A'dan Z'ye Felsefe


SPINOZA, BENEDICT DE (1632-1677)



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə70/77
tarix20.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83020
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   77
A\'dan Z\'ye Felsefe - Alexander Moseley ( PDFDrive )

SPINOZA, BENEDICT DE (1632-1677)
Amsterdamlı Bencdict (doğduğunda Baruch) de Spinoza,
Des-cartcs’ın çalışmalarının felsefi yan ürünlerinden biridir,
ama Descartes’ı takdir etmekle birlikte Spinoza aynı zamanda
kendini Kartezyen felsefeden ayırma çabasını da göstermiştir.
Spinoza özgün ve ilgi alanı geniş bir düşünürdü. Yahudilik
ortamında ve o eğitimle yetişti, sonra onu terk ederek gevşek
biçimde laik Hıristiyanlık denebilecek bir inancı tercih etti,
genel olarak da Tanrı ve din konusunda ortodoksiye sığmayan
bir bakış ileri sürdü. Mercek üretiyor ve gayet tutumlu
yaşıyordu. Çalışmalarının bü-' yük bölümü, kendisi veremden
öldükten sonra yayınlanacaktı.
Descartes’ın metodolojisinin etkisi Spinoza’nın Etik başlıklı
çalışmasında hemen görülür. Etik> bir dizi aksiyomdan
hareketle geliştirilen argümanların Oklidci bir tarzda
sergilenmesi biçiminde tasarlanmıştır. Geometri aydınlar
arasında epeyce popülerdi. Hobbes, Öklid’i okurken birden
zihninde önemli bir aydınlanma olmuştu. Tümdengelime
dayanan matematik yöntemler yalnızca doğal evreni
açıklamakla kalmıyor (dönem Koper-nik ve Galile
dönemiydi), insan doğasını, etiği, politikayı da açıklayacak
biçimde genişletilebilir gibi görünüyordu. Aslında, felsefede
matematik tutkusu Pitagoras ile Platon’a, bir de evrenin


düşünen zihinlerimiz için bilinebilir olduğuna inanan
rasyonalist filozoflara kadar geri götürülebilir.
Doğaya ne güzellik ne çarpıklık, ne düzen ne kargaşa
atfediyorum. Ancak bizim muhayyilelerimizle ilişkisi
içindedir ki şeylere güzel veya çirkin, iyi düzenlenmiş ya da
karmakarışık denilebilir. (Spinoza, Mektuplar, Mektup XV)
Spinoza Etik’i Tanrı, zihin, beden, duygular, insanın köleliği
ve özgürlüğü üzerine bir dizi argümanla açar. Tekil önermeler
bir dizi tanımdan ve aksiyomdan türetilir. Amaç bİ2İ neyin
mutlu ettiğini araştırmaktır. Spinoza için bu, tutkularımızı ve
duygularımızı aklın kontrolüne tabi kıldığımızda gerçekleşir.
Tümdengelim yöntemi gayet sıkı bir biçimde ilerler, ama
tanımlar dengesiz veya eleştiriye açık ise, argümanlar da
yalpalayacaktır. Spinoza (kendi zihniyle başlayan)
Descartes’tan ve (şeylerin bıraktığı izlenimlerle başlayan)
Akinolu’dan farklı olarak Tanrı ile bitirmez, Tanrı ile başlar.
Ama ardından Tanrı’nın onun felsefesinde oynadığı rol çok
farklı içermelere sahip olur. Spinoza monisttir: Her şey hem
mantıksal hem de nedensel olarak Tann’ya atfedilebilir. “Yani
kendi içinde olan ve kendi aracılığıyla kavranan.” O tek töz
ebedi ve sonsuzdur. Sonsuz olmak zorundadır, çünkü eğer töz
sonlu olsaydı, başka bir töz onun üzerinde eyleyebilirdi, ama
nihai olarak her şeyin temelinde yatan tek bir şey vardır ve o
şey Tanrı’dır, yani mutlak anlamda sonsuz olan bir varlık.
Tartışma burada başlar. Çünkü Spinoza’nın Tanrı tanımı
geleneksel olsa da, Descartes ve ondan öncekiler
sonsuzluğun Tanrı’nın aynı zamanda bölünemez olduğu
anlamına geldiğini anlayamamışlardır. Tanrı, kaplamı olan bir
şeydir. Sonlu olan her şeyin içine uzanır. Bu, panteistlerin


dünyaya bakışma benzer. Nitekim bazıları Spinoza’nın
panteist olduğunu söylemiştir. Evrene uzanmakla Tanrı
aslında Doğa olmaktadır. Görüyoruz ki Tanrı’nın iki özelliği
vardır. Bunlar töz bakımından aynı kalmaktadır (Tanrı) ama
biz onları beden ve zihin olarak tanımlamaktayız. Beden ve
zihin birbirine karşıt değildir; farklı dille Tanrı’nın evrene
uzanmasının iki ayrı özelliğini veya tarzını betimler.
Tanrı’nın Doğa olması çok radikal bir şey gibi
görünmeyebilir. Doğayı Tin ile ilişkilendiren bir tür New Age
tınısı taşımaktadır (veya Spinoza’nın aşina olduğu bir Yahudi
mistik geleneği olan Kabala tınısı). Ama geleneksel olarak
âlimler ve teologlar açısından Tanrı’nın evrenin dışında var
olduğu düşünülürdü. Unutmayalım ki, evreni yaratan da
O’ydu. Spinoza için, doğada karşı karşıya geldiğimiz dünya
birleşiktir. Bu demektir ki, her şey belirlenmiştir ve iradenin
özgürlüğüne hiç yer yoktur.
Descartes’a karşıt olarak Spinoza zihnin beden olduğunu ileri
sürer: Zihnin beden üzerinde nasıl eylediği veya tersi
bakımından hiçbir sorun ortaya çıkmaz. Suyu algılayınca
beden onun fizikselliğinden etkilenir ve bu yüzden zihin
üzerinde bir etki yaratır (bugün biz sudan yansıyan güneş
ışınlarının gözlerimizin konisini ve retinasını etkilediğini ve
sinirler aracılığıyla beyne bir sinyal gönderildiğini söylerdik).
Buna karşılık, zihin de beden üzerindeki izlenimi ve algılanan
şeyin izlenimini depo eder: Bu yüzden duyusal algılama kendi
başına dünya hakkında bilgi almak için yetersiz bir araçtır;
işin içine zihnin sokulması gerekir. Aksi takdirde, duyuların
bıraktığı izlenimlerin rasgele olması ihtimali yüksektir, yani
bilgi edinmek için çok yeterli olamaz. Çünkü bunlarda akla


dayanan bir düzenin eksikliği söz konusudur. Bir kez
ortaklıklar zihin tarafından kavrandığında yeterli fikirler
geliştirilebilir. Bunlardan da bir tanımlar ve önermeler sistemi
çıkarsanabilir. Bu tür fikirler temelinde bunların
özüyle Tanrının özü arasında bir ilişki sezebiliriz, ama bunun
nasıl olacağını Spinoza açıklamaz.
Spinoza’mn siyaset teorisi çağdaşı Hobbes’unkini hatırlatır:
İnsanların çoğu kör tutkularının etkisinde olduğundan
düzenin korunması için güçlü bir devlet gerekir; öyleyse
adalet ancak devlet yönetiminde var olabilir. Devlet güçlü
olmalıdır ama düşünce özgürlüğüne müdahale etmemelidir.
Spinoza ruhbanı, insanları korku ve boş inanç yoluyla
manipüle etmekle suçluyordu. Ruhun ölümsüzlüğünü, özgür
iradeyi, dolayısıyla ahlaki sorumluluğu reddediyordu. Aynı
zamanda Kitab-ı Mukkades’i bir metin olarak incelemeye
başlamıştı. Sinagog, Spinoza’yı aforoz etti. Ruhbanın
statükoyu koruyan tavrına karşı düşünce ve felsefe
özgürlüğünü savunan Teolojik-Politik Risale çalışması
yayınlanınca Hollanda kendini büyük bir tartışma içinde
buldu.
Ancak, tutkuları ve duygulan reddettiğimiz sürece, Spinoza
insanlara bir ölçüde hayatlarını kontrol altına alma
olanağını göstermiş olmaktadır. Duygularımız üzerinde
aklımız aracılığıyla kurduğumuz kontrol ne kadar büyük
olursa, o kadar daha öz-gürüzdür; eğer tutkularımıza teslim
olursak aslında köleleşmişiz demektir. Çünkü tutkuların ve
onların etkilerinin gelişmesine tutsağızdır. Kontrol uygun
fikirlerin öğrenilmesinden kaynaklanır. Özellikle tutkuların
etkili biçimde kontrol edilmesini kavrayabilmek, insana daha


iyi kontrol olanağı tanıyacaktır. “Özgür insan” kendini
tutkuların iktidarından özgürleştirmiş olup kendi hayatını
kontrol edebilen insandır. Burada Stoacılıktan bir yankı
duymak mümkündür. Ama bu, doğal yaşamayı ve
ahlaki gelenekleri terk etmeyi idealize eden Alman
romantiklerini ve idealistlerini heyecanlandıracaktır. Bu moda
1960’lı yıllarda yeniden su yüzüne çıkacaktır.

Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə