1. GİRİŞ: Alfred Adler tarafından 1900’lerde geliştirilen, psikanailizden farklı olarak daha çok toplumsallık ve bütünlüğe önem veren psikolojik kuramıdır



Yüklə 45,21 Kb.
tarix11.07.2018
ölçüsü45,21 Kb.
#54941



1.GİRİŞ:

Alfred Adler tarafından 1900’lerde geliştirilen, psikanailizden farklı olarak daha çok toplumsallık ve bütünlüğe önem veren psikolojik kuramıdır. Adler, insan koşullarını iyimser bir bakış açısıyla ele alır, bireyler arası ilişkiye önem verir bütün davranışların sosyal bağlamda gerçekleştiğine vurgu yapar.



2.KURAMIN GELİŞİMİ VE TARİHÇE

Adlerian yaklaşımı kavrayabilmek için öncelikle Alfred Adler’in yaşamına değinmek uygun olacaktır.

Alfred Adler, 7 Şubat 1870’de Viyana’da dünyada geldi. 28 Mayıs 1937’de İskoçya’da konferans verirken öldü Ticaretle uğraşan bir ailenin ikinci oğlu idi. Adler çocukluğunda zayıftı. Raşitizm hastalığına tutulmasına rağmen canlı ve uysaldı. Daha küçük yaşında ’’ölümle savaşmak ’’için doktor olmaya karar vermişti. Ölüm zaman zaman onun üzerinde büyük etkiler yapmıştı (Yanbastı,1996 aktaran; Kenarlı,2010)

Bunun için lise öğreniminden sonra girdiği tıp fakültesinden mezun olduktan 3 yıl sonra 1895 yılında zamanın terzilerinin yaşadıkları ağır çalışma koşulları nedeniyle karşılaştıkları zararları tartıştığı ilk çalışmasını yayınladı. Sosyal şartların iyileştirilmesine karşı duyduğu ilgisini ilk kez bu çalışmasında ortaya çıkarmıştır. Adler sosyal-demokrat akımın içinde sosyal reformcu bir grubun üyesiydi ve bu değerlerini de kuramında açıkça ortaya koymuştur(K.Adler,1994 aktaran; Akkoyun,2013 )

19 ncu yüzyılın sonunda Adler, Freud ile tanıştı. Adler dehasına inandığı Freud’la bazı noktalarda anlaşamıyordu. Sinir hastalıklarının cinsellikten meydana geldiğini kabul etmiyordu. Bu yüzden Freud ile Adler arasında çatışmalar oldu.

1907 yılında Adler ‘‘Organik Yetersizlikler’’ adlı kitabını yayımladı. Gerek Freud, gerekse Freud’un görüşlerini paylaşanlar tarafından hiç de iyi karşılanmayan eser, Adler’in hazırladığı, ‘‘insanın bilimsel tanınması’’nın biyolojik ve fizyolojik temellerini oluşturuyordu. Adler klasik kalıplaşmış ‘‘hastalık’’ kavramını bir yana bıraktı. Hastalığın organik bir yetersizlikten ve dıştan gelen bir etkiden meydana geldiği görüşünü ortaya attı. Adler’e göre bir kısmın veya tamamının, gerektiği gibi gelişmeyen organ yetersizdir. Organik yetersizlikler ırsidirler. Organik yetersizlikler ruh dünyasında aşağılık duygusu oluştururlar. Bu duygu bireyi üstünlüğe doğru iter. Bireyi korunmaya, ödünleyici bir güvenliğe zorlar.


1908’de Salzburg’da yapılan psikanaliz kongresinde Adler ve Freud arasındaki prensip anlaşmaları açık bir şekil aldı. 1911 Nurenberg kongresinde Adler ‘‘ Freud’un ruh hayatının cinsel nazariyesinde tenkidi’’ adlı bir konuşma yaptı. Freud bu konuşmaya cevap vermedi. Adler de Viyana psikanaliz derneğinden tamamıyla çekildi (Yanbastı,1996 aktaran; Kenarlı,2010) .Bunun üzerine özgür Psikaanalitik Araştırma Topluluğunu kurdu. Bunun adını daha sonra Bireysel Psikoloji Topluluğu olarak değiştirdi.

3.TEMEL FELSEFESİ:

Adler, insan koşullarını iyimser bir bakış açısıyla ele alan bir gelişim kuramcısı olarak algılanmaktadır(Eckstein, Milliren, Rasmussen&Wilhite,2006aktaran; Akkoyun,2013 ) Adler, psikolojiye yeni bir görüş getirdi ve kişiyi tek olarak değil, bir bütünün parçası olarak kabul etti. Birey toplumun bir parçasıdır. Bireyin kişiliğinin oluşumunda, bulunduğu çevrenin rolü büyüktür. Böylece kişinin bedenen ve ruhen sağlıklı olabilmesi için çevre koşullarının bilimsel bir şekilde denetim altına alınması gerekir(Özdoğan,1976).

Adler’in kuramının temel yapı taşı, insanın bir bütün olduğu düşüncesidir. Adler’in çalışmalarına bireysel psikoloji adını vermesinin nedeni; her bireyin kendine ait amaçları ve bunları başarma çabaları ile tek, yegâne olduğuna inanmasıdır.  Bu amaç ve çabalar bireyi diğer kişilerden farklı kılan şeydir. Adler davranışın biyolojik belirleyicileri yerine, sosyal belirleyicileri ile davranışın  hedef yönelimli ve amaçlı olmasını vurgular.

