Aşk ve Gurur


*Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımı verilmiş olan kadın



Yüklə 1,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə10/12
tarix22.01.2022
ölçüsü1,64 Mb.
#83041
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12
Aşk ve Gurur - Jane Austen ( PDFDrive )

*Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımı verilmiş olan kadın. 

duymuşumdur. Bayan Jenkinson'un dört yeğeni de benim

aracılığımla  çok  iyi  yerlere  yerleştiler.  Daha  geçen  gün,

rastlantı eseri duyduğum bir genci tavsiye ettim. Onu alan aile

de  çok  memnun.  Bayan  Collins,  size  Leydi  Metcalf  in  dün

gelerek  bana  teşekkür  ettiğini  söylemiş  miydim?  Bayan

Pope'dan çok memnun. 'Leydi Catherine, siz bana bir hazine

verdiniz,'  diyor.  Kız  kardeşlerinizden  sosyeteye  tanıştırılan

oldu mu, Bayan Elizabeth Bennet?" "Evet efendim, hepsi."

"Hepsi  mi!  Nasıl,  beşi  birden  mi?  Çok  garip!  Siz  en

büyükleri  bile  değilsiniz.  Büyükler  evlenmeden  küçükler

sosyeteye  karışsın  ha!  Küçük  kardeşleriniz  epey  genç  olsa

gerek."  "Evet,  en  küçüğümüz  daha  on  altısında  yok.

Sosyeteye  karışmak  için  belki  henüz  çok  küçük  sayılır,  ama

büyükler çabuk evlenmiyor veya evlenemiyor diye küçüklerin

sosyeteden  ve  eğlenceden  paylarını  almamaları  bence

haksızlık,  efendim.  Gençliğinin  tadını  çıkarmaya  en  büyük

kız kadar en küçük kızın da hakkı var. Sırf ablaları evlenmedi

diye  küçükleri  eve  kapatmak!  Bence  bunun  ne  kardeş

sevgisine ne de duygulann gelişimine bir faydası olur." Leydi,

"Bu  kadar  genç  bir  insan  için  fazla  kesin  konuşuyorsunuz,"

dedi, "kaç yaşındasınız Tanrı aşkına?"




Elizabeth gülümseyerek, "Kendimden küçük, üç yetişmiş

kız  kardeşim  olduğu  düşünülürse,  sayın  leydi  yaşımı

açıklamamı  herhalde  beklemezler,"  dedi.  Leydi  Catherine

doğrudan  bir  cevap  alamadığı  için  adamakıllı  şaşırmışa

benziyordu.  Elizabeth  bu  kadar  büyük  bir  cüret  göstermeye

cesaret eden ilk kişinin kendisi olduğunu düşündü.

Leydi, "Yirmiden fazla olamazsınız," dedi, "buna eminim.

Onun için yaşınızı gizlemenize gerek yok."

"Yirmi bir yaşma daha basmadım."

Baylar da onlara katılıp çay içildikten sonra oyun masaları

çıkarıldı. Leydi Catherine, Sir William, Bayan ve Bay Collins

kadril  oyununa  oturdular,  genç  de  Bourgh  kasino  oynamak

istediği  için  iki  genç  kız  da  Bayan  Jenkinson'un  kadroyu

tamamlamasına  yardım  etme  şerefini  kazandılar.  Ama  bu

masada  müthiş  bir  aptallık  hâkimdi.  Arada  sırada  Bayan

Jenkinson'un  genç  Bayan  de  Bourgh'un  üşümesinden,  ateşi

olmasından,  ışığın  gözlerine  fazla  kuvvetli  yahut  fazla  zayıf

gelmesinden endişelenmesi dışında, ağızlarından oyunla ilgisi

olmayan  tek  bir  söz  bile  çıkmıyordu.  Öbür  masa  çok  daha

hareketliydi.  Leydi  Catherine  hemen  hiç  durmadan

konuşuyor; diğer üçünün hatalarını söylüyor veya bir anısını

anlatıyordu.  Bay  Collins'in  işi  gücü  sayın  leydinin  her

söylediğini  onaylamak,  kazandığı  her  fiş  için  ona

teşekkürlerini  sunmak,  çok  kazandığını  düşününce  özür

dilemekti. Sir William fazla konuşmuyor, leydinin anılarını ve

soylulann isimlerini belleğine kaydediyordu.

Leydi  Catherine  ile  kızının  keyiflerinin  istediği  kadar

oynandıktan sonra masalar kaldınldı. Bayan Collins'e yapılan




araba  önerisi  teşekkürlerle  karşılanınca  arabanın  hemen

hazırlanması  emredildi.  Bundan  sonra  herkes  Leydi

Catherine'in ertesi gün havanın nasıl olacağı hakkında yaptığı

yorumu  dinlemek  için  şöminenin  çevresine  toplandı.  Ama

araba gelince bu konuşma yarım kaldı ve Bay Collins birçok

teşekkür nutukları verdikten, Sir William da sayısız reverans

yaptıktan  sonra  ayrıldılar.  Araba  kapıdan  biraz  uzaklaşır

uzaklaşmaz  Bay  Collins,  Elizabeth'e  Rosings'de  gördükleri

hakkında  fikirlerini  sordu.  Genç  kız  Charlotte'un  hatırı  için

izlenimlerini aslında olduğundan daha olumlu gösterdi. Fakat

kendini  zorlama  pahasına  yaptığı  bu  övgüler  Bay  Collins'i

kesinlikle  tatmin  etmedi  ve  bu  yüzden  sayın  leydiyi  övme

işini hemen kendisi üzerine aldı.

 XXX

Sir William, Hunsford'da yalnızca bir hafta kaldı; fakat bu

kısa  misafirliği,  onu  kızının  çok  rahat  bir  yuva  kurduğuna,

herkese  kolay  nasip  olmayan  bir  kocası  ve  bir  komşusu

olduğuna  inandırmaya  yetmişti.  Sir  William  orada  kaldığı

süre  boyunca  Bay  Collins  sabahlarını,  onu  arabasıyla  etrafta

gezdirmeye  ayırmıştı;  ama  o  gidince  bütün  aile  sıradan

işlerine  koyuldular.  Bu  değişiklik  üzerine  Bay  Collins  ile

birlikte geçen saatlerinin azalmasından Elizabeth memnundu;

çünkü Bay Collins şimdi kahvaltı ile öğle yemeği arasındaki

zamanının  çoğunu  ya  bahçede  çalışmak  veya  okuyup

yazmakla  ya  da  yola  bakan  çalışma  odasından  dışarıyı

seyretmekle geçiriyordu. Bayanların 236

oturduğu  oda  arka  taraftaydı.  Charlotte'un  yemek

salonunun  oturma  odası  olarak  kullanılrnayışına  Elizabeth

önce  şaşmıştı;  çünkü  burası  hem  daha  geniş,  hem  de




manzaralı bir odaydı. Ama çok geçmeden bunun çok geçerli

bir  nedeni  olduğunu  anladı.  Bay  Collins'in  çalışma  odası

kadar  ferah  bir  odada  oturulsa,  o  zaman  genç  adam  kendi

çalışma  odasında  daha  az  kalacaktı.  Elizabeth  aldığı  bu

önlemden ötürü Charlotte'u takdir etti.

Bu  salondan  bayanlar,  bahçe  yolunu  göremiyordı,  ancak

holden hangi arabaların geçtiğini, özellikle genç de Bourgh'un

faytonu ile kaç kere çıktığını ve bu hemen her gün tekrarlanan

bir  şey  olduğu  halde  bildirmeyi  hiç  ihmal  etmeyen  Bay

Collins'ten  öğreniyorlardı.  Genç  de  Bourgh  sık  papaz  evinin

önünde durur ve Charlotte ile birkaç dakika konuşurdu, fakat

o  kadar  çok  ısrar  edildiği  halde  arabadan  hiç  inmezdi.  Bay

Collins'in  Rosings'e  gitmediği  günler  pek  azdı  ve  eşinin  de

leydiyi  görmeye  gitmeyi  ihmal  ettiği  gün  yok  gibiydi.

Elizabeth, 

başka 


bir 

papazlık 

ödeneğinin 

daha


kazanılabileceği olasılığını aklına getirmeden, kan kocanın bu

kadar  uzun  saatler  harcamalarına  bir  anlam  verememişti.

Arada  sırada  sayın  leydi  onlara  misafirliğe  gelme  şerefini

bağışlıyor ve bu misafirlikler sırasında odada olan hiçbir şey

gözünden  kaçmıyordu.  Neyle  uğraştıklarını  inceler,  işlerine

bakar,  bunları  başka  türlü  yapmalarını  önerir,  eşyanın

yerleştirilmesinde  kusur  bulur,  hizmetçiyi  tembellik  ederken

yakalardı. Arada sırada yemek ikramını kabul ettiğinde bunu

Bayan Collins'in rostolarının* ailesine göre fazla büyük olup

olmadığını ölçmek amacıyla yapıyor gibiydi.

Elizabeth,  bu  büyük  leydinin,  suç  işleyenlere  bakan

yargıçlar 

komisyonunda 

olmamakla 

beraber, 

kendi


mahallesinde  çok  etkin  bir  yargıç  olduğunu  kısa  zamanda

gördü. Bu mahallenin en ufak dertlerini bile Bay Collins ona




anlatır,  kulübelerde  kavga  çıkarsa,  hoşnutsuzluk  veya

yoksulluk  baş  gösterirse  leydi  hemen  oraya  koşar,

anlaşmazlıkları  çözer,  şikâyetleri  dindirir,  onları  azarlayarak

barıştırır  veya  parasızlıktan  kurtarırdı.  Rosings'de  yemek

daveti  haftada  iki  defa  tekrarlanıyordu  ve  Sir  William

gittikten  sonra  yalnızca  bir  oyun  masası  kurulması  bir  yana,

her  toplantı  bir  öncekinin  aynıydı.  Çevredeki  insanların

yaşama  biçimi  Collins'lerin  erişemediği  düzeyde  olduğu  için

bu  toplantıların  dışındaki  eğlenceleri  pek  sayılıydı.  Ama

böyle  olması  Elizabeth'i  sıkmıyordu.  Genellikle  hoş  vakit

geçiriyor, Charlotte ile tatlı sohbetler ediyordu. Sonra havalar

da yılın o zamanına göre çok iyi gidiyor, genç kız da parkta

dolaşarak eğlenebiliyordu. Güzel, gölgeli bir patikası da olan

ve  parkı  çevreleyen  açık  koru  boyunca  uzanan  yolu  çok

beğeniyordu. Başka hiç kimsenin rağbet etmediği anlaşılan bu

yolda Elizabeth, evdekiler Leydi Catherine'i ziyarete gittikleri

zaman  geziniyor,  burada  kendini  Leydi  Catherine'in  meraklı

gözlerinden uzak hissediyordu. Bir çeşit et kızartması.

Ziyaretinin  ilk  on  beş  günü  böyle  sakin  şekilde  çabucak

geçiverdi. Paskalya yaklaşıyordu; bu yortudan bir hafta önce

Rosings'e  gelecek  akrabalarla  aile  kalabalıklaşacaktı  ve  bu

kadar  küçük  bir  çevrede  kuşkusuz  bunun  önemi  büyüktü.

Elizabeth geldikten kısa bir süre sonra, Bay Darcy'nin birkaç

haftaya kadar Rosings'de beklendiğini duymuştu. Genç kızın

Bay  Darcy'ye  tercih  etmediği  tanıdıkları  pek  az  olmakla

beraber, onun gelişiyle Rosings'deki toplantılarda hiç olmazsa

yeni  bir  yüz  bulunacağı  için  memnundu.  Ayrıca  Elizabeth

genç  adamın  kuzenine  olan  davranışına  bakarak  Bayan

Caroline  Bingley'nin  kurduğu  hayallerin  ne  kadar  ümitsiz

olduğunu  da  görerek  eğlenecekti.  Çünkü  Bay  Darcy'nin




gelecek  olmasından  büyük  bir  memnunluk  duyduğunu

belirten,  ondan  çok  büyük  hayranlıkla  söz  eden  ve  Maria

Lucas  ile  Elizabeth'in  onu  sık  görmüş  bulunmalarına  adeta

öfkelenen  Leydi  Catherine'in  kızını  Darcy'ye  vermeyi

kararlaştırdığı belliydi.

Bay Darcy'nin gelişi papaz evinde hemen duyuldu. Çünkü

Bay  Collins  o  gün  sabahtan  öğleye  kadar  Hunsford  Lane'e

bakan  evleri  görebilecek  şekilde  yürüyüp  duruyordu  ve

dolayısıyla  misafirin  geldiğini  en  erken  ve  kesin  olarak  o

öğrendi.  Araba  parka  girerken  yerlere  kadar  eğilip  misafiri

selamladıktan  sonra  hemen  eve  koşarak  büyük  haberi  verdi.

Ertesi sabah da saygılarını sunmak için acele Rosings'e gitti.

Bu  saygıların  Leydi  Catherine'in  iki  yeğeni  arasında

bölüşülmesi  gerekiyordu.  Çünkü  Bay  Darcy  beraberinde,

dayısı Lord ...'nın küçük oğlu Albay Fitzvvilliam adında birini

de getirmişti. İşin en şaşırtıcı tarafı Bay Collins'in bu misafir

baylarla  beraber  dönmesiydi.  Charlotte,  kocasının  odasından

onları  görmüştü.  Hemen  öbür  odaya  koşarak  kızlara

kendilerini bekleyen büyük şerefi müjdeledi:

"Bu  şeref  için  sana  teşekkür  etmeliyim,  Eliza,"  dedi.

"Çünkü  Bay  Darcy  benim  ziyaretime  asla  bu  kadar  çabuk

gelmezdi."

Elizabeth bu iltifatı hiç hak etmediğini söylemeye zaman

bulamadan,  kapının  zili  misafirlerin  geldiklerini  haber  verdi

ve  az  sonra  da  üç  bay  odaya  girdi.  En  önde  yürüyen  Albay

Fitzwilliam  otuz  yaşlarında,  yakışıklı  olmasa  da,  hali  ve

tavrıyla  tam  bir  beyefendiydi.  Bay  Darcy,  Hertfordshire'da

nasılsa  gene  öyleydi.  Bayan  Collins'i  her  zamanki  gibi

duygularını hiç belli etmeyen bir tavırla selamladı. Elizabeth'e



karşı  duygulan  ne  olursa  olsun,  onu  da  sakince  selamladı.

Genç kız tek kelime söylemeden, sadece selam verdi. Albay

Fitzvvilliam  iyi  terbiye  görmüş  kişilere  özgü  bir  rahatlıkla

hemen  konuşmaya  başladı.  Çok  hoş  konuşuyordu.  Ama

kuzeni  Bay  Darcy,  Bayan  Collins'e  ev  ve  bahçe  hakkında

birkaç  kelime  söyledikten  sonra  bir  süre  kimse  ile

konuşmadan  oturdu.  Yine  de  sonunda  Elizabeth'e  ailesinin

sağlığını soracak kadar nazik davrandı. Genç kız her zamanki

tavrıyla  ona  cevap  verdi  ve  bir  dakikalık  bir  sessizlikten

sonra:


"Ablam  üç  aydan  beri  Londra'da.  Onunla  hiç

karşılaşmadınız mı?" diye ekledi. 240

Karşılaşmadıklarını çok iyi biliyordu, ama Bingley'ler ile

Jane  arasında  geçenlerden  haberi  olduğunu  belli  edip

etmeyeceğini görmek istiyordu. Elizabeth'e sanki Bayan Jane

Bennet'a  rastlama  mutluluğuna  eremediğini  söylerken  Bay

Darcy,  biraz  şaşırmış  gibi  geldi.  Bu  konuda  daha  fazla

konuşulmadı, biraz sonra da misafirler gittiler.



XXXI

Evdekiler 

Albay 

Fitzwilliam'ın 



tavırlarını 

çok


beğenmişlerdi ve bayanlar, Rosmgs'deki toplantıların bu genç

sayesinde çok daha hoş olacağını hissediyorlardı. Ama köşke

ancak  birkaç  gün  sonra  çağrıldılar:  çünkü  misafirler  varken

onların arkadaşlığı pek aranmıyordu. Misafirler geldikten bir

hafta sonra, paskalya günü böyle bir ilgiyle onurlandırıldılar,

o  da,  kiliseden  çıkarken,  akşama  oraya  gitmeleri

söylendiğinde! Hafta içinde Leydi Catherine'i ve kızını pek az

görmüşlerdi.  Bu  süre  içinde  Albay  Fitzvvilliam  papaz  evini




bir  iki  defa  ziyaret  etmişti.  Ama  Bay  Darcy  sadece  kilisede

ortaya çıkmıştı.

Davet  elbette  ki  kabul  edilmiş  ve  söylenen  saatte  Leydi

Catherine'in  salonundaki  topluluğa  katılmışlardı.  Sayın  leydi

onları  nezaketle  karşıladı,  fakat  bunun  kimseyi  bulamadığı

zamanlardaki  kadar  istekle  olmadığı  belliydi.  Gerçekten

Leydi Catherine hemen hep yeğenleriyle ilgileniyordu; odada

herkesten  Çok  onlarla,  özellikle  Darcy  ile  konuşuyordu.

Albay Fitzvvilliam misafirlerin geldiğine gerçekten sevinmişe

benziyordu;  Rosings'de  herhangi  bir  yeniliğe  susamıştı.

Bayan  Collins'in  şirin  arkadaşı  da  çok  hoşuna  gidiyordu.

Onun  yanına  oturmuş;  Kent'den  ve  Hertfordshire'dan,

seyahate  çıkmaktan,  evde  oturmaktan,  yeni  kitaplardan  ve

müzikten  tatlı  konuşmuştu.  Elizabeth  bu  odada  o  zamana

kadar  bu  akşam  eğlendiğinin  yarısı  kadar  eğlenememişti.  O

kadar  canlı  ve  uzun  konuştular  ki,  Bay  Darcy'nin  yanı  sıra

Leydi  Catherine'in  de  ilgisini  çektiler.  Darcy'nin  meraklı

bakışları sık onlara çevriliyordu, biraz sonra sayın leydinin de

aynı  şekilde  merak  ettiği  belli  oldu.  Çünkü  leydi  hiç

çekinmeden:

"Neler  anlatıyorsun,  Fitzwilliam?"  dedi  yüksek  sesle.

"Nelerden  konuşuyorsunuz?  Bayan  Elizabeth  Bennet'a  neler

söylüyorsun? Ben de duyayım."

Cevap  vermek  zorunda  kalan  Fitzwilliam,  "Müzikten

konuşuyoruz,  efendim,"  dedi.  "Müzikten  mi?  O  halde  rica

ederim,  yüksek  sesle  konuşun.  En  hoşlandığım  konudur  bu.

Eğer  müzikten  söz  ediyorsanız,  sohbetten  ben  de  payımı

almalıyım. Sanırım İngiltere'de benim kadar gerçek bir müzik

zevki veya doğuştan zevk sahibi olan çok az kişi vardır. Eğer



bir  şey  çalmayı  öğrenseydim,  kesinlikle  büyük  bir  yetenek

olurdum.  Sağlık  durumu  izin  verse  de  kendini  müziğe

verebilse eminim Anne de çok güzel çalardı... Georgiana nasıl

bu konuda, Darcy?"

Bay Darcy, kız kardeşinin yeteneğini sevgi dolu bir dille

övdü.  Leydi  Catherine,  "İşte  buna  çok  sevindim,"  dedi.

"Lütfen  benim  adıma  ona,  çok  çalışmazsa  piyanoyu

ilerletemeyeceğini  söyle."  Darcy,  "Georgiana'nın,"  dedi,

"böyle  bir  öğüde  ihtiyacı  olmadığından  emin  olabilirsiniz.

Zaten devamlı çalışıyor."

"Ne kadar çalışırsa o kadar iyi; çalışmanın fazlası yoktur.

Bir  dahaki  mektubumda  piyano  derslerini  hiçbir  şekilde

asmamasını  öğütleyeceğim.  Genç  bayanlara  her  zaman,

sürekli 


çalışmadıkça 

ustalığa 

erişilemeyeceğini

söylemişimdir.  Bayan  Elizabeth  Bennet'a  da,  daha  çok

çalışmazsa gerçekten iyi çalamayacağını birçok kez söyledim.

Bayan Collins'in piyanosu yoksa da, ona sık söylediğim gibi,

her gün Rosings'e gelebilir ve Bayan Jenkinson'un odasındaki

küçük  piyanoda  çalışabilir.  Evin  o  tarafında  kimseyi  de

rahatsız  etmez."  Bay  Darcy,  teyzesinin  kabalığı  yüzünden

biraz "utanmış gibi görünüyordu ve cevap vermedi. Kahveler

içildikten  sonra  Albay  Fitzwüliam,  Elizabeth'e,  kendisine

piyano  çalmaya  söz  verdiğini  hatırlattı  ve  genç  kız  hemen

piyanoya  geçti.  Fitzwilliam  da  bir  iskemle  çekerek  onun

yanına  oturdu.  Leydi  Catherine  bir  şarkının  yansına  kadar

dinledikten sonra, gene eskisi gibi öbür yeğeniyle konuşmaya

başladı.  Sonunda  Bay  Darcy  onu  bırakıp  kalktı  ve  her

zamanki  ölçülü  tavrıyla  piyanoya  doğru  yürüdükten  sonra,

çalanın  güzel  yüzünü  iyice  görebileceği  bir  yere  oturdu.




Elizabeth  onun  ne  yaptığını  gördü  ve  uygun  olan  ilk  anda

durarak alaylı bir gülümseyişle:

"Beni dinlemeye böyle açıkça gelerek beni korkutmak mı

istiyorsunuz  Bay  Darcy?"  dedi,  "ama  kardeşinizin  çok  güzel

çaldığını  bildiğim  halde  yılmayacağım.  Başkalarının  keyfi

olsun diye korkmayacak kadar inatçıyımdır. Beni korkutmak

için yapılan her girişim karşısında cesaretim artar."

Bay  Darcy,  "Yanılıyorsunuz  demeyeceğim,"  cevabını

verdi.  "Sizi  gerçekten  yıldırma  niyetinde  olduğuma  inanmış

olamazsınız.  Aslında  sizin  olmayan  fikirleri  ara  sıra  ileri

sürmekten çok zevk aldığınızı öğrenebilecek kadar bir süredir

sizi  tanıma  şerefine  ermiş  bulunuyorum."  Elizabeth  kendini

anlatan  bu  sözlere  candan  güldü,  sonra  Albay  Fitzwilliam'a

dönerek,  "Kuzeniniz,  size  hakkımda  çok  güzel  fikirler

verecek ve söylediklerimin bir kelimesine bile inanmamanızı

tavsiye  edecek,"  dedi.  "Kendimi  az  çok  beğendirebüeceğimi

umduğum  dünyanın  bu  köşesinde,  gerçek  karakterimi

tamamıyla  ortaya  dökebilecek  birisiyle  karşılaşmış  olmak

benim  için  gerçekten  büyük  talihsizlik.  Bay  Darcy,

Hertfordshire'daki  bütün  kusurlarımı  sayıp  dökmeniz  büyük

bir insafsızlık olur ayrıca iyi bir taktik olmadığını söylememe

de izin verin. Çünkü misilleme yapmam için beni kışkırtabilir

ve  akrabalarınızın  üzerinde  ağır  bir  darbe  etkisi  yapacağı

kesin  şeyler  söyleyebilirim."  Genç  adam  gülümseyerek,

"Sizden  korkmuyorum,"  cevabını  verdi.  Albay  Fitzwilliam

heyecanlanmıştı.  "Rica  ederim,"  dedi,  "onu  neyle

suçladığınızı  bilmek    istiyorum.  Yabancılar  arasında  nasıl

davrandığını  bileyim."  "O  halde  dinleyin,  ama  kendinizi

korkunç  şeylere  hazırlayın.  Bay  Darcy'yi  ilk  defa



Hertfordshire'daki  baloda  gördüm.  Ve  bu  baloda  ne  yaptı

dersiniz? Yalnızca dört defa dans etti. Size acı verdiğim için

üzgünüm, ama doğrusu bu. Erkek sayısı çok az olduğu, birçok

genç  bayan  kavalyesizlikten  oturmak  zorunda  kaldığı  halde

evet bunu çok iyi hatırlıyorum yalnız dört defa dansa kalktı.

Bay Darcy, bu gerçeği inkâr edemezsiniz." "O baloda, beraber

gelmiş olduğum gruptakilerden başka hiçbir bayanla tanışma

şerefini kazanmamıştım."

"Doğru  ve  bir  baloda  da  kimse  kimseye  tanıştınlamaz,

öyle  değil  mi?  Evet  Albay  Fitzwilliam,  bundan  sonra  ne

çalayım?  Parmaklarım  emirlerinizi  bekliyor."  Bay  Darcy,

"Tanıştırılmak istesem belki de daha iyi ederdim," dedi, "ama

kendimi yabancılara sevdirme konusunda başarılı değilimdir."

Elizabeth  gene  Albay  Fitzwilliam'a,  "Bunun  nedenini

kuzeninize soralım mı?" dedi, "Aklı başında, eğitimli, dünya

görmüş 


bir 

adamın 


kendini 

yabancılara 

neden

sevdiremediğini ondan öğrenmek isteyelim mi?"



Fitzwilliam,  Darcy'ye  bakmaksızın,  "Sorunuza  cevap

verebilirim.  Bunun  nedeni,  kendini  hoşa  gitme  zahmetine

sokmak istememesi," dedi.

Darcy,  "Kuşkusuz,"  karşılığını  verdi,  "daha  önce  hiç

görmediğim  insanlarla  hemen  rahatça  konuşmaya  girişme

konusunda  bazılarında  gördüğüm  yetenek  bende  yok.  Ne

onlar  gibi  konuşabilirim,  ne  de  birçok  kez  tanık  olduğum

şekilde, konuştuklarıyla ilgilenmiş gibi görünebilirim."

Elizabeth,  "Parmaklarım,"  dedi,  "piyanonun  üzerinde

birçok  kadınınki  kadar  ustalıkla  kaymıyor.  Aynı  hızla




gidemiyor,  aynı  ifade  ile  çalamıyor.  Ama  bunun  suçunu  her

zaman  kendimde  aradım;  çünkü  çok  çalışma  zahmetine

katlanmadım.  Yoksa  benim  parmaklarımın  da  benden  çok

daha  iyi  çalan  kadmlarınki  kadar  yetenekli  olduğuna

inanmadığımdan  değil."  Darcy  gülümseyerek,  "Çok

haklısınız,"  dedi.  "Siz  zamanınızı  çok  daha  yararlı  şekilde

geçirdiniz. Sizi dinleme şerefini kazanan hiç kimse çalışınızda

bir  kusur  görmez.  Esasen  ne  siz  ne  de  ben,  becerilerimizi

yabancıların  önünde  sergilemekten  hoşlanmıyoruz."  Tam  bu

sırada  Leydi  Catherine,  ne  konuştuklarını  sorarak  sözlerini

kesti.  Elizabeth  hemen  tekrar  çalmaya  başladı.  Leydi

Catherine yaklaştı, birkaç dakika dinledikten sonra Darcy'ye,

"Bayan  Elizabeth,"  dedi,  "biraz  daha  çalışsa,  Londra'da  bir

hocadan  da  yararlansa  hiç  de  fena  çalmayacak.  Zevki  Anne

kadar  iyi  olmasa  da,  parmaklarını  çok  güzel  kullanıyor.

Sağlığı  öğrenmesine  izin  verseydi  Anne  çok  güzel

çalabilirdi."

Elizabeth,  Darcy'nin  kuzeni  hakkındaki  bu  övgüleri  ne

dereceye  kadar  içtenlikle  desteklediğini  görmek  için  genç

adama  baktı,  ama  ne  o  anda  ne  de  daha  başka  bir  zamanda

hiçbir  belirtisi  göremedi.  Bay  Darcy'nin  Bayan  de  Bourgh'a

davranışına  bakarak  Caroline  Bingley  adına  içi  ferahladı.

Çünkü  akraba  olsalar,  Bay  Darcy  ile  onun  evlenme  olasılığı

da Anne de Bourgh kadar kuvvetli olurdu.

Leydi  Catherine,  Elizabeth'in  çalışı  hakkında  görüşlerini

sayıp dökmeye devam etti. Bunlara, sanat ve zevk konusunda

birçok ders de karıştırıyordu. Genç kız bütün bunları nezaket

gereği  büyük  bir  sabırla  dinledi  ve  sayın  leydinin  arabası




onları  götürmek  üzere  hazır  oluncaya  kadar  beyefendilerin

ricasıyla piyanonun başından hiç kalkmadı. 



XXXII

Bayan  Collins  ile  Maria  bir  iş  için  köye  gittiklerinden,

Elizabeth  ertesi  sabah  yalnız  başına  oturmuş  Jane'e  mektup

yazıyordu.  Birdenbire  kapının  zili  çaldı.  Bir  misafir  geldiği

kesindi. Bir araba sesi duymadığı için, genç kız bunun Leydi

Catherine  olabileceği  endişesi  ve  saldırgan  sorulardan

kurtulmak isteğiyle yarım kalmış mektubunu kaldırırken kapı

açıldı. Elizabeth şaşırıp kaldı. Çünkü gelen Bay Darcy'ydi ve

yanında  başka  hiç  kimse  yoktu.  O  da  Elizabeth'i  yalnız

bulmuş  olmasına  şaşırmış  gibiydi.  Bütün  bayanları  evde

sanarak geldiğini söyleyerek genç kızı rahatsız ettiği için özür

diledi.  Oturdular  ve  Elizabeth,  Rosings'dekilerin  nasıl

olduklarını  sorduktan  sonra  tam  bir  sessizliğe  gömülme

tehlikesiyle  karşı  karşıya  kaldılar,  kesinlikle  konuşacak  bir

şey  düşünmek  gerekiyordu.  Bunun  telaşıyla  Hertfordshire'da

birbirlerini  son  gördükleri  zamanı  hatırlayarak,  acele

Londra'ya  gitmeleri  hakkında  genç  adamın  ne  söyleyeceğini

merak eden Elizabeth:

"Geçen  kasımda,"  dedi,  "Netherfîeld'den  ne  kadar  acele

ayrılmıştınız,  Bay  Darcy.  Böyle  hemen  ardından  geldiğinizi

görmek  Bay  Bingley  için  herhalde  hoş  bir  sürpriz  olmuştur,

çünkü  hatırladığım  kadarıyla  o  sadece  bir  gün  önce  gitmişti.

Londra'dan ayrıldığınızda umarım hepsi iyi durumdaydı."

"Çok iyiydiler, teşekkür ederim."




Genç kız bundan başka bir cevap alamayacağını anladı ve

kısa  bir  sessizlikten  sonra:  "Duyduğuma  göre,"  diye  ekledi,

"Bay  Bingley  tekrar  Netherfield'e  dönmeye  pek  niyetli

değilmiş."

"Böyle  bir  şey  söylediğini  hatırlamıyorum;  ama  bundan

böyle  orada  pek  az  zaman  geçirirse  hiç  şaşmam.  Çok  dostu

var.  Dost  sayısının  durmadan  arttığı  yaşlara  gelmiş

bulunuyor."  "Eğer  Netherfield'de  pek  seyrek  kalma

niyetindeyse  orasını  tamamıyla  boşaltması  komşuları  için

daha  iyi  olur;  çünkü  o  zaman  belki  de  bizler  orada  sürekli

oturacak bir komşu kazanırız. Ama ne var ki Bay Bingley bu

köşkü  komşularını  değil,  kendini  düşünerek  tutmuştur.

Burasını  tutmaya  devam  ederken  veya  boşaltırken  de  aynı

ilkelerle  hareket  etmesi  beklenebilir."  Darcy:  "Uygun  bir

öneri alır almaz, orasını boşaltırsa hiç şaşmam," dedi. 248

Elizabeth cevap vermedi. Ondan, daha uzun söz etmekten

korkuyordu. Söylemek istediği başka bir şey de olmadığı için,

konu bulma zahmetini karşısındakine bırakmaya karar verdi.

Bay  Darcy  bunu  anladı  ve  hemen  söze  başladı:  "Burası  çok

rahat  bir  eve  benziyor.  Bay  Collins,  Hunsford'a  ilk  geldiği

zaman  Leydi  Catherine  bu  evi  düzenlemek  için  bir  hayli

uğraştı sanırım."

"Eminim öyledir ve eminim leydi, lütuflarından daha çok

minnet duyacak birisini bulamazlardı."

"Bay Collins açısından çok şanslı görünüyor."

"Evet, gerçekten öyle. Bay Collins'i kabul edebilecek veya

ettikten  sonra  mutlu  edebilecek  aklı  başında  ancak  bir  iki



kadın  bulunabilirdi.  Onun  bunlardan  biriyle  karşılaşma

imkânını  bulmasına  dostları  çok  sevinse  gerek.  Arkadaşım

çok akıllıdır. Hoş Bay Collins ile evlenmesini şimdiye kadar

yaptığı  en  akıllıca  hareket  saymıyorum  ya!  Ama  çok  mutlu

görünüyor. Mantıklı bakılırsa, kuşkusuz bu onun için çok iyi

bir evlilik."

"Ailesine ve dostlarına bu kadar yakın bir yerde oturuyor

olmak da onun adına herhalde hoş bir şey."

"Siz buna yakın mı diyorsunuz? Neredeyse elli mil."

"Yol  iyi  olduktan  sonra  elli  mil  nedir  ki?  Yanm  günden

biraz  daha  uzun  bir  yolculuk!  Evet,  bence  oldukça  yakın

sayılır."

Elizabeth,  oldukça  heyecanlandı.  "Bayan  Collins  ailesine

yakın bir yerde oturuyor demek aklımdan geçmedi." "Bu sizin

Hertfordshire'a  ne  kadar  bağlı  olduğunuzun  kanıtı.  Öyle

sanıyorum  ki,  Longbourn  çevresinin  dışında  kalan  her  yer

size uzak görünüyor."

Bunları söylerken yüzünde beliren anlamlı gülümsemeden

genç  kız,  Bay  Darcy'nin  Jane'i  ve  Netherfleld  köşkünü  ima

ettiği anlamını çıkardı. Elizabeth cevap verirken kızardı: "Bir

kadın  ailesine  pek  yakın  bir  yerde  oturmamalıdır,  demek

istemiyorum.  Uzak  ve  yakın  görecelidir  ve  birçok  değişen

koşullara bağlıdır. Yolculuk masrafını önemsiz kılacak kadar

zengin  olanlar  için  mesafe  sorun  olmaktan  çıkar.  Ama

Charlotte  o  durumda  değil.  Bay  ve  Bayan  Collins'in  rahat

yaşayacak  kadar  gelirleri  var,  ama  bu  para  sık  sık  yolculuk

yapmalarına yetmez. Bence, arkadaşım ailesine burasının yarı



yolu  kadar  bir  mesafede  otursaydı  bile  gene  kendini  yakın

sayamazdı."

Bay  Darcy  iskemlesini  biraz  ona  yaklaştırarak,  "Yerinize

bu  kadar  bağlı  olmaya  hakkınız  yok,"  dedi.  "Her  zaman

Longbourn'da kalamazsınız."

Elizabeth  şaşırdı.  Genç  adam  duygularında  bir  değişiklik

hissedince;  iskemlesini  geri  çekti,  masanın  üzerinden  bir

gazete  aldı  ve  gözlerini  satırlarda  gezdirerek  daha  soğuk  bir

ses tonuyla, "Kent'ten hoşlandınız mı?" dedi.

Kent  hakkında  başlayan  ve  iki  tarafın  da  sakin  ve  kısa

cümleleriyle  devam  eden  konuşma,  yürüyüşten  henüz  dönen

Charlotte ile kız kardeşinin içeri girmesiyle kesildi. Elizabeth

ile  Darcy'yi  baş  başa  bulmak  onları  şaşırtmıştı.  Bay  Darcy,

Bayan  Elizabeth  Bennet'a  rahatsız  etmesiyle  sonuçlanan

hatasını  anlattı;  kimse  ile  fazla  bir  şey  konuşmadan  birkaç

dakika daha oturduktan sonra çıkıp gitti.

O  gider  gitmez  Charlotte,  "Bu  ne  anlama  geliyor?

Eliza'cığım, herhalde sana âşık; yoksa taş çatlasa bizi ziyarete

böyle habersiz gelmezdi."

Ama  Elizabeth  onun  ne  kadar  az  konuştuğunu  anlatınca,

Charlotte'un bütün dileklerine rağmen, bunun aşk işi olmadığı

anlaşılmıştı.  Bir  sürü  olasılık  ileri  sürüldükten  sonra  genç

adamın  yapacak  başka  bir  şey  bulamadığı  için  geldiğinde

karar  kıldılar.  Yılın  bu  mevsiminde  gerçekten  yapılacak  çok

az  şey  vardı.  Açık  hava  sporlarının  mevsimi  geçmişti.  Evde

Leydi  Catherine,  kitaplar  ve  bilardo  ile  de  zaman

geçirebilirdi,  ama  erkeklerin  sürekli  evde  kalmaları



beklenemezdi. Papaz evinin yakınlığı veya oraya giden yolun

güzelliği  ya  da  içinde  oturanlar,  iki  kuzeni  hemen  her  gün

oraya  çekiyordu.  Sabahın  çeşitli  saatlerinde  bazen  ayrı  ayrı,

bazen  birlikte,  arada  sırada  da  teyzelerinin  eşliğinde

misafirliğe  geliyorlardı.  Albay  Fitzwilliam'ın  dostluğundan

hoşlandığı  için  geldiği  ortada  olduğundan,  genç  adam  daha

çok  güven  veriyordu.  Onunla  beraber  olmaktan  duyduğu

memnuniyet,  aynı  zamanda  genç  adamın  açıkça  görülen

hayranlığı,  Elizabeth'e  eski  gözdesi  George  Wickham'ı

hatırlatıyordu.  Onları  kıyaslarken  Albay  Fitzwilliam'ın

tavırlarını Wickham'ınkinden daha az çekici bir yumuşaklıkta

bulmasına  rağmen  kültür  yönünden  albayı,  düşünce

bakımından onu daha üstün buluyordu.

Bay  Darcy'nin  papaz  evine  neden  sık  sık  misafirliğe

geldiğini  anlamak  daha  zordu.  Herhalde  sohbet  etmeye

gelmiyordu,  çünkü  bazen  on  dakika  hiç  ağzını  açmadan

oturduğu  oluyordu.  Konuştuğu  zaman  da  istediği  için  değil

de, gerektiği için konuşuyormuş gibiydi, sanki zevk almıyor,

âdetlerin  gereğine  uyuyordu.  Gerçekten  samimi  göründüğü

zamanlar  enderdi.  Bayan  Collins  ona  nasıl  davranacağını

kestiremiyordu.  Albay  Fitzwilliam'ın  onun  bu  aptallığına

gülmesi, Darcy'nin genelde böyle olmadığını gösteriyordu ki,

Charlotte  onu  az  tanıdığından  bunun  nedenini  kendiliğinden

bilemezdi.  Bu  değişikliğin  aşktan  kaynaklandığına,  bu  aşkın

arkadaşı  Eliza'ya  yöneldiğine  inanmak  istediği  için,  bu

konuyu  halletmeyi  kendine  iş  edindi.  Rosings'e  her

gittiklerinde veya o Hunsford'a her geldiğinde Charlotte, Bay

Darcy'yi  gözetliyor,  ama  bir  sonucu  ulaşamıyordu.

Arkadaşına  sık  sık  baktığı  kesindi,  ama  bu  bakışların  ne

anlama geldiği tartışılırdı. Bu derin, sabit bakışlarda büyük bir




hayranlık  olduğundan  genç  kadın  çoğu  kez  kuşkulansa  da,

bazen  dalgınlıktan  başka  bir  şey  okunamıyordu.  Birkaç  kez

Elizabeth'e,  Darcy'nin  ona  eğilim  duyması  olasılığından  söz

etti;  ama  genç  kız  bu  fikre  hep  gülüyordu.  Bayan  Collins

de  hayal  kırıklığı  ile  bitebilecek  ümitler  uyandırma

tehlikesine karşı bunun üstünde fazla durmayı doğru bulmadı.

Çünkü  Charlotte,  Bay  Darcy'nin  kendine  âşık  olduğuna

inandı,  ğı  anda  Elizabeth'in  ona  karşı  duyduğu  bütün

soğukluğu  kesinlikle  unutacağı  kanısını  edinmişti.  Elizabeth

için  kurduğu  tatlı  hayaller  arasında,  onun  Albay  Fitzwilliam

ile  evlenmesi  de  vardı.  Bu  genç,  eşsiz  derecede  hoş  bir

adamdı; kuşkusuz Elizabeth'i beğeniyordu ve konumu da çok

elverişliydi.  Ama  bütün  bunlara  rağmen  Bay  Darcy'nin

kilisedeki  önemli  nüfuzuna  karşılık  kuzeninin  hiçbir  nüfuzu

yoktu.

XXXIII

Elizabeth  parkta  dolaşırken  birkaç  kez  hiç  beklemediği

anda  Bay  Darcy  ile  karşılaştı.  Başka  kimsenin  gelmediği  bu

yerlere  onu  sürükleyen  rastlantının  tersliğine  sıkılarak  ve

bunun tekrarlanmasını önlemek niyetiyle, kendisinin bu yolu

sevdiğini özellikle belirtti. Bu nedenle ikinci kez rastlaşmaları

çok tuhaftı. Bu da yetmedi, üçüncü kez de karşılaştılar. Bunu

ya  bile  bile,  Elizabeth'i  kızdırmak  ya  da  kendi  kendine

işkence  etmek  için  yapıyor  olmalıydı.  Çünkü  bu

karşılaşmalarda  yalnız  resmi  bir  şekilde  hal  hatır  sorulup,

sıkıcı  bir  duraklamadan  sonra  ayrılıp  gidilmiyordu;  Bay

Darcy  geri  dönüp  Elizabeth  ile  yürümeyi  gerekli  görüyordu.

Genç adam asla fazla konuşmuyordu. Böylelikle Elizabeth ne

konuşma  ne  de  onu  dinleme  sıkıntısına  giriyordu.  Bay




Darcy'nin bazı tuhaf ve birbirini tutmayan sorular sorduğunu

ancak  üçüncü  karşılaşmalarında  fark  etti.  Hunsford'da

olmaktan  memnun  muymuş,  yalnız  yürümeyi  seviyor

muymuş,  Bay  ve  Bayan  Collins'in  mutlu  olduklarını

düşünüyor  muymuş  ve  sonra,  Rosings'den  ve  Elizabeth'in

köşkü  iyice  tanıyamamasından  da  söz  açmış  ve  genç  kız  bir

daha  Kent'e  geldiği  zaman  Rosings'de  kalmasını  ister  gibi

konuşmuştu.  Sözlerinden  bu  anlam  çıkıyordu.  Acaba  bunları

Albay  Fitzwilliam'ı  düşünerek  mi  söylüyordu?  Elizabeth'e,

eğer Bay Darcy bir şey ima etmek istiyorsa, herhalde albay ile

evleneceğini  ima  etmek  istiyormuş  gibi  geldi.  Buna  biraz

üzüldü  ve  yürüye  yürüye  papaz  evine  geldiklerini  görünce

adeta  sevindi.  Bir  gün  gene  böyle  dolaşırken  Jane'in  son

mektubunu  bir  daha  gözden  geçiriyor,  ablasının  bu  mektubu

yazarken  pek  de  mutlu  olmadığını  gösteren  bazı  bölümler

üzerinde duruyordu ki; bu kez karşısına Bay Darcy değil, Bay

Fitzwilliam  çıktı.  Elizabeth  hemen  mektubu  kaldırdı,

gülümsemeye çalışarak:

"Sizin bu taraflarda dolaştığınızı bilmiyordum," dedi.

"Her yıl yaptığım gibi bu kez de parkın her yanını gezdim

ve  gezintimi  papaz  evine  bir  ziyaretle  tamamlama

niyetindeydim. Siz daha yürüyecek misiniz?"

"Hayır, ben de dönmek üzereydim."

Bunun üzerine döndü ve ikisi birlikte eve doğru yürümeye

başladılar. Elizabeth, "Cumartesi Kent'ten ayrılacağınız kesin

mi?" diye sordu. 




"Evet, eğer Darcy gene ertelemezse. Ben ona bağlıyım. O

dilediği  gibi  karar  veriyor."  "Yaptığı  düzenlemeden

hoşlanmasa  bile,  hiç  olmazsa  dilediğini  yapma  gücü  ona

büyük bir zevk verir. Keyfine göre hareket edebilme gücünün

tadını Bay Darcy'den daha güzel çıkaran kimse görmedim."

Albay Fitzwilliam, "Evet," diye cevap verdi, "istediği gibi

hareket etmekten hoşlanır, ama hepimiz öyleyiz. Ama o bunu

yapmak için birçoklarından daha elverişli bir durumda; çünkü

o  zengin,  birçokları  ise  yoksul.  Bu  sözleri  samimiyetle

söylüyorum. Biliyorsunuz ailenin küçük oğlu olarak özveriye

ve  başkalarına  bağımlı  olmaya  kendimi  alıştırmalıyım."

"Bence  bir  unvan  sahibi  babanın  küçük  oğlu  bunların

hiçbirini  bilmez.  Gerçekten,  siz  özveri  nedir,  başkasına

bağımlı  olmak  nedir  biliyor  musunuz?  Parasızlık  ne  zaman

sizi  istediğiniz  yere  gitmekten  veya  imrendiğiniz  bir  şeyi

almaktan alıkoydu?" "Bunlar ölçüye göre değişen sorular. Bu

türden çok zorluk çektiğimi söyleyemem belki, ama daha ağır

basan  sorunlarda  parasızlığın  sıkıntısını  çekmiş  olabilirim.

Örneğin, küçük oğullar istedikleri zaman evlenemezler."

"Zengin  bir  kadını  beğenmediği  sürece;  sanırım  çoğu

zaman  öyle  oluyor."  "Para  harcama  alışkanlıklarımız  bizi

yeterince özgür davranmaktan yoksun bırakır. Hayatta benim

mevkiimde  olanlar  arasında  paraya  hiç  aldırmadan

evlenebilenlerin sayısı Çok değil." 

'Bana  bir  şey  ima  etmeye  mi  çalışıyor?'  diye  düşündü

Elizabeth  ve  bu  düşünceyle  yüzü  renkten  renge  girdi.  Ama

kendini toplayarak, canlı bir tavırla, "Küçük oğulların piyasa

fiyatı  nedir?"  diye  sordu.  "Yalvarırım  söyleyin.  Ağabey  pek




hastalıklı  olmadıkça,  elli  bin  sterlinden  fazla  istemezsiniz

umarım?"


Genç  adam  da  ona  aynı  şakacılıkla  cevap'  verdi  ve  bu

konu  böylece  kapandı.  Konuşmalarının  etkisi  altında  kaldığı

sanısını uyandırabilecek bir sessizliği önlemek için Elizabeth

hemen:  "Herhalde,"  dedi,  "kuzeniniz  sizi  buraya  sadece

yanında  buyruk  verebileceği  birisi  bulunsun  diye  getirdi.

Neden  evlenip  de  buyruğu  altında  sürekli  birisini

bulundurmayı  sağlamadığına  şaşıyorum.  Ama  belki  şimdilik

bu  amaca  kız  kardeşi  hizmet  ediyordur.  Sonra  ona  bakan  da

yalnızca  kendisi  olduğu  için,  kızı  istediği  gibi  idare

ediyordur." "Hayır, bu benimle paylaşmak zorunda olduğu bir

avantaj. Çünkü Bayan Darcy'nin ortak velileriyiz."

"Gerçekten öyle misiniz? Ne tür bir vasilik, lütfen söyler

misiniz?  Ona  bakmak  size  çok  zahmet  veriyor  mu?  O  yaşta

genç  bayanların  yönetimi  bazen  güç  olur  ve  eğer  onda  da

gerçek  bir  Darcy  ruhu  varsa,  keyfinin  istediğini  yapmaktan

herhalde  hoşlanıyordur."  Bu  sözleri  söylerken  genç  adamın

kendisine  dikkatle  baktığını  fark  etti.  Georgiana  Darcy'nin

onların  rahatını  kaçırdığını  sanmasına  neyin  neden  olduğunu

sorarken genç adamın takındığı tavır, Elizabeth'de şu veya bu

bakımdan  gerçeğe  pek  yaklaştığı  kanısını  uyandırdı.  Hemen

cevap  verdi:  "Korkmanıza  gerek  yok.  Georgiana  Darcy'nin

aleyhinde  hiçbir  şey  duymadım.  Belki  de  dünyanın  en  söz

dinleyen  varlıklarından  birisidir.  Tanıdığım  bazı  leydiler,

Bayan  Hurst  ve  Bayan  Caroline  Bingley,  kendisini  pek

beğeniyorlar.  Sanırım  onları  tanıdığınızı  söylemiştiniz."

"Biraz.  Kardeşleri  de  hoş  ve  beyefendi  bir  adam.  Darcy'nin

çok  iyi  arkadaşı."  Elizabeth  kuru  bir  sesle,  "A,  evet,"  dedi,



"Bay  Darcy,  Bay  Bingley'ye  karşı  eşsiz  ve  sevecen  bir  dost,

ona çok büyük bir özen gösteriyor."

"Özen  mi?  Evet,  Darcy'nin,  Bingley'nin  en  çok  ihtiyaç

duyduğu  zamanlarda  ona  özen  gösterdiğini  sanıyorum.

Buraya  gelirken  bana  söylediklerinden  anladığıma  göre

Bingley  bu  bakımdan  ona  çok  şey  borçlu.  Fakat  bunu

söylemem ne kadar doğru bilmiyorum, ama kastettiği kişinin

Bingley olduğunu sanmıyorum. Bu yalnızca bir tahmin." "Ne

demek istiyorsunuz?"

"Bu  Darcy'nin  doğal  olarak  duyulmasını  istemediği  öyle

bir durum, çünkü bayanın ailesi duyarsa hoş olmaz."

"Bunu kimseye söylemeyeceğime güvenebilirsiniz."

"Ama söz konusu kişinin Bingley olduğunu sanmam için

fazla  bir  neden  olmadığını  unutmayın.  Darcy'nin  bana

söylediği  sadece  Şu:  Son  günlerde  bir  arkadaşını  çok

düşüncesizce  bir  evliliğin  doğurabileceği  uygunsuzluklardan

kurtardığı için, kendi kendini kutluyormuş. Ancak ne bir isim

verdi, ne de başka bir ayrıntı. Başını bu gibi dertlere sokacak

türden  bir  genç  olduğuna  inandığım  için  ben  Bingley

olmasından  şüphelendim.  Sonra  bütün  yazı  da  birlikte

geçirdiklerini biliyorum."

"Bay Darcy bu işe niçin karıştığını size söyledi mi?"

"Anladığıma göre, karşı çıkması için kızın aleyhine birçok

neden  vardı."  "Onları  birbirinden  ayırmak  için  ne  gibi

beceriler  göstermiş?"  Fitzwilliam  gülerek,  "Bana  kendi



becerilerinden  söz  etmedi,"  dedi,  "sadece  şimdi  size

anlattıklarımı söyledi."

Elizabeth  cevap  vermedi  ve  kalbi  öfkeden  sıkışarak

yürümeye devam etti. Onu biraz süzdükten sonra Fitzwilliam

neden  bu  kadar  düşünceli  olduğunu  sordu.  Genç  kız,  "Bana

söylediklerinizi  düşünüyorum,"  dedi.  "Kuzeninizin  hareketi

duygularımla  uyuşmuyor.  Neden  bu  karan  vermek  ona

düşmüş?"


"Sanırım  onun  bu  işe  karışmasına  burnunu  sokma

türünden bir işe karışma gözüyle bakıyorsunuz."

"Bay  Darcy  arkadaşının  eğilimlerinin  yerinde  olup

olmadığı  konusunda  bir  karar  verme  hakkını  kendinde  nasıl

görüyor  veya  bu  arkadaşın  nasıl  mutlu  olacağına,  yalnızca

kendi  kafasına  göre  nasıl  karar  verebiliyor!  Anlamıyorum,

ama,"  diye  devam  etti  genç  kız  kendini  toparlayarak:  "İşin

içyüzünü  hiç  bilmediğimiz  için  yargılamamız  doğru  değil.

Demek ki ortada büyük bir sevgi yokmuş."

"Yerinde bir kuşku. Yalnız ortada sevgi yoksa, Darcy'nin

rolü  de  çok  önemli  sayılmaz."  Bu  sözler  şaka  edasıyla

söylenmişti, ama genç kıza göre bunlar, Bay Darcy'nin gerçek

bir portresini çiziyordu. Kendine güvenip cevap veremedi, bu

nedenle  hemen  sözü  değiştirerek  eve  gelinceye  kadar  çeşitli

konulardan konuştu. Misafirleri gider gitmez odasına kapandı

ve bütün duyduklarını hiç durmadan zihninde tekrarladı. Söz

konusu  iki  insanın,  tanıdığı  bu  iki  insandan  başkası  olması

düşünülemezdi. Dünyada Bay Darcy'nin sözünü bu kadar çok

geçirebileceği  iki  insan  bulunamazdı.  Bay  Bingley  ile  Jane'i

birbirinden ayırmak için alınan önlemlerde Bay Darcy'nin de




payı  olduğundan  zaten  kuşkusu  yoktu,  ama  bu  önlemlerin

uygulamaya konma işini Bayan Caroline Bingley'in yaptığını

sanıyordu.  Oysa  Jane'in  çektiği  ve  hâlâ  da  çekmekte  olduğu

bütün  ıstıraplara  neden  Darcy'ydi;  Darcy'nin  gururu  ve

kaprisi.  Dünyanın  en  şefkatli,  en  içten  insanının  bütün

mutluluk  ümitlerini  hiç  değilse  bir  süre  için  mahvetmişti  ve

yaptığı  kötülüğün  etkisinin  ne  kadar  süreceğini  kimse

söyleyemezdi.  Albay  Fitzwilliam,  "Karşı  çıkması  için  kızın

aleyhinde birçok neden vardı!" demişti ve belki de bu güçlü

karşı  çıkma  nedenleri  kasaba  noteri  olan  bir  eniştesi  ve

Londra'da tüccar olan bir dayısı olmasıydı.

Elizabeth,  "Jane'in  kişiliğinde,"  diye  düşündü,  "hiçbir

kusur bulunamaz. Güzellik ve iyilik timsali. Anlama yeteneği

mükemmel,  kafası  işler,  hali  ve  tavrı  çekicidir.  Babam

aleyhine  de  bir  şey  söylenemez.  Kendine  has  bazı  huylan

varsa da, Bay Darcy'nin bile küçümseyemeyeceği yeteneklere

ve  onun  belki  de  hiç  erişemeyeceği  üstün  niteliklere  sahip."

Ama  annesini  düşününce  az  da  olsa  güveni  sarsıldı;  ancak

Bay  Darcy'nin  bu  konudaki  itirazlarının  ağır  basabileceğini

sanmıyordu.  Çünkü  genç  kıza  göre,  arkadaşının  yakınlarının

önemli  kimseler  olmaması,  bu  adamın  gururunda  kafalı

kimseler  olmamasından  daha  derin  bir  yara  açardı.  Sonunda

Elizabeth, Bay Darcy'nin kısmen kötü kibirinin etkisi altında,

kısmen  de  Bay  Bingley'ye  kendi  kız  kardeşini  verme  adına

böyle  davrandığı  kararına  vardı.  Bu  konunun  neden  olduğu

üzüntü  ve  gözyaşlanndan  Elizabeth'in  başı  ağrımaya

başlamıştı; bu ağrı akşama doğru iyice arttı ve Bay Darcy'yi

görmeme  isteği  de  buna  katılınca  o  gün  Rosings'de  çaya

davetli  olan  Collins'lerle  beraber  çıkmamaya  karar  verdi.

Bayan  Collins  onun  gerçekten  rahatsız  olduğunu  görerek




gelmesi  için  zorlamadı,  kocasının  ısrarına  da  elinden  geldiği

kadar engel oldu. Ama Bay Collins, Elizabeth'in evde kalışına

Leydi  Catherine'in  canı  sıkılacağından  endişe  ettiğini

gizleyemedi.

Onlar  gidince  Elizabeth,  Bay  Darcy'ye  olan  öfkesini

mümkün  olduğu  kadar  artırmak  istiyormuş  gibi,  Kent'e

geldiğinden  beri  Jane'den  aldığı  mektupları  incelemeye

koyuldu.  Bunlarda  doğrudan  doğruya  hiçbir  yakınma

olmadığı  gibi,  ne  geçmişten  ne  de  şimdiki  üzüntülerden  söz

ediliyordu.  Ama  mektupların  tamamında  ve  neredeyse  her

satırında  Jane'in  üslubuna  özgü,  huzur  içinde  olmaktan  ve

herkesin iyiliğini düşünmekten doğan berrak neşenin eksikliği

hissediliyordu.  Elizabeth,  huzursuzluk  belirten  her  cümlenin

üzerinde,  ilk  okuyuşunda  göstermediği  bir  dikkatle  durdu.

Bay  Darcy'nin  yarattığı,  gücü  yettiği  için  utanmadan

böbürlendiği  mutsuzluk,  genç  kızı  ablasının  ıstırabına  karşı

daha 

da 


hassaslaştınyordu. 

Darcy'nin 

Rosings'deki

misafirliğinin iki gün sonra sona ereceğini, ayrıca iki haftadan

kısa  bir  süre  içinde  kendisinin  de  Jane  ile  beraber  olacağını

düşünmek  büyük  bir  avuntuydu.  Bu  sayede  neşesi  yerine

geldi.  Sevecenlik  duygusunun  gücü  nelere  yetiyordu.  Gerçi

Darcy'nin  Kent'den  ayrılacağını  düşünürken  kuzeninin  de

beraber  gideceğini  hatırlamamak  elinden  gelmiyordu.  Ama

Albay  Fitzwilliam  evlenmeye  niyeti  olmadığını  açıkça

söylemişti.  Gerçi  hoş  bir  adamdı,  ama  genç  kız  bu  yüzden

kendini  üzecek  değildi.  Genç  kız  kendi  kendine  böyle

sonuçlara  varırken  ansızın  kapının  zili  onu  hayallerinden

ayırdı  ve  gelenin  Fitzwilliam  olması  olasılığını  düşünerek

heyecanlandı.  Bir  kere  daha  böyle  akşam  üzeri  bir  ziyarete

gelmiş  olan  genç  adam,  belki  de  şimdi  özellikle  hatırını




sormak için geliyordu. Ama bu fikir hemen silindi ve büyük

bir  şaşkınlıkla  Bay  Darcy'nin  odaya  girdiğini  görünce

bambaşka  duygulara  kapıldı.  Bay  Darcy  aceleci  bir  tavırla

genç kızın rahatsızlığını sordu; Elizabeth'in daha iyi olduğunu

öğrenme  dileğiyle  geldiğini  ima  etti.  Genç  kız  soğuk  bir

nezaketle  karşılık  verdi.  Bay  Darcy  birkaç  dakika  oturdu,

sonra  ayağa  kalkarak  odada  dolaşmaya  başladı.  Elizabeth

şaşırmıştı, ama bir kelime bile söylemedi. Birkaç dakika süren

bir  sessizlikten  sonra,  Darcy  heyecanlı  bir  tavırla  genç  kıza

doğru eğildi:

"Boşuna mücadele ettim. Faydası yok. Duygularım baskı

tanımıyor.  Size  ne  kadar  hayran  olduğumu,  sizi  ne  kadar

sevdiğimi söylememe izin verin," dedi. Elizabeth'in şaşkınlığı

kelimelerle  ifade  edilemezdi.  Gözlerini  açıp  genç  adama  dik

baktı;  kızarıyor,  duyduklarına  inanamıyor  ve  hiçbir  şey

söyleyemiyordu. Bunu yeterli bir yüreklendirme olarak kabul

eden  Bay  Darcy  hemen  genç  kıza  karşı  beslediği  ve  uzun

süredir  beslemekte  olduğu  bütün  duygulan  saydı.  Güzel

konuşuyordu;  ama  dudaklarından  dökülenlerin  dışındaki

duyguları da göze çarpıyordu; sonra gurur konusunda, hisleri

konusunda  olduğundan  daha  akıcı  konuşuyordu.  Genç  kızın

kendinden  aşağı  seviyede  oluşu,  onunla  evlenince  mevkiinin

küçüleceği,  önceleri  mantığının  aşkına  karşı  koymaya

çalıştığı  üzerinde  içtenlikle  durdu.  Varmak  istediği  sonuç  ile

ilgili  olduğu  görülen  bu  sözler,  yaptığı  teklifin  iyi

karşılanmasına yardım edeceğe benzemiyordu.

Elizabeth bu adama karşı duyduğu büyük nefrete rağmen,

onun  gibi  bir  adamın  sevgisini  kazanmasının  ne  büyük  bir

şeref olduğu düşüncesinden kendini alamıyordu. Hisleri bir an



bile  değişmemiş;  önce  karşısındakinin  ıstırap  duyacak

olmasına üzülmüş, fakat daha sonra Darcy'nin kullandığı dilin

uyandırdığı  öfke  her  türlü  merhamet  duygusunu  yok  etmişti.

Yine  de  cevap  verirken  soğukkanlı  ve  sakin  olmaya  çalıştı.

Bay  Darcy,  bütün  çabalarına  rağmen  yenemediği  sevgisinin

gücünü  belirterek  ve  yaptığı  teklifin  kabul  edilerek

ödüllendirileceğini  umduğunu  söyleyerek  sözlerini  bitirdi.

Genç  kız  onun  teklifinin  olumlu  karşılanacağına  dair  hiç

kuşkusu  olmadığını  rahatlıkla  görüyordu.  Korktuğunu  ve

endişe  duyduğunu  söylediği  halde,  yüzünden  tam  bir  güven

okunuyordu. Böyle bir durum ancak öfkeyi artırabilirdi, Bay

Darcy susunca yüzü kıpkırmızı kesilen Elizabeth:

"Öyle  sanıyorum  ki,"  dedi,  "bu  gibi  hallerde,  belirtilen

hislere her ne kadar aynı şekilde karşılık verilmese de, gönül

borcu  belirtmek  yerleşmiş  bir  kuraldır.  Minnettarlık

duyulması  normaldir  ve  eğer  minnettarlık  duyabilseydim,

şimdi size teşekkür ederdim. Ama bunu yapamıyorum. Sizin

gözünüze girmeyi hiçbir zaman istemedim ve herhalde siz de

hiç istemeden bana açıldınız. Kim olursa olsun, birine ıstırap

vermek beni üzer. Yine de bu, bilerek ve isteyerek olmamıştır

ve  umarım  kısa  sürecektir.  Bana  karşı  olan  ilginizi  itiraf

etmenize  uzun  zaman  engel  olduğunu  söylediğiniz  duygular,

bu  açıklamadan  sonra,  bu  ıstırabı  yenmekte  herhalde  büyük

bir zorluk çekmeyecektir."

Bu  sözlerin,  şömineye  yaslanmış,  gözlerini  genç  kızın

yüzüne dikmiş olarak duran Bay 263

Darcy'de  güceniklik  kadar  şaşkınlık  da  uyandırdığı

görülüyordu.  Yüzü  öfkeden  sararmıştı,  aklının  karıştığı

yüzünün  her  çizgisinden  okunabiliyordu.  Sakin  görünmek



için  mücadele  ediyordu  ve  sakinleştiğinden  emin  olmadan

ağzını açmadı. Bu sessizliği Elizabeth'e işkence gibi gelmişti.

Sonunda zoraki bir sakinlikle:

"Alma  şerefini  kazandığım  cevap  bu  kadar  mı?"  dedi.

"Biraz  nazik  olmak  için  hiçbir  gayret  gösterilmeden  böyle

reddedilişimin  nedenini  öğrenmek  sanırım  hakkımdır.  Ama

değmez, önemi yok."

Elizabeth,  "Öyleyse  benim  de  sormak  hakkımdır,"

cevabını  verdi.  "Beni  kıracağınızı  gücüme  gideceğini  bile

bile,  neden  beni  sevmemek  için  iradenizle,  mantığınızla,

üstelik kendi kişiliğinizle mücadele ettiğinizi söylediniz? Eğer

size  karşı  kaba  davrandımsa,  bu  yeterli  bir  neden  değil  mi?

Ama ortada beni kışkırtan başka nedenler de var. Bunu siz de

biliyorsunuz!  Duygularım  olumsuz  değil  de  tarafsız,  hatta

olumlu bile olsaydı, gene de hiçbir düşünce beni, çok sevgili

kardeşimin mutluluğunun belki de sonsuza kadar yıkılmasına

neden olan bir adamı kabul etmeye heveslendiremezdi."

Elizabeth  bu  sözleri  söylerken  Bay  Darcy'nin  rengi

değişti;  ama  bu  heyecan  kısa  sürdü  ve  genç  kızı  sözünü

kesmeden dinledi.

Elizabeth,  "Hakkınızda  kötü  düşünmem  için  çok  neden

var,"  dedi.  "O  konuda  oynadığınız,  haksız  ve  acımasız  rolü

hiçbir hareket haklı gösteremez. Onları ayıran tek değilse de,

başlıca  rolü  oynadığınızı  yadsımaya  cesaret  edemezsiniz.

Birini  kaprisli  ve  kararsız,  öbürünü  de  ümitleri  kırılmış  bir

zavallı  olarak  alay  konusu  ettiniz.  Her  ikisini  de  çok  büyük

acıya boğdunuz."



Genç  kız  durakladı.  Bay  Darcy'nin  hiçbir  pişmanlık

duymadığını  gösteren  bir  tavırla  kendini  dinlediğini  görünce

öfkesi  büsbütün  arttı.  Hatta  Bay  Darcy  ona  inanamıyormuş

gibi bir gülümseme ile bakıyordu.

"Bunu  yaptığınızı  inkâr  edebilir  misiniz?"  diye  sorusunu

tekrarladı  Elizabeth.  Genç  adam  bundan  sonra  zoraki  bir

soğukkanlılıkla  şu  cevabı  verdi:  "Arkadaşımı  kardeşinizden

ayırmak  için  ne  elimden  gelen  her  şeyi  yaptığımı,  ne  de

başarımdan  dolayı  sevindiğimi  inkâr  etmek  gibi  bir  niyetim

yok. Ona yaptığım bu iyiliği yazık ki kendime yapamadım."

Elizabeth  ince(!)  sözlere  aldırış  etmez  göründü,  ama

adamın  ne  demek  istediği  dikkatinden  kaçmamıştı,  hem,

böyle sözler onu yumuşatmaya yetmezdi. "Size olan nefretim

yalnızca  bu  olaydan  kaynaklanmıyor,"  dedi.  "Hakkınızdaki

görüşüm  bundan  çok  önce  kesinleşmişti.  Bay  Wickham'ın

aylarca  önce  bana  anlattıkları  sizin  karakterinizi  açığa

vurmuştu.  Bu  konuda  söyleyecek  bir  şeyiniz  var  mı?

Kendinizi  hangi  hayali  dostluk  hareketiyle  savunabilir  veya

başkalarına  hangi  uydurma  suçlan  yükleyebilirsiniz?"  Darcy

kızararak cevap verdi: "Görüyorum ki, bu gencin çıkarlarına

derin ilgi gösteriyorsunuz."

"Başına  gelen  kötülükleri  öğrenen  hangi  insan  ona  karşı

ilgisiz  kalabilir?"  Darcy  hakaret  edercesine  tekrarladı:

"Kötülükmüş!  Evet  çok  büyük  kötülük,  doğrusu!"  Elizabeth

de öfke ile bağırdı: "Hem de hepsi sizin işiniz! Onu bugünkü

fakir  duruma  siz  düşürdünüz.  Onun  için  hazırlandığını

bildiğiniz  fırsatları  elinden  aldınız.  Ömrünün  en  güzel

yıllarını  arzu  ettiği  ve  hak  ettiği  bağımsızlıktan  yoksun

bıraktınız.  Siz  bütün  bunları  yaptınız!  Böyle  olduğu  halde



talihsizliğinden  söz  açılınca  bunu  hakaret  ve  alayla

karşılayabiliyorsunuz."  Darcy  odada  acele  adımlarla

dolaşarak  bağırdı:  "Demek  hakkımdaki  düşünceniz  bu!  Ben

sizin  gözünüzde  demek  böyle  bir  adamım!  Bunu  bu  kadar

açıkça anlattığınız için size teşekkür ederim. Bu hesaba göre

kusurlarım  gerçekten  büyük!"  Durup  Elizabeth'e  dönerek;

"Ama  ciddi  bir  girişime  kalkışmaktan,  beni  uzun  zaman

engelleyen endişeleri samimi olarak itiraf ederek gururunuzu

incitmeseydim bu kusurlarıma belki de göz yumulurdu. Eğer

yaptığım mücadeleleri daha ustaca bir politika ile gizlemiş ve

sizi, şahsınıza aklımla, fikrimle, her şeyimle eşsiz ve tertemiz

bir  eğilim  besleyerek  bağlandığıma  inandıracak  övgülere

boğmuş  olsaydım  belki  bu  ağır  suçlamalar  açıkça

söylenmezdi.  Fakat  ben  her  türlü  yapmacıklıktan  nefret

ederim. Anlattığım hisler için de utanç duymuyorum. Bunlar

doğal  ve  haklı  duygulardır.  Akrabalarınızın  alt  tabakadan

olmasından mutluluk duymamı ve durumları benden o kadar

belirgin  biçimde  aşağı  düzeyde  olan  akrabalar  kazanacağım

için kendimi tebrik etmemi bekleyebilir misiniz?"

Elizabeth  öfkesinin  gitgide  arttığını  hissediyordu.  Ama

büyük bir çaba harcayarak sakin konuşmaya çalıştı: ¦

"Daha  kibar  davransaydınız,  sizi  reddederken  biraz

üzülecektim.  İfade  tarzınızın  bende  bundan  daha  başka  bir

etki yaptığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz." Bu sözler üzerine

Bay  Darcy'nin  irkildiğini  gören  Elizabeth,  onun  bir  şey

söylememesi üzerine devam etti:

'Teklifinizi  nasıl  yaparsanız  yapın,  hiçbir  zaman  olumlu

karşılayamazdım."  Genç  adamın  şaşırdığı  apaçık  ortadaydı.

Elizabeth'e  inanamamazlık  ve  öfkeyle  karışık  bir  ifadeyle



bakıyordu:  "Diyebilirim  ki,  ta  en  başından,"  dedi  Elizabeth,

"sizinle  tanıştığım  ilk  andan  itibaren  tavırlarınızdan  kibirli,

herkese  tepeden  bakan  ve  başkalarının  duygularını  hakir

gören  bencil  biri  olduğunuzu  anladım.  İşte  bu,  sonraki

olayların  yarattığı  sarsılmaz  nefrete  bir  temel  oldu.  Sizi

tanıyalı bir ayı geçmeden, dünyada evlenmeye razı olacağım

son erkek olduğunuzu hissettim."

"Yeterince  anlattınız,  sayın  bayan.  Duygularınızı  iyice

kavrıyorum  ve  benim  için  kendi  duygularımdan  utanmaktan

başka yapacak şey kalmadı. Bu kadar çok zamanınızı aldığım

için  beni  affetmenizi  ve  sağlığınız  ve  mutluluğunuz

konusunda en iyi dileklerimi kabul etmenizi rica ederim."

Bu sözleri söyleyerek odadan çıktı ve Elizabeth bir dakika

sonra onun sokak kapısını açıp evden çıktığını duydu. Ayakta

duracak  gücü  kalmamıştı  ve  halsizlikten  oturup  yarım  saat

ağladı.  Olup  bitenleri  düşünürken  duyduğu  şaşkınlık,  her

defasında  biraz  daha  artıyordu.  Bay  Darcy'nin  ona  evlenme

teklifinde bulunması, aylardan beri kendisini sevmesi, hem de

bu  sevginin,  ablasıyla  arkadaşının  evlenmesine  engel  diye

ileri sürdüğü ve kendisi için de hiç olmazsa aynı derecede var

olan engellere rağmen onunla evlenmek isteyecek kadar güçlü

olması, adeta inanılmaz bir şeydi! Farkında olmadan bu kadar

büyük  bir  sevginin  esin  kaynağı  olmak  elbette  ki  gurur

vericiydi.  Ama  Bay  Darcy'nin  gururu...  O  ,  iğrençlik

derecesindeki  gururu,  Jane'e  yaptıklarını  hayasızca  anlatışı,

reva  gördüğü  zalimce  davranışı  inkâr  etmeye  kalkışmadan

Bay Wickham'dan söz ederken gösterdiği duygusuzluk, bütün

bunlar, Darcy'nin kendisine âşık olmasının Elizabeth'de bir an

için  uyandırdığı  acımayı  hemen  yenmişti.  Bu  heyecanlı



düşünceler,  Leydi  Catherine'in  arabasının  sesi  ile  kendine

gelip  de  Charlotte'un  karşısına  çıkacak  halde  olmadığını

hatırladığı ana kadar devam etti. Hemen odasına koştu. 

XXXV

Elizabeth ertesi sabah uyandığı zaman aklında, bir akşam

önce  gözlerini  kapayıncaya  kadar  aklını  dolduran  aynı

düşünceler vardı. Olup bitenlerin şaşkınlığından hâlâ kendini

kurtaramamıştı;  başka  bir  şey  düşünebilmesine  de  imkân

yoktu.  Hiçbir  iş  yapacak  halde  olmadığı  için  kahvaltıdan

hemen  sonra  açık  havaya  çıkmaya  karar  verdi.  Doğruca,  en

sevdiği  yürüyüş  yoluna  gidiyordu  ki;  Bay  Darcy'nin  bazen

oraya  geldiğini  hatırlayarak  durdu,  parka  gireceği  yerde

patikadan yukarı doğru giderek parmaklığın dışındaki yoldan

yürümeye  başladı.  Tahta  parmaklıklar  hâlâ  bir  sınır

oluşturuyordu  ve  genç  kız  parmaklıklı  kapılardan  birinden

açık  alana  çıktı.  Buradaki  patika  boyunca  üç  dçrt  kere

yürüdükten  sonra,  sabahın  güzelliği  onu  öylesine  etkilemişti

ki;  parmaklıklı  kapılardan  birinin  önünde  durup  parkın  içine

baktı.  Kent'te  geçirdiği  beş  hafta,  çevrede  büyük

değişikliklere  yol  açmıştı;  her  yeni  gün,  fidanların

yapraklarım  biraz  daha  sıklaştınyordu.  Tam  yürüyüşüne

devam  etmek  üzereyken,  parkın  kenarındaki  koruya  benzer

ağaçlıkta  kendine  doğru  gelen  bir  erkek  görür  gibi  oldu  ve

bunun  Darcy  olmasından  endişelenerek,  geri  dönmeye

yeltenmişken;  gelen  kişinin  artık  onu  görecek  kadar

yaklaştığını  fark  etti.  Bu  genç  heyecanla  ileri  atılarak  ona

adıyla  seslenmişti.  Elizabeth  arkasını  dönmüştü  ama  adını

duyunca, çağıranın Bay Darcy olmasına rağmen tekrar kapıya

doğru yürüdü. O sırada genç adam da o kapıya varmıştı. Bir




zarf uzatarak, "Sizinle karşılaşma ümidiyle bir süredir koruda

dolaşıyordum.  Bu  mektubu  okuma  şerefini  bana  bağışlar

mısınız?"  dedi.  Elizabeth  zarfı  iradesi  dışında  almıştı.  Genç

adam  sözlerini  bitirdikten  sonra  hafif  bir  reverans  yaparak

tekrar  fidanlığa  döndü  ve  hemen  gözden  kayboldu.  Hiçbir

keyif  ummamakla  beraber  büyük  bir  merak  duyan  Elizabeth

zarfı açtı. îçinden sık satırlarla doldurulmuş iki kâğıt çıkınca

merakı  daha  çok  arttı.  Elizabeth  patikada  yoluna  devam

ederek  mektubu  okumaya  başladı.  Rosings'de  sabah  sekizde

yazılan  mektup  şöyleydi:  "Bu  mektubu  alınca  sayın  bayan,

dün  akşam  size  pek  itici  gelen  o  duyguların  bir  daha

tekrarlanacağından  veya  o  tekliflerin  yenileneceğinden

korkmayın. Her ikimizin mutluluğu için de hemen unutulması

gereken  dilekler  üzerinde  durarak  size  ıstırap  vermek  veya

kendimi  küçültmek  istemem.  Karakterim  bu  mektubun

yazılmasını ve okunmasını gerektirmeseydi, ne kendimi ne de

sizi böyle bir sıkıntıya sokardım. Onun için sizden bu sıkıntıyı

yüklenmenizi 

istediğim 

için 


beni 

bağışlamalısınız.

Duygularınızın  böyle  bir  şeyi  yapmayı  istemeyeceğini

biliyorsam da, bağışlamanızı adalet duygunuzdan bekliyorum.

Dün  akşam  bana  birbirinden  farklı  ve  hiçbir  zaman  aynı

ağırlıkta  olmayan  iki  suç  yüklediniz.  Birincisi,  ikisinin  de

duygularına  aldırmayarak  Bay  Bingley  ile  kardeşinizi

birbirlerinden  ayırdığım;  öbürü  de  onu  ve  insanlık

kavramlarını  hiçe  sayarak  Bay  Wickham'ı  hızlı  bir  refahtan

yoksun  bıraktığım  ve  geleceğini  mahvettiğimdir.  Çocukluk

arkadaşımı, babamın sevgisini kazandığını bildiğim bir genci,

himayemizden  başka  bir  desteği  olmayan  ve  bu  himayenin

faydalarını  göreceğine  inanarak  yetişen  bir  adamı  bilerek  ve

isteyerek  silkip  atmak,  sevgileri  ancak  birkaç  haftalık  ömre

sahip  olan  iki  insanı  ayırmakla  kıyaslanamayacak  bir



ahlaksızlıktır.  Hareketlerimi  ve  bunların  nedenlerini  anlatan

şu satırları okuduktan sonra, dün akşam o kadar bol keseden

yağdırılan suçların şiddetinden gelecekte korunmuş olacağımı

umarım.  Eğer  bana  ait  olan  bu  hareketleri  açıklarken  sizi

gücendirebilecek  duygular  dile  getirmem  gerekirse  buna

ancak  üzüldüğümü  söyleyebilirim.  Gereken  ne  ise

yapılmalıdır,  gereğinden  fazla  özür  dilemek  saçmadır.

Hertfordshire'a  gelişimden  kısa  bir  süre  sonra,  başkaları  gibi

ben  de  Bay  Bingley'nin  ablanızı  etraftaki  bütün  genç

kızlardan  üstün  tuttuğunu  fark  ettim.  Ama  Netherfıeld'deki

dansın  olduğu  akşama  kadar  duygularının  ciddi  bir  hal

aldığından endişe etmemiştim. Arkadaşımın daha önce de sık

aşık  olduğunu  gördüm.  O  baloda,  sizinle  dans  etme  şerefini

kazandığım  sırada,  Sir  Wüliam'ın  rastlantı  eseri  verdiği

bilgiden,  Bingley'nin  ablanıza  karşı  gösterdiği  ilginin,

herkeste,  onların  evlenmeleri  yönünde  bir  beklentiye  yol

açtığım  anladım.  Sir  Wüliam  bundan,  çok  kesin  yalnızca

zamanı  kararlaştırılacak  bir  olay  diye  söz  etmişti.  O  andan

sonra  arkadaşımın  hareketlerini  dikkatle  izledim  ve  Bayan

Jane  Bennet'a  duyduğu  eğilimin  onda  şimdiye  kadar

gördüklerimin en kuvvetlisi olduğunu anladım. Kardeşinizi de

inceledim.  Görünüşü,  hareketleri  sade,  neşeli  ve  çok

çekiciydi,  ama  arkadaşıma  özel  bir  eğilim  belirtisi

göstermiyordu. O geceki incelemeden edindiğim kanıya göre,

ablanız  arkadaşımın  ilgisini  memnunlukla  karşılamakla

beraber  onun  duygularına  ortak  olmuyor,  onun  ilgisini  davet

etmiyordu.  Eğer  bu  noktada  siz  yanilmamışsanız  ben  bir

hataya  düşmüş  olmalıyım.  Kardeşinizi  benden  daha  iyi

tanımanız,  ikinci  olasılığı  kesinlikle  güçlendiriyor.  Eğer

durum  böyle  ise,  eğer  ben  böyle  bir  yanılgı  sonucu  onun

ıstırap  çekmesine  neden  olmuşsam,  kızmakta  haksız



değilsiniz.  Yalnız  şunu  çekinmeden  belirtmek  isterim,

ablanızın yüzündeki ve tavırlarındaki tasasızlık, en keskin bir

gözlemcide  bile,  huyu  ne  kadar  uysal  olursa  olsun,  kalbine

kolay  etki  edilemeyeceği  kanısını  uyandırıyordu.  Onun

arkadaşıma  karşı  kayıtsız  olduğuna  inanmaya  kuşkusuz

istekliydim.  Ancak,  incelemeler  yaparken  ve  kararlar

verirken,  genellikle  dileklerimin  ve  korkularımın  etkisi

altında 


kalmadığımı 

söylemek 

isterim. 

Ablanızın

kayıtsızlığına,  öyle  olmasını  istediğim  için  değil;  tarafsız  bir

kanıya  dayanarak  inandım.  Mantığımla  bunu  ne  kadar  açık

olarak istemişsem, edindiğim kanı da o kadar açık. Benim bu

olayda  karşı  çıktığım  noktalar,  dün  akşam,  benim

durumumda,  üstesinden  gelmenin  çok  büyük  bir  çaba

gerektirdiğini 

söyleyerek 

saydıklarım 

değildir.

Akrabalarınızın yüksek mevkide olmamasının arkadaşım için

olduğu gibi, benim için de zararı yok. Ama karşı çıkmak için

başka nedenler de vardı. Bu nedenler hâlâ var. Hâlâ iki evlilik

için  de  aynı  derecede  sakıncalı  olmakla  birlikte  ben,  bu

engelleri 

sizinle 

evlenmeyi 

isteyebilecek 

kadar


unutabildiysem bu, engeller ortadan kalktığı için değil onlarla

hemen  karşılaşmayacağım  içindir.  Kısaca  da  olsa  bunları

saymak  gerekir.  Annenizin  ailesinin  durumu,  gerek

kendisinin,  gerek  üç  küçük  kardeşinizin  saygı  ve  görgü

kurallarına  hemen  hiç  aldırış  etmemeleri,  hatta  arada  sırada

babanızın  da  aynı  şekilde  davranması  bunların  yanında  hiç

kalıyordu.  Beni  bağışlayın.  Sizi  gücendirmek  bana  acı

veriyor.  Ama  en  yakın  akrabalarınızın  kusurlarının

uyandırdığı üzüntüye, bunların böyle göz önüne dökülmesinin

yarattığı  sıkıntıya  rağmen,  aynı  eleştirilere  uğramayacak

biçimde davrandığınızı düşünmek sizin için büyük bir teselli

olsun. Sizin de, ablanızın da saygın bir görgüye ve ruha sahip




olduğunuz  her  zaman  kabul  ediliyor.  O  gece  olup  bitenlerin

iki taraf hakkındaki düşüncelerimi doğruladığını da söylemek

isterim.  Çok  bahtsız  saydığım  bir  birleşmeden  arkadaşımı

uzaklaştırmak  için  önceden  duyduğum  istekler  güçlenmişti.

Kuşkusuz  anımsadığınız  gibi,  Bingley  ertesi  günü  Londra'ya

gitmişti.  Benim  bu  işteki  rolümün  ne  olduğunu  şimdi

anlatacağım. Bay Bingley 'nin kız kardeşleri de benim kadar

endişeye  düşmüşlerdi  ve  duygularımızın  ortak  olduğu  çok

geçmeden  ortaya  çıktı.  Kardeşlerini  uzaklaştırmak  için

kaybedecek zaman olmadığı konusunda hepimiz aynı görüşte

olduğumuz  için  bir  an  önce  Londra'da  ona  katılmaya  karar

verdik.  Hemen  gittik;  ben  de  ona  evlenmenin  doğuracağı

belirli kötülükleri anlatmaya koyuldum. Ama bu sakıncaların

sayılıp  dökülüşü  arkadaşımın  azmini  ne  kadar  sarsıp

geciktirse  de  sonunda  evlenmesine  engel  olmayacaktı,

sanıyorum.  Bu  işin  bozulmasına  asıl  neden,  bu  sakıncaların,

kardeşinizin 

Bingley'ye 

karşı 

kayıtsız 



olduğunun

alçakgönüllüce sözlerle güçlendirilmesiydl Bunu hiç tereddüt

etmeden  yaptım.  Arkadaşım  sevgisine,  ablanızın  aynı  güçle

değilse  de  samimiyetle  karşılık  verdiğine  inanıyordu.  Ama

çok  alçakgönüllü  olduğu  ve  kendininkilerden  çok,  benim

yargılanma  güvendiği  için  aklandığına  onu  inandırmak  pek

güç  olmadı.  Bu  kanıyı  ona  aşıladıktan  sonra,  Hertfordshire'a

dönmekten  vazgeçirmek  bir  anlık  bir  mesele  bile  değildi.

Buraya  kadar  yaptıklarım  için  kendimi  suçlu  göremiyorum.

Bu  olayda  yalnızca  bir  hareketimi  iç  rahatlığıyla

düşünemiyorum;  o  da,  ablanızın  Londra'da  olduğunu  ondan

gizlemek  için  hilelere  başvuracak  kadar  alçalmamdır.  Bayan

Jane  Bennet'ın  geldiğinden  haberim  vardı.  Bayan  Camiine

Bingley'den  öğrenmiştim,  ama  kardeşi  hâlâ  bilmiyor.

Karşılaşmalarından  kötü  bir  sonuç  çıkmaması  olasıydı,  ama



Bingley'nin  ablanıza  duyduğu  aşk  onunla  karşılaşmasını

tehlikesiz kılacak kadar sönmemiş gibi görünüyordu. Belki bu

gizleyiş, bu yalan bana yakışmazdı. Ama oldu bir kere ve iyi

niyetle  oldu.  Bu  konuda  daha  fazla  söyleyeceğim  söz,

dileyeceğim  daha  fazla  özür  de  yok.  Eğer  kız  kardeşinizin

kalbini  yaralamışsam  bunu  bilmeyerek  yaptım;  bu

hareketimin nedenleri size doğal olarak yetersiz görünebilirse

de  bence  bunlar  hâlâ  haklı  nedenlerdir.  Daha  ağır  olan  öbür

suçlamaya,  Bay  Wickham'a  kötülük  ettiğim  savına  gelince:

Bu suçlamayı çürütmenin tek yolu Bay Wickham'm ailem ile

ilişkisini  olduğu  gibi  önünüze  sermektir.  Onun  \yeni  aslında

ne  ile  suçladığını  bilmiyorum,  ama  size  anlatacaklarımın

doğruluğuna,  gerçeği  söylediklerinden  kuşku  duyulmayacak

birden  çok  tanık  gösterebilirim.  Bay  Wickham,  uzun  yıllar

bütün Pemberley mülkünün yönetimiyle ilgilenmiş çok saygın

bir adamın oğludur. Bu adamın görevim yaparken gösterdiği

dürüstlük  üzerine  kuşkusuz  babamda  ona  yardım  isteği

uyandı  ve  isim  babası  olduğu  George  Wickham'ı  bunun  için

iyiliklere,  lütuflara  boğdu.  Ona  önce  okulda,  daha  sonra  da

Cambridge'de  destek  oldu.  Bu  yardım  çok  önemli,  çünkü

kendi  babası,  konsanın  savurganlığı  yüzünden  her  zaman

parasız  olduğu  için,  ona  iyi  bir  eğitim  sağlayamayacaktı.

Babam, tavırları çok çekici olan bu gencin yalnız sohbetinden

hoşlanmakla kalmıyor, aynı zamanda ona çok değer veriyordu

ve  papazlık  yapacağı  yeri  umduğundan  çok  önce  hazırladı.

Bana  gelince;  Bay  George  Wickham  hakkındaki  olumlu

fikirlerimin  değişmesinin  üstünden  uzun  yıllar  geçti.  En  iyi

dostundan bile gizlemeye dikkat ettiği çapkınlığı ve ilkesizliği

kendisi ile hemen aynı yaşta ve onu düşünceli davranmadığı

anlarda da görme fırsatlarına sahip olan bir gencin gözünden

kaçamazdı.  Ama  babam  Bay  Darcy'nin  bunları  bilmesine



imkân  yoktu.  Burada  da  gene  size  ıstırap  vereceğim  bunun

derecesini  ancak  siz  bilebilirsiniz.  Bay  Wickham'ın

uyandırdığı  duygular  ne  olursa  olsun  bu  duyguların

içyüzünden kuşkulanmak benim bu gencin gerçek karakterini

açığa vurmamı engelleyemez, aksine beni böyle davranmaya

iter. 



Mükemmel bir insan olan babam beş yıl kadar önce öldü.

Bay  Wickham'a  olan  bağlılığı  son  dakikaya  kadar  hâlâ  çok

güçlüydü,  vasiyetnamesinde  bu  gencin  papazlık  rütbesini

aldığı takdirde ilk boşalan papazlığa atanmasını bana vasiyet

ediyor,  aynı  zamanda  ona  bin  sterlin  bırakıyordu.  Onun

babası  da  çok  yaşamadı.  Bu  olaylardan  sonra  altı  ay

geçmeden  Bay  Wickham  bana  bir  mektup  yazarak,  sonunda

papazlık  rütbesi  almaktan  vazgeçtiğini  bildirdi  ve

yararlanamayacağı  papazlık  ödentisine  karşılık,  daha  erken

bir parasal yarar görme ümidini akılcı bulacağımı umduğunu

belirtti.  Bay  Wickham  mektubunda,  hukuk  eğitimi  alacağını

ekliyor,  bin  sterlinin  faizinin  bu  eğitim  için  yetmeyeceğine

dikkatimi  çekiyordu.  Samimi  olduğuna  inanmadımsa  da

inanmak  istedim  ve  teklifini  kabul  ettim.  Bay  Wickham'ın

papaz  olmaması  gerektiğini  biliyordum.  Bu  nedenle  sorun

hemen çözüldü. Kilisede her türlü hak iddiasından vazgeçti ve

buna  karşılık  üç  bin  sterlin  aldı.  Böylece  aramızdaki  bütün

bağlar  kopmuştu.  Hakkında  edindiğim  fikirler  o  kadar

kötüydü  ki,  onu  hiç  Pemberley'ye  çağırmadım  ve  Londra'da

da  kendisiyle  arkadaşlık  etmedim.  Öyle  sanıyorum  ki

çoğunlukla  Londra'da  kalıyordu;  ama  hukuk  eğitimi  aldığı

uydurmacadan  başka  bir  şey  değildi.  Artık  her  türlü

sınırlamadan  uzak  olduğu  için  tam  bir  serseri  ve  zampara

hayatı  sürüyordu.  Üç  yıl  kadar,  ondan  pek  az  haber  aldım.

Ama  daha  önce  yerine  onun  geçmesini  düşündüğümüz  köy

papazının ölmesi üzerine bana mektupla başvurarak kendisini

tavsiye  etmemi  diledi,  beni  durumunun  çok  kötü  olduğuna

inandırmaya çalışıyordu, buna inanmak benim için zor değildi

Bay  Wickham  mektubunda  yazdığına  göre  hukuk  eğitimini

pek yararsız bulmuş, kendisini adı geçen papazlığa önerirsem




papaz  olmaya  kesin  karar  vermiş:  Buraya  atanacak  başka

birisini  bulamayacağımdan,  bu  nedenle  dileğini  yerine

getireceğimden pek az kuşkusu varmış, sonra sevgili babamın

vasiyetini  herhalde  unutmuş  olamazmışım.  Bu  dileği

reddettiğim  ve  tekrarlanmasını  önlediğim  için  beni

suçlayamazsınız.  Bay  Wickham'ın  durumunun  darlığı

oranında  agfesifliği  de  artıyordu  ve  bana  ne  kadar  şiddetli

sitemlerde  bulunuyorsa  etrafa  da  aleyhimde  o  kadar  şiddetli

bir  dil  kullanıyordu.  İş  bu  dereceye  geldikten  sonra,  artık

birbirimizle 

bağımızı 

kopardık. 

Nasıl 

yaşadığını



bilmiyordum.  Ama  geçen  yaz,  gene  çok  ıstırap  verici  bir

şekilde  onunla  uğraşmak  zorunda  kaldım.  Şimdi  size  benim

bile  unutmak  istediğim  bir  şeyi,  bugünkü  durum  olmasaydı

mümkün  değil  kimseye  açmayacağım  bir  durumu

anlatacağım.  Bu  kadarını  söyledikten  sonra  artık  size

güvenebileceğime kuşkum yok. Benden on yaştan fazla küçük

olan  kız  kardeşim,  annemin  yeğeni  Fitzwilliam'ın  ve  benim

vasiliğimize bırakılmıştı. Bir yıl kadar önce onu okuldan aldık

ve Londra'da kendisi için bir apartman katı tuttuk. Geçen yaz

kardeşim,  bu  katın  yönetimiyle  ilgilenecek  olan  bayan  ile

birlikte  Ramsgate'e  gitti.  Bay  Wickham  da  oraya  gitti  ki,

bunun planlı bir hareket olduğuna kuşku yok, çünkü sonradan

ortaya  çıktığına  göre,  karakterinde  pek  acıklı  bir  şekilde

aldandığımız Bayan Younge ile aralarında bir tanışıklık vardı.

Bu  bayanın  göz  yumması  ve  yardımı  ile,  Bay  Wickham,

şefkatli  kalbinde,  çocukluğu  sırasında  ona  iyi  davranan  bu

gencin kuvvetle anısını saklayan kardeşimi aldattı; kendisine

âşık  olduğuna  inandırarak  beraber  kaçmaları  için  onu  ikna

etti.  Kardeşim  o  zaman  on  beş  yaşındaydı,  bu,  onun  mazur

görülmesine  yeter.  Onun  bu  düşüncesizliğini  anlattıktan

sonra,  bu  tasarıyı  ben  gene  onun  ağzından  duyduğumu



eklemekten  mutluluk  duyacağım.  Kaçmayı  kararlaştırdıkları

tarihten bir iki gün önce, sürpriz bir şekilde ansızın Londra'ya

gitmiştim.  Georgiana,  adeta  bir  baba  bildiği  ağabeyini

kederlendirmeyi  aklına  bile  getirmeyerek  bana  her  şeyi

anlattı. Neler hissettiğimi ve nasıl hareket ettiğimi hayalinize

getirebilirsiniz. Kardeşimin şerefini ve hislerini düşünerek bu

işi gizli tuttum; ama oradan hemen kaçan Bay Wickham'a bir

mektup yazdım ve tabii Bayan Younge'a da yol verdim. Bay

Wickham'ın başlıca hedefi kuşkusuz kız kardeşimin otuz bin

sterlinlik  servetiydi;  ama  benden  intikam  alma  ümidinin  de

bunda  kuvvetli  bir  etkisi  olduğunu  sanmamak  elimden

gelmiyor.  Gerçekten  bu  tam  anlamıyla  bir  intikam  olacaktı.

İşte,  sayın  bayan,  ikimizi  de  ilgilendiren  bütün  olayların

gerçek  hikâyesi  budur.  Eğer  bunu  yalan  diyerek  silkip

atmazsanız,  umarım,  bundan  böyle  beni,  Bay  Wickham'a

karşı  zalimce  davranarak  işlediğim  suçla  ilgili  olarak

bağışlayacaksınız.  Size  ne  yolla,  nasıl  yalanlarla  etki  ettiğini

bilmiyorum;  ama  başarı  kazanmış  olmasına  şaşmıyorum,

çünkü  ikimiz  hakkında  daha  önceleri  hiçbir  şey

bilmiyordunuz. 

Soruşturmaya 

girişmek 

gücünüzün

dışındaydı,  kesinlikle  kuşkulanmak  da  istememiştiniz.  Belki

bütün  bunların  size  neden  dün  akşam  söylenmediğine

şaşıyorsunuzdur.  Ama  o  sırada  nelerin  söylenip  nelerin

söylenmemesi  gerektiğini  kestirecek  kadar  kendime  hâkim

değildim.  Burada  anlattıklarımın  hepsinin  doğruluğuna

özellikle  Albay  Fitzmilliam'ı  şahit  gösterebilirim.  Yakın

akrabalığımız,  sıkı  ve  candan  dostluğumuzdan  ve  bunların

hepsinden  önemlisi,  babamın  vasiyetnamesinin  yerine

getirilmesiyle  uğraşanlardan  biri  olduğundan,  bu  işleri  ister

istemez  bütün  incelikleriyle  bilmektedir.  Eğer  bana  karşı

nefretiniz  söylediklerimin  değerini  sıfıra  indiriyorsa,




kuzenimin  bilgisine  başvurmanızda  sakınca  söz  konusu

olamaz.  Onun  fikrini  almaya  imkân  bulabilmeniz  için  bu

mektubu  size  öğleden  önce  verme  fırsatını  arayacağım.

Sözlerime  ekleyeceğim  tek  bir  şey  var:  Tanrı  sizi  korusun.

Fitzwüliam Darcy"

XXXVI

Bay Darcy ona mektubu verdiği zaman Elizabeth evlenme

teklifinin  yenileneceğini  ummamış,  ama  bu  çeşit

açıklamalarla  karşılaşacağı  da  hiç  aklına  gelmemişti.  Durum

böyle  olunca  bunları  nasıl  bir  merakla  okuduğu,  nasıl

birbirleriyle  çelişkili  duygulara  kapıldığı  tahmin  edilebilir.

Gözleri  satırlarda  dolaşırken  duyduğu  hisler  tam  olarak  tarif

edilemezdi.  Bay  Darcy'nin  özür  dilemeyi  istemiş  olmasına

Elizabeth  hayret  ediyordu.  Genç  adamın  yapacağı

açıklamanın,  biraz  olsun  utanma  nedir  bilen  bir  kimsenin

gizlemek  isteyeceği  türden  olacağına  kesinlikle  inanmıştı.

Netherfield'de  olanları  anlatan  satırları  okumaya  başlarken

işte  böyle  kuvvetli  bir  önyargının  etkisi  altındaydı.  Öyle  bir

heyecanla okuyordu ki okuduklarını anlayamıyor, bir sonraki

cümlede ne olduğunu öğrenmek için gösterdiği sabırsızlıktan

gözlerinin  önündeki  cümleye  bakamıyordu.  Bay  Darcy'nin

ablasının  tasasızlığı  hakkındaki  kanısına  Elizabeth  hemen

yanlış damgasını vurdu ve Bingley ile Jane'in evlenmesindeki

gerçek  ve  kötü  bir  ifadeyle  karşı  çıkma  nedenlerini  anlatışı,

genç  kızı  içinde  ona  karşı  adil  davranmak  için  herhangi  bir

istek  bırakmayacak  kadar  çok  öfkelendirdi.  Darcy,  yaptıkları

için pişmanlık duyduğunu söylemiyordu ki; bu da Elizabeth'in

ondan beklediği tutumdu. Üslubuna pişmanlık değil, küstahlık

hâkimdi.  Mektup  baştan  aşağı  kibirli  ve  küstah  bir  ifade




taşıyordu.  Ama  Netherfield  konusu  bitip  de  sıra  Bay

Wickham'la  ilgili  anlattıklarına  gelince,  Bay  Wickham

hakkındaki  bütün  iyi  düşüncelerini  bir  kenara  bırakmasını

gerektiren  olayları  biraz  daha  dikkatle  okuyunca,  duygulan

daha  acı  verici  ve  anlatılmaz  bir  hal  aldı.  Bu  satırlarla,

Wickham'ın  hayatı  hakkında  kendi  ağzından  dinledikleri

arasında  korkunç  bir  yakınlık  vardı.  Şaşkınlık,  korku  ve

hatta dehşet duygularıyla ezildi. Hepsini yalanlamak isteğiyle

tekrar  tekrar,  "Yalan  olmalı  bu!  Olamaz!  Küstahça

uydurulmuş bir yalan!" diye bağırdı. Bütün mektubu okuyup

bitirince,  son  sayfalardan  hiçbir  şey  anlamaksızın  mektubu

acele  katlayıp  çantasına  koydu,  bu  mektuba  önem

vermeyecek, bir daha açıp okumayacaktı.

Bu kafa karışıklığı ve doğru dürüst bir şey düşünemeden

yürümeye devam etti. Fakat olmadı. Yarım dakika geçmeden

mektup  yine  açılmış  ve  genç  kız  elinden  geldiğince  kendini

toplayarak  Wickham  hakkındaki  satırları  tekrar  okumaya

başlamıştı.  Kendisi  için  pek  üzücü  olan  bu  işi  yaparken,  her

cümlenin  anlamını  incelemeye  kendini  zorlayacak  kadar

kuvvet  buldu.  Pemberley  ailesiyle  olan  ilişkisi,  baba

Darcy'nin  yaptığı  iyilikler  bu  derece  büyük  olduğunu

bilmemekle  birlikteWickham'ın  daha  önce  anlattıklarıyla

uyuşuyordu. Ama sıra vasiyete gelince büyük bir fark ortaya

çıkıyordu. 

Wickham'ın 

papazlık 

hakkındaki 

sözleri


hafızasında çok canlıydı ve bu sözleri hatırladıkça iki taraftan

birinin  büyük  bir  ikiyüzlülük  ettiğini  hissetmemek  mümkün

değildi.  Birkaç  dakika  için  dileklerinde  yanılmadığmı

düşünerek sevindi, ama mektubu tekrar ve büyük bir dikkatle

okudu;  Wickham'ın  kiliseyle  ilgili  her  türlü  hakkından

vazgeçmesine  karşılık  üç  bin  sterlin  gibi  önemli  bir  para




almasını  izleyen  olayların  ayrıntılı  anlatımı  genç  kızın  ister

istemez  kuşkuya  düşmesine  yol  açtı.  Mektubu  kapadı,

durumu  tarafsız  olmaya  çalışarak  tarttı,  iki  gencin  sözlerini

ayrı ayrı düşündü, ama gene de işin içinden çıkamadı. Her iki

taraf da sadece iddialarda bulunuyordu. Mektubu gene okudu.

Bay  Darcy'nin  hareketinin  çok  utanılır  niteliğinden  hiçbir

şekilde kurtulmasının mümkün olmadığına inandığı bu konu,

ne  tuhaf  ki  onun  tamamıyla  suçsuz  olabileceği  bir  şekil

alabiliyordu.  Bay  Darcy'nin  Wickham'ı  hiç  duraksamadan

suçladığı  serserilik  ve  çapkınlık  kızın  havsalasına  sığmıyor,

bu  suçların  haksız  yere  yöneltildiğine  dair  bir  kanıt

bulamamak onu büsbütün şaşırtıyordu. Bay Wickham'ın ... ili

alayına  katılmadan  önceki  hayatı  hakkında,  bu  alaya,

Londra'da  tesadüfen  karşılaşıp  şöyle  böyle  arkadaş  olduğu

genç  bir  adamın  tavsiyesiyle  girdiği  dışında  da  hiçbir  şey

bilmiyordu.  Ondan  önceki  hayatına  dair  Hertfordshire'da,

kendi  anlattıkları  dışında  da  hiçbir  şey  bilmiyordu.  Gerçek

karakterini  anlamak  için  araştırma  yapabilecek  durumda

olsaydı  bile  bunu  yapma  gereğini  duymayacaktı.  Yüzü,  sesi

ve tavırları her türlü meziyete sahip bir genç diye tanınmasına

yetmişti.  Onu,  Bay  Darcy'nin  saldırılarından  koruyacak

herhangi  bir  yüce  gönüllülüğünü  veya  hiç  değilse  Bay

Darcy'nin  yıllarca  süren  kötülük  ve  avarelik  yıllan  diye

tanımladığı,  fakat  Bay  Wickham'm  gelip  geçici  hatalar

sınıfına  sokmaya  çalıştığı  zamanların  kefareti  sayılabilecek

üstün  bir  meziyetini  hatırlamaya  çalıştı.  Fakat  başaramadı.

Onu  tavır  ve  hareketlerindeki  bütün  çekiciliğiyle  gözünün

önünde  canlandırabiliyor,  fakat  çevrenin  genellikle  edindiği

iyi  fikirden,  karargâhta  hoşsohbetliğinin  kazandırdığı

itibardan  başka  bir  şey  hatırlayamıyordu.  Bu  nokta  üzerinde

bir  hayli  durduktan  sonra  okumaya  devam  etti.  Ne  yazık  ki,



Bay  Wickham'ın  Georgiana  Darcy  için  kurduğu  tuzağın

hikâyesi, daha bir gün önce sabahleyin Albay Fitzwilliam ile

arasında  geçen  konuşma  ile  doğrulanmış  sayılabilirdi.

Sonunda  her  konuda  bizzat  Albay  Fitzvvilliam'dan  açıklama

istemeye  davet  ediliyordu,  kuzeninin  bütün  olaylarıyla

yakından  ilgilendiğini  kendi  ağzından  duyduğu  ve

karakterinden  kuşkulanmasına  bir  neden  olmayan  albaydan.

Bir  an  ona  başvurmaya  karar  verdi,  ama  bunun  çok  tuhaf

kaçacağını  düşünerek  duraksadı.  Bay  Darcy  kuzeninin

doğrulayacağından  emin  olmasaydı  zaten  böyle  bir  teklif

yapmazdı.  Bu  düşünce  Elizabeth'i  Albay  Fitzwilliam  ile

görüşmekten büsbütün vazgeçirdi.

Bay  Philips'lerde  görüştükleri  ilk  gece  Bay  Wickham  ile

arasında  geçen  her  şeyi  çok  iyi  hatırlıyordu.  Kullandığı

deyimlerin birçoğu hâlâ aklındaydı. Bu sözlerin bir yabancıya

anlatılmasındaki uygunsuzluğun ancak şimdi farkına varıyor,

bunun  daha  önce  dikkatinden  kaçmış  olmasına  şaşıyordu.

Özel işlerini böyle ortaya dökmesindeki kabalığı ve sözleriyle

hareketlerinin  birbirini  tutmadığını  da  görüyordu.  Bay

Wickham'ın  Bay  Darcy'yle  karşılaşmaktan  korkmadığını,

onun  isterse  ülkeden  çıkıp  gidebileceğini,  ama  kendisinin

ondan  bir  adım  bile  uzaklaşma  gereğini  duymadığını

söyleyerek  böbürlendiğini,  ama  böyle  olduğu  halde  daha  bir

hafta  sonra  Netherfîeld  balosuna  gitmekten  kaçındığını

hatırlıyordu.  Ayrıca  Netherfield  ailesi  Londra'ya  gitmeden

önce  Bay  Wickham'ın  hayatını  kendisinden  başka  kimseye

anlatmadığını,  fakat  onlar  gittikten  sonra  bu  konunun  her

yerde  konuşulmaya  başlandığını  da  hatırladı.  Babasına  karşı

duyduğu  saygının  kendisini  Bay  Darcy'yi  herkesin  önünde

küçültmekten alıkoyduğunu Elizabeth'e kesin olarak söylediği




halde,  aradan  fazla  zaman  geçmeden  aynı  Bay  Darcy'yi  hiç

duraksamadan, hiç çekinmeden yerin dibine sokmuştu.

Onunla  ilgili  her  şey  şimdi  nasıl  bambaşka  bir  anlama

bürünüyordu!  Bayan  King'e  gösterdiği  ilgiye  de  sadece  ve

sadece iğrenç para sevgisinden başka bir ad verilemezdi. Bu

kızın  servetinin  az  oluşu  da  Wickham'ın  isteklerinin  ölçülü

olmasından  değildi,  ne  bulursa  onu  kapmak  isteyişinin

kanıtıydı. Kendisine karşı davranışında da hoş görülür bir yan

olamazdı: Ya serveti hakkında yanlış bilgi edinmişti yahut da

Elizabeth onu beğendiğini çok düşüncesizce belli etmiş ve hiç

düşünüp  taşınmadan  gösterdiği  yakınlığı  körükleyerek  kendi

gururunu tatmin etmişti. Genç kızın aklındaki düşünceler Bay

Wickham'ı  temize  çıkarmak  için  şimdi  daha  az  mücadele

etmeye  başlamıştı.  Sonra  Jane  aylarca  önce  bu  işten  Bay

Bingley'ye  söz  ettiği  zaman  Bay  Darcy'nin  hiçbir  suçu

olmadığı  cevabını  almıştı.  Elizabeth  bunu  Darcy'nin  lehinde

bir nokta olarak hatırladı. Elizabeth onları bir araya getiren ve

böylece  kendisinin  Bay  Darcy'nin  bazı  özelliklerini

öğrenmesine  fırsat  veren  tanışıklıkları  süresince  bu  genç

adamın  ilkesiz,  adaletsiz  veya  ahlaksızlık  sayılacak  tarafları

bulunduğuna  dair  bir  şey  görmemişti.  Bay  Darcy  kendi

yakınları  arasında  sayılıyor,  ona  değer  veriliyordu.  İyi  bir

ağabey olduğunu Wickham da kabul etmişti. Kız kardeşinden

büyük bir sevecenlikle söz ettiğini Elizabeth birçok kez kendi

kulağıyla duymuştu ve bu onun sevme yeteneğinin kanıtıydı;

duygulan da Wickham'ın anlattığı gibi olsa, hakkının bu kadar

açıkça  çiğnenmesi  kimsenin  gözünden  kaçamaz,  Darcy  bu

kadar kötü biri olsa her şeyden önce Bay Bingley gibi sevimli

bir  adamla  dostluk  edemezdi.  Evet,  bütün  bunlar  birer

gerçekti.  Genç  kız  kendi  kendinden  tam  anlamıyla




utanıyordu.  Darcy'yi  ve  Wickham'ı  her  düşündüğünde  gözü

kör,  taraflı,  önyargılı  ve  saçma  sapan  davrandığını

hissediyordu. "Ne alçakça hareket etmişim!" diye hayıflandı.

"Ben  ki  hep  iyi  ile  kötüyü  birbirinden  ayırma  yeteneğimle

gururlanırdım! Ben ki, çoğu kez ablamın yüce gönüllülüğünü

ve açıksözlülüğünü küçümser, kendi bilgiçliğimle yararsız ve

ayıplanacak  bir  güvensizlikle  övünmekten  memnunluk

duyardım!  Ne  küçültücü  bir  keşif!  Ama  bu  küçülmeyi  hak

ettim  ben.  Âşık  olsaydım  bu  kadar  kör  olamazdım.  Fakat

benim  budalalığım  aşktan  değil,  kendimi  beğenmişlikten.

Daha  yeni  tanıştığım  birinin  beni  başkalarına  tercih

etmesinden duyduğum memnunlukla, diğerinin reddetmesine

karşı  hissettiğim  güceniklikle  bu  iki  genç  konusunda

hislerimle  hareket  ettim,  cahillik  yapmakta  inat  ettim,

mantıktan  uzaklaştım.  Bu  ana  kadar  ben  kendi  kendimi  bile

tanımıyormuşum."

Düşünceleri  kendinden  Jane'e,  Jane'den  Bingley'ye  gidip

geliyordu.  Çok  geçmeden  Bay  Darcy'nin  bu  konuda

anlattıklarını yeterli bulmadığından mektubu bir daha okudu.

Bu  ikinci  okuyuş  bambaşka  bir  etki  yaratmıştı.  Wickham

konusunda  doğruluğunu  kabul  etme  zorunluluğunu  hissettiği

iddiaları  Jane  konusunda  nasıl  reddederdi?  Bay  Darcy

ablasının 

bağlılığından 

kuşkulandığını 

söylüyordu;

Charlotte'un  da  aynı  düşüncede  olduğunu  Elizabeth  ister

istemez  hatırladı.  Darcy'nin  Jane'in  duygularını  tanımlarken

haklı  olduğunu  da  yadsımıyordu.  Öyle  hissediyordu  ki  Jane,

duygulan çok ateşli olduğu halde bunları pek az gösteriyordu

ve havasında ve tavırlannda çoğu zaman derin bir duygusallık

ile uyuşmayan bir serinkanlılık vardı.




Ailesinin  pek  can  sıkıcı,  ama  haklı  bir  küçümsemeyle

tanımlandığı  kısma  gelince  şiddetli  bir  utanç  duydu.

Darcy'nin  ileri  sürdüğü  kusurlar,  inkâr  edemeyeceği  bir

kuvvetle  yüzüne  çarpıyordu.  Hem,  Netherfleld  balosunda

yaşanan  ve  Bay  Darcy'nin  Jane  ile  Bingley'nin  evlenmesine

karşı çıkma nedenlerini kuvvetlendirdiğini ima ettiği olaylar,

genç adamın kafasında Elizabeth'inkinden daha güçlü bir etki

yapamazdı. Genç kız bu arada kendine ve ablasına yöneltilen

övgülerden çok hoşlanmıştı. Gene de bu övgüler ailenin diğer

aile  fertlerinin  uyandırdığı  aşağılık  duygusundan  ötürü

duyduğu  sıkıntıyı  biraz  olsun  yatıştırmasına  rağmen

gideremedi. Jane'in uğradığı hayal kırıklığına aslında en yakın

akrabalarının neden olduğunu, bunların ölçüsüz hareketlerinin

hem  ablasına  hem  de  kendine  itibarlanndan  çok  şey

kaybettireceğini  düşündükçe  (o  zamana  kadar)  hiç

hissetmediği derin bir karamsarlığa kapıldı.

Yolda  iki  saat  kadar  bir  aşağı  bir  yukarı  dolaştıktan,  her

türlü düşünceyi denedikten, olayları tekrar değerlendirdikten,

olasılıkların  üzerinde  durduktan  ve  bu  kadar  ani,  bu  kadar

önemli  bir  değişikliğe  kendini  mümkün  olduğu  kadar

alıştırmaya  çalıştıktan  sonra,  hissettiği  yorgunluk  ve  evden

çıkalı  çok  olduğunu  hatırlamayınca  nihayet  eve  dönmesi

gerektiğini düşündü. Her zamanki gibi neşeli görünme isteği

ve  konuşma  hevesini  kıracak  sıkıntılı  düşünceleri  dağıtma

kararıyla içeri girdi.

Rosings  Köşkü'nden  iki  beyefendinin  de  kendisi  evde

yokken misafirliğe geldiğini hemen haber verdiler. Bay Darcy

veda  etmek  için  sadece  birkaç  dakika  durmuş,  ama

Fitzwilliam  en  az  bir  saat  oturup  Elizabeth'in  dönmesini



beklemişti;  az  daha  onu  buluncaya  kadar  çıkıp  parkta

dolaşacaktı. Elizabeth, onunla vedalaşamadığına üzülmüş gibi

görünse de, aslında buna sevinmişti. Artık Albay Fitzwilliam

umurunda değildi, yalnızca mektubu düşünüyordu. 



XXXVII

İki  kuzen  ertesi  sabah  Rosings'den  ayrıldılar.  Onlara  son

bir  kez  veda  etmek  için  bekçi  kulübelerinin  yakınlarında

bekleyen  Bay  Collins,  her  ikisinin  de  çok  sağlıklı  ve

Rosings'de  yaşanan  kederli  ayrılık  sahnesinden  sonra

olabileceği kadar neşeli oldukları müjdesini evdekilere getirdi

ve  sonra  da  Leydi  Catherine  ile  kızını  teselli  etmek  için

hemen  Rosings'e  koştu.  Dönüşünde  sayın  leydiden,

iletmekten büyük bir memnunluk duyduğu bir haber getirmiş,

leydinin çok sıkıldığı için hepsinin o gece yemeği Rosings'de

yemelerini istediğini bildirmişti.

Elizabeth,  Leydi  Catherine'i  görünce,  ister  istemez  eğer

Bay  Darcy'yi  reddetmeseydi  şimdi  ona  gelecekteki  yeğeni

diye  tanıtılacağını  düşündü.  Buna  sayın  leydinin  ne  kadar

öfkeleneceğini  düşünürken  de  gülümsemekten  kendini

alamıyordu.  Kendi  kendine,  "Acaba  bu  işe  ne  derdi?  Bana

karşı nasıl davranırdı?" diye sorup duruyordu.

İlk  konuşma  Rosings'in  tenhalaştığı  konusunda  oldu.

Leydi Catherine, "İnanın bana, çok kötü oldum," dedi. "Öyle

zannediyorum  ki  dostlarının  yokluğu  kimseye  bana  olduğu

kadar  dokunmaz.  Üstelik  bu  iki  gence  çok  düşkünüm  ve

onların  da  bana  çok  düşkün  olduklarını  biliyorum!  Giderken

pek  kederliydiler!  Hep  böyle  olurlar.  Albaycığım  son

dakikaya  kadar  neşesini  koruyabildi,  ama  Darcy,  ayrılık




acısını  geçen  yıldan  daha  derin  duymuşa  benziyordu.

Rosings'e bağlılığı kuşkusuz giderek artıyor."

Burada Bay Collins, anne ile kızın gülümseyerek karşılık

verme lütfunu gösterdikleri bir iltifat ve bir nükte savurdu.

Yemekten  sonra  Leydi  Catherine,  Elizabeth  Bennet'ın

neşesiz göründüğüne işaret etti ve hemen bunu genç kızın bu

kadar kısa zamanda Longbourn'a dönmek istemediği şeklinde

yorumlayarak:

"Eğer neden bu ise, annenize yazarak biraz daha kalmak

için 


izin 

istemelisiniz. 

Bayan 

Charlotte 



Collins

arkadaşlığınızdan  eminim  çok  memnun  olacaktır,"  dedi.  ,

Elizabeth,  "Nazik  davetiniz  için  size  çok  minnettarım  sayın

leydim,"  diye  cevap  verdi.  "Fakat  bunu  kabul  etmeme

imkân'yok.  Gelecek  cumartesiye  Londra'da  bulunmalıyım."

"Ama o zaman burada yalnızca altı hafta kalmış olacaksınız.

Ben iki ay kalacağınızı umuyordum. Siz daha gelmeden önce

Bayan  Collins'e  söylemiştim.  Bu  kadar  çabuk  gitmeniz  için

herhangi bir neden olamaz. Kuşkusuz Bayan Bennet sizsiz on

beş  gün  daha  yapabilir."  "Ama  babam  yapamaz.  Geçen

haftaki  mektubunda  bir  an  önce  dönmemi  söylüyordu."

"Anneniz  izin  verdikten  sonra,  babanız  da  kesinlikle  izin

verir.  Kız  çocukları  baba  için  hiçbir  zaman  o  kadar  önemli

değildir. Eğer burada bir ay daha kalırsanız, haziranın başında

bir  haftalığına  Londra'ya  gideceğimden  ikinizden  birini

götürebilirim.  Dawson  kupa  arabayla  gidilmesine  itiraz

etmediği için birinizi alabilecek yer olacak. Hatta hava serin

olursa,  ikinizi  birden  almakta  sakınca  görmem,  çünkü  ikiniz

de  şişman  olmadığınızdan  sığabilirsiniz."  "Çok  iyisiniz,



efendim,  fakat  asıl  programımıza  bağlı  kalmak  zorunda

olduğumuzu sanıyorum."

Leydi  Catherine  ısrar  etmekten  vazgeçmiş  görünüyordu.

"Bayan 


Collins, 

giderken 

yanlarında 

bir 


uşak

göndermelisiniz.  Biliyorsunuz,  her  zaman  düşündüğümü

açıkça  söylerim;  iki  genç  kızın  yalnız  başlarına  posta

arabasıyla  yolculuk  etmeleri  dünyada  en  çok  nefret  ettiğim

şeydir. Çok yakışıksız bir şey. Ne yapıp edip yanlarına birini

vermelisiniz.  Genç  kızlar  daima  seviyelerine  göre  iyi

korunmalı ve iyi bakılmalıdır. Geçen yaz yeğenim Georgiana,

Ramsgate'e  gittiği  zaman,  beraberinde  iki  erkek  uşağın

bulunması için üsteledim. Pemberley malikânesinin sahipleri

Bay Darcy ve Leydi Anne'in kızı Bayan Georgiana Darcy'nin

başka  türlü  yolculuk  yapması  yakışık  almazdı.  Ben  bu  gibi

şeylere  çok  dikkat  ederim.  Bayan  Collins,  John'u  bu  genç

bayanlarla  yollamaksınız.  Bunu  söylemeyi  akıl  etmeme

sevindim;  çünkü  onları  yalnız  göndermek  gerçekten  sizin

şanınıza yaraşmaz."

Elizabeth, "Dayım bizim için bir uşak gönderecek," dedi.

"Ah!  Dayınız!  Bir  uşağı  var  öyle  mi!  Bu  gibi  şeyleri

düşünen  bir  kimseniz  olduğuna  sevindim.  Atlan  nerede

değiştireceksiniz? Ah! Bromley'de tabii ki. Bell'de benden söz

ederseniz, size çok iyi bakarlar."

Leydi  Catherine  yolculuk  hakkında  daha  başka  birçok

soru  sordu  ve  bunlann  hepsinin  cevabını  yalnızca  kendisi

vermediği  için  onu  dikkatle  dinlemek  gerekiyordu.  Bu

Elizabeth  için  bir  şanstı;  çünkü  kafası  o  kadar  doluydu  ki,

kendini  böyle  zorlamak  durumunda  olmasa  belki  de  nerede



olduğunu unutacaktı. Ama düşünmeyi yalnız olduğu saatlere

saklamak  gerekti.  Elizabeth  ne  zaman  yalnız  kalsa  rahat  bir

nefes  alarak  düşüncelere  dalardı.  Böylece  tek  bir  gün

geçmezdi  ki,  yalnız  başına  yürüyüşe  çıkıp  da  tatsız  anılara

dalarak kendinden geçmesin.

Bay  Darcy'nin  mektubunu  neredeyse  ezberlemiş,  her

cümleyi incelemişti ve mektubun yazanna karşı duygulan hef

okuyuşta değişiyordu. Konuşurken takındığı tavrı hatırlayınca

hâlâ  şiddetli  bir  öfke  duyuyordu,  ama  ona  ne  kadar  haksız

yere  hakaret  ettiğini  ve  suç  yüklediğini  düşündükçe  öfkesi

kendine  yöneliyordu  ve  genç  adamın  hayal  kınklığına

uğrayan duygulan Elizabeth'in şefkat hislerini uyandınyordu.

Bay Darcy'nin aşkı, minnettarlık ve saygı uyandınyordu; ama

genç kız onu her açıdan haklı bulmuyor, ne onu reddettiği için

pişmanlık  duyuyor  ne  de  onu  görmeye  en  ufak  bir  eğilim

hissediyordu.  Ancak,  kendi  yaptıklannı  düşününce  hep  can

sıkıntısı ve pişmanlık duyuyor, ailesinin üzücü hataları da ayrı

bir  acı  veriyordu.  Çünkü  onlan  düzeltebileceğinden  hiç

umudu  yoktu.  Onlara  ancak  gülerek  katlanabilen  babalan

küçük  kızlannın  çılgınca  hafifliklerini  kontrol  altına  almaya

uğraşacağa  benzemiyor  ve  tavırlan  aslında  ölçüsüz  olan

annesi de bunun kötülüğünün farkına yaramıyordu. Elizabeth,

Jane  ile  birlikte  çoğu  zaman  Catherine  ve  Lydia'nın

düşüncesizliklerine 

gem 

vurmaya 


çalışmıştı, 

ama


annelerinden  yüz  bulan  bu  küçük  kızları  yola  getirme

konusunda şansları olabilir miydi? Zayıf karakterli, alıngan ve

baştan  aşağıya  Lydia'nın  etkisi  altında  olan  Catherine

ablasının  öğütlerine  hiç  aldırış  etmezdi.  Dediğim  dedik  ve

hoppa  bir  kız  olan  Lydia  da  onları  hiç  dinlemezdi.  İkisi  de

cahil,  tembel  ve  kendilerini  beğenmiş  kızlardı.  Meryton'da




subaylar oldukça bu iki genç kız hep onlarla flört edeceklerdi

ve Meryton da Longbourn'a bu kadar yakın oldukça oraya her

vakit yürüyüş yapacaklardı.

Jane için duyduğu endişe ayrı bir dertti ve Bay Darcy'nin

anlattıkları  Bingley'yi  gözünde  gene  eskisi  gibi  yükselttikten

sonra  Jane'in  ne  değerli  bir  insan  kaybettiğini  daha  acı

hissetmeye başlamıştı. Bingley'nin sevgisinde samimi olduğu

kanıtlanmış;  hareketleri,  arkadaşına  karşı  beslediği  güven

kusur sayılmazsa, her türlü suçtan aklanmıştı. Her bakımdan

bu  kadar  çok  istenen,  bu  kadar  uygun  olan  ve  bu  kadar

mutluluk  vaat  eden  bir  durum  varken  Jane'in  kendi  ailesinin

saçmalıkları,  yol  yordam  bilmezliği  yüzünden  bunlardan

yoksun  kalması  ne  acıydı!  Bu  düşüncelere  Wickham'ın

karakteri  hakkında  öğrendikleri  de  katılınca  Elizabeth'in

hemen  hiç  sönmeyen  neşesinin  kaçtığına  ve  şen  görünmeye

bile imkân olmadığına inanmak kolaydı.

Elizabeth'in  misafirliğinin  son  haftasında  Rosings'e  ilk

haftadaki  kadar  sık  davet  edildiler.  Son  geceyi  de  orada

geçirdiler;  sayın  leydi  yolculukları  hakkında  gene  inceden

inceye  sorular  sordu,  valiz  hazırlamanın  en  iyi  yollarını

öğretti  ve  elbiseleri  usulünce  yerleştirme  konusunda  o  kadar

sıkı tembihlerde bulundu ki; eve gelince Mana kendini, bütün

sabah  hazırlamakla  uğraştığı  valizlerini  açarak  elbiselerini

yeniden  yerleştirmek  zorunda  hissetti.  Ayrılırken  Leydi

Catherine, iki genç kıza büyük bir alçakgönüllülük göstererek

iyi  yolculuklar  diledi  ve  onları  ertesi  yıl  tekrar  Hunsford'a

davet  etti;  kızı  ise  reverans  yapma  ve  onlara  elini  uzatma

zahmetine katlandı. 



XXXVIII


Cumartesi  sabahı  Elizabeth  ile  Bay  Collins  kahvaltıya

herkesten  biraz  önce  inmişlerdi  ve  genç  adam  fırsattan

yararlanarak, vedalaşırken söylenmesini gerekli saydığı nazik

cümleleri sıralamaya başladı:

"Bize  gelmekle  gösterdiğiniz  lütfa  karşı  hissettiklerini

Bayan  Collins  size  ifade  etme  şansını  buldu  mu  bilmiyorum

Bayan  Elizabeth,  fakat  ayrılmadan  önce  bu  teşekkürleri

kendisinden  duyacağınızdan  eminim.  İnanın,  arkadaşlığınız

bize  büyük  zevk  verdi.  Yoksul  yuvamızın  kimseyi

heveslendirecek tarafı olmadığını biliyoruz. Sade yaşayışımız,

küçük  odalarımız,  sayısı  birkaç  taneyi  aşmayan  hizmetçi  ve

uşaklarımız,  pek  az  gezip  dolaşmamız,  Hunsford'u  sizin  gibi

genç  bir  bayanın  gözünde  herhalde  sıkıcı  hale  getirmiştir.

Fakat  gösterdiğiniz  alçakgönüllülük  için  size  minnet

duyduğumuza ve zamanınızı tatsız geçirmenizi önlemek adına

elimizden geleni yaptığımıza inanacağınızı umarız."

Elizabeth  de  ona  candan  teşekkür  etti  ve  misafirliğinden

çok memnun olduğunu söyledi. Altı haftayı büyük bir zevkle

geçirdiğini, Charlotte ile bir arada bulunmanın verdiği haz ve

gördüğü  yakınlık  dolayısıyla  asıl  kendisinin  minnet

duyduğunu  belirtti.  Bu  sözlerden  çok  hoşlanan  Bay  Collins

daha  geniş  gülümsemeler  saçan  bir  ciddiyetle  cevap  verdi:

"Zamanınızı  tatsız  geçirmediğinizi  duymak  bana  büyük  bir

zevk veriyor. Kuşkusuz elimizden geleni yaptık ve şans eseri

sizi pek yüksek bir çevreye sokacak durumda bulunduğumuz

ve  Rosings  ile  ilişkilerimiz  sayesinde  yoksul  evimizin

birbirine benzeyen günlerinde sık değişiklikler yapabildiğimiz

için  Hunsford'daki  misafirliğinizin  bütünüyle  sıkıcı

geçmediğine  inanarak  övünebiliriz.  Leydi  Catherine'in



ailesiyle  ilişkimiz  pek  az  kimseye  nasip  olabilen  eşsiz  bir

nimettir.  Bize  nasıl  itibar  edildiğini,  Rosings'e  nasıl  sürekli

çağırıldığımızı  görüyorsunuz.  Aslında,  bu  gösterişsiz  papaz

evinin  bütün  elverişsizliklerine  rağmen,  içinde  oturanlar

Rosings  köşkü  ile  bizim  gibi  içli  dışlı  oldukça,  acınacak

durumda sayılamazlar kanısındayım." Genç adamın övünmesi

kelimelere  sığamıyordu.  Bu  nedenle  Elizabeth  nezaketle

gerçeği birkaç kısa cümle içinde birleştirmeye çalışırken Bay

Collins konuşmasına odada dolaşarak devam etti.

"Gerçekten,  Hertfordshire'da  durumumuz  hakkında

olumlu  bir  rapor  verebileceksiniz,  sevgili  kuzenim.  En

azından bunu yapabileceğinizi düşünerek seviniyorum. Leydi

Catherine'in Bayan Collins'e gösterdiği ilgiye günbegün tanık

oldunuz ve toptan düşünülünce arkadaşınızın evlenmekte pek

talihsiz  bir  karar  verme...  Fakat  bu  konuda  bir  şey

söylememek belki de daha iyi. Yalnız izninizle, sevgili Bayan

Elizabeth,  evlilikte  sizin  de  aynı  mutluluğa  kavuşmanızı

yürekten  dilediğime  inanın.  Charlotte'cuğumla  benim

fikirlerimiz  ve  düşüncelerimiz  bir,  aramızda  her  bakımdan

şaşılacak  bir  karakter  ve  kafa  benzerliği  var.  Belli  ki

birbirimiz için yaratılmışız."

Elizabeth,  bu  şekilde  anlaşabilfnenin  büyük  bir  mutluluk

olduğunu  belirtirken  yalan  söylemiyordu  ve  evlerini  de  pek

rahat  bulduğunu  aynı  içtenlikle  ekledi.  Yine  de,  bütün  bu

mutluluğun  kaynağı  olan  bayanın  içeri  girmesi  üzerine

sözünün  kesilmesine  üzüldüğü  söylenemezdi.  Zavallı

Charlotte! Onu böyle insanlar arasında bırakmak ne acıklıydı!

Ama bunu kendisi bile bile istemişti; şimdi de misafirlerinin

gideceğine  üzüldüğü  ortada  olsa  da,  kendini  acındırmaya



çalışır  gibi  bir  hali  yoktu.  Evi,  ev  işleri,  cemaat  sorunları,

kümes  hayvanlarıyla  uğraşmak  henüz  çekiciliklerini

kaybetmemişlerdi.

Sonunda  araba  geldi,  valizler  bağlandı,  paketler

yerleştirildi  ve  her  şeyin  hazır  olduğu  bildirildi.  Arkadaşlar

birbirinden sevgi gösterileri ile ayrıldıktan sonra Bay Collins,

Elizabeth'i  arabaya  kadar  geçirdi  ve  bahçe  yolunda  arabaya

doğru  yürürlerken  genç  kızın  bütün  ailesine  selamlarını

götürmesini  rica  etti.  Kışın  Longbourn'da  gördüğü  iyilikleri

unutmadığını  belirtti  ve  Bay  ve  Bayan  Gardiner'a  da,

kendilerini tanımamakla beraber, saygılarını iletmesini diledi.

Sonra elinden tutarak Elizabeth'in arabaya çıkmasına yardım

etti,  onun  ardından  da  Maria  bindi  ve  kapı  tam  kapanmak

üzereydi  ki  genç  adam  misafirlerine,  az  da  olsa  dehşete

düştüğünü  gösteren  bir  ifade  ile  Rosings'deki  leydilere

iletilecek bir şey söylemediklerini hatırlattı ve:

"Ama elbette ki kendilerine," diye ekledi, "saygılarınızı ve

burada  bulunduğunuz  sürece  gördüğünüz  alçakgönüllü

yakınlık  için  derin  şükranlarınızı  sunmak  istediğinizi

belirtmemi diliyorsunuzdur."

Elizabeth  itirazda  bulunmadı;  bunun  üzerine  kapının

kapanmasına izin verildi ve araba hareket etti.

Birkaç  dakika  süren  bir  sessizlikten  sonra  Maria

heyecanla, "Aman Tanrım!" dedi. "Sanki daha dün gelmiştik.

Oysa ne çok şey oldu."

Arkadaşı içini çekerek, "Gerçekten, ne çok şey!" dedi.




"Rosings'de  iki  kez  çay  içmekten  başka,  dokuz  defa  da

yemek yedik! Eve gidince anlatacak ne çok şeyim var!"

Elizabeth  içinden,  "Benim  de  gizleyecek  ne  çok  şeyim

var!"  diye  ekledi.  Yolculuk  pek  konuşmadan  olaysız  geçti.

Hunsford'dan  ayrılmalarının  üzerinden  dört  saat  geçmeden

Bay Gardiner'ın evine vardılar. Birkaç gün orada kalacaklardı.

Jane  iyi  görünüyordu;  gerçi  yengelerinin  kendileri  için

hazırlamış  olduğu  çok  sayıda  ziyaret  ve  gezmeler  arasında

Elizabeth  ablasını  incelemeye  pek  fazla  fırsat  bulamamıştı.

Fakat  Jane  de  kendisiyle  beraber  eve  dönecekti  ve  artık

Longbourn'da onunla yeterince ilgilenmek için bol bol zaman

olacaktı.  Bu  arada,  Bay  Darcy'nin  teklifinden  ablasına  söz

etmek  için  Longbourn'a  gitmeyi  beklemek  ona  çok  zor

geliyordu.  Jane'i  çok  şaşırtacağını  bildiği  bir  haberi  olması,

bir türlü kurtulamadığı gururunun okşanması Elizabeth'i öyle

heyecanlandırıyordu  ki;  bu  konuda  olanların  ne  kadarını

söyleyeceğini  kararlaştıramadığı  için  kendini  tutabiliyordu.

Bir  defa  bu  konuyu  açtıktan  sonra  Bingley  hakkında

öğrendiklerinden  bazılarını  olsun  tekrarlama  korkusu  da

hevesine  gem  vuruyordu;  çünkü  bu,  Jane'i  daha  fazla

üzmekten başka bir sonuç vermeyecekti.

XXXIX

Üç  genç  kız  mayısın  ikinci  haftasında  Gracechurch

Caddesi'nden  Hertford'daki...  kasabasına  gitmek  üzere  yola

çıktılar;  Bay  Bennet'ın  arabasının  onları  karşılayacağı  hana

yaklaştıklarında  üst  kattaki  yemek  salonunun  penceresinden

dışarı bakan Kitty ile Lydia'yı görerek arabacının zamanında

geldiğini  anladılar.  İki  kız  bir  saatten  uzun  zamandır

buradaydılar  ve  karşıdaki  şapkacıya  uğrayarak,  muhafız




askerleri  seyrederek  ve  salata  hazırlatarak  çok  hoş  zaman

geçirmişlerdi.

Ablalarına hoş geldiniz dedikten sonra, çoğu han kilerinde

bulunan  türden  soğuk  etlerle  bezenmiş  sofrayı  göğüsleri

kabararak  gösterip,  "Ne  hoş  değil  mi?"  dediler.  "Güzel  bir

sürpriz olmadı mı?"

"Hepinize  istediğinizi  ısmarlayacağız,  Lydia,  ama  bize

borç  vermeniz  gerekiyor.  Çünkü  bütün  paramızı  şu  karşıki

dükkânda  harcadık,"  dedi.  Sonra  da  aldıklarını  göstererek,

"Bakın," dedi, "bu şapkayı aldım. Çok da beğenmedim, ama

almak  almamaktan  iyidir  diye  düşündüm.  Eve  gider  gitmez

bunu  sökerim,  bakalım  daha  güzel  bir  şekle  sokabilecek

miyim?"  Ablaları  şapkanın  hiç  de  güzel  olmadığını

söyleyince  o  hiç  oralı  olmadan  devam  etti:  "Ama  dükkânda

bundan  da  kötü  iki  üç  şapka  daha  vardı.  Rengi  güzel,  saten

alıp süsler sem fena olmaz sanıyorum. Sonra ... alayı on beş

gün  içinde  Meryton'dan  ayrılıyor  olduktan  sonra  bu  yaz  ne

giyilse fark etmez."

Elizabeth bu haberden son derece hoşnut olarak, "Sahiden

gidiyorlar  mı?"  dedi.  "Brighton'un  yakınında  kamp

kuracaklarmış.  Babamın  bu  yaz  bizi  oraya  götürmesini  öyle

istiyorum  ki!  Çok  güzel  bir  program  olur  ve  diyebilirim  ki

çok  masraflı  da  olmaz.  Annem  de  gitmeyi  çok  istiyor!  Aksi

takdirde, burada ne kötü bir yaz geçireceğimizi düşünsenize!"

Elizabeth, "Evet, çok hoş bir program doğrusu. Hepimize de

pek  uygun.  Aman  Tanrım!  Brighton  ve  bir  kamp  dolusu

asker!  Oysa  zavallı  bir  alay  ve  Meryton'da  ayda  bir  verilen

balolar bile başımızı döndürmüştü!" diye düşündü.




Masaya  otururlarken  Lydia,  "Size  verecek  haberlerim

var,"  dedi.  "Bakalım  ne  diyeceksiniz?  Çok  güzel  bir  haber,

olağanüstü bir haber, hepimizin beğendiği biri hakkında!"

Jane  ile  Elizabeth  birbirlerine  baktılar.  Garsona

beklemesine gerek olmadığı söylendi. Lydia gülerek:

"Ah  sizin  bu  resmiyetiniz,  bu  çekingenliğiniz  yok  mu!"

dedi.  "Garsonun  duyması  doğru  olmaz  diye  düşündünüz,

sanki garsonun umurundaymış gibi. Size söyleyeceklerimden

kat  beterlerini  her  gün  duyuyordur  herhalde.  Ama  çirkin  bir

adam,  gittiğine  sevindim!  Hayatımda  böyle  uzun  çene

görmedim.  Ha,  gelelim  haberime:  Wickham'cık  hakkında.

Garsonun  kulaklarına  bayram  ettirecek  bir  haber,  değil  mi?

Artık Wickham'ın Bayan King ile evlenmesi diye bir tehlike

yok.  İşte  size  haber!  Bayan  King,  Liverpool'daki  amcasının

yanına gitti. Wickham da kurtuldu."

Elizabeth,  "Asıl  Mary  King  kurtuldu,"  diye  ekledi.  "Para

bakımından denk olmayacak bir evlilikten kurtuldu."

"Eğer Wickham'dan hoşlandıysa gitmesi büyük aptallık."

Jane, "Umarım ikisinin de duygulan güçlü değildir," dedi.

"Adamınkilerin  öyle  olmadığına  eminim.  Wickham  ona

hiçbir zaman metelik vermedi. O pis çilliye zaten kim metelik

verir?"


Elizabeth  böyle  kaba  bir  terim  kullanmamakla  beraber,

daha  önce  kendisinin  de  buna  yakın  duygular  hissettiğini

düşünerek hayret etti.



Hepsi  yemeklerini  yedikten,  büyük  kızlar  da  hesabı

ödedikten  sonra  araba  çağrıldı  ve  biraz  uğraşıp  kutular,  iş

çantaları,  paketler  ve  Kitty  ile  Lydia'nın  yeni  aldıkları  fakat

hiç  de  hoş  karşılanmayan  eşyalarla  arabaya  yerleşmenin  bir

yolunu buldular.

Lydia, "Hepimiz ne güzel tıklım tıkış yerleştik," dedi. "Bu

şapkayı aldığıma memnunum. Hiç olmazsa sağlam bir kutum

daha oldu! Haydi hepimiz şöyle rahatça yaslanalım; eve kadar

hep  konuşup  gülelim.  Her  şeyden  önce  sizi  dinleyelim.

Gittiğinizden beri neler oldu, anlatın. Hoş erkekler gördünüz

mü?  Biriyle  flört  ettiniz  mi?  Birinizden  birinizin  dönmeden

önce  bir  koca  bulacağını  ummuştum.  Jane'in  nerdeyse  artık

yaşı geçecek. Yirmi üç yaşında oldu! Aman Tanrım, yirmi üç

yaşına  evlenmeden  girsem  ne  utanırım!  Philips  teyzem  koca

bulmanızı  bilseniz  ne  kadar  istiyor.  Keşke  Lizzy,  Collins  ile

evlenseydi  diyor,  ama  bence  bu  pek  hoş  olmazdı.  Tanrım,

hepinizden  önce  evlenmeyi  öyle  istiyorum  ki!  O  zaman  sizi

bütün  balolara  götürürüm.  Aman  Tanrım!  Geçen  gün  Albay

Forster'larda  öyle  eğlendik  ki.  Kitty  ile  ben  o  gün  oraya

davetliydik ve Bayan Forster da akşama küçük bir dans partisi

düzenleyeceğine  söz  vermişti.  Sırası  gelmişken  söyleyeyim:

Bayan Forster'la çok iyi arkadaş olduk. Bu yüzden Harrington

kız  kardeşleri  de  çağırdı,  ama  Harriet  hastaymış,  Pen  yalnız

gelmek  zorunda  kaldı.  Sonra  ne  yaptık  bilin  bakalım.

Chamberlayne'e  elbise  giydirerek  kadın  kılığına  soktuk.

Düşünün  ne  komik!  Bundan  kimsenin  haberi  yoktu.  Yalnız

Albay ve Bayan Forster, bir de Kitty ile ben biliyorduk. Ha,

teyzeme de söyledik, çünkü onun elbiselerinden birini ödünç

almak zorunda kalmıştık. Ne hoş göründüğünü bilemezsiniz!

Denny,  Wickham,  Pratt  ve  diğer  üç  genç  içeri  girdikleri




zaman  onu  tanımadılar.  Tanrım!  Ne  güldüm!  Bayan  Forster

da öyle. Gülmekten katılacağımı sandım. Bu da bir şeylerden

kuşkulanmalarına neden oldu ve çok geçmeden ne olduğunu

anladılar."  Lydia  toplantıları  hakkında  bu  gibi  hikâyeler  ve

güzel  şakalarla  ta  Longboum'a  kadar  yolcuları  eğlendirmeye

çalıştı.  Kitty  de  unuttuğu  yerleri  hatırlatarak  eksikleri

tamamlıyor,  ona  yardım  ediyordu.  Elizabeth  elinden  geldiği

kadar  az  dinliyordu,  ama  Wickham'm  adını  sık  duymaktan

kaçmamıyordu.

Evde  çok  güzel  karşılandılar.  Bayan  Bennet,  Jane'i  her

zamanki  güzelliğiyle  gördüğüne  sevindi.  Yemekte  Bay

Bennet  özellikle  Elizabeth'e  birkaç  defa  dönerek:

"Döndüğüne sevindim, Lizzy," dedi. Sofra kalabalıktı; çünkü

Maria'yı  karşılamak  ve  vereceği  haberleri  dinlemek  için

neredeyse  bütün  Lucas  ailesi  gelmişti.  Onları  ilgilendiren

konular daha farklıydı. Leydi Lucas masada karşısında oturan

Maria'ya  büyük  kızının  halinin  vaktinin  ve  kümes

hayvanlarının  nasıl  olduğunu  soruyordu.  Bayan  Bennet  iki

taraflı  meşguldü.  Bir  yandan  birkaç  iskemle  ötede  oturan

Jane'den  son  moda  hakkındaki  haberleri  dinliyor,  bir  yandan

da  bunları  Lucas'ların  küçük  kızlarına  aktarıyordu.  Lydia  ise

herkesten  yüksek  sesle  o  sabahki  eğlencelerini,  dinleyene

dinlemeyene  sayıp  döküyordu.  Bir  ara  Mary'ye  dönerek,

"Keşke  sen  de  bizimle  gelseydin,"  dedi.  "Öyle  eğlendik  ki!

Giderken Kitty ile bütün perdeleri indirdik ve arabanın içinde

kimse yokmuş gibi yaptık. Kitty'nin midesi bulanmasa bütün

yolu  böyle  giderdim.  George'a  vardığımız  zaman  bize  çok

kibar  davrandılar,  çünkü  üç  yolcumuza  soğuk  etlerle

dünyanın en güzel ziyafetini verdik. Sen de gelseydin, sana da

ikram  ederdik.  Handan  çıkınca  da  öyle  eğlenceli  oldu  ki!




Arabaya  imkânı  yok  sığamayacağız  sandım.  Gülmekten

bayılmaya  hazırdım.  Eve  kadar  bütün  yolda  pek  neşeliydik!

Öyle  kahkahalar  attık,  öyle  yüksek  sesle  konuştuk  ki,

herhalde sesimiz on mil öteden duyulmuştur."

Bu sözlere Mary son derece ciddi bir tavırla cevap verdi:

"Bu gibi eğlenceleri küçümsemek istemem! Hiç şüphe yok ki

bunlar,  kadın  aklına  pek  uygun.  Ama  itiraf  edeyim,  beni

çeken tarafları olamaz. Ben kitap okumayı bu çeşit gezintilere

tercih  ederim."  Ama  Lydia  bu  cevabın  bir  kelimesini  bile

duymadı.  Birisini  yarım  dakikadan  fazla  dinlediği  enderdi.

Mary'ye ise hiç aldırış etmiyordu. Öğleden sonra Lydia bütün

kızlarla  birlikte  Meryton'a  kadar  bir  yürüyüş  yaparak

askerlerin  ne  âlemde  olduklarını  görmek  için  ısrar  etti;  ama

Elizabeth  bu  teklife  itiraz  etti.  Genç  Bennet'lar  evlerine

döndükten  sonra  yarım  gün  bile  bekleyemeden  subayların

arkasından koştular dedirtmemeliydi. Genç kızın itiraz etmesi

için başka bir neden daha vardı. Wickham'ı tekrar görmekten

korkuyordu  ve  bundan  mümkün  olduğunca  uzun  bir  süre

kaçınmaya  karar  vermişti.  Alayın  yakında  Meryton'dan

gidecek olması onun için anlatılamaz derecede ferahlatıcı bir

haberdi.  Alay  iki  haftaya  kadar  gidiyordu,  artık  ondan  sonra

bu  genç  adam  yüzünden  rahatını  kaçıracak  bir  şey

olmayacağını umuyordu.

Eve  dönüşünden  birkaç  saat  sonra  Elizabeth,  Lydia'nm

handa çıtlattığı Brighton'a gitme sorununun annesi ile babası

arasında  sık  tartışma  konusu  olduğunu  anladı.  Babasının

fikrinden  dönmeye  hiç  niyeti  olmadığını  gördü;  ama  Bay

Bennet'ın  cevapları  o  kadar  yuvarlak,  o  kadar  esnekti  ki;




Bayan  Bennet  sık  üzüntüye  kapılsa  bile  sonunda

başaracağından ümidini kesmemişti.



XL

Elizabeth,  olup  bitenleri  Jane'e  anlatma  konusundaki

sabırsızlığını daha fazla yenemedi ve sonunda, ablasıyla ilgili

bütün  noktaları  bir  kenara  bırakmaya  ve  onu,  şaşıracağı  bir

şey  dinlemeye  hazırlamaya  karar  vererek  ertesi  sabah  Bay

Darcy  ile  arasında  geçen  sahnenin  önemli  yerlerini  ona

anlattı.

Ama  Elizabeth'i  herkesin  beğenmesini  çok  doğal  gören

derin  kardeş  sevgisi  Jane'in  şaşkınlığını  hafifletti  ve  çok

geçmeden  başka  duygular  bu  hayreti  büsbütün  silip  götürdü.

Bay  Darcy'nin,  duygularını  hiç  de  iyi  karşılanmayacak  bir

şekilde  göstermesine  üzülmüştü;  ama  kardeşinin  ret  cevabı

üzerine  genç  adamın  duyacağı  mutsuzluk  onu  daha  çok

üzüyordu.

"Başarısından  bu  kadar  emin  olması  hataydı,"  dedi.

"Kuşkusuz  bunu  belli  etmemesi  gerekirdi.  Ama  kendine

duyduğu  bu  kadar  kuvvetli  güvenin,  hayal  kırıklığının

şiddetini ne kadar artıracağını bir düşün."

Elizabeth,  "Bunun  için  gerçekten  yürekten  üzülüyorum,"

cevabını  verdi.  "Ama  bana  karşı  ilgisini,  belki  de  çok

geçmeden  dağıtacak  başka  duygulan  da  var.  Yine  de  onu

reddettiğim  için  beni  suçlamıyor  sun,  değil  mi?"  "Suçlamak

mı?  Hayır,  hayır."  "Fakat  Wickham'ı  bu  kadar  yürekten

savunduğum için beni ayıplıyorsundur."




"Hayır,  öyle  konuşmakta  haksız  olduğunu  sanmıyorum

ki."  "Ama  ertesi  gün  olanları  anlattığımda  hata  olduğunu

anlayacaksın." Sonra Elizabeth mektuptan söz etti ve George

Wickham'ı ilgilendiren kısımları baştan sona anlattı. Ömrünü,

tek  bir  insanda  toplanan  böyle  kötülüklerin  bütün  bir  insan

soyunda 


bile 

bulunduğuna 

inanmadan 

geçirmeye

memnuniyetle razı olan Jane için bu pek büyük bir darbeydi.

Darcy'nin  suçsuz  olduğunun  anlaşılması  onu  çok  memnun

etmekle beraber, bu memnuniyet darbenin etkisini azaltamadı.

Bir  yanlışlık  olma  olasılığını  kanıtlamak,  birini  suçlamadan

öbürünü  suçsuz  göstermek  için  uğraştı  durdu.  Elizabeth,

"Boşuna yoruluyorsun," dedi. "Ne yaparsan yap ikisini birden

temize  çıkaramazsın.  Seçimi  yap;  ama  yalnız  birine  razı

olmalısın.  Ortada  sadece  birini  iyi  adam  yapmaya  yetecek

kadar  meziyet  var.  Son  zamanlarda  bu  meziyetler  ikisi

arasında  bir  hayli  mekik  dokudu.  Ben  kendi  adıma  bunların

hepsinin  Bay  Darcy'de  olduğuna  inanma  taraftarıyım,  ama

sen istediğin gibi düşünebilirsin." Jane'in yüzünde gülümseme

belirinceye  kadar  bir  hayli  zaman  geçti.  "Hiç  bu  kadar

şaşırdığımı  hatırlamıyorum.  Wickham  bu  kadar  kötü  olsun,

aklım  almıyor.  Zavallı  Bay  Darcy!  Lizzy'ciğim,  düşün  bir

kere ne kadar acı çekmiştir. Ne büyük bir hayal kırıklığı! Hem

de senin gözünde kendisinin kötü bir adam olduğunu bilerek!

Kız kardeşi hakkındaki olayları da anlatmak zorunda kalmış!

Gerçekten  çok  üzücü;  eminim  sen  de  benim  gibi

üzgünsündür."

"Ah, hayır. Seni bu kadar üzüntülü ve merhametli görünce

bütün  hissettiklerimi  unuttum.  Ona  bol  keseden  adil

davranacağını  bildiğim  için,  her  an  biraz  daha  ilgisiz  ve

umursamaz  olup  çıkıyorum.  Sen  duygularını  böyle  cömertçe




harcadıkça ben benimkileri kendime saklayabiliyorum. Onun

için biraz daha üzülürsen, kalbim bir tüy kadar hafifleyecek."

"Zavallı Wickham! Yüzünde öyle iyi bir ifade, hareketlerinde

öyle bir sadelik ve incelik vardı ki!"

"Bu  iki  gencin  yetişmesinde  kesinlikle  önemli  bir.

karışıklık  olmuş.  Birisi  iyiliğin  ta  kendisi,  diğeri  ise  sadece

görünüşte."

"Bay  Darcy'nin  sadece  görünüşte  öyle  olduğu  hakkında

seninle aynı düşüncede değilim." 

"Oysa, hiçbir neden olmadığı halde, ondan nefret ettiğim

için  kendimi  çok  akıllı  sayıyordum.  Bu  çeşit  bir  nefret

duygusu insanın zekâsını öyle kamçılıyor, zihnini öyle açıyor

ki!  İnsan  haklı  olarak  ağzını  bozabilir.  Ama  bir  başkasıyla

arada  sırada  zekice  bir  şeylere  dayanmadan  sürekli  alay

edilmiyor."

"Lizzy,  şu  mektubu  ilk  okuduğun  zaman  eminim  ki

konuyu 

şimdiki 


gibi 

değerlendirmedin." 

"Doğru,

değerlendiremedim.  Zaten  içim  hiç  ama  hiç  rahat  değildi.

Hatta mutsuzdum diyebilirim. Hissettiklerimi anlatabileceğim

bir  kişi,  beni  avutacak,  çok  zayıf  olmadığımı,  boş  gurura

kapılmadığımı,  saçmalık  yapmadığımı  bana  söyleyecek  bir

Jane  yoktu  ve  bütün  bu  kusurları  işlediğimi  de  biliyordum.

Ah, seni ne çok aradım!" "Bay Wickham'dan söz ederken Bay

Darcy'ye karşı bu kadar acı konuşmana üzüldüm. Çünkü Bay

Darcy'nin bunu hiç de hak etmediği görülüyor."

"Kuşkusuz. Fakat bu acı, beslediğim önyargının çok doğal

bir  sonucuydu.  Bana  öğüt  vermeni  istediğim  bir  konu  var.



Tanıdıklarımıza Bay Wickham'ın gerçek karakterini anlatmalı

mıyım, anlatmamalı mıyım?"

Jane  biraz  durdu,  sonra,  "Kuşkusuz  onu  bu  derece

karalamanın anlamı yok. Senin fikrin ne?" diye sordu.

"Bence  anlatmamak.  Bay  Darcy,  bana  yazdığı  şeyleri

herkese  açıklamam  için  izin  vermedi.  Aksine,  kız  kardeşini

ilgilendiren  şeyleri  mümkün  olduğu  kadar  yalnız  benim

bilmemi  istiyor;  hem  onun  gerçek  karakterini  herkese

anlatmaya  kalkışsam  bana  kim  inanır?  Bay  Darcy'yle  ilgili

herkesin  önyargısı  o  kadar  kuvvetli  ki,  Meryton  halkının

yarısı  ölür  de  gene  onu  iyi  bir  insan  diye  tanımaz.  Onların

fikirlerini  değiştiremem.  Zaten  Wickham  yakında  gidiyor,

dolayısıyla  gerçekte  nasıl  biri  olduğu  artık  burada  kimseyi

ilgilendirmez. İlerde her şey ortaya çıktığı zaman, daha önce

bilmeyenlerin  saflıklarına  gülebiliriz.  Şimdilik  bir  şey

söylemeyeceğim."

"Haklısın.  Sonra  onu  böyle  herkesin  karşısında  küçük

düşürmekle bütün hayatını mahvedebilirsin. Belki de şu anda,

yaptıklarına  pişmandır  ve  tekrar  iyi  bir  insan  olmaya  karar

vermiştir. Onu ümitsiz bir duruma düşürmemeliyiz."

Elizabeth'in kafasındaki fırtına bu konuşma ile yatışmıştı.

On  beş  günden  beri  taşıdığı  sırların  ikisinin  yükünden

kurtulmuştu  ve  bunların  hangisinden  bir  daha  ne  zaman  söz

açacak olsa Jane'in kendisini istekle dinleyeceğinden emindi.

Ama hâlâ dışarı vurmadığı gizli bir şey vardı ve ihtiyatlı olma

duygusu  bunu  açığa  vurmasına  engel  oluyordu.  Bay

Darcy'nin  mektubunun  öbür  yansını  açıklamaya  ve  Bay

Bingley'nin ona ne kadar büyük bir değer verdiğini anlatmaya




cesaret  edemedi.  Bu  konuyu  kimseye  açamayacaktı.  Bu  son

sırrın  yükünden  ancak  iki  taraf  arasında  tam  bir  anlaşma

sağlandıktan  sonra  kurtulacağını  biliyordu.  Kendi  kendine,

"Eğer  hiç  ummadığım  bu  olay  gerçekleşirse  o  zaman  ben,

Bingley'nin  çok  daha  hoş  bir  şekilde  anlatabileceği  şeyleri

önceden söylemekten başka bir şey yapmış olmayacağım. Bu

haber  bütün  değerini  kaybetmeden  ona  söz  edemeyeceğim!"

diyordu.


Şimdi artık dönüşlerinin ilk heyecanı geçtiği için ablasının

moralinin  ne  durumda  olduğunu  inceleyecek  zamanı  vardı.

Jane  mutsuzdu.  Hâlâ  Bingley'ye  karşı  çok  derin  bir  sevgi

besliyordu. O zamana kadar gönlünü başka kimseye kaptırmış

olmadığından,  bu  gence  karşı  duygularında  ilk  aşkın  bütün

sıcaklığı  vardı.  Yaşı  ve  ruhsal  durumu  göz  önünde  tutulursa

bu  duygulara,  ilk  aşklarda  az  rastlanan  bir  sağlamlık

katıyordu.  Jane,  Bingley'nin  anısına  öyle  değer  veriyor,  onu

bütün  diğer  erkeklerden  o  kadar  üstün  tutuyordu  ki,  kendi

sağlığına ve çevresindekilerin huzuruna zararı dokunacak bir

üzüntüye  kendini  kaptırmamayı,  ancak  bütün  sağduyusunu

kullanarak  ve  çevresine  elinden  gelen  ilgiyi  göstererek

başanyordu.  Bayan  Bennet,  Elizabeth'e,  "Söyle  bakalım

Lizzy,"  dedi.  "Jane'in  başına  gelen  bu  acıklı  şeylere  ne

diyorsun?  Ben  kendi  hesabıma  bundan  artık  kimseye  söz

açmamaya  karar  verdim.  Geçen  gün  kardeşim  Philips'e  de

aynı  şeyi  söyledim.  Ama  Jane'in  Londra'da  Bingley  ile

görüşüp  görüşmediğini  öğrenemedim.  Meğer  çok  nankör  bir

gençmiş. Artık Jane'in onu elde etmesi için en ufak bir ümit

yok bence. Yazın tekrar Netherfield'e geleceğini gösteren bir

şey de yok. Bu konuda bilgisi olabilecek herkese sordum."



"Bundan 

sonra 


Netherfield'de 

oturacağını 

hiç

sanmıyorum."  "Pekâlâ.  Keyfi  bilir.  Gelmesini  isteyen  yok.



Ama  kızıma  karşı  çok  çirkin  davrandığını  hep  söyleyeceğim

ve  ben  Jane'in  yerinde  olsaydım,  buna  dayanamazdım.  Tek

tesellim,  kızım  bu  acıdan  öldüğünde  Bingley'nin  de

yaptıklarına bin pişman olacağından emin olmam." Elizabeth

böyle bir düşünceyle teselli bulamayacağı için cevap vermedi.

Annesi sözlerine, "Demek Collins'ler çok rahatlar, öyle mi?"

diye devam etti. "İyi, iyi. Umarım böyle devam eder. Mutfak

düzenleri  nasıl?  Charlotte  çok  hesaplıdır.  Annesinin  yansı

kadar  sıkı  ise  gene  bir  hayli  "para  biriktiriyor  demektir.

Tahminime göre yaşayışlarında lüks bir taraf yok."

"Hayır, hiç yok."

"İnan  bana  bir  hayli  idareli  davranıyorlardır.  Evet,  evet.

Onlar  kazançlarının  hepsini  harcamamaya  dikkat  ederler;

hiçbir  zaman  para  sıkıntısı  çekmezler.  Neyse  hayırlısı!  Eh,

baban  ölünce  Longbourn'a  konacaklarından  da  herhalde  sık

söz  ediyorlardır.  Belki  de  buraya  şimdiden  kendilerinin

gözüyle bakıyorlardır."

"Bu benim yanımda konuşabilecekleri bir konu değil."

"Evet. Konuşsalar tuhaf kaçardı. Ama kendi aralarında sık

sık  bundan  söz  açtıklarına  kuşkum  yok.  Eh,  kanunen

kendilerinin  olmayan  bir  mülke  gönül  rahatlığıyla

yerleşebilirlerse  ne  iyi.  Ben  olsam,  yalnızca  mirasla  bana

kalan bir mülkü almaya utanırdım."

XLI



Eve döneli bir hafta olmuştu. İkinci haftanın içindeydiler.

Alayın  Meryton'daki  son  haftasıydı;  o  yöredeki  bütün  genç

kızlar günden güne sararıp soluyordu. Her yanı bir keyifsizlik

kaplamıştı. Hâlâ yiyip içip uyuyabilen ve her zamanki işlerini

görebilen bir tek Elizabeth ile Jane'di. Sonsuz bir keder içinde

bulunan  ve  ailelerinde  bu  kadar  katı  yürekli  insanların

olmasını  akıllarına  sığdıramayan  Kitty  ile  Lydia,  bu

duygusuzlukları için ablalarına durmadan sitem ediyorlardı.

İki  küçük  kız,  bu  kederin  verdiği  acı  ile  sürekli,  "Aman

Tanrım!  Bize  ne  olacak?  Ne  yapacağız  şimdi?"  diye  dert

yanıyorlardı.  "Nasıl  gülebiliyorsun  Lizzy?"  Şefkatli  anneleri

onların bütün dertlerine ortaktı; yirmi beş yıl önce kendisinin

de buna benzer bir durumda neler çektiğini hatırlıyordu:

"Albay Miller'in alayı gittiği zaman iki gün hiç durmadan

ağladığımı bilirim. Kalbim parçalanacak sanmıştım."

Lydia, "Benim kalbim kesinlikle parçalanacak," dedi.

Anneleri,  "Hiç  olmazsa  Brighton'a  bir  gidebilsek,"  diye

sızlandı. "Evet, Brighton'a bir gidebilsek! Ama babam o kadar

aksi ki." "Biraz deniz banyosu ne kadar iyi gelir."

Kitty, "Philips teyzem deniz banyosunun bana da çok iyi

geleceğinden  emin,"  diye  ekledi.  Longbourn'da  durmadan

tekrarlanan  dertleşmeler  işte  bunlardı.  Elizabeth  de  bu

konuşmalara katılarak düşüncelerini unutmaya çalışıyor, ama

duyduğu  pişmanlık  oyalanmasına  engel  oluyordu.  Bay

Darcy'nin eleştirilerinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha

hissetti.  Genç  adamın  Bay  Bingley'nin  işine  karışmasını

hiçbir  zaman  bugünkü  kadar  affetmeye  eğilim  duymamıştı.



Fakat  Lydia'nın  mutluluğunu  gölgeleyen  karanlık  çok

geçmeden ortadan kalkmış, alayın albayı Bay Forster'm karısı

onu  Brighton'a  giderken  kendisine  eşlik  etmesi  için  davet

etmişti. Bu değerli arkadaş, yeni evli çok genç bir kadındı. İyi

huylu  ve  neşeli  olma  konusundaki  benzerlikleri  onu  ve

Lydia'yı  birbirlerine  yaklaştırmış,  üç  aylık  tanışıklık  ikisinin

samimi olmasına yetmişti.

Bu  davet  üzerine  Lydia'nın  hissettiği  büyük  sevinci  ve

Bayan  Forster'a  duyduğu  hayranlığı,  Bayan  Bennet'ın

memnuniyetini  ve  Kitty'nin  kederini  anlatmak  zor.  Lydia

kardeşinin  duygulanna  hiç  aldırmayarak  içi  içine  sığmadan

evde  adeta  uçuyor,  herkesi  kendini  kutlamaya  davet  ediyor,

her zamankinden daha gürültülü konuşuyor ve gülüyordu. Öte

yandan bahtsız Kitty, bozuk aksanı kadar ters kaçan mantıksız

sözleriyle talihsizliğine sızlanıyordu: "Bayan Forster'ın Lydia

ile beraber niye beni de davet etmediğini anlamıyorum? Gerçi

fazla  bir  ahbaplığımız  yok  ama  davet  edilmeye  Lydia  kadar

benim de hakkım var, hatta daha çok; öyle ya, ben ondan iki

yaş daha büyüğüm."

Elizabeth kardeşini anlayışlı olmaya davet ediyor, Jane de

talihine  razı  olması  için  çalışıyordu,  ama  boşuna.  Elizabeth

kendi  hesabına  bu  davete  annesi  ve  Lydia  gibi  sevinmekten

çok  uzaktı.  Sanki  bu  davet  kız  kardeşinin  artık  bir  daha

aklının  başına  gelmeyeceğinin  kara  bir  habercisiydi  ve

evdekilerin  düşmanlıklarını  kazanma  tehlikesini  göze  alarak,

gizlice  babasına  Lydia'nın  gitmesine  izin  vermemesini  rica

etmekten 

kendini 


alamadı. 

Lydia'nın 

tavırlanndaki

uygunsuzlukları, 

Bayan 

Forster 


gibi 

bir 


kadının

arkadaşlığından  ona  herhangi  bir  fayda  gelmeyeceğini,




Brighton'da böyle bir arkadaşın yanında büsbütün düşüncesiz

davranma  olasılığının  yüksek  olduğunu,  çünkü  orada

buradakinden  daha  çok  hevesini  uyandıracak  koşulların

olacağını  anlattı.  Babası  onu  dikkatle  dinledikten  sonra:

"Lydia,"  dedi,  "şu  veya  bu  toplulukta  kendini  göstermedikçe

rahat durmayacak. Bunu da, bu şartlar altında, gerek kendisi,

gerek  ailesi  için  en  uygun  ve  en  elverişli  şekilde,  ancak

Brighton'a giderek yapabilir."

Elizabeth,  "Lydia'nın  ölçüsüz  ve  düşüncesiz  tavırlarının

herkesin  gözüne  çarpması  yüzünden  hepimize  ne  büyük

zararlar  geleceğini  hatta  geldiğini  bir  bilseydiniz,  bu  konuda

eminim  bambaşka  bir  yargıya  varırdınız,"  diye  cevap  verdi

babasına. "Geldiğini mi, dedin? Ne? Âşıklarınızdan birkaçını

korkutup  kaçırdı  mı  yoksa?  Zavallı,  küçük  Lizzy.  Canını

sıkma. 

Saçma 


sapan 

kişilerle 

yakınlığı 

olmasına


dayanamayacak 

kadar 


mızmız 

erkeklerin 

ardından

üzülmeye  değmez.  Lydia'nın  aptallıkları  yüzünden  sizden

uzak duran zavallı adamların listesini bir göreyim bakalım."

"Yanılıyorsunuz.  Ben  böyle  bir  zarara  uğramaktan

şikâyetçi değilim. İtiraz etmem kendim için değil, herkes için.

Lydia'nın  karakterindeki  çılgınlık,  uçarılık  ve  başına

buyrukluk gibi aşağılık yanlar yüzünden şerefimiz ve insanlar

arasındaki  itibarımız  azalacak.  Açık  konuşmak  zorunda

olduğum  için  affınızı  dilerim.  Eğer  siz,  sevgili  babacığım,

onun taşkın neşesine gem vurmak ve bütün ömrünün bugünkü

gibi geçemeyeceğini anlatmak zahmetine katlanmazsanız çok

sürmez  iş  işten  geçmiş  ve  Lydia  artık  düzeltilemez  hatalar

işlemiş  olacak  ve  karakteri  böyle  kalacak  ve  bu  kız,  on  altı

yaşında hem kendini, hem de ailesini gülünç duruma düşüren




müthiş  bir  yosma  olarak  tanınacak.  Hem  de  yosmanın  en

kötü,  en  aşağılık  türünden.  Çünkü  gençliğinden  ve  zararsız

görünüşünden  başka  çekici  bir  tarafı  olmadığı  gibi,  aynı

zamanda  etrafındakilere  kendini  beğendirmeye  çalışırken

gülünç  olmaktan  sakınamayacak  kadar  cahil  ve  boş  kafalı.

Aynı tehlike Kitty için de geçerli. Lydia ne yola saparsa o da

ardından gidecek. O da Lydia gibi kendini beğenmiş, cahil ve

tam anlamıyla başı boş! Ah, babacığım, tanındıkları her yerde

ayıplanmalarının  ve  küçümsenmelerinin  ve  bu  lekenin  diğer

kardeşlerine  bulaşmasının  önlenmesinin  mümkün  olmadığını

düşünebilir  misiniz?"  Bay  Bennet,  Elizabeth'in  bütün

kalbiyle kendini bu konuya verdiğini görüyordu. Kızının elini

şefkatle  kendi  elleri  arasına  alarak:  "Kendini  üzme  sevgili

yavrum," dedi, "seni ve Jane'i her tanıyan kesinlikle sever ve

sayar.  Çok  aptal  iki,  hatta  diyebilirim  ki  üç  kardeşinizin

olması  sizin  değerinizi  düşürmez.  Lydia  Brighton'a  gitmezse

Longbourn'da rahatımız kalmayacak. Onun için, bırak gitsin.

Albay  Forster  aklı  başında  bir  adamdır  ve  Lydia'nın  başının

derde  girmesine  izin  vermez.  Ayrıca,  zengin  kızı  olmadığı

için  onu  tavlamaya  kalkışan  olmayacaktır.  Brighton'da

herkesle flört etmesi buradaki kadar dikkati çekmez. Subaylar

ondan daha çekici kadınlar bulacaklardır. Bu durumda, oraya

gitmesinin  Lydia'ya  kendi  hiçliğini  öğretmesini  umalım.  Ne

olursa olsun, şimdikinden daha kötü olamaz. Hem olursa da o

zaman  ömrünün  geri  kalan  kısmında  onu  kilit  altında

tutmamız için bize davetiye çıkarmış olur."

Elizabeth  bu  cevaba  boyun  eğmek  zorundaydı,  ama  fikri

değişmedi  ve  babasının  yanından  hayal  kırıklığına  uğramış,

üzüntülü olarak ayrıldı. Ancak canını sıkan bir şeyin üzerinde

çok fazla durarak üzüntüsünü büsbütün artırmak gibi bir huyu




yoktu.  Görevini  yaptığına  inanıyordu  ve  kaçınılmaz

kötülüklere  surat  asarak  veya  meraklanarak  bunlan  büsbütün

artırmak ona göre değildi.

Lydia  ile  Bayan  Bennet,  Elizabeth'in  babası  ile  ne

konuştuğunu  bir  bilselerdi,  duydukları  öfkeyi  ifade  edecek

söz  bulamazlardı.  Lydia'nın  hayalinde  Brighton'a  bir  ziyaret

yapmak  dünyanın  bütün  mutluluklarını  sağlayacaktı.  Hayal

gücünün  yaratıcı  gözüyle,  bu  şen  plaj  şehrinin  caddelerini

subaylarla  dolu  olduğunu,  on  beş  yirmi  subayın  da  kendi

etrafında  pervane  gibi  döndüğünü  görüyordu.  Kamp  bütün

görkemiyle  gözünde  canlanıyordu;  gönül  çalan  bir  düzen

içinde sıralanıp giden çadırlar, bunlan dolduran genç, şen ve

göz  kamaştıncı  kırmızı  ceketler  giymiş  subaylar...  Bu

manzarayı  tamamlamak  için  de  kendini  bir  çadınn  altında

oturmuş,  aynı  zamanda  en  az  altı  subayla  tatlı  tatlı  flört

ederken hayal ediyordu.

Ablasının  onu  bu  imkânlardan  ve  gerçek  olabilecek  bu

hayallerden  çekip  ayırmaya  çalıştığını  bilseydi  acaba  ne

hissederdi?  Bunu  ancak  annesi  bilebilirdi;  çünkü  o  da  aşağı

yukan  aynı  şeyleri  hissederdi.  Kocasının  Brighton'a  gitmeye

hiç de niyeti olmadığına inandıktan sonra karamsar duygulara

kapıldığı  şu  sırada  kızının  Brighton'a  gitmesi  onun  tek

tesellisiydi.  Ama  ana  kız,  Elizabeth  ile  babası  arasındaki

konuşmadan  tamamıyla  habersizdiler.  Sevinç  sarhoşluklan

Lydia'nın yola çıkacağı güne kadar sürdü.

Elizabeth, Bay Wickham'ı son kez görecekti. Longbourn'a

döndüğünden  beri  genç  adamla  birçok  kez  bir  arada

bulunduğu  için  bundan  artık  sıkıntı  duymuyordu,  geçmiş

heyecanlannın  sıkıntısı  ise  hiç  kalmamıştı.  Hatta  bu  gencin



önceleri  hoşuna  giden  kibarlığının  bile  iğrendirici,  sıkıcı  bir

yapmacıktık  ve  sürekli  bir  tekrardan  doğan  usandıncı  bir

özenti  olduğunu  keşfetti.  Sonra  onun  şimdilerde  kendisine

karşı  davranışı  da  ayrı  bir  sıkıntı  kaynağıydı;  ilk  tanıştıkları

zamanki  ilgisini  yenileme  eğilimini  göstermesi,  o  zamandan

beri  yaşananlardan  sonra  Elizabeth'i  ancak  öfkelendiriyordu.

Böyle avare ve saçma sapan bir ilgiye hedef olarak seçilmek

genç  kızın  Wickham'a  olan  bütün  ilgisini  söndürüyordu.  Bu

duygusunu  zorla  baskı  altında  tutarken,  bu  gencin  hangi

nedenle  ve  ne  kadar  uzun  zaman  için  olursa  olsun  kayıtsız

davrandıktan sonra, ilgisini tazelemesinden Elizabeth'in gurur

duyacağına  ve  kendisine  o  eski  yakınlığı  göstereceğini

umması genç kızı öfkelendiriyordu.

Alayın  Meryton'dan  ayrılacağı  gün  diğer  birkaç  subayla

birlikte  Wickham  da  Longbourn'da  yemek  yedi.  Elizabeth

ondan  güler  yüzle  ayrılmaya  o  kadar  isteksizdi  ki,

Hunsford'daki misafirliğinin nasıl geçtiğini sorduğunda Albay

Fitzwilliam  ve  Bay  Darcy'den,  onların  Rosings'de  üç  hafta

kaldıklarından  söz  etti  ve  Albay  Fitzwilliam'ı  tanıyıp

tanımadığını  sordu.  Bay  Wickham  şaşırmış,  canı  sıkılmış  ve

endişelenmiş gibiydi, ama kendini hemen toplayarak ve tekrar

gülümseyerek albayla eskiden sık görüştüğünü, pek kibar bir

adam  olduğunu  söyledikten  sonra  genç  kızın  onu  beğenip

beğenmediğini  sordu.  Genç  kız  albayı  övdü.  Bay  Wickham

biraz sonra kayıtsız bir tavır takınarak sordu: "Rosings'de ne

kadar kaldığını söylemiştiniz?"

"Üç haftaya yakın."

"Ve siz kendisini sık sık gördünüz?"




"Evet, hemen her gün."

'Tavırları kuzeninkine hiç benzemez."

"Evet,  hiç  benzemiyor.  Ama  bence  insan  Bay  Darcy'yi

yakından tanıdıkça daha iyi bir insan olduğunu anlıyor."

Wickham, Elizabeth'in gözünden kaçmayan bir heyecanla:

"Ya!  Sormamda  bir  sakınca  yoksa,"  diye  atılmışken,  kendini

tutarak, daha neşeli bir tavırla ekledi: "Konuşmasında mı bir

iyileşme  var?  Her  zamanki  haline  biraz  nezaket  katma

lütfunda  mı  bulunuyor?"  Sonra  daha  ciddi  bir  ses  tonuyla

devam  etti:  "Çünkü  onun  gerçekten  değiştiğini  ummaya

cesaret  edemiyorum."  Elizabeth,  "Hayır,  aslında  temelde

neyse  sanıyorum  gene  o,"  diye  cevap  verdi.  Wickham  bu

sözlere  sevinmek  mi,  yoksa  gizli  bir  anlam  mı  aramak

gerektiğini  kestiremeden  öylece  bakıyordu.  Genç  kız

sözlerine  devam  ederken,  yüzünde,  karşısındakini  korku  ve

endişeyle dinlemeye zorlayan bir şey vardı:

"Yakından tanıdıkça daha iyi bir insan olduğu anlaşılıyor

derken  onun  ne  düşüncelerinde,  ne  de  tavırlarında  bir

düzelme olduğunu ima etmek istedim. Demek istediğim, onu

daha iyi tanıdıkça karakteri de daha iyi anlaşılıyor."

Wickham'ın 

yüz 


hatlarının 

gerilmesinden 

ve

bakışlarındaki  endişeden  büyük  bir  dehşete  düştüğü



görülüyordu.  Birkaç  dakika  sessiz  durdu;  şaşkınlığını

üzerinden atabildiğinde tekrar genç kıza döndü ve en tatlı ses

tonuyla konuştu:



"Benim Bay Darcy'ye olan duygularımı çok iyi bilen siz,

onun  hiç  değilse  dürüst  görünebilecek  kadar  akıllıca

davranması  karşısında  ne  büyük  bir  sevinç  duyduğumu

kolayca anlayabilirsiniz. Bu yolda gururunun, kendine değilse

de,  başkalarına  hizmeti  dokunabilir,  çünkü  bu  kötü

davranışlarda  bulunmasını  engelleyecektir.  Yalnız  tek

korktuğum  şey,  sizin  ima  ettiğiniz  ihtiyatlılığı  gözünden

düşmekten  çok  korktuğu  teyzesinde  misafirken  takınmasıdır.

Bay  Darcy  teyzesiyle  bir  arada  olduğu  zaman  daima

çekingendir, biliyorum. Bunda, genç de Bourgh ile evlenmek

isteyişinin  büyük  bir  payı  olabilir.  Darcy'nin  bu  evliliği  çok

istediğinden kuşkum yok."

Elizabeth  bu  sözlere  gülümsemekten  kendini  alamadı,

ama sadece hafifçe başını eğerek cevap vermekle yetindi. Bay

Wickham'ın  gene  eskiden  olduğu  gibi  ona  dert  yanmak

istediğini görüyordu; fakat onun bu keyfine hizmet etmek hiç

de içinden gelmiyordu. O gecenin geri kalanında, genç adam

her  zamanki  gibi  neşeli  görünmeye  çalıştı,  ama  Elizabeth'e

sokulmak için hiçbir girişimde bulunmadı; sonunda, karşılıklı

bir  nezaketle  ve  belki  de  birbirlerini  bir  daha  görmemeyi

yürekten dileyerek ayrıldılar.

Misafirler  dağılınca  Lydia  da,  ertesi  sabah  erken  saatte

oradan  yola  çıkacakları  için  Bayan  Forster'la  birlikte

Meryton'a  döndü.  Kızın  ailesinden  ayrılması  hüzünden  çok,

gürültülü bir sahne oldu. Yalnız Kitty gözyaşı döktü; fakat o

da öfke ve kıskançlıktan ağlıyordu. 318

Bayan  Bennet  kızına  uzun  uzadıya  mutluluklar  diledi,

mümkün  olduğu  kadar  eğlenmek  için  hiçbir  fırsatı

kaçırmamasını  sıkı  sıkı  tembih  etti.  Kızının  bu  öğüdü



tutacağına  hiç  kuşku  yoktu.  Lydia'nın  mutluluktan  öyle

gürültülü bir "hoşça kalın" deyişi vardı ki, ablalarının "hoşça

kal" dedikleri duyulmadı bile.

XLII

Elizabeth evlilikte mutluluğu ya da aile birliği hakkındaki

bütün  fikirlerini  kendi  ailesinde  gördüklerinden  edinseydi,

pek  de  hoş  bir  sonuca  varamazdı.  Gençliğe,  güzelliğe  ve

genellikle  gençlikle  güzelliğin  verdiği  sözde  iyi  huylu  birine

tutulan  babasının  anlayışsız  ve  dar  kafalı  bir  kadınla

evlendiğini çok geçmeden anlaması eşine olan bütün sevgisini

kaybetmesine neden olmuştu. Aralarında saygı ve güven diye

bir  şey  kalmamış,  Bay  Bennet'ın  aile  mutluluğu  hakkındaki

bütün  hayalleri  yıkılmıştı.  Ancak  Bay  Bennet  kendi

düşüncesizliğinin  neden  olduğu  bu  hayal  kırıklığını,  kendi

hataları veya kötülükleri yüzünden mutsuz olan birçok kişinin

yaptığı gibi, bazı zevklere dalarak teselli arayacak yaradılışta

bir  adam  değildi.  Doğaya  ve  kitaplara  düşkündü;  işte  bu

zevklerini doyurmak onun başlıca eğlencesi oldu. Cahilliği ve

aptallığıyla arada sırada eğlenmesi dışında karısına pek az şey

borçluydu. Gerçi bu, genelde bir erkeğin karısından beklediği

türden  bir  mutluluk  değildi,  fakat  başka  eğlence  imkânı

bulunmayınca,  gerçek  bir  filozof,  elde  bulunanlardan

yararlanır.

Yine  de  babasının  bir  kocaya  yakışmayacak  hareketleri

Elizabeth'in  gözünden  kaçmıyordu.  Genç  kız  bunun  her

zaman  acıyla  farkına  varmış;  fakat  babasının  yeteneklerine

saygı  gösterdiğinden  ve  kendisine  gösterdiği  şefkatin

uyandırdığı  minnetin  etkisiyle  görmemezlik  edemediklerini

unutmaya  çalışmıştı.  Karısını  kendi  çocukları  önünde  küçük




düşürerek;  kocalık  görevlerine  ne  kadar  ters  hareket  ettiğini

düşüncelerinden  silmek  istiyordu.  Fakat  bu  kadar  uygunsuz

bir evliliğin çocuklar için ne büyük zararlar doğurabileceğini

o ana kadar hiç bu kadar kuvvetle hissetmemiş; yeteneklerin

yanlış amaçlarla kullanılmasından doğabilecek kötülükleri de

kavrayamamıştı.  Bu  yetenekler  yerinde  kullanılsa  karısının

düşünce  ufkunu  genişletmese  bile,  hiç  olmazsa  kızlarının

şerefini korurdu.

Elizabeth,  Wickham'ın  ayrılmasına  sevinmekle  beraber,

alayın  yokluğundan  mutlu  olmak  için  başka  bir  neden

göremedi.  Dost  toplantıları  eskisinden  daha  az  renkli

oluyordu.  Evde  ise  annesiyle  Kitty,  çevrelerindeki  her  şeyin

sıkıcılığından sürekli şikâyet ede ede, aile ortamına gerçekten

bir  kasvet  çökmesine  neden  olmuşlardı.  Kafasını  rahatsız

eden bir şey kalmadığı için Kitty zamanla doğal haline dönüp

aklını  başına  toplayabilirdi,  ama  durumundan  daha  büyük

kötülükler doğmasından korkulan Lydia'nın plaj ve kamp gibi

iki  tehlikeyi  birleştiren  bir  yerde  çılgınlıklarını  ve  kendine

güvenini  artırması,  daha  da  pişkinleşmesi  beklenirdi.  Bu

nedenle  Elizabeth,  kendinden  öncekiler  gibi  beklediği  bir

olayın olup bittikten sonra umduğu gibi mutluluk vermediğini

anladı.  Gerçek  mutluluğun  başlaması  için  başka  bir  zamanı

beklemesi,  dileklerini  ve  ümitlerini  bağlayacak  başka  bir

nokta  bulması,  şimdilik  tahminler  yürütme  zevkini  tekrar

tadarak  avunması  ve  yeni  bir  hayal  kırıklığı  için  hazırlıklı

olması  gerekiyordu.  En  mutlu  düşüncelerinin  konusu  Göller

Bölgesi'ne  yapacağı  gezintiydi.  Annesiyle  Kitty'nin

sızlanmalanyla geçen sıkıcı saatlerin en güzel tesellisi buydu.

Bu tasarıya Jane'i de katabilse çok mükemmel olacaktı.



Kendi  kendine  şöyle  düşünüyordu:  "Çok  şükür,

beklediğim bir şey var. Yoksa her şey tamam olsa, kesinlikle

hayal  kırıklığına  uğrardım.  Ama  Jane'in  yokluğu  benim  için

sürekli  bir  üzüntü  kaynağı  oldukça  beklediğim  bütün

zevklerin  gerçekleşmesini  nasıl  umabilirim.  Her  yönden

kusursuz  olan  bir  program  hiçbir  zaman  başarılı  olamaz  ve

hepten  bir  hayal  kırıklığına  uğramamak  ancak  küçük,  kişisel

bir  iç  sıkıntısını  dağıtmakla  önlenebilir."  Lydia  giderken

annesiyle  Kitty'ye  sık  ve  ayrıntılı  mektuplar  yazacağına  söz

vermişti;  oysa  uzun  bekleyişlerden  sonra  alınan  mektupları

hep  kısacıktı.  Annesine  yazdıklarında;  kütüphaneden  henüz

döndüklerinden,  orada  filan  ve  falan  subayların  kendilerine

eşlik ettiğinden, gördüğü giysilerin güzelliği karşısında adeta

çılgına  döndüğünden;  yeni  bir  elbise  veya  yeni  bir  şemsiye

aldığından,  bunları  daha  uzun  anlatmak  istediğinden,  fakat

Bayan Forster'la kampa gidecekleri için kısa kesmek zorunda

olduğundan,  Bayan  Forster'in  onu  çok  acele  olarak

çağırdığından  söz  ediyordu.  Kız  kardeşine  yolladığı

mektuplar biraz daha uzun olmakla beraber verdiği bilgi daha

da  azdı.  Çünkü  kelimelerin  altı  açıkça  okunmalanna  izin

vermeyecek kadar çok çizgilerle doluydu.

Lydia  gittikten  iki  üç  hafta  sonra  Longbourn  yeniden

dirlik,  düzenlik  ve  neşeye  kavuşmaya  başladı.  Her  şey  daha

mutlu  bir  hal  alıyordu.  Kış  için  Londra'ya  inen  aileler  geri

gelmiş  ve  yaz  giysileri,  yaz  etkinlikleri  kendini  göstermeye

başlamıştı.  Bayan  Bennet  gene  eski  tasasız  dırdırlanna

girişmişti  ve  haziran  ortasında  Kitty,  gözyaşı  dökmeden

Meryton'a  gidebilecek  kadar  kendini  toplamış  bulunuyordu.

Bu  Elizabeth'i  hem  mutlu  etti  hem  de  ümitlendirdi.  Savaş

Bakanlığı'nda  zalimce  kötü  bir  düzenleme  yapılıp  da




Meryton'a  başka  bir  alay  gönderilmezse,  Kitty'nin  Noel'e

kadar  günde  bir  kezden  fazla  bir  subaydan  söz  açmayacak

kadar akıllanacağını umuyordu.

Elizabeth'in dayısı ve yengesiyle yapacağı Göller Bölgesi

gezisine çıkmaları için kararlaştırılan gün hızla yaklaşıyordu.

Seyahate yalnızca iki hafta kala Bayan Gardiner'dan gelen bir

mektup  hem  yolculuğu  ileri  bir  tarihe  attı  hem  de  süresini

kısalttı.  Bay  Gardiner  işlerinden  ötürü  ancak  temmuzun  on

beşinde  yola  çıkabilecekti  ve  bir  ay  içinde  tekrar  Londra'ya

dönmek  zorundaydı.  Böylece,  kararlaştırdıkları  gibi  uzaklara

gitmelerine  ve  dolaşmalarına  zaman  olmadığından,  daha

doğrusu düşündükleri gibi dolaşarak, rahat rahat gezmelerine

imkân  kalmadığından  Göller  Bölgesi'nden  vazgeçmeleri  ve

onun yerine daha kısa bir gezinti düzenlemeleri gerekmişti ve

bu  yeni  programa  göre  Derbyshire'dan  daha  kuzeye

gitmeyeceklerdi.  Bu  ilde  de  onları  üç  hafta  oyalamaya

yetecek kadar çok görülecek şey vardı ve Bayan Gardiner için

burasının  kendine  özgü  ve  güçlü  bir  çekiciliği  vardı.  Daha

önce  birkaç  yıl  geçirdiği,  şimdi  de  birkaç  gün  kalacağı  bu

kasaba  onun  için  güzellikleriyle  ünlü  Matlock,  Chatsworth,

Dovedale veya Peak kadar büyük bir merak konusuydu.

Elizabeth,  çok  büyük  bir  hayal  kınklığma  uğramıştı;

kendini gölleri görmeye hazırlamıştı ve hâlâ da oraya gitmek

için  yeterli  zamanlan  olduğuna  inanıyordu.  Ama  mutlu

görünmesi  gerekiyordu,  çünkü  yaradılışı  öyleydi.  Çok

geçmeden  üzüntüsünü  unuttu.  Derbsyhire'ın  sözü  edilince

kafasında orayla ilgili birçok fikir canlandı. Elizabeth için bu

kelimeyi duyup da, Pemberley'yi veya sahibini hatırlamamak

elde  değildi.  Kendi  kendine,  "Kuşkusuz,  Bay  Darcy'nin



yaşadığı  bölgeye  cezaya  uğramadan  girebilir,  ona

görünmeden  ünlü  taşlarından  birkaç  tane  çalabilirim,"  diye

düşünüyordu.

Bekleyiş  süresi  şimdi  iki  katına  çıkmıştı.  Dayısıyla

yengesinin gelmesine daha dört hafta vardı. Ama dört hafta da

geçti  ve  Bay  ve  Bayan  Gardiner  sonunda  dört  çocuklanyla

Longbourn'a  geldiler.  Biri  altı,  biri  sekiz  yaşında  iki  kız  ve

daha  küçük  iki  oğlan  çok  sevdikleri  kuzenleri  Jane'e  emanet

edileceklerdi.

Genç kızın derin şefkati, tatlı huyu çocuklara bakması için

çok  elverişliydi.  Onlara  bir  şeyler  öğretir,  onlarla  oynar  ve

onları severdi.

Gardiner'lar  Longbourn'da  yalnız  bir  gece  kaldılar  ve

ertesi sabah Elizabeth ile birlikte yenilikler ve eğlenceler vaat

eden  yolculuğa  çıktılar.  Bir  bakımdan  eğlenecekleri

kuşkusuzdu: 

Arkadaş 

olarak 


çok 

uyumluydular.

Rahatsızlıklara  dayanacak  yaradılışta  ve  sağlıklıydılar;  her

zevki artıracak kadar neşeliydiler; herhangi bir nedenle hayal

kırıklığına  uğradıklarında  kendi  aralarında  eğlenecek  kadar

sevgi dolu ve zekiydiler.

Bu  kitabın  amacı  Derbyshire'ı  tarif  etmek  veya  yollan

üzerindeki  Oxford,  Blenheim,  Warwick,  Kenihvorth,

Birmingham  v.s.  gibi  dikkate  değer  ve  yeterince  bilinen

yerleri  anlatmak  değildir.  Bizi  ilgilendiren,  sadece

Derbyshire'm küçük bir kısmı. Bu ilin bütün görülmeye değer

yerlerini gezdikten sonra Bayan Gardiner'ın eskiden oturduğu

ve  tanıdıklarından  birkaçının  hâlâ  da  orada  olduğunu

öğrendiği  küçük  Lambton  kasabasına  doğru  yol  aldılar.




Elizabeth'in  yengesinden  öğrendiğine  göre  Pemberley,

Lambton'dan  beş  mil  ötedeydi.  Belki  bu  malikâne  yollarının

üstünde değildi, ama bir iki milden uzak da değildi. Bir gece

önce  gidecekleri  yolu  görüşürlerken  Bayan  Gardiner  orasını

tekrar  görmek  istediğini  söyledi.  Bay  Gardiner  da  buna

istekliydi ve Elizabeth'e bu ziyareti onaylayıp onaylamadığını

sordular.  "Şekerim,  hakkında  bu  kadar  çok  şey  işittiğin  bir

yeri  görmek  istemez  misin?"  dedi  yengesi.  "Birçok

tanıdığımızın  yakından  bildiği  bir  yer.  Wickham  orada

büyümüş, 

biliyorsun." 

Elizabeth'in 

neşesi 

kaçmıştı.

Pemberley'de  hiç  işi  yoktu  ve  orasını  görmeye  hevesli  de

görünmemeliydi.  Büyük  evler  görmekten  bıktığını,  güzel

halılar  veya  saten  perdelerin  artık  ona  gerçekten  zevk

vermediğini ileri sürdü.

Bayan  Gardiner  onun  aptallığıyla  alay  etti:  "Eğer

Pemberley sadece zengin döşenmiş güzel bir ev olsaydı, ben

de gezip görmeye aldırış etmezdim. Fakat etrafını çevreleyen

arazi enfes. Ülkenin en güzel korularının bazıları oradadır."

Elizabeth daha fazla bir şey söylemedi. Ama içi bir türlü

bu  işe  razı  gelmiyordu:  Ansızın  aklına  orasını  gezerken  Bay

Darcy  ile  karşılaşma  olasılığı  geldi.  Bu  korkunç  bir  şey

olurdu!  Bunu  düşünmek  bile  kıpkırmızı  kesilmesine  neden

oldu.  Böyle  bir  tehlikeyi  göze  almaktansa  yengesiyle  açık

konuşmanın  daha  iyi  olacağını  düşündü.  Ama  bunun  da

sakıncaları  vardı  ve  sonunda  Pemberley  sahiplerinin  orada

olmadıkları  ümidi  boşa  çıkarsa  son  çare  olarak  buna

başvurmaya karar verdi.

Bunun  üzerine,  gece  odasına  çekildiğinde  oda

hizmetçisine Pemberley'in çok güzel bir yer olup olmadığını,



sahibinin adını ve büyük bir korku ile ailenin yaz için dönüp

dönmediğini  sordu.  Bu  soruya  hayır  cevabını  alınca  çok

sevindi. Artık korkusu kalmadığından, bu evi görmek için bir

hayli  merak  duymakta  özgürdü.  Ertesi  sabah  bu  konu  tekrar

açıldığı  ve  tekrar  fikri  sorulduğu  zaman  bu  programa  bir

itirazı  olmadığını  serinkanlı  ve  ilgisiz  bir  tavırla

söyleyebilecek durumdaydı.

Böylece Pemberley'ye gitmeye karar verdiler.



XLIII

Araba  Pemberley'e  doğru  giderken  Elizabeth  Pemberley

korulannı gitgide artan bir heyecanla bekledi. Sonunda bekçi

evinden  malikânenin  içine  saptıkları  zaman  ruhu  fırtınaya

tutulmuş gibi çalkalanıyordu.

Çok büyük olan parka giden yol inişli çıkışlıydı. Parka en

alçak noktalarından birinden girdiler ve bir süre uzayıp giden

geniş bir koru boyunca ilerlediler.

Elizabeth'in  kafası  konuşmasına  imkân  bırakmayacak

kadar  doluydu;  ama  her  güzel  şeyi  görüp  hayranlık

duyuyordu.  Yarım  mil  boyunca  yol  yavaş  yükseldi  ve

kendilerini  bir  hayli  yüksek  bir  bayırın  üzerinde  buldular.

Koru burada bitiyor ve hemen vadinin karşı yamacında yolun

sarp  kıvrımlarla  ulaştığı  yerde  yükselen  Pemberley  Köşkü

dikkati  çekiyordu.  Büyük,  güzel,  taş  bir  yapı  olan  ve  tepeye

doğru  yükselen  arazinin  üzerinde  kurulu  Pemberley'in

arkasında bir sıra yüksek ağaçlarla dolu tepeler görünüyor; bir

ırmak evin önünde doğal bir şekilde genişleyip akıyordu.




Irmağın  kıyılan  ne  dümdüz  ne  de  yapmacık  bir  şekilde

süslüydü.  Elizabeth  hayran  olmuştu.  Doğanın  bu  kadar

cömert  davrandığı  ve  zevksiz  bir  müdahaleden  bu  derece

korunduğu bir yer görmemişti. Herkes bu manzara karşısında

yürekten  bir  hayranlık  duymuştu  ve  o  anda,  Pemberley

malikânesinin  hanımı  olmanın  önemini  hissetti.  Tepeyi

indiler, köprüden geçtiler ve kapıya geldiler. Evin görünüşünü

daha  yakından  incelerken  genç  kız,  buranın  sahibi  ile

karşılaşma  endişesini  yeniden  duydu.  Oda  hizmetçisinin

yanılmış  olmasından  korkuyordu.  Köşkü  gezmek  için  izin

istediklerinde  salona  alındılar;  kâhya  kadını  beklerlerken

Elizabeth,  Pemberley'ye  nasıl  geldiğine  şaşmaktan  kendini

alamıyordu.

Kâhya  kadın  geldi.  Elizabeth'in  tahmin  ettiği  kadar  hoş

olmasa da, beklediğinden çok daha kibar, yaşlıca bir kadındı.

Onun  ardından  yemek  salonuna  gittiler.  Burası  geniş,  güzel

döşenmiş, ferah bir odaydı. Elizabeth gözlerini etrafta bir süre

dolaştırdıktan  sonra  manzarayı  seyretmek  için  pencerelerden

birine  yaklaştı.  Biraz  önce  indikleri  ormanla  taçlanmış  tepe,

uzaktan  daha  sarp  görünüyor  ve  çok  güzel  bir  manzara

oluşturuyordu. Elizabeth bütün bu güzel manzarayı gözleriyle

kucakladı:  Irmak  ve  iki  kıyısında  serpilen  ağaçlar,  vadinin

büklümü... gözünün görebildiği her şey nefisti. Öbür odalara

geçtikçe  manzarayı  başka  açılardan  görüyorlardı,  ama  her

pencerenin  manzarası  ayrı  bir  güzeldi.  Hepsi  zengin  ve  göz

alıcı  olan  odalar,  sahibinin  servetine  yakışır  bir  şekilde

döşenmişti.  Elizabeth  bu  eşyaların  ne  çok  gösterişli,  ne  de

aşırı derecede süslü olmadığını; Rosings'deki eşyalardan daha

az  gösterişli,  fakat  onlardan  daha  zarif  olduklarını  görerek

sahibinin zevkini takdir etti. 327




Genç  kız  kendi  kendine,  "Ben  bu  yerin  hanımı

olabilirdim!"  diye  düşündü.  "Burası  benim  evim,  bu  odalar

benim odalarım olacaktı! Bunları bir yabancı gibi seyredecek

yerde,  onlar  benimdir  diye  sevinebilir  ve  dayımla  yengemi

misafirim  olarak  karşılayabilirdim."  Fakat  hemen  kendini

topladı: "Hayır, hayır, bunu hiçbir zaman yapamazdım. Çünkü

dayımla yengemi sonsuza kadar kaybedecektim. Onları davet

etmeme  izin  verilmeyecekti."  İyi  ki  işin  bu  yönü  aklına

gelmiş,  bu  da  onu  pişmanlığa  benzer  bir  şey  hissetmekten

kurtarmıştı.

Kâhya  kadına,  malikâne  sahibinin  gerçekten  orada  olup

olmadığını  sormak  için  sabırsızlanıyor,  ama  cesaret

edemiyordu.  Sonunda  bu  soruyu  dayısı  sordu.  Bayan

Reynolds  cevap  verirken  Elizabeth  korkusundan  başını  öte

yana  çevirmişti.  Kâhya  kadın,  efendisinin  orada  olmadığını

söyledikten  sonra,  "Ama  yarın  arkadaşlarıyla  beraber

gelmesini  bekliyoruz,"  diye  ekledi.  Elizabeth,  kendi

yolculuklarının kazara bir gün gecikmediğine öyle sevinmişti

ki!  Tam  o  sırada  yengesi  ona  seslenerek  bir  resim  gösterdi.

Genç  kız  yaklaştı  ve  şöminenin  üzerinde  diğer  birçok

minyatür  arasında  Bay  Wickham'ın  da  resminin  asılı

olduğunu  gördü.  Yengesi  gülümseyerek  resmi  nasıl

bulduğunu  sordu.  Kâhya  kadın  da  onlara  doğru  gelerek,

bunun  rahmetli  efendisinin  kâhyasının  oğlu  olan  ve  efendisi

tarafından  yetiştirilen  gencin  resmi  olduğunu  söyledikten

sonra, "Şimdi asker olmuş, ama yazık pek havaileşmiş," dedi.

Bayan  Gardiner  yeğenine  gülümseyerek  baktı,  ama

Elizabeth'te  gülümseyecek  hal  kalmamıştı.  Bayan  Reynolds

bir  başka  minyatüre  işaret  ederek,  "Bu  da  efendimdir,"  dedi.

"Kendisine  çok  benziyor.  Öbürü  ile  aynı  zamanda,  aşağı




yukarı  sekiz  yıl  kadar  önce  yapılmış."  Bayan  Gardiner

minyatüre hayranlıkla bakarak, "Efendinizin ne kadar hoş biri

olduğunu  çok  duydum.  Güzel  bir  yüz,"  dedi  ve  ardından,

"Lizzy, ona benzeyip benzemediğini bize sen söyleyebilirsin,"

dedi.

Elizabeth'in efendisini tanıdığını anlatan bu sözler üzerine



Bayan Reynolds'un bu genç kıza karşı saygısı artmış gibiydi:

"Bu genç bayan Bay Darcy'yi tanıyor mu?" diye sordu.

Elizabeth kızararak, "Biraz," dedi.

"Onun çok yakışıklı bir beyefendi olduğunu düşünmüyor

musunuz efendim?" "Evet, gerçekten çok yakışıklı."

"Ben  daha  yakışıklısını  görmediğime  eminim.  Fakat

yukarıdaki  galeride  bundan  daha  büyük,  daha  güzel  bir

resmini  göreceksiniz.  Burası  rahmetli  efendimin  en  sevdiği

odaydı.  Minyatürler  de  o  zamanki  yerlerinde  duruyor.

Rahmetli efendim onları pek severdi. Ölümünden sonra odayı

hiç değiştirmedik."

Elizabeth,  Wickham'm  resminin  hâlâ  burada  oluşunun

nedenini  şimdi  anlamıştı.  Bayan  Reynolds  bundan  sonra

dikkatlerini,  Bayan  Georgiana  Darcy'nin  sekiz  yaşındayken

yapılmış  bir  resmine  çekti.  Bay  Gardiner,  "Bayan  Darcy  de

kardeşi kadar hoş mu?" diye sordu. "Evet, gelmiş geçmiş en

güzel genç bayan, o kadar da yetenekli ki! Bütün gün piyano

çalıp şarkı söylüyor. Bitişik odada onun için yeni alınmış bir

piyano  var.  Efendimin  hediyesi.  Yarın  o  da  ağabeyi  ile

beraber gelecek."




Tavırları  rahat  ve  hoş  olan  Bay  Gardiner'ın  sorulan  ve

yorumları  kâhya  kadını  konuşmaya  yöneltiyordu;  Bayan

Reynolds'un artık gururdan mı, övünçten mi, efendisi ile kız

kardeşinden söz etmekten büyük keyif aldığı belliydi.

"Efendiniz  yılın  büyük  bir  kısmını  Pemberley'de  mi

geçiriyor?"  "İstediğim  kadar  değil,  efendim.  Ama  zamanının

yansını burada geçiriyor diyebilirim. Bayan Georgiana Darcy

de yaz aylannda hep buradadır."

Elizabeth  kendi  kendine,  "Ramsgate'e  gittiği  zamanlann

dışında!"  diye  düşündü.  "Eğer  efendiniz  evlenirse  onu  belki

daha  çok  görebilirsiniz."  "Evet  efendim,  ama  ne  zaman

evlenecek  bilmiyorum,  ona  layık  olacak  kadar  iyi  bir  kadın

var mı?"

Bay  ve  Bayan  Gardiner  gülümsediler.  Elizabeth  kendini

tutamayarak,  "Böyle  düşünmekle  onun  saygınlığını

artırdığınız kesin," dedi.

Kâhya  kadın,  "Ben  yalnızca  gerçeği  ve  onu  tanıyan

herkesin söylediğini söylüyorum," diye cevap verdi. Elizabeth

bunda  biraz  abartı  olduğu  görüşündeydi  ve  Bayan

Reynolds'un  bunu  izleyen  sözlerini  artan  bir  şaşkınlıkla

dinledi:  "Ömrümde  ters  bir  sözünü  duymadım  ve  onu,  dört

yaşından beri de tanıyorum."

Bu olağanüstü övgü aynı zamanda Elizabeth'in fikirlerine

en  aykın  olanıydı.  Bay  Darcy'nin  iyi  huylu  bir  adam

olmadığına  öyle  inanmıştı  ki.  Genç  kız  büsbütün  dikkat

kesilmişti;  daha  çok  şey  duymak  için  sabırsızlanıyordu  ve

konuşmayı  devam  ettirdiği  için  dayısına  şükran  duydu.  Bay



Gardiner,  "Hakkında  böyle  sözler  söylenebilecek  pek  az

kimse var. Böyle bir efendiniz olduğu için şanslısınız," dedi.

"Evet  efendim,  bunu  ben  de  biliyorum.  Bütün  dünyayı

dolaşsam  daha  iyisini  bulamam.  Fakat  çocukken  iyi  huylu

olanlann,  büyüyünce  de  iyi  huylu  olduklan  hep  dikkatimi

çekmiştir. Bay Darcy de dünyanın en tatlı huylu, en iyi kalpli

çocuğuydu."  Elizabeth  gözlerini  kâhya  kadından  alamıyor,

kendi  kendine,  "Bu,  Bay  Darcy  olabilir  mi!"  diye

düşünüyordu.

Bayan Gardiner, "Sanınm babası mükemmel bir insandı,"

dedi.  "Evet,  efendim,  gerçekten  öyleydi.  Oğlu  da  tıpkı  ona

benziyor. O da babası gibi yoksullann gönlünü kazanıyor."

Elizabeth  dinledi,  şaşırdı,  kuşkulandı,  daha  çok  bilgi

edinmek  için  sabırsızlandı.  Bayan  Reynolds  başka  hiçbir

açıdan  onun  ilgisini  çekemezdi.  Tabloların  konularını,

odaların  büyüklüğünü,  eşyalann  fiyatlannı  kâhya  kadın

boşuna  sayıp  döküyordu.  Bay  Gardiner,  onun  efendisini  bu

kadar  çok  övmesini  Darcy  ailesine  karşı  duyduğu  bağlılığın

bir  kanıtı  sayarak  ve  bundan  memnun  olarak  sözü  tekrar  bu

konuya  getirdi.  Hep  beraber  büyük  merdivenden  çıkarlarken

Bayan Reynolds efendisinin birçok erdemi üzerinde hararetle

durarak,  "O,  mülk  sahiplerinin  ve  efendilerin  en  iyisidir,"

diyordu. "Kendilerinden başka hiçbir şey düşünmeyen serseri

zamane  gençleri  gibi  değildir.  Kiracıları  ve  hizmetkârları

arasında  onu  iyilikle  anmayacak  tek  bir  kişi  yoktur.  Bazıları

ona mağrur diyor; ama ben onun mağrur bir yanını görmedim.

Bana  kalırsa  Bay  Darcy  diğer  gençler  gibi  gevezeliği

sevmediği  için  ona  mağrur  diyorlar."  Elizabeth,  "Bu  Bay

Darcy'yi  ne  kadar  sevimli  bir  insan  yapıyor!"  diye  düşündü.



Yürürken  yengesi  genç  kıza  fısıldadı:  "Onun  hakkında

anlatılan  bu  güzel  şeylerle  onun  zavallı  Wickham'a  ettikleri

birbirini tutmuyor."

"Belki yanılmışızdır."

"Bu  pek  akla  yakın  değil;  ne  de  olsa  Wickham'ın  kendi

ağzından duyduk." Sonra üst kattaki geniş sofadan, çok şirin

bir  oturma  odasına  geçtiler.  Aşağıdakilerden  daha  zarif  ve

daha az eşyayla döşenmiş bu odanın, Pemberley'ye geldiğinde

Bayan  Georgiana  Darcy'yi  sevindirmek  için  döşendiğini

öğrendiler.

Elizabeth  pencerelerden  birine  doğru  yürürken,  "Bay

Darcy kuşkusuz iyi bir ağabey," dedi. 

Bayan  Reynolds,  Bayan  Georgina  Darcy'nin  bu  odaya

girince duyacağı sevinç üzerinde tahminler yürüttükten sonra,

"Bay Darcy her zaman böyledir," diye ekledi. "Kız kardeşini

memnun  edebilecek  bir  şey  hemen  yapılır.  Kardeşi  için

yapmayacağı  şey  yoktur."  Yalnız  resim  galerisi  ile  yatak

odalarından  birkaçını  görmemişlerdi.  Galeride  birçok  güzel

yağlıboya  resim  vardı;  ama  Elizabeth  resimden  pek

anlamazdı.  Aşağıda  benzerlerini  gördüğünden  bakmadı  ve

Bayan  Darcy'nin  konuları  genellikle  daha  ilgi  çekici  olan  ve

daha iyi anlaşılan karakalem resimlerini seyrekoyuldu.

Galeride  birçok  aile  portresi  vardı,  ama  bunlarda  bir

yabancının  ilgisini  çekecek  hiçbir  yan  yoktu.  Elizabeth,

hatlarını tanıyabileceği tek yüzü arayarak yürüdü. Sonunda o

yüzü  görerek  durdu.  Bay  Darcy'nin  aslına  şaşılacak  kadar

benzeyen  resmini  görmüştü.  Bu  yüzde,  bazen  kendine



bakarken  gördüğünü  hatırladığı  bir  gülümseme  vardı.  Genç

kız  dakikalarca  resmin  önünde  durarak  derin  düşündü  ve

galeriden  çıkmadan  önce  de  gidip  son  bir  defa  daha  baktı.

Bayan  Reynolds  bu  resmin  Bay  Darcy'nin  babasının

sağlığında çizilmiş olduğunu bildirdi.

O anda kuşkusuz Elizabeth, bunun modelini tanışıklıkları

süresince  hiç  duymadığı  ince  duygularla  hatırlıyordu.  Bayan

Reynolds'un onu öven sözlerinin önemi azımsanamazdı. Zeki

bir  hizmetçinin  övgüsünden  daha  değerli  bir  övgü  olabilir

miydi?  Bir  ağabey,  bir  mülk  sahibi,  bir  efendi  olarak

kaç  kişinin  mutluluğunun  ona  bağlı  olduğunu,  istediği  anda

kaç  kişiyi  ne  kadar  sevindirebilecek  ve  ne  kadar  ıstıraba

sürükleyebilecek  bir  durumda  bulunduğunu,  ne  kadar  çok

iyilik  ve  kötülük  yapma  gücü  taşıdığını  düşündü.  Kâhya

kadının öne sürdüğü her fikir Bay Darcy'nin lehineydi. Resim

de  sanki  gözlerini  dikmiş  Elizabeth'e  bakıyordu.  Elizabeth

onun  ilgisine  karşı  o  zamana  kadar  hissetmediği  derin  bir

şükran  duydu.  Bu  ilginin  samimiyetini  hatırlayınca,  bunun

dile  getirilişindeki  uygunsuzluk  etkisini  kaybetmeye

başlamıştı. Köşkün ziyarete açık kısımlarını gezip dolaştıktan

sonra  aşağı  indiler  ve  kâhya  kadına  veda  ettiler.  Kendilerini

salonun  kapısında  karşılayan  bahçıvan  onlara  bahçeyi

gezdirecekti.  Çimenlerin  üzerinden  nehre  doğru  yürürlerken

Elizabeth binayı bir daha görmek için arkasını döndü; dayısı

ile yengesi de durmuşlardı ve Bay Gardiner binanın yapıldığı

tarihi  kestirmeye  çalışırken,  evin  arkasındaki  ahırlara  giden

yoldan  birdenbire  malikânenin  sahibi  beliriverdi.  Aralarında

yirmi  metre  kadar  bir  mesafe  ancak  vardı  ve  Bay  Darcy  o

kadar  beklenmedik  bir  şekilde  ortaya  çıkmıştı  ki,  artık

karşılaşmamalarının  yolu  yoktu.  İki  genç  hemen  göz  göze




geldiler ve her ikisinin de yanaklan anında kıpkırmızı kesildi.

Genç adam tam anlamıyla irkilmiş ve bir an için şaşkınlıktan

kıpırdayamamıştı,  ama  hemen  kendini  toplayarak  onlara

doğru  ilerledi  ve  soğukkanlılıkla  olmasa  bile  tam  bir

nezaketle Elizabeth'e hal hatır sordu.

Genç  kız  elinde  olmadan  başını  çevirmişti,  ama  Bay

Darcy'nin  yaklaşması  üzerine  durarak,  onun  övgülerini,

üstesinden gelemediği bir şaşkınlıkla karşıladı. Bay Gardiner

ile eşine, bu gencin kılığı kıyafeti ve az önce gördükleri resme

benzerliği,  Bay  Darcy  olduğunu  anlatmaya  yetmeseydi  bile,

bahçıvanın efendisini görünce duyduğu şaşkınlık bunu hemen

anlamaya yeterliydi. Bay Darcy yeğenleriyle konuşurken kan

koca  biraz  uzakta  durdular.  Elizabeth  şaşırmış,  adeta  altüst

olmuştu  ve  gözlerini  kaldırıp  genç  adamın  yüzüne  bakmaya

cesaret edemiyor, ailesi hakkında sorduğu nazik sorulara bile

ne cevap verdiğini bilmiyordu. Son görüştükleri zamandan bu

yana genç adamın tutumu çok değişmişti. Elizabeth'in hayreti,

karşısındakinin  söylediği  her  yeni  cümle  ile  artıyordu  ve

kendisinin 

orada 


bulunmasındaki 

uygunsuzluğu

düşünmekten,  karşı  karşıya  geçen  bu  birkaç  dakika  ona

ömrünün  en  sıkıntılı  anları  gibi  geliyordu.  Öte  yandan  Bay

Darcy'nin  de  öyle  pek  rahat  bir  hali  yoktu;  konuşurken

sesinde 


her 

zamanki 


ağırlıktan 

eser 


kalmamıştı.

Longbourn'dan  ne  zaman  ayrıldığını,  Derbyshire'da  ne  kadar

kalacağını  tekrar  tekrar  aceleyle  soruşundan  fikirlerinin

darmadağınık olduğu açıkça görülüyordu.

Sonunda  kafası  boşalır  gibi  oldu  ve  birkaç  dakika  tek

kelime  bile  söylemeden  durduktan  sonra  ansızın  kendini

toparladı ve veda etti.



Dayısı  ile  yengesi  Elizabeth'in  yanma  geldiler  ve  Bay

Darcy'yi  beğendiklerini  söyledi1  ler.  Ama  Elizabeth

söylediklerinin tek kelime1 sini bile duymuyordu. Tamamıyla

duygularına gömülmüş olarak sessizce onları izledi. Utançtan

ve  can  sıkıntısından  eziliyordu.  Buraya  gelmesi  dünyanın  en

ters,  en  yersiz  işiydi.  Kimbilir  Bay  Darcy  bunu  nasıl  tuhaf

karşılayacaktı.  Bu  kadar  gururlu  bir  erkek  kimbilir  onu  ne

kadar ayıplamıştı! Onun kendi peşinden koştuğunu sanacaktı.

Ah!  Burayal  neden  gelmişti  ki?  O  da  ne  demeye  böyle

beklendiğinden  bir  gün  önce  dönmüştü?  On  dakika  önce

çıkmış  olsalardı  karşılaşmayacaklardı;  çünkü  tam  o  an

geldiği, atından veya arabasından o anda indiği belliydi.

Bu  rastlantının  tersliğini  düşündükçe  her  tarafını  ateş

basıyordu. Sonra Bay Darcy'nin tavırlannın bu kadar değişmiş

olması! Bunun anlamı ne olabilirdi; kendisiyle konuşması bile

şaşılacak  şeydi.  Üstelik  ne  kadar  kibar  konuşmuş,  ailesinin

hatınnı  bile  sormuştu.  Genç  adamın  tavırlannın  bu  kadar

mütevazı  olduğunu  görmemiş,  Bay  Darcy  hiçbir  zaman

kendisiyle  bu  beklenmedik  karşılaşmada  olduğu  kadar

nezaketle  konuşmamıştı.  Rosings  parkında,  mektubunu  eline

sıkıştırdığı zamanki tavrıyla ne zıt! Ne düşüneceğini, buna ne

anlam vereceğini bilmiyordu.

Elizabeth bunları düşünürken yürüye yürüye su kenannda

güzel bir yola geldiler. Her adım, önlerinde eşsiz bir manzara

veya  yaklaştıklan  koruluğun  daha  da  güzel  bir  yolunu

açıyordu, ama Elizabeth ancak bir süre sonra bunlann farkına

varmaya başladı. Dayısı ile yengesinin arka arkaya sorduklan

sorulara bir makine gibi cevap vermekle ve onlann gösterdiği

yana  gözlerini  çevirmekle  beraber  hiçbir  şeyi  ayırt



edemiyordu.  Düşünceleri  Pemberley  Köşkü'nde  Bay

Darcy'nin  bulunduğu  noktadaydı  (bu  nokta  malikânenin  her

neresi  ise).  O  anda  genç  adamın  kafasından  neler  geçtiğini,

kendisi  hakkında  ne  düşündüğünü,  her  şeye  rağmen  hâlâ

kendisine karşı bir sevgi besleyip beslemediğini bilmeyi öyle

istiyordu  ki!  Belki  de  kendi  evinde  olmanın  verdiği  rahatlık

ile nazik davranmıştı; ama sesinde, hiç de rahat olmadığını ele

veren  bir  şey  vardı.  Bu  ani  karşılaşmanın  ona  acı  mı  yoksa

zevk  mi  verdiğini  kestiremiyordu,  ama  kesin  olan  bir  şey

varsa,  o  da,  kendisiyle  konuşurken  genç  adamın  hiç  de

serinkanlı olmadığıydı.

Sonunda  yanmdakilerin  onun  dalgınlığından  yakınmalan

üzerine  kendine  geldi  ve  biraz  daha  toparlanma  gereğini

duydu.


Koruya  girdiler,  bir  ara  nehirden  ayrılarak  bir  yokuş

çıktılar, ağaçlann seyrek olduğu ve etrafı seyredebilme imkânı

olan  bu  noktadan  vadinin,  karşı  tepelerin,  bu  tepelerden

birçoğunu kaplayan ormanın ve bazen de nehrin bir kısmının

güzel  manzarası  görülüyordu.  Bay  Gardiner  bütün  parkın

etrafını dolaşmak istediğini söyledi; ama bunun bir yürüşüye

sığmamasından  korkuyordu.  Bahçıvan  övünme  dolu  bir

gülümsemeyle  parkın  çevresinin  on  mil  uzunlukta  olduğunu

söyleyince  sorun  çözüldü  ve  onlar  da  bütün  ziyaretçiler  gibi

bu  geziyle  yetinmeye  karar  verdiler.  Tutuklan  yol  onları  bir

süre  sonra  ağaçlarla  kaplı  yamaçtan  aşağı  indirerek  en  dar

noktasında  suyun  kenarına  getirdi.  Manzaranın  genel

havasına  uygun  sade  bir  köprüden  karşıya  geçtiler.  Şimdiye

kadar gördükleri yerler içinde en çok kendi haline bırakılmış

olanı  bu  noktaydı.  Vadi  burada,  küçük  bir  dere  ile  bu  dere



boyunca  uzanan  ve  eski  ağaç  gövdeleri  üzerinde  süren  yeni

filizlerden  oluşan  koru  arasında  ancak  incecik  bir  yol

geçmesine izin verecek kadar daralıyordu. Elizabeth bu yolun

kıvrımlarının  ötelerine  gitmek  isteğiyle  yanıyordu.  Ama

köprüyü  geçtikleri  ve  evden  ne  kadar  uzakta  olduklarını

gördükleri  zaman,  yürümekle  başı  pek  hoş  olmayan  Bayan

Gardiner  daha  ileriye  gitmek  istemedi.  Bir  an  önce  arabaya

dönmekten başka bir şey düşünecek halde değildi. Yeğeni de

ona  uymak  zorunda  kaldı.  En  kısa  yoldan  nehrin  karşı

kıyısındaki  eve  doğru  gitmeye  başladılar,  ama  çok  yavaş

ilerliyorlardı,  çünkü  Bay  Gardiner,  bu  zevkini  ancak  pek

seyrek tatmin edebiliyorsa da, balık avlamaya meraklı olduğu

için  arada  sırada  suda  görünen  alabalıkları  seyrediyor,

bahçıvanla da bu konu hakkında konuşuyordu. Böyle ağır ağır

ilerlerken  gene  onları  şaşırtan  bir  şey  oldu.  Bay  Darcy'nin

onlara  doğru  geldiğini,  hem  de  aralarında  büyük  bir  mesafe

olmadığını  gören  Elizabeth  ilk  karşılaştıkları  andaki  kadar

büyük bir şaşkınlık duydu. Burada yol öbür yandakinden daha

az  korunaklı  olduğu  için  Bay  Darcy'yi  önce  görebilmişlerdi.

Elizabeth şaşırmıştı gerçi; ama hiç olmazsa konuşmaya biraz

öncekinden  daha  hazırlıklıydı.  Genç  adam  gerçekten

kendileriyle görüşmeye niyetleniyorsa, daha sakin görünmeye

ve soğukkanlılıkla konuşmaya karar verdi.

Aslında Elizabeth birkaç dakika için onun başka bir yola

sapacağını  sanmıştı.  Yolun  bir  kıvrımı  genç  adamı  onların

bakış açısından engellediği sürece genç kız böyle düşünmeyi

sürdürdü,  ama  köşeyi  dönünce  karşı  karşıya  geldiler.  Biraz

önceki  nezaketinden  hiçbir  şey  kaybetmediğini  Elizabeth  bir

bakışta  anladı  ve  kendisi  de  aynı  nezaketi  göstermek  için

Pemberley'nin  güzelliğini  övmeye  başladı.  Fakat  "nefis"  ve




"şahane" sözleri daha ağzından çıkarken kötü bir anı kafasını

karıştırdı  ve  malikâneyi  övmesinin  başka  bir  anlama

çekilebileceğini düşündü. Benzi solarak sustu.

Bayan  Gardiner  biraz  geriden  geliyordu  ve  onun

duraksadığmı  gören  Bay  Darcy,  Elizabeth'den  kendisini

arkadaşlarına  tanıştırma  iyiliğinde  bulunmasını  rica  etti.  Bu,

genç  kızın  hazırlıksız  olduğu  bir  nezaket  gösterisiydi.  Bay

Darcy'nin  kendine  evlilik  teklifinde  bulunmasına  bu

akrabaları  yüzünden  gururu  isyan  etmişti  ve  şimdi  onlarla

tanışmak  istemesine  gülümsememek  Elizabeth'in  elinden

gelmiyordu.  Kendi  kendine,  "Kim  olduklarını  öğrenince  ne

kadar  şaşıracak!  Onları  yüksek  tabakadan  sanıyor,"  diye

düşündü.  Yine  de  onlan  hemen  tanıştırdı.  Akrabalıklarını

söylerken  bunu  nasıl  karşılayacağını  görmek  için  yan  gözle

genç  adama  bakıyor  ve  onun  böyle  sıradan  ve  "avamdan"

kişilerin  yanından  hemen  son  hızla  kaçmaya  kalkışmasını

bekliyordu.  Bay  Darcy'nin,  bu  akrabalığa  şaşırdığı  belliydi,

ama  soğukkanlılıkla  karşıladı  ve  kaçmak  şöyle  dursun,

onların yanına katılarak Bay Gardiner ile konuşmaya başladı.

Elizabeth'in  sevinmemek,  üstelik  bir  zafer  duygusuna

kapılmamak  elinde  değildi.  Yüz  kızartmayan  akrabaları

olduğunu  Bay  Darcy'nin  öğrenmesi  teselli  ediciydi.

Konuşmalarını  can  kulağıyla  dinliyor,  dayısının  zekâsını,

zevkini ve kibarlığını gösteren her ifadeden ve her cümleden

övünç duyuyordu.

Söz  döndü  dolaşü  balık  avına  geldi.  Genç  kız,  Bay

Darcy'nin,  büyük  bir  nezaketle  dayısını  bu  yörede  kaldığı

sürece istediği an avlanmaya davet ettiğini, aynı zamanda ona

av  takımını  ödünç  vermeyi  de  teklif  ettiğini,  ırmağın  en  çok



balık  bulunan  yerlerini  gösterdiğini  duydu.  Elizabeth  ile  kol

kola  yürümekte  olan  Bayan  Gardiner  genç  kıza  şaşkınlığını

belli eden bir bakışla baktı. Elizabeth bir şey söylemedi, ama

bu  durumdan  memnundu,  bütün  bu  iltifat  kendine  yapılıyor

demekti.  Yine  de  çok  şaşırmıştı  ve  kendi  kendine  durmadan

sordu:  "Neden  böyle  değişmiş?  Bunun  nedeni  ne  olabilir?

Herhalde  ben  olamam.  Tavırlarının  benim  için  böyle

yumuşamasına imkân var mı? Hunsford'daki ettiğim sitemler

bu kadar büyük bir değişim yaratamaz. Beni hâlâ sevmesine

imkân  yok,"  deyip  duruyordu.  Böylece  kadınlar  önde,

erkekler  arkada  bir  süre  yürüdükten  sonra  ırmağın  kenarına

indiler. Burada, suda yetişen tuhaf bir bitkiyi daha iyi görmek

için eğilip baktıktan sonra yerlerinde ufak bir değişiklik oldu.

Bütün  sabah  yürümekten  yorulan  Bayan  Gardiner,

Elizabeth'in kolunu yeterince güçlü bulmayarak kocasınınkini

tercih  etti.  Bunun  üzerine  Bay  Darcy  de  Elizabeth'in  yanına

geçti  ve  böylece  birlikte  yürümeye  başladılar.  Kısa  bir

sessizlikten  sonra  önce  genç  kız  konuştu.  Onun  burada

olmadığını  sandıklan  için  konağa  geldiğini  anlatmak

istiyordu.  Bunun  için  söze  başlarken  gelişinin  çok  ani

olduğunu 

söyleyerek, 

"Kâhyanız 

yarından 

önce

gelmeyeceğinizi  kesin  olarak  bildirmişti.  Aslında  biz



Bakewell'den ayrılmadan önce de sizi bugün beklemediklerini

duymuştuk," dedi.

Bay  Darcy  bunun  doğru  olduğunu,  kâhyasıyla

görüşülecek  bir  işi  olduğu  için  beraber  yolculuk  ettiği

arkadaşlanndan  ayrılarak  onlardan  birkaç  saat  önce  gelmek

zorunda  kaldığını  söyledi;  "Yarın  sabah  erkenden  onlar  da

burada  olacaklar,"  diye  ekledi.  "Aralannda  sizi  tanıyanlar  da

var: Bay Bingley ile kız kardeşleri!"




Elizabeth  yalnızca  başını  hafifçe  eğerek  karşılık  verdi.

Bay  Bingley'nin  adını  son  konuşmalannda  andıkları  zamanı

hatırlamıştı  ve  genç  adamın  yüzündeki  ifadeden  anladığı

kadarıyla onun kafasındaki düşünce de kendininkinden farklı

değildi.  Bay  Darcy  kısa  süren  bir  sessizlikten  sonra  devam

etti: "Aralannda size tanıştınlmayı özellikle isteyen biri daha

var.  Lambton'da  bulunduğunuz  sırada  kardeşimi  size

tanıştırmama  izin  verir  misiniz,  yoksa  çok  şey  mi  istemiş

oluyorum?"

Bu  ricanın  uyandırdığı  şaşkınlık  gerçekten  büyüktü;  o

kadar büyüktü ki, bunu ne şekilde kabul ettiğini bilmiyordu.

Bayan  Georgiana  Darcy'nin  kendisiyle  görüşme  isteğinin

ağabeyinin  işi  olduğunu  hemen  hissetmişti.  Bu  düşünce

sevindiriciydi,  üzerinde  daha  fazla  durmaya  gerek  yoktu.

Genç  adamın  ona  gücenip,  hakkında  gerçekten  kötü

düşünmemesi  sevinilecek  bir  şeydi.  Şimdi  ikisi  de  sessizce

yürüyorlardı;  ikisi  de  ayrı  derin  düşüncelere  dalmışlardı.

Elizabeth  rahat  değildi;  rahat  olamazdı  da,  ama  gene  de

gururu  okşanmıştı  ve  mutluydu.  Bay  Darcy'nin  ona  kız

kardeşini tanıtmak istemesi çok büyük bir iltifattı. Biraz sonra

ötekilerin  önüne  geçtiler  ve  onlar  arabaya  vardıkları  zaman

Bay  Gardiner  ve  eşi  çeyrek  mil  arkada  kalmışlardı.  Bunun

üzerine  genç  adam  onu  dinlenmesi  için  eve  davet  etti,  fakat

Elizabeth  yorgun  olmadığını  söyledi  ve  birlikte  çimenlerin

üzerinde  beklemeye  başladılar.  Böyle  bir  zamanda  çok  şey

söylenebilirdi  ve  sessizlik  pek  aykırı  kaçıyordu.  Genç  kız

konuşmak  istiyordu,  fakat  bütün  konulara  sanki  bir  yasak

konmuştu.  En  sonunda  aklına  yapmakta  olduğu  yolculuk

geldi,  Matlock  ve  Dovedale'den  uzun  söz  ettiler.  Zaman  da,

yengesi de çok ağır ilerliyordu ve genç kızın sabrı da sözleri




de tükenmek üzereydi. Bay ve Bayan Gardiner da gelince Bay

Darcy hepsinin eve girerek bir şey yemelerini ısrarla rica etti;

ama  bu  teklifi  kabul  edilmedi  ve  iki  taraf  da  birbirinden

büyük  bir  nezaketle  ayrıldı.  Bay  Darcy  bayanların  arabaya

binmelerine yardım etti.

Sonunda  araba  hareket  edince  Elizabeth  onun  yavaş

yavaş, düşünceli adımlarla eve doğru yürüdüğünü gördü.

Şimdi  de  dayısı  ile  yengesi  Pemberley'in  sahibi

konusundaki görüşlerini anlatmaya başlamışlardı. Her ikisi de

bu  genci  umduklarından  çok  daha  üstün  bulduklarını

belirtiyorlardı.  Dayısı,  "Çok  terbiyeli,  nazik  ve  kibirsiz  bir

genç," dedi. Yengesi: "Kuşkusuz biraz gururlu," diye karşılık

verdi.  "Ama  bu,  yalnız  görünüşte.  Sonra  ona  yakışmıyor  da

değil. Kâhya kadın gibi, ben de diyebilirim ki, bazı kimseler

ona mağrur diyorlarsa da ben bundan eser görmedim."

"Daha  önce  hiçbir  şeye  bize  karşı  davranışına  şaştığım

kadar şaşmadım. Nezaketin ötesindeydi, adeta özen derecesini

buldu.  Oysa  buna  gerek  yoktu.  Çünkü  Elizabeth  ile

dostlukları bir tanışıklıktan ibaretti."

Yengesi,  "Lizzy,  gerçi  Bay  Darcy,  Bay  Wickham  kadar

yakışıklı  değil,  daha  doğrusu  Bay  Wickham'ınki  kadar  güzel

bir  yüzü  yok,  fakat  hatları  adamakıllı  hoş.  Neden  onu  bize

sevimsiz diye tanıttın?" diye sordu.



Elizabeth  elinden  geldiği  kadar  kendince  özür  bulmaya

çalıştı.  Darcy'nin  yakından  tanındıkça  daha  iyi  anlaşılan  bir

tip olduğunu ileri sürdü.

Dayısı, "Belki de günü gününe uymayan bir adamdır. Bu

soylu  aileler  çoğu  zaman  böyledir.  Onun  için  balık  avı

davetine kulak asmayacağım; yarına belki de fikrini değiştirir,

beni parkından kovar," diye cevap verdi.

Elizabeth  onun  karakterini  tümüyle  yanlış  anladıklarını

hissetti,  fakat  bir  şey  söylemedi.  "Gördüğüm  kadarıyla  bu

genç," diye sözlerini sürdürdü Bayan Gardiner, "Wickham'ın

söylediği  kötülüğü  yapacak  türden  bir  insan  değil.  Kötü  bir

insana benzemiyor, tam tersine konuşmasında hoşa giden bir

taraf,  yüzünde  de  kalbinde  kötülük  olmadığını  gösteren  bir

ifade var. Doğrusu bize evi gezdiren kadıncağız da onu biraz

aşın övdü! Arada sırada kahkahalarla gülmemek için kendimi

zor tuttum. Ama cömert bir efendi olduğunu sanıyorum ki, bu

da bir hizmetçinin gözünde bütün üstün nitelikleri içerir."

Elizabeth  burada  Bay  Darcy'nin  Wickham'a  davranışını

savunacak bir şeyler söyleme gereğini duydu. Elinden geldiği

kadar  üstü  kapalı  bir  dille,  Kent'deki  akrabalarından

öğrendiğine  göre  Bay  Darcy'nin  hareketlerine  bambaşka  bir

anlam  verebileceğini;  onun  o  kadar  suçlu  sayılamayacağını,

Wickham'ın  da  Hertfordshire'da  iken  sandıkları  kadar  temiz

olmadığını  söyledi.  Sözlerini  doğrulamak  için  de  iki  gencin

arasında  geçen  para  meselesini,  kaynak  vermeden,  fakat

güvenilir bir yerden öğrendiğini anlattı.




Bayan  Gardiner  şaşırmış  ve  endişelenmişti;  ama  eskiden

güzel  günler  geçirdiği  yerlere  yaklaştıkları  için  bütün

düşünceler  yerlerini  çekici  anılara  bıraktı  ve  buralardaki  ilgi

çekici  yerleri  kocasına  gösterirken  başka  bir  şey  düşünecek

hali kalmadı. Sabahki yürüyüşten yorulduğu halde yemek yer

yemez  eski  tanıdıklarını  aramaya  koyuldu  ve  o  akşam,

yıllarca  ara  verildikten  sonra  tazelenen  sohbetlerin  lezzetiyle

geçti.


O gün olup bitenler Elizabeth'i bu yeni dostlara karşı ilgi

duyamayacak  kadar  sarsmıştı.  Bay  Darcy'nin  kibarlığını  ve

her  şeyden  öte,  kardeşini  kendisiyle  tanıştırmak  istemesini

unutamıyor, bundan başka bir şey düşünemiyordu.



XLIV

Elizabeth,  Bay  Darcy'nin  kardeşinin  Pemberley'ye

geldiğinin  ertesi  günü,  kendisini  ziyaret  edeceklerini

hesaplamış,  bu  nedenle  o  gün  öğleden  önce  handan

uzaklaşmamaya  karar  vermişti.  Ama  düşündüğü  doğru

çıkmadı,  çünkü  Georgiana  Darcy,  Lambton'a  vardığı  sabah

Elizabeth'i  ziyarete  geldi.  Genç  kız,  dayısı  ve  yengesi  ile

birlikte yeni arkadaşlarıyla civarda bir gezinti yapmıştı. Aynı

aileyle yemek üzere kıyafetlerini değiştirmek için henüz hana

dönmüşlerken  bir  araba  sesi  dikkatlerini  çekti.  Pencereden

bakınca,  bir  bayla  bir  bayanın  faytonda  caddenin  yukarısına

doğru geldiğini gördüler. Elizabeth sürücüyü derhal tanıyarak

faytonda  kimler  olduğunu  anladı  ve  şaşkınlığını  gizleyerek

dayısı ve yengesine biraz sonra kendilerine yapılacak ziyaret

konusunda  bilgi  verdi.  Dayısı  ile  yengesi  de  hayretler

içindeydiler.  Elizabeth'in  konuşurken  şaşkınlığı,  Bay  Darcy

ile kız kardeşinin böyle gelişleri, bir gün önce olanlar, bu işe



bambaşka bir gözle bakmalarına neden oluyordu. Daha önce

böyle bir şey hiç akıllarina gelmemişti, fakat şimdi bu kadar

yüksek  bir  yerden  gösterilen  bu  kadar  büyük  bir  özene,  Bay

Darcy'nin  yeğenlerine  eğilimi  olduğundan  başka  bir  anlam

veremiyorlardı.  Onların  kafasında  bu  yeni  fikirler  dolaşırken

Elizabeth'in  duygulan  da  her  an  biraz  daha  altüst  oluyordu.

Kendi  telaşına  kendisi  de  şaşıyordu;  huzursuzluğun

nedenlerinden  biri  de  Bay  Darcy'nin  eğilimi  yüzünden  kız

kardeşine  onu  abartılı  övmüş  olması  korkusuydu.

Karşısındakinin  kendinden  hoşlanması  için  olağanüstü  bir

istek  duyduğundan,  doğal  olamayacağını  ve  hoşa

gitmeyeceğini hissediyordu.

Görülmekten  korkarak  pencereden  çekildi.  Kendini

toparlamaya  çalışarak  odada  bir  aşağı  bir  yukarı  dolaşırken

dayısı ile yengesinin yüzünde okuduğu hayret ve merak, her

şeyi bir kat daha güçleştiriyordu.

Georgiana  Darcy  ile  ağabeyi  gelince  doğal  olarak

tanıştırma töreni yapıldı. Elizabeth yeni tanıdığı bu genç kızın

da en az kendisi kadar şaşırmış olduğunu görerek hayret etti.

Lambton'a  geldiğinden  beri  hep  Georgiana  Darcy'den  çok

mağrur  diye  söz  edildiğini  duymuştu;  ama  birkaç  dakikalık

bir  gözlem  onun  sadece  utangaç  olduğunu  anlamasına

yetmişti. Elizabeth bu genç kıza "evet, hayır"dan başka tek bir

kelime  söyletemedi.  Georgiana  Darcy  uzun  boylu,

Elizabeth'ten daha iri yapılıydı; henüz on altı yaşında olduğu

halde  gelişmiş  ve  serpilmişti.  Ağabeyi  kadar  güzel  değildi,

fakat  yüzünden  duygusal  ve  uysal  yaradılışlı  olduğu

okunuyordu  ve  tavırları  tam  anlamıyla  iddiasız  ve  kibardı.

Karşısında  Bay  Darcy  gibi  keskin  ve  soğukkanlı  birisini



göreceğini sanan Elizabeth, karşısında böyle bambaşka birini

bulunca rahat bir nefes aldı. Hana gelişlerinin üzerinden çok

geçmemişti  ki,  Bay  Darcy,  Bingley'nin  de  genç  kızı  ziyaret

edeceğini  haber  verdi.  Elizabeth  bundan  duyduğu

memnunluğu  ifade  edecek  ve  bu  misafiri  karşılamaya

hazırlanacak vakit bulamadan Bingley'nin acele merdivenleri

çıktığı  duyuldu  ve  bir  dakika  sonra  da  odaya  girdi.

Elizabeth'in  ona  olan  öfkesi  çoktan  geçmişti,  ama  öyle

olmasaydı  bile,  onun  genç  kızı  tekrar  görmekten  duyduğu

memnunluğu  ifade  ederken  gösterdiği  samimiyet  karşısında

bütün  öfkesi  gidecekti.  Bay  Bingley,  genel  olmakla  beraber

dostça bir şekilde ailesinin hatırını sordu; her zamanki şen ve

rahat  tavrıyla  konuşuyordu.  Bay  ve  Bayan  Gardiner  da  Bay

Bingley'ye  karşı  Elizabeth  kadar  ilgi  duymuşlardı.  Onu

görmeyi  çoktan  beri  istiyorlardı.  Konukların  hepsi  onlarda

heyecanlı  bir  ilgi  uyandırmıştı.  Bay  Darcy  ve  yeğenleriyle

ilgili kuşkulan onlan bu iki genci ihtiyatlı, fakat heyecanlı bir

merakla süzmeye yöneltmişti ve bu incelemelerin sonucunda

içlerinden hiç değilse birinin aşkın ne demek olduğunu bildiği

kanısına  vardılar.  Genç  kızın  duygularından  biraz

kuşkuluydular,  ama  genç  adamın  hayranlıkla  dolup  taştığı

ortadaydı.

Elizabeth'e  gelince  onun  kafası  da  dopdoluydu.

Misafirlerinin 

her 

birinin 


duygulannı 

anlamak;


soğukkanlılığını korumak ve herkese hoş görünmek istiyordu.

En çok korktuğu şey, sonuncu isteğini yerine getirememekti;

oysa  bunu  başaracağına  şüphe  yoktu.  Çünkü  hoşlarına

gitmeye  çalıştığı  kimselerin  ona  karşı  tutumları  zaten

olumluydu.  Bingley  ondan  hoşlanmaya  hazırdı.  Georgiana

buna can atıyordu ve Darcy de kararlıydı.




Bay  Bingley'yi  görünce  genç  kızın  düşünceleri  ister

istemez  ablasına  gitti  ve  genç  adamın  da  aynı  şekilde  Jane'i

düşünüp düşünmediğini öğrenmeyi öyle çok istedi ki! Bazen

onun  eskisinden  daha  az  konuştuğu  kanısına  kapılıyordu  ve

bir iki kez Bingley yüzüne bakarken sanki genç kıza, yüzünde

ablasıyla bir benzerlik arıyor gibi geldi ve çok sevindi. Fakat

bu  hayal  olsa  bile,  Bay  Bingley'nin,  Jane'e  rakip  diye  ileri

sürülen  Georgiana  Darcy'ye  karşı  nasıl  davrandığı  hakkında

yanılmış  olamazdı.  İkisinde  de  birbirlerine  karşı  özel  bir

duygu  beslediklerini  gösteren  bir  belirti  sezilmiyordu.

Aralarında,  Caroline  Bingley'nin  ümitlerini  güçlendirecek

hiçbir  şey  göremiyordu.  Bu  konuda  çok  geçmeden

Elizabeth'in içi rahatladı ve misafirler gitmeden önce yaşanan

bir iki olayı da genç kız, Jane'in ince bir duygu ile hatırlandığı

ve  Bay  Bingley'nin  kendinde  cesaret  bulsa  onun  adının

anılmasına  sebep  olabilecek  bir  şeyler  söylemek  istediği

şeklinde  yorumlamaktan  memnunluk  duydu.  Odadakiler

birbirleriyle  konuşurken  Bay  Bingley  üzüntü  dolu  bir  ses

tonuyla  genç  kıza,  "Çoktandır  sizi  görme  zevkinden  yoksun

kalmıştık,"  demiş  ve  Elizabeth  cevap  vermeye  zaman

bulamadan,  "Sekiz  aydan  fazla  oldu.  Netherfield'de  hep

birlikte  dans  ettiğimiz  26  Kasım  gecesinden  beri

görüşemedik," diye de eklemişti.

Elizabeth  onun  belleğinin  bu  kadar  güçlü  olmasına

sevindi. Bay Bingley daha sonra, diğerlerinin kulak vermediği

bir  sırada,  gene  bir  fırsatını  bulup  genç  kıza,  kardeşlerinin

hepsinin  Longbourn'da  olup  olmadığını  sormuştu.  Ne  bu

soruda  ne  de  daha  önceki  sözlerde  bir  olağanüstülük

görülmeyebilirdi;  ama  genç  adamın  bunları  söylerken

bakışları ve tavrı bir anlam kazandırıyordu.




Elizabeth  Bay  Darcy'ye  ancak  arada  sırada  bakıyordu.

Ama ne zaman o yana baksa tam bir sevinç gözüne' 'çarpıyor,

Bay  Darcy'nin  kibirden  ve  çevresindekileri  küçümsemekten

çok  uzak  bir  tavırla  konuştuğunu  görüyordu.  Bundan,  genç

adamın  tavırlarında  dün  gördüğü  iyiye  doğru  gelişmenin,

geçici  bile  olsa,  hiç  değilse  bir  gün  sürdüğü  kanısına  vardı.

Bir  iki  ay  önce  görüşmeyi  hor  gördüğü  kişilerle  şimdi

ahbaplık  etmeye,  onlara  hoş  görünmeye  çalıştığına;  yalnız

kendisine  karşı  değil,  aynı  zamanda  açık  küçümsediği

akrabalarına karşı da nazik davrandığına tanık olduktan sonra

Hunsford'daki  papaz  evinde  aralarında  geçen  sahneyi  bütün

canlılığıyla  hatırladı.  Fark  ve  değişim  o  kadar  büyüktü  ve

genç  kızın  kafasında  etkisini  o  kadar  güçlü  gösteriyordu  ki,

şaşkınlığını  oradakilere  hissettirmemek  için  kendini

zorluyordu. Elizabeth onu ne Netherfield'deki sevgili dostları,

ne  de  Rosings'deki  soylu  akrabaları  arasında  bu  kadar

çevresindekileri  memnun  etmeye  istekli,  bu  kadar  kendine

önem  vermekten  uzak,  bu  kadar  sokulgan  görmemişti.  Oysa

şimdi  kendini  beğendirme  çabalarının  başarılı  olmasının

hiçbir  önemi  yoktu.  Zaten  bu  odada  ilgi  gösterdiği  kişiler

gerek  Netherfıeld,  gerekse  Rosings'deki  hanımefendiler  için

alay  ve  hakaret  konusu  olmaktan  ileri  gidemezlerdi.

Misafirler  yarım  saatten  fazla  oturdular  ve  gitmek  için

kalktıklarında  Bay  Darcy,  Bay  ve  Bayan  Gardiner  ile  Bayan

Elizabeth  Bennet'ı  ayrılmadan  bir  gün  önce  Pemberley'de

yemeğe  davet  etti  ve  kız  kardeşinden  de  bu  daveti

desteklemesini  istedi.  Georgiana  Darcy,  misafir  çağırmaya

pek  az  alışık  olduğunu  gösteren  bir  çekingenlikle,  fakat  hiç

vakit  geçirmeden  ağabeyine  destek  verdi.  Bayan  Gardiner

yeğenine baktı, davetin en çok onu ilgilendirdiğini düşündüğü

için  gitmeyi  isteyip  istemediğini  anlamaya  çalıştı,  ama



Elizabeth  başını  öteye  çevirmişti.  Bayan  Gardiner  bu  kasıtlı

kaçamağın teklifi beğenmemekten çok, bir anlık şaşkınlıktan

doğduğu kanısına varıp, toplantıları seven kocasının da bunu

kabul  etmeye  pek  istekli  olduğunu  görerek  kendinde  olumlu

cevap verme cesaretini buldu ve bir gün sonra Pemberley'ye

gitmeleri kararlaştırıldı.

Bay Bingley, Elizabeth'e söyleyecek ve Hertfordshire'daki

dostları  hakkında  da  soracak  pek  çok  şeyi  olduğu  için  genç

kızı tekrar göreceğine pek sevindiğini belirtti. Elizabeth bütün

bunlara,  onun  Jane'den  söz  açılmasını  istediği  anlamını

vererek  sevindi.  Misafirleri  gittiği  zaman,  geçen  yarım  saati

hem  bu,  hem  de  başka  bazı  nedenlerle  memnuniyet  verici

buldu.  Oysa  ziyaret  sırasında  pek  o  kadar  eğlenmemişti.

Yalnız  kalmak  için  sabırsızlanarak  ve  dayısı  ile  yengesinin

soruları  ya  da  şüpheleriyle  karşılaşmaktan  korkarak,

Bingley'yi  beğendiklerini  belirten  düşüncelerini  dinleyecek

kadar orada kaldıktan sonra acele giyinmeye gitti.

Oysa  Bay  ve  Bayan  Gardiner'ın  meraklarından

korkmasına neden yoktu; çünkü yeğenlerini zorla konuşturma

niyetinde değillerdi. Elizabeth'in Bay Darcy'yi sandıklarından

çok  daha  fazla  tanıdığı  ve  genç  adamın  yeğenlerine  karşı

büyük bir aşk beslediği ortadaydı. Yorumlayacak pek çok şey

gördüler  ama  kendilerinde  Elizabeth'i  sorgulama  hakkını

bulmuyorlardı. Artık Bay Darcy'yi beğenmeye büyük bir istek

duyuyorlardı.  Tanıdıkları  kadarıyla  herhangi  bir  kusurunu

görmemişlerdi. Kibarlığından duygulanmamak olanaksızdı ve

genç  adamın  karakteri  hakkında  anlatılanlara  aldırmadan

kendi  duygularına  ve  hizmetçisinin  söylediklerine  dayanarak

hüküm  verecek  olsalar  Hertfordshire'da  onu  tanıyanlar  bu



kişinin Bay Darcy olduğunu anlayamazlardı. İçlerinden kâhya

kadına  inanmak  geliyordu  ve  çok  geçmeden  Bay  Darcy'yi

dört yaşından beri tanıyan ve tavırlarıyla, hareketleriyle saygı

hissi  uyandıran  bir  hizmetçinin  sözlerinin  yabana

atılamayacağını  fark  ettiler.  Lambton'daki  arkadaşlarından

edindikleri  bilgi  ile  hizmetçinin  sözleri  arasında  bir  çelişki

yoktu. 

Genç  adamda  gururdan  başka  bir  kusur  bulamıyorlardı;

belki  gerçekten  gururluydu,  ama  olmasa  da  ailesinin

görüşmediği  küçük  bir  kasabada  halk  böyle  bir  sıfatı

uyduruverirdi. Yine de Bay Darcy'nin cömert bir adam olduğu

ve  yoksullara  çok  iyiliği  dokunduğu  herkesçe  kabul

ediliyordu.

Wickham'a 

gelince, 

Gardiner'lar 

çok 

geçmeden


Lambton'da  bu  gence  pek  saygı  duyulmadığını  anladılar.

Efendisinin  oğlu  ile  arasındaki  sorunlar  tam  olarak

bilinmemekle beraber, Derbyshire'dan giderken bir hayli borç

bıraktığı  ve  bu  borçlan  sonradan  Bay  Darcy'nin  kapattığı

herkesçe bilinen bir gerçekti.

Bu  akşam  Elizabeth'in  aklı  fikri,  dün  akşamkinden  daha

çok Pemberley malikânesindeydi. O gece geçmek bilmez gibi

uzun  geldiği  halde  malikânedeki  birisine  karşı  beslediği

duygulan  anlamaya  yetmedi.  Bunlann  ne  olduğunu  anlamak

için  iki  saat,  hiç  gözlerini  kırpmadan  yattı.  Ondan  nefret

etmediği  kuşkusuzdu.  Evet;  nefret  çoktan  silinmiş,  genç  kız

ona karşı böyle bir duygu beslemiş olmaktan utanç duymaya

başlayalı  çok  olmuştu.  Önceleri  istemeye  kabul  etmekle

beraber,  onun  değerli  niteliklere  sahip  olduğu  kanısının

uyandırdığı  saygı,  bir  süredir  duygulanna  aykın  gelmiyordu.



Dün  olup  bitenler,  genç  adamın  çok  lehinde  kanıtlar

oluşturmuş  ve  karakterini  çok  güzel  bir  ışık  altında

göstermişti.  Bunun  üzerine  genç  kızın  ona  duyduğu  saygı

daha da artmış ve buna dostça bir nitelik kanşmıştı. Ama her

şeyden,  saygıdan  ve  beğeniden  çok,  Elizabeth  ona

iyi  dileklerde  bulunma  isteğini  bastıramıyordu.  Bu  şükran

duygusuydu. Sadece bir zamanlar kendisini sevdiği için değil,

fakat  onu  reddedişindeki  terslik  ve  hırçınlığı,  ret  cevabı  ile

birlikte yönelttiği bütün haksız suçlamalan bağışlayacak kadar

çok  sevmekte  olduğu  için  duyduğu  şükran.  Bay  Darcy'nin

kendisinden  en  büyük  düşmamymış  gibi  uzak  duracağını

sanırken,  genç  adam  bu  beklenmedik  karşılaşma  üzerine

tanışıklıklannı sürdürmek için olağanüstü bir çaba göstermiş,

ikisinin söz konusu olduğu durumlarda ilgisini açığa vururken

incelikten  hiç  ayrılmadan  ve  göze  batacak  bir  tavır

takınmadan  genç  kızın  yakınlanna  hoş  görünmeye  çalışmış,

Elizabeth'i  kardeşiyle  tanıştırmak  istemişti.  Bu  kadar  mağrur

bir  insanın  bu  kadar  değişmesi  yalnız  hayret  değil;  şükran

duygusu da uyandınyordu. Çünkü bu, yalnızca aşktan, hem de

ateşli  bir  aşktan  kaynaklanabilirdi.  Bu  nedenle  genç  kızın

üzerinde yarattığı etki, tam anlamıyla anlaşılamasa da, hiç de

fena değil, aksine cesaret vericiydi. Elizabeth, Darcy'ye saygı

ve  gönül  borcu  duyuyor;  onun  iyiliğini  istiyordu.  Genç

adamın  iyi  durumda  olmasını  dilerken  acaba  bunun  ne

dereceye kadar kendine bağlı olmasını istiyordu? Hayal gücü

kendisine  hâlâ  Bay  Darcy'ye  teklifini  tekrarlatacak  güçte

olduğunu  söylüyordu.  Eğer  bu  gücü  kullanır  ve  genç  adama

bir  daha  evlenme  teklifi  yaptırırsa  ikisinin  mutluluğuna  ne

derece hizmet ederdi? İşte bunları bilmek istiyordu.



O  akşam  yenge  ile  yeğen  aralarında  karar  verdiler:

Georgiana  Darcy,  Pemberley'ye  geldiği  sabah  hemen  onları

ziyaret etmekle çok büyük bir incelik göstermişti. Ancak geç

kahvaltı edebileceği bir saatte oraya vardığı halde bu ziyareti

yaptığı  için  doğrusu  kendisine  ne  kadar  kibarlık  gösterilse

azdı. Ama hiç olmazsa buna karşılık vermeye çalışmak ve bu

nedenle  ertesi  sabah  Pemberley'ye  giderek  Georgiana

Darcy'yi  ziyaret  etmek  gerekiyordu.  Böylece  Pemberley'ye

gitmeyi  kararlaştırdılar.  Elizabeth  kendi  kendine  nedenini

sorduğunda  pek  cevap  verememekle  beraber,  bundan

memnundu.  Bay  Gardiner  kahvaltıdan  sonra  gitmişti.  Çünkü

balık avlama teklifi bir gün önce yenilenmiş ve öğleden önce

Pemberley'den  birkaç  bayla  buluşması  kesin  olarak

kararlaştırılmıştı. 



XLV

Elizabeth,  Caroline  Bingley'nin  kendine  karşı  duyduğu

nefretin  kıskançlıktan  doğduğunu  anladıktan  sonra,

Pemberley'ye  gitmesinin  bu  kız  için  ne  kadar  can  sıkıcı

olacağını hissediyor, aralarındaki tanışıklık yenilenirken onun

ne  dereceye  kadar  nezaket  gösterebileceğini  öğrenmek  için

sabırsızlanıyordu.

Konağa  varınca  holden  geçerek  yazın  manzarası  çok

güzel  olan  kuzeyde  bulunan  bir  salona  alındılar.  Bahçeye

açılan  pencerelerden  evin  ardındaki  yüksek,  ağaçlarla  kaplı

tepeler  görünüyor,  bu  tepelerle  ev  arasındaki  çimenliğe

serpiştirilmiş güzel meşelerle İspanyol kestanelerinin iç açıcı

serinliği salona doluyordu.



Georgiana  Darcy  onları  salonda  karşıladı.  Bayan  Hurst,

Caroline Bingley ve Londra'da Georgiana'yla birlikte yaşayan

bayan  da  oradaydı.  Georgiana  misafirlerini  çok  nazik

karşıladı. Bu kibarlığa, utangaçlıktan ve yanlış bir şey yapma

korkusundan kaynaklanan, fakat kendilerini ondan alt sınıftan

hissedenlere  genç  kızın  mağrur  ve  kendini  beğenmiş  biri

olduğu  hissini  uyandırabilecek  bir  şaşkınlık  karışmıştı.  Yine

de  Bayan  Gardiner  ile  yeğeni  haksızlık  etmeyerek  ona

acıdılar.

Bayan Hurst ve Caroline Bingley gelenleri yalnızca birer

diz  kırarak  selamladılar.  Herkes  oturduktan  sonra  bütün

sessizlikler  gibi  sıkıcı  bir  sessizlik  başladı  ve  birkaç  dakika

sürdü.  İlk  sözü  açarak  bu  sessizliği  bozan  Georgiana

Darcy'nin  nedimesi  Bayan  Annesley  oldu.  Bu  kibar  ve

sevimli  kadın,  bir  konu  açarak,  iki  kız  kardeşten  daha

terbiyeli  olduğunu  gösterdi  ve  Bayan  Gardiner'la  arasındaki

sohbet  zaman  Elizabeth'in  de  yardımıyla  sürdü.  Bayan

Georgiana  Darcy,  söze  karışmak  için  cesaretlendirilmeye

ihtiyacı  varmış  gibi  görünüyordu.  Birkaç  kez  duyulma

tehlikesinin  en  az  olduğu  bir  sırada  bir  cümle  söylemeye

cesaret  etti.  Elizabeth,  çok  geçmeden,  Caroline  Bingley'nin

kendisini  göz  hapsine  almış  olduğunu;  onun  dikkatini

çekmeden,  özellikle  Georgiana  Darcy  ile  tek  kelime  bile

konuşamayacağını anladı. Birbirlerinden uzakta olmasalar, bu

gözlem  onu  Georgina  Darcy  ile  konuşmaktan  alıkoyamazdı,

ama  yine  de  Elizabeth  çok  konuşmak  zorunda  olmadığına

üzülmüyordu. 355

Çünkü  düşünceleri  onu  oyalıyordu.  Her  an  baylardan

birinin odaya girmesini bekliyordu. Evin efendisinin de onlar



arasında olacağını umuyor ve bundan korkuyordu. Umudunun

mu,  yoksa  korkusunun  mu  üstün  geldiğini  kestiremiyordu.

Caroline  Bingley'nin  sesini  hiç  duymadan  bir  çeyrek  saat

kadar böyle oturduktan sonra Elizabeth, onun ailesinin sağlığı

hakkındaki soğuk sorusunu duyarak silkindi. Bu soruya aynı

kayıtsızlıkla,  aynı  şekilde  kısaca  cevap  verdi,  Caroline

Bingley de başka bir şey söylemedi.

Soğuk  et,  kek  ve  mevsimin  en  güzel  meyvelerini  getiren

uşakların  içeri  girmesi  bu  misafirlikte  bir  değişiklik  yaptı.

Bayan Annesley çok anlamlı bakış ve gülümsemelerden sonra

Georgiana  Darcy'ye  ev  sahipliği  görevini  biraz  zorlukla  da

olsa hatırlatmayı başarınca, herkes için yapması gereken bir iş

çıkmıştı.  Çünkü  hepsi  bir  arada  konuşamıyorlarsa  da

yiyebiliyorlardı ve güzel üzüm salkımları, cins cins şeftaliler

çok  geçmeden  onları  masanın  etrafına  toplamıştı.  Bu  arada

Elizabeth, Bay Darcy'nin gelmesinden korktuğuna mı, yoksa

bunu  istediğine  mi  karar  vermek  için  güzel  bir  fırsat  buldu.

Çünkü Darcy bu sırada içeri girmişti ve Elizabeth bir dakika

önce  isteğinin  daha  güçlü  olduğunu  sanıyorduysa  da  şimdi

onun gelmesine üzülmeye başlamıştı.

Bay  Darcy,  bir  süre  Pemberley'den  birkaç  arkadaşı  ile

birlikte nehirde balık tutan Bay Gardiner'ın yanında kaldıktan

sonra,  bayanların  o  sabah  Georgiana'ya  misafirliğe

geleceklerini  öğrenince  içeri  gelmişti.  Odaya  girer  girmez

Elizabeth büyük bir rahatlıkla ve hiç şaşırmadan oturmak gibi

akıllıca  bir  karar  verdi,  ancak  bu  verilmesi  kolay  ama

uygulanması zor bir karardı; çünkü genç kız herkesin merakla

kendilerine  baktığını  ve  bütün  gözlerin  Darcy'nin  ilk

hareketini  beklediğini  fark  etti.  Bu  meraklı  ilgi  hiçbir  yüzde



Caroline Bingley'ninki kadar güçlü değildi. Kıskançlık henüz

onu ümitsizliğe sürüklememiş ve Bay Darcy ile ilgilenmekten

hiçbir  şekilde  vazgeçmemiş  olduğu  için,  konuşurken  bütün

yüzünü  kaplayan  gülümsemeye  rağmen  duygularını  gene  de

gizleyemiyordu.  Ağabeyinin  gelişiyle  Georgiana  Darcy

konu$rhaya  katılmak  için  daha  çok  çaba  harcamaya

başlamıştı  ve  Elizabeth  genç  adamın  kardeşiyle  kendisinin

birbirlerini  daha  iyi  tanımalarını  istediğini  ve  iki  taraftan

hangisi  konuşmaya  başlarsa  onu  mümkün  olduğu  kadar

özendirmeye  çalıştığını  fark  etti.  Caroline  Bingley  de  bütün

bunların  farkındaydı  ve  öfkenin  yarattığı  bir  düşüncesizlikle

ilk  fırsatta  alaycı  bir  nezaketle,  "Bayan  Eliza,"  dedi,  "...  ili

alayı  Meryton'dan  ayrılmış  öyle  mi?  Bu  durum  sizin  aileniz

için büyük bir boşluk yaratmıştır."

Darcy'nin  yanında  Wickham'ın  adını  anmaya  cesaret

edememişti, ama Elizabeth onun bu sözleri özellikle kendisini

düşünerek  söylediğini  hissetti.  Bu  gençle  ilgili  şeyleri

hatırlamak  bir  an  için  karamsarlığa  düşürdü,  fakat  bu  hırçın

saldırıyı geri püskürtmek için büyük çaba harcayarak oldukça

kayıtsız bir ses tonuyla hemen cevap verdi.

Konuşurken  istemeden  Darcy'ye  ve  kardeşine  bakmıştı.

Genç adamın kızardığını ve heyecanla kendisine baktığını, kız

kardeşinin  de  şaşkınlıktan  gözlerini  kaldırmaya  cesaret

edemediğini  gördü.  Caroline  Bingley  sevgili  arkadaşına  ne

büyük bir ıstırap vermekte olduğunu bilseydi böyle bir imada

bulunmaktan  kesinlikle  kaçınırdı,  fakat  farkında  değildi.

Niyeti, Elizabeth'in eğilim duyduğuna inandığı bir erkeği öne

sürerek,  duygularını  kendisini  Bay  Darcy'nin  gözünden

düşürecek şekilde ortaya koyacak bir duruma sokmak ve belki



de Darcy'ye, Elizabeth'in yakınlarının bu alayla olan budalaca

ve  taşkın  ilişkilerini  hatırlatmaktı.  Georgiana  Darcy'nin

Wickham'la kaçma girişimine dair hiçbir şey bilmiyordu. Bu,

gizlenebilecek herkesten gizlenmiş; yalnız Elizabeth'e açılmış

bir  sırdı  ve  Bay  Darcy  bunu  Bay  Bingley'nin  bütün

akrabalarından  gizli  tutmaya  özellikle  dikkat  etmişti.

Elizabeth'in  çok  önceden  düşündüğü  gibi  bunda,  Bingley'nin

akrabalarının, ileride kız kardeşinin de akrabası olması dileği

rol oynamıştı. Genç adamın böyle bir tasarı kurduğu kesindi.

Bay  Bingley'yi  Jane'den  ayırmaya  çalışmasında  bunun  etkisi

altında  kalmamaya  dikkat  etmişse  de,  arkadaşının  iyiliği

uğruna bu kadar candan uğraşmasının nedeni, belki bu dilek

göz önünde tutulunca daha iyi anlaşılabilirdi.

Neyse  ki  Elizabeth'in  serinkanlı  tavrı  Bay  Darcy'nin

kaygılarını  çok  geçmeden  yatıştırdı;  canı  sıkılan  ve  hayal

kırıklığına  uğrayan  Caroline  Bingley  de  Wickham  konusunu

daha  fazla  deşmeye  cesaret  edemedi.  Georgiana  da  tam

zamanında  kendini  toplamışsa  da,  hâlâ  tekrar  konuşacak

cesareti  toplayamamıştı.  Ağabeyiyle  göz  göze  gelmekten

korkuyordu, ama Bay Darcy onun bu olayla ilgisini unutmuş

gibiydi.  Onu  Elizabeth'ten  soğutmak  için  düzenlenen  bir

oyun,  tersine  Elizabeth'e  büsbütün  hayran  olmasını

sağlamıştı.  Bu  konuşmadan  az  sonra  misafirler  gitmek  için

ayağa  kalktılar.  Bay  Darcy  onları  arabaya  bindirirken

Caroline Bingley, Elizabeth'in kişiliğini, tavırlarını ve kılığını

kıyafetini  çekiştirmeye  başlamıştı  bile.  Ama  Georgiana  ona

katılmadı. Ağabeyinin övgüleri onu beğenmesi için yeterliydi.

Ağabeyi  yanılmış  olamazdı  ve  Elizabeth'ten  öyle  söz  etmişti

ki,  Georgiana'nın  onu  sevimli  ve  cana  yakın  bulmamasına

imkân  yoktu.  Bay  Darcy  salona  döndüğünde  Caroline




Bingley,  kız  kardeşine  söylediklerinin  bir  kısmını  ona  da

tekrarlamaktan kendini alamadı:

"Eliza Bennet bu sabah ne kadar kötü görünüyordu, değil

mi  Bay  Darcy?  Bu  kıştan  beri  öyle  değişmiş  ki,  inanılır  şey

değil. O kadar yanmış, o kadar kabalaşmış ki! Louisa ile ben

onu neredeyse tanıyamayacakük."

Bu sözlerden hiç hoşlanmadığı halde Bay Darcy soğuk bir

cevap vererek, genç kızda biraz yanmış olmasından başka bir

değişiklik  görmediğini,  yazın  yolculuk  yapan  bir  insanın

yanmasının da olağandışı sayılamayacağını söyledi.

Caroline  Bingley,  "Ben  kendi  hesabıma  onda  hiçbir

güzellik  bulamadığımı  itiraf  etmeliyim,"  dedi.  "Yüzü  çok

zayıf,  teni  parlak  değil,  hatları  da  güzel  sayılmaz.  Burnunun

rötuşa  ihtiyacı  var,  fark  edilir  hiçbir  yönü  yok.  Dişleri  kötü

sayılmaz,  ama  inci  gibi  de  değil.  Bazen  çok  güzel  diye  söz

edilen  gözlerine  gelince,  ben  bunlarda  da  olağanüstü  bir  şey

göremiyorum.  Hiç  hoşuma  gitmeyen,  keskin,  ters  bakışları

var. Genelde bütün tavırlarında kibarlıktan uzak bir küstahlık

var  ki,  dayanılır  şey  değil."  Bay  Darcy'nin  Elizabeth'i  çok

beğendiği  kanısını  edinmiş  olan  Caroline  Bingley  genç

adamın  gözüne  bu  sözlerle  giremezdi.  Fakat  insanlar

öfkeliyken  hep  akıllı  hareket  etmezler.  Sonunda  Bay

Darcy'nin  biraz  sıkıldığını  görünce,  umduğu  başarıyı  elde

ettiğini sandı. Yine de Darcy inadına susuyordu. Caroline ona

bir  şey  söyletmek  amacıyla  devam  etti:  "Onunla

Hertfordshire'da  ilk  karşılaştığımız  zaman,  güzel  diye  adının

çıkmış olmasına hepimizin ne kadar şaşırdığını hatırlıyorum.

Bunlar,  bir  akşam  Netherfield'de  yemek  yedikten  sonra,  hiç

unutmam, siz 'O mu güzel! O güzelse annesi de bilgin sayılır,'



demiştiniz.  Ama  öyle  görülüyor  ki  sonradan  onu  daha  iyi

bulmaya  başladınız.  Sanırım  bir  ara  kendisini  oldukça  şirin

bile buluyordunuz."

Kendini  daha  fazla  tutamayan  Darcy,  "Evet,"  diye  cevap

verdi,  "ama  bu  onu  ilk  tanıdığım  sıralardaydı.  Şimdi  ise,

aylardır Bayan Elizabeth Bennet'ı tanıdığım en güzel kadınlar

arasında sayıyorum."

Daha sonra genç adam dışarı çıktı ve Caroline Bingley de

kendinden  başka  kimseyi  üzmeyen  bu  sözleri  ona

söyletmenin üzüntü. süyle baş başa kaldı.

Bayan Gardiner ile Elizabeth, Pemberley'den dönerlerken

misafirlikleri  sırasında  olup  biten  her  şeyden  söz  ettikleri

halde,  ilgilerinin  asıl  merkezi  olan  kişiden  söz  açmadılar.

Ondan  başka  herkesin  görünüşü  ve  tavırları  hakkında  fikir

yürüttüler. 

Kardeşinden, 

dostlarından, 

evinden,


meyvelerinden,  her  şeyden  onun  dışında  konuştular.  Buna

rağmen  Elizabeth,  yengesinin  Bay  Darcy  hakkında  ne

düşündüğünü bilmek için sabırsızlanıyor, Bayan Gardiner da

yeğeni konuyu açarsa çok sevineceğini hissediyordu.



XLVI

Elizabeth,  Lambton'a  vardıkları  sabah  Jane'den  gelen  bir

mektup  bulacağını  sanmış,  bulamayınca  da  bir  hayli  hayal

kırıklığına  uğramıştı  ve  burada  kaldığı  süre  içinde  bu  hayal

kırıklığı  her  sabah  tazeleniyordu.  Fakat  üçüncü  gün  hayal

kırıklığı  yaşamadı,  çünkü  ablasından  iki  mektup  birden

gelmişti;  birinin  üzerindeki  işaretlerden  yanlışlıkla  başka  bir

yere  gönderilmiş  olduğu  belliydi  ve  Jane'in  kabahatli




olmadığı  anlaşılıyordu.  Ancak  Jane  zarfın  üstünü  bir  hayli

okunaksız  yazdığından,  Elizabeth  önce  başka  yere

gönderilmesine  şaşmadı.  Mektuplar  geldiğinde  yürüyüşe

çıkmak  üzereydiler.  Dayı  ile  yengesi  genç  kızın  mektupları

rahat  rahat  okuması  için  onu  yalnız  bırakarak  kendileri

çıktılar.  Önce,  yanlış  yere  giden  mektubu  okumalıydı.  Beş

gün  önce  yazılmış  olan  bu  mektubun  başlarında  küçük

toplantılar  ve  eğlenceler  de  anlatılıyor;  bir  köyden

verilebileceği  kadar  haber  veriliyordu.  Ama  bir  gün  sonraki

tarihli  ve  besbelli  çok  heyecanlı  bir  ruh  haliyle  yazılan

mektubun ikinci yansında çok önemli bir haber vardı:

"Lizzy'ciğim,  yukarıdaki  satırları  yazdığımdan  beri  hiç

beklenmedik,  çok  önemli  bir  şey  oldu;  ama  seni

telaşlandırmaktan  korkuyorum.  Emin  ol,  hepimiz  iyiyiz.

Söyleyeceğim  şey  zavallı  Lydia'la  ilgili.  Dün  akşam  saat  on

ikide  hepimiz  yatmak  üzereyken  Albay  Forster'dan  ulakla

gelen bir mektup Lydia'nin subaylardan biriyle, daha doğrusu

Wickham  ile  İskoçya'ya  kaçtığını  bildiriyordu!  Ne  kadar

şaşırdık  tahmin  et.  Ama  Kitty  buna  pek  de  şaşırmış

görünmedi Çok, çok üzülüyorum. Her iki taraf için de o kadar

uygunsuz bir birleşme ki! Fakat ben en iyisini ummak istiyor,

bu  gencin  karakterinin  yanlış  anlaşılmış  olması  için  dua

ediyorum.  Onun  düşüncesiz  ve  uçan  olduğuna  kolayca

inanabilirim, ama bu son hareketinde (neyse ki) kalbinde bir

kötülük  beslediğini  gösterir  bir  şey  yok.  Hiç  olmazsa  seçtiği

kızdan bir çıkar bekleyemez; çünkü babamın Lydia'ya hiçbir

şey  veremeyeceğini  herhalde  biliyordur.  Zavallı  annem

üzüntüden  bitkin  bir  halde.  Babam  daha  serinkanlı

davranıyor.  Bay  Wickham  hakkında  bildiklerimizi  onlara

anlatmadığımıza  ne  seviniyorum,  bilsen;  bu  söylenenleri  biz




de unutmahyız. Tahminlere göre cumartesi akşamı saat on iki

sularında  kaçmışlar  ama,  dün  sabah  saat  sekize  kadar

yokluklarının farkına varılmamış. Albay Forster, bu iş ortaya

çıkar çıkmaz hemen ulağı göndermiş. Lizzy'ciğim, demek on

mil  yakınımızdan  geçtiler.  Albay  Forster'ın  yazdıklarından

biri iki güne kadar buraya geleceği anlaşılıyor. Lydia albayın

kansuıa durumu bildiren kısa bir not bırakmış. Zavallı annemi

uzun zaman yalnız bırakamayacağım için burada kesmeliyim.

Korkarım bu mektuptan hiçbir şey anlayamayacaksın, çünkü

ben de ne yazdığımı pek bilmiyorum."

Elizabeth düşünmek için bir dakika bile kaybetmeden ve

duygularını  tartmadan,  birinci  mektubu  bitirerek  hemen

ikincisini  açtı  ve  onu  da  büyük  bir  sabırsızlıkla  okudu.

Birincisi  tamamlandıktan  iki  gün  sonra  yazılan  bu  mektupta

da  şöyle  deniyordu:  "Canım  kardeşim,  çok  acele  yazdığım

mektubu herhalde şimdiye kadar almışsındır; umarım bu kez

anlaşılacak  şekilde  yazarım.  Fakat  zamanım  dar  olmasa  da,

kafam  o  kadar  karışık  ki  mantıklı  davranacağıma  söz

veremem.  Canım  Lizzy'ciğim,  ne  yazmam  gerektiğini

bilemiyorum  ama  haberlerim  var,  hem  de  geciktirilmeden

bildirilmesi  gereken  kötü  haberler.  Bay  Wickham  ile  zavallı

Lydia'mızın  evlenmeleri  uygunsuz  bir  birleşme  gibi

görünüyorsa  da  biz  evlendikleri  müjdesini  almak  için

heyecanla  bekliyoruz,  çünkü  İskoçya'ya  gitmediklerinden

endişelenmek  için  birçok  neden  var.  Albay  Forster  önceki

gün,  ulakla  mektubu  yolladıktan  kısa  bir  süre  sonra

Brighton'dan  yola  çıkıp  dün  buraya  geldi.  Lydia'nin  Bayan

Forster'a  bıraktığı  kısa  nottan,  Gretna  Green'e  gidecekleri

sonucu çıkıyormuş, ama Denny'nin ağzından kaçırdığı birkaç

söz  Albay  Forster'ı  telaşlandırmış.  Denny'ye  göre,  Wickham




ne Gretna Green'e gitmek, ne de Lydia ile evlenmek niyetinde

değilmiş.  Bunu  duyunca  Albay  Forster  izlerini  bulmak  için

hemen  yola  çıkmış.  Bunu  yapmak,  Clapham'a  kadar  kolay

olmuş ama ondan öteye geçememiş. Çünkü bizimkiler buraya

gelince  kiralık  bir  arabaya  binerek  kendilerini  Epsom'dan

getiren  faytonu  savmışlar.  Bu  noktadan  sonraki  yolculukları

hakkında bilinen tek şey, Londra yoluna devam ettikleriymiş.

Ne  düşüneceğimi  bilemiyorum.  Londra'nın  o  taraflarında

mümkün  olan  araştırmaları  yaptıktan  sonra  Albay  Forster,

Barnet ve Hatfield'de yol ve köprü başlarında geçiş ücreti alan

herkesten onları görüp görmediklerini sıkı sorup, hanlarda da

araştırma yaparak, ama başarıya ulaşamayarak Hertfordshire'a

varmış.  Eksik  olmasın  Longbourn'a  da  geldi,  bize  uğradı  ve

endişelerini anlattı. Ona ve Bayan Forster'a duydukları üzüntü

için  yürekten  acıyorum.  Kimse  onları  suçlayamaz.

Lizzy'ciğim üzüntümüz çok büyük. Annemle babam Lydia'nın

işi artık bitmiştir diyorlar, ama ben Bay Wickham'ın bu kadar

alçalabileceğini  sanmıyorum.  Gelişen  olaylar,  Londra'da

kendi  aralarında  evlenmelerini  ilk  planlarına  göre  hareket

etmekten daha elverişli kılabilir. Bay Wickham, Lydia gibi iyi

bir aile kızına karşı böyle bir tuzak kurabilecek biri olsa bile,

ki sanmıyorum, kardeşimiz her şeyi hiçe sayabilir mi? İmkânı

yok!  Ancak  Albay  Forster'ın  evleneceklerine  inanmak

istemediğini  üzülerek  görüyorum.  Ben  umutlu  olduğumu

belirtince  Wickham'ın  güvenilecek  bir  adam  olmamasından

korktuğunu  söyledi.  Zavallı  annem  gerçekten  hasta  ve

odasından çıkmıyor. Biraz çaba gösterse daha iyi olacak ama

bunu yapması beklenemez. Babama gelince, hiçbir şeyin ona

bu  kadar  dokunduğunu  hatırlamıyorum.  Zavallı  Kitty,  Lydia

ile Wickham'ın birbirlerine âşık olduklarını bildiği halde bunu

gizlediği  için  kendine  kızıyor.  Ama  bu  bir  güven  meselesi



olduğu için ben şaşmıyorum. Bu acıklı sahneleri görmediğine

gerçekten seviniyorum Lizzy'ciğim. Fakat ilk darbenin etkisi

artık  geçtiğine  göre,  dönmeni  dört  gözle  beklediğimi  itiraf

edebilir  miyim?  Yine  de  programınızı  altüst  etmenizi

isteyecek kadar bencil değilim. Sevgiler.

Sana yapmayacağım dediğim bir şeyi yapmak için tekrar

kalemi  elime  alıyorum.  Hepinizin  mümkün  olan  en  kısa

zamanda  buraya  gelmenizi  ısrarla  rica  etmekten  kendimi

alamadım. Sevgili dayımla yengemi çok iyi tanıdığım için bu

ricada  bulunmaktan  korkmuyorum.  Dayımdan  bir  dileğim

daha  var.  Babam  Lydia'yı  bulmak  için  Albay  Forster  ile

beraber  hemen  Londra'ya  gidiyor.  Ne  yapmak  niyetinde

olduğunu emin ol bilmiyorum, ancak duyduğu derin acı en iyi

ve  en  tehlikesiz  yoldan  herhangi  bir  tedbir  almasına  izin

vermeyecek.  Albay  Forster  da  yarın  akşam  Brighton'a

dönmek  zorunda.  Böyle  bir  durumda  dayımın  tavsiyesi  ve

yardımları  dünyaya  bedel  olacaktır.  Duygularımı  hemen

anlayacağından eminim ve yüreğinin iyiliğine güveniyorum."

Elizabeth mektubu bitirince yerinden fırladı ve son derece

değerli  olan  zamandan  bir  an  bile  kaybetmeden  dayısına

yetişmek  için  "Dayım!  Dayım  nerede?"  diye  sabırsızlıkla

bağırarak kapıya doğru ilerledi. Fakat kapıya vardığında, kapı

bir uşak tarafından açılmış ve Bay Darcy görünmüştü. Kızın

sararmış  yüzü,  telaşlı  tavırları  karşısında  irkildi  ve  o

konuşabilecek  kadar  kendine  gelinceye  kadar,  kafasında

Lydia'nm  durumundan  başka  bütün  fikirler  silinen  Elizabeth

acele  ve  heyecanlı  bir  sesle,  "Bağışlayın,"  dedi.  "Fakat  sizi

yalnız  bırakmak  zorundayım.  Hemen  şimdi,  şu  anda,  çok




acele  bir  iş  için  Bay  Gardiner'ı  görmeliyim;  kaybedecek  bir

saniyem bile yok."

Bay  Darcy,  onun  bu  durumu  karşısında  kaygıya  kapılıp

resmiliği  unutarak,  "Aman  Tanrım!  Ne  oldu?"  diye  sordu.

Sonra  kendini  toplayarak  ekledi:  "Sizi  bir  dakika  bile

alıkoyacak  değilim;  ama  izin  verin  Bay  ve  Bayan  Gardiner'ı

çağırmaya  ben  gideyim  yahut  uşak  gitsin.  Siz  iyi  değilsiniz.

Bu durumda gidemezsiniz."

Elizabeth  duraksadı,  fakat  dizleri  titriyordu.  Dayısı  ile

yengesinin  ardından  gitmeye  kalkışmakla  bir  şey

kazanamayacağını  anladı.  Bunun  için  uşağı  çağırarak  ne

söylediği  adeta  anlaşılmayacak  kadar  nefes  nefese,  hemen

Bay  ve  Bayan  Gardiner'ı  çağırmasını  söyledi.  Uşak  odadan

çıkınca  ayakta  duracak  hali  olmadığından  hemen  oturdu.  O

kadar  bitkin  ve  hasta  bir  hali  vardı  ki,  Darcy  onu  yalnız

bırakamazdı.  Genç  adam  engel  olamadığı  büyük  bir

yumuşaklık  ve  şefkatle,  "Oda  hizmetçinizi  çağırayım,"  dedi.

"Sizi  rahatlatacak  bir  şeyler  içseniz!  Bir  bardak  şarap

getireyim mi? Çok halsizsiniz."

Elizabeth  kendini  toparlamaya  çalışarak  cevap  verdi:

"Hayır,  teşekkür  ederim;  bir  şeyim  yok.  İyiyim.  Yalnız

Longbourn'dan şimdi aldığım kötü haberlere üzüldüm." Bunu

söylerken  gözlerinden  yaşlar  boşanmaya  başladı  ve  bir  süre

ağlamaktan  tek  kelime  bile  konuşamadı.  Üzüntü  ve  merak

içinde  kalan  Darcy,  anlaşılmaz  bir  sesle  endişelerini

mırıldanmaktan  ve  genç  kızı  şefkatli  bir  sessizlikle

seyretmekten  başka  bir  şey  yapamadı.  Sonunda  Elizabeth

tekrar  söze  başladı:  "Jane'den  şimdi  bir  mektup  aldım;

haberler o kadar kötü ki. Kimseden gizlenecek gibi değil. En



küçük  kardeşim  bütün  yakınlarını  terk  etti,  kaçtı;  hem  de...

hem  de...  Bay  Wickham'a  kaçtı.  Brighton'dan  ikisi  birlikte

gizlice kaçmışlar. Onu bundan sonrasını kestirebilecek kadar

iyi  tanıyorsunuz.  Lydia'nm  bu  adamın  göz  koyabileceği  ne

parası,  ne  yüksek  mevkide  akrabaları  var.  Zavallı  kız,  artık

elden  gitti!"  Darcy  şaşkınlıktan  donakalmıştı.  Genç  kız  daha

da  heyecanlı  ve  endişeli  bir  ses  tonuyla  devam  etti:

"Düşünüyorum  da,  bunu  önlemek  benim  elimdeydi!  Bu

adamın  ne  olduğunu  ben  biliyordum.  Bunun  bir  kısmını,

öğrendiklerimin yalnız bir kısmını aileme anlatmış olsaydım!

Karakteri  bilinmiş  olsa,  bunlar  başımıza  gelmeyecekti.  Ama

her şey bitti, artık çok geç." Darcy, "Gerçekten çok üzüldüm,"

dedi.

"Beynimden  vurulmuş  gibiyim.  Fakat  kesin  mi?  Kesin



olduğundan emin misiniz?" 'Tabii. Brighton'dan pazar gecesi

beraber  kaçmışlar;  izleri  hemen  Londra'ya  kadar  sürüldü.

Ama  ondan  ötesi  bilinmiyor;  İskoçya'ya  gitmedikleri  kesin."

"Peki kız kardeşinizi bulmak için ne yapılmış, ne girişimlerde

bulunulmuş?" "Babam Londra'ya gitmiş. Jane de mektubunda

dayımın  acele  yardımını  rica  ediyor.  Sanınm  biz  de  yarım

saate  kadar  gideceğiz.  Ama  bir  şey  yapılamaz,  bunu  çok  iyi

biliyorum. Öyle bir adam nasıl yola getirilebilir? Hatta nerede

olduklarını nereden bileceğiz? En küçük bir ümidim yok. Her

açıdan korkunç bir şey!"

Darcy sessizce onaylar anlamında başını salladı.

"Onun  gerçek  yüzünü  gördüğüm  zaman.  Ah!  Bilseydim!

Neler  yapabilirdim!  Ama  bilmiyordum,  fazla  ileri  gitmekten

korkuyordum. Ne aptallık, ne aptalca bir hata!" Darcy karşılık

vermiyordu. Genç kızı duymuyor gibiydi; kaşlar çatık, üzgün



bir  tavırla  ve  derin  düşünceler  içinde  odada  aşağı  yukarı

dolaşıyordu.  Elizabeth  bunun  farkına  vardı  ve  derhal  anladı.

Darcy üzerindeki etkisini kaybediyordu. Ailesini ilgilendiren

böyle  bir  rezalet  karşısında  yalnız  Darcy'nin  değil  herkesin

gözünden  düşecekleri  su  götürmezdi.  Bundan  dolayı  genç

adama  ne  şaşıyor  ne  de  kınıyordu,  ama  onun  bu  kişisel

galibiyeti 

de 


yüreğini 

ferahlatamıyor, 

üzüntüsünü

yatıştıramıyordu.  Tam  tersine  bu  hareket,  kendi  duygularını

anlamasına  yaramıştı.  Elizabeth  onu  sevebileceğini  hiç  bu

anki kadar hissetmemişti. Öyle bir anda ki aşkın, bütün ümidi

sönmüştü.  Ama  gençliğiyle  ilgili  düşünceler  araya  girse  bile

şu  anda  kafasını  yoramazdı.  Lydia  ve  onun  yüzünden  bütün

ailenin yaşayacağı utanç hemen bütün özel endişelerini sildi.

Mendiliyle  yüzünü  kapayarak  başka  bir  şey  düşünmeden

kendinden geçer gibi oldu. Dakikalarca süren bir sessizlikten

sonra  erkeğin  kendisine  seslenmesiyle  tekrar  kendine  geldi.

Genç adam şefkatli, fakat aynı zamanda çekingenlik de içeren

bir 


tavırla, 

"Korkarım, 

çoktan 

buradan 


gitmemi"

istemişsinizdir,"  dedi.  "Yaran  olmayan  fakat  gerçek  bir

endişeden başka, burada kalmamı mazur gösterecek bir neden

de  yok.  Böyle  bir  kederi  teselli  edebilecek  bir  şey  yapacak

veya  söyleyecek  durumda  olmayı  candan  dilerdim!  Sizden

teşekkür  koparmak  için  söylenmiş  gibi  boş  ümitlerle  sizi

hırpalamak  istemem.  Bu  uğursuz  iş,  korkarım  ki  kardeşimi

bugün sizi Pemberley'de görme zevkinden yoksun bırakacak."

"A,  evet,  Lütfen  Bayan  Georgiana  Darcy'den  bizim

adımıza  özür  dileyin.  Acele  bir  iş  yüzünden  eve  dönmek

zorunda kaldığımızı söyleyin. Tatsız gerçeği mümkün olduğu

kadar  uzun  bir  süre  gizleyin...  biliyorum,  çok  uzun  süre

gizlenemeyecek."



Genç adam bunu gizli tutacağına söz verdi. İşlerin, şimdi

ümit  vermeyen  nedenlere  rağmen  sanıldığından  daha  mutlu

bir  şekilde  sonuçlanmasını  diledi.  Kızın  ailesine  selamlar

yolladıktan  sonra  endişe  dolu  bir  bakışla  veda  ederek  çıkıp

gitti.

O  odadan  çıkarken  Elizabeth,  Derbyshire'daki  bu  son



görüşmelerindeki 

samimi 


ortamı 

bir 


daha 

hiç


yakalayamayacaklarını  hissediyordu.  Böylesine  çelişkili  ve

olaylı  ilişkilerini  gözden  geçirdi  ve  şimdi  bu  tanışıklığın

sürmesini  isteyen,  oysa  eskiden  sona  ermesini  özleyen

duygularının zıtlığını düşünerek göğüs geçirdi.

Eğer  minnet  ve  saygı,  sevgiye  iyi  bir  temel  olursa

Elizabeth'in duygularının değişmesi, ne imkânsız ne de hatalı

sayılırdı.  Ama  böyle  değilse  eğer  bu  gibi  olaylardan  doğan

ilgi,  ilk  karşılaşmada,  daha  iki  kelime  bile  konuşmadan

duyulan  hisle  kıyaslanınca  mantıksız  ve  olağandışıysa  genç

kızı savunmak için söylenecek bir şey yok. Ancak ikinci yolu

Wickham'a eğilim göstererek denediği, bu başarılı olmayınca,

bağlanmak  için  daha  az  ilgi  çekici  bir  yol  aramakta  haklı

olduğu  ileri  sürülebilirdi.  Nedeni  ne  olursa  olsun,  Elizabeth,

Darcy'nin gidişini acıyla seyretti, Lydia'nın alçaklığının nelere

yol  açacağını,  daha  ilk  günde  ispatlayan  bu  örnek  ıstırabını

artırıyordu.

Jane'in  mektubunu  okuduğundan  beri  Wickham'ın  Lydia

ile evlenmeye niyetli olduğu ümidini beslememişti. Böyle bir

ümitle  Jane'den  başka  kimsenin  kendini  avutmayacağını

düşündü.  Bu  gelişmede  en  az  duyduğu  his  şaşkınlıktı.  İlk

mektubun  içeriği  kafasında  yalnız  şaşkınlık  ve  utanç

bırakmıştı.  Wickham'ın  para  için  evlenemeyeceği  bir  kızı




kaçırmaya kalkışmasına şaşmış kalmış ve Lydia'nın onu nasıl

kendine bağladığını anlayamamıştı. Ama şimdi her şey doğal

görünüyordu.  Çünkü  böyle  bir  bağlanma  için  Lydia'nın

yeterince  çekici  tarafları  vardı.  Her  ne  kadar  evlenme  niyeti

olmadan  böyle  bir  kaçış  macerasına  bilerek  atılacağını

sanmıyorsa  da,  ne  niteliklerinin  ne  de  aklının  onu  bu  alanda

kolay  bir  av  olmaktan  koruyamayacağına  inanmakta  zorluk

çekmiyordu.  Alay  Hertfordshire'da  iken  Elizabeth,  Lydia'nın

bu gence karşı bir eğilim duyduğunu hiç fark etmemişti; ama

Lydia'nın birisine bağlanmak için ufak bir teşvik beklediğine

inanıyordu.  Hangi  subay  ona  karşı  fazla  ilgi  gösterirse  en

fazla  o  gözüne  giriyor,  bugün  ondan,  yarın  bir  başkasından,

kim  yüz  verirse  ondan  hoşlanıyordu.  Sevgi  duygusu  bir

azalıyor  bir  çoğalıyor,  ama  hiçbir  zaman  bir  hedef

bulamıyordu.  Ah,  böyle  bir  kızı  ihmal  etmek,  istediği  gibi

eğlenmekte  serbest  bırakmakla  ona  ne  büyük  kötülük

edilmişti! Bunun için şimdi ne kadar acı duyuyordu!

Bir  an  önce  eve  ulaşmak,  her  şeyi  gözleriyle  görmek,

kulaklarıyla  duymak  istiyordu.  Babası  çıkıp  gitmişti,  annesi

ise hiçbir şey yapamayacak haldeydi; Elizabeth, altüst olmuş

bir  ailede  Jane'e  düşen  yükleri  paylaşmak  için  çırpınıyordu.

Lydia'ya bir şey yapılamayacağı kanısını edinse de, dayısının

yardımı  son  derece  önemli  olacak  gibi  geliyordu.  Bunun

içindir ki Bay Gardiner gelinceye kadar duyduğu sabırsızlığın

ıstırabı  çok  şiddetliydi.  Uşağın  anlattıklarından  yeğenlerinin

ansızın  hastalandığını  sanan  Bay  ve  Bayan  Gardiner  acele

geri  döndüler.  Elizabeth  bu  bakımdan  korkacak  bir  şey

olmadığını söyleyerek endişelerini yatıştırdıktan sonra, onları

niçin çağırdığını sabırsızlıkla anlatmaya koyuldu. İki mektubu

da  yüksek  sesle  okudu  ve  Lydia'yı  hiçbir  zaman  çok




sevmedikleri halde son mektuptaki ricanın üzerinde zoraki bir

gayretle durdu. Bay ve Bayan Gardiner doğal olarak derin bir

üzüntü  duydular.  Bu  olay  yalnız  Lydia'yı  değil,  hepsini

ilgilendiriyordu  ve  ilk  şaşkınlık  ve  dehşetin  etkisi  geçtikten

sonra  Bay  Gardiner  elinden  gelen  her  türlü  yardımı

yapacağına  söz  verdi.  Elizabeth  dayısından  aslında  bunu

beklediği  halde,  gene  de  teşekkür  ederken  gözleri  minnet

yaşlarıyla dolmuştu. Üçü de aynı duygularla hareket ettikleri

için  yolculukları  ile  ilgili  her  şey  hemen  hazırlandı.  Derhal

yola  çıkacaklardı.  Bayan  Gardiner  telaşla  sordu:  "Fakat

Pemberley daveti ne olacak? John, bizi çağırttığın zaman Bay

Darcy'nin  burada  olduğunu  söyledi.  Doğru  mu?"  "Evet.

Davete  gidemeyeceğimizi  kendisine  söyledim.  Bu  iş

çözümlendi."  Bayan  Gardiner  hazırlanmak  için  odasına

koşarken,  "Çözümlenen  nedir?"  diye  kendi  kendine  sordu.

"Aralarındaki  ilişki  Elizabeth'in  Bay  Darcy'ye  gerçeği

açıklayabileceği kadar yakın mı? Ah, bunu bir bilsem."

Ama  bu  dilek  boşunaydı;  sadece  bir  saatlik  telaşlı  yol

hazırlığı  sırasında  onu  oyalamaya  yaradı.  Elizabeth'in

yapacak  işi  olmasa  ve  boş  oturmak  zorunda  kalsaydı,  bu

kadar  ıstırap  içindeki  bir  insanın  kolunu  bile  kıpırdatmasına

imkân  yok  sanırdı;  ama  onun  da  yengesi  gibi  yapacak  işleri

vardı.  Bu  arada  Lambton'daki  dostlarına,  böyle  ansızın

ayrılmalarını  haklı  gösterecek  uydurma  nedenler  ileri  süren

mektuplar  yazılacaktı.  Yine  de  bir  saatte  hepsi  tamamlandı.

Bu  arada  Bay  Gardiner  da  handaki  hesaplarını  kapattığı  için

gitmekten  başka  yapılacak  şey  kalmamıştı.  Sabahın  bütün

üzüntülerinden  sonra  Elizabeth,  umduğundan  daha  kısa  bir

sürede  kendini  arabaya  oturmuş,  Longboum  yolunda  buldu.

XLVII



Kasabadan çıkarlarken dayısı Elizabeth'e, "Bu işi bir daha

iyice  düşündüm;  ciddi  olarak  incelenince  bu  konuda  ablanın

görüşüne  gitgide  daha  çok  aklım  yatıyor,"  dedi.  "Hiç  de

korunmasız  ve  kimsesiz  olmayan,  üstelik  albayının  evinde

misafir  bulunan  bir  kıza  karşı  bir  gencin  böyle  bir  tuzak

kurmaya  kalkışması  bana  imkânsız  gibi  görünüyor.  Bu

bakımdan  sonuçtan  ümidi  kesmek  istemiyorum.  Kızın

ailesinin  ondan  hesap  sormayacağını  mı  sandı?  Albay

Forster'a  karşı  böyle  bir  saygısızlık  yaptıktan  sonra  alayda

kimsenin  yüzüne  bakamayacağını  bilmiyor  mu?  Hevesini

kabartan  etken  bu  tehlikeleri  göze  almasına  değmez."

Elizabeth  bir  an  için  neşelenerek,  "Gerçekten  böyle  mi

düşünüyorsunuz?"  diye  sordu.  Bayan  Gardiner  da  söze

karıştı:  "Doğrusu  ben  de  dayının  fikrine  katılmaya

başlıyorum.  Böyle  bir  suçu  işlemekle  Wickham  namusunu,

şerefini,  çıkarını  ayaklan  altında  çiğnemiş  olur.  Wickham'ın

bu  derece  kötü  olacağını  sanmıyorum.  Sen  ondan  bu  kadar

kötülük bekleyecek kadar ümidini kestin mi Lizzy?"

"Hayır,  belki  kendi  çıkan  açısından  bunu  yapmaz.  Ama

bütün diğer kavranılan hiçe sayabilecek bir adam. Ah, keşke

söylediğiniz gibi olsa! Ama hiç sanmıyorum. Evleneceklerse

neden İskoçya'ya gitmediler?"

Bay  Gardiner,  "Öncelikle  İskoçya'ya  gitmediklerini

gösterecek  kesin  kanıt  yok,"  dedi.  "Doğru,  ama  faytondan

kiralık  bir  arabaya  aktarma  yapmalan  bir  kanıt  sayılabilir!

Kaldı ki, Barnet yolunda onlardan bir iz bulunamadı."

"Peki  öyleyse;  diyelim  ki  Londra'dalar;  gizlenmek  için

oraya  gitseler  bile  bunda  kötü  bir  maksat  yok.  Sanıyorum

ikisinde  de  fazla  para  yok.  Belki  de  Londra'da,  İskoçya'daki



kadar çabuk değilse bile, daha az masrafla evlenebileceklerini

düşünmüşlerdir."  "Ama  bütün  bu  gizlilik  niye?  İzlerinin

bulunmasından  ne  diye  korkuyorlar?  Neden  gizli

evleniyorlar?  Hayır  hayır,  dediğiniz  gibi  olamaz.  Jane'in

anlattıkları  da  gösteriyor  ki,  en  yakın  dostu  bile  onun  Lydia

ile  evlenmeye  niyeti  olmadığı  kanısında.  Wickham  parasız

kadınla  asla  evlenmez.  Evlenecek  durumda  değil.  Lydia'da

gençlik, sağlık ve neşeden başka Wickham'a paralı bir kadınla

evlenmenin yararını bir kenara bıraktıracak ne var? Kardeşimi

böyle  şerefsizce  kaçırmaktan  ötürü  orduda  lekelenme

korkusundan ne dereceye kadar çekineceğini de bilmiyorum;

çünkü  böyle  bir  hareketin  doğuracağı  sonuçlar  hakkında  da

bir fikrim yok. Ama ileri sürdüğünüz diğer noktalar korkarım

ki  çürük.  Lydia'nın  ortaya  atılacak  erkek  kardeşleri  yok  ve

babamın  davranışlarından,  ilgisizliği  ve  ailesinde  olup

bitenlere  aldırış  etmiyor  görünmesinden  de  onun  böyle  bir

durumda kılını kıpırdatmayacağını sanmıştır, belki."

"Peki  ama  Lydia'nın  bu  adama,  onunla  evlenmeden

yaşamaya  razı  olacak  kadar  âşık  olduğunu  düşünebilir

misin?"


Elizabeth  gözlerinde  yaşlarla  cevap  verdi:  "Bu  gibi  bir

durumda  kardeşimin,  namus  ve  erdemi  konusunda  kuşkuya

düşmem  gerçekten  çok  acı.  Ama  gerçekten  ne  diyeceğimi

bilemiyorum.  Belki  de  ona  haksızlık  ediyorum.  Ama  Lydia

çok  genç;  ciddi  konulara  kafasını  yormayı  da  kimse  ona

öğretmedi.  Son  altı  aydır,  hayır  bir  yıldır,  eğlenceden  ve

süslenmekten  başka  bir  şeyle  uğraşmadı.  Zamanını  en  avare

ve en başına buyruk bir şekilde geçirmesine, rastgele fikirler

edinmesine göz yumuldu. ... Alayı Meryton'a geldiğinden beri



kafasına aşk, flört ve subaylardan başka bir düşünce girmedi.

Zaten yaradılıştan hayat dolu olan duygulanna daha büyük bir

duyarlılık  katmak  için  elinden  gelen  her  şeyi  yapıyor,  bu

konuda  durmadan  konuşuyor,  hep  bunu  düşünüyordu.

Wickham'ın da bir kadını büyüleyecek kadar çekici ve alımlı

bir kişiliği olduğunu hepimiz biliyoruz."

"Ama  görüyorsun  ki,"  dedi  yengesi,  "Jane,  Wickham'ın

böyle  bir  şeye  kalkışacak  kadar  kötü  biri  olduğuna

inanmıyor," dedi.

"Jane'in  kötü  dediği  kimse  var  mı  ki?  Eski  davranışları

nasıl  olursa  olsun,  aksini  göstererek  kesin  bir  kanıt  yoksa

kimsenin kötü olduğunu kabul etmez o. Ama Wickham'ın iç

yüzünü  benim  kadar  Jane  de  biliyor.  Onun,  kelimenin  tam

anlamıyla  serseri;  dürüstlük,  şeref  tanımayan  ve  tatlı  dilli

olduğu kadar yalancı ve hilekâr bir adam olduğunu ikimiz de

biliyoruz." Elizabeth'in bunları nerden öğrendiğini çok merak

eden  Bayan  Gardiner,  "Gerçekten  bütün  bunları  kesinlikle

biliyor musun?" diye sordu.

Elizabeth  yüzüne  kan  hücum  ederek  cevap  verdi:  "Evet,

biliyorum.  Geçen  gün  size  Bay  Darcy'ye  karşı  nasıl  ayıp  bir

harekette  bulunduğunu  anlattım.  Kendisine  karşı  bu  kadar

sabırlı  ve  cömert  davranan  bu  kişiden  nasıl  söz  ettiğini

Longbourn'da  kendi  kulaklarınızla  duydunuz.  Söylemekte

özgür  olmadığım,  söylemeye  değer  olmayan  başka  durumlar

da  var,  ancak  Bay  Wickham'ın  bütün  Pemberley  ailesi

hakkında  söylediği  yalanların  haddi  hesabı  yok.  Georgiana

Darcy  için  söylediklerinden  karşımda  mağrur,  soğuk,  bumu

havada  bir  kız  görmeye  hazırlanmıştım.  Oysa  aslında  bunun

tam tersi olduğunu kendisi de biliyordu. Georgiana Darcy'nin



bizim gördüğümüz gibi cana yakın, sessiz sedasız olduğunu o

nasıl  bilmez."  "Peki  ama  Lydia'nın  bundan  hiç  haberi  yok

mu?  Seninle  Jane'in  bu  kadar  iyi  bildiğiniz  bir  şeyden

tamamıyla habersiz olabilir mi?"

"Evet! İşin en kötü tarafı da bu. Kente gidip de Bay Darcy

ve akrabası Bay Fitzwilliam ile sık sık görüşmeden önce ben

de işin doğrusunu bilmiyordum. Eve döndüğüm zaman da ...

Alayı Meryton'dan bir iki haftaya kadar gidiyordu. Hal böyle

olunca  ne  ben,  ne  de  her  şeyi  kendisine  anlattığım  Jane,

öğrendiklerimizi  başkalarına  anlatmaya  gerek  görmedik.

Bütün Meryton'un bu genç hakkında edindiği iyi fikri kötüye

çevirmekte  ne  gibi  bir  yarar  olabilirdi?  Lydia'nın  Bayan

Forster'la  birlikte  gitmesi  kararlaştırıldığı  zaman  bile  Bay

Wickham'ın  iç  yüzünü  ona  anlatmaya  gerek  görmedim.

Lydia'nın  bu  adamın  ikiyüzlülüğüne  kurban  olacağı  hiç

aklıma  gelmedi.  Böyle  bir  şeyin  olacağını  hiç  aklıma

getirmediğime  inanabilirsiniz."  "Yani  bunlar  Brighton'a

gittikleri zaman Lydia ile Wickham'm birbirlerini sevdiklerini

düşünmeniz  için  herhangi  bir  neden  yoktu."  "En  küçük  bir

neden  bile  yoktu.  İkisinde  de  açık  bir  tavır  gördüğümü

hatırlamıyorum. Böyle bir şey olsaydı, siz de takdir edersiniz,

bizim  ailede  pek  gözden  kaçmazdı.  Bay  Wickham  alaya  ilk

geldiği zaman Lydia ona hemen hayran olmuştu, ama hepimiz

hayran  olmuştuk.  İlk  iki  ay,  Meryton  ve  çevresindeki  bütün

kızlar ona deli oluyorlardı; ama bu genç Lydia'ya özel bir ilgi

göstermedi.  Bunun  üzerine  taşkın  ve  coşkun  bir  hayranlık

devresinden  sonra  Lydia'nın  ona  olan  ilgisi  kayboldu  ve

kendine daha çok değer veren diğer subaylardan hoşlanmaya

başladı."



Bu  konuyu  tekrar  tekrar  konuşmak  endişelerine,

ümitlerine  ve  tahminlerine  ne  kadar  az  yenilik  getirirse

getirsin,  yolculukları  sırasında  başka  hiçbir  şey  üzerinde

fazlaca  duramayarak  hep  bu  konuya  dönmelerine  şaşmamak

gerek.  Bu  düşünce  Elizabeth'in  aklından  hiç  çıkmıyordu.

Istırapların  en  büyüğü  olan  suçluluk  duygusu  bu  düşünceyi

kafasına öyle bir saplamıştı ki, ne rahat bir nefes alabiliyor ne

de kendini affedebiliyordu.

Mümkün olduğu kadar hızlı gidiyorlardı ve bir gece yolda

konakladıktan  sonra  ertesi  gün  öğle  yemeği  vaktinde

Longbourn'a  ulaştılar.  Jane'in  uzun  beklemek  zorunda  kalıp

sıkılmayacağını  düşünmek  Elizabeth'in  içini  ferahlatıyordu.

Arabanın  geldiğini  görünce  hepsi  birden  koşuşan  küçük

Gardiner'lar,  araba  avludaki  çimenlere  girerken  kapının

merdivenlerine  sıralanmışlardı.  Araba  kapıya  geldiğinde

çocukların  yüzlerinin  aydınlanması  ve  sevinç  içinde

zıplamaları  gelenler  için  "hoş  geldiniz"  dileğinin  ilk  güzel

başlangıcı oldu.

Elizabeth  hemen  arabadan  atladı,  çocukları  birer  birer

acele öptükten sonra içeri koştu. Annesinin odasından koşarak

gelen  Jane  hemen  onu  holde  karşıladı.  Elizabeth  ablasını

sevgi  ile  kucaklarken  ikisinin  de  gözlerinde  yaşlar  vardı.

Kaçaklardan bir haber olup olmadığını hiç vakit kaybetmeden

sordu.


"Henüz  yok,"  diye  cevap  verdi  Jane.  "Ama  artık

dayıcığım geldiğine göre her şey düzelecektir umanm."

"Babam Londra'da mı?"



"Evet, sana o mektubu yazdığım salı günü gitti."

"Ondan  sık  sık  haber  alıyor  musunuz?"  "Yalnız  bir  defa

aldık.  Çarşamba  günü  bana  gönderdiği  birkaç  satırlık  bir

mektupta  sağ  salim  vardığını  ve  adresini  bildirdi.  Bunu

kendisinden özellikle rica etmiştim. Bildirecek önemli bir şey

olmadıkça mektup yollamayacağını da eklemiş." "Ya annem.

Annem  nasıl?  Sizler  nasılsınız?"  "Annem,  sanıyorum  daha

iyice. Ama morali çok bozuk. Şimdi yukanda, sizleri görünce

çok  sevinecek.  Hâlâ  odasından  çıkmıyor.  Mary  ile  Kitty  de,

çok şükür, iyiler."

"Peki,  ama  sen...  Sen  nasılsın?  Solgun  görünüyorsun.

Neler  çektin  kim  bilir!"  Jane  çok  iyi  olduğuna  kız  kardeşini

inandırdı. Bay ve Bayan Gardiner çocuklarıyla kucaklaşırken

yaptıkları  konuşmayı,  onların  gelişiyle  noktaladılar.  Jane

dayısı 

ile 


yengesine 

koştu. 


Gözyaşlarına 

kansan


gülümsemelerle  ikisine  de  "hoş  geldiniz"  dedi  ve  teşekkür

etti.  Salonda  otururlarken  Elizabeth'in  biraz  önce  sorduğu

soruları  dayısı  ile  yengesi  bir  daha  bir  kez  daha  sordular  ve

Jane  verecek  bir  haberi  olmadığını  söyledi.  Yine  de,  iyi

kalpliliğinden 

kaynaklanan 

iyimser 

ümitleri 

henüz

dağılmamıştı  ve  hâlâ  her  şeyin  iyi  bir  sonuca  varacağını



umuyor;  babasından  veya  Lydia'dan  gelecek  ve  işlerin  ne

yolda geliştiğini bildirecek, hatta evlendiklerini haber verecek

mektubu  beklemeye  devam  ediyordu.  Birkaç  dakika

konuştuktan sonra hep beraber yukarıya çıktıklarında, Bayan

Bennet onları tam beklendiği gibi karşıladı: Gözyaşları içinde

üzüntü ile sızlanıyor, Wickham'ın alçakça hareketine lanetler

ediyor,  çektiği  ıstıraplardan,  başına  gelen  kötülüklerden



yakınıyordu.  Kızının  uygunsuz  eğlencelere  dalmasının  asıl

sorumlusu dışında herkese suç buluyordu.

"Eğer  sözümü  dinletip  bütün  çocuklarımla  Brighton'a

gidebilseydim  bu  başıma  gelmezdi.  Zavallı  Lydia'mla

ilgilenecek  kimse  yoktu,  Forsterlar  da  niye  onu  gözlerinin

önünden  ayırdılar  ki?  Eminim  ki  onların  bu  işte  büyük  bir

ihmali  var;  yoksa  göz  kulak  olunsa,  Lydia  böyle  bir  şey

yapacak  kız  değil.  Başından  beri  Forster'lann  kızımı  emanet

edecek insanlar olmadığını düşündüm. Ama her zamanki gibi

bu konuda da sözüm geçmedi. Zavallı yavrucuğum! Şimdi de

Bay  Bennet  Londra'ya  gitti.  Bay  Wickham'ı  görünce  onunla

düelloya  tutuşacak,  biliyorum  ve  sonra  da  ölecek.  O  zaman

bizim  halimiz  ne  olacak?  O  daha  mezarında  soğumadan

Collins'ler  bizi  kapı  dışan  edecekler  ve  eğer  sen  bize

acımazsan sevgili kardeşim, halimiz ne olur, bilmiyorum."

Herkes  bu  acıklı  sözlere  itiraz  etti.  Bay  Gardiner,  Bayan

Bennet'a  ve  bütün  ailesine  karşı  beslediği  sevgi  hakkında

güvence  verdikten  sonra,  hemen  ertesi  gün  Londra'ya

gideceğini  ve  Bay  Bennet'a  Lydia'yı  bulması  için  her  tür

yardımı yapacağını söyleyerek şunları ekledi: "Boş yere telaşa

kapılma. En kötü sonuca hazırlıklı olmak doğruysa da, bunun

gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakmak için neden yok. Onlar

Brighton'dan kaçalı daha bir hafta olmadı. Birkaç güne kadar

belki  bir  haber  alırız,  evlenmediklerini  ve  evlenmeyi

tasarlamadıklarını öğreninceye kadar da bu işe bitmiş gözüyle

bakmayalım. Londra'ya varır varmaz eniştemi alıp onu bizim

eve götüreceğim. Ne yapmak gerektiğine orada düşünüp karar

veririz."




"Ah, kardeşim," dedi Bayan Bennet, "benim de en büyük

isteğim  bu!  Şimdi  Londra'ya  gider  gitmez  nerede  iseler  ara

bul,  eğer  hâlâ  evlenmemişlerse  onları  evlendir.  Gelinliğe

gelince,  bununla  zaman  kaybetmesinler.  Lydia'ya  söyle,

evlendikten  sonra  istediği  elbiseyi  yaptırmak  için  istediği

kadar  parası  olacak.  Asıl,  her  şeyden  önce,  Bay  Bennet'm

düello yapmasını engelle. Ne kadar kötü bir halde olduğumu,

korkudan  aklımın  başımdan  gittiğini,  her  tarafımın  müthiş

ürpermeler 

ve 


titremelerle 

sarsıldığını, 

spazmlara

tutulduğumu, basımdaki ağrılardan ve kalbimin çarpıntısından

ne  gece  ne  de  gündüz  rahatım  olmadığını  ona  anlat.

Lydia'cığıma  da  söyle  beni  görmeden  elbise  filan

ısmarlamasın,  çünkü  en  iyi  mağazalar  hangileridir  bilmez.

Ah,  kardeşim,  ne  iyisin.  Her  şeyi  yoluna  koyacağını

biliyorum."  Bay  Gardiner  bu  konuda  elinden  geleni

esirgemeyeceğini  ona  bir  kez  daha  söylemekle  beraber,

kardeşine  korkularında  olduğu  gibi  ümitlerinde  de  aşırıya

gitmemesini  öğütlemekten  kendini  alamadı.  Yemek

hazırlanıncaya  kadar  bu  konulan  konuştuktan  sonra  Bayan

Bennefın dertlerini dinlemeyi kızlan yokken ona bakan kâhya

kadına bıraktılar. 

Kardeşi  ile  karısı,  Bayan  Bennet'm  böyle  herkesten  ayrı

bir odaya kapanması için bir neden olmadığı kanısında olsalar

da, bu duruma itiraz etmeye kalkışmadılar. Çünkü hizmetçiler

sofrada  hizmet  ederken  dilini  tutacak  kadar  düşünceli

davranmayacağını  biliyorlardı.  Annenin  bu  konudaki  bütün

endişe  ve  dileklerini,  evin  çalışanlarından  yalnız  birinin,  en

çok  güvendikleri  kâhya  kadının  bilmesi  daha  iyi  olur  diye

düşündüler.  Daha  önce  işleri  yüzünden  odalarından

çıkamayan Mary ile Kitty de yemek salonunda onlara katıldı.




Birisi  kitaplarından,  öbürü  de  tuvalet  masasından  ayrılarak

gelmişti.  Her  ikisinin  de  yüzleri  oldukça  sakindi,  hiçbirinde

bir değişiklik yoktu. Yalnızca en sevgili kardeşini kaybetmek

veya  bu  işe  karışmaktan  dolayı  duyduğu  öfke  Kitty'yi  her

zamankinden  daha  huysuz  yapmıştı.  Mary  ise  masaya

oturduktan  hemen  sonra  ciddi  düşünceler  yansıtan  bir  yüz

ifadesi  ile  Elizabeth'e  şu  sözleri  fısıldayacak  kadar

serinkanlıydı:  "Gerçekten  çok  üzücü  bir  konu  ve  büyük

olasılıkla  birçok  dedikoduya  neden  olacak.  Fakat  biz  zehirli

dilleri  susturmalı,  birbirimizin  yaralı  kalplerine  kardeşçe

tesellinin merhemini sürmeliyiz."

Elizabeth'in  cevap  vermeye  niyeti  olmadığını  görerek

devam  etti:  "Bu  olay  Lydia  için  çok  acıklı  olmakla  beraber

bundan  şu  yararlı  dersi  çıkarabiliriz:  Bir  kadın  erdemini  bir

defa  kaybetti  mi  ona  bir  daha  kavuşamaz;  attığı  yanlış  bir

adım  onu  sonsuza  kadar  mahvedebilir;  kadınlık  şerefi  güzel

olduğu  kadar  kırılgandır  da;  kadın,  değersiz  erkek  cinsine

karşı ne kadar dikkatli davranırsa o kadar iyi eder."

Elizabeth  gözlerini  hayretle  ona  çevirdi,  ama  cevap

veremeyecek kadar üzüntü içindeydi. Ama Mary, önlerindeki

kötü  örnekten  böyle  ahlak  dersleri  çıkararak  kendi  kendine

avunmayı sürdürdü.

Öğleden sonra iki büyük kız yarım saat baş başa kalabildi;

Elizabeth hemen bu fırsattan yararlanarak konu hakkında bazı

sorular  sordu.  Jane  bunları  cevaplandırırken  en  az  kardeşi

kadar  hevesliydi.  Elizabeth'e  göre  felaket  olduğu  kesin  olan,

Jane'in  fikrince  de  büsbütün  ümitsiz  görünmeyen  olayı

Elizabeth lanetle andıktan sonra bu konuya şu sözlerle devam

etti: "Her şeyi ayrıntılarıyla bana anlat. Daha çok ayrıntı ver.



Albay  Forster  ne  dedi?  Kaçmalarından  önce  hiç

kuşkulanmamışlar  mı?  Onları  sürekli  bir  arada  görmüş

olmalılar."  "Albay  Forster,  özellikle  Lydia'nın  az  da  olsa

eğilimi  olduğundan  kuşkulandığını  itiraf  etti,  fakat

endişelenecek  kadar  değil.  Onun  adına  öyle  üzülüyorum  ki.

Tavırları son derece kibardı, bu konuyla ne kadar ilgili olduğu

anlaşılıyordu.  Lydia  ile  Wickham'ın  İskoç  ya'ya  gitmedikleri

hakkında  hiçbir  bilgisi  olmadığı  halde  bizi  endişelerinden

haberdar  etmek  ve  hizmetimizde  olduğunu  belirtmek  için

Longbourn'a  gelmeyi  kararlaştırmış.  Bu  korkusunun

gerçekleşme olasılığı olması yolculuğunu hızlandırmış."

"Denny,  Wîckham'ın  evlenmeyeceğine  mi  inanıyor?

Onların kaçacağını biliyor muymuş? Albay Forster, Denny ile

görüşmüş  mü?"  "Evet.  Ama  albay  onu  sorguya  çektiğinde

Denny,  Wickham  ile  Lydia'nın  taşanlarından  haberdar

olduğunu  yalanlamış  ve  bu  konuda  gerçek  düşüncesini

bildirmemekte  ısrar  etmiş.  Evlenmeyecekleri  kanısında

olduğunu  söylememiş.  İşte  bundan  ümitlenerek  başlangıçta

sözlerinin yanlış anlaşıldığına inanmak istiyorum."

"Albay 


Forster 

gelene 


kadar 

gerçekten

evlenmeyeceklerinden  kuşkulanmak  hiçbirinizin  aklına

gelmedi, öyle mi?"

"Böyle  bir  şeyi  nasıl  düşünebilirdik?  Wickham'ın  her

zaman  doğru  olan  şeyler  yapmadığını  bildiğim  için

kardeşimin  bu  adamla  evlenince  mutlu  olamayacağından

biraz  endişe  ve  huzursuzluk  duymuştum.  Babamla  annemin

bundan  hiç  haberleri  yoktu,  sadece  bunun  yakışıksız  bir

evlilik  olacağını  hissediyorlardı.  Sonra  Kitty  konu  hakkında

bizden daha çok bilgisi olduğunu, Lydia'nın son mektubunda



onu böyle bir olaya hazırladığını itiraf etti. Öyle görülüyor ki

bunların  birbirlerini  sevdiklerini  haftalardır  bilmekteydi."

"Ama buradayken aralarında bir şey yoktu, değil mi?"

"Hayır, sanmıyorum."

"Albay  Forster  da  Wickham  hakkında  kötü  düşünüyor

mu?  Onun  gerçek  yüzünü  biliyor  mu?"  "Hakkında,  eskisi

kadar  iyi  konuşmadığını  itiraf  etmeliyim.  Başına  buyruk  ve

ölçüsüz  olduğunu  söylüyor.  Bu  acı  olaydan  sonra

duyduğumuza  göre,  Wickham,  Meryton'dan  ayrılırken  çok

borç bırakmış. Ama umarım yalandır." "Ah Jane, bu kadar sır

tutmasaydık,  bu  adam  hakkında  bildiklerimizi  söyleseydik,

bütün bunlar yaşanmayacaktı."

"Belki daha iyi olurdu," diye yanıtladı kız kardeşi. "Ama

bir  kimsenin  şimdiki  duygularını  bilmeden  eski  suçlarını

ortaya  dökmeyi  doğru  bulmamıştık.  Biz  iyi  niyetle  hareket

ettik."  "Albay  Forster,  Lydia'nın  Bayan  Forster'a  bıraktığı

mektupta  yazdıklarını  hatırlayabildi  mi?"  "Mektubu

görmemiz için yanında getirdi."

Bu  sözleri  söyledikten  sonra  Jane  mektubu  çıkararak

Elizabefh'e verdi. Mektupta şunlar yazılıydı:

"Harriet'çiğim,

Nereye  gittiğimi  öğrenince  güleceksin;  yarın  sabah  beni

ortalıklarda göremeyince duyacağınız hayreti düşündükçe ben

de  gülmekten  kendimi  alamıyorum.  Gretna  Green'e

gidiyorum.  Eğer  kiminle  olduğunu  tahmin  edemezsen  aptal

olduğunu  düşüneceğim,  çünkü  dünyada  sevdiğim  bir  tek




erkek  var  ve  o  da  bir  melek.  Onsuz  asla  mutlu  olamam,  bu

nedenle  onunla  gitmekte  bir  sakınca  görmüyorum.  Buradan

ayrıldığımı  isterseniz  Longbourn'a  haber  vermeyin,  çünkü

onlara  mektup  yazıp  da  altına  Lydia  Wickham  diye  imza

atınca daha büyük bir sürpriz olur. Bu ne hoş bir şaka olacak!

Gülmekten yazamıyorum. Bu akşam Pratt ile dans edeceğime

söz  vermiştim;  bu  sözümü  tutamayacağım  için  benim  adıma

ondan özür dilemeni rica ederim. Ona her şeyi öğrenince beni

bağışlayacağını umduğumu ve bir daha buluştuğumuz zaman

balo  olacağından  onunla  dansa  kalkmaktan  büyük  bir

memnuniyet duyacağımı söyle. Longbourn'a vardığım zaman

elbiselerimi aldırtırım. Yalnız Sally'ye söyleyip de işli muslin

elbisemdeki  yırtığı  eşyalarımı  toplamadan  onartabilir  misin?

Hoşça  kal!  Albay  Forster'a  sevgilerimi  ilet.  Umarım,  güzel

yolculuğumuz  şerefine  içersiniz  bu  gece.  Sevgili  arkadaşın,

Lydia Bennet."

Elizabeth  mektubu  bitirince  heyecanlı  bir  sesle,  "Ah

düşüncesiz...  Düşüncesiz  Lydia!"  dedi.  "Öyle  bir  anda

yazılacak  mektup  mu  bu?  Ama  hiç  olmazsa  onun  yolculuğa

ciddi bir hedefle çıktığını gösteriyor. Bay Wickham onu nasıl

kandırmış  olursa  olsun,  Lydia  tarafından  alçakça  bir  plan

hazırlanmış değil. Zavallı babam! Kim bilir neler hissetmiştir

bunu  duyunca!"  "Ömrümde  kimsenin  bu  kadar  şaşırdığını

görmedim.  Tam  on  dakika  tek  bir  kelime  söyleyemedi.

Annem  dersen  hemen  hastalandı.  Bütün  ev  öyle  bir  karıştı

ki!" "Ah Jane," dedi Elizabeth, "o gün akşama kadar konuyu

detaylarıyla öğrenmeyen tek bir hizmetçi kaldı mı?"

"Bilmiyorum,  umarım  kalmıştır.  Fakat  öyle  bir  durumda

dikkatli  hareket  etmek  çok  zor.  Annem  sinir  krizleri



geçiriyordu; ona elimden geldiğince yardım etmeye çalıştımsa

da  korkarım,  yapmam  gerekenin  hepsini  yapamadım.  Olan

bitenin dehşeti benim de aklımı başımdan almıştı."

"Anneme  bakmak  seni  çok  yormuş.  İyi  görünmüyorsun.

Ah,  keşke  seninle  beraber  olsaydım!  Bütün  düşünceleri,

endişeleri yalnız başına çektin."

"Mary ile Kitty çok iyi davrandılar. Eminim bana yardım

etmek  için  ellerinden  geleni  yaparlardı,  ama  hiçbirinin

hırpalanmasını  doğru  bulmadım.  Kitty  zayıf  ve  çelimsiz;

Mary  de  o  kadar  çok  çalışıyor  ki,  dinlenme  saatlerinde  onu

rahatsız etmek doğru değil. Babam Londra'ya gittikten sonra

salı  günü  Philips  teyzem  Longbourn'a  geldi,  perşembeye

kadar benimle kalma iyiliğini gösterdi. Hepimize çok yardımı

oldu;  bizi  teselli  etti.  Leydi  Lucas'm  da  iyiliğini  gördük.

Çarşamba günü bizi teselli etmek için buraya kadar yürüyerek

geldi  ve  eğer  bir  yardımda  bulunabilirlerse,  gerek  kendinin

gerek kızlarının hizmetlerimize hazır olduklarını söyledi."

Elizabeth, "Evinde otursa daha iyi ederdi," dedi. "Belki iyi

niyetliydi,  ama  bu  gibi  durumlarda  insan  komşularını  ne

kadar  az  görürse  o  kadar  iyi.  Yardım  etmeleri  imkânsız.

Teselli  edilmek  de  hiç  çekilmez.  Uzaktan  zaferin  tadını

çıkarıp  memnun  olsunlar."  Elizabeth  daha  sonra  babasının

Lydia'yı  bulmak  için  Londra'da  hangi  yollara  başvurmaya

niyetlendiğini sordu.

Jane,  "Sanırım,  son  at  değiştirdikleri  yer  olan  Epsom'a

giderek  arabacıları  görecek,  onlardan  bir  şeyler  öğrenmeye

çalışacak," diye cevap verdi. "Asıl amacı onları Clapham'dan

getiren  kiralık  arabanın  numarasını  bulmak.  Bu  araba




Londra'dan  bir  müşteri  ile  gelmişti.  Babam,  iyi  giyinmiş  bir

kadınla  bir  erkeğin  bir  arabadan  öbürüne  aktarma

yapmalarının  göze  çarpacağını  düşünüyor  ve  bu  yüzden

Clapham'da  soruşturmalar  yapacak.  Eğer  arabacının

bizimkiler  binmeden  önceki  yolcusunu  hangi  eve  bıraktığını

öğrenebilirse  oradan  da  araştırma  yapmayı  tasarlıyor  ve

böylece  arabanın  gittiği  yönü  ve  numarasını  öğrenmeyi

umuyordu.  Başka  ne  niyeti  vardı  bilmiyorum,  ama  gitmekte

öyle acele ediyordu, aklı da öyle karışıktı ki, bu kadarını bile

zor öğrenebildim." XLVIII

Ertesi gün bütün ev halkı Bay Bennet'tan mektup bekledi,

ama  postadan  tek  bir  satır  bile  çıkmadı.  Ailesi  onun  olağan

durumlarda  mektup  yazmayı  hep  ihmal  edip  geciktirdiğini

biliyordu,  ama  böyle  bir  zamanda  yazmak  için  çaba

göstereceğini  ummuşlardı.  Sonunda,  bildireceği  sevindirici

bir haber olmadığı için yazmadığı sonucuna varmak zorunda

kaldılar, aslında böyle bir şey olsa bile kesin olarak bilmekten

mutlu  olurlardı.  Bay  Gardiner  yola  çıkmak  için  mektubun

gelmesini beklemişti.

O  Londra'ya  gidince  neler  olup  bittiğinden  sürekli

haberdar  olacaklarından  emindiler.  Dayıları  ayrılırken  Bay

Bennet'ı  en  kısa  sürede  Longbourn'a  dönmeye  ikna  etmeye

çalışacağına söz verdi. Kardeşinin bu sözleri Bayan Bennet'ı

bir  hayli  yatıştırdı,  çünkü  kocasının  düelloda  öldürülmesinin

önüne ancak böyle geçilebileceğini düşünüyordu. 

Bayan Gardiner belki yanlarında olmanın yeğenlerine bir

yardımı  olur  düşüncesiyle  çocuklarıyla  birkaç  gün  daha

Longbourn'da 

kalacaktı. 

Bayan 


Bennet'ın 

bakımını


yeğenleriyle  paylaşıyor,  boş  zamanlarında  onlar  için  büyük


bir  teselli  oluyordu.  Teyzeleri  de  sık  ziyaretlerine  geliyordu

ve  bu  ziyaretlerini  kızları  neşelendirmek,  onlara  güç  vermek

niyetiyle  yaptığını  söylese  de,  Wickham'ın  hesapsızlığı  ve

serseriliği üstüne yeni bir haber getirmeden geldiği gün yoktu.

Giderken  yeğenlerini  moralleri  daha  da  bozulmuş  olarak

bırakmadığı zamanlar çok azdı.

Daha üç ay önce baş tacı ettiği adamı karalamak için sanki

bütün Meryton işbirliği yapmıştı. Kasabadaki bütün tüccarlara

borçlu  olduğu  söyleniyor,  cazibesinin  yardımıyla  yaptığı

dalaverelere her tüccar ailesinde rastlanıyordu. Herkes ondan,

dünyanın en alçak genci diye bahsediyor, zaten, onun taşıdığı

iyilik  maskesine  hiçbir  zaman  güvenmediklerini  ileri

sürüyorlardı. 

Elizabeth 

söylenenlerin 

yansına 


bile

inanmamakla beraber inandıkları, kız kardeşinin başına gelen

felaketle ilgili kanısını bir kat daha güçlendirmeye yetiyordu.

Söylenenlere Elizabeth'ten de az inanan Jane'in bile, o zamana

kadar  tamamen  olanaksız  olarak  görmediği  İskoçya'ya

gitselerdi şimdiye kadar onlardan kesinlikle bir haber almaları

gerektiğini düşündükçe ümitleri kırılıyordu.

Bay Gardiner Longbourn'dan pazar günü ayrılmıştı ve salı

günü  karısı  ondan  bir  mektup  aldı.  Londra'ya  varır  varmaz

eniştesini  bulduğunu  ve  onu  kendisiyle  birlikte  Gracechurch

Caddesi'ne  gelmeye  ikna  ettiğini  söylüyordu.  Bay  Bennet'ın

Londra'ya gelmeden önce Epsom ile Clapham'a gittiğini ama

doyurucu  bir  bilgi  edinemediğini;  Lydia  ile  Wickham'ın

Londra'da kalacak bir yer buluncaya kadar otellerden birinde

kalmaları olasılığını düşünen Bay Bennet'ın şehirdeki başlıca

otellerin  hepsini  dolaşmak  niyetinde  olduğunu  yazıyor,

kendisinin  bundan  bir  başarı  elde  edebileceğini  ummadığını



ama eniştesi aklına koyduğu için ona yardım edeceğini, Bay

Bennet'ın  şimdilik  Londra'dan  gitmeye  hiç  niyeti  olmadığını

da  ekliyor;  çok  yakında  tekrar  yazacağına  söz  veriyordu.

Mektupta şöyle bir de not vardı:

"Albay  Forster'a  mektup  yazarak  mümkünse  bu  gencin

alaydaki  samimi  olduğu  arkadaşlarından  Londra'nın  hangi

semtinde gizlenebileceği hakkında bir fikir verebilecek akraba

ve yakınlarının olup olmadığını öğrenmesini rica ettim. Böyle

bir  ipucu  verebilecek  durumda  birisi  varsa  ona  başvurmakla

çok  yararlı  sonuçlar  alabiliriz.  Şimdiki  durumda  bize  yol

gösterecek  hiçbir  şey  yok.  Albay  Forster'ın  elinden  geleni

yapacağına  inanıyorum.  Ama  sonradan  düşündüm  de,

Wickham'ın  yaşayan  akrabaları  olup  olmadığı  konusunda  en

iyi bilgiyi belki de Lizzy bize verebilir."

Elizabeth,  kendi  bilgisine  başvurulmasının  nedenini

anlamakta  gecikmedi,  ama  ne  yazık  ki  genç  kızın  hiçbir

bildiği yoktu.

Wickham'ın  öleli  yıllar  olan  annesi  ile  babasından  başka

bir  akrabasından  söz  açtığını  duymamıştı.  Yine  de  ...

Alayındaki  arkadaşları  arasında  daha  iyi  bilgi  verebilecek

birileri çıkabilirdi. Bu konuda pek iyimser olmamakla beraber

dayısının başvurusu bir ümit kapısı açmıştı.

Longbourn'da her gün endişe ile geçiyordu, ama günün en

endişeli  anları  posta  gelmeden  önceki  saatlerdi.  Her  sabah

duyulan  sabırsızlığın  en  büyük  nedeni  mektupların  gelişiydi.

Söylenecek iyi kötü ne varsa mektuplarla iletiliyor; doğan her

yeni günün önemli haberler getirmesi bekleniyordu.



Fakat  Bay  Gardiner'dan  yeni  bir  mektup  almadan  başka

yerdenBay  Collins'den  Bay  Bennet'a  bir  mektup  geldi.

Babası,  Jane'e  kendisi  yokken  adına  gelen  mektupları

açmasını  söylediği  için  genç  kız  mektubu  açtı.  Bu  adamın

mektuplarının  her  zaman  ne  kadar  tuhaf  olduğunu  bilen

Elizabeth de uzanıp ablasıyla beraber okudu:

"Sayın bay.

Akrabalığımız  ve  toplumsal  durumum  bakımından,  dün

Herifordshire'dan aldığımız bir mektupla öğrendiğimize göre,

başınıza  gelen  acıklı  felaket  konusunda  sizi  teselli  etmek

borcumdur.  Sayın  bay,  benim  ve  Bayan  Collins'in  zamanın

silemeyeceği  bir  nedenden  doğduğu  için,  çok  acı  olduğu

kuşkusuz  olan  böyle  bir  kederi  sizinle  ve  sayın  ailenizle

paylaştığımızdan  emin  olun.  Bu  kadar  müthiş  bir  felaketi

hafifletebilecek; bir baba için en büyük kederi doğuran böyle

bir  durumda  sizi  teselli  edebilecek  bir  söz  bulamıyorum.  Bu

başıniza  gelene  kıyasla  kızınızın  ölümü  bir  nimet  olurdu.

Charlotte'cuğumun  bana  bildirdiğine  göre,  kızınızın  bu

hafifliği  hata  sayılacak  derecede  özgür  bırakılmaktan

kaynaklanması  bir  kat  daha  hayıflanmaya  yol  açıyor.  Ama

ben  kendi  hesabıma  bu  kızın  yaradılıştan  kötü  olduğuna

inanma eğilimindeyim; aksi takdirde bu kadar küçük yaşta bu

derece ayıp bir şey yapamazdı. Bu düşünce Bayan Bennet ve

sizin  için  bir  teselli  olabilir.  Ancak  hangi  açıdan  ele  alınırsa

alınsın,  yürekler  paralayıcı  bir  durumdasınız  ki,  bu  konuda

yalnız  Bayan  Colüns  değil,  konuyu  kendilerine  anlattığım

Leydi  Catherine  ile  kızları  da  benimle  aynı  düşüncedeler.

Lydia'nın  attığı  bu  yanlış  adımın  diğer  kızların  kısmetini  de

baltalayacağı  konusundaki  fikrime  de  katılıyorlar.  Leydi



Catherine'in  alçakgönüllülük  göstererek  söylediği  gibi  böyle

bir  aile  ile  kim  akraba  olur?  Bu  düşünce,  geçen  kasımda

yaşanan bir olayı gittikçe artan bir memnuniyetle hatırlamama

neden  oluyor,  çünkü  bu  iş  başka  türlü  sonuçlansaydı  bugün

düştüğünüz  kederden  ve  rezaletten,  ben  de  payıma  düşeni

alacaktım.  Şu  halde,  sayın  bay,  size  önerim  kendinizi

mümkün  olduğu  kadar  teselli  etmeniz;  bu  değersiz  evladı

kalbinizden  sonsuza  kadar  atmanızdır.  Varsın  işlediği  kötü

suçun cezasını kendi başına çeksin. Saygılarımla, vs. vs." Bay

Gardiner,  Albay  Forster'dan  cevap  alıncaya  kadar  mektup

göndermedi  ve  cevabı  aldıktan  sonra  da  iyi  bir  şeyler

yazamadı.  Wickham'ın  herhangi  bir  yakın  akrabası  yoktu.

Eskiden  sayısız  tanıdıkları  vardı,  ama  askere  yazıldığından

beri bu kişilerle de özel bir ahbaplığı kalmadığı görülüyordu.

Bu nedenle, ondan haber verebilir diye gösterilebilecek kimse

yoktu.  Lydia'nın  akrabaları  tarafından  bulunma  korkusundan

başka,  mali  durumunun  kötü  olması  da  gizlenmesine  neden

olabilirdi;  çünkü  yeni  yayılmaya  başlayan  bir  habere  göre

arkasında  bir  hayli  kumar  borcu  bırakmıştı.  Albay  Forster,

Wickham'ın Brighton'da bıraktığı borçları temizlemek için bin

sterlinden  fazla  para  gerektiğini  tahmin  ediyordu.  Londra'da

da  bir  hayli  borç  yapmıştı,  ama  kumar  borçlan  hepsinden

yüklüydü.  Bay  Gardiner  bu  konulan  Longbourn  ailesinden

gizlemiyordu. Jane yazılanlan dehşet içinde dinledikten sonra,

"Bir  kumarbaz!  Bu  hiç  hesapta  yoktu!  Hiç  aklıma

gelmemişti," dedi.

Aynca  Bay  Gardiner  mektubunda  Bay  Bennet'ın  ertesi

gün,  yani  cumartesi  günü  Longbourn'a  döneceğini  de

bildiriyordu.  Çabalarının  boşa  çıkmasından  ötürü  morali

bozuk olduğundan kayınbiraderinin ısrarlan karşısında boyun




eğerek  ailesinin  yanına  dönmeye  ve  Lydia  ile  YVickham'ı

durumun gerektirdiği şekilde arama işini ona bırakmaya ikna

olmuştu.  Önceleri  kocasının  hayatından  endişe  duyan  Bayan

Bennet,  bu  haberi  duyunca  çocuklarının  beklediği  sevinci

göstermedi.

"Ne!  Eve  mi  dönüyor?"  diye  bağırdı.  "Zavallı  Lydia'yı

beraberinde  getirmeden  mi?  Onlan  bulmadan  Londra'dan

ayrılmasına  imkân  yok.  Eğer  o  dönerse  Wickham  ile  kim

düello edip, onu Lydia ile evlenmeye zorlayacak?"

Bayan  Gardiner  da  artık  evine  dönmek  istediği  için  Bay

Bennet,  Londra'dan  gelirken  onun  da  çocuklanyla  gitmesi

kararlaştırıldı.  Bu  nedenle  araba  onları  ilk  durağa  kadar

götürdü, oradan da efendisini alarak Longbourn'a getirdi.

Bayan 


Gardiner 

Longbourn'dan 

Elizabeth 

ile


Derbyshire'daki  arkadaşı  hakkındaki  merak  ve  kuşkularını

gideremeden  gidiyordu.  Yeğeni  bu  gencin  adını  onların

önünde  bir  kez  bile  anmamıştı.  Longbourn'a  ondan  mektup

gelmesini  az  da  olsa  beklemiş,  ama  bu  beklentisi  de

gerçekleşmemişti.  Elizabeth,  evine  döndüğünden  bu  yana

Pemberley'den tek bir mektup almamıştı.

Genç  kızın  moralinin  bozuk  olmasına  bakarak  bir  karar

vermek  de  doğru  değildi,  çünkü  ailenin  içinde  bulunduğu

acıklı  durum,  Elizabeth'in  moral  bozukluğuna  başka  bir

mazeret  aranmasına  gerek  bırakmıyordu.  Her  şeye  rağmen  o

zamana  kadar  kendi  duygularını  çok  iyi  anlayan,  Elizabeth,

Darcy'yi  tanımamış  olsa  Lydia'nm  kaçmasının  yarattığı

rezaletin acısına daha iyi dayanabileceğini hissediyordu. Genç



kız,  eğer  onu  tanımamış  olsaydı,  iki  geceden  birini  uykusuz

geçirmekten kurtulacağını düşünüyordu.

Bay  Bennet  geldiği  zaman  her  zamanki  filozofça

sakinliğine  bürünmüştü.  Her  zamankinden  daha  az

konuşuyor,  onu  Londra'ya  sürükleyen  konudan  hiç  söz

etmiyordu.  Kızları  da  bu  konudan  söz  açma  cesaretini

buluncaya  kadar  bir  hayli  zaman  geçti.  Öğleden  sonra,  Bay

Bennet  çay  için  onlara  katıldığında  Elizabeth  konuyu  açma

cesaretini  gösterdi.  Babasının  çok  ıstırap  çektiğini,  çok

üzüldüğünü  kısaca  ifade  eden  Elizabeth'e  Bay  Bennet  şu

cevabı  verdi:  "Bu  konudan  söz  etme.  Ben  ıstırap

çekmeyeceğim de kim çekecek? Hepsi benim hatam, cezasını

da ben çekeceğim." Elizabeth, "Kendinize karşı bu kadar katı

olmamalısınız," dedi. ''Böyle bir kötülüğe karşı beni sen bile

uyarabilirdin. İnsan doğası kötü yola sapmaya o kadar yatkın

ki!  Hayır,  Lizzy.  Bırak  ömrümde  bir  kez  ne  kadar  suçlu

olduğumu  tam  anlamıyla  hissedip  kabul  edeyim.  Bu

duyguların altında ezilmekten korkmuyorum, nasılsa çabucak

geçecektir."

"Londra'da olduklarını mı düşünüyorsunuz?"

"Evet. Başka nerede bunca zaman iyi gizlenebilirlerdi?"

"Lydia,  Londra'ya  gitmeyi  hep  isterdi,"  diye  söze  karıştı

Kitty. Babası kuru bir ses tonuyla, "O halde şimdi mutludur.

Belki  de  orada  uzun  zaman  kalır,"  dedi.  Kısa  süren  bir

sessizlikten sonra konuşmaya devam etti:

"Geçen  mayısta  bana  yaptığın  önerilerde  haklı  olduğun

için sana kızmıyorum Lizzy. Bu olayı düşününce çok yerinde



olduğu ortaya çıkıyor."

Annesinin  çayını  almaya  gelen  Jane'in  içeri  girmesi

üzerine  konuşmalarını  kestiler.  Bay  Bennet  öfkeli  bir  ses

tonuyla,  "Amma  da  iç  açıcı  bir  görüntü  ha!"  diye  söylendi.

"Doğrusu  kibar  kişilerin  üzüntüsü  bile  bir  başka  oluyor!  Bir

gün  ben  de  aynı  şeyi  yapacağım.  Kitaplığımda,  başımda

takke,  sırtımda  gecelikle  oturup  çevremdekilere  elimden

geldiği kadar zahmet vereceğim. Ama belki de böyle bir şeyi

Kitty kaçınca yaparım."

Kitty  ağlamaklı  bir  sesle,  "Ben  kaçacak  falan  değilim,

baba,"  dedi.  "Brighton'a  ben  gitseydim,  Lydia'dan  daha  uslu

dururdum."

"Seni  Brighton'a  göndermek  ha!  Bana  üste  elli  sterlin

verseler sana güvenip de Eastbourne'a kadar bile göndermem.

Hayır  Kitty,  artık  aklımı  başıma  devşirdim,  bunu  çok  iyi

anlayacaksın.  Hiçbir  subay  artık  evime  giremez,  hatta  bu

köyden  bile  geçemez.  Kız  kardeşlerinden  biriyle  dans

etmediğin  takdirde  balolar  kesinlikle  yasak.  Her  gün  on

dakikanı aklı başında geçirdiğini kanıtlamadan kapıdan dışarı

çıkamayacaksın."

Kitty, bütün bu tehditleri ciddiye alarak ağlamaya başladı.

"Hadi,  hadi,"  dedi  Bay  Bennet.  "Kendini  üzme.  Eğer

önümüzdeki  on  yıl  uslu  durursan  bu  sürenin  sonunda  seni

tiyatroya götüreceğime söz veriyorum." 



XLIX


Bay  Bennet  döndükten  iki  gün  sonra,  Jane  ile  Elizabeth

evin  arkasındaki  fidanlıkta  dolaşırlarken  kâhya  kadının

kendilerine  doğru  geldiğini  gördüler.  Annelerinin  kendilerini

çağırttığını  sanarak  kadına  doğru  yürümeye  başladılar.  Ama

yaklaştıklarında,  kâhya  kadın  bekledikleri  gibi  onları

çağıracak  yerde  Jane'e,  "Sizi  rahatsız  ettiğim  için  özür

dilerim,  efendim,"  dedi.  "Fakat  Londra'dan  iyi  haberler

aldığınızı umarak, gelip sorma cesaretini gösterdim."

"Ne  demek  istiyorsun,  Hill?  Londra'dan  hiçbir  haber

almadık." Bayan Hill büyük bir hayretle, "Sayın Bayan," dedi.

"efendime  Bay  Gardiner'dan  bir  ulak  geldiğini  bilmiyor

musunuz?  Ulak  geleli  ve  efendim  mektubu  alalı  yarım  saat

oluyor."  Kızlar  içeri  girmek  için  o  kadar  sabırsızlandılar  ki

konuşmaya  zaman  bulamadan  eve  koştular.  Holden  kahvaltı

odasına, oradan da kitaplığa koştular. Ama ikisinde de yoktu.

Onu  yukarıda  annelerinin  yanında  aramak  üzereydiler  ki

karşılarına  çıkan  uşak:  "Eğer  efendimi  arıyorsanız,  koruya

doğru  yürüyorlar,  efendim,"  dedi.  Bu  haberi  aldıktan  hemen

sonra tekrar holden geçip, çimenlik boyunca babalarına doğru

koştular. Bay Bennet koruya doğru gidiyordu.

Elizabeth  kadar  çevik  ve  koşmaya  alışık  olmayan  Jane

çok  geçmeden  geride  kaldı.  Elizabeth  ise  soluk  soluğa

babasına  yetişti  ve  merakla  sordu:  "Babacığım,  haberler

nasıl? Haberler nasıl? Mektup dayımdan mı?"

"Evet ondan, ulakla bir mektup geldi."

"Peki, verdiği haber iyi mi yoksa kötü mü?"




Bay  Bennet  mektubu  cebinden  çıkararak  Elizabeth'e

uzattı: "Bu durumda hangi haber iyi sayılabilir ki? Ama belki

okumak istersiniz."

Elizabeth mektubu sabırsızlıkla babasının elinden kaptı. O

arada  Jane  de  onlara  yetişmişti.  Bay  Bennet,  "Yüksek  sesle

oku.  Çünkü  ne  yazdığını  ben  de  doğru  dürüst  bilmiyorum,"

dedi. Gracechurch Caddesi, Pazartesi, 2 Ağustos

"Sevgili ağabeyim,

En  sonunda  size  yeğenim  hakkında  biraz  haber

verebilecek  durumdayım.  Her  şey  hesaba  katılırsa,  bu

haberlerin  sizi  memnun  edeceğini  umuyorum.  Cumartesi

günü siz gittikten az sonra bulundukları yeri öğrenme şansına

erdim. 

Ayrıntıları, 

görüştüğümüz 

zaman 


veririm.

Bulunduklarını bilmeniz yeter. İkisini de gördüm..."

Jane heyecanla atıldı:

"O halde benim umduğum gibi evlendiler!"

Elizabeth okumaya devam etti:

"İkisini  de  gördüm.  Evlenmemişler,  böyle  bir  şeye

niyetlendiklerini gösteren bir belirti de göremiyorum. Gene de

ben  sizin  adınıza  birtakım  sözler  vermekten  çekinmedim.

Bunları  siz  de  kabul  ederseniz  nikâhı  yakın  zamanda

kıyabileceğiz.  Sizden  tek  istedikleri,  sizinle  kız  kardeşimin

ölümünden  sonra  çocuklara  kalacak  olan  beş  bin  sterlinden

Lydia'ya eşit pay verilmesini senetle teminat altına almanız ve

hayatta  olduğunuz  sürece  de  ona  yılda  yüz  sterlin  vermeyi



üstlenmeniz.  Her  şeyi  göz  önünde  tutarak  yerine

getirileceğine  dair  sizin  hesabınıza  hiç  tereddüt  etmeden  söz

verme  yetkisini  kendimde  gördüğüm  koşullar  bunlar.

Cevabınızı  zaman  kaybetmeden  alabilmek  için  mektubu

ulakla  gönderiyorum.  Bu  ayrıntılardan  Bay  Wickham'ın

durumunun  genelde  sanıldığı  kadar  kötü  olmadığını

anlayacaksınız. Bu konuda herkes yanıldı; Wickham'ın bütün

borçları ödendikten sonra, yeğenimin çeyiz parasına ilaveten

biraz  daha  katabilecek  bir  durumda  olacağını  bildirmekten

sevinç  duyuyorum.  Eğer  bana,  tahmin  ettiğim  gibi  bu  işte

başından sonuna kadar adınıza hareket etmem için tam yetki

verirseniz  hemen  Haggerston'a  talimat  vererek  usulüne  göre

bir senet hazırlatacağım. Sizin tekrar Londra'ya gelmenize hiç

gerek  olmayacak;  bu  yüzden  Longbourn'da  rahatça  oturun,

benim  çabalarıma  ve  gösterdiğim  özene  güvenin.  Cevabınızı

mümkün  olduğu  kadar  erken  göndermeye  ve  açık  yazmaya

dikkat  edin.  Yeğenimin  bizim  evden  gelin  gitmesini  doğru

bulduk.  Bunu  sizin  de  onaylayacağınızı  umuyorum.  Bugün

Lydia  bize  geliyor.  Yeni  bir  şey  kararlaştırılırsa  hemen  size

yazarım. Saygılar.

Edw. Gardiner."

Mektubu  bitirince  Elizabeth,  "Bu  mümkün  mü?"  diye

sordu. "Bay Wickham, Lydia ile evleniyor olabilir mi?"

Ablası, "Şu halde Wickham sandığımız kadar değersiz biri

değilmiş. Kutlarım, babacığım," dedi.

Elizabeth, "Mektuba cevap verdiniz mi?" diye sordu.

"Hayır; ama hemen vermek gerekiyor."



Genç kız daha fazla zaman kaybetmeden yazmasını ısrarla

rica  etti.  "Ah,  babacığım,  hadi  dönüp  hemen  yazın.  Böyle

durumlarda her anın ne kadar önemli olduğunu düşünün."

Jane  de,  "Eğer  yazmak  istemiyorsanız  sizin  adınıza  ben

yazarım,"  dedi.  Bay  Bennet,  "Hiç  istemiyorum,  ama

yazmalıyım,"  diye  cevap  verdi.  Bu  sözleri  söyledikten  sonra

kızlarıyla  beraber  geri  döndü  ve  eve  doğru  yürüdüler.

Elizabeth, "Koşullan kabul etmeliyiz, öyle değil mi?" dedi.

"Kabul  etmek  de  söz  mü?  Ben  Wickham'ın  bu  kadar  az

şey isteyişinden utanıyorum." "Kesinlikle evlenmeliler. Oysa

Wickham  öyle  bir  adam  ki..."  "Evet,  evet.  Evlenmeliler.

Yapılacak  başka  bir  şey  yok.  Ama  bilmek  çok  istediğim  iki

şey  var:  Biri,  dayınız  bu  sonucu  elde  etmek  için  acaba  ne

kadar para döktü, ikincisi bu borcumu ona nasıl ödeyeceğim."

Jane,  "Para  mı!  Dayım  mı!  Ne  demek  istiyorsunuz,

efendim?" diye sordu. "Demek istediğim şu, sağlığımda yılda

yüz sterlin ve ben öldükten sonra da elli sterlin gibi önemsiz

bir  para  için  aklı  başında  hiçbir  adam  Lydia  ile  evlenmeye

razı  olmaz."  "Gerçi  bunu  daha  önce  düşünmemiştim  ama,"

dedi Elizabeth, "çok doğru. Borçlan ödenecek ve hâlâ geriye

bir  miktar  para  kalacak!  Ah,  bu  dayımın  işi  olmalı!  Cömert,

iyiliksever  adam,  korkarım  çok  sıkıntıya  girdi.  Bütün  bunlar

az paraya mal olmaz."

Babası,  "Doğru,"  dedi.  "Az  para  ile  olamaz.  Wickham,

Lydia'yı  on  bin  sterlinden  bir  kuruş  aşağıya  kabul  ederse

aptaldır. Akrabalığımız daha henüz başlarken onun hakkında

bu kadar kötü düşündüğüm için şimdi üzülmem gerekiyor."



"On  bin  sterlin  ha!  Tanrı  korusun!  Yansını  bile

ödeyemeyiz."  Bay  Bennet  cevap  vermedi.  Hepsi  derin

düşünceler  içinde,  eve  vanncaya  kadar  sessizce  yürüdüler.

Bundan  sonra  babalan  mektup  yazmak  için  kitaplığa,  kızlar

da kahvaltı odasına gittiler.

Ablasıyla  yalnız  kalır  kalmaz  Elizabeth,  "Demek

gerçekten'  evleniyorlar!"  dedi.  "Ne  tuhaf!  Buna  sevinmemiz

gerekiyor.  Mutlu  olmalan  olasılığı  az,  üstelik  Wickham'ın

karakteri  de  berbat  ama  yine  de  sevinmek  zorundayız.  Ah

Lydia!"


"Wickham,  acaba  Lydia'dan  gerçekten  hoşlanıyor  mu,"

diye cevap verdi Jane, "onunla evlenceği düşüncesiyle teselli

buluyorum.  Her  ne  kadar  iyi  kalpli  dayımız  onun  borçlannı

temizlemek için bir miktar para harcamışsa da, on bin sterlin

veya ona yakın bir paranın söz konusu olduğunu sanmıyorum.

Onun  da  kendi  çocuklan  var,  belki  daha  da  olacak.  Yansını

bile veremez bu işe."

"Wickham'm  borçlan  ne  kadardı,"  dedi  Elizabeth,  "onun

adına  Lydia  için  aynlan  para  ne  kadar  tutuyor  bir

öğrenebilsek,  dayımın  ne  verdiğini  öğrenmiş  oluruz.  Çünkü

Wickham'ın  cebinde  beş  parası  yok.  Dayımla  yengemin

iyiliklerini  ödeyemeyiz.  Lydia'yı  evlerine  almaları,  onu

korumaları,  ona  yüz  vermeleri  büyük  özveri,  yıllarca  minnet

duyulsa  gene  de  yetmez.  Şu  anda  Lydia  onlarla  beraber.  Bu

iyilik ona vicdan azabı vermiyorsa, mutlu olmaya layık değil

demektir! Acaba yengemin yüzüne nasıl bakabilecek?" Jane,

"Her  iki  tarafın  da  yaşadıklarını  unutmaya  çalışalım,"  dedi.

"Her  şeye  rağmen  mutlu  olacaklarını  umuyor  ve  buna

güveniyorum.  Bay  Wickham'ın  Lydia  ile  evlenmeye  razı



olması  bence  doğru  düşünmeye  başladığının  bir  belirtisidir.

Karşılıklı  sevgileri  onları  adam  edecektir  ve  umuyorum  ki

geçmişteki  hatalarını  unutturacak  kadar  sakin  ve  mantık

çerçevesinde yaşayacaklar."

"Hareketleri ne senin, ne benim ne de başka birinin hiçbir

zaman unutabileceği gibi değil. Bundan söz etmek boşuna."

Akıllarına  annelerinin  olanlardan  belki  de  hiç  haberi

olmadığı geldi. Bunun üzerine kitaplığa giderek babalarından

bu  müjdeyi  annelerine  bildirmelerini  isteyip  istemediğini

sordular.  Bay  Bennet  mektup  yazıyordu,  başını  kaldırmadan

soğuk bir ses tonuyla cevap verdi: "Nasıl isterseniz."

"Dayımın mektubunu götürüp ona okuyabilir miyiz?"

"Ne isterseniz alın ve buradan gidin."

Elizabeth  mektubu  babasının  yazı  masasından  aldı  ve

ablasıyla  beraber  yukarı  çıktılar.  Mary  ile  Kitty  de  Bayan

Bennet'ın  yanındaydılar,  böylece  bu  haber  bir  seferde  bütün

aileye bildirilmiş olacaktı. Verecekleri müjde için ufak bir ön

hazırlıktan  sonra  mektubu  yüksek  sesle  okudular.  Bayan

Bennet kendini tutamıyordu. Jane, Bay Gardiner'ın Lydia'nın

yakında  evleneceği  ümidini  belirten  sözlerini  okuyunca

sevinci  doruğa  çıktı,  bundan  sonra  gelen  her  cümle  bu

taşkınlığı  bir  kat  daha  artırdı.  Dehşetten  ve  sıkıntı  yüzünden

nasıl  deli  gibiyse,  şimdi  de  sevinçten  aynı  haldeydi.  Kızının

evleneceğini  öğrenmek  yeterdi.  Onun  mutlu  olamayacağı

korkusuyla  huzursuz  olmuyor,  ahlaksızlığını  hatırlayarak

utanç duymuyordu.




Heyecanla,  "Lydia'cığım,  Lydia'cığım,"  diyordu.  "Bu

gerçekten  sevindirici!  Evleniyor!  Onu  tekrar  göreceğim!  On

altı  yaşında  evleniyor!  İyi  yürekli,  büyük  gönüllü  kardeşim!

Bunun  böyle  olacağını,  kardeşimin  bir  yolunu  bulacağını

biliyordum.  Lydia  öylesine  burnumda  tütüyor  ki!  Wickham

da! Ya gelinlikle çeyiz ne olacak! Derhal gelinime bu konuda

yazayım.  Lizzy,  canım,  hemen  babana  koş,  Lydia'ya  düğün

için  ne  kadar  para  vereceğini  sor.  Dur,  dur!  Ben  gideyim.

Kitty,  zili  çal  da  Hill  gelsin.  Bir  dakikada  giyinirim.  Canım

Lydia'cığım! Karşılaştığımız zaman ne sevineceğiz!"

Büyük  kızı,  Bay  Gardiner'ın  bu  işteki  hareketiyle

kendilerini  ne  kadar  borç  altında  bıraktığını  belirterek

annesinin bu taşkınlığını azaltmaya çalışıyordu:

"Bu  mutlu  sonuçta  dayımın  iyiliklerinin  büyük  payı  var.

Bay Wickham'a paraca yardım ettiğinden eminiz."

Annesi,  "İyi  ya!"  dedi.  "Pek  iyi  yapmış.  Dayısı  yardım

etmeyecek  de  kim  edecek?  Biliyorsun  ki,  eğer  aile  sahibi

olmasaydı bütün parası benimle çocuklarımın olacaktı. Birkaç

hediyeyi  hesaba  katmazsak,  ilk  kez  ondan  bir  şey

görüyorsunuz.  Ah!  Çok  mutluyum.  Yakında  kızlarımdan

birini evlendirmiş olacağım. Bayan Wickham! Kulağa ne hoş

geliyor!  Daha  geçen  haziranda  on  altısını  doldurdu.

Jane'ciğim,  öyle  heyecanlıyım  ki  yazacak  halim  yok.  Ben

söyleyeyim,  sen  de  yaz.  Para  işini  babanla  sonra

kararlaştırırız. Ama çeyiz hemen ısmarlanmak."

Bundan  sonra  Bayan  Bennet  basma,  muslin,  patiska

ayrıntılarına  girişti.  Jane,  bir  hayli  güçlükle  de  olsa,  onu

babasının  fikri  soruluncaya  kadar  beklemesi  için  ikna




etmeseydi  kızına  bunlardan  bol  alınmasını  isteyecekti.  Genç

kız,  bir  günlük  gecikmenin  büyük  bir  önemi  olmadığını

belirtti. Bayan Bennet her zamanki inatçılığı gösteremeyecek

kadar mutluydu. Kafasında başka tasanlar vardı.

"Giyinir giyinmez Meryton'a gidip, bu müjdeyi kardeşim

Philips'e  vereceğim.  Dönüşte  de  Leydi  Lucas  ile  Bayan

Long'a uğrarım. Kitty, aşağı koş, arabayı hazırlat. Biraz hava

almak  eminim  bana  çok  iyi  gelecek.  Meryton'dan  bir

istediğiniz var mı çocuklar? Ha, işte Hill de geldi. Hill'ciğim,

müjdeli haberi duydun mu? Bayan Lydia evleniyor. Düğünün

şerefine hepiniz birer bardak punç* içersiniz!"

Bayan  Hill  hemen  sevincini  ifade  etmeye  başladı.

Herkesle  beraber  Elizabeth  de  kâhya  kadının  kutlamalarını

kabul  etti.  Sonra  bu  saçmalıktan  tiksinerek  rahatça

düşünebilmek için odasına sığındı. Zavallı Lydia'nın durumu,

en  iyi  durumdan  bile  kötüydü.  Ama  daha  kötü  olmadığına

şükretmek gerekiyordu. Genç kız böyle hissediyordu; ilerisini

düşününce  Lydia  için  ne  mantıklı  bir  mutluluk  ne  de  maddi

bolluk umulmasını haklı gösterecek herhangi bir neden yoksa

da, daha iki saat önceki korkularını hatırlayınca elde ettikleri

kazancın ne kadar değerli olduğunu hissetti.


Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə