*Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımı verilmiş olan kadın.
duymuşumdur. Bayan Jenkinson'un dört yeğeni de benim
aracılığımla çok iyi yerlere yerleştiler. Daha geçen gün,
rastlantı eseri duyduğum bir genci tavsiye ettim. Onu alan aile
de çok memnun. Bayan Collins, size Leydi Metcalf in dün
gelerek bana teşekkür ettiğini söylemiş miydim? Bayan
Pope'dan çok memnun. 'Leydi Catherine, siz bana bir hazine
verdiniz,' diyor. Kız kardeşlerinizden sosyeteye tanıştırılan
oldu mu, Bayan Elizabeth Bennet?" "Evet efendim, hepsi."
"Hepsi mi! Nasıl, beşi birden mi? Çok garip! Siz en
büyükleri bile değilsiniz. Büyükler evlenmeden küçükler
sosyeteye karışsın ha! Küçük kardeşleriniz epey genç olsa
gerek." "Evet, en küçüğümüz daha on altısında yok.
Sosyeteye karışmak için belki henüz çok küçük sayılır, ama
büyükler çabuk evlenmiyor veya evlenemiyor diye küçüklerin
sosyeteden ve eğlenceden paylarını almamaları bence
haksızlık, efendim. Gençliğinin tadını çıkarmaya en büyük
kız kadar en küçük kızın da hakkı var. Sırf ablaları evlenmedi
diye küçükleri eve kapatmak! Bence bunun ne kardeş
sevgisine ne de duygulann gelişimine bir faydası olur." Leydi,
"Bu kadar genç bir insan için fazla kesin konuşuyorsunuz,"
dedi, "kaç yaşındasınız Tanrı aşkına?"
Elizabeth gülümseyerek, "Kendimden küçük, üç yetişmiş
kız kardeşim olduğu düşünülürse, sayın leydi yaşımı
açıklamamı herhalde beklemezler," dedi. Leydi Catherine
doğrudan bir cevap alamadığı için adamakıllı şaşırmışa
benziyordu. Elizabeth bu kadar büyük bir cüret göstermeye
cesaret eden ilk kişinin kendisi olduğunu düşündü.
Leydi, "Yirmiden fazla olamazsınız," dedi, "buna eminim.
Onun için yaşınızı gizlemenize gerek yok."
"Yirmi bir yaşma daha basmadım."
Baylar da onlara katılıp çay içildikten sonra oyun masaları
çıkarıldı. Leydi Catherine, Sir William, Bayan ve Bay Collins
kadril oyununa oturdular, genç de Bourgh kasino oynamak
istediği için iki genç kız da Bayan Jenkinson'un kadroyu
tamamlamasına yardım etme şerefini kazandılar. Ama bu
masada müthiş bir aptallık hâkimdi. Arada sırada Bayan
Jenkinson'un genç Bayan de Bourgh'un üşümesinden, ateşi
olmasından, ışığın gözlerine fazla kuvvetli yahut fazla zayıf
gelmesinden endişelenmesi dışında, ağızlarından oyunla ilgisi
olmayan tek bir söz bile çıkmıyordu. Öbür masa çok daha
hareketliydi. Leydi Catherine hemen hiç durmadan
konuşuyor; diğer üçünün hatalarını söylüyor veya bir anısını
anlatıyordu. Bay Collins'in işi gücü sayın leydinin her
söylediğini onaylamak, kazandığı her fiş için ona
teşekkürlerini sunmak, çok kazandığını düşününce özür
dilemekti. Sir William fazla konuşmuyor, leydinin anılarını ve
soylulann isimlerini belleğine kaydediyordu.
Leydi Catherine ile kızının keyiflerinin istediği kadar
oynandıktan sonra masalar kaldınldı. Bayan Collins'e yapılan
araba önerisi teşekkürlerle karşılanınca arabanın hemen
hazırlanması emredildi. Bundan sonra herkes Leydi
Catherine'in ertesi gün havanın nasıl olacağı hakkında yaptığı
yorumu dinlemek için şöminenin çevresine toplandı. Ama
araba gelince bu konuşma yarım kaldı ve Bay Collins birçok
teşekkür nutukları verdikten, Sir William da sayısız reverans
yaptıktan sonra ayrıldılar. Araba kapıdan biraz uzaklaşır
uzaklaşmaz Bay Collins, Elizabeth'e Rosings'de gördükleri
hakkında fikirlerini sordu. Genç kız Charlotte'un hatırı için
izlenimlerini aslında olduğundan daha olumlu gösterdi. Fakat
kendini zorlama pahasına yaptığı bu övgüler Bay Collins'i
kesinlikle tatmin etmedi ve bu yüzden sayın leydiyi övme
işini hemen kendisi üzerine aldı.
XXX
Sir William, Hunsford'da yalnızca bir hafta kaldı; fakat bu
kısa misafirliği, onu kızının çok rahat bir yuva kurduğuna,
herkese kolay nasip olmayan bir kocası ve bir komşusu
olduğuna inandırmaya yetmişti. Sir William orada kaldığı
süre boyunca Bay Collins sabahlarını, onu arabasıyla etrafta
gezdirmeye ayırmıştı; ama o gidince bütün aile sıradan
işlerine koyuldular. Bu değişiklik üzerine Bay Collins ile
birlikte geçen saatlerinin azalmasından Elizabeth memnundu;
çünkü Bay Collins şimdi kahvaltı ile öğle yemeği arasındaki
zamanının çoğunu ya bahçede çalışmak veya okuyup
yazmakla ya da yola bakan çalışma odasından dışarıyı
seyretmekle geçiriyordu. Bayanların 236
oturduğu oda arka taraftaydı. Charlotte'un yemek
salonunun oturma odası olarak kullanılrnayışına Elizabeth
önce şaşmıştı; çünkü burası hem daha geniş, hem de
manzaralı bir odaydı. Ama çok geçmeden bunun çok geçerli
bir nedeni olduğunu anladı. Bay Collins'in çalışma odası
kadar ferah bir odada oturulsa, o zaman genç adam kendi
çalışma odasında daha az kalacaktı. Elizabeth aldığı bu
önlemden ötürü Charlotte'u takdir etti.
Bu salondan bayanlar, bahçe yolunu göremiyordı, ancak
holden hangi arabaların geçtiğini, özellikle genç de Bourgh'un
faytonu ile kaç kere çıktığını ve bu hemen her gün tekrarlanan
bir şey olduğu halde bildirmeyi hiç ihmal etmeyen Bay
Collins'ten öğreniyorlardı. Genç de Bourgh sık papaz evinin
önünde durur ve Charlotte ile birkaç dakika konuşurdu, fakat
o kadar çok ısrar edildiği halde arabadan hiç inmezdi. Bay
Collins'in Rosings'e gitmediği günler pek azdı ve eşinin de
leydiyi görmeye gitmeyi ihmal ettiği gün yok gibiydi.
Elizabeth,
başka
bir
papazlık
ödeneğinin
daha
kazanılabileceği olasılığını aklına getirmeden, kan kocanın bu
kadar uzun saatler harcamalarına bir anlam verememişti.
Arada sırada sayın leydi onlara misafirliğe gelme şerefini
bağışlıyor ve bu misafirlikler sırasında odada olan hiçbir şey
gözünden kaçmıyordu. Neyle uğraştıklarını inceler, işlerine
bakar, bunları başka türlü yapmalarını önerir, eşyanın
yerleştirilmesinde kusur bulur, hizmetçiyi tembellik ederken
yakalardı. Arada sırada yemek ikramını kabul ettiğinde bunu
Bayan Collins'in rostolarının* ailesine göre fazla büyük olup
olmadığını ölçmek amacıyla yapıyor gibiydi.
Elizabeth, bu büyük leydinin, suç işleyenlere bakan
yargıçlar
komisyonunda
olmamakla
beraber,
kendi
mahallesinde çok etkin bir yargıç olduğunu kısa zamanda
gördü. Bu mahallenin en ufak dertlerini bile Bay Collins ona
anlatır, kulübelerde kavga çıkarsa, hoşnutsuzluk veya
yoksulluk baş gösterirse leydi hemen oraya koşar,
anlaşmazlıkları çözer, şikâyetleri dindirir, onları azarlayarak
barıştırır veya parasızlıktan kurtarırdı. Rosings'de yemek
daveti haftada iki defa tekrarlanıyordu ve Sir William
gittikten sonra yalnızca bir oyun masası kurulması bir yana,
her toplantı bir öncekinin aynıydı. Çevredeki insanların
yaşama biçimi Collins'lerin erişemediği düzeyde olduğu için
bu toplantıların dışındaki eğlenceleri pek sayılıydı. Ama
böyle olması Elizabeth'i sıkmıyordu. Genellikle hoş vakit
geçiriyor, Charlotte ile tatlı sohbetler ediyordu. Sonra havalar
da yılın o zamanına göre çok iyi gidiyor, genç kız da parkta
dolaşarak eğlenebiliyordu. Güzel, gölgeli bir patikası da olan
ve parkı çevreleyen açık koru boyunca uzanan yolu çok
beğeniyordu. Başka hiç kimsenin rağbet etmediği anlaşılan bu
yolda Elizabeth, evdekiler Leydi Catherine'i ziyarete gittikleri
zaman geziniyor, burada kendini Leydi Catherine'in meraklı
gözlerinden uzak hissediyordu. Bir çeşit et kızartması.
Ziyaretinin ilk on beş günü böyle sakin şekilde çabucak
geçiverdi. Paskalya yaklaşıyordu; bu yortudan bir hafta önce
Rosings'e gelecek akrabalarla aile kalabalıklaşacaktı ve bu
kadar küçük bir çevrede kuşkusuz bunun önemi büyüktü.
Elizabeth geldikten kısa bir süre sonra, Bay Darcy'nin birkaç
haftaya kadar Rosings'de beklendiğini duymuştu. Genç kızın
Bay Darcy'ye tercih etmediği tanıdıkları pek az olmakla
beraber, onun gelişiyle Rosings'deki toplantılarda hiç olmazsa
yeni bir yüz bulunacağı için memnundu. Ayrıca Elizabeth
genç adamın kuzenine olan davranışına bakarak Bayan
Caroline Bingley'nin kurduğu hayallerin ne kadar ümitsiz
olduğunu da görerek eğlenecekti. Çünkü Bay Darcy'nin
gelecek olmasından büyük bir memnunluk duyduğunu
belirten, ondan çok büyük hayranlıkla söz eden ve Maria
Lucas ile Elizabeth'in onu sık görmüş bulunmalarına adeta
öfkelenen Leydi Catherine'in kızını Darcy'ye vermeyi
kararlaştırdığı belliydi.
Bay Darcy'nin gelişi papaz evinde hemen duyuldu. Çünkü
Bay Collins o gün sabahtan öğleye kadar Hunsford Lane'e
bakan evleri görebilecek şekilde yürüyüp duruyordu ve
dolayısıyla misafirin geldiğini en erken ve kesin olarak o
öğrendi. Araba parka girerken yerlere kadar eğilip misafiri
selamladıktan sonra hemen eve koşarak büyük haberi verdi.
Ertesi sabah da saygılarını sunmak için acele Rosings'e gitti.
Bu saygıların Leydi Catherine'in iki yeğeni arasında
bölüşülmesi gerekiyordu. Çünkü Bay Darcy beraberinde,
dayısı Lord ...'nın küçük oğlu Albay Fitzvvilliam adında birini
de getirmişti. İşin en şaşırtıcı tarafı Bay Collins'in bu misafir
baylarla beraber dönmesiydi. Charlotte, kocasının odasından
onları görmüştü. Hemen öbür odaya koşarak kızlara
kendilerini bekleyen büyük şerefi müjdeledi:
"Bu şeref için sana teşekkür etmeliyim, Eliza," dedi.
"Çünkü Bay Darcy benim ziyaretime asla bu kadar çabuk
gelmezdi."
Elizabeth bu iltifatı hiç hak etmediğini söylemeye zaman
bulamadan, kapının zili misafirlerin geldiklerini haber verdi
ve az sonra da üç bay odaya girdi. En önde yürüyen Albay
Fitzwilliam otuz yaşlarında, yakışıklı olmasa da, hali ve
tavrıyla tam bir beyefendiydi. Bay Darcy, Hertfordshire'da
nasılsa gene öyleydi. Bayan Collins'i her zamanki gibi
duygularını hiç belli etmeyen bir tavırla selamladı. Elizabeth'e
karşı duygulan ne olursa olsun, onu da sakince selamladı.
Genç kız tek kelime söylemeden, sadece selam verdi. Albay
Fitzvvilliam iyi terbiye görmüş kişilere özgü bir rahatlıkla
hemen konuşmaya başladı. Çok hoş konuşuyordu. Ama
kuzeni Bay Darcy, Bayan Collins'e ev ve bahçe hakkında
birkaç kelime söyledikten sonra bir süre kimse ile
konuşmadan oturdu. Yine de sonunda Elizabeth'e ailesinin
sağlığını soracak kadar nazik davrandı. Genç kız her zamanki
tavrıyla ona cevap verdi ve bir dakikalık bir sessizlikten
sonra:
"Ablam üç aydan beri Londra'da. Onunla hiç
karşılaşmadınız mı?" diye ekledi. 240
Karşılaşmadıklarını çok iyi biliyordu, ama Bingley'ler ile
Jane arasında geçenlerden haberi olduğunu belli edip
etmeyeceğini görmek istiyordu. Elizabeth'e sanki Bayan Jane
Bennet'a rastlama mutluluğuna eremediğini söylerken Bay
Darcy, biraz şaşırmış gibi geldi. Bu konuda daha fazla
konuşulmadı, biraz sonra da misafirler gittiler.
XXXI
Evdekiler
Albay
Fitzwilliam'ın
tavırlarını
çok
beğenmişlerdi ve bayanlar, Rosmgs'deki toplantıların bu genç
sayesinde çok daha hoş olacağını hissediyorlardı. Ama köşke
ancak birkaç gün sonra çağrıldılar: çünkü misafirler varken
onların arkadaşlığı pek aranmıyordu. Misafirler geldikten bir
hafta sonra, paskalya günü böyle bir ilgiyle onurlandırıldılar,
o da, kiliseden çıkarken, akşama oraya gitmeleri
söylendiğinde! Hafta içinde Leydi Catherine'i ve kızını pek az
görmüşlerdi. Bu süre içinde Albay Fitzvvilliam papaz evini
bir iki defa ziyaret etmişti. Ama Bay Darcy sadece kilisede
ortaya çıkmıştı.
Davet elbette ki kabul edilmiş ve söylenen saatte Leydi
Catherine'in salonundaki topluluğa katılmışlardı. Sayın leydi
onları nezaketle karşıladı, fakat bunun kimseyi bulamadığı
zamanlardaki kadar istekle olmadığı belliydi. Gerçekten
Leydi Catherine hemen hep yeğenleriyle ilgileniyordu; odada
herkesten Çok onlarla, özellikle Darcy ile konuşuyordu.
Albay Fitzvvilliam misafirlerin geldiğine gerçekten sevinmişe
benziyordu; Rosings'de herhangi bir yeniliğe susamıştı.
Bayan Collins'in şirin arkadaşı da çok hoşuna gidiyordu.
Onun yanına oturmuş; Kent'den ve Hertfordshire'dan,
seyahate çıkmaktan, evde oturmaktan, yeni kitaplardan ve
müzikten tatlı konuşmuştu. Elizabeth bu odada o zamana
kadar bu akşam eğlendiğinin yarısı kadar eğlenememişti. O
kadar canlı ve uzun konuştular ki, Bay Darcy'nin yanı sıra
Leydi Catherine'in de ilgisini çektiler. Darcy'nin meraklı
bakışları sık onlara çevriliyordu, biraz sonra sayın leydinin de
aynı şekilde merak ettiği belli oldu. Çünkü leydi hiç
çekinmeden:
"Neler anlatıyorsun, Fitzwilliam?" dedi yüksek sesle.
"Nelerden konuşuyorsunuz? Bayan Elizabeth Bennet'a neler
söylüyorsun? Ben de duyayım."
Cevap vermek zorunda kalan Fitzwilliam, "Müzikten
konuşuyoruz, efendim," dedi. "Müzikten mi? O halde rica
ederim, yüksek sesle konuşun. En hoşlandığım konudur bu.
Eğer müzikten söz ediyorsanız, sohbetten ben de payımı
almalıyım. Sanırım İngiltere'de benim kadar gerçek bir müzik
zevki veya doğuştan zevk sahibi olan çok az kişi vardır. Eğer
bir şey çalmayı öğrenseydim, kesinlikle büyük bir yetenek
olurdum. Sağlık durumu izin verse de kendini müziğe
verebilse eminim Anne de çok güzel çalardı... Georgiana nasıl
bu konuda, Darcy?"
Bay Darcy, kız kardeşinin yeteneğini sevgi dolu bir dille
övdü. Leydi Catherine, "İşte buna çok sevindim," dedi.
"Lütfen benim adıma ona, çok çalışmazsa piyanoyu
ilerletemeyeceğini söyle." Darcy, "Georgiana'nın," dedi,
"böyle bir öğüde ihtiyacı olmadığından emin olabilirsiniz.
Zaten devamlı çalışıyor."
"Ne kadar çalışırsa o kadar iyi; çalışmanın fazlası yoktur.
Bir dahaki mektubumda piyano derslerini hiçbir şekilde
asmamasını öğütleyeceğim. Genç bayanlara her zaman,
sürekli
çalışmadıkça
ustalığa
erişilemeyeceğini
söylemişimdir. Bayan Elizabeth Bennet'a da, daha çok
çalışmazsa gerçekten iyi çalamayacağını birçok kez söyledim.
Bayan Collins'in piyanosu yoksa da, ona sık söylediğim gibi,
her gün Rosings'e gelebilir ve Bayan Jenkinson'un odasındaki
küçük piyanoda çalışabilir. Evin o tarafında kimseyi de
rahatsız etmez." Bay Darcy, teyzesinin kabalığı yüzünden
biraz "utanmış gibi görünüyordu ve cevap vermedi. Kahveler
içildikten sonra Albay Fitzwüliam, Elizabeth'e, kendisine
piyano çalmaya söz verdiğini hatırlattı ve genç kız hemen
piyanoya geçti. Fitzwilliam da bir iskemle çekerek onun
yanına oturdu. Leydi Catherine bir şarkının yansına kadar
dinledikten sonra, gene eskisi gibi öbür yeğeniyle konuşmaya
başladı. Sonunda Bay Darcy onu bırakıp kalktı ve her
zamanki ölçülü tavrıyla piyanoya doğru yürüdükten sonra,
çalanın güzel yüzünü iyice görebileceği bir yere oturdu.
Elizabeth onun ne yaptığını gördü ve uygun olan ilk anda
durarak alaylı bir gülümseyişle:
"Beni dinlemeye böyle açıkça gelerek beni korkutmak mı
istiyorsunuz Bay Darcy?" dedi, "ama kardeşinizin çok güzel
çaldığını bildiğim halde yılmayacağım. Başkalarının keyfi
olsun diye korkmayacak kadar inatçıyımdır. Beni korkutmak
için yapılan her girişim karşısında cesaretim artar."
Bay Darcy, "Yanılıyorsunuz demeyeceğim," cevabını
verdi. "Sizi gerçekten yıldırma niyetinde olduğuma inanmış
olamazsınız. Aslında sizin olmayan fikirleri ara sıra ileri
sürmekten çok zevk aldığınızı öğrenebilecek kadar bir süredir
sizi tanıma şerefine ermiş bulunuyorum." Elizabeth kendini
anlatan bu sözlere candan güldü, sonra Albay Fitzwilliam'a
dönerek, "Kuzeniniz, size hakkımda çok güzel fikirler
verecek ve söylediklerimin bir kelimesine bile inanmamanızı
tavsiye edecek," dedi. "Kendimi az çok beğendirebüeceğimi
umduğum dünyanın bu köşesinde, gerçek karakterimi
tamamıyla ortaya dökebilecek birisiyle karşılaşmış olmak
benim için gerçekten büyük talihsizlik. Bay Darcy,
Hertfordshire'daki bütün kusurlarımı sayıp dökmeniz büyük
bir insafsızlık olur ayrıca iyi bir taktik olmadığını söylememe
de izin verin. Çünkü misilleme yapmam için beni kışkırtabilir
ve akrabalarınızın üzerinde ağır bir darbe etkisi yapacağı
kesin şeyler söyleyebilirim." Genç adam gülümseyerek,
"Sizden korkmuyorum," cevabını verdi. Albay Fitzwilliam
heyecanlanmıştı. "Rica ederim," dedi, "onu neyle
suçladığınızı bilmek istiyorum. Yabancılar arasında nasıl
davrandığını bileyim." "O halde dinleyin, ama kendinizi
korkunç şeylere hazırlayın. Bay Darcy'yi ilk defa
Hertfordshire'daki baloda gördüm. Ve bu baloda ne yaptı
dersiniz? Yalnızca dört defa dans etti. Size acı verdiğim için
üzgünüm, ama doğrusu bu. Erkek sayısı çok az olduğu, birçok
genç bayan kavalyesizlikten oturmak zorunda kaldığı halde
evet bunu çok iyi hatırlıyorum yalnız dört defa dansa kalktı.
Bay Darcy, bu gerçeği inkâr edemezsiniz." "O baloda, beraber
gelmiş olduğum gruptakilerden başka hiçbir bayanla tanışma
şerefini kazanmamıştım."
"Doğru ve bir baloda da kimse kimseye tanıştınlamaz,
öyle değil mi? Evet Albay Fitzwilliam, bundan sonra ne
çalayım? Parmaklarım emirlerinizi bekliyor." Bay Darcy,
"Tanıştırılmak istesem belki de daha iyi ederdim," dedi, "ama
kendimi yabancılara sevdirme konusunda başarılı değilimdir."
Elizabeth gene Albay Fitzwilliam'a, "Bunun nedenini
kuzeninize soralım mı?" dedi, "Aklı başında, eğitimli, dünya
görmüş
bir
adamın
kendini
yabancılara
neden
sevdiremediğini ondan öğrenmek isteyelim mi?"
Fitzwilliam, Darcy'ye bakmaksızın, "Sorunuza cevap
verebilirim. Bunun nedeni, kendini hoşa gitme zahmetine
sokmak istememesi," dedi.
Darcy, "Kuşkusuz," karşılığını verdi, "daha önce hiç
görmediğim insanlarla hemen rahatça konuşmaya girişme
konusunda bazılarında gördüğüm yetenek bende yok. Ne
onlar gibi konuşabilirim, ne de birçok kez tanık olduğum
şekilde, konuştuklarıyla ilgilenmiş gibi görünebilirim."
Elizabeth, "Parmaklarım," dedi, "piyanonun üzerinde
birçok kadınınki kadar ustalıkla kaymıyor. Aynı hızla
gidemiyor, aynı ifade ile çalamıyor. Ama bunun suçunu her
zaman kendimde aradım; çünkü çok çalışma zahmetine
katlanmadım. Yoksa benim parmaklarımın da benden çok
daha iyi çalan kadmlarınki kadar yetenekli olduğuna
inanmadığımdan değil." Darcy gülümseyerek, "Çok
haklısınız," dedi. "Siz zamanınızı çok daha yararlı şekilde
geçirdiniz. Sizi dinleme şerefini kazanan hiç kimse çalışınızda
bir kusur görmez. Esasen ne siz ne de ben, becerilerimizi
yabancıların önünde sergilemekten hoşlanmıyoruz." Tam bu
sırada Leydi Catherine, ne konuştuklarını sorarak sözlerini
kesti. Elizabeth hemen tekrar çalmaya başladı. Leydi
Catherine yaklaştı, birkaç dakika dinledikten sonra Darcy'ye,
"Bayan Elizabeth," dedi, "biraz daha çalışsa, Londra'da bir
hocadan da yararlansa hiç de fena çalmayacak. Zevki Anne
kadar iyi olmasa da, parmaklarını çok güzel kullanıyor.
Sağlığı öğrenmesine izin verseydi Anne çok güzel
çalabilirdi."
Elizabeth, Darcy'nin kuzeni hakkındaki bu övgüleri ne
dereceye kadar içtenlikle desteklediğini görmek için genç
adama baktı, ama ne o anda ne de daha başka bir zamanda
hiçbir belirtisi göremedi. Bay Darcy'nin Bayan de Bourgh'a
davranışına bakarak Caroline Bingley adına içi ferahladı.
Çünkü akraba olsalar, Bay Darcy ile onun evlenme olasılığı
da Anne de Bourgh kadar kuvvetli olurdu.
Leydi Catherine, Elizabeth'in çalışı hakkında görüşlerini
sayıp dökmeye devam etti. Bunlara, sanat ve zevk konusunda
birçok ders de karıştırıyordu. Genç kız bütün bunları nezaket
gereği büyük bir sabırla dinledi ve sayın leydinin arabası
onları götürmek üzere hazır oluncaya kadar beyefendilerin
ricasıyla piyanonun başından hiç kalkmadı.
XXXII
Bayan Collins ile Maria bir iş için köye gittiklerinden,
Elizabeth ertesi sabah yalnız başına oturmuş Jane'e mektup
yazıyordu. Birdenbire kapının zili çaldı. Bir misafir geldiği
kesindi. Bir araba sesi duymadığı için, genç kız bunun Leydi
Catherine olabileceği endişesi ve saldırgan sorulardan
kurtulmak isteğiyle yarım kalmış mektubunu kaldırırken kapı
açıldı. Elizabeth şaşırıp kaldı. Çünkü gelen Bay Darcy'ydi ve
yanında başka hiç kimse yoktu. O da Elizabeth'i yalnız
bulmuş olmasına şaşırmış gibiydi. Bütün bayanları evde
sanarak geldiğini söyleyerek genç kızı rahatsız ettiği için özür
diledi. Oturdular ve Elizabeth, Rosings'dekilerin nasıl
olduklarını sorduktan sonra tam bir sessizliğe gömülme
tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar, kesinlikle konuşacak bir
şey düşünmek gerekiyordu. Bunun telaşıyla Hertfordshire'da
birbirlerini son gördükleri zamanı hatırlayarak, acele
Londra'ya gitmeleri hakkında genç adamın ne söyleyeceğini
merak eden Elizabeth:
"Geçen kasımda," dedi, "Netherfîeld'den ne kadar acele
ayrılmıştınız, Bay Darcy. Böyle hemen ardından geldiğinizi
görmek Bay Bingley için herhalde hoş bir sürpriz olmuştur,
çünkü hatırladığım kadarıyla o sadece bir gün önce gitmişti.
Londra'dan ayrıldığınızda umarım hepsi iyi durumdaydı."
"Çok iyiydiler, teşekkür ederim."
Genç kız bundan başka bir cevap alamayacağını anladı ve
kısa bir sessizlikten sonra: "Duyduğuma göre," diye ekledi,
"Bay Bingley tekrar Netherfield'e dönmeye pek niyetli
değilmiş."
"Böyle bir şey söylediğini hatırlamıyorum; ama bundan
böyle orada pek az zaman geçirirse hiç şaşmam. Çok dostu
var. Dost sayısının durmadan arttığı yaşlara gelmiş
bulunuyor." "Eğer Netherfield'de pek seyrek kalma
niyetindeyse orasını tamamıyla boşaltması komşuları için
daha iyi olur; çünkü o zaman belki de bizler orada sürekli
oturacak bir komşu kazanırız. Ama ne var ki Bay Bingley bu
köşkü komşularını değil, kendini düşünerek tutmuştur.
Burasını tutmaya devam ederken veya boşaltırken de aynı
ilkelerle hareket etmesi beklenebilir." Darcy: "Uygun bir
öneri alır almaz, orasını boşaltırsa hiç şaşmam," dedi. 248
Elizabeth cevap vermedi. Ondan, daha uzun söz etmekten
korkuyordu. Söylemek istediği başka bir şey de olmadığı için,
konu bulma zahmetini karşısındakine bırakmaya karar verdi.
Bay Darcy bunu anladı ve hemen söze başladı: "Burası çok
rahat bir eve benziyor. Bay Collins, Hunsford'a ilk geldiği
zaman Leydi Catherine bu evi düzenlemek için bir hayli
uğraştı sanırım."
"Eminim öyledir ve eminim leydi, lütuflarından daha çok
minnet duyacak birisini bulamazlardı."
"Bay Collins açısından çok şanslı görünüyor."
"Evet, gerçekten öyle. Bay Collins'i kabul edebilecek veya
ettikten sonra mutlu edebilecek aklı başında ancak bir iki
kadın bulunabilirdi. Onun bunlardan biriyle karşılaşma
imkânını bulmasına dostları çok sevinse gerek. Arkadaşım
çok akıllıdır. Hoş Bay Collins ile evlenmesini şimdiye kadar
yaptığı en akıllıca hareket saymıyorum ya! Ama çok mutlu
görünüyor. Mantıklı bakılırsa, kuşkusuz bu onun için çok iyi
bir evlilik."
"Ailesine ve dostlarına bu kadar yakın bir yerde oturuyor
olmak da onun adına herhalde hoş bir şey."
"Siz buna yakın mı diyorsunuz? Neredeyse elli mil."
"Yol iyi olduktan sonra elli mil nedir ki? Yanm günden
biraz daha uzun bir yolculuk! Evet, bence oldukça yakın
sayılır."
Elizabeth, oldukça heyecanlandı. "Bayan Collins ailesine
yakın bir yerde oturuyor demek aklımdan geçmedi." "Bu sizin
Hertfordshire'a ne kadar bağlı olduğunuzun kanıtı. Öyle
sanıyorum ki, Longbourn çevresinin dışında kalan her yer
size uzak görünüyor."
Bunları söylerken yüzünde beliren anlamlı gülümsemeden
genç kız, Bay Darcy'nin Jane'i ve Netherfleld köşkünü ima
ettiği anlamını çıkardı. Elizabeth cevap verirken kızardı: "Bir
kadın ailesine pek yakın bir yerde oturmamalıdır, demek
istemiyorum. Uzak ve yakın görecelidir ve birçok değişen
koşullara bağlıdır. Yolculuk masrafını önemsiz kılacak kadar
zengin olanlar için mesafe sorun olmaktan çıkar. Ama
Charlotte o durumda değil. Bay ve Bayan Collins'in rahat
yaşayacak kadar gelirleri var, ama bu para sık sık yolculuk
yapmalarına yetmez. Bence, arkadaşım ailesine burasının yarı
yolu kadar bir mesafede otursaydı bile gene kendini yakın
sayamazdı."
Bay Darcy iskemlesini biraz ona yaklaştırarak, "Yerinize
bu kadar bağlı olmaya hakkınız yok," dedi. "Her zaman
Longbourn'da kalamazsınız."
Elizabeth şaşırdı. Genç adam duygularında bir değişiklik
hissedince; iskemlesini geri çekti, masanın üzerinden bir
gazete aldı ve gözlerini satırlarda gezdirerek daha soğuk bir
ses tonuyla, "Kent'ten hoşlandınız mı?" dedi.
Kent hakkında başlayan ve iki tarafın da sakin ve kısa
cümleleriyle devam eden konuşma, yürüyüşten henüz dönen
Charlotte ile kız kardeşinin içeri girmesiyle kesildi. Elizabeth
ile Darcy'yi baş başa bulmak onları şaşırtmıştı. Bay Darcy,
Bayan Elizabeth Bennet'a rahatsız etmesiyle sonuçlanan
hatasını anlattı; kimse ile fazla bir şey konuşmadan birkaç
dakika daha oturduktan sonra çıkıp gitti.
O gider gitmez Charlotte, "Bu ne anlama geliyor?
Eliza'cığım, herhalde sana âşık; yoksa taş çatlasa bizi ziyarete
böyle habersiz gelmezdi."
Ama Elizabeth onun ne kadar az konuştuğunu anlatınca,
Charlotte'un bütün dileklerine rağmen, bunun aşk işi olmadığı
anlaşılmıştı. Bir sürü olasılık ileri sürüldükten sonra genç
adamın yapacak başka bir şey bulamadığı için geldiğinde
karar kıldılar. Yılın bu mevsiminde gerçekten yapılacak çok
az şey vardı. Açık hava sporlarının mevsimi geçmişti. Evde
Leydi Catherine, kitaplar ve bilardo ile de zaman
geçirebilirdi, ama erkeklerin sürekli evde kalmaları
beklenemezdi. Papaz evinin yakınlığı veya oraya giden yolun
güzelliği ya da içinde oturanlar, iki kuzeni hemen her gün
oraya çekiyordu. Sabahın çeşitli saatlerinde bazen ayrı ayrı,
bazen birlikte, arada sırada da teyzelerinin eşliğinde
misafirliğe geliyorlardı. Albay Fitzwilliam'ın dostluğundan
hoşlandığı için geldiği ortada olduğundan, genç adam daha
çok güven veriyordu. Onunla beraber olmaktan duyduğu
memnuniyet, aynı zamanda genç adamın açıkça görülen
hayranlığı, Elizabeth'e eski gözdesi George Wickham'ı
hatırlatıyordu. Onları kıyaslarken Albay Fitzwilliam'ın
tavırlarını Wickham'ınkinden daha az çekici bir yumuşaklıkta
bulmasına rağmen kültür yönünden albayı, düşünce
bakımından onu daha üstün buluyordu.
Bay Darcy'nin papaz evine neden sık sık misafirliğe
geldiğini anlamak daha zordu. Herhalde sohbet etmeye
gelmiyordu, çünkü bazen on dakika hiç ağzını açmadan
oturduğu oluyordu. Konuştuğu zaman da istediği için değil
de, gerektiği için konuşuyormuş gibiydi, sanki zevk almıyor,
âdetlerin gereğine uyuyordu. Gerçekten samimi göründüğü
zamanlar enderdi. Bayan Collins ona nasıl davranacağını
kestiremiyordu. Albay Fitzwilliam'ın onun bu aptallığına
gülmesi, Darcy'nin genelde böyle olmadığını gösteriyordu ki,
Charlotte onu az tanıdığından bunun nedenini kendiliğinden
bilemezdi. Bu değişikliğin aşktan kaynaklandığına, bu aşkın
arkadaşı Eliza'ya yöneldiğine inanmak istediği için, bu
konuyu halletmeyi kendine iş edindi. Rosings'e her
gittiklerinde veya o Hunsford'a her geldiğinde Charlotte, Bay
Darcy'yi gözetliyor, ama bir sonucu ulaşamıyordu.
Arkadaşına sık sık baktığı kesindi, ama bu bakışların ne
anlama geldiği tartışılırdı. Bu derin, sabit bakışlarda büyük bir
hayranlık olduğundan genç kadın çoğu kez kuşkulansa da,
bazen dalgınlıktan başka bir şey okunamıyordu. Birkaç kez
Elizabeth'e, Darcy'nin ona eğilim duyması olasılığından söz
etti; ama genç kız bu fikre hep gülüyordu. Bayan Collins
de hayal kırıklığı ile bitebilecek ümitler uyandırma
tehlikesine karşı bunun üstünde fazla durmayı doğru bulmadı.
Çünkü Charlotte, Bay Darcy'nin kendine âşık olduğuna
inandı, ğı anda Elizabeth'in ona karşı duyduğu bütün
soğukluğu kesinlikle unutacağı kanısını edinmişti. Elizabeth
için kurduğu tatlı hayaller arasında, onun Albay Fitzwilliam
ile evlenmesi de vardı. Bu genç, eşsiz derecede hoş bir
adamdı; kuşkusuz Elizabeth'i beğeniyordu ve konumu da çok
elverişliydi. Ama bütün bunlara rağmen Bay Darcy'nin
kilisedeki önemli nüfuzuna karşılık kuzeninin hiçbir nüfuzu
yoktu.
XXXIII
Elizabeth parkta dolaşırken birkaç kez hiç beklemediği
anda Bay Darcy ile karşılaştı. Başka kimsenin gelmediği bu
yerlere onu sürükleyen rastlantının tersliğine sıkılarak ve
bunun tekrarlanmasını önlemek niyetiyle, kendisinin bu yolu
sevdiğini özellikle belirtti. Bu nedenle ikinci kez rastlaşmaları
çok tuhaftı. Bu da yetmedi, üçüncü kez de karşılaştılar. Bunu
ya bile bile, Elizabeth'i kızdırmak ya da kendi kendine
işkence etmek için yapıyor olmalıydı. Çünkü bu
karşılaşmalarda yalnız resmi bir şekilde hal hatır sorulup,
sıkıcı bir duraklamadan sonra ayrılıp gidilmiyordu; Bay
Darcy geri dönüp Elizabeth ile yürümeyi gerekli görüyordu.
Genç adam asla fazla konuşmuyordu. Böylelikle Elizabeth ne
konuşma ne de onu dinleme sıkıntısına giriyordu. Bay
Darcy'nin bazı tuhaf ve birbirini tutmayan sorular sorduğunu
ancak üçüncü karşılaşmalarında fark etti. Hunsford'da
olmaktan memnun muymuş, yalnız yürümeyi seviyor
muymuş, Bay ve Bayan Collins'in mutlu olduklarını
düşünüyor muymuş ve sonra, Rosings'den ve Elizabeth'in
köşkü iyice tanıyamamasından da söz açmış ve genç kız bir
daha Kent'e geldiği zaman Rosings'de kalmasını ister gibi
konuşmuştu. Sözlerinden bu anlam çıkıyordu. Acaba bunları
Albay Fitzwilliam'ı düşünerek mi söylüyordu? Elizabeth'e,
eğer Bay Darcy bir şey ima etmek istiyorsa, herhalde albay ile
evleneceğini ima etmek istiyormuş gibi geldi. Buna biraz
üzüldü ve yürüye yürüye papaz evine geldiklerini görünce
adeta sevindi. Bir gün gene böyle dolaşırken Jane'in son
mektubunu bir daha gözden geçiriyor, ablasının bu mektubu
yazarken pek de mutlu olmadığını gösteren bazı bölümler
üzerinde duruyordu ki; bu kez karşısına Bay Darcy değil, Bay
Fitzwilliam çıktı. Elizabeth hemen mektubu kaldırdı,
gülümsemeye çalışarak:
"Sizin bu taraflarda dolaştığınızı bilmiyordum," dedi.
"Her yıl yaptığım gibi bu kez de parkın her yanını gezdim
ve gezintimi papaz evine bir ziyaretle tamamlama
niyetindeydim. Siz daha yürüyecek misiniz?"
"Hayır, ben de dönmek üzereydim."
Bunun üzerine döndü ve ikisi birlikte eve doğru yürümeye
başladılar. Elizabeth, "Cumartesi Kent'ten ayrılacağınız kesin
mi?" diye sordu.
"Evet, eğer Darcy gene ertelemezse. Ben ona bağlıyım. O
dilediği gibi karar veriyor." "Yaptığı düzenlemeden
hoşlanmasa bile, hiç olmazsa dilediğini yapma gücü ona
büyük bir zevk verir. Keyfine göre hareket edebilme gücünün
tadını Bay Darcy'den daha güzel çıkaran kimse görmedim."
Albay Fitzwilliam, "Evet," diye cevap verdi, "istediği gibi
hareket etmekten hoşlanır, ama hepimiz öyleyiz. Ama o bunu
yapmak için birçoklarından daha elverişli bir durumda; çünkü
o zengin, birçokları ise yoksul. Bu sözleri samimiyetle
söylüyorum. Biliyorsunuz ailenin küçük oğlu olarak özveriye
ve başkalarına bağımlı olmaya kendimi alıştırmalıyım."
"Bence bir unvan sahibi babanın küçük oğlu bunların
hiçbirini bilmez. Gerçekten, siz özveri nedir, başkasına
bağımlı olmak nedir biliyor musunuz? Parasızlık ne zaman
sizi istediğiniz yere gitmekten veya imrendiğiniz bir şeyi
almaktan alıkoydu?" "Bunlar ölçüye göre değişen sorular. Bu
türden çok zorluk çektiğimi söyleyemem belki, ama daha ağır
basan sorunlarda parasızlığın sıkıntısını çekmiş olabilirim.
Örneğin, küçük oğullar istedikleri zaman evlenemezler."
"Zengin bir kadını beğenmediği sürece; sanırım çoğu
zaman öyle oluyor." "Para harcama alışkanlıklarımız bizi
yeterince özgür davranmaktan yoksun bırakır. Hayatta benim
mevkiimde olanlar arasında paraya hiç aldırmadan
evlenebilenlerin sayısı Çok değil."
'Bana bir şey ima etmeye mi çalışıyor?' diye düşündü
Elizabeth ve bu düşünceyle yüzü renkten renge girdi. Ama
kendini toplayarak, canlı bir tavırla, "Küçük oğulların piyasa
fiyatı nedir?" diye sordu. "Yalvarırım söyleyin. Ağabey pek
hastalıklı olmadıkça, elli bin sterlinden fazla istemezsiniz
umarım?"
Genç adam da ona aynı şakacılıkla cevap' verdi ve bu
konu böylece kapandı. Konuşmalarının etkisi altında kaldığı
sanısını uyandırabilecek bir sessizliği önlemek için Elizabeth
hemen: "Herhalde," dedi, "kuzeniniz sizi buraya sadece
yanında buyruk verebileceği birisi bulunsun diye getirdi.
Neden evlenip de buyruğu altında sürekli birisini
bulundurmayı sağlamadığına şaşıyorum. Ama belki şimdilik
bu amaca kız kardeşi hizmet ediyordur. Sonra ona bakan da
yalnızca kendisi olduğu için, kızı istediği gibi idare
ediyordur." "Hayır, bu benimle paylaşmak zorunda olduğu bir
avantaj. Çünkü Bayan Darcy'nin ortak velileriyiz."
"Gerçekten öyle misiniz? Ne tür bir vasilik, lütfen söyler
misiniz? Ona bakmak size çok zahmet veriyor mu? O yaşta
genç bayanların yönetimi bazen güç olur ve eğer onda da
gerçek bir Darcy ruhu varsa, keyfinin istediğini yapmaktan
herhalde hoşlanıyordur." Bu sözleri söylerken genç adamın
kendisine dikkatle baktığını fark etti. Georgiana Darcy'nin
onların rahatını kaçırdığını sanmasına neyin neden olduğunu
sorarken genç adamın takındığı tavır, Elizabeth'de şu veya bu
bakımdan gerçeğe pek yaklaştığı kanısını uyandırdı. Hemen
cevap verdi: "Korkmanıza gerek yok. Georgiana Darcy'nin
aleyhinde hiçbir şey duymadım. Belki de dünyanın en söz
dinleyen varlıklarından birisidir. Tanıdığım bazı leydiler,
Bayan Hurst ve Bayan Caroline Bingley, kendisini pek
beğeniyorlar. Sanırım onları tanıdığınızı söylemiştiniz."
"Biraz. Kardeşleri de hoş ve beyefendi bir adam. Darcy'nin
çok iyi arkadaşı." Elizabeth kuru bir sesle, "A, evet," dedi,
"Bay Darcy, Bay Bingley'ye karşı eşsiz ve sevecen bir dost,
ona çok büyük bir özen gösteriyor."
"Özen mi? Evet, Darcy'nin, Bingley'nin en çok ihtiyaç
duyduğu zamanlarda ona özen gösterdiğini sanıyorum.
Buraya gelirken bana söylediklerinden anladığıma göre
Bingley bu bakımdan ona çok şey borçlu. Fakat bunu
söylemem ne kadar doğru bilmiyorum, ama kastettiği kişinin
Bingley olduğunu sanmıyorum. Bu yalnızca bir tahmin." "Ne
demek istiyorsunuz?"
"Bu Darcy'nin doğal olarak duyulmasını istemediği öyle
bir durum, çünkü bayanın ailesi duyarsa hoş olmaz."
"Bunu kimseye söylemeyeceğime güvenebilirsiniz."
"Ama söz konusu kişinin Bingley olduğunu sanmam için
fazla bir neden olmadığını unutmayın. Darcy'nin bana
söylediği sadece Şu: Son günlerde bir arkadaşını çok
düşüncesizce bir evliliğin doğurabileceği uygunsuzluklardan
kurtardığı için, kendi kendini kutluyormuş. Ancak ne bir isim
verdi, ne de başka bir ayrıntı. Başını bu gibi dertlere sokacak
türden bir genç olduğuna inandığım için ben Bingley
olmasından şüphelendim. Sonra bütün yazı da birlikte
geçirdiklerini biliyorum."
"Bay Darcy bu işe niçin karıştığını size söyledi mi?"
"Anladığıma göre, karşı çıkması için kızın aleyhine birçok
neden vardı." "Onları birbirinden ayırmak için ne gibi
beceriler göstermiş?" Fitzwilliam gülerek, "Bana kendi
becerilerinden söz etmedi," dedi, "sadece şimdi size
anlattıklarımı söyledi."
Elizabeth cevap vermedi ve kalbi öfkeden sıkışarak
yürümeye devam etti. Onu biraz süzdükten sonra Fitzwilliam
neden bu kadar düşünceli olduğunu sordu. Genç kız, "Bana
söylediklerinizi düşünüyorum," dedi. "Kuzeninizin hareketi
duygularımla uyuşmuyor. Neden bu karan vermek ona
düşmüş?"
"Sanırım onun bu işe karışmasına burnunu sokma
türünden bir işe karışma gözüyle bakıyorsunuz."
"Bay Darcy arkadaşının eğilimlerinin yerinde olup
olmadığı konusunda bir karar verme hakkını kendinde nasıl
görüyor veya bu arkadaşın nasıl mutlu olacağına, yalnızca
kendi kafasına göre nasıl karar verebiliyor! Anlamıyorum,
ama," diye devam etti genç kız kendini toparlayarak: "İşin
içyüzünü hiç bilmediğimiz için yargılamamız doğru değil.
Demek ki ortada büyük bir sevgi yokmuş."
"Yerinde bir kuşku. Yalnız ortada sevgi yoksa, Darcy'nin
rolü de çok önemli sayılmaz." Bu sözler şaka edasıyla
söylenmişti, ama genç kıza göre bunlar, Bay Darcy'nin gerçek
bir portresini çiziyordu. Kendine güvenip cevap veremedi, bu
nedenle hemen sözü değiştirerek eve gelinceye kadar çeşitli
konulardan konuştu. Misafirleri gider gitmez odasına kapandı
ve bütün duyduklarını hiç durmadan zihninde tekrarladı. Söz
konusu iki insanın, tanıdığı bu iki insandan başkası olması
düşünülemezdi. Dünyada Bay Darcy'nin sözünü bu kadar çok
geçirebileceği iki insan bulunamazdı. Bay Bingley ile Jane'i
birbirinden ayırmak için alınan önlemlerde Bay Darcy'nin de
payı olduğundan zaten kuşkusu yoktu, ama bu önlemlerin
uygulamaya konma işini Bayan Caroline Bingley'in yaptığını
sanıyordu. Oysa Jane'in çektiği ve hâlâ da çekmekte olduğu
bütün ıstıraplara neden Darcy'ydi; Darcy'nin gururu ve
kaprisi. Dünyanın en şefkatli, en içten insanının bütün
mutluluk ümitlerini hiç değilse bir süre için mahvetmişti ve
yaptığı kötülüğün etkisinin ne kadar süreceğini kimse
söyleyemezdi. Albay Fitzwilliam, "Karşı çıkması için kızın
aleyhinde birçok neden vardı!" demişti ve belki de bu güçlü
karşı çıkma nedenleri kasaba noteri olan bir eniştesi ve
Londra'da tüccar olan bir dayısı olmasıydı.
Elizabeth, "Jane'in kişiliğinde," diye düşündü, "hiçbir
kusur bulunamaz. Güzellik ve iyilik timsali. Anlama yeteneği
mükemmel, kafası işler, hali ve tavrı çekicidir. Babam
aleyhine de bir şey söylenemez. Kendine has bazı huylan
varsa da, Bay Darcy'nin bile küçümseyemeyeceği yeteneklere
ve onun belki de hiç erişemeyeceği üstün niteliklere sahip."
Ama annesini düşününce az da olsa güveni sarsıldı; ancak
Bay Darcy'nin bu konudaki itirazlarının ağır basabileceğini
sanmıyordu. Çünkü genç kıza göre, arkadaşının yakınlarının
önemli kimseler olmaması, bu adamın gururunda kafalı
kimseler olmamasından daha derin bir yara açardı. Sonunda
Elizabeth, Bay Darcy'nin kısmen kötü kibirinin etkisi altında,
kısmen de Bay Bingley'ye kendi kız kardeşini verme adına
böyle davrandığı kararına vardı. Bu konunun neden olduğu
üzüntü ve gözyaşlanndan Elizabeth'in başı ağrımaya
başlamıştı; bu ağrı akşama doğru iyice arttı ve Bay Darcy'yi
görmeme isteği de buna katılınca o gün Rosings'de çaya
davetli olan Collins'lerle beraber çıkmamaya karar verdi.
Bayan Collins onun gerçekten rahatsız olduğunu görerek
gelmesi için zorlamadı, kocasının ısrarına da elinden geldiği
kadar engel oldu. Ama Bay Collins, Elizabeth'in evde kalışına
Leydi Catherine'in canı sıkılacağından endişe ettiğini
gizleyemedi.
Onlar gidince Elizabeth, Bay Darcy'ye olan öfkesini
mümkün olduğu kadar artırmak istiyormuş gibi, Kent'e
geldiğinden beri Jane'den aldığı mektupları incelemeye
koyuldu. Bunlarda doğrudan doğruya hiçbir yakınma
olmadığı gibi, ne geçmişten ne de şimdiki üzüntülerden söz
ediliyordu. Ama mektupların tamamında ve neredeyse her
satırında Jane'in üslubuna özgü, huzur içinde olmaktan ve
herkesin iyiliğini düşünmekten doğan berrak neşenin eksikliği
hissediliyordu. Elizabeth, huzursuzluk belirten her cümlenin
üzerinde, ilk okuyuşunda göstermediği bir dikkatle durdu.
Bay Darcy'nin yarattığı, gücü yettiği için utanmadan
böbürlendiği mutsuzluk, genç kızı ablasının ıstırabına karşı
daha
da
hassaslaştınyordu.
Darcy'nin
Rosings'deki
misafirliğinin iki gün sonra sona ereceğini, ayrıca iki haftadan
kısa bir süre içinde kendisinin de Jane ile beraber olacağını
düşünmek büyük bir avuntuydu. Bu sayede neşesi yerine
geldi. Sevecenlik duygusunun gücü nelere yetiyordu. Gerçi
Darcy'nin Kent'den ayrılacağını düşünürken kuzeninin de
beraber gideceğini hatırlamamak elinden gelmiyordu. Ama
Albay Fitzwilliam evlenmeye niyeti olmadığını açıkça
söylemişti. Gerçi hoş bir adamdı, ama genç kız bu yüzden
kendini üzecek değildi. Genç kız kendi kendine böyle
sonuçlara varırken ansızın kapının zili onu hayallerinden
ayırdı ve gelenin Fitzwilliam olması olasılığını düşünerek
heyecanlandı. Bir kere daha böyle akşam üzeri bir ziyarete
gelmiş olan genç adam, belki de şimdi özellikle hatırını
sormak için geliyordu. Ama bu fikir hemen silindi ve büyük
bir şaşkınlıkla Bay Darcy'nin odaya girdiğini görünce
bambaşka duygulara kapıldı. Bay Darcy aceleci bir tavırla
genç kızın rahatsızlığını sordu; Elizabeth'in daha iyi olduğunu
öğrenme dileğiyle geldiğini ima etti. Genç kız soğuk bir
nezaketle karşılık verdi. Bay Darcy birkaç dakika oturdu,
sonra ayağa kalkarak odada dolaşmaya başladı. Elizabeth
şaşırmıştı, ama bir kelime bile söylemedi. Birkaç dakika süren
bir sessizlikten sonra, Darcy heyecanlı bir tavırla genç kıza
doğru eğildi:
"Boşuna mücadele ettim. Faydası yok. Duygularım baskı
tanımıyor. Size ne kadar hayran olduğumu, sizi ne kadar
sevdiğimi söylememe izin verin," dedi. Elizabeth'in şaşkınlığı
kelimelerle ifade edilemezdi. Gözlerini açıp genç adama dik
baktı; kızarıyor, duyduklarına inanamıyor ve hiçbir şey
söyleyemiyordu. Bunu yeterli bir yüreklendirme olarak kabul
eden Bay Darcy hemen genç kıza karşı beslediği ve uzun
süredir beslemekte olduğu bütün duygulan saydı. Güzel
konuşuyordu; ama dudaklarından dökülenlerin dışındaki
duyguları da göze çarpıyordu; sonra gurur konusunda, hisleri
konusunda olduğundan daha akıcı konuşuyordu. Genç kızın
kendinden aşağı seviyede oluşu, onunla evlenince mevkiinin
küçüleceği, önceleri mantığının aşkına karşı koymaya
çalıştığı üzerinde içtenlikle durdu. Varmak istediği sonuç ile
ilgili olduğu görülen bu sözler, yaptığı teklifin iyi
karşılanmasına yardım edeceğe benzemiyordu.
Elizabeth bu adama karşı duyduğu büyük nefrete rağmen,
onun gibi bir adamın sevgisini kazanmasının ne büyük bir
şeref olduğu düşüncesinden kendini alamıyordu. Hisleri bir an
bile değişmemiş; önce karşısındakinin ıstırap duyacak
olmasına üzülmüş, fakat daha sonra Darcy'nin kullandığı dilin
uyandırdığı öfke her türlü merhamet duygusunu yok etmişti.
Yine de cevap verirken soğukkanlı ve sakin olmaya çalıştı.
Bay Darcy, bütün çabalarına rağmen yenemediği sevgisinin
gücünü belirterek ve yaptığı teklifin kabul edilerek
ödüllendirileceğini umduğunu söyleyerek sözlerini bitirdi.
Genç kız onun teklifinin olumlu karşılanacağına dair hiç
kuşkusu olmadığını rahatlıkla görüyordu. Korktuğunu ve
endişe duyduğunu söylediği halde, yüzünden tam bir güven
okunuyordu. Böyle bir durum ancak öfkeyi artırabilirdi, Bay
Darcy susunca yüzü kıpkırmızı kesilen Elizabeth:
"Öyle sanıyorum ki," dedi, "bu gibi hallerde, belirtilen
hislere her ne kadar aynı şekilde karşılık verilmese de, gönül
borcu belirtmek yerleşmiş bir kuraldır. Minnettarlık
duyulması normaldir ve eğer minnettarlık duyabilseydim,
şimdi size teşekkür ederdim. Ama bunu yapamıyorum. Sizin
gözünüze girmeyi hiçbir zaman istemedim ve herhalde siz de
hiç istemeden bana açıldınız. Kim olursa olsun, birine ıstırap
vermek beni üzer. Yine de bu, bilerek ve isteyerek olmamıştır
ve umarım kısa sürecektir. Bana karşı olan ilginizi itiraf
etmenize uzun zaman engel olduğunu söylediğiniz duygular,
bu açıklamadan sonra, bu ıstırabı yenmekte herhalde büyük
bir zorluk çekmeyecektir."
Bu sözlerin, şömineye yaslanmış, gözlerini genç kızın
yüzüne dikmiş olarak duran Bay 263
Darcy'de güceniklik kadar şaşkınlık da uyandırdığı
görülüyordu. Yüzü öfkeden sararmıştı, aklının karıştığı
yüzünün her çizgisinden okunabiliyordu. Sakin görünmek
için mücadele ediyordu ve sakinleştiğinden emin olmadan
ağzını açmadı. Bu sessizliği Elizabeth'e işkence gibi gelmişti.
Sonunda zoraki bir sakinlikle:
"Alma şerefini kazandığım cevap bu kadar mı?" dedi.
"Biraz nazik olmak için hiçbir gayret gösterilmeden böyle
reddedilişimin nedenini öğrenmek sanırım hakkımdır. Ama
değmez, önemi yok."
Elizabeth, "Öyleyse benim de sormak hakkımdır,"
cevabını verdi. "Beni kıracağınızı gücüme gideceğini bile
bile, neden beni sevmemek için iradenizle, mantığınızla,
üstelik kendi kişiliğinizle mücadele ettiğinizi söylediniz? Eğer
size karşı kaba davrandımsa, bu yeterli bir neden değil mi?
Ama ortada beni kışkırtan başka nedenler de var. Bunu siz de
biliyorsunuz! Duygularım olumsuz değil de tarafsız, hatta
olumlu bile olsaydı, gene de hiçbir düşünce beni, çok sevgili
kardeşimin mutluluğunun belki de sonsuza kadar yıkılmasına
neden olan bir adamı kabul etmeye heveslendiremezdi."
Elizabeth bu sözleri söylerken Bay Darcy'nin rengi
değişti; ama bu heyecan kısa sürdü ve genç kızı sözünü
kesmeden dinledi.
Elizabeth, "Hakkınızda kötü düşünmem için çok neden
var," dedi. "O konuda oynadığınız, haksız ve acımasız rolü
hiçbir hareket haklı gösteremez. Onları ayıran tek değilse de,
başlıca rolü oynadığınızı yadsımaya cesaret edemezsiniz.
Birini kaprisli ve kararsız, öbürünü de ümitleri kırılmış bir
zavallı olarak alay konusu ettiniz. Her ikisini de çok büyük
acıya boğdunuz."
Genç kız durakladı. Bay Darcy'nin hiçbir pişmanlık
duymadığını gösteren bir tavırla kendini dinlediğini görünce
öfkesi büsbütün arttı. Hatta Bay Darcy ona inanamıyormuş
gibi bir gülümseme ile bakıyordu.
"Bunu yaptığınızı inkâr edebilir misiniz?" diye sorusunu
tekrarladı Elizabeth. Genç adam bundan sonra zoraki bir
soğukkanlılıkla şu cevabı verdi: "Arkadaşımı kardeşinizden
ayırmak için ne elimden gelen her şeyi yaptığımı, ne de
başarımdan dolayı sevindiğimi inkâr etmek gibi bir niyetim
yok. Ona yaptığım bu iyiliği yazık ki kendime yapamadım."
Elizabeth ince(!) sözlere aldırış etmez göründü, ama
adamın ne demek istediği dikkatinden kaçmamıştı, hem,
böyle sözler onu yumuşatmaya yetmezdi. "Size olan nefretim
yalnızca bu olaydan kaynaklanmıyor," dedi. "Hakkınızdaki
görüşüm bundan çok önce kesinleşmişti. Bay Wickham'ın
aylarca önce bana anlattıkları sizin karakterinizi açığa
vurmuştu. Bu konuda söyleyecek bir şeyiniz var mı?
Kendinizi hangi hayali dostluk hareketiyle savunabilir veya
başkalarına hangi uydurma suçlan yükleyebilirsiniz?" Darcy
kızararak cevap verdi: "Görüyorum ki, bu gencin çıkarlarına
derin ilgi gösteriyorsunuz."
"Başına gelen kötülükleri öğrenen hangi insan ona karşı
ilgisiz kalabilir?" Darcy hakaret edercesine tekrarladı:
"Kötülükmüş! Evet çok büyük kötülük, doğrusu!" Elizabeth
de öfke ile bağırdı: "Hem de hepsi sizin işiniz! Onu bugünkü
fakir duruma siz düşürdünüz. Onun için hazırlandığını
bildiğiniz fırsatları elinden aldınız. Ömrünün en güzel
yıllarını arzu ettiği ve hak ettiği bağımsızlıktan yoksun
bıraktınız. Siz bütün bunları yaptınız! Böyle olduğu halde
talihsizliğinden söz açılınca bunu hakaret ve alayla
karşılayabiliyorsunuz." Darcy odada acele adımlarla
dolaşarak bağırdı: "Demek hakkımdaki düşünceniz bu! Ben
sizin gözünüzde demek böyle bir adamım! Bunu bu kadar
açıkça anlattığınız için size teşekkür ederim. Bu hesaba göre
kusurlarım gerçekten büyük!" Durup Elizabeth'e dönerek;
"Ama ciddi bir girişime kalkışmaktan, beni uzun zaman
engelleyen endişeleri samimi olarak itiraf ederek gururunuzu
incitmeseydim bu kusurlarıma belki de göz yumulurdu. Eğer
yaptığım mücadeleleri daha ustaca bir politika ile gizlemiş ve
sizi, şahsınıza aklımla, fikrimle, her şeyimle eşsiz ve tertemiz
bir eğilim besleyerek bağlandığıma inandıracak övgülere
boğmuş olsaydım belki bu ağır suçlamalar açıkça
söylenmezdi. Fakat ben her türlü yapmacıklıktan nefret
ederim. Anlattığım hisler için de utanç duymuyorum. Bunlar
doğal ve haklı duygulardır. Akrabalarınızın alt tabakadan
olmasından mutluluk duymamı ve durumları benden o kadar
belirgin biçimde aşağı düzeyde olan akrabalar kazanacağım
için kendimi tebrik etmemi bekleyebilir misiniz?"
Elizabeth öfkesinin gitgide arttığını hissediyordu. Ama
büyük bir çaba harcayarak sakin konuşmaya çalıştı: ¦
"Daha kibar davransaydınız, sizi reddederken biraz
üzülecektim. İfade tarzınızın bende bundan daha başka bir
etki yaptığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz." Bu sözler üzerine
Bay Darcy'nin irkildiğini gören Elizabeth, onun bir şey
söylememesi üzerine devam etti:
'Teklifinizi nasıl yaparsanız yapın, hiçbir zaman olumlu
karşılayamazdım." Genç adamın şaşırdığı apaçık ortadaydı.
Elizabeth'e inanamamazlık ve öfkeyle karışık bir ifadeyle
bakıyordu: "Diyebilirim ki, ta en başından," dedi Elizabeth,
"sizinle tanıştığım ilk andan itibaren tavırlarınızdan kibirli,
herkese tepeden bakan ve başkalarının duygularını hakir
gören bencil biri olduğunuzu anladım. İşte bu, sonraki
olayların yarattığı sarsılmaz nefrete bir temel oldu. Sizi
tanıyalı bir ayı geçmeden, dünyada evlenmeye razı olacağım
son erkek olduğunuzu hissettim."
"Yeterince anlattınız, sayın bayan. Duygularınızı iyice
kavrıyorum ve benim için kendi duygularımdan utanmaktan
başka yapacak şey kalmadı. Bu kadar çok zamanınızı aldığım
için beni affetmenizi ve sağlığınız ve mutluluğunuz
konusunda en iyi dileklerimi kabul etmenizi rica ederim."
Bu sözleri söyleyerek odadan çıktı ve Elizabeth bir dakika
sonra onun sokak kapısını açıp evden çıktığını duydu. Ayakta
duracak gücü kalmamıştı ve halsizlikten oturup yarım saat
ağladı. Olup bitenleri düşünürken duyduğu şaşkınlık, her
defasında biraz daha artıyordu. Bay Darcy'nin ona evlenme
teklifinde bulunması, aylardan beri kendisini sevmesi, hem de
bu sevginin, ablasıyla arkadaşının evlenmesine engel diye
ileri sürdüğü ve kendisi için de hiç olmazsa aynı derecede var
olan engellere rağmen onunla evlenmek isteyecek kadar güçlü
olması, adeta inanılmaz bir şeydi! Farkında olmadan bu kadar
büyük bir sevginin esin kaynağı olmak elbette ki gurur
vericiydi. Ama Bay Darcy'nin gururu... O , iğrençlik
derecesindeki gururu, Jane'e yaptıklarını hayasızca anlatışı,
reva gördüğü zalimce davranışı inkâr etmeye kalkışmadan
Bay Wickham'dan söz ederken gösterdiği duygusuzluk, bütün
bunlar, Darcy'nin kendisine âşık olmasının Elizabeth'de bir an
için uyandırdığı acımayı hemen yenmişti. Bu heyecanlı
düşünceler, Leydi Catherine'in arabasının sesi ile kendine
gelip de Charlotte'un karşısına çıkacak halde olmadığını
hatırladığı ana kadar devam etti. Hemen odasına koştu.
XXXV
Elizabeth ertesi sabah uyandığı zaman aklında, bir akşam
önce gözlerini kapayıncaya kadar aklını dolduran aynı
düşünceler vardı. Olup bitenlerin şaşkınlığından hâlâ kendini
kurtaramamıştı; başka bir şey düşünebilmesine de imkân
yoktu. Hiçbir iş yapacak halde olmadığı için kahvaltıdan
hemen sonra açık havaya çıkmaya karar verdi. Doğruca, en
sevdiği yürüyüş yoluna gidiyordu ki; Bay Darcy'nin bazen
oraya geldiğini hatırlayarak durdu, parka gireceği yerde
patikadan yukarı doğru giderek parmaklığın dışındaki yoldan
yürümeye başladı. Tahta parmaklıklar hâlâ bir sınır
oluşturuyordu ve genç kız parmaklıklı kapılardan birinden
açık alana çıktı. Buradaki patika boyunca üç dçrt kere
yürüdükten sonra, sabahın güzelliği onu öylesine etkilemişti
ki; parmaklıklı kapılardan birinin önünde durup parkın içine
baktı. Kent'te geçirdiği beş hafta, çevrede büyük
değişikliklere yol açmıştı; her yeni gün, fidanların
yapraklarım biraz daha sıklaştınyordu. Tam yürüyüşüne
devam etmek üzereyken, parkın kenarındaki koruya benzer
ağaçlıkta kendine doğru gelen bir erkek görür gibi oldu ve
bunun Darcy olmasından endişelenerek, geri dönmeye
yeltenmişken; gelen kişinin artık onu görecek kadar
yaklaştığını fark etti. Bu genç heyecanla ileri atılarak ona
adıyla seslenmişti. Elizabeth arkasını dönmüştü ama adını
duyunca, çağıranın Bay Darcy olmasına rağmen tekrar kapıya
doğru yürüdü. O sırada genç adam da o kapıya varmıştı. Bir
zarf uzatarak, "Sizinle karşılaşma ümidiyle bir süredir koruda
dolaşıyordum. Bu mektubu okuma şerefini bana bağışlar
mısınız?" dedi. Elizabeth zarfı iradesi dışında almıştı. Genç
adam sözlerini bitirdikten sonra hafif bir reverans yaparak
tekrar fidanlığa döndü ve hemen gözden kayboldu. Hiçbir
keyif ummamakla beraber büyük bir merak duyan Elizabeth
zarfı açtı. îçinden sık satırlarla doldurulmuş iki kâğıt çıkınca
merakı daha çok arttı. Elizabeth patikada yoluna devam
ederek mektubu okumaya başladı. Rosings'de sabah sekizde
yazılan mektup şöyleydi: "Bu mektubu alınca sayın bayan,
dün akşam size pek itici gelen o duyguların bir daha
tekrarlanacağından veya o tekliflerin yenileneceğinden
korkmayın. Her ikimizin mutluluğu için de hemen unutulması
gereken dilekler üzerinde durarak size ıstırap vermek veya
kendimi küçültmek istemem. Karakterim bu mektubun
yazılmasını ve okunmasını gerektirmeseydi, ne kendimi ne de
sizi böyle bir sıkıntıya sokardım. Onun için sizden bu sıkıntıyı
yüklenmenizi
istediğim
için
beni
bağışlamalısınız.
Duygularınızın böyle bir şeyi yapmayı istemeyeceğini
biliyorsam da, bağışlamanızı adalet duygunuzdan bekliyorum.
Dün akşam bana birbirinden farklı ve hiçbir zaman aynı
ağırlıkta olmayan iki suç yüklediniz. Birincisi, ikisinin de
duygularına aldırmayarak Bay Bingley ile kardeşinizi
birbirlerinden ayırdığım; öbürü de onu ve insanlık
kavramlarını hiçe sayarak Bay Wickham'ı hızlı bir refahtan
yoksun bıraktığım ve geleceğini mahvettiğimdir. Çocukluk
arkadaşımı, babamın sevgisini kazandığını bildiğim bir genci,
himayemizden başka bir desteği olmayan ve bu himayenin
faydalarını göreceğine inanarak yetişen bir adamı bilerek ve
isteyerek silkip atmak, sevgileri ancak birkaç haftalık ömre
sahip olan iki insanı ayırmakla kıyaslanamayacak bir
ahlaksızlıktır. Hareketlerimi ve bunların nedenlerini anlatan
şu satırları okuduktan sonra, dün akşam o kadar bol keseden
yağdırılan suçların şiddetinden gelecekte korunmuş olacağımı
umarım. Eğer bana ait olan bu hareketleri açıklarken sizi
gücendirebilecek duygular dile getirmem gerekirse buna
ancak üzüldüğümü söyleyebilirim. Gereken ne ise
yapılmalıdır, gereğinden fazla özür dilemek saçmadır.
Hertfordshire'a gelişimden kısa bir süre sonra, başkaları gibi
ben de Bay Bingley'nin ablanızı etraftaki bütün genç
kızlardan üstün tuttuğunu fark ettim. Ama Netherfıeld'deki
dansın olduğu akşama kadar duygularının ciddi bir hal
aldığından endişe etmemiştim. Arkadaşımın daha önce de sık
aşık olduğunu gördüm. O baloda, sizinle dans etme şerefini
kazandığım sırada, Sir Wüliam'ın rastlantı eseri verdiği
bilgiden, Bingley'nin ablanıza karşı gösterdiği ilginin,
herkeste, onların evlenmeleri yönünde bir beklentiye yol
açtığım anladım. Sir Wüliam bundan, çok kesin yalnızca
zamanı kararlaştırılacak bir olay diye söz etmişti. O andan
sonra arkadaşımın hareketlerini dikkatle izledim ve Bayan
Jane Bennet'a duyduğu eğilimin onda şimdiye kadar
gördüklerimin en kuvvetlisi olduğunu anladım. Kardeşinizi de
inceledim. Görünüşü, hareketleri sade, neşeli ve çok
çekiciydi, ama arkadaşıma özel bir eğilim belirtisi
göstermiyordu. O geceki incelemeden edindiğim kanıya göre,
ablanız arkadaşımın ilgisini memnunlukla karşılamakla
beraber onun duygularına ortak olmuyor, onun ilgisini davet
etmiyordu. Eğer bu noktada siz yanilmamışsanız ben bir
hataya düşmüş olmalıyım. Kardeşinizi benden daha iyi
tanımanız, ikinci olasılığı kesinlikle güçlendiriyor. Eğer
durum böyle ise, eğer ben böyle bir yanılgı sonucu onun
ıstırap çekmesine neden olmuşsam, kızmakta haksız
değilsiniz. Yalnız şunu çekinmeden belirtmek isterim,
ablanızın yüzündeki ve tavırlarındaki tasasızlık, en keskin bir
gözlemcide bile, huyu ne kadar uysal olursa olsun, kalbine
kolay etki edilemeyeceği kanısını uyandırıyordu. Onun
arkadaşıma karşı kayıtsız olduğuna inanmaya kuşkusuz
istekliydim. Ancak, incelemeler yaparken ve kararlar
verirken, genellikle dileklerimin ve korkularımın etkisi
altında
kalmadığımı
söylemek
isterim.
Ablanızın
kayıtsızlığına, öyle olmasını istediğim için değil; tarafsız bir
kanıya dayanarak inandım. Mantığımla bunu ne kadar açık
olarak istemişsem, edindiğim kanı da o kadar açık. Benim bu
olayda karşı çıktığım noktalar, dün akşam, benim
durumumda, üstesinden gelmenin çok büyük bir çaba
gerektirdiğini
söyleyerek
saydıklarım
değildir.
Akrabalarınızın yüksek mevkide olmamasının arkadaşım için
olduğu gibi, benim için de zararı yok. Ama karşı çıkmak için
başka nedenler de vardı. Bu nedenler hâlâ var. Hâlâ iki evlilik
için de aynı derecede sakıncalı olmakla birlikte ben, bu
engelleri
sizinle
evlenmeyi
isteyebilecek
kadar
unutabildiysem bu, engeller ortadan kalktığı için değil onlarla
hemen karşılaşmayacağım içindir. Kısaca da olsa bunları
saymak gerekir. Annenizin ailesinin durumu, gerek
kendisinin, gerek üç küçük kardeşinizin saygı ve görgü
kurallarına hemen hiç aldırış etmemeleri, hatta arada sırada
babanızın da aynı şekilde davranması bunların yanında hiç
kalıyordu. Beni bağışlayın. Sizi gücendirmek bana acı
veriyor. Ama en yakın akrabalarınızın kusurlarının
uyandırdığı üzüntüye, bunların böyle göz önüne dökülmesinin
yarattığı sıkıntıya rağmen, aynı eleştirilere uğramayacak
biçimde davrandığınızı düşünmek sizin için büyük bir teselli
olsun. Sizin de, ablanızın da saygın bir görgüye ve ruha sahip
olduğunuz her zaman kabul ediliyor. O gece olup bitenlerin
iki taraf hakkındaki düşüncelerimi doğruladığını da söylemek
isterim. Çok bahtsız saydığım bir birleşmeden arkadaşımı
uzaklaştırmak için önceden duyduğum istekler güçlenmişti.
Kuşkusuz anımsadığınız gibi, Bingley ertesi günü Londra'ya
gitmişti. Benim bu işteki rolümün ne olduğunu şimdi
anlatacağım. Bay Bingley 'nin kız kardeşleri de benim kadar
endişeye düşmüşlerdi ve duygularımızın ortak olduğu çok
geçmeden ortaya çıktı. Kardeşlerini uzaklaştırmak için
kaybedecek zaman olmadığı konusunda hepimiz aynı görüşte
olduğumuz için bir an önce Londra'da ona katılmaya karar
verdik. Hemen gittik; ben de ona evlenmenin doğuracağı
belirli kötülükleri anlatmaya koyuldum. Ama bu sakıncaların
sayılıp dökülüşü arkadaşımın azmini ne kadar sarsıp
geciktirse de sonunda evlenmesine engel olmayacaktı,
sanıyorum. Bu işin bozulmasına asıl neden, bu sakıncaların,
kardeşinizin
Bingley'ye
karşı
kayıtsız
olduğunun
alçakgönüllüce sözlerle güçlendirilmesiydl Bunu hiç tereddüt
etmeden yaptım. Arkadaşım sevgisine, ablanızın aynı güçle
değilse de samimiyetle karşılık verdiğine inanıyordu. Ama
çok alçakgönüllü olduğu ve kendininkilerden çok, benim
yargılanma güvendiği için aklandığına onu inandırmak pek
güç olmadı. Bu kanıyı ona aşıladıktan sonra, Hertfordshire'a
dönmekten vazgeçirmek bir anlık bir mesele bile değildi.
Buraya kadar yaptıklarım için kendimi suçlu göremiyorum.
Bu olayda yalnızca bir hareketimi iç rahatlığıyla
düşünemiyorum; o da, ablanızın Londra'da olduğunu ondan
gizlemek için hilelere başvuracak kadar alçalmamdır. Bayan
Jane Bennet'ın geldiğinden haberim vardı. Bayan Camiine
Bingley'den öğrenmiştim, ama kardeşi hâlâ bilmiyor.
Karşılaşmalarından kötü bir sonuç çıkmaması olasıydı, ama
Bingley'nin ablanıza duyduğu aşk onunla karşılaşmasını
tehlikesiz kılacak kadar sönmemiş gibi görünüyordu. Belki bu
gizleyiş, bu yalan bana yakışmazdı. Ama oldu bir kere ve iyi
niyetle oldu. Bu konuda daha fazla söyleyeceğim söz,
dileyeceğim daha fazla özür de yok. Eğer kız kardeşinizin
kalbini yaralamışsam bunu bilmeyerek yaptım; bu
hareketimin nedenleri size doğal olarak yetersiz görünebilirse
de bence bunlar hâlâ haklı nedenlerdir. Daha ağır olan öbür
suçlamaya, Bay Wickham'a kötülük ettiğim savına gelince:
Bu suçlamayı çürütmenin tek yolu Bay Wickham'm ailem ile
ilişkisini olduğu gibi önünüze sermektir. Onun \yeni aslında
ne ile suçladığını bilmiyorum, ama size anlatacaklarımın
doğruluğuna, gerçeği söylediklerinden kuşku duyulmayacak
birden çok tanık gösterebilirim. Bay Wickham, uzun yıllar
bütün Pemberley mülkünün yönetimiyle ilgilenmiş çok saygın
bir adamın oğludur. Bu adamın görevim yaparken gösterdiği
dürüstlük üzerine kuşkusuz babamda ona yardım isteği
uyandı ve isim babası olduğu George Wickham'ı bunun için
iyiliklere, lütuflara boğdu. Ona önce okulda, daha sonra da
Cambridge'de destek oldu. Bu yardım çok önemli, çünkü
kendi babası, konsanın savurganlığı yüzünden her zaman
parasız olduğu için, ona iyi bir eğitim sağlayamayacaktı.
Babam, tavırları çok çekici olan bu gencin yalnız sohbetinden
hoşlanmakla kalmıyor, aynı zamanda ona çok değer veriyordu
ve papazlık yapacağı yeri umduğundan çok önce hazırladı.
Bana gelince; Bay George Wickham hakkındaki olumlu
fikirlerimin değişmesinin üstünden uzun yıllar geçti. En iyi
dostundan bile gizlemeye dikkat ettiği çapkınlığı ve ilkesizliği
kendisi ile hemen aynı yaşta ve onu düşünceli davranmadığı
anlarda da görme fırsatlarına sahip olan bir gencin gözünden
kaçamazdı. Ama babam Bay Darcy'nin bunları bilmesine
imkân yoktu. Burada da gene size ıstırap vereceğim bunun
derecesini ancak siz bilebilirsiniz. Bay Wickham'ın
uyandırdığı duygular ne olursa olsun bu duyguların
içyüzünden kuşkulanmak benim bu gencin gerçek karakterini
açığa vurmamı engelleyemez, aksine beni böyle davranmaya
iter.
Mükemmel bir insan olan babam beş yıl kadar önce öldü.
Bay Wickham'a olan bağlılığı son dakikaya kadar hâlâ çok
güçlüydü, vasiyetnamesinde bu gencin papazlık rütbesini
aldığı takdirde ilk boşalan papazlığa atanmasını bana vasiyet
ediyor, aynı zamanda ona bin sterlin bırakıyordu. Onun
babası da çok yaşamadı. Bu olaylardan sonra altı ay
geçmeden Bay Wickham bana bir mektup yazarak, sonunda
papazlık rütbesi almaktan vazgeçtiğini bildirdi ve
yararlanamayacağı papazlık ödentisine karşılık, daha erken
bir parasal yarar görme ümidini akılcı bulacağımı umduğunu
belirtti. Bay Wickham mektubunda, hukuk eğitimi alacağını
ekliyor, bin sterlinin faizinin bu eğitim için yetmeyeceğine
dikkatimi çekiyordu. Samimi olduğuna inanmadımsa da
inanmak istedim ve teklifini kabul ettim. Bay Wickham'ın
papaz olmaması gerektiğini biliyordum. Bu nedenle sorun
hemen çözüldü. Kilisede her türlü hak iddiasından vazgeçti ve
buna karşılık üç bin sterlin aldı. Böylece aramızdaki bütün
bağlar kopmuştu. Hakkında edindiğim fikirler o kadar
kötüydü ki, onu hiç Pemberley'ye çağırmadım ve Londra'da
da kendisiyle arkadaşlık etmedim. Öyle sanıyorum ki
çoğunlukla Londra'da kalıyordu; ama hukuk eğitimi aldığı
uydurmacadan başka bir şey değildi. Artık her türlü
sınırlamadan uzak olduğu için tam bir serseri ve zampara
hayatı sürüyordu. Üç yıl kadar, ondan pek az haber aldım.
Ama daha önce yerine onun geçmesini düşündüğümüz köy
papazının ölmesi üzerine bana mektupla başvurarak kendisini
tavsiye etmemi diledi, beni durumunun çok kötü olduğuna
inandırmaya çalışıyordu, buna inanmak benim için zor değildi
Bay Wickham mektubunda yazdığına göre hukuk eğitimini
pek yararsız bulmuş, kendisini adı geçen papazlığa önerirsem
papaz olmaya kesin karar vermiş: Buraya atanacak başka
birisini bulamayacağımdan, bu nedenle dileğini yerine
getireceğimden pek az kuşkusu varmış, sonra sevgili babamın
vasiyetini herhalde unutmuş olamazmışım. Bu dileği
reddettiğim ve tekrarlanmasını önlediğim için beni
suçlayamazsınız. Bay Wickham'ın durumunun darlığı
oranında agfesifliği de artıyordu ve bana ne kadar şiddetli
sitemlerde bulunuyorsa etrafa da aleyhimde o kadar şiddetli
bir dil kullanıyordu. İş bu dereceye geldikten sonra, artık
birbirimizle
bağımızı
kopardık.
Nasıl
yaşadığını
bilmiyordum. Ama geçen yaz, gene çok ıstırap verici bir
şekilde onunla uğraşmak zorunda kaldım. Şimdi size benim
bile unutmak istediğim bir şeyi, bugünkü durum olmasaydı
mümkün değil kimseye açmayacağım bir durumu
anlatacağım. Bu kadarını söyledikten sonra artık size
güvenebileceğime kuşkum yok. Benden on yaştan fazla küçük
olan kız kardeşim, annemin yeğeni Fitzwilliam'ın ve benim
vasiliğimize bırakılmıştı. Bir yıl kadar önce onu okuldan aldık
ve Londra'da kendisi için bir apartman katı tuttuk. Geçen yaz
kardeşim, bu katın yönetimiyle ilgilenecek olan bayan ile
birlikte Ramsgate'e gitti. Bay Wickham da oraya gitti ki,
bunun planlı bir hareket olduğuna kuşku yok, çünkü sonradan
ortaya çıktığına göre, karakterinde pek acıklı bir şekilde
aldandığımız Bayan Younge ile aralarında bir tanışıklık vardı.
Bu bayanın göz yumması ve yardımı ile, Bay Wickham,
şefkatli kalbinde, çocukluğu sırasında ona iyi davranan bu
gencin kuvvetle anısını saklayan kardeşimi aldattı; kendisine
âşık olduğuna inandırarak beraber kaçmaları için onu ikna
etti. Kardeşim o zaman on beş yaşındaydı, bu, onun mazur
görülmesine yeter. Onun bu düşüncesizliğini anlattıktan
sonra, bu tasarıyı ben gene onun ağzından duyduğumu
eklemekten mutluluk duyacağım. Kaçmayı kararlaştırdıkları
tarihten bir iki gün önce, sürpriz bir şekilde ansızın Londra'ya
gitmiştim. Georgiana, adeta bir baba bildiği ağabeyini
kederlendirmeyi aklına bile getirmeyerek bana her şeyi
anlattı. Neler hissettiğimi ve nasıl hareket ettiğimi hayalinize
getirebilirsiniz. Kardeşimin şerefini ve hislerini düşünerek bu
işi gizli tuttum; ama oradan hemen kaçan Bay Wickham'a bir
mektup yazdım ve tabii Bayan Younge'a da yol verdim. Bay
Wickham'ın başlıca hedefi kuşkusuz kız kardeşimin otuz bin
sterlinlik servetiydi; ama benden intikam alma ümidinin de
bunda kuvvetli bir etkisi olduğunu sanmamak elimden
gelmiyor. Gerçekten bu tam anlamıyla bir intikam olacaktı.
İşte, sayın bayan, ikimizi de ilgilendiren bütün olayların
gerçek hikâyesi budur. Eğer bunu yalan diyerek silkip
atmazsanız, umarım, bundan böyle beni, Bay Wickham'a
karşı zalimce davranarak işlediğim suçla ilgili olarak
bağışlayacaksınız. Size ne yolla, nasıl yalanlarla etki ettiğini
bilmiyorum; ama başarı kazanmış olmasına şaşmıyorum,
çünkü ikimiz hakkında daha önceleri hiçbir şey
bilmiyordunuz.
Soruşturmaya
girişmek
gücünüzün
dışındaydı, kesinlikle kuşkulanmak da istememiştiniz. Belki
bütün bunların size neden dün akşam söylenmediğine
şaşıyorsunuzdur. Ama o sırada nelerin söylenip nelerin
söylenmemesi gerektiğini kestirecek kadar kendime hâkim
değildim. Burada anlattıklarımın hepsinin doğruluğuna
özellikle Albay Fitzmilliam'ı şahit gösterebilirim. Yakın
akrabalığımız, sıkı ve candan dostluğumuzdan ve bunların
hepsinden önemlisi, babamın vasiyetnamesinin yerine
getirilmesiyle uğraşanlardan biri olduğundan, bu işleri ister
istemez bütün incelikleriyle bilmektedir. Eğer bana karşı
nefretiniz söylediklerimin değerini sıfıra indiriyorsa,
kuzenimin bilgisine başvurmanızda sakınca söz konusu
olamaz. Onun fikrini almaya imkân bulabilmeniz için bu
mektubu size öğleden önce verme fırsatını arayacağım.
Sözlerime ekleyeceğim tek bir şey var: Tanrı sizi korusun.
Fitzwüliam Darcy"
XXXVI
Bay Darcy ona mektubu verdiği zaman Elizabeth evlenme
teklifinin yenileneceğini ummamış, ama bu çeşit
açıklamalarla karşılaşacağı da hiç aklına gelmemişti. Durum
böyle olunca bunları nasıl bir merakla okuduğu, nasıl
birbirleriyle çelişkili duygulara kapıldığı tahmin edilebilir.
Gözleri satırlarda dolaşırken duyduğu hisler tam olarak tarif
edilemezdi. Bay Darcy'nin özür dilemeyi istemiş olmasına
Elizabeth hayret ediyordu. Genç adamın yapacağı
açıklamanın, biraz olsun utanma nedir bilen bir kimsenin
gizlemek isteyeceği türden olacağına kesinlikle inanmıştı.
Netherfield'de olanları anlatan satırları okumaya başlarken
işte böyle kuvvetli bir önyargının etkisi altındaydı. Öyle bir
heyecanla okuyordu ki okuduklarını anlayamıyor, bir sonraki
cümlede ne olduğunu öğrenmek için gösterdiği sabırsızlıktan
gözlerinin önündeki cümleye bakamıyordu. Bay Darcy'nin
ablasının tasasızlığı hakkındaki kanısına Elizabeth hemen
yanlış damgasını vurdu ve Bingley ile Jane'in evlenmesindeki
gerçek ve kötü bir ifadeyle karşı çıkma nedenlerini anlatışı,
genç kızı içinde ona karşı adil davranmak için herhangi bir
istek bırakmayacak kadar çok öfkelendirdi. Darcy, yaptıkları
için pişmanlık duyduğunu söylemiyordu ki; bu da Elizabeth'in
ondan beklediği tutumdu. Üslubuna pişmanlık değil, küstahlık
hâkimdi. Mektup baştan aşağı kibirli ve küstah bir ifade
taşıyordu. Ama Netherfield konusu bitip de sıra Bay
Wickham'la ilgili anlattıklarına gelince, Bay Wickham
hakkındaki bütün iyi düşüncelerini bir kenara bırakmasını
gerektiren olayları biraz daha dikkatle okuyunca, duygulan
daha acı verici ve anlatılmaz bir hal aldı. Bu satırlarla,
Wickham'ın hayatı hakkında kendi ağzından dinledikleri
arasında korkunç bir yakınlık vardı. Şaşkınlık, korku ve
hatta dehşet duygularıyla ezildi. Hepsini yalanlamak isteğiyle
tekrar tekrar, "Yalan olmalı bu! Olamaz! Küstahça
uydurulmuş bir yalan!" diye bağırdı. Bütün mektubu okuyup
bitirince, son sayfalardan hiçbir şey anlamaksızın mektubu
acele katlayıp çantasına koydu, bu mektuba önem
vermeyecek, bir daha açıp okumayacaktı.
Bu kafa karışıklığı ve doğru dürüst bir şey düşünemeden
yürümeye devam etti. Fakat olmadı. Yarım dakika geçmeden
mektup yine açılmış ve genç kız elinden geldiğince kendini
toplayarak Wickham hakkındaki satırları tekrar okumaya
başlamıştı. Kendisi için pek üzücü olan bu işi yaparken, her
cümlenin anlamını incelemeye kendini zorlayacak kadar
kuvvet buldu. Pemberley ailesiyle olan ilişkisi, baba
Darcy'nin yaptığı iyilikler bu derece büyük olduğunu
bilmemekle birlikteWickham'ın daha önce anlattıklarıyla
uyuşuyordu. Ama sıra vasiyete gelince büyük bir fark ortaya
çıkıyordu.
Wickham'ın
papazlık
hakkındaki
sözleri
hafızasında çok canlıydı ve bu sözleri hatırladıkça iki taraftan
birinin büyük bir ikiyüzlülük ettiğini hissetmemek mümkün
değildi. Birkaç dakika için dileklerinde yanılmadığmı
düşünerek sevindi, ama mektubu tekrar ve büyük bir dikkatle
okudu; Wickham'ın kiliseyle ilgili her türlü hakkından
vazgeçmesine karşılık üç bin sterlin gibi önemli bir para
almasını izleyen olayların ayrıntılı anlatımı genç kızın ister
istemez kuşkuya düşmesine yol açtı. Mektubu kapadı,
durumu tarafsız olmaya çalışarak tarttı, iki gencin sözlerini
ayrı ayrı düşündü, ama gene de işin içinden çıkamadı. Her iki
taraf da sadece iddialarda bulunuyordu. Mektubu gene okudu.
Bay Darcy'nin hareketinin çok utanılır niteliğinden hiçbir
şekilde kurtulmasının mümkün olmadığına inandığı bu konu,
ne tuhaf ki onun tamamıyla suçsuz olabileceği bir şekil
alabiliyordu. Bay Darcy'nin Wickham'ı hiç duraksamadan
suçladığı serserilik ve çapkınlık kızın havsalasına sığmıyor,
bu suçların haksız yere yöneltildiğine dair bir kanıt
bulamamak onu büsbütün şaşırtıyordu. Bay Wickham'ın ... ili
alayına katılmadan önceki hayatı hakkında, bu alaya,
Londra'da tesadüfen karşılaşıp şöyle böyle arkadaş olduğu
genç bir adamın tavsiyesiyle girdiği dışında da hiçbir şey
bilmiyordu. Ondan önceki hayatına dair Hertfordshire'da,
kendi anlattıkları dışında da hiçbir şey bilmiyordu. Gerçek
karakterini anlamak için araştırma yapabilecek durumda
olsaydı bile bunu yapma gereğini duymayacaktı. Yüzü, sesi
ve tavırları her türlü meziyete sahip bir genç diye tanınmasına
yetmişti. Onu, Bay Darcy'nin saldırılarından koruyacak
herhangi bir yüce gönüllülüğünü veya hiç değilse Bay
Darcy'nin yıllarca süren kötülük ve avarelik yıllan diye
tanımladığı, fakat Bay Wickham'm gelip geçici hatalar
sınıfına sokmaya çalıştığı zamanların kefareti sayılabilecek
üstün bir meziyetini hatırlamaya çalıştı. Fakat başaramadı.
Onu tavır ve hareketlerindeki bütün çekiciliğiyle gözünün
önünde canlandırabiliyor, fakat çevrenin genellikle edindiği
iyi fikirden, karargâhta hoşsohbetliğinin kazandırdığı
itibardan başka bir şey hatırlayamıyordu. Bu nokta üzerinde
bir hayli durduktan sonra okumaya devam etti. Ne yazık ki,
Bay Wickham'ın Georgiana Darcy için kurduğu tuzağın
hikâyesi, daha bir gün önce sabahleyin Albay Fitzwilliam ile
arasında geçen konuşma ile doğrulanmış sayılabilirdi.
Sonunda her konuda bizzat Albay Fitzvvilliam'dan açıklama
istemeye davet ediliyordu, kuzeninin bütün olaylarıyla
yakından ilgilendiğini kendi ağzından duyduğu ve
karakterinden kuşkulanmasına bir neden olmayan albaydan.
Bir an ona başvurmaya karar verdi, ama bunun çok tuhaf
kaçacağını düşünerek duraksadı. Bay Darcy kuzeninin
doğrulayacağından emin olmasaydı zaten böyle bir teklif
yapmazdı. Bu düşünce Elizabeth'i Albay Fitzwilliam ile
görüşmekten büsbütün vazgeçirdi.
Bay Philips'lerde görüştükleri ilk gece Bay Wickham ile
arasında geçen her şeyi çok iyi hatırlıyordu. Kullandığı
deyimlerin birçoğu hâlâ aklındaydı. Bu sözlerin bir yabancıya
anlatılmasındaki uygunsuzluğun ancak şimdi farkına varıyor,
bunun daha önce dikkatinden kaçmış olmasına şaşıyordu.
Özel işlerini böyle ortaya dökmesindeki kabalığı ve sözleriyle
hareketlerinin birbirini tutmadığını da görüyordu. Bay
Wickham'ın Bay Darcy'yle karşılaşmaktan korkmadığını,
onun isterse ülkeden çıkıp gidebileceğini, ama kendisinin
ondan bir adım bile uzaklaşma gereğini duymadığını
söyleyerek böbürlendiğini, ama böyle olduğu halde daha bir
hafta sonra Netherfîeld balosuna gitmekten kaçındığını
hatırlıyordu. Ayrıca Netherfield ailesi Londra'ya gitmeden
önce Bay Wickham'ın hayatını kendisinden başka kimseye
anlatmadığını, fakat onlar gittikten sonra bu konunun her
yerde konuşulmaya başlandığını da hatırladı. Babasına karşı
duyduğu saygının kendisini Bay Darcy'yi herkesin önünde
küçültmekten alıkoyduğunu Elizabeth'e kesin olarak söylediği
halde, aradan fazla zaman geçmeden aynı Bay Darcy'yi hiç
duraksamadan, hiç çekinmeden yerin dibine sokmuştu.
Onunla ilgili her şey şimdi nasıl bambaşka bir anlama
bürünüyordu! Bayan King'e gösterdiği ilgiye de sadece ve
sadece iğrenç para sevgisinden başka bir ad verilemezdi. Bu
kızın servetinin az oluşu da Wickham'ın isteklerinin ölçülü
olmasından değildi, ne bulursa onu kapmak isteyişinin
kanıtıydı. Kendisine karşı davranışında da hoş görülür bir yan
olamazdı: Ya serveti hakkında yanlış bilgi edinmişti yahut da
Elizabeth onu beğendiğini çok düşüncesizce belli etmiş ve hiç
düşünüp taşınmadan gösterdiği yakınlığı körükleyerek kendi
gururunu tatmin etmişti. Genç kızın aklındaki düşünceler Bay
Wickham'ı temize çıkarmak için şimdi daha az mücadele
etmeye başlamıştı. Sonra Jane aylarca önce bu işten Bay
Bingley'ye söz ettiği zaman Bay Darcy'nin hiçbir suçu
olmadığı cevabını almıştı. Elizabeth bunu Darcy'nin lehinde
bir nokta olarak hatırladı. Elizabeth onları bir araya getiren ve
böylece kendisinin Bay Darcy'nin bazı özelliklerini
öğrenmesine fırsat veren tanışıklıkları süresince bu genç
adamın ilkesiz, adaletsiz veya ahlaksızlık sayılacak tarafları
bulunduğuna dair bir şey görmemişti. Bay Darcy kendi
yakınları arasında sayılıyor, ona değer veriliyordu. İyi bir
ağabey olduğunu Wickham da kabul etmişti. Kız kardeşinden
büyük bir sevecenlikle söz ettiğini Elizabeth birçok kez kendi
kulağıyla duymuştu ve bu onun sevme yeteneğinin kanıtıydı;
duygulan da Wickham'ın anlattığı gibi olsa, hakkının bu kadar
açıkça çiğnenmesi kimsenin gözünden kaçamaz, Darcy bu
kadar kötü biri olsa her şeyden önce Bay Bingley gibi sevimli
bir adamla dostluk edemezdi. Evet, bütün bunlar birer
gerçekti. Genç kız kendi kendinden tam anlamıyla
utanıyordu. Darcy'yi ve Wickham'ı her düşündüğünde gözü
kör, taraflı, önyargılı ve saçma sapan davrandığını
hissediyordu. "Ne alçakça hareket etmişim!" diye hayıflandı.
"Ben ki hep iyi ile kötüyü birbirinden ayırma yeteneğimle
gururlanırdım! Ben ki, çoğu kez ablamın yüce gönüllülüğünü
ve açıksözlülüğünü küçümser, kendi bilgiçliğimle yararsız ve
ayıplanacak bir güvensizlikle övünmekten memnunluk
duyardım! Ne küçültücü bir keşif! Ama bu küçülmeyi hak
ettim ben. Âşık olsaydım bu kadar kör olamazdım. Fakat
benim budalalığım aşktan değil, kendimi beğenmişlikten.
Daha yeni tanıştığım birinin beni başkalarına tercih
etmesinden duyduğum memnunlukla, diğerinin reddetmesine
karşı hissettiğim güceniklikle bu iki genç konusunda
hislerimle hareket ettim, cahillik yapmakta inat ettim,
mantıktan uzaklaştım. Bu ana kadar ben kendi kendimi bile
tanımıyormuşum."
Düşünceleri kendinden Jane'e, Jane'den Bingley'ye gidip
geliyordu. Çok geçmeden Bay Darcy'nin bu konuda
anlattıklarını yeterli bulmadığından mektubu bir daha okudu.
Bu ikinci okuyuş bambaşka bir etki yaratmıştı. Wickham
konusunda doğruluğunu kabul etme zorunluluğunu hissettiği
iddiaları Jane konusunda nasıl reddederdi? Bay Darcy
ablasının
bağlılığından
kuşkulandığını
söylüyordu;
Charlotte'un da aynı düşüncede olduğunu Elizabeth ister
istemez hatırladı. Darcy'nin Jane'in duygularını tanımlarken
haklı olduğunu da yadsımıyordu. Öyle hissediyordu ki Jane,
duygulan çok ateşli olduğu halde bunları pek az gösteriyordu
ve havasında ve tavırlannda çoğu zaman derin bir duygusallık
ile uyuşmayan bir serinkanlılık vardı.
Ailesinin pek can sıkıcı, ama haklı bir küçümsemeyle
tanımlandığı kısma gelince şiddetli bir utanç duydu.
Darcy'nin ileri sürdüğü kusurlar, inkâr edemeyeceği bir
kuvvetle yüzüne çarpıyordu. Hem, Netherfleld balosunda
yaşanan ve Bay Darcy'nin Jane ile Bingley'nin evlenmesine
karşı çıkma nedenlerini kuvvetlendirdiğini ima ettiği olaylar,
genç adamın kafasında Elizabeth'inkinden daha güçlü bir etki
yapamazdı. Genç kız bu arada kendine ve ablasına yöneltilen
övgülerden çok hoşlanmıştı. Gene de bu övgüler ailenin diğer
aile fertlerinin uyandırdığı aşağılık duygusundan ötürü
duyduğu sıkıntıyı biraz olsun yatıştırmasına rağmen
gideremedi. Jane'in uğradığı hayal kırıklığına aslında en yakın
akrabalarının neden olduğunu, bunların ölçüsüz hareketlerinin
hem ablasına hem de kendine itibarlanndan çok şey
kaybettireceğini düşündükçe (o zamana kadar) hiç
hissetmediği derin bir karamsarlığa kapıldı.
Yolda iki saat kadar bir aşağı bir yukarı dolaştıktan, her
türlü düşünceyi denedikten, olayları tekrar değerlendirdikten,
olasılıkların üzerinde durduktan ve bu kadar ani, bu kadar
önemli bir değişikliğe kendini mümkün olduğu kadar
alıştırmaya çalıştıktan sonra, hissettiği yorgunluk ve evden
çıkalı çok olduğunu hatırlamayınca nihayet eve dönmesi
gerektiğini düşündü. Her zamanki gibi neşeli görünme isteği
ve konuşma hevesini kıracak sıkıntılı düşünceleri dağıtma
kararıyla içeri girdi.
Rosings Köşkü'nden iki beyefendinin de kendisi evde
yokken misafirliğe geldiğini hemen haber verdiler. Bay Darcy
veda etmek için sadece birkaç dakika durmuş, ama
Fitzwilliam en az bir saat oturup Elizabeth'in dönmesini
beklemişti; az daha onu buluncaya kadar çıkıp parkta
dolaşacaktı. Elizabeth, onunla vedalaşamadığına üzülmüş gibi
görünse de, aslında buna sevinmişti. Artık Albay Fitzwilliam
umurunda değildi, yalnızca mektubu düşünüyordu.
XXXVII
İki kuzen ertesi sabah Rosings'den ayrıldılar. Onlara son
bir kez veda etmek için bekçi kulübelerinin yakınlarında
bekleyen Bay Collins, her ikisinin de çok sağlıklı ve
Rosings'de yaşanan kederli ayrılık sahnesinden sonra
olabileceği kadar neşeli oldukları müjdesini evdekilere getirdi
ve sonra da Leydi Catherine ile kızını teselli etmek için
hemen Rosings'e koştu. Dönüşünde sayın leydiden,
iletmekten büyük bir memnunluk duyduğu bir haber getirmiş,
leydinin çok sıkıldığı için hepsinin o gece yemeği Rosings'de
yemelerini istediğini bildirmişti.
Elizabeth, Leydi Catherine'i görünce, ister istemez eğer
Bay Darcy'yi reddetmeseydi şimdi ona gelecekteki yeğeni
diye tanıtılacağını düşündü. Buna sayın leydinin ne kadar
öfkeleneceğini düşünürken de gülümsemekten kendini
alamıyordu. Kendi kendine, "Acaba bu işe ne derdi? Bana
karşı nasıl davranırdı?" diye sorup duruyordu.
İlk konuşma Rosings'in tenhalaştığı konusunda oldu.
Leydi Catherine, "İnanın bana, çok kötü oldum," dedi. "Öyle
zannediyorum ki dostlarının yokluğu kimseye bana olduğu
kadar dokunmaz. Üstelik bu iki gence çok düşkünüm ve
onların da bana çok düşkün olduklarını biliyorum! Giderken
pek kederliydiler! Hep böyle olurlar. Albaycığım son
dakikaya kadar neşesini koruyabildi, ama Darcy, ayrılık
acısını geçen yıldan daha derin duymuşa benziyordu.
Rosings'e bağlılığı kuşkusuz giderek artıyor."
Burada Bay Collins, anne ile kızın gülümseyerek karşılık
verme lütfunu gösterdikleri bir iltifat ve bir nükte savurdu.
Yemekten sonra Leydi Catherine, Elizabeth Bennet'ın
neşesiz göründüğüne işaret etti ve hemen bunu genç kızın bu
kadar kısa zamanda Longbourn'a dönmek istemediği şeklinde
yorumlayarak:
"Eğer neden bu ise, annenize yazarak biraz daha kalmak
için
izin
istemelisiniz.
Bayan
Charlotte
Collins
arkadaşlığınızdan eminim çok memnun olacaktır," dedi. ,
Elizabeth, "Nazik davetiniz için size çok minnettarım sayın
leydim," diye cevap verdi. "Fakat bunu kabul etmeme
imkân'yok. Gelecek cumartesiye Londra'da bulunmalıyım."
"Ama o zaman burada yalnızca altı hafta kalmış olacaksınız.
Ben iki ay kalacağınızı umuyordum. Siz daha gelmeden önce
Bayan Collins'e söylemiştim. Bu kadar çabuk gitmeniz için
herhangi bir neden olamaz. Kuşkusuz Bayan Bennet sizsiz on
beş gün daha yapabilir." "Ama babam yapamaz. Geçen
haftaki mektubunda bir an önce dönmemi söylüyordu."
"Anneniz izin verdikten sonra, babanız da kesinlikle izin
verir. Kız çocukları baba için hiçbir zaman o kadar önemli
değildir. Eğer burada bir ay daha kalırsanız, haziranın başında
bir haftalığına Londra'ya gideceğimden ikinizden birini
götürebilirim. Dawson kupa arabayla gidilmesine itiraz
etmediği için birinizi alabilecek yer olacak. Hatta hava serin
olursa, ikinizi birden almakta sakınca görmem, çünkü ikiniz
de şişman olmadığınızdan sığabilirsiniz." "Çok iyisiniz,
efendim, fakat asıl programımıza bağlı kalmak zorunda
olduğumuzu sanıyorum."
Leydi Catherine ısrar etmekten vazgeçmiş görünüyordu.
"Bayan
Collins,
giderken
yanlarında
bir
uşak
göndermelisiniz. Biliyorsunuz, her zaman düşündüğümü
açıkça söylerim; iki genç kızın yalnız başlarına posta
arabasıyla yolculuk etmeleri dünyada en çok nefret ettiğim
şeydir. Çok yakışıksız bir şey. Ne yapıp edip yanlarına birini
vermelisiniz. Genç kızlar daima seviyelerine göre iyi
korunmalı ve iyi bakılmalıdır. Geçen yaz yeğenim Georgiana,
Ramsgate'e gittiği zaman, beraberinde iki erkek uşağın
bulunması için üsteledim. Pemberley malikânesinin sahipleri
Bay Darcy ve Leydi Anne'in kızı Bayan Georgiana Darcy'nin
başka türlü yolculuk yapması yakışık almazdı. Ben bu gibi
şeylere çok dikkat ederim. Bayan Collins, John'u bu genç
bayanlarla yollamaksınız. Bunu söylemeyi akıl etmeme
sevindim; çünkü onları yalnız göndermek gerçekten sizin
şanınıza yaraşmaz."
Elizabeth, "Dayım bizim için bir uşak gönderecek," dedi.
"Ah! Dayınız! Bir uşağı var öyle mi! Bu gibi şeyleri
düşünen bir kimseniz olduğuna sevindim. Atlan nerede
değiştireceksiniz? Ah! Bromley'de tabii ki. Bell'de benden söz
ederseniz, size çok iyi bakarlar."
Leydi Catherine yolculuk hakkında daha başka birçok
soru sordu ve bunlann hepsinin cevabını yalnızca kendisi
vermediği için onu dikkatle dinlemek gerekiyordu. Bu
Elizabeth için bir şanstı; çünkü kafası o kadar doluydu ki,
kendini böyle zorlamak durumunda olmasa belki de nerede
olduğunu unutacaktı. Ama düşünmeyi yalnız olduğu saatlere
saklamak gerekti. Elizabeth ne zaman yalnız kalsa rahat bir
nefes alarak düşüncelere dalardı. Böylece tek bir gün
geçmezdi ki, yalnız başına yürüyüşe çıkıp da tatsız anılara
dalarak kendinden geçmesin.
Bay Darcy'nin mektubunu neredeyse ezberlemiş, her
cümleyi incelemişti ve mektubun yazanna karşı duygulan hef
okuyuşta değişiyordu. Konuşurken takındığı tavrı hatırlayınca
hâlâ şiddetli bir öfke duyuyordu, ama ona ne kadar haksız
yere hakaret ettiğini ve suç yüklediğini düşündükçe öfkesi
kendine yöneliyordu ve genç adamın hayal kınklığına
uğrayan duygulan Elizabeth'in şefkat hislerini uyandınyordu.
Bay Darcy'nin aşkı, minnettarlık ve saygı uyandınyordu; ama
genç kız onu her açıdan haklı bulmuyor, ne onu reddettiği için
pişmanlık duyuyor ne de onu görmeye en ufak bir eğilim
hissediyordu. Ancak, kendi yaptıklannı düşününce hep can
sıkıntısı ve pişmanlık duyuyor, ailesinin üzücü hataları da ayrı
bir acı veriyordu. Çünkü onlan düzeltebileceğinden hiç
umudu yoktu. Onlara ancak gülerek katlanabilen babalan
küçük kızlannın çılgınca hafifliklerini kontrol altına almaya
uğraşacağa benzemiyor ve tavırlan aslında ölçüsüz olan
annesi de bunun kötülüğünün farkına yaramıyordu. Elizabeth,
Jane ile birlikte çoğu zaman Catherine ve Lydia'nın
düşüncesizliklerine
gem
vurmaya
çalışmıştı,
ama
annelerinden yüz bulan bu küçük kızları yola getirme
konusunda şansları olabilir miydi? Zayıf karakterli, alıngan ve
baştan aşağıya Lydia'nın etkisi altında olan Catherine
ablasının öğütlerine hiç aldırış etmezdi. Dediğim dedik ve
hoppa bir kız olan Lydia da onları hiç dinlemezdi. İkisi de
cahil, tembel ve kendilerini beğenmiş kızlardı. Meryton'da
subaylar oldukça bu iki genç kız hep onlarla flört edeceklerdi
ve Meryton da Longbourn'a bu kadar yakın oldukça oraya her
vakit yürüyüş yapacaklardı.
Jane için duyduğu endişe ayrı bir dertti ve Bay Darcy'nin
anlattıkları Bingley'yi gözünde gene eskisi gibi yükselttikten
sonra Jane'in ne değerli bir insan kaybettiğini daha acı
hissetmeye başlamıştı. Bingley'nin sevgisinde samimi olduğu
kanıtlanmış; hareketleri, arkadaşına karşı beslediği güven
kusur sayılmazsa, her türlü suçtan aklanmıştı. Her bakımdan
bu kadar çok istenen, bu kadar uygun olan ve bu kadar
mutluluk vaat eden bir durum varken Jane'in kendi ailesinin
saçmalıkları, yol yordam bilmezliği yüzünden bunlardan
yoksun kalması ne acıydı! Bu düşüncelere Wickham'ın
karakteri hakkında öğrendikleri de katılınca Elizabeth'in
hemen hiç sönmeyen neşesinin kaçtığına ve şen görünmeye
bile imkân olmadığına inanmak kolaydı.
Elizabeth'in misafirliğinin son haftasında Rosings'e ilk
haftadaki kadar sık davet edildiler. Son geceyi de orada
geçirdiler; sayın leydi yolculukları hakkında gene inceden
inceye sorular sordu, valiz hazırlamanın en iyi yollarını
öğretti ve elbiseleri usulünce yerleştirme konusunda o kadar
sıkı tembihlerde bulundu ki; eve gelince Mana kendini, bütün
sabah hazırlamakla uğraştığı valizlerini açarak elbiselerini
yeniden yerleştirmek zorunda hissetti. Ayrılırken Leydi
Catherine, iki genç kıza büyük bir alçakgönüllülük göstererek
iyi yolculuklar diledi ve onları ertesi yıl tekrar Hunsford'a
davet etti; kızı ise reverans yapma ve onlara elini uzatma
zahmetine katlandı.
XXXVIII
Cumartesi sabahı Elizabeth ile Bay Collins kahvaltıya
herkesten biraz önce inmişlerdi ve genç adam fırsattan
yararlanarak, vedalaşırken söylenmesini gerekli saydığı nazik
cümleleri sıralamaya başladı:
"Bize gelmekle gösterdiğiniz lütfa karşı hissettiklerini
Bayan Collins size ifade etme şansını buldu mu bilmiyorum
Bayan Elizabeth, fakat ayrılmadan önce bu teşekkürleri
kendisinden duyacağınızdan eminim. İnanın, arkadaşlığınız
bize büyük zevk verdi. Yoksul yuvamızın kimseyi
heveslendirecek tarafı olmadığını biliyoruz. Sade yaşayışımız,
küçük odalarımız, sayısı birkaç taneyi aşmayan hizmetçi ve
uşaklarımız, pek az gezip dolaşmamız, Hunsford'u sizin gibi
genç bir bayanın gözünde herhalde sıkıcı hale getirmiştir.
Fakat gösterdiğiniz alçakgönüllülük için size minnet
duyduğumuza ve zamanınızı tatsız geçirmenizi önlemek adına
elimizden geleni yaptığımıza inanacağınızı umarız."
Elizabeth de ona candan teşekkür etti ve misafirliğinden
çok memnun olduğunu söyledi. Altı haftayı büyük bir zevkle
geçirdiğini, Charlotte ile bir arada bulunmanın verdiği haz ve
gördüğü yakınlık dolayısıyla asıl kendisinin minnet
duyduğunu belirtti. Bu sözlerden çok hoşlanan Bay Collins
daha geniş gülümsemeler saçan bir ciddiyetle cevap verdi:
"Zamanınızı tatsız geçirmediğinizi duymak bana büyük bir
zevk veriyor. Kuşkusuz elimizden geleni yaptık ve şans eseri
sizi pek yüksek bir çevreye sokacak durumda bulunduğumuz
ve Rosings ile ilişkilerimiz sayesinde yoksul evimizin
birbirine benzeyen günlerinde sık değişiklikler yapabildiğimiz
için Hunsford'daki misafirliğinizin bütünüyle sıkıcı
geçmediğine inanarak övünebiliriz. Leydi Catherine'in
ailesiyle ilişkimiz pek az kimseye nasip olabilen eşsiz bir
nimettir. Bize nasıl itibar edildiğini, Rosings'e nasıl sürekli
çağırıldığımızı görüyorsunuz. Aslında, bu gösterişsiz papaz
evinin bütün elverişsizliklerine rağmen, içinde oturanlar
Rosings köşkü ile bizim gibi içli dışlı oldukça, acınacak
durumda sayılamazlar kanısındayım." Genç adamın övünmesi
kelimelere sığamıyordu. Bu nedenle Elizabeth nezaketle
gerçeği birkaç kısa cümle içinde birleştirmeye çalışırken Bay
Collins konuşmasına odada dolaşarak devam etti.
"Gerçekten, Hertfordshire'da durumumuz hakkında
olumlu bir rapor verebileceksiniz, sevgili kuzenim. En
azından bunu yapabileceğinizi düşünerek seviniyorum. Leydi
Catherine'in Bayan Collins'e gösterdiği ilgiye günbegün tanık
oldunuz ve toptan düşünülünce arkadaşınızın evlenmekte pek
talihsiz bir karar verme... Fakat bu konuda bir şey
söylememek belki de daha iyi. Yalnız izninizle, sevgili Bayan
Elizabeth, evlilikte sizin de aynı mutluluğa kavuşmanızı
yürekten dilediğime inanın. Charlotte'cuğumla benim
fikirlerimiz ve düşüncelerimiz bir, aramızda her bakımdan
şaşılacak bir karakter ve kafa benzerliği var. Belli ki
birbirimiz için yaratılmışız."
Elizabeth, bu şekilde anlaşabilfnenin büyük bir mutluluk
olduğunu belirtirken yalan söylemiyordu ve evlerini de pek
rahat bulduğunu aynı içtenlikle ekledi. Yine de, bütün bu
mutluluğun kaynağı olan bayanın içeri girmesi üzerine
sözünün kesilmesine üzüldüğü söylenemezdi. Zavallı
Charlotte! Onu böyle insanlar arasında bırakmak ne acıklıydı!
Ama bunu kendisi bile bile istemişti; şimdi de misafirlerinin
gideceğine üzüldüğü ortada olsa da, kendini acındırmaya
çalışır gibi bir hali yoktu. Evi, ev işleri, cemaat sorunları,
kümes hayvanlarıyla uğraşmak henüz çekiciliklerini
kaybetmemişlerdi.
Sonunda araba geldi, valizler bağlandı, paketler
yerleştirildi ve her şeyin hazır olduğu bildirildi. Arkadaşlar
birbirinden sevgi gösterileri ile ayrıldıktan sonra Bay Collins,
Elizabeth'i arabaya kadar geçirdi ve bahçe yolunda arabaya
doğru yürürlerken genç kızın bütün ailesine selamlarını
götürmesini rica etti. Kışın Longbourn'da gördüğü iyilikleri
unutmadığını belirtti ve Bay ve Bayan Gardiner'a da,
kendilerini tanımamakla beraber, saygılarını iletmesini diledi.
Sonra elinden tutarak Elizabeth'in arabaya çıkmasına yardım
etti, onun ardından da Maria bindi ve kapı tam kapanmak
üzereydi ki genç adam misafirlerine, az da olsa dehşete
düştüğünü gösteren bir ifade ile Rosings'deki leydilere
iletilecek bir şey söylemediklerini hatırlattı ve:
"Ama elbette ki kendilerine," diye ekledi, "saygılarınızı ve
burada bulunduğunuz sürece gördüğünüz alçakgönüllü
yakınlık için derin şükranlarınızı sunmak istediğinizi
belirtmemi diliyorsunuzdur."
Elizabeth itirazda bulunmadı; bunun üzerine kapının
kapanmasına izin verildi ve araba hareket etti.
Birkaç dakika süren bir sessizlikten sonra Maria
heyecanla, "Aman Tanrım!" dedi. "Sanki daha dün gelmiştik.
Oysa ne çok şey oldu."
Arkadaşı içini çekerek, "Gerçekten, ne çok şey!" dedi.
"Rosings'de iki kez çay içmekten başka, dokuz defa da
yemek yedik! Eve gidince anlatacak ne çok şeyim var!"
Elizabeth içinden, "Benim de gizleyecek ne çok şeyim
var!" diye ekledi. Yolculuk pek konuşmadan olaysız geçti.
Hunsford'dan ayrılmalarının üzerinden dört saat geçmeden
Bay Gardiner'ın evine vardılar. Birkaç gün orada kalacaklardı.
Jane iyi görünüyordu; gerçi yengelerinin kendileri için
hazırlamış olduğu çok sayıda ziyaret ve gezmeler arasında
Elizabeth ablasını incelemeye pek fazla fırsat bulamamıştı.
Fakat Jane de kendisiyle beraber eve dönecekti ve artık
Longbourn'da onunla yeterince ilgilenmek için bol bol zaman
olacaktı. Bu arada, Bay Darcy'nin teklifinden ablasına söz
etmek için Longbourn'a gitmeyi beklemek ona çok zor
geliyordu. Jane'i çok şaşırtacağını bildiği bir haberi olması,
bir türlü kurtulamadığı gururunun okşanması Elizabeth'i öyle
heyecanlandırıyordu ki; bu konuda olanların ne kadarını
söyleyeceğini kararlaştıramadığı için kendini tutabiliyordu.
Bir defa bu konuyu açtıktan sonra Bingley hakkında
öğrendiklerinden bazılarını olsun tekrarlama korkusu da
hevesine gem vuruyordu; çünkü bu, Jane'i daha fazla
üzmekten başka bir sonuç vermeyecekti.
XXXIX
Üç genç kız mayısın ikinci haftasında Gracechurch
Caddesi'nden Hertford'daki... kasabasına gitmek üzere yola
çıktılar; Bay Bennet'ın arabasının onları karşılayacağı hana
yaklaştıklarında üst kattaki yemek salonunun penceresinden
dışarı bakan Kitty ile Lydia'yı görerek arabacının zamanında
geldiğini anladılar. İki kız bir saatten uzun zamandır
buradaydılar ve karşıdaki şapkacıya uğrayarak, muhafız
askerleri seyrederek ve salata hazırlatarak çok hoş zaman
geçirmişlerdi.
Ablalarına hoş geldiniz dedikten sonra, çoğu han kilerinde
bulunan türden soğuk etlerle bezenmiş sofrayı göğüsleri
kabararak gösterip, "Ne hoş değil mi?" dediler. "Güzel bir
sürpriz olmadı mı?"
"Hepinize istediğinizi ısmarlayacağız, Lydia, ama bize
borç vermeniz gerekiyor. Çünkü bütün paramızı şu karşıki
dükkânda harcadık," dedi. Sonra da aldıklarını göstererek,
"Bakın," dedi, "bu şapkayı aldım. Çok da beğenmedim, ama
almak almamaktan iyidir diye düşündüm. Eve gider gitmez
bunu sökerim, bakalım daha güzel bir şekle sokabilecek
miyim?" Ablaları şapkanın hiç de güzel olmadığını
söyleyince o hiç oralı olmadan devam etti: "Ama dükkânda
bundan da kötü iki üç şapka daha vardı. Rengi güzel, saten
alıp süsler sem fena olmaz sanıyorum. Sonra ... alayı on beş
gün içinde Meryton'dan ayrılıyor olduktan sonra bu yaz ne
giyilse fark etmez."
Elizabeth bu haberden son derece hoşnut olarak, "Sahiden
gidiyorlar mı?" dedi. "Brighton'un yakınında kamp
kuracaklarmış. Babamın bu yaz bizi oraya götürmesini öyle
istiyorum ki! Çok güzel bir program olur ve diyebilirim ki
çok masraflı da olmaz. Annem de gitmeyi çok istiyor! Aksi
takdirde, burada ne kötü bir yaz geçireceğimizi düşünsenize!"
Elizabeth, "Evet, çok hoş bir program doğrusu. Hepimize de
pek uygun. Aman Tanrım! Brighton ve bir kamp dolusu
asker! Oysa zavallı bir alay ve Meryton'da ayda bir verilen
balolar bile başımızı döndürmüştü!" diye düşündü.
Masaya otururlarken Lydia, "Size verecek haberlerim
var," dedi. "Bakalım ne diyeceksiniz? Çok güzel bir haber,
olağanüstü bir haber, hepimizin beğendiği biri hakkında!"
Jane ile Elizabeth birbirlerine baktılar. Garsona
beklemesine gerek olmadığı söylendi. Lydia gülerek:
"Ah sizin bu resmiyetiniz, bu çekingenliğiniz yok mu!"
dedi. "Garsonun duyması doğru olmaz diye düşündünüz,
sanki garsonun umurundaymış gibi. Size söyleyeceklerimden
kat beterlerini her gün duyuyordur herhalde. Ama çirkin bir
adam, gittiğine sevindim! Hayatımda böyle uzun çene
görmedim. Ha, gelelim haberime: Wickham'cık hakkında.
Garsonun kulaklarına bayram ettirecek bir haber, değil mi?
Artık Wickham'ın Bayan King ile evlenmesi diye bir tehlike
yok. İşte size haber! Bayan King, Liverpool'daki amcasının
yanına gitti. Wickham da kurtuldu."
Elizabeth, "Asıl Mary King kurtuldu," diye ekledi. "Para
bakımından denk olmayacak bir evlilikten kurtuldu."
"Eğer Wickham'dan hoşlandıysa gitmesi büyük aptallık."
Jane, "Umarım ikisinin de duygulan güçlü değildir," dedi.
"Adamınkilerin öyle olmadığına eminim. Wickham ona
hiçbir zaman metelik vermedi. O pis çilliye zaten kim metelik
verir?"
Elizabeth böyle kaba bir terim kullanmamakla beraber,
daha önce kendisinin de buna yakın duygular hissettiğini
düşünerek hayret etti.
Hepsi yemeklerini yedikten, büyük kızlar da hesabı
ödedikten sonra araba çağrıldı ve biraz uğraşıp kutular, iş
çantaları, paketler ve Kitty ile Lydia'nın yeni aldıkları fakat
hiç de hoş karşılanmayan eşyalarla arabaya yerleşmenin bir
yolunu buldular.
Lydia, "Hepimiz ne güzel tıklım tıkış yerleştik," dedi. "Bu
şapkayı aldığıma memnunum. Hiç olmazsa sağlam bir kutum
daha oldu! Haydi hepimiz şöyle rahatça yaslanalım; eve kadar
hep konuşup gülelim. Her şeyden önce sizi dinleyelim.
Gittiğinizden beri neler oldu, anlatın. Hoş erkekler gördünüz
mü? Biriyle flört ettiniz mi? Birinizden birinizin dönmeden
önce bir koca bulacağını ummuştum. Jane'in nerdeyse artık
yaşı geçecek. Yirmi üç yaşında oldu! Aman Tanrım, yirmi üç
yaşına evlenmeden girsem ne utanırım! Philips teyzem koca
bulmanızı bilseniz ne kadar istiyor. Keşke Lizzy, Collins ile
evlenseydi diyor, ama bence bu pek hoş olmazdı. Tanrım,
hepinizden önce evlenmeyi öyle istiyorum ki! O zaman sizi
bütün balolara götürürüm. Aman Tanrım! Geçen gün Albay
Forster'larda öyle eğlendik ki. Kitty ile ben o gün oraya
davetliydik ve Bayan Forster da akşama küçük bir dans partisi
düzenleyeceğine söz vermişti. Sırası gelmişken söyleyeyim:
Bayan Forster'la çok iyi arkadaş olduk. Bu yüzden Harrington
kız kardeşleri de çağırdı, ama Harriet hastaymış, Pen yalnız
gelmek zorunda kaldı. Sonra ne yaptık bilin bakalım.
Chamberlayne'e elbise giydirerek kadın kılığına soktuk.
Düşünün ne komik! Bundan kimsenin haberi yoktu. Yalnız
Albay ve Bayan Forster, bir de Kitty ile ben biliyorduk. Ha,
teyzeme de söyledik, çünkü onun elbiselerinden birini ödünç
almak zorunda kalmıştık. Ne hoş göründüğünü bilemezsiniz!
Denny, Wickham, Pratt ve diğer üç genç içeri girdikleri
zaman onu tanımadılar. Tanrım! Ne güldüm! Bayan Forster
da öyle. Gülmekten katılacağımı sandım. Bu da bir şeylerden
kuşkulanmalarına neden oldu ve çok geçmeden ne olduğunu
anladılar." Lydia toplantıları hakkında bu gibi hikâyeler ve
güzel şakalarla ta Longboum'a kadar yolcuları eğlendirmeye
çalıştı. Kitty de unuttuğu yerleri hatırlatarak eksikleri
tamamlıyor, ona yardım ediyordu. Elizabeth elinden geldiği
kadar az dinliyordu, ama Wickham'm adını sık duymaktan
kaçmamıyordu.
Evde çok güzel karşılandılar. Bayan Bennet, Jane'i her
zamanki güzelliğiyle gördüğüne sevindi. Yemekte Bay
Bennet özellikle Elizabeth'e birkaç defa dönerek:
"Döndüğüne sevindim, Lizzy," dedi. Sofra kalabalıktı; çünkü
Maria'yı karşılamak ve vereceği haberleri dinlemek için
neredeyse bütün Lucas ailesi gelmişti. Onları ilgilendiren
konular daha farklıydı. Leydi Lucas masada karşısında oturan
Maria'ya büyük kızının halinin vaktinin ve kümes
hayvanlarının nasıl olduğunu soruyordu. Bayan Bennet iki
taraflı meşguldü. Bir yandan birkaç iskemle ötede oturan
Jane'den son moda hakkındaki haberleri dinliyor, bir yandan
da bunları Lucas'ların küçük kızlarına aktarıyordu. Lydia ise
herkesten yüksek sesle o sabahki eğlencelerini, dinleyene
dinlemeyene sayıp döküyordu. Bir ara Mary'ye dönerek,
"Keşke sen de bizimle gelseydin," dedi. "Öyle eğlendik ki!
Giderken Kitty ile bütün perdeleri indirdik ve arabanın içinde
kimse yokmuş gibi yaptık. Kitty'nin midesi bulanmasa bütün
yolu böyle giderdim. George'a vardığımız zaman bize çok
kibar davrandılar, çünkü üç yolcumuza soğuk etlerle
dünyanın en güzel ziyafetini verdik. Sen de gelseydin, sana da
ikram ederdik. Handan çıkınca da öyle eğlenceli oldu ki!
Arabaya imkânı yok sığamayacağız sandım. Gülmekