24
Osmanlı’nın gerileme devrinde sorunları geçiştirmeye de yarayan bir üs-
tünlük kompleksine dönüşebilen kayıtsızlık, 19. yüzyılda artık sürdürülemez
hale gelir. Gerileme hızlanıp beka kaygısı baş gösterdikçe, okuryazarlar, seç-
kinler arasında bu defa dünya bilgisine karşı âcilci ve faydacı-araçsalcı bir il-
gi infilâkı olacak; üstünlük kompleksinden de bir aşağılık kompleksi doğa-
caktır. Osmanlı’nın son onyıllarının düşünce dünyası, bir merak infilâkıyla
beraber, bu telâş ve karmaşaya boğulmuştur.
KOPUŞ-DEVAMLILIK GERİLİMİNDE
“İCAPÇILIK”
Kemalizmin –üçüncü bölümde ele alacağımız– miladî söylemi, sadece bu
kaotik ortamdan değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün mirasından mut-
lak bir kopuşu, tertemiz bir ‘kurtuluş’ ve modernleşme başlangıcını işaretler.
Muhafazakâr ve İslâmcı tarih anlatısı, Osmanlı’nın sadece parlak geçmişinde
değil bu geç döneminde de define arar, Kemalizmin kopuş kurgusuna kar-
şı, devamlılığın izini sürer. Kemalizmin tepeden inmeci müdahalesiyle ke-
sintiye uğratılmasaydı, bu devamlılığın, toplum bünyesi açısından daha ‘do-
ğal’ ve modernleşme tecrübesi açısından daha ‘sağlıklı’ sonuçlar doğurmuş
olabileceğine inanır. Bu inanış, gelenekçi-devamcı tarih görüşünü de kopuş
trajiğine kilitler aslında...
Öncülüğünü Tarık Zafer Tunaya’ya (1916-1991) ve Mete Tunçay’a (doğ.
1936) atfedebileceğimiz eleştirel düşünce tarihçiliği, dikkatimizi kopuş-
la süreklilik arasındaki diyalektiğe çekiyor. Kopuş ve devamlılık etmenleri-
ni mutlaklaştırmadan, heroik ile trajik arasında savrulmadan, bu diyalektiği
gözetmek gerekir. Cumhuriyet dönemine devreden düşünce mirasının, kıs-
men zihniyet yapılarına
3
dönüşerek, hem bizzat kopuşa hem sonrasına dam-
gasını vuran devamlılıklarını böyle anlayabiliriz.
Modern siyaset düşüncesinin İslâmî dile tercümesi
Devamlılık-kopuş geriliminin siyasal düşünce açısından hayatî bir uğra-
ğı, Tanzimat’tan sonra ve Genç Osmanlılar döneminde kendini gösterir. Bir
yandan İslâmî dil ve referans sistemi içinden konuşulmakta, diğer yandan
bu dil, modern siyaset felsefesinin kavramlarıyla yeniden anlamlandırılmak-
travmatik etkisinin muazzam verimini Rusça edebiyattan, toplumu ve tarihi hızlandıran etkisi-
nin muazzam siyasî verimini de Bolşevik Devrimi’nden biliyoruz!
3 “Zihniyet yapısı” ile, ideolojilerden, fikirlerden daha dayanıklı, onlara da damgasını vuran, bu
arada önyargıları, takıntıları, kaygıları da temsil eden düşünme ve algılama formatını kastediyo-
rum. Dayanıklılığına mukabil, tarifi ve tahlili daha güç, daha muğlak bir kavram bu.
25
tadır. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) muhafazakâr terakkiperverlik-
le tanımladığı bu dönemde “skolastik mantık terbiyesinin” devamlılığının,
düşünceye bir iç tutarlılık getirdiğini söyler. (Osmanlı’da felsefe uzun sü-
re ‘uyuklarken’, mantık çalışmaları görece zinde kalmıştı zaten; felsefeden
esirgenen gayret, mantığa yıkılmıştı.) Osmanlı-Cumhuriyet geçişine kopuş
paradigması içinden bakarak Mustafa Kemal’in Osmanlı modernleşmesinin
‘yarımlıklarına’ içerleyen tavrını paylaşan Niyazi Berkes de (1908-1988), bu
evredeki iç tutarlılığın hakkını teslim eder. Namık Kemal’in neolojizmler-
den –yeni kelimeler türetmekten, uydurmaktan– kaçınmasını, yerleşik İs-
lâmî terminolojiyi dönüştürmeye çalışmasını değerli bulur. Giderek derinle-
şen semantik kargaşa, sistemli düşünmeye iyice ket vuracaktır Berkes’e göre.
Namık Kemal (1840-1888), Genç Osmanlı düşüncesinin temsilî hatta kült
şahsiyetidir. Vatan-millet-hürriyet başta olmak üzere ‘yeni’ mefhumları o
bayraklaştırdı, öze dönüşçülükle sıkı teyellenmiş bir yenilenme pathos’u ya-
rattı. O, şeriatı doğal hukukçu bir felsefeyle yorumlamaya yönelmişti. Batı’da
açılan hürriyet ve ‘iyi idare’ çığırını (“iyi padişahtansa fena kanuna itaat”),
İslâm’ın adalete dayalı siyasî meşruiyet anlayışından farklı görmüyordu. Za-
ten Şerif Mardin’in (doğ. 1927) öncü çalışmasıyla ihata ettiği Genç Osman-
lı fikriyatı, yetişmeye çalışılan Batı’dan her ne öğrenilecekse, İslâm’ın yozlaş-
tırılması yüzünden, İslâm’dan uzaklaşmak yüzünden kurumuş olan öz kay-
nağı canlandırarak da öğrenilebileceğini vaz’etmekteydi. Namık Kemal cum-
huriyet kavramını ‘aşırı’ bulsa da, yaptığı iş, cumhuriyetçi-demokratik kav-
ramlara İslâmî karşılıklar üretmekti; veya tersinden bakarsanız, İslâmî kav-
ramların cumhuriyetçi-demokratik yorumlarını geliştirmek. “Bir hükümet
halkın ne babasıdır, ne hocasıdır, ne vasisidir, ne lalası” demiyor muydu ni-
tekim? İslâmî danışma ilkesi meşveret = demokrasi haline geliyordu bu lû-
gatta, meşveret meclisi demek olan şûra parlamentoydu; fakihlerin mutaba-
katını belirten icmâ, demokratik rızaya dönüşüyordu. İslâm’da hükümdarın
meşru olabilmesi için halktan aldığı bağlılık sözü anlamındaki biat, demok-
ratik temsil/yetki devri oluyor, İslâmî hukuk çerçevesinde yorum getirmeyi
ifade eden içtihat, parlamenter yasamayla denkleştiriliyordu. İnsanoğlunun
Allah’ın rabliğini kabulünü anlatan ahd u misak, toplum sözleşmesi kavramı-
na ‘eş koşuluyordu’. İslâmî siyasal meşruiyet nomos’unu oluşturan Dâire-yi
Adalet döngüsü, modernleştiriliyordu: Tebanın bağlılığını kazanmanın, do-
layısıyla asker ve vergi toplamayı güvence altına almanın koşulu olarak dev-
reye giren ilim-fen, medeniyet ve terakki, refah ve saadet, boş gösterene
4
dö-
nüştürdükleri adalet ve şeriatın yeni muhtevaları haline geliyordu. Meşve-
4 Dilbilimden tüm sosyal teoriye sirayet eden bu kavram, sahiden boş veya ‘karşılıksız’ bir göste-
reni değil, kendi somutluğunun ve tikelliğinin ötesinde anlamlandırmalara, içeriklendirmelere
açık, farklı değer silsileleriyle bütünleştirilebilecek bir işaretlemeyi ifade eder.