Bireysel psikoloji, iç kuvvetler varsayımından, yani içgüdülerden, dürtülerden, bilinç dışılık vb.den kopmayı başaran ilk psikoloji ekolüdür ve bunları mantık dışı malzeme sayar. İnsan kişiliğinde bütünlük ve devamlılık bulunduğu varsayar. Bireysel psikoloji, her bireysel yaşama birlik ve bütünlüğü içeren bir nesne gibi yaklaşmaya çalışır.

Adler’e göre insanlar cinsel güçlerden ziyade, birincil olarak sosyal güçler tarafından güdülendirilirler. Birey, davranışını güdüleyen ve gelişimini etkileyen uzun ya da kısa vadeli hedefler yaratır. Adler’in yaklaşımı kişiliğin merkezi olarak Freud’un savunduğu bilinçdışı yerine kendini belirlemeyi ve bilinçliliği vurgular. Buna göre insan, kaderinin kurbanı değil, aksine her eylemi amaçlı ve anlamlı olan yaratıcı, aktif ve seçim yapabilen bir varlıktır.    Davranış yalnızca bütüncül olarak ve bireyin seçtiği yaşam biçiminin perspektifinden bakıldığında anlaşılabilir.

Adler için bir birey ‘in hayatta ulaşmak istediği hedefleri olması gerekir. Bu hedeflere ulaşmak isteyen kişinin yaşamı anlam kazanır. Adler'e göre yaşam süreci içinde 3 esas hedef vardır. Kişi bir aile kurabilmeli, eşi ve çocukları ile iyi bir yaşam sürdürebilmeli, bir mesleğe sahip olup, bu mesleği büyük problemler yaratmadan sürdürebilmeli, en son olarak ta kişi bir toplum içinde diğer fertlere uyabilmeli, onlarla birlikte yaşayabilmelidir.

Görülüyor ki bireysel psikolojide toplumun etkisi büyüktür. Kişi diğer insanlarla birlikte olmak zorundadır; görevi nedeniyle diğer insanlarla birlikte yaşamakta, küçük grup olarak ailesiyle, büyük grup olarak bulunduğu toplumla birliktedir. (Özdoğan,1976) Adler insanı yasam içinde birer aktör ya da aktris veya üreten bir varlık olarak görür. Adler’e göre insanın en önemli ayırıcı niteliği, bütünlüğünü ve özgünlüğünü koruma çabasıdır. Kişi ara sıra uygunsuz ve sapkın davranışlar gösterse de, davranışlarına belli bir tutarlılığı sürdürmek için çabalar. 

4.TEMEL KAVRAMLAR:

4.1. Yaşam Biçimi-Yaşam Stili:

Adler’e göre herkes 5 ya da 6 yaşına kadar yaşamı için bir plan geliştirir. Adler’in yaşam stili olarak adlandırdığı bu plan insanların dünyaya ilişkin algıları ve eylemleri de dâhil olmak üzere tüm yaşamlarına rehberlik etmektedir(Carlson ve ark. 2006 aktaran; Akkoyun 2013) Adler’e göre bir insanı tam olarak anlayabilmenin tek yolu onun yaşam stilinin amacını anlayabilmektir. Tüm davranışlar, yaşam stili hedefine ulaşmaya yönelik ve amaçlı olarak ortaya çıkar.

Adler Psikolojisi, yaşam biçimi kavramını kendine ağırlık merkezi olarak seçmiştir. Yaşam biçimi Adler’e göre asında bireyin kendi yarattığı bir şeydir ve onun yaratıcı gücünün ürünüdür. Adler bu yaratıcı gücü yalnızca seçilmiş birkaç tip değil tüm insanlara mal etmektedir. Hall ve Lindzey (1957, s.124) yaratıcı güç konusunda bu anlayışı, “Adler’in kişilik kuramcısı olarak en büyük başarısı şeklinde nitelendirmektedirler. Tüm ruhsal süreçler bireyin yaşam biçiminin etkisi altındadır. Yalnızca hareketlerinden ve duygularından değil onun bilişsel süreçlerinden de etkilenirler.(Adler, çeviri: Çorakçı; 2002)

İnsan ilk altı yılından sonraki yaşamında bu ilk yıllarda oluşturduğu yasam biçimine uygun şekilde davranışlarda bulunur. İnsan sonraki yasamın kendine özgü yasam biçimlerine anlatım bulabilmek amacıyla yeni yollar geliştirse de, genellikle bunlar ilk yıllarda oluşan temel birimin devamı niteliğindedir.

Kişilerin kendine özgü yasam biçimleri asla diğer bir kişiyle aynı değildir. Yeryüzünde insan sayısı kadar yasam stili vardır. Adler, çevrenin birey üzerindeki etkisi üzerinde de durur. İnsan doğduğundan beri sosyal bir varlıktır ve ailesinden, arkadaşlarından, çevreden etkilenir. Bu etkileniş onun yasam stilini meydana getirir (Kenarlı;2010)

4.2.Aşağılık Duygusu (Yetersizlik Duygusu):

İnsan düşünebilen, sorumluluk alabilen yapıcı bir varlık olarak tanımlanır. İnsanoğlu dünyaya eksiklik duygusuyla doğar. Eksiklik duygusu yaratıcılığı getirir. Çocuğun ilk altı yılı aşağılık duygusunun kompenzasyonu (dengelenme) için çok önemlidir (Adler, 1930 aktaran Kenarlı,2010)

İnsan doğuşunda güçsüz ve zayıftır. Kendisini büyüten yetişkinliklere karşı aşağılık duygusuna kapılır. Zamanı gelince bu duygusunu yenip bağımsızlığını kazanması gerekir.

Aşağılık duyguları yaşamın normal bir parçasıdır. Çünkü “insan olmak aşağılık duygusunu yaşayabilmek” anlamına gelmektedir. Bizler sürekli olarak kendimizi değerlendirirken aşağıda veya yukarıda ya da eksi veya artı olarak gidip gelmekteyiz. Bu duygular insanlığın sahip olduğu tüm gelişmelerin nedenidir. Örneğin, bilim ancak insanların kendi bilgisizliğini kabul ettiğinde ve geleceği öngörme ihtiyacını hissettiğinde ortaya çıkabilir. Bilim aslında insanoğlunun içinde bulunduğu durumu iyileştirme, dünya hakkında daha fazla bilgi sahibi olma ve dünyayı daha iyi kontrol edebilme çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekte de, insan kültürlerinin hepsinde aşağılık duygularının temelde yer aldığı görülmektedir (Adler,akt .Ansbacher& Ansbacher aktaran; Akkoyun,2013)

Bireysel psikoloji her bireyi özgün biçimde anlamaya dayandığı için kurallara ve formüllere uyma zorunluluğundan yeterince korunmaktadır. Çocukluktaki aşırı baskı deneyimlerinin aşağılık duygusunu arttırdığını ve zengin bir toplumsal ilginin gelişmesi fırsatını kösteklediğini ileri sürerken (iyi çalışmayan organdaki gibi biraz nazlanmaktan ve bağımlılıktan ama daha çok ihmalden), mevcut istatistiki bilgiler ancak bireysel olgunun ve etkenlerinin bulunduğu alanı aydınlatmak için kullanılabilir(Adler, çeviri: Çorakçı; 2002).

Aşağılık duygusu insanın gelişimi bağlamında normal bir durum olarak kabul edilirken patoloji, eksiklik duygularının karmaşaya (kompleks) dönüşerek, abartmalı ya da yapay bir biçimde ortaya çıkması sonucu oluşur (Topses; 2003) Aşağılık karmaşası; insanın bütün ruhsal yaşamını kaplar. Girişimlerine olanak vermez. İnsan kendisinin gereksiz ve yararsız olduğuna inanır(Köknel;1995)



4.3.Üstünlük Çabası:

Adler’e göre üstünlük duygusu insanların elde etmek istediği esas güçtür ve cinsel dürtüden daha kuvvetlidir. Bu duygu bireyin diğerlerinin yanında kendisini üstün veya aşağı olarak tanımlamasına yol açar. Temel aşağılık duygusu bireyin bebekliği sırasında gerçekten aciz ve yardıma muhtaçken oluşur ve yerleşir. Bireyin yaşamının geri kalan kısmı bu duygudan kurtulma çabası içinde geçer. Birey diğerlerinden baskın olmak, üstünlük geliştirmek için çabalar.(Cüceloğlu,2004)

Eksiklik duygusu, aşağılık duygusu ile mücadele etmek, yani üstünlük çabası insanın yaratılışında vardır. Bu duygular evrenseldir, herkeste vardır ve normaldir. Bu duygular bireyin ölümüne kadar sürer. Birçok insan böyle bir duygunun varlığını kabul etmek istemez. Çünkü eksiklik toplumsal ölçütlere göre arzu edilmeyen bir durumdur. Ne var ki, insan değerlendirme yaptığı durumlarda eksiklik duygularıyla yüzleşmek zorunda kalır. Benzer değerlendirmeler ve bunun sonucu yaşanan duygular çocuk için de söz konusudur.
Eksiklik can sıkıcı olduğu kadar olumlu bir acıdır. Boşalım arayan gerilim durumuna benzer. Eksiklik duygusu; insanın kendisi yetersiz bir varlık olarak algılaması ya da düşünmesi ve buna eşlik eden gerginlik ya da tedirginlik gibi olumsuz duygulardan oluşur. Eksiklik bazen yüz yüze gelindiği durumlarda fark edilir. Davranışları güdüleyen bir güç olarak bireyin eyleme geçmesini sağlar.

Adler tarafından kullanılan ‘‘üstünlüğün’’ diğerlerine karşı kazanılan üstünlük anlamına gelmediğini de unutmamak gerekir. Daha çok, algılanan düşük konumdan, algılanan daha yüksek bir konuma, yani hissedilen eksiden, hissedilen artıya ilerlemek anlamında kullanılmıştır(Corey,2008 aktaran; Kenarlı, 2010) Üstünlük amacının belirlenmesinde rol oynayan önemli etkenlerden biri; toplumsallık duygusunun boyutlarıdır. İnsanların toplumda belli bir saygınlık düzeyine ulaşma isteği bu boyutlardan biridir (Adler, 2002 aktaran; Dursun,2008)



4.4.Toplumsal İlgi-Yüreklilik-Sağduyu:

Bireysel psikolojinin en önemli katkısı insan yaşamında sosyalliğin olduğunu vurgulamasıdır (Carlson ve ark. 2006). Adler için insan olmanın ölçüsü o kişinin toplumu ne derece umursadığı ile sınırlıdır (Aktaran; Akkoyun, 2013).

Adler’in tanımladığı toplumsal ilgi, doğuştan getirilen potansiyel bilinçle gelişir. Bu duyguya sahip olmak diğer insanlara yardım etmek ve onlarla bütünleşmek tüm insanların eşitliğini onaylamak ve kişisel sorunların çözümünün diğer insanlarla ortak mutluluğa bağlı olduğunu bilmeyi ve hissetmeyi gerektirir.(Amerikan Ruh Sağlığı Komisyonu)

Adler toplumsal ilgiyi normallik veya sağlıklı insan kavramının bir ölçütü olarak ele almıştır. Toplumsal ilgi ruh sağlığının barometresi, saldırgan dürtülerin düzenleyicisidir(Ansbacher,1991). Adler’e göre toplumsal ilgisi yeterince gelişmiş birey yaşam sorunlarının üstesinden gelmeye yönelik uğraşlar verir. Böyle bir insan insanlığa katkıda bulunma, dünyayı yaşanabilir bir ortam haline getirme ve kendini gerçekleştirme uğraşı içindedir. Adler, bu eğilimi toplumsal ilginin bir yansıması olarak “yüreklilik” diye tanımlar. Yine Adler kişinin kendisinin ve diğer insanların ortak özelliklerine ve amaçlarına uygun düşen düşünce ve değer yargıları geliştirebilmiş olmasını ise sağduyu olarak tanımlar. Sağduyu ile gerçekleştirilen çözümler daima toplumun çıkarlarını da içerir. Diğer yandan eğer, bireyin uğraşları yalnızca kendisinin daha fazla şan ve şeref kazanmasına yönelikse, Adler, bu bireyleri yeterince toplumsal ilgisi gelişmemiş sağduyudan yoksun, toplumsal açıdan yararsız ve gelecekte ruhsal sorunların kaynağı olarak görür. Adler’e göre bu bireyler yaşam görevlerinin herhangi biri veya daha fazlasının çözümünde tereddüt yaşarlar ve bu durum onları psikolojik bozukluk belirtisine götürür (Lindzey, 1973;Jelle, 1981; Mosak, 1984 Aktaran Soyer,2004)

Adler toplumsal ilgiyi özdeşi ve empati duygusuyla eşit sayar. Adler’e göre toplumsal ilgi en basit biçimi ile başkalarının gözleri ile görmek başkalarının kulakları ile işitmek başkalarının kalbi ile hissetmek anlamındadır.

4.5.Aile Ve Kültürün Rolü:

Adler çevrenin birey üzerindeki etkilerini tartışırken özellikle aile üzerinde durmuştur. Freud gibi yaşamın ilk beş yılının ve bu süredeki aile içi ilişkilerinin kişilik özelliklerini belirlenmesinde büyük önem taşıdığına inanmıştır. Adler kişilik oluşumunda ebeveynin ve özellikle annenin tutumlarını ve kardeşler arasındaki ilişkilerin niteliğine önem vermiştir. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde şımartılmış ve sevilmeyen çocuk kavramları üzerinde durmuştur. Şımartılmış Çocuk

Şımartılmış çocuk yaşamının ilk günlerinde her türlü ihtiyacının karşılanacağı beklentisini gerçekleştirir ve isteklerinin buyruk niteliği taşıdığına inanır. Adler suç işleyen insanların çoğunun çocukluklarında şımartılmış kişiler olduğuna dikkat çeker. Toplumdan hep bir şeyler beklerler. Ana babalarından gördükleri hayranlık sonucu kendilerini büyük görürler, temelde bağımlı oldukları halde bir veliaht gibi çevrelerine buyurma eylemindedirler.

Şımartılmış çocuk denildiği zaman, sevilen, okşanan çocuktan değil, büyüklerinin her zaman üzerine düştüğü, onun hesabına sorumluluk yüklendiği, çocuğun kendi başına yapabileceği şeyleri üstlenip onun yerine yapan ana-babanın çocuklarından söz edilmektedir. Böyle durumlarda çocuk bir asalak gibi gelişmektedir.



Sevilmeyen Çocuk

Çevresinde düşmanca tavırlı kişiler görmeye alıştığı için yetişkin yaşa ulaştığında insanların kendisine daima karşı olacaklarını inanır ve haklarını savaşarak almayı yeğler. Geçimsizliği ve düşmanca davranışları kendi çıkarlarını yitirmesine ve amaçlarına ulaşamamasına neden olur.

Doğum Sırası

Adler ailedeki diğer çocukların varlığına ve bunun çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerine dikkati çeken ilk kuramcıdır. Çocuğun dünyaya geliş sırası beraberindeki bazı sorunları getirir.



En büyük çocuk: Bağımlı olmaya, çok fazla çalışmaya ve hep önde olmak için çaba göstermeye eğilimlidir. Sahneye bir kardeş çıktığında, kendini ilgi odağının dışında bulur. Artık tek veya örnek değildir. Yeni gelenin, adeta davetsiz misafir olarak, alışık olduğu sevgiyi elinden aldığına inanmaya hazırdır (Corey,2008 aktaran; Kenarlı 2010)
İkinci çocuk: Yarıştaymış gibi davranır, ilk çocuktan baskın çıkmak için kendini eğitir, büyük kardeşinin başarısız olduğu konularda başarılı olmak için çalışır, ilk çocuğun tam tersi özelliklere sahiptir.

Ortanca çocuk: Kendini arada ezilmiş gibi hisseder, sorunlu çocuk olabilir aynı zamanda bazı ailelerde arabulucu rolünü de üstlenebilirler. Ayrıca dördüncü bir çocuk varsa ikinci çocuk kendini ortanca gibi hisseder ve üçüncü çocuk daha sosyal olabilir, ilk çocukla aynı ilgiyi görebilir.

En küçük çocuk: Her zaman ailenin bebeğidir, hiç büyümez. Aile de onu gözünde büyütmez. Ailenin ilgisini diğerleri ile paylaşmak zorunda değildir. Ailenin hep oyuncak bebeğidir ve devamlı şımartılabilir. Çevre onunla hep sevimli küçük çocuk olarak ilgilenir. Bu durum küçük çocuğun benmerkezci tutumlar geliştirmesine sebep olabilir. Büyüdüğü zaman da hep çevresinin kendisine ilgi göstermesi gerektiğini düşünür.

Tek çocuk: Kendine ait sorunları vardır, paylaşmada sıkıntıları vardır, bağımlıdırlar, ilgi odağı olmak isteler.

Sağlıklı koşullarda ana baba çocuğa sevgi verir, gelişim yeteneğini ve kendine güvenini kazanabilmesi için onu destekler. Çocuğa ne çok az ne de çok fazla yardım eder. Böyle bir ana babanın sağladığı disiplin ve eğitimin etkileri olumludur. Çocuğun aşırı davranışları anlayışla karşılanır ve yumuşak bir yaklaşımla düzenlenir. Böyle bir ortamda çocuk yürekli ve topluma yönelik insan olarak yetişir, yaşamını yapıcı çabalar üzerinde kurmayı öğrenir.



4.6.Erkeksi Protesto:

Adler doğuştan var olan eksiklik duyguları yönünden erkek ile kadın arasında fark olmadığı görüşünü savunur, ancak tüm ataerkil toplumlarda olduğu gibi batı dünyası da erkeğe ve erkek rolüne öncelik tanır. Kadın ve kadının yaptığı işler üstü kapalı bir şekilde küçümsenir. Kız çocuğunun kendisini ve hem cinslerini küçümsemesi aşırı oranda oluşmuşsa ileriki yaşamında kadınlığından vazgeçme yolunu seçebilir ve toplumun yeğlediği erkeksi davranışları benimseyebilir. Böyle yapmakla kendisini daha çok kabul ettireceğini sanır(örgüt içinde birey ve kişilik dosyası).

Cinsiyet, çocukların gelişiminde önemli olan bir etkendir. Adler’in toplumdaki erkek yanlılığını sıklıkla tartışması ve kınaması, Onu ilk feministlerden biri gibi göstermektedir (Nelson 1991). Adler hemen hemen her yerde kadının yaşamdaki rolünün önemsenmediğini ve kadına ikinci sınıf gibi davranıldığını ve bu sosyal davranışında kötü sonuçlar doğurduğunu belirtmiştir(Adler,1982 aktaran; Akkoyun,2013)

Adler hemen hemen her yerde kadının yaşamdaki rolünün önemsenmediğini ve kadına ikinci sınıf olarak davranıldığını bu sosyal davranışın da kötü sonuçlar doğurduğunu belirtmiştir. Adler, bir genç kızın gelişimi sırasında yaşadığı zorlukları göz önüne almalıyız. Kadınlara da erkeklerin sahip oldukları haklar verilmediği sürece şu andaki kültürel gerçek ve birlikte yaşama şeklimiz bakımından, yaşamda tam bir uzlaşma sağlanamayacaktır demektedir (Adler, 1982 aktaran Akkoyun, 2013).



4.7 Gerçekliğin Subjektif Olarak Algılanması:

Adler dünyayı diğer bir deyişle ortadaki gerçeği danışanın dünyasından görmeye çalışır (empati). Adler’in davranışları inceleme yönteminde, algıları, düşünceleri, amaçları ve diğer öznel tepkileri üzerinde kişiyi konuşmaya yöneltme biçimi bulunmaktadır. İnsanı yanıltan gerçekler değil, onları algılamadaki yanlışlardır (Adler,1985 aktaran; Kenarlı,2010)

‘‘Sübjektif gerçek’’ bireyin algılarını, düşüncelerini, duygularını, inançlarını, yargılarını ve sonuçları kapsamaktadır. Davranış, bu sübjektif bakış açısının üstünlük sağlayan yönüyle anlaşılmalıdır (Corey,2008 aktaran; Kenarlı,2010) Bireyin yaşama dair kendi inancı, yaşamın gerçekte nasıl olduğundan daha önemlidir. Adler bireylerin geçmiş yaşantılarının etkisi nedeniyle, algılarının da önyargılı olduğunu ileri sürmüştür.

4.8 Organ Eksikliği:

İnsanlar fizyolojik donanım olarak farklılık gösterirler. Adler bu farklılıkları, zekâ gerilikleri dışında, fazla önemli bulmamaktadır. Adler’e göre her insan kendisi için gerekli her şeyi yapabilir, farklılıklara karşın önemli olan, bireyin kendi donanımıyla neler yapabildiğidir.

Hayatta organ eksikliğinden doğan yetersizlik duygusunu yenme çabası gördüğümüz olaylar pek çoktur. Bazı bireyler sorunu ortadan kaldırmaya, bazıları ondan kaçınmaya çalışırlar. Sorundan kaçınmakla, bazıları rahatlar ve kendini daha güvende hisseder. Diğerleri sorunlarıyla boğuşur, güreşir - örneğin solaklarda olduğu gibi - ve kendilerini dış etkenlere karşı daha cesaretli hale getirirler. Sonuç büyük ölçüde bireyin dışarıya doğru dönen yaratıcı gücüne bağlıdır. Yaratıcı gücün dışarıya dönmesinin tek kuralı vardır: Amaç daima başarıdır. Bireyin kendi gözünde başarının ne olduğu ise, onun kendi durumunu yorumlayışına bağlıdır(Adler, çeviri: Çorakçı,2002).

5. ADLERYAN TERAPİ TEKNİKLERİ

            Adleryan danışma, teröpatik sürecin dört safhasına karşılık gelen dört merkezi amaç etrafında yapılandırılır. Bu safhalar doğrusal değildir ve sırası değişebilir. Bunlar;

1-    Uygun teröpatik ilişkinin kurulması.

2-    Danışanda etkin olan psikolojik dinamiklerin araştırılması (analiz ve teşhis)

3-    Benlik anlayışının gelişmesini tetkik etme ( iç görüş )

4-    Danışana yeni seçimler yapmasında yardımcı olma (yeniden yönlendirme ve yeniden eğitim )



5.1.İlişki Kurulması: Adleryan terapist danışanlarla işbirliği içinde çalışarak yaşamları için sorumluluk duygularını yükseltir. Bu ilişki derin ilgi, alaka ve arkadaşlık duygusuna dayanır. Teröpatik gelişme ancak danışmanın amaçları açık bir şekilde belirlendiğinde terapist ve danışanın amaçları aynı hizada olduğunda mümkündür.

İşlerliği olan bir teröpatik ilişkiyi sağlamak için terapist danışanın devamlı surette pasiflikleri ve zayıf noktaları üzerinde değil de güçlü noktaları ve yapabilecekleri şeyler üzerinde yoğunlaşmasını sağlamalıdır. Bundan dolayı Adleryan terapist olumlu boyutlar üzerinde yoğunlaşır ve teşvik desteğinim kullanır.

Adleryan terapistler tekniklerden daha fazla danışanın öznel yaşantılarına önem verirler. Her danışanın ihtiyacına göre tekniklerini uyarlarlar.

Danışmanın bu ilk safhası boyunca ana teknikleri dikkat etme, dinleme, amaçların açığa çıkarılması belirlenmesi ve empatidir.



5.2.Bireysel Dinamiklerin Araştırılması: İkinci aşamada amaç danışanların yaşam biçimlerinin anlaşılması ve bu yaşam biçiminin şu anki yaşamını nasıl etkilediğini görmektir. Terapist öncelikle danışanın yaşamının değişik alanlarında nasıl fonksiyon gösterdiğini tespit etmeye başlar.

Terapist aşk, iş, arkadaşlık ve toplum alanlarında nasıl fonksiyon gösterdiğini araştırır. Danışanlardan bu alanlar hakkında konuşması ve neyi değiştirmek ya da geliştirmek istediğini ortaya koyması beklenir. Bu teşhisin bir parçası olarak danışanlardan sosyal ilişkilerdeki başarı düzeyini derecelendirmesi istenebilir. Örneğin: diğer insanlarla ilişkiye girdiğinde haz duyuyor musunuz ? ‘ gibi.



5.2.1.Ailenin Yapısı: Adleryan terapi ağırlıklı olarak danışanın aile yapısının araştırılmasına dayanır. Bu araştırma bireyin çocukken yaşam stilini ve temel varsayımlarının şekillendiği dönemde ailede hüküm süren şartların değerlendirilmesini kapsar.

Adleryan terapide kişinin yaşamında etkili olduğu kabul edilen faktörleri araştıran bir yaşam stili-tespit ölçeği geliştirmişlerdir. Ölçek çocuğun ailedeki psikolojik durumunu, doğum sırasını, kardeşler ve ana baba arasındaki etkileşimleri kapsar. Sorulardan bazıları şunlardır:

-Gözde çocuk kimdi?

-Çocuklarla babanızın ilişkisi nasıldı? vb. gibi

Burada amaç danışanın benlik algısını ve gelişimi sırasında etkilendiği yaşantıların portresini çıkartmaktır.

5.2.2. Çocukluk dönemindeki hatıralar: Adleryan terapide kullanılan diğer bir tespit süreci de danışanlardan çocukluk dönemindeki hatıraları anlatmalarını istemeleridir. Bu tür spesifik hatıralar, inanç ve temel hataları gün yüzeyine çıkarır. Adleryan terapistler bireyin yaşam stilinin anlaşılmasında önemli bir ipucu olduğu için bu çocukluk hatıralarına değer verirler. İnsanların sadece şu anki kendilerini görüş açılarıyla, uyumlu olayları hatırladıklarını savunurlar.

 5.2.3.Rüyalar: Danışanın şu anki ilgi ve zihin durumunun yansımalarıdır. Danışanlar rüyalarını irdeleyerek kendi iç dinamiklerini tanımasını ve gözlemlemesini öğrenebilirler. Çocukluk rüyalarına önem verilir. Rüyalarda sabit bir sembolizm yoktur. Rüya göreni tanımaksızın rüyalar anlaşılamaz. 

 5.2.4. Öncelikler: Adleryan terapistler danışanların önceliklerini tespit edilmesinin onların yaşam stilinin anlaşılması için önemli bir yol olduğuna inanırlar. İsrailli psikolog Nera Kefir (1981) Dört öncelik belirlemiştir. Bunlar:

            5.2.4.1.Üstün Kişilikler: Liderlik ya da başarı yoluyla öne çıkmayı amaçlar. Yaşamda anlamsızlıktan kaçınmaya çalışır fakat aşırı iş ve yorgunluktan şikâyetçidir.

            5.2.4.2. Kontrollü Kişilikler: Gülünç duruma düşmemek için garanti ararlar. Alay konusu olmamak için durumun tam kontrolleri altında olmasını isterler. Sosyal ilişkilerinde başarısızlıktan hoşlanmazlar.

            5.2.4.3. Çekingen Kişilikler: Bu kişilikler rahatlığı arzu ederler problemlerle başa çıkmayı ve karar vermeyi erteleme eğilimindedirler. Acı ve stres doğuran her şeyden kaçarlar. Günlük rutin işler de bile stres yapıcı görüldüğünden dolayı kaçınırlar.

            5.2.4.4 Sevimli Kişilikler: Devamlı kabul arayarak reddedilmekten kaçınırlar.

            Terapist danışanın önceliğini belirlemek için tipik bir gününü ayrıntılı olarak anlatmasını isterler (Neler yaptığını, nasıl hissettiğini ve neler düşündüğünü)



Bir araya Getirme ve Özetleme:

            Danışanın aile yapısı, çocukluk hatıraları, rüyaları ve öncelikleri ile ilgili bilgiler toplandığında bunları her biri için bir özetleme yapılır. Sonunda yaşam stili tespit ölçeğine dayanılarak bu özetlemeler birleştirilir ve yorumlanır. Özet danışanın yanında okunur ve danışanla bazı noktalar üzerinde tartışılır.

            Özet ayrıca bireyin temel hatalarının bir analizini de içerir.

Cesaret Verme Süreci:

            Yaşam stilinin tamamlanmasından sonra danışanlara hatalı algılamalarının farkında olmaları için zorluklara karşı meydan okumak için ve güçlü yanlarının farkında olmaları için cesaret verilir. Cesaret verme Adleryan terapinin en ayırıcı tekniğidir. Bundan dolayı teşhis ve yorumlamanın tamamı göze alındığında sadece hatalı ve zayıf tarafları değil danışanın olumlu özelliklerinin de olması oldukça önemlidir. Cesaret verme süreci danışmanın her safhası için esastır. Adleryan terapisyenler cesaretsizliğin kişileri fonksiyondan alıkoyan temel durum olduğuna inanırlar: Cesaret verme danışma sürecine bağlı olarak değişik şekillerde olabilir.



5.3.İçgörüyü Teşvik Etme: Adleryan terapi destekleyici olmasına rağmen ayrıca yüzleştiricidir. Terapistler danışanların hatalı amaçlarına ve kendilerini körelten davranışlarına karşı iç görü geliştirmeye davet ederler. Davranışın gizli amaç ve gayelerine karşı iç görü sadece cesaret verme ve meydan okuma yoluyla ortaya çıkmaz.

Ayrıca terapist tarafından  zamanlaması iyi ayarlanmış yorumlamalar yoluyla da ortaya çıkabilir. Adleryan terapistlere göre iç görü davranış değişikliği için güçlü bir parça olmasına rağmen bir ön şart olarak görülmez. Yorumlama iç görü kazanma sürecinin kolaylaştıran bir tekniktir.



5.4.Tekrar Yönlendirmeyle Yardım Etme: Teröpatik sürecin en son safhası tekrar yönlendirme ve yeniden eğitim ya da pratiğe iç görüyü yerleştirmektir. Bu safhada danışanların yeni ve daha fonksiyonel seçenekleri görmesine yardım etme vardır. Danışmanın yeniden yönlendirme safhası boyunca danışanlar kararlar alırlar ve amaçlarını şekillendirirler. Danışanlardan olmak istedikleri kişiler imiş gibi hareket etmeleri teşvik edilir.

Taahhüt bu safhanın önemli bir parçasıdır. Danışanlar eğer değişmek istiyorlarsa kendileri için görevler belirlemeye ve problemleri ile ilgili bazı spesifik çözümler bulmaya istekli olmalıdırlar. Bu şekilde danışanlar yeni iç görülerini somut fiillere çevirmiş olurlar. Adleryan terapisyenler tarafından yeniden yönlendirme safhası boyunca ortaya koyulan ana tekniklerden bazıları şunlardır.

            5.4.1. Yakınlık: Danışma anında meydana gelenlerle ilgilenmeyi kapsar. Bu teknik danışma süresince oluşan şeylerin günlük yaşamda olanların bir örneği olabileceğini görmelerine yardımcı olabilir.

            5.4.2.Çelişkisel Niyet: Adler çelişkisel stratejiyi bir davranış değiştirme yolu olarak ortaya atmıştır. Bu teknik “ semptomu telkin etme “ ve “ antitelkin “ olarakta adlandırılır. Bu teknikte danışanlardan  kendilerini zayıflatan düşünceleri ve davranışlara dikkat etmeleri ve abartmaları istenir. Bu teknik görünüşte danışmanın özüne aykırı ve bazen anlamsız teröpatik   müdahaleleri bile kapsamaktadır.

Bu tekniğin özü danışanın direncine karşı çıkmaktansa ona katılmaktır. Yine bu teknik empatinin cesaret vermenin ve esprinin özelliklerini içermektedir. Ayrıca sosyal ilginin yükselmesine de yol açar. Adler bu tekniğin uykusuzluk ve gerginliğin tedavisinde kullanmıştır. Depresif bireylerin tedavisinde eğer intihar olasılığı varsa bu tekniğin kullanılmasında dikkatli olunmalıdır. İntihar etme riski bulunan danışanlar için hasta

hane tedavisi önerilir.

            Bu teknik bazen işlerini devamlı olarak erteleyen bireyler için kullanılır. Bu tekniğin mantığı danışanların belirli durumlarda nasıl davrandığını ve davranışlarının sonuçlarından nasıl sorumlu olduklarını farkında olmalarını yardımcı olmaktır. Danışanın direnciyle birlikte giderek terapist, davranışı daha az çekici hale getirir. 

           5.4.3 ‘İmiş Gibi’ hareket etmek :  Terapist danışanın olmak istediği şey gibi hareket edebileceği ya da hayal edebileceği rol-oyunun ortamını kurabilir. Danışanlar “ keşke şöyle olabilseydim “ dediklerinde en azından bir hafta hayallerinde o rolü yaşamaları teşvik edilir.



  5.4.4. Danışanın çorbasına tükürme : Terapist bazı davranışların amaç ve sonucunu belirledikten sonra, o davranışların danışanın gözünün önünde etkinliğini indirgeyerek oyunu bozar.

               5.4.5 Kendini yakalama: Kendini yakalama sürecinde danışan kendisini yıkıma uğratan davranışlarının ya da irrasyonel düşüncelerinin farkına varır. Fakat kendini suçlu çıkarmaya çalışmaz. Başlangıçta danışanlar kendilerini çok geç yakalayabilirler. Danışanlar eski davranış kalıplarında dolaştırıldıktan sonra ileride deneyimle olaylar olmadan önce tahmin etmeyi öğrenecekler ve böylelikle davranışlarının değiştireceklerdir.

            5.4.6. Düğmeye dokunma: Bu teknik danışanlara hoş olan ve olmayan deneyimlerin ayrı ayrı portresini çıkarmayı ve bu deneyimlere eşlik eden duygulara dikkat etmelerini içerir. Bu tekniğin amacı danışanlara düşüncelerini kullanarak her ne duygusu yaratmak istiyorlarsa yaratabileceklerini öğretmektir. Bu tekniği kullanacak Adleryan terapist danışana düşüncesinin bir sonucu olarak depresyon seçtiğini anlamasına yardımcı olabilir. Terapist hayal etme sürecini kullanabilir. 

            5.4.7. Görev verme ve yerine getirme: Danışanlar problemlerini çözmek için aşama kaydederken belirli görevler almalı ve bunları yerine getirmeye çalışmalıdır. Planlar kısa bir zaman dilimi için düzenlenmelidir. Bu yolla danışanlar spesifik görevlerin tamamlanmasında başarılı olabilir ve sonuç olarak güvenle yeni planlar geliştirebilirler.

Bu tür görevler gerçekçi ve ulaşılabilir olmalıdır. Eğer planlar iyi işlemezse tartışılabilir ve gelecek seansta yenilenebilir. Eğer danışanlar görevleri yerine getirmede başarılı olurlarsa danışanlar daha kapsamlı amaçları yerine getirmeye uğraşabilirler.

           5.4.8. Seansı sona erdirme ve özetleme: Seanslar için sınırların çizilmesi, gelecekteki araştırma için danışanın istekliliğini söndürmeksizin seansı kapatma ve seansın hatırlanacak kısımlarını özetleme terapistler için önemli becerilerdir. Seans sona ererken yeni bir konuya girmemek gerekir. Bunun yerine terapist danışanı öğrendikleri şeyleri tekrara etmesine yardımcı olabilir. Bu aşamada davranışa yönelik danışanın bir hafta boyunca yürütebileceği ev ödevlerini tartışmanın zamanıdır (http://www.egitimpusulasi.net).



6.ÖZET

Adler sosyal koşulların gücünü fark eden temel danışma kuramcılarının ilkidir. Bununla birlikte bireysel psikoloji kuramı çok yalın ve sağduyuya dayalı olması yüzünden eleştirilmektedir. Bireysel psikoloji kuramının temel varsayımlarının çoğunu test etmek zordur ve sistemle ilgili elde edilen araştırma verileri de genelde metadolojik olarak tartışılmalıdır(Akkoyun,2013).

Adler kişiyi tek olarak değil, bir bütünün parçası kabul ederek, psikolojiye yeni bir görüş getirmiştir. Bireyin davranışlarının belirli amaçlar doğrultusunda toplumda şekillendiğine vurgu yaparak bugün sosyal hizmet alanında da kullandığımız birçok kuram, yaklaşım ve modele ışık tutmuştur.

KAYNAKÇA

1)Adler, A(2002).Psikolojik Aktivite(Çorakçı, Çev.)İstanbul: Say Yayınları

2)Adleryan Terapi-Bireysel Psikoterapi

http://psikolojidunyasi.biz/psikoterapiler/psikodinamik-terapi-psikanaliz/about-2-2/

3)Eğitim Pusulası

http://www.egitimpusulasi.net

4) Cüceloğlu D.(2004).İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi

5) Dursun, A."Üç Keloğlan Masalının Psikolojik Açıdan Çözümlenmesi”, 38. ICANAS Edebiyat Bilimi Sorunları ve Çözümleri Uluslararası Sempozyum Bildirileri- (Yay. Haz. Zeki Dilek vd.), C. II, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, s. 611-618. – 2008

6) Kenarlı Ö.(2010). ‘Alfred Adler Bireysel Psikoloji ’İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bilimleri Eğitimi Ana Bilim Dalı Araştırma Raporu. Malatya.

7) Köknel,Ö (1995)Kaygıdan Mutluluğa Kişilik.İstanbul:Altın Kitaplar Basımevi

8)Murdock, N (2013).Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları (F. Akkoyun, Çev) Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık

9)Örgüt İçinde Birey ve Kişilik http://mabasar.com/OP.2.notlar.pdf

10)Özdoğan B. ‘Birey Toplum ve Ruh Sağlığı’ Cilt: 9 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Egifak_0000000449 Yayın Tarihi: 1976 
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/496/5877.pdf

11)Soyer M (2004) Toplumsal İlgi Ölçeğinin Uyarlanması: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışmaları Cilt: III Sayı : 21 Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi.



12)Topses, G. (2003), Gelisim ve Öğrenme Psikolojisi, Ankara: Nobel Yayıncılık.


Yüklə 45,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə