Anlatamiyorum



Yüklə 432,5 Kb.
səhifə2/4
tarix19.07.2018
ölçüsü432,5 Kb.
#56996
1   2   3   4

Ahmet Hamdi Tanpınar

BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.


Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni,

Gelme, artık neye yarar?


Necip Fazıl Kısakürek

HATRINA DÜŞECEĞİM
Kopkoyu bir sis içinde bir akşam

Hatırına düşeceğim belki

Bir an ıslayacak yağmur yüzünü

Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın

Sonra sıcak yatağında uzun uzun

Ağlayacaksın Ağlayacak.!


Boğazında bir şeyler düğümlenecek

Ah yanımda olsaydı diyeceksin

Tüm yıldızlar gülecek haline Ay’da göz kırpacak

İliklerine işleyecek bensizlik

Kahrolacaksın…!
Bir sigara tüttüreceksin ihtimal

Ufku seyredeceksin saatlerce

Bir rüzgar kopçalayacak yüzünü

Sonra hayalim gelecek karşına

Bir şiirimi mırıldanacaksın

Hıçkıracaksın..!


Gönlünden atamadığın gibi kafandan da

Silemeyeceksin beni düşlerine gireceğim her gece

İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü

Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman

Anlayacaksın..!
Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin

Kafan gibi kalemin de işlemeyecek

Unutmak isteyeceksin her şeyi

Ama unutamayacaksın hiçbir şeyi

Kıvranacaksın.!
Necip Fazıl Kısakürek

GEÇEN DAKİKALARIM
Kimbilir nerdesiniz,

Geçen dakikalarım

Kimbilir nerdesiniz?
Yıldızların, korkarım,

Düştüğü yerdesiniz;

Geçen dakikalarım?
Acaba tütsü yaksam

Görünür mü yüzünüz

Acaba tütsü yaksam?
Siz benim yüzümsünüz

Eğilip suya baksam,

Görünür mü yüzünüz?
Gitti bütün güzeller;

Sararmış biri kaldı,

Gitti bütün güzeller.
Gün geldi, saat çaldı,

Aranızda verin yer;

Sararmış biri kaldı!
Necip Fazıl Kısakürek

TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.


Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?


Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Nazım Hikmet Ran

SEVİYORUM SENİ
Seviyorum seni

ekmeği tuza banıp yer gibi


Geceleyin ateşler içinde uyanarak

ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi


Ağır posta paketini

neyin nesi belirsiz

telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni

denizi ilk defa uçakla geçer gibi


İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık

İçimde kımıldayan bir şeyler gibi


Seviyorum seni

Yaşıyoruz çok şükür der gibi.


Nazım Hikmet Ran

GİDERAYAK
Giderayak işlerim var bitirilecek,

giderayak.

Ceylanı kurtardım avcının elinden

ama daha baygın yatar ayılamadı.

Kopardım portakalı dalından

ama kabuğu soyulamadı.

Oldum yıldızlarla haşır neşir

ama sayısı bir tamam sayılamadı.

Kuyudan çektim suyu

ama bardaklara konulamadı.

Güller dizildi tepsiye

ama taştan fincan oyulamadı.

Sevdalara doyulamadı.

Giderayak işlerim var bitirilecek,

giderayak.
Nazım Hikmet Ran

DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu davet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim…
Nazım Hikmet Ran

LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal.


Sana gitme demeyeceğim.

Gene de sen bilirsin.

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

İncinirsin.


Sana gitme demeyeceğim,

Ama gitme, Lavinia.

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme, Lavinia.


Özdemir Asaf

SENİ SAKLAYACAĞIM
Seni saklayacağım inan

Yazdıklarımda, çizdiklerimde,

Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek

Ve kimseler görmeyecek seni,

Yaşayacaksın gözlerimde.
Sen göreceksin, duyacaksın

Parıldayan bir sevi sıcaklığı,

Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor

Gelen günler geçenlere,

Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak

Bir yaşamak harcamaktır,

Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,

Yaşayacağım gözlerimde;

Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya

Bakacaksın,

Gözlerimi kapayacağım

Anlayacaksın.


Özdemir Asaf

AKIL GÖZÜ
Seni bulmaktan önce aramak isterim.

Seni sevmekten önce anlamak isterim.

Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,

Sana hep hep yeniden başlamak isterim.


Özdemir Asaf

SEVGİLERDE
Sevgileri yarınlara bıraktınız,

Çekingen, tutuk, saygılı

Bütün yakınlarınız sizi yanlış tanıdı;

Bitmeyen işler yüzünden

( Siz böyle olsun istemezdiniz )

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitte bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği,

aklınıza gelemezdi.

Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı

Gecelerde ve yalnız

Vermeye az buldunuz yahut

Vakit olmadı.
Behçet Necatigil

SENİ YAŞAMAK
Seni her özlediğimde sevgilim,

Gökyüzüne bakıyorum;

Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.

Seni her özlediğimde birtanem,

Denizlere bakıyorum.

Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.

Seni her özlediğimde birtanem,

Kuşlara bakıyorum.

O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.

Ve aşkım, seni her özlediğimde,

Adında isyan ediyorum.

Seni özlemek istemiyorum ben,

Ben seni yaşamak istiyorum,

Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum

Ve seni sende görmek sadece…
Behçet Necatigil

GİZLİ SEVDA
Hani bir sevgilin vardı

Yedi sekiz sene önce,

Dün yolda rastladım

Sevindi beni görünce

Sokakta ayaküstü

Konuştuk ordan buradan.

Evlenmiş, çocukları olmuş

Bir kız, bir oğlan. Seni sordu

Hiç değişmedi dedim. Bildiğin gibi..

Anlıyordu

Mesutmuş, kocasını seviyormuş.

Kendilerininmiş evleri..

Bir suçlu gibi ezik.

Sana selam söyledi.


Behçet Necatigil

FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

O, afyon ruhu gibi baygın mahalleden

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen;

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla

Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla!
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede;

Yaz kış yeşil bir saksı pencerede;

Bahçede akasyalar açardı baharla

Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla!
Önce upuzun sonra kesik saçın vardı;

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı;

İçini gıdıklıyordu bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin,

Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin;

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla,

Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya.

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem, şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın?

Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hatırada kalan şey değişmez zamanla…

Ne vefalı komşumuzdun sen Fahriye Abla!
Ahmet Muhip Dıranas

RAHATLIK
Sen büyüdüğün vakit çocuğum,

Yine çiçekler açacak dallarda.

Dallarda açan çiçekler gibi,

Yine çocuklar uyuyacak masallarda.


Sen büyüdüğün vakit çocuğum,

Yine uykular havuzda dibe gidecek.

Havuzlarda kaybolan uykular gibi,

Yine çocuklar mektebe gidecek.


Sen büyüdüğün vakit çocuğum,

Yine göklerden mavi gölgeler inecek yere.

Toprağı nurlandıran mavi gölgeler gibi,

Yine çocuklar gülümseyecek, askerlere.


Sen büyüdüğün vakit çocuğum,

Yine meltemler geçecek denizlerden.

Denizlerden geçen meltemler gibi,

Yine çocuklar olacak, rahatlık veren.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

HİKAYE
Senin dudakların pembe, ellerin beyaz,

Al tut ellerimi bebek, tut biraz.


Benim doğduğum köylerde ceviz ağaçları yoktu,

Ben bu yüzden serinliğe hasretim okşa biraz.


Benim doğduğum köylerde buğday tarlaları yoktu,

Dağıt saçlarını bebek savur biraz.


Benim doğduğum köylerde şimal rüzgarları eserdi,

Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır öp biraz.


Benim doğduğum köyleri akşamları eşkiyalar basardı.

Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem konuş biraz.


Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.

Benim doğduğum köyler de güzeldi.

Sen de anlat doğduğun yerleri

Anlat biraz.


Cahit Külebi

NERDESİN
Geceleyin bir ses böler uykumu,

İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?

Arıyorum yıllar var ki, ben onu,

Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.


Gün olur sürüyüp beni derbeder,

Bu ses rüzgarlara karışır gider.

Gün olur peşimden yürür beraber,

Ansızın haykırır bana: - Nerdesin?


Bütün sevgileri atıp içimden

Varlığımı yalnız ona verdim ben,

Elverir ki, bir gün bana derinden,

Tâ derinden bir gün bana “Gel” desin.


Ahmet Kutsi Tecer

ADAM
Adam şapkasına rastladı sokakta

Kim bilir kimin şapkası

Adam ne yapıp yapıp hatırladı

Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz

Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar

Bir kadın kim bilir kimin karısı

Adam ne yapıp yapıp hatırladı.
Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda

Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı

Adam bulut gibiydi, hatırladı

Adamın ayaklarının altında

Yıldızların yıldız olduğu vardı

Adam yıldızlara basa basa yürüdü

Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.
Cemal Süreya

YALAN
Ben güzel günlerin şairiyim

Saadetten alıyorum ilhamımı

Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum

Mahpuslara affı umumiden…

Çocuklara müjdeler veriyorum

Babası cephede kalan çocuklara…


Fakat güç oluyor bu işler

Güç oluyor yalan söylemek…


Melih Cevdet Anday

ŞÂİR
Bana yirmi yaşımda ateş saçan bir sevdâ,

İlk şi’rime altundan kanat veren o huylâ

Ak saçlarım altında yine alev saçacak.
Milletinin ruhuyle feryad eden bir dudak

O şeyleri söyler ki çağlattığı gümüş ses

Asırların önünde nağmesini dindirmez.
Hiddet, tahkir hepsi boş!.. Her cefaya katlanan

Yine şair kalbinden başka bir kalp değildir;

Bu zayıf kalp en mağrur alınları eğiltir.
Şu dünyada bir büyük rüya gören kahraman

O kartala benzer ki en yangınlı şimşekler

Onun sisli ve korkunç yollarına nur serper.
Mehmet Emin Yurdakul

UÇUN KUŞLAR
Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere

Şimdi dağlarında mor sümbül vardır

Ormanlar koynunda bir serin dere

Dikenler içinde sarı gül vardır


O çay ağır akar, yorgun mu bilmem

Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem

Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem

Yüce dağ başında siyah tül vardır


Orda geçti benim güzel günlerim

O demleri anıp bugün inlerim

Destan-ı ömrümü okur dinlerim

İçimde oralı bir bülbül vardır


Uçun kuşlar uçun, burada vefa yok

Öyle akarsular, öyle hava yok

Feryadıma karşı aks-i sada yok

Bu yangın yerinde soğuk kül vardır


Hey Rıza kederin başından aşkın

Bitip tükenmiyor elem-aşkın

Sen de derya gibi daima taşkın

Daima çalkanır bir gönül vardır


Rıza Tevfik Bölükbaşı

HER ŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;


Ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün..

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın

Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..


İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli

Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin kadar sevilirsin…
Can Yücel


DEĞİŞİK
Başka türlü bir şey benim istediğim

Ne ağaca benzer ne de buluta

Burası gibi değil gideceğim memleket

Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava

Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim

Rengi başka, tadı başka

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere

Yaşadığından uzun

Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere

Ağacın yüksekliğince

Dalın yüksekliğince rüzgârda

Vardığım çimen yeşilliğince


Can Yücel

BAĞIŞLA
Ya zamanından çok erken gelirim

Dünyaya geldiğim gibi

Ya zamanından çok geç

Seni bu yaşta sevdiğim gibi


Mutluluğa hep geç kalırım

Hep erken giderim mutsuzluğa

Ya her şey bitmiştir çoktan

Ya hiçbir şey başlamamış


Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın

Ölüme erken sevgiye geç

Yine gecikmişim bağışla sevgilim

Seviye on kala ölüme beş


Aziz Nesin

TÜRKÇEMİZ
Annenden öğrendiğinle yetinme

Çocuğum, Türkçe’ni geliştir.

Dilimiz öylesine güzel ki

Durgun göllerimizce duru,

Akar sularımızca coşkulu…

Ne var ki çocuğum,

Güzellik de bakım ister
Önce türkülerimizi öğren,

Seni büyüten ninnilerimizi belle,

Gidenlere yakılan ağıtları…

Her sözün en güzeli Türkçemizde,

Diline takılanları ayıkla,

Yabancı sözcükleri at


Bak, devrim, ne güzel

Barış, ne güzel

Dayanışma, özgürlük…

Hele bağımsızlık

En güzeli, sevgi

Sev Türkçeni, çocuğum,

Dilini sevenleri sev
Rıfat Ilgaz

ALİŞİM
Kasnağından fırlayan kayışa

kaptırdın mı kolunu Alişim!

Daha dün öğle paydosundan önce

Zileli’nin gitti ayakları.

Yazıldı onun da raporu:

“İhmalden!”

Gidenler gitti Alişim,

boş kaldı ceketin sağ kolu…

Hadi köyüne döndün diyelim,

tek elle sabanı kavrasan bile

sarı öküz gün görmüştür,

anlar işin içyüzünü!

Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün

Ağanın davarlarına geçer…

Kim görecek kepenek altında eksiğini

kapılanırsın boğaz tokluğuna.

Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman

beklesin mızrabını.

Sağ yanın yastık ister Alişim,

sol yanın sevdiğini.

Ama kızlar da, emektar sazın gibi,

çifte kol ister saracak!


Rıfat Ilgaz

Şemsiye yapımcıları ıslanmaktan, tek kişiyi koruyacak genişlikte

kesince kumaşları,

Yağmur değil, yalnızlıktır yağan.

Ne kadar hüzünlendirir geceyi,

Bir sokak bekçisinin düdüğündeki nohut tanesinin yalnızlığı.

Ve ne kadar sevinirim bilseniz?

Bir yılan girer de mezarıma,

Göğüs kafesimin içinde, kış uykusuna yatarsa
Sunay Akın

BENİ UNUTMA
Bir gün gelir de unuturmuş insan

En sevdiği hatıraları bile

Bari sen her gece yorgun sesiyle

Saat on ikiyi vurduğu zaman

Beni unutma
Çünkü ben her gece o saatlerde

Seni yaşar ve seni düşünürüm

Hayal içinde perişan yürürüm

Sen de karanlığın sustuğu yerde

Beni unutma
O saatlerde serpilir gülüşün

Bir avuç su gibi içime, ey yar

Senin de başında o çılgın rüzgar

Deli deli esiverirse bir gün

Beni unutma
Ben ayağımda çarık, elimde asa

Senin için şu yollara düşmüşüm

Senelerce sonra sana dönüşüm

Bir mahşer gününe de rastlasa

Beni unutma
Hâlâ duruyorsa yeşil elbisen

Onu bir gün benim için giy

Saksıdaki pembe karanfilde çiğ

Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen

Beni unutma
Büyük acılara tutuştuğum gün

Çok uzaklarda da olsan yine gel

Bu ölürcesine sevdiğine gel

Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün

Beni unutma
Ümit Yaşar Oğuzcan


UNUTAMIYORUM
Unut demek kolay gel bana sor bir de

Unutamıyorum işte unutamıyorum

Bir şey var şuramda beni kahreden

Şuramda tam yüreğimin üstünde

Çakılı duran bir şey var

Elimde değil söküp atamıyorum

Dalıp dalıp gidiyor gözlerim derinlere

Kimi görsem biraz sana benziyor

Seni hatırlatıyor şu bulut şu gökyüzü

Şu kayaları döven deniz

Şu hüzünlü melodi şu napoliten şarkı

Bir zamanlar beraber dinlediğimiz

Boyuna seni düşünüyorum durmadan usanmadan

Şimdi diyorum o ne yapıyor acaba

O güzelim gözleri kime bakıyor

O canım elleri nerde

Oysa günler o günler değil

Akşamlar o akşamlar değil

Ve kalan şimdi sadece özlemin gecelerde

Durup durup seni büyütüyorum içimde

Seninle acılar büyütüyorum

Yeni yeni kederler büyütüyorum dayanılmaz

Kirli sular yürüyor iliklerime

Bir zehir karışıyor kanıma anlıyor musun

Bir daha görsem seni diyorum bir daha görsem

Bir gün olsun bir dakika olsun

Unut demek kolay, gel bana sor bir de

Hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum

Dilimin ucunda sen; başımın içinde sen

Kader misin, ecel misin nesin sen

Unutamıyorum işte unutamıyorum
Ümit Yaşar Oğuzcan


UNUTMA Kİ
Sen uykusuzluk nedir bilir misin

Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı

Gözlerini tavana dikip

Düşündüğün oldu mu bütün gece

Ve bütün bir gün

Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç

Gelmeyince

Seni aramayınca

Ölesiye ağladın mı

Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların

Ona ait ne varsa

Bir bir hatırladın mı


Sen günden güne erimeyi bilir misin

Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi

Bir teselli aramayı

Issız parklarda, tenha sokaklarda

Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda

Deli divane yollara düşüp

Yaşlanmış bir köpek gibi

Eskimiş bir gömlek gibi

Atılmışlığını hissettiğin oldu mu

Sevmekten

Günler geceler boyunca yürümekten

Elin ayağın yoruldu mu


Sen yalnızlığın acısını bilir misin

Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına

İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı

Bütün gururunu çiğneyip

Sevdiğinin geçtiği yollarda

Bastığı toprakları öptün mü

Sen çaresizlik nedir bilir misin

Sen yokluk nedir gördün mü

Yanan başını

Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden

Sen her gün bin defa öldün mü
Böyleyim diye ayıplama beni

Bir gün kendimi

Sonsuzluğun koynuna bırakırsam

Yaralı ve yenik bir asker gibi

Darılma

Unutma ki



Her seven isimsiz bir kahramandır

Unutma ki

İnsan; sevebildiği kadar insandır.

Ümit Yaşar Oğuzcan


KUM
Sen, kum nedir bilmezsin

Deniz görmedin ki

Yum gözlerini zamanı düşün

Deniz bir gözünde

Kum bir gözündedir

Sen kül nedir bilmezsin

Ateş yakmadın ki

Uzat ellerini gökyüzüne,

Ateş bir elinde

Kül bir elindedir

Sen aşk nedir bilmezsin

Beni sevmedin ki

Ağla ağlayabildiğin kadar

Bütün güzellikler sende

Aşk bendedir.
Ümit Yaşar Oğuzcan

SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.


Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.


Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,


Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.


Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.


Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Yahya Kemal Beyatlı

AKINCILAR
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik


Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi “İlerle!”

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle


Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan


Bir gün yine doludizgin atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla


Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde


Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik


Yahya Kemal Beyatlı

BİR BAŞKA TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.


Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.


Yahya Kemal Beyatlı

RİNDLERİN ÖLÜMÜ
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.


Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.


Yüklə 432,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə