Amr b. MÜRre 4 Bibliyografya 4



Yüklə 1,66 Mb.
səhifə27/40
tarix15.10.2018
ölçüsü1,66 Mb.
#74166
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   40

ANAYASA


Bir devletin kuruluş ve işleyiş esaslarını, organlarını, bunların görev ve yetkilerini, fertlerin sahip oldukları hak ve hürriyetleri belirleyen ana kanun ve prensipler.

I) İSLÂM TARİHİNDE ANAYASA

II) İSLAM ANAYASA ESASLARI

III) LİTERATÜR

IV) ÇAĞDAŞ İSLAM ÜLKELERİ ANAYASALARI

Türkçe'de aynı anlamda kânün-ı esâ­sı, teşkîlât-ı esâsiyye kanunu veya esas teşkilât kanunu terimleri de kullanılmış­tır. Arapça'da bu anlamda Farsça kö­kenli düstur, Farsça'da ise kanûn-ı esâsî terimleri kullanılmaktadır.


I) İSLÂM TARİHİNDE ANAYASA
A) Medine Anayasası.
İslâm tarihinde devletin kuruluş esaslarını, organlarını ve temel prensiplerini ortaya koyan yazılı bir anayasanın ilk örneğine Hz. Peygam­ber döneminde rastlanmaktadır. Hic­retten sonra müslümanların yanı sıra Medine toplumunu oluşturan yahudileri ve diğer grupları bir şehir devleti halin­de teşkilâtlanmaya ikna eden Hz. Peygamber bu teşkilâtın esaslarını yazılı bir metin (sahife) halinde ortaya koymuştur. Medine şehir devletini oluşturan toplu­lukları, bunların birbirleriyle ve yabancı­larla olan münasebetlerini, bu topluluk­ların idarî ve adli yapılarını, fertlerin sa­hip oldukları din ve vicdan hürriyetini belirli esaslara bağlayan bu metin, şekil açısından bugünkü anayasalardan hayli farklı da olsa maddî açıdan bir anayasa mahiyetindedir. Bundan dolayı da özel­likle Batı kaynaklarında “Medine anaya­sası” olarak adlandırılmaktadır. Bugüne kadar tesbit edilebilen tarihteki ilk yazılı anayasa olması bakımından da ayrı bir önemi vardır. 488 Bu anayasanın tam metni klasik kay­naklardan başlıca İbn İshak, İbn Hişâm 489 Ebû Ubeyd 490 İbn Seyyidünnâs 491 ve İbn Kesîr'in 492 eserlerinde yer almaktadır. Arapça tenkitli neşri Muhammed Hamîduliah tarafından yapılmıştır. 493 Batılılar'ın da dikkatini çeken ve Wellhausen tarafından kırk yedi madde ha­linde numaralanan Medine anayasası birçok Batı diline tercüme edilmiştir. Türkçe'ye ilk defa L. Caetani'ye ait İs­lâm Tarihi içinde 494 çevrilmiş, daha sonra M. Hamîdullah'ın iki ayrı ese­rinde İslâmın Hukuk İlmine Yardımları, 495 ve Salih Tuğ'un İslâm Ülkelerinde Anaya­sa Hareketlen adlı eserinde 496 Türkçe tam metinleri verilmiştir.

Medine anayasasının sıhhatinde te­reddüt yoktur.



497Serjeant, 498 Fakat ne zaman kaleme alındığı ve tek bir metinden mi ibaret bulunduğu noktasında farklı görüşler vardır. Muhtemelen müslümanlarla ilgili bölüm 499 hicretten hemen sonra kaleme alınmış, yahudilerle ilgili bölüm ise 500 Bedir Harbi'nden sonra ilâve edilmiştir. 501 Yahudilerle ilgili bölümün bir de­fada değil ihtiyaç duyuldukça parça par­ça düzenlenmiş olması, ihtiyaç kalmayan hükümlerin metinden çıkarılmış bu­lunması da muhtemeldir. 502 Serjeant, ana­yasanın muhtelif zamanlarda kaleme alınmış sekiz ayrı belgenin bir araya gelmesiyle oluştuğunu ileri sürmektedir. 503 Metnin tamamının hicretten hemen sonra kaleme alındığı da ileri sürülmüştür. 504 Anayasanın getirmiş olduğu siyasî-hukukî yapıyı anlamak için metnin hangi şartlar altında hazırlanmış olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Hicretten önce Medine'de başlıca iki Arap kabilesi 505 ile bazı yahudi kabileleri 506 bulunmaktaydı. Evs ve Hazrec'in birbirleriyle sürekli bir çatışma içinde bulundukları, yahudilerden bir kısmının Evs'i, diğerlerinin de Hazrec'i tuttukları bilinmektedir. İslâm'ın yayılması için uygun bir zemin oluşturan bu şartlar aynı za­manda iç huzuru sağlayacak her türlü düzenlemeyi kabule elverişli bir ortam da meydana getirmişti. Öte yandan hic­retle birlikte Medine toplumunda önem­li bir yer tutan müslümanlar, hem ken­di aralarında tam bir dayanışma içinde olmak hem de Kureyş'ten gelebilecek muhtemel saldırılara karşı Medine'nin müslüman olmayan sakinlerinin destek­lerini sağlamak ihtiyacını hissediyorlar­dı. Bu şartları değerlendiren Hz. Pey­gamber muhtemelen önce muhacirler ile Evs ve Hazrec kabilesi mensuplarını bir araya getirmiş, sonra da yahudilerle anlaşmış ve böylece bir taraftan Medi­ne'nin iç huzurunu sağlayacak, diğer ta­raftan da dış düşmana karşı birlikte olmayı temin edebilecek siyasî bir yapı­lanmaya gitmiştir. Bunun içindir ki ana­yasa maddelerinin önemli bir kısmı iç düzeni ve dış düşmana karşı topluca da­yanışmayı sağlamaya yöneliktir. Müslü­man nüfusun bu dönemde 1500 kadar olduğu ve Medine halkının yaklaşık yedi­de birini oluşturduğu bilinmektedir. Bu kadar küçük bir topluluğun lideri olarak Hz. Peygamber'in kendisini ve anayasa metnini diğer gruplara kabul ettirmiş olması, iç şartların Medine sakinlerini böyle bir antlaşmayı kabule zorlaması ve müslümanların dinamik bir toplum oluşturmasıyla açıklanabilir.

Anayasanın Medine şehir devletini bir konfederasyon halinde düzenlediği söy­lenebilir. Medine toplumunu oluşturan müslümanlar. Evs veHazrec kabileleri­nin müslüman olmayan mensupları ve yahudiler bu konfederasyonu meydana getiren federasyonlar görünümündedir. Medineliler'in daha önce bir şehir dev­leti halinde bile siyasî bir birlik kurama­mış olmaları. Hz. Peygamber'in bunları. dahilî muhtariyetlerini koruyarak siya­sî bir birlik halinde teşkilâtlandırmasını kolaylaştırmıştır. Esasen Medine'deki si­yasî yapının temellerinin hicret öncesin­de atılmaya başlandığı söylenebilir. Aka­be biatları sırasında Medine'deki müslümanları küçük çapta teşkilâtlandıran Hz. Peygamber, belirli sayıdaki kimsele­rin başına bir reis (nakib). bunların başı­na da bir umumi reis 507 tayin etmiş, ilerideki siyasî-idarî teşki­lâtlanmanın çekirdeğini oluşturmuştu.

Anayasada önce şehir devletini mey­dana getiren gruplar (federasyonlar) sa­yılmakta ve bunların siyasî bir bütün (ümmet) oluşturdukları belirtilmektedir. 508 Daha sonraki maddelerde ge­rek şehir devletinin gerekse onu meydana getiren din-siyasî grupların fonk­siyonları ve devletin bazı temel esasla­rı ortaya konulmaktadır. Devlet başka­nı Hz. Peygamber'dir. Bu durum birinci maddeden anlaşıldığı gibi. Resûlullah'ın son yargı mercii 509 ve ordu ku­mandanı 510 olarak kabul edilme­sinden de ortaya çıkmaktadır. Peygam­ber'in bu anayasadaki mevkiinin zayıf olduğu, Medine devletinin veya İslâm toplumunun başkanı olarak değil âdeta sadece muhacirlerin reisi olarak takdim edildiği ileri sürülmüştür. 511 Anayasada Hz. Peygamber'in statüsü üzerinde ayrıntılı şekilde durulmamış olduğu bir gerçektir. Bu durum anlaşmanın yapıldığı dönemin şartlarıyla yakından ilgili olmalıdır. Şöyle ki, Medine şehir devle­tini oluşturan gruplar o günkü şartlar içinde merkezî otoriteye daha ziyade dış ilişkilerde ve özellikle bir savaş sırasın­da muhtaç bulunuyorlardı. Hz. Peygam­ber de anayasada bir ordu kumandanı olarak yer almıştır. Ayrıca böyle bir si­yasî birlikte merkezî otorite, federas­yonlar ve farklı federasyonlarda bulu­nan fertler arasındaki ihtilâfları çözme­de üst yargı mercii olmak durumunda­dır. Yine Hz. Peygamber anayasaya gö­re en üst yargı merciidir. Merkezî otori­tenin bunlann dışında kalan görev ve yetkileri konusunda ayrıntıya girmeye o günün şartları içinde ihtiyaç duyulma­mıştır. Şunun da belirtilmesi gerekir ki Watt'ın iddiasının aksine, Medine devle­tinde Hz. Peygamber’in hukuken ve fi­ilen güçlü bir durumda olduğu, anlaş­manın satır aralarından da anlaşılmak­tadır. Anayasanın yahudilerle ilgili bölü­münde Peygamber “Allah'ın resulü Muhammed” olarak nitelendirilmektedir. 512 Yahudilerin böyle bir ifade­ye razı olabilmeleri için Resûlullah'ın Me­dine toplumunda güçlü bir mevkiye sa­hip olması gerekirdi. Bu ifadenin met­ne sonradan ilâve edildiği ileri sürüle­mez. Zira müslümanlar hadislerin riva­yetinde metne sadakate büyük önem vermişlerdir. Nitekim Mekkeli müşrikle­rin isteği üzerine Hudeybiye sözleşme­sine Hz. Peygamber'in adı “Allah'ın re­sulü Muhammed” şeklinde değil, sade­ce “Abdullah oğlu Muhammed” şeklin­de yazılmış ve sözleşmenin metni tarihî kaynaklarda aslına sadık olarak bu şe­kilde rivayet edilmiştir. 513 Müslü­manların aynı sadakati Medine anayasasının rivayetinde göstermemeleri için bir sebep yoktur. Gerçi Hz. Peygamber'in Medine'deki mevkiinin zamanla daha da güçlü hale geldiği tarihî bir vakıadır. Ne var ki böyle bir anlaşmayı Medi­ne'nin sadece yedide birinin peygamber olarak kabul ettiği bir kimsenin gerçek­leştirmiş olması bile onun mevkiinin baş­langıçta da yeterince güçlü olduğunu göstermektedir.

Anayasaya göre, devleti meydana ge­tiren müslümanlar, yahudiler ve diğer gruplar bir dış tehlike karşısında birbir­leriyle iş birliği ve yardımlaşma halinde olacaklardır. 514 Medine şehir devletinin müslüman olmayan üyeleri, müslümanların hasmı olan Kureyşliler'le anlaşma yapamaz ve onları himaye edemezler. 515 Her gru­bun iç işlerinde bağımsız olduğu anla­şılmaktadır. Diyet, kurtuluş fidyesi, sa­vaş masrafları gibi hukukî, malî ve as­kerî meseleleri her biri kendi bünyesin­de halletmek zorundadır. 516 Aynı şekilde her toplum yargı göre­vini bağımsız olarak yürütecek, farklı cemaatlere mensup kişilerin anlaşmaz­lıklarında son yargı mercii Hz. Peygam­ber olacaktır. 517 Öte yandan her türlü tecavüzü önlemeyi ve tecavüz­de bulunana karşı çıkmayı bütün fert­ler taahhüt etmektedir. 518 Ya­hudi ve müslüman toplumlarının sahip oldukları din ve vicdan hürriyeti açıkça belirtilmiştir 519 Anayasada devletin yürütme ve yargı fonksiyonlarına ait hükümler getirildiği halde yasamaya ait herhangi bir hüküm mevcut değildir. Çünkü İslâm hukukunda yasama fonk­siyonu yalnız Allah'a ve resulüne aittir.

Medine şehir devletini kuran bu yazı­lı metin bir nevi içtimaî mukavele ola­rak da kabul edilebilir. Daha önce bütün şehri içine alan siyasî bir yapı bulunma­yan Medine'de ilk defa bu metinle ve buna Medine'de mevcut belli başlı bü­tün cemaatlerin katılmasıyla siyasî bir yapı meydana getirilmiştir.



Yüklə 1,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə