)''
(Ravilerden İsa İbnu Hammâd rivayetinde) der ki: "Dedim ki: "Bunda bir beis yok!''
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Öyleyse niye (öpmeden telaşa düşüyorsun?)''
Ebu Dâvud, Savm 33, (2385).
3119 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a oçuçlunun hanımıyla mübaşeretinden sordu. Aleyhissalatu vessalam ruhsat verdi.
Arkadan bir başkası geldi, o da aynı şeyi sordu. Buna mübâşereti yasakladı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ruhsat tanıdığı kimse yaşlı birisiydi, yasakladığı kimse
de gençti.''
Ebu Dâvud, Savm 35, (2387).
3120 - Nâfi merhum anlatıyor: "Abdullah İbnu Ömer (radıyallahü anhümâ) oruçluyu öpme ve
mübaşeretten men ederdi."
Muvatta, Sıyâm 20, (1, 293).
UNUTARAK ORUCU BOZMA
3121 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın.
Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir."
Buhari, Savm 26, Eyman 15; Müslim, Sıyâm 171, (1155); Tirmizi, Savm 26, (721); Ebu
Dâvud, Savm 39, (2398).
ORUCUN ZAMANI
3122 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam), bazan
olurdu bir ay boyu oruç tutmazdı ve o aydan hiç oruç tutmayacağını zannederdik. Bazan da
(öylesine ara vermeden) tutardı ki, o aydan hiç bir günü oruçsuz geçirmeyecek zannederdik.
Sen onu, geceleyin namaz kılarken görmek istesen mutlaka görürdün. Geceleyin uyur görmek
istesen mutlaka görürdün."
Buhari, Savm 53, Teheccüd 11; Müslim, Sıyâm 180, (1158); Tirmizi, Savm 57, (769).
3123 - İbnu Abbâs (radıyallabu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissâlatu vesselâm),
ramazan dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmedi."
Buhari, Savm 53; Müslim, Savm 178, (1157); Nesâi, Savm 70, (4, 199)
AŞÛRE ORUCU
3124 - Katâde (rahimehullah) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Aşura orucunun önceki yılın günahlarına kefaret olacağını Allah(ın rahmetin)den umarım.''
Tirmizi, Savm 48, (752).
3125 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ramazan (farz olmazdan) önce Aşura orucu
tutuluyordu. Ramazanın farziyeti indikten sonra onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı."
Buhari, Savm 69, Hacc 1, 47, Menâkıbu'l-Ensâr 26, Tefsir, Bakara 24; Müslim, Sıyâm 115;
Muvatta, 33, Ebu Dâvud, Savm 64, (2442, 2443); Tirmizi, Savm 49, (753).
3126 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Medine'ye gelince, yahudileri Aşüra günü oruç tutar gördü. Onlara:
"Bu da ne, (niçin oruç tutuyorsunuz)?" diye sordu.
"Bu, sâlih (hayırlı) bir gündür. Allah, o günde Beni İsrâil'i düşmanlarından kurtardı. (Şükür
olarak) Hz. Musa o gün oruç tuttu '' dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ben Musa'ya sizden daha layığım" buyurup o gün oruç tuttu ve müslümanlarada tutmalarını
emretti.
Buhari, Savm 69, Enbiya 22, Fedailul-Ashab 52, Tefsir, Yünus 1, Tâ-hâ 1, M üslim, Sıyâm
127, (1130); Ebu Dâvud, Savm 64, (2444).
3127 - Kays İbnu Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Biz Aşura günü oruç
tutuyor ve sadaka-ı fıtrı ödüyorduk. Ramazan orucunun farziyyeti ve zekat emri inince artık
onunla emredilmedik, ondan yasaklanmadık da, biz onu yapıyorduk."
Nesai, Zekat 35, (5, 49).
RECEB ORUCU
3128 - Abbâd İbnu Hanif anlatıyor: "Sa'id İbnu Cübeyr (rahimehullah)'e Receb ayındaki
oruçtan sordum. Bana şu cevabı verdi:
"İbnu Âbbâs (radıyallahu anhümâ)'ı dinledim, şöyle demişti: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Receb ayında bazı yıllarda öyle oçuç tutardı ki biz, "(Gâliba). hiç yemeyecek (ayın
her gününde tutacak)'' derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz; "(Galiba) hiç tutmayacak''
derdik.''
Buhari, Savm 53; Müslim, Sıyâm 179, (1157); Ebu Davud, Savm 55, (2430).
ŞABAN ORUCU
3129 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm (bazan)
oruca öyle devam ederdi ki, "(Bu ay) hiç yemiyecek'' derdik. Bazan da öyle devamlı yerdi ki,
"(Bu ay) hiç tutmayacak'' derdik. Ben, onun ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu
görmedim. Herhangi bir ayda, şâban ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da görmedim."
Buhari, Savm 52; Müslim, Sıyâm 175, (1156); Muvatta, Sıyâm 56, (1, 309); Ebu Dâvud,
Savm 56, 59, (2431, 2434); Tirmizi, Savm 37, (736); Nesâi, Savm 70, (4, 199, 200).
3130 - Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselam)'ın Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini
göımedim."
Tirmizi, Savm 37, (736); Ebu Dâvud, Savm 11, (2335); Nesâi, Savm 70, (4, 200).
3131 - Hz. Üsâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü dedim, Şâban ayında
tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum (sebebi nedir?)'' diye sordum. Şu
cevabı verdi:
"Bu, Receb'le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Halbuki O, amellerin
Rabbülâlemin'e yükseltildiği bir aydır. Ben, oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini
istiyorum."
Nesâi, Savm 70, (4, 201).
ŞEVVAL'DEN ALTI GÜN
3132 - Eyub (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu
tutmuş olur."
Müslim, Sıyâm 204, (1164); Tirmizi, Savm 53, (759); Ebu Dâvud, Savm 58, (2432).
ZİLHİCCE'DEN ON GÜN
3133 - Hüneyde İbnu Hâlid hanımından, o da Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zevcelerinden birinden anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm) Zilhicce'den dokuz
günle Aşura günü oruç tututardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü
oruç tutardı."
Ebu Dâvud, Savm 61, (2437); Nesâi, Savm 83, (4, 220).
3134 - Kâsım İbnu Muhammed (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Arefe
günü oruç tutardı. Ben Arefe akşamı imamın (hacc emirinin, Müzdelife'ye gitmek üzere)
hareket ettiği sırada Hz. Aişe'nin yerinde kalarak, halkla kendi arasında bir boşluk açılana
kadar bekleyip sonra içecek birşeyler isteyerek iftar yaptığını gördüm."
Muvatta, Hacc 133, (1, 375).
3135 - Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulüllah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Arafat günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına kefaret
olacağına Allah'ın rahmetinden ümidim var."
Tirmizi, Savm 46, (749); İbnu Mâce, Sıyâm 40, (1730); Müslim, Sıyâm 196, (1162).
HAFTANIN GÜNLERİ
3136 - Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam pazartesi ve
perşembe günlerinde oruç(la sevap) arardı."
Tirmizi, Savm 44, (745); Nesai, Savm 70, (4, 202, 203); İbnu Mace, Sıyam 42, (1739).
3137 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ameller Allah Teala hazretlerine pazartesi ve perşembe günleri arzedilir. Ben,
amelimin oruçlu olduğum halde arzedilmesini severim."
Tirmizi, Savm 44, (747).
EYYÂMU'L-Bİ'Z
3138 - Abdullah İbnu Katâde İbni Milhân el-Kaysi, babası (radıyallahu anh)'ndan anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bize eyyam-ı bi'z'de yani ayın onüç, ondört ve onbeşinci
günlerinde oruç tutmamızı emrederdi ve "Bunlar yıl orucu vaziyetindedir'' derdi.''
Ebu Dâvud, Savm 68, (2449); Nesâi, Savm 83, (4, 220, 221).
3139 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
eyyâmu'l-bi'z'de oruç tutmayı hazerde de seferde de bırakmazdı."
Nesâi, Savm 70, (4, 198).
3140 - Muâzetu'l Adeviyye anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den sorduın: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) her ay üç gün oruç tutar mıydı?''
"Evet!'' diye cevap verdi. Ben tekrar:
"Ayın hangi günlerinde tutardı?'' dedim.
"Hangi günde oruç tuttuğuna ehemmiyet vermezdi'' diye cevap verdi.''
Müslim, Sıyâm 194, (1160); Ebu Dâvud, Savm 70, (2453); Tirmizi, Savm 54; (763).
3141 - Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Kim ber ayda üç gün oruç tutarsa işte bu, yıl orucu olur. Allah Teâlâ hazretleri
bu hususu te'yiden kitabında şu ayeti indirdi: "Kim bir hayır işlerse o kendisinden on misliyle
kabul edilir" (En'am 160). Bir gün on misliyle kabul ediliyor."
Tirmizi, Savm 54, (761); Nesâi, Savm 82, (4, 219).
3142 - Âmir İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Zahmetsiz ganimet kışta tutulan oruçtur.''
Tirmizi; Savm 74, (797).
3143 - İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye: "Resulullah
(aleyhissalatu vesselâm) herhangi bir güne ayrı bir ehemmiyet verir miydi?'' diye sordum.
"Hayır!'' dedi ve ilave etti: "O'nun ameli hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi. Hanginiz
Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'ın tahammül ettiği şeye dayanabilir?"
Buhari, Savm 64; Rikâk 18; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 217, (783); Ebu Dâvud, Salât 317,
(1370).
ORUCUN HARAM OLDUĞU GÜNLER
3144 - Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "İki günde oruç câiz olmaz: Fıtır günü (Ramazan bayramının birinci günü) ve Nahr günü."
Buhari, Savm 67, Fadlu's-Salât 6, Cezâu's-Sayd 26; Müslim, Sıyâm 288, (827); Ebu Dâvud,
Savm 48, (2417); Tirmizi, Savm 58, (772).
3145 - Ukbe İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri, biz müslümanların bayramıdır. Bu
günler yeme-içme günleridir."
Ebu Dâvud, Savm 49, (2419); Tirmizi; Savm 59, (773); Nesâi, Menâsik 195; (5, 252);
Tirmizi, hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
3146 - Nübeyşe el-Hüzeli (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Teşrik günleri, yeme-içme ve Allah'ı zikretme günleridir."
Müslim, Siyâm 144, (1141).
3147 - Sıla İbnu Züfer anlatıyor: "Biz, Şabandan mı, Ramazandan mı olduğu şüphe edilen
günde Ammâr (radıyallahu anh)'ın yanında idik. Bize kızartılmış bir koyun getirildi.
Cemaatten biri: "Ben oruçluyum'' diyerek geri çekildi. Ammâr: "Kim bugün oruç tutarsa,
muhakkak olarak Ebu'I Kâsım aleyhissalâtu vesselâm'a isyan etmiştir" dedi".
Ebu Dâvud, Savm, 10, (2334); Tirmizi, Savm 3, (686); Nesâi, Savm 37, (4, 153); İbnu Mâce,
Sıyâm 3, (1645).
3148 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim ebed orucu tutarsa, ne oruç tutmuş, ne iftar etmiştir.''
Nesâi, Savm 71, (4, 205, 206).
3149 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın."
Ebu Dâvud, Savm 12, (2337); Tirmizi, Savm 38, (738).
3150 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Sizden kimse, ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın.
Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu tutsun.''
Buhari, Savm 14; Müslim, Savm 21, (1082); Ebu Dâvud, Savm 11, (2335); Tirmizi, Savm 2,
(684); Nesâi, Savm 31, 32 (4, 149).
3151 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Arefe günü Arafât'da oruç tutmayı yasakladı.''
Ebu Dâvud, Savm 63, (2440).
3152 - Yine Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Sizden hiç kimse, cum'agünü oruç tutmasın. Ancak bir gün
önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cum'a günü de oruç tutabilir."
3153 - Müslim'in bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "Cum'a gecesini, diğer geceler arasında gece
namazına tahsis etmeyin, cum'a gününü de diğer günler arasında oruç günü olarak tayin
etmeyin, ancak birinizin tutmakta olduğu oruç arasına denk gelirse o hariç."
Buhari, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147, 148; Ebu Dâvud, Savm 50, (2420); Tirmizi, Savm 42,
(743).
3154 - Abdullah İbnu Büsr es-Sülemi, kızkardeşi es-Sammâ (radıyallahu anh)'dan naklediyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak
Allah'ın size farzettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev'inden bir şey bulamaz
da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve
yine de cumartesi günü oruçlu olmasın).''
Ebu Dâvud, Savm 51, (2421); Tirmizi, Savm 43, (744); İbnu Mâce, Sıyâm 38, (1726); Ebu
Dâvud hadisin mensuh olduğunu söylemiştir. Tirmizi de hasen demiştir.
ORUCUN SÜNNETLERİ
3155 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var."
Buhari, Savm 20, Müslim, Sıyâm 45, (1095); Tirmizi, Savm 17, (708); Nesâi, Savm 18, (4,
141).
3156 - Amr İbnu'I-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab'ın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.''
Müslim, Sıyâm 46, (1096); Ebu Dâvud, Savm 15, (2343); Tirmizi, Savm 17, (709); Nesâi,
Savm 27, (4, 146).
3157 - Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'Ia
birlikte sahur yemeği yedik, sonra namaza kalktık.'' Kendisine: "(Yemekle sahur) arasında ne
kadar zaman geçti?'' diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: "Elli âyet (okuyacak) kadar!"
Buhari, Savm 19, Mevâkitu's-Salât 27, Teheccüd 8; Müslim, Sıyâm 47, (1097); Tirmizi, Savm
14, (703); Nesâi, Savm 21, 22, (4, 143).
3158 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben ailem içerisinde sahuryemeği
yiyordum. Sonra ben, sabah namazını Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)'Ia birlikte kılmak
için sür'atli yiyordum."
Buhari, Savm 19, Mevâkit, 27.
3159 - Zirr İbnu Hubeyş anlatıyor: "Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye: "Sen Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte hangi vakitte sahur yedin?'' diye sorduk. Şu cevabı verdi:
"Gündüzdü, ancak güneş doğmamıştı.''
Nesai, Savm 20, (4, 142).
3160 - Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)
buyurdular ki: "Fecr-i kâzib size mâni olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin
için.''
Ebu Dâvud, Savm 17, (2348); Tirmizi, Savm 15, (705).
3161 - Buhari ve Müslim'in İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan rivayetlerine göre, ResuluIlah,
fecr-i sâdık'ı tarif ederken: "0, enlemesine görülen aydınlıktır, uzunlamasına görülen değil"
buyurdu."
Buhari, Ezân 13, Talâk 24, Haberu'I-Vâhid 1; Müslim, Sıyâm 40, (1093); Ebu Dâvud; Savm
17, (2347); Nesai, Savm 30, (4, 148).
3162 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar
onu bırakmasın.''
Ebu Dâvud, Savm 18, (2350).
İFTAR VAKTİ
3163 - Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de
batınca oruçlu orucunu açmıştır."
Buhari, Savm 43; Müslim, Sıyâm 51, (1100); Ebu Dâvud, Savm 19, (2351); Tirmizi, Savm
12, (698).
3164 - Humeyd İbnu Abdirrahman anlatıyor: "Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüma),
akşam namazını, gecenin karanlığını (ufukta) görür görmez daha iftarı açmadan kılarlar,
namazdan sonra da oruçlarını açarlardı. Bunu ramazanda yaparlardı."
Muvatta, Sıyâm 8, (1, 289).
İFTARDA TA'CİL
3165 - Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "İnsanlar iftarda ta'cile yer verdikleri müddetçe hayır üzere devam ederler."
Buhari, Savm 45; Müslim, Sıyam 48, (1098); Muvatta, Sıyâm 6, (1, 288); Tirmizi, Savm 13,
(699).
3166 - İmam Mâlik'ten anlatıldığına göre, Abdulkerim İbnu Ebi'I-Muharik'in şöyle
söylediğini işitmiştir: "Nübüvvet (peygamberlik) amellerinden biri de iftarın ta'cili (öne
alınması), sahurun da te'hir edilmesidir.''
Muvatta, Kasru's-Salât 46, (1, 158).
3167 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz
kılmazdan önce biçkaç taze hurma ile orucunu açardı. Eger taze hurma yoksa kuru hurma ile
açardı. Eğer kuru hurma da bulamazsa birkaç yudum su yudumlardı."
Ebu Dâvud, Savm 22, (2556); Tirmizi, Savm 10, (694).
3168 - Mu'az İbnu Zühre anlatıyor: "Bana ulaştı ki, Resulullah aleyhissalatu vesselam, iftar
ettiği zaman şu duayı okurdu: "Allahümme leke sumtü ve ala rızkıke eftartü. (Ey Allahım
senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)"
Ebu Davud, Savm 22, (2358).
3169 - Mervan İbnu Salim, Hz. İbnu Ömer radıyallahu anhüma'den naklediyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam orucunu açınca şöyle derdi: "Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşaallah
Teâlâ sevap kesinleşti."
Ebu Dâvud, Savm 22, (2357).
"Rezin, duanın baş kısmına "Elhamdülillah" kelimesini ziyade etti.''
3170 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan
ayının sonunda oruçları vasletti (yani hiç bozmadan birkaç gün ard arda devam ettirdi).
Onunla birlikte halk da vasletti. Durum ResululIah'a ulaşınca:
Eğer Ramazan ayı bizim için uzatılsaydı biz onu öyle bir vaslederdik ki derine dalanlar
(aşırılar) bundan (aşırılıklarından) vazgeçmek zorunda kalırlardı. Ben sizin gibi değilim. Ben
gölgelenirim. Rabbim bana hem yedirir hem de içirir."
Buhari, Savm 48; Tenmenni 9; Müslim, Savm 57-60 (1103-1105); Tirmizi; Savm 62, (778).
3171 - Ebu Bekr İbnu Abdirrahman'ın anlattığına göre, babası, Mervan'a Hz. Aişe ve Ümmü
Seleme (radıyallahu anhümâ)'nin kendisine şunu haber verdiklerini söylemiştir: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, rüya sebebiyle olmaksızın cünüb olarak fecir
vaktine ulaştığı olurdu da, kalkıp yıkanır ve orucunu tutardı."
Buhari, Savm 22, 25; Müslim, Sıyâm 76, (1109); Muvatta, Sıyâm 12, (1, 291); Ebu Dâvud,
Savm 36, (2388, 2389); Tirmizi, Savm 63, (779); Nesâi, Tahâret 123, (1, 108).
3172 - Âmir. İbnu Rebi'a (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı, oruçlu iken misvaklandığını sayamayacağım kadar çok gördüm."
Buhari, Savm 27; Ebu Dâvud, Savm 26, (2364); Tirmizi, Savm 29, (725); (Buhari'nin rivayeti
muallaktır).
3173 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Oruçlu, günün başında ve sonunda
misvak kullanır.''
Buhari, Savm 25 (bab başlığında (tercüme) kaydetmiştir).
3174 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah. (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini
bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur."
Buhari, Savm 8, Edeb 51; Ebu Dâvud, Savm 25, (2326); Tirmizi, Savm 16, (707).
3175 - Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Biriniz yemeğe davet: edilince, oruçlu ise: "Ben oruçluyum" desin."
Müslim, Sıyâm 159, (1150); Ebu Davud, Savm 76, (2461); Tirmizi, Savm 64, (780; 781);
İbnu Mâce, Sıyâm 47, (1750).
3176 - Hz. Aişe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular
ki: "Kim bir kavme misafir olursa, onlar müsaade etmedikçe (nafile) oruç tutmasın."
Tirmizi Savm, 70, (789); Tirmizi, hadis için: "Münkerdir, Hişam İbnu Urve dışında sâ biri
tarafından rivayet edildiğini görmedik" der.
3177 - Ümmü Ammâre Bintu Ka'b (radıyallahu anhâ)'ın anlattığına göre: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yanına girmiştir. Ammare yemek ikram edince, Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Sen de ye!" demiş, kadın: "Ben oruç tutuyorum'' deyince Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Oruçlu kimse, başkasına ikramda bulunur ve yemeğinden başkaları yerse, onlar yedikleri
müddetçe melaike aleyhimüsselam oruçluya rahmet duasında bulunurlar."
Bir başka rivayette şöyle denmiştir: "Oruçlunun yanında oruçsuzlar yemek yiyecek olursa,
melekler oruçluya rahmet okurlar.''
Tirmizi, Savm 67, (784, 785, 786).
3178 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kadın, kocası varken izin almadan (nafile) oruç tutmasın."
Buhari, Nikâh 84; 86; Müslim, Zekât 84, (1026);. Ebu Davud, Savm 74, (2485); Tirmizi,
Savm 65, (782);
Ebu Dâvud'un rivayetinde, "Ramazan dışmda" ziyadesi vardır.
ORUCU AÇMANIN MÜBAH OLMA ŞARTLARI
3179 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) fetih
yılında Mekke'ye müteveccihen Ramazan ayında yola çıkmıştı. Kürâ'u'l-Gamim nam mevkiye
gelinceye kadar kendisi de, beraberindekiler de oruç tuttular. Sonra orada bir bardak su istedi
ve bardağı kaldırdı. Herkes bardağa baktı. Sonra sudan içti. Bundan sonra bazıları kendisine:
"Halkın bir kısmı oruç tuttu" diye haber verdi. Aleyhissalâtu vesselam:
"Onlar âsilerdir! Onlar âsilerdir!" buyurdular."
Müslim, Sıyâm 90, (1114); Tirmizi, Savm 18, (710); Nesâi, Savm 49, (4, 177).
3180 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz bir seferde Resulullah (aleyhissalatu
vesselâm) ile beraberdik. Aramızda bir kısmı oruç tutuyor, bir kısmı da tutmuyordu: Sıcak bir
günde bir yerde konakladık. Gölgelenenlerin çoğu elbisesi olanlardı. Bir kısmımız güneşe
karşı eliyle korunuyordu. Derken oruçlular yığılıp kaldılar, oruçsuzlar kalkıp çadırları
kurdular, hayvanları suladılar. Bunun üzerine, Resül-i Ekrem aleyhissalâtu vessalâm:
"Bugün sevabı oruçsuzlar kazandı!" buyurdular.''
Buhari, Cihâd 71; Müslim, Sıyâm 100; (1119); Nesâi, Savm 52, (4, 182).
3181 - Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı.
"Nesi var?" diye sordu.
"Oruçlu biri!'' dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Seferde oruç birr (Allah'ı memnun edecek dindarlık) değildir!" buyurdular.''
Bir rivayette: "Seferde oruç birr'den değildir" denmiştir."
Buhari, Savm 36, Müslim, Sıyam 92, (1115); Ebu Dâvud, Savm 43, (2407); Nesâi, Savm 48
(4, 176).
3182 - Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hamza İbnu Amr el Eslemi (radıyallahu anh),
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan yolculuk sırasında tutulan orucu sordu. Kendisi çok
oruç tutan birisi idi. Resulullah şöyle cevap verdiler:
"Dilersen tut, dilersen tutma."
Buhari, Savm 33; Müslim, Sıyâm 103, (1, 121); Muvatta, Siyâm 24, (1, 295); Tirmizi, Savm
19, (711); Ebu Dâvud, Savm 42, (2402); Nesâi, Savm 56, (4, 185).
3183 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraber (seferde) idik. Bir kısmımız oruçlu bir kısmımız oruçsuz idi. Ne oruçlu oruçsuzu
ayıplıyor, ne de oruçsuz, oruçluyu kınıyordu."
Buhari, Savm 37, Müslim, Sıyâm 98, (1118); Muvatta, 23, (1, 295); Ebu Dâvud, Savm 42,
(2405).
3184 - Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz çok şiddetli sıcak bir mevsimde,
Ramazan ayında Resulullah (aleyhissalâtu vesselam) ile birlikte sefere çıktık. Hararetin
şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oıuçlu olarak sadece Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile İbnu Ravâha vardı.''
Buhari, Savm 35; Müslim, Savm 108, (1122); Ebu Dâvud, Savm 44, (2409).
3185 - Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir sefer dönüşü Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a uğradım. Bana: "Ey Ebu Umeyye, sabah yemeğini bekle (beraber
yiyelim)" buyurdular. Ben: "Oruçluyum'' dedim:
"Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim (de dinle!" dedi ve devamla:) "Allah Teâla
Hazretleri yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırdı" buyurdu."
Nesâi, Savm 50, (4, 178).
3186 - Abudullah İbnu Ka'b İbni Mâlikoğullarından ismi Enes İbnu Mâlik olan bir adamdan
anlatıldığına göre, demiştir ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah
Teâla Hazretleri, yolcudan namazın yarısını kaldırdı, oruca da yeme hususunda ruhsat tanıdı.
Ayrıca çocuk emziren ve hamile kadınlara, çocukları hususunda endişe ettikleri takdirde,
orucu yeme ruhsatı tanıdı."
Ebu Dâvud, Savm 43, (2408); Tirmizi, Savm 21, (715); Nesâi, Savm 51, (4, 180-182), 62,
(4,190); İbnu Mace, Sıyam 12, (1668).
3187 - Muhammed İbnu Ka'b anlatıyor: "Ramazanda Enes İbnu Malik (radıyallahu anh)in
yanına geldim. Sefer hazırlığı yapıyordu. Devesi hazırlandı, yolculuk elbisesini giydi. Yemek
getirtip yedi. Ben kendisine:
"(Yola çıkarken orucu bozmak) sünnet midir?" diye sordum.
"Evet!" dedi ve bineğine atlayıp yola çıktı."
Tirmizi, Savm 76, (799, 800).
3188 - İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallahu anh) Ramazan ayında yolcu ise
ve Medine'ye günün başında gireceğini tahmin etmişse, oruçlu olarak şehre girerdi."
Muvatta, Sıyam 27, (1, 296).
3189 - Mansür el Kelbi anlatıyor: "Dıhye İbnu Halife (radıyallahu anh), Ramazan'da Dımeşk'e
bağlı köylerden (Mizze adındaki) birinden çıkıp Fustat'tan Akabe köyüne olan mesafe kadar
bir yol aldı. Bu mesafe üç millik bir uzakİıktı. Dıhye ve beraberindekilerden bir kısmı (o gün)
orucu yediler. Bir kısmı ise orucu yemeyi uygun görmediler. Dıhye, köyüne dönünce;
"Vallahi bugün, vuküa geleceği lıiç aklımdan geçmeyen bir hadise ile karşılaştım: Bir kısım
kimseler Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ve ashâbı'nın sünnetini beğenmediler" dedi.
Bunu, o gün orucu açmayanlar için söylemişti. Dıhye (radıyallahu anh) bu hayıflanmasını
şöyle noktaladı:
"Allahım beni yanına al!''
Ebu Dâvud, Savm 46, (2413).
3190 - Ubeyd İbnu Cübeyr rahimehullah anlatıyor: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ashabından olan Ebu Basra el-Gıfari (radıyallahu anh) ile Fustât'tan yola çıkan
bir gemide Ramazan'da beraberdik. (İskenderiye'ye gitmek istiyordu. Ebu Basra ve
beraberindekiler) gemiye çıkarıldı. (Daha evleri tamamen geçmemişti ki sofra emretti.) Sabah
yemeği getirildi. Bana da: "Yaklaş (beraber yiyelim!)" dedi. Ben:
"Evleri hâlâ görmüyor musun?" dedim. Bana:
"Yoksa sen Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetinden hoşlanmıyor musun?" dedi.
Bunun üzerine o yedi, ben de yedim."
Ebu Dâvud, Savm 45, (2412).
3191 - Seleme İbnu'l- Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Kim sefer sırasında Ramazan'a erer ve beraberinde kendisini karnını
doyuracak yere götürecek bir bineği varsa nerede olursa olsun orucunu tutsun."
Ebu Davud, Savm 44, (2410, 2411).
ORUCU YEMEYİ GEREKTİREN ŞEYLER
3192 - Nafi anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhüm diyor ki: "Ramazanı, hastalık ve sefer
sebebiyle yiyenler, onu peş peşe tutarlar."
Muvatta, Sıyâm 45, (1, 304)
3193 - İbnu Şihâb anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm) Ramazan
orucunun kazası hususunda ihtilaf ettiler. Biri: "Araları açılabilir'' dedi. Diğeri, "açılamaz!''
dedi. Ben hangisinin "açılabilir '' dediğini, hangisinin de "açılamaz!'' dediğini bilmiyorum.''
Muvatta; Savm 46, (1, 304).
3194 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Üzerimde Ramazan orucu bulunurdu da ben
onları ancak Şaban ayında kaza edebilirdim. Bu, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın mevkii
sebebiyle idi."
Buhari, Savm 40; Müslim, sıyam 151, (1146); Muvatta, Sıyam 54, (1, 308); Ebu Davud,
Savm 40, (2399); Tirmizi, Savm 66, (783); Nesai, Savm 64, (4, 191).
3195 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velisi ona bedel tutar."
Buhari, Savm 42; Müslim, Sıyam 153, (1174); Ebu Davud, Savm 41, (2400).
3196 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kadın Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Annem vefat etti, üzerinde de nezir orucu borcu var, kendisine bedel
oruç tutabilir miyim?" dedi. Resulullah:
"Annen üzerinde borç olsaydı da sen ödeyiverseydin, bu borç onun yerine ödenmiş olur
muydu?" diye sordu. Kadın:
"Evet!" deyince, Aleyhissalatu vesselam:
"Öyleyse annene bedel oruç tut!" buyurdu."
Buhari, Savm 42; Müslim, Savm 156, (1148); Ebu Davud, Eyman 25, (3307, 3308); Tirmizi,
Savm 22, (716).
3197 - İmam Malik'e ulaştığına göre İbnu Ömer radıyallahu anh, bir kimsenin diğer bir kimse
yerine oruç tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını münker
addederdi."
Muvatta, sıyam 43, (1, 303).
3198 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ben ve Hafsa oruçlu idik. Bize yiyecek hediye
edildi. Ondan yedik. Resulullah aleyhissalatu vesselam yanımıza girdi. Hafsa (cür'ette) babası
gibiydi, sözde benden evvel davranıp:
"Ey Allah'ın Resulü, biz, Aişe ve ben nafile oruca niyet etmiş, bu niyetle sabaha
kavuşmuştuk. Bize bir yemek hediye edildi. Biz de ondan yedik" dedi. Aleyhissalatu
vesselam:
"Bunun yerine bir başka gün kaza orucu tutun!" buyurdu."
Muvatta, Sıyam 50, (1, 306); Ebu Davud, Savm 73, (2457); Tirmizi, Savm 36, (735).
3199 - Esma Bintu Ebi Bekr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah zamanında bulutlu bir
günde orucumuzu açtık. Sonra güneş doğdu. Hişam'a: "Kaza emredildi mi?" diye soruldu.
"Kazasız olur mu?" diye cevap verdi."
Buhari, Savm 46; Ebu Dâvud, Savm 23, (2359).
3200 - Eslem rahimehullah anlatıyor: "Ömer bunu, yani kazayı yerine getirdi ve dedi ki: "Bu
iş basittir, içtihadda bulunduk.''
Muvatta, Sıyâm 44, (1, 303).
3201 - Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu
yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez."
Buhari, Savm 29; Tirmizi, Savm 27, (723); Ebu Davud, Savm 38, (2396).
KEFARET
3202 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir
adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, helak oldum" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Seni helak eden şey nedir?" diye sorunca:
"Oruçlu iken hanımıma temas ettim" dedi. Bunun üzerine Resulullah'la aralarında şu konuşma
geçti:
"Azad edecek bir köle bulabilir misin?"
"Hayır!"
"Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?"
"Hayır!"
"Altmış fakiri doyurabilir misin?"
"Hayır!"
"Öyleyse otur!" Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalatu vesselam'a içerisinde hurma
bulunan bir büyük sepet getirildi.
"Soru sahibi nerede?" diyerek adamı aradı. Adam:
"Benim! Buradayım!" deyince, Aleyhissalatu vesselam:
"Şu sepeti al, tasadduk et!" dedi. Adam:
"Benden fakirine mi? Allah'a yemin ediyorum, Medine'nin şu iki kayalığı arasında benden
fakiri yok!" cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah güldüler ve:
"Öyleyse bunu ehline yedir!" buyurdular."
Buhari, Savm 29, 31, Hibe 20, Nafahat 13, Edeb 68, 95, Kefaretu'l- Eymân 3, 4, Hudud 26;
Müslim, Sıyâm 81, (1111); Muvatta, Sıyâm 28, (1, 296, 297); Ebu Davud, Savm 37, (2390,
2391, 2392, 2393); Tirmizi, Savm 28, (724).
3203 - İmam Malik'e ulaştığına göre, Enes İbnu Malik (radıyallahu anh) yaşlanınca oruç
tutamaz oldu. O zaman orucu yedi ve oruca bedel fidye ödedi."
Muvatta, Sıyâm 51, (1, 307).
3204 - Yine İmam Mâlik'e ulaştığına göre; Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhhüma)'e
"Hamile kadın, karnındaki çocuk için endişeye düşecek olur ve oruç da kendisine ağır
gelmeye başlarsa ne yapmalı?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Orucu yer, her gün için bir fakire, Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın müddü ile bir müdd
buğday verir."
Muvatta, Sıyam 52, (1, 308).
3205 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün
yerine, bir fakire yiyecek versin."
Tirmizi, Savm 23, (718).
3206 - Kâsım İbnu Muhammed rahimehullah'dan anlatıldığına göre şöyle diyordu: "Üzerinde
Ramazan borcu olan kimse, kaza edecek güç ve kuvvette olduğu halde, müteakip Ramazan
gelinceye kadaı bunu tutmamış ise, her bir gün yerine bir fakire bir müdd buğday vermeli ve
orucu kaza etmelidir."
Muvatta, Sıyâm 53, ( 1, 308).
ORUCUN FAZİLETİ
6472 - Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Her iftar vaktinde Allah tarafından
(cehennemden) azad edilen kimseler bulunur. Bu, (Ramazanın) her gecesinde olur."
RAMAZAN AYININ FAZİLETİ
6473 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anhuma anlatıyor: "Ramazan ayı girmişti. Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Bu mübarek aya girmiş bulunuyorsunuz. Bu ayda bir
gece vardır ki bin aydan hayırlıdır. Bu gecenin hayır ve bereketinden mahrum kalan bir
kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış gibidir. Onun hayrı ise sadece (uhrevi saadetten)
mahrum kimseye haramdır."
YEVM-İ ŞEKK ORUCU
6474 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam,
Ramazan orucunu hilali görmezden bir gün önce başlatmayı yasakladı."
6475 - Hz. Muaviye İbnu Ebi Süfyan radıyallahu anhüma minber üstünde şunu anlatmıştır:
"Resulullah aleyhissalatu vesselam Ramazan ayından önce minberde buyurdular ki:
"Ramazan falan gün başlayacak. Biz daha önceden oruç tutarız. Dileyen önceden başlasın,
dileyen de (o güne kadar tutmayı) tehir etsin."
RAMAZAN AYI KAÇ GÜN?
6476 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam (bir
gün): "Ramazan ayında kaç gün geçti?" buyurdular. Biz: `Yirmiiki, geriye de sekiz gün
kaldı!" dedik. Resulullah bu cevabımız üzerine: "Ramazan ayı şu kadardır, Ramazan ayı şu
kadardır, Ramazan ayı şu kadardır!" diyerek (ellerinin parmaklarıyla) üç kere gösterdi ve
sonuncu sefer bir parmağını büktü (yani yirmidokuz isareti yaptı)."
6477 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın
sağlığında ramazan ayını yirmidokuz gün olarak tutmamız otuz tutmamızdan daha fazladır."
YOLCULUKTA ORUÇ TUTULUR MU?
6478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Yolculuk (sefer) sırasında oruç tutmak birr (denen makbul ve mahbub
amelden) değildir."
6479 - Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Seferde Ramazan orucu tutan hazerde oruç tutmayan gibidir."
RAMAZANDA BİR GÜN YEMENİN KEFARETİ
6480 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resulullah aleyhissalatu
vesselam'a gelerek: "Helak oldum!" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Seni helak eden şey
nedir?" diye sordu. Adam: "Ramazan içinde hanımıma temasta bulundum!" dedi. Resulullah:
"Öyleyse bir köle azad et!" buyurdu. Adam: "Kölem yok ki!" dedi. Aleyhissalatu vesselam:
"Üst üste iki ay oruç tut!" emretti. Adam: "Tahammül edemem" dedi. Resulullah: "öyleyse
altmış fakir doyur!" buyurdu. Adam: "(Bu kadar yiyeceği) bulamam!" dedi. Bunun üzerine
Aleyhissalatu vesselam adama: "Otur!" dedi. Adam oturdu. Adam bu şekilde beklerken arak
denen bir sepet hurrma getirildi. Aleyhissalatu vesselam: "Haydi bunu götür ve tasadduk et!"
buyurdular. Adam: "Ey Allah'ın Resulü! Seni Hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun
şu iki kayalık (Uhud ve Air dağları) arasında (yani Medine'de) yaşayan aileler içerisinde buna
bizden daha muhtacı yoktur!" dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: "Öyleyse haydi götür,
horantana yedir!" buyurdular."
Hadisin yine Ebu Hureyre'den yapılan bir başka rivayetinde şu ziyade mevcuttur: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam adama: "Ramazandan bozduğun gün yerine bir gün oruç tut!"
buyurur."
ORUÇLU KUSARSA
6481 - Fezale İbnu Ubeyd el-Ensari radıyallahu anh'ın anlattığına göre: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam, oruçlu olduğu bir günde yanlarına gelmiş, içmek üzere su istemiş ve
içmiştir. "Ey Allah'ın Resulü! Bugün siz oruçlu idiniz!" denince: "Evet öyleydim, lakin (az
önce) kustum (orucum bozuldu)" buyurmuştur."
ORUÇLU MİSVAK VE SÜRME KULLANIR MI?
6482 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Oruçlunun hayırlı hasletlerinden biri misvak kullanmasıdır."
6483 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam oruç iken
gözüne sürme çekti."
ORUÇLU HACAMAT OLUR MU?
6484 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Hacamat yapan da yaptıran da orucunu bozmuş olur."
ORUÇLUYKEN ÖPME
6485 - Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlılarından Meymune radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a oruçlu iken, oruçlu hanımını öpen adam
hakkında sorulmuştu: "İkisinin orucu da bozulur!" buyurdular."
ORUÇLUYKEN MÜBAŞERET
6486 - İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: "Yaşlı oruçlulara mübaşeret (öpme vs.)
hususunda ruhsat tanındı ise de gençlere mekruh kılındı."
ORUÇLUYKEN GIYBET
6487 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır.
Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir."
SAHUR
6488 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Gündüz orucuna sahur yemeği ile yardımcı olun, kaylüle (öğle uykusu) ile de
gece namazına yardımcı olun!"
İFTARDA ACELE
6489 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "İnsanlar iftarı ta'cil edip (geciktirmedikleri) müddetçe hayır üzere devam
ederler. Öyleyse iftarı tacil edin (ilk vaktinde orucunuzu açın). Çünkü yahudiler,
iftarlarını te'hir ederler."
ORUÇLU CÜNUB SABAHLARSA
6490 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh demiştir ki: "Hayır! Kâbenin Rabbine yemin olsun!
"Cünub olarak sabahlayan kimse orucunu bozsun!" sözünü ben söylemedim. Bunu söyleyen,
Muhammed aleyhissalatu vesselam'dır."
HZ. NUH'UN ORUCU
6491 - Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın: "Nuh aleyhisselam Ramazan ve Kurban bayramları hariç, yıl orucu tutmuştur"
dediğini işittim."
ŞEVVALDEN ALTI GÜN
6492 - Sevbân Mevla Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Ramazan bayramından sonra altı
gün oruç tutan, yıl orucu tutmuş gibi olur. Zira (ayet-i kerime'de) "Kim bir hayır amelde
bulunursa ona yaptığının on misli ecir verilir" (buyrulmuştur)" dediğini işitmiştir.
TEŞRİK GÜNLERİ ORUÇ TUTULMAZ
6493 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "(Hacc sırasında) Mina'da geçirilen günler yeme içme günleridir."
6494 - Bişr İbnu Suhaym radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam teşrik
günlerinde hutbe okudu ve dedi ki: "Cennete sadece müslüman kimse girecektir ve şurası da
muhakkak ki bu günler yeme içme günleridir."
CUMARTESİ ORUCU
6495 - Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Cumartesi günleri, farz oruçlar dışında oruç tutmayın. Sizden biri, o gün,
üzüm çöpünden veya bir ağaç kabuğundan başka (yiyecek) bir şey bulamasa bile, onları emip
oruç tutmasın."
AREFE GÜNÜ ORUCU
6496 - Katâde İbnu'n-Numan radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın:
"Arafe günü oruç tutan kimsenin önündeki bir yıl ile geçmişteki bir yıllık (küçük) günahları
mağfiret olunur" dediğini işittim."
AŞURA ORUCU
6497 - Muhammed İbnu Sayfi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Aşure günü bize sordu: "Bugün sizden bir şey yiyen var mı?" Biz de: "Yiyen de var yemeyen
de" dedik. Bunun üzerine: "Bu günün geri kalanını bir şey yiyen de, yemeyen de (oruçla)
tamamlasın. Arûz halkına da haber salın, onlar da günün geri kalan kısmını (oruçla)
tamamlasınlar" buyurdu." Ravi der ki: "Arûz ile, Medine civarındaki Arûz nam mevkiin
ahalisini kastetti."
PAZARTESİ-PERŞEMBE ORUCU
6498 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Siz Pazartesi ve
Perşembeleri oruç tutuyorsunuz (bunun hikmeti nedir?)" diye sorulmuştu. Şu açıklamada
bulundu: "Allah Teâla hazretleri pazartesi ve perşembe günleri birbirlerine küsenler hariç
bütün müslümanlara mağfiret buyurur ve (amelleri arzeden meleğe): "Küs olan bu iki kişi
barışıncaya kadar onları bırak!" emreder."
HARAM AYLARINDA ORUÇ
6499 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Receb
ayı orucunu yasaklamıştır."
6500 - Muhammed İbnu İbrahim anlatıyor: "Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anhüma Haram
aylarda oruç tutardı. Resulullah aleyhissalatu vesselam kendisine: "Şevval'de oruç tut!"
buyurdular. O da, bundan sonra haram aylarda orucu terketti ve vefat edinceye kadar Şevval
ayında oruç tuttu."
ORUÇ BEDENİN ZEKATIDIR
6501 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Herşeyin bir zekatı (temizlenme vasıtası) vardır, cesedin zekatı oruçtur."
Muhrız rivayetinde şu ziyadede bulundu: "Resulullah aleyhissalatu vesselam şunu ilave etti:
"Oruç, sabrın yarısıdır."
6502 - Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam Sa'd İbnu Muaz'ın yanında iftar açmıştı. Şöyle buyurdular: "Yanınızda oruçlular
iftar etti. Yemeklerinizden ebrâr olanlar yedi, size de melaikeler rahmet duasında bulundular."
ORUÇLUNUN YANINDA YENİRSE?
6503 - Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Bilal
radıyallahu anh'a: "Yemek ye, ey Bilal!" demişti. "Ben oruçluyum!" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Biz rızıklarımızı yiyoruz. Bilal'in rızkının fazlı
cennettedir. Ey Bilal yanında yemek yenen oruçlunun kemiklerinin tesbih ettiğini ve
meleklerin de onun için istiğfarda bulunduğunu hissettin mi?" buyurdular."
ORUÇLUNUN DUASI MAKBUL
6504 - Abdullah İbnu Amr İbni'l As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki, oruçlunun iftarını açtığı zaman reddedilmeyen
makbul bir duası vardır."
BAYRAM NAMAZINA BİRŞEYLER YİYEREK GİDİLiR
6505 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ashabına
fıtır sadakasından yedirmedikçe Ramazan bayramı günü bayram namazına çıkmazdı."
RAMAZANDA MÜSLÜMAN OLAN
6506 - Atiyye İbnu Süfyan radıyallahu anh anlatıyor: "Sakif kabilesinin müslüman olmasını
müzakere etmek üzere Resulullah aleyhissalatu vesselam'a gönderilen heyetimizin bize
anlattığına göre, heyet Ramazan ayında O'na varmıştır. Aleyhissalatu vesselam, onları,
mescidin içinde kurduğu çadırda ağırlamıştır. Heyet müslüman olunca ayın geri kalan
günlerinin orucunu tutmuşlardır."
KADIN KOCANIN İZNİYLE ORUÇ TUTAR
6507 - Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam kadınların
kocalarından izin almaksızın (nafile) oruç tutmalarını yasakladı."
MİSAFİR, NAFİLE ORUCUNU EV SAHİBİNİN İZNiYLE TUTAR
6508 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın: "Bir kimse
başkasının yanında misafir olunca, ev sahibinden izin almadan oruç tutmasın" dediğini rivayet
etmiştir."
ŞÜKÜRLE YİYEN ORUÇLU GİBİDİR
6509 - Sinan İbnu Senne el-Eslemi radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam buyurdular ki: "Şükreden oruçsuz kimseye, sabreden oruçlunun sevabının misli
verilir."
MU'TEKİF MESCİDE YERLEŞİR
6510 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma'nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu
vesselam itikafa girince, yatağı veya karyolası onun için, tevbe sütununun gerisine
konulurdu."
MU'TEKİF HASTA ZİYARET EDER, CENAZEYE KATILIR MI?
6511 - Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Mutekif (itikafta olan), cenazeye katılır, hastayı ziyaret eder."
İTİKAFIN SEVABI
6512 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam mütekif
hakkında: "O, günahları hapseder ve bütün hayırları işlemiş gibi ona hayırlar kazandırır"
buyurdular."
BAYRAM GECELERİNİ İHYA
6513 - Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Kim her iki bayramın da gecesini, Allah'tan sevap umarak ibadetle geçirirse kalplerin
öldüğü günde kalbi ölmez."
OYUN VE EĞLENCE BÖLÜMÜ
________________________________________
5295 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir
güvercinin peşine düşüp onunla eğlenen bir adam görmüştü: "Bir şeytan bir şeytaneyi takip
ediyor!" buyurdular."
Ebu Dâvud, Edeb 65, (4940); İbnu Mâce, Edeb 44, (3765).
5296 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
(dövüştürmek için) hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı."
Ebu Dâvud, Cihâd 56, (2562); Tirmizî, Cihâd 30, (1708, 1709).
5297 - Yine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef ittihaz etmeyin."
Müslim, Sayd 58, (1957); TirmizÎ, Sayd 1, (1475); Nesâî, Dahâya 41, (7, 238, 239).
5298 - Abdullah İbnu Cafer İbni Ebî Tâlib radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm, bir keçiyi hedef ittihaz ederek ok atmakta olan bir kalabalığa
rastlamıştı. Bu halden hiç hoşlanmadı ve: "Hayvanlara eziyet vermeyin!" buyurdu."
Nesâî, Dahâya 42, (7, 239).
5299 - Şerîd İbnu Süveyd radıyallahu anh anlatıyor: "Kim bir kuşu boş yere sırf eğlence olsun
diye öldürürse Kıyamet günü, o kuş, sesini yükselterek Allah'a şöyle seslenir:
"Ey Rabbim! Falan beni boş yere öldürdü, bir menfaat için öldürmedi."
Nesâî, Dahâya 42, (7, 239).
5300 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, hayvanlardan
herhangisi olursa olsun, "sabran" öldürülmesini yasakladı."
Müslim, Sayd 60, (1959).
5301 - Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur"
Müslim, Şi'r 10, (2260); Ebu Dâvud, Edeb 64, (4939).
5302 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın anlattığına göre, "(Mahallesinde oturan bir ailede tavla
bulunduğu haberi kendisine ulaşır. Bunun üzerine onlara:)
"Eğer tavlayı evinizden çıkarmazsanız ben sizi mahallemden çıkaracağım!" diye haber
gönderir. Böylece onların tavla bulundurmalarını hoş karşılamadığını ifade eder."
Muvatta, Rü'ya 6, (2, 958).
MÜBAH OYUNLAR
5303 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında
bebeklerle oynardım. Arkadaşlarım (da oynamak için) yanıma gelirlerdi. Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm (eve gelince, utanarak) saklanırlardı. Ama Aleyhissalâtu vesselâm
onları tekrar bana gönderirdi. Beraber oynamaya devam ederdik."
Buhârî, Edeb 81; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 81, (2440); Ebu Dâvud, Edeb 62, (4931, 4932).
5304 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Habeşliler, harbeleriyle, Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında oynarlarken Ömer İbnu'I-Hattab radıyallahu anh içeri girdi.
Hemen yere eğilip çakıl alarak onlara fırlattı. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ey Ömer! Bırak onları
(oynasınlar)! Zira onlar Benî Erfide'dirler" buyurdu."
Buhârî, Cihâd 79; Müslim, lydeyn 22, (893); Nesâî, lydeyn 35, (3,196).
5305 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Ben mescidde oynayan Habeşlileri seyrederken
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın beni ridası ile örttüğünü hatırlıyorum. Bu hal ben
seyretmekten usanıncaya kadar devam etti. Benim gibi, genç yaşında bir kızın eğlenceye ne
kadar düşkün olacağını varın siz takdir edin."
Buhârî, Salât 69, Iydeyn 2, 3, 25, Cihâd 81, Menâkıb 15, Fezâilu'l-Ashab 46, Nikâh 82, 114;
Müslim, lydeyn 18, (892); Nesâî, Iydeyn 35, (3, 195).
5306 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anh , Nesâî'de gelen bir başka rivayetinde şöyle demiştir:
"Bir bayram günü Sudanlılar, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına oynayarak geldiler.
Aleyhissalâtu vesselâm beni çağırdı. Resûlullah'ın omuzunun üstünden onları seyrediyordum.
Kendi arzumla ayrılıncaya kadar bakmaya devam ettim. (Resûlullah seyretmemi kesmedi)."
Nesâî, lydeyn 34, (3, 195).
5307 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Medine'ye
(hicretle) geldiği zaman, onun gelişinden sevinç izharı olarak, Habeşliler harbeleriyle
oynadılar."
Ebu Dâvud, Edeb 59, (4923).
ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM'IN HASTALANMASI ve ÖLMESİ
________________________________________
5365 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, kendisini
ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:
"Ey Aişe! Ben Hayber'de yediğim (zehirli) yemeğin elemini hep hissediyordum. İşte şimdi
kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi."
Buhârî, Megâzî 83.
5366 - Yine Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
hastalığı ağırlaşıp, ağrıları artınca, benim odamda tedavi edilmesi için diğer zevcelerinden
müsaade istedi. Onlar kendisine izin verdiler. İki kişinin arasında çıktı. Bunlardan biri amcası
Abbâs İbnu Abdilmuttalib idi, bir başkası daha vardı. Ayakları yerde sürünüyordu. Odama
girince ızdırabı daha da arttı.
"Ağızlarındaki bağları açılmamış yedi kırbadan üzerime su dökün, belki (iyileşir), insanlara
bir vasiyette bulunurum!" buyurdular. Hz. Hafsa'ya ait bir leğene oturttuk. Sonra bu
kırbalardan üzerine su dökmeye başladık. (Bir müddet sonra) "yeterince döktünüz" diye işaret
edinceye kadar dökmeye devam ettik. Sonra (iyileşerek) halka çıkıp namaz kıldırdı ve bir
hitabede bulundu."
5367 - Yine Sahiheyn'de Ubeydullah İbnu Abdillah'tan gelen bir rivayette Ubeydullah der ki:
"Hz. Aişe radıyallahu anhâ'nın yanına girdim. Ona: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın
hastalığından bana anlatmaz mısın?" dedim. Anlatmaya başladı: "Elbette! Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm ağırlaştı ve: "Halk namazını kıldı mı?" diye sordu. Biz: "Hayır! Ey
Allah'ın Resûlü, onlar sizi bekliyorlar!" dedik.
"Leğene benim için su koyun!" emrettiler. Hz. Aişe der ki: "Hemen dediğini yaptık, o da
yıkandı. Sonra kalkmaya çalıştı, fakat üzerine baygınlık çöktü. Sonra kendine geldi ve tekrar:
"Cemaat namaz kıldı mı?" diye sordu. "Hayır!" dedik, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın
Resülü!" Tekrar:
"Benim için leğene su koyun!" emretti. Hz. Aişe der ki:
"Dediğini yaptık, yıkandı. Sonra tekrar kalkmak istedi. Yine üzerine baygınlık çöktü. Sonra
ayılınca:
"İnsanlar namaz kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır! dedik, onlar sizi bekliyorlar, ey Allah'ın Resülü!" Aleyhissalâtu vesselâm: "Benim
için leğene su koyun!" dedi ve yıkandı. Sonra kalkmaya yeltendi, yine üzerine baygınlık
çöktü, sonra ayıldı.
"Halk namazı kıldı mı?" diye sordu.
"Hayır, onlar sizi bekliyorlar ey Allah'ın Resülü!" dedik. Hz. Aişe der ki:
"Halk mescide çekilmiş, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ı yatsı namazı için bekliyorlardı."
Hz. Aişe der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. Ebu Bekr'e adam göndererek halka
namaz kıldırmasını söyledi. Elçi gelerek ona:
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm halka namaz kıldırmanı emrediyor!" dedi. İnce duygulu
bir kimse olan Ebu Bekr radıyallahu anh:
"Ey Ömer halka namazı sen kıldır!" dedi. Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Hz. Ömer:
"Buna sen daha ziyade hak sahibisin (ehaksın)!" cevabında bulundu. Aişe der ki: "O günlerde
namazı Ebu Bekr radıyallahu anh kıldırdı. Bilahare Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm,
kendinde bir hafiflik hissetti. Biri Abbâs olmak üzere iki kişinin arasında, öğle namazı için
çıktı. O sırada namazı halka Ebu Bekr kıldırıyordu. Ebu Bekr, Resülullah'ın geldiğini
görünce, geri çekilmek istedi. Aleyhissalâtu vesselâm geri çekilme diye işaret buyurdu.
Kendisini getirenlere: "Beni yanına oturtun" dedi. Onlar da Hz. Ebu Bekr'in yanına oturttular.
Document Outline
Dostları ilə paylaş: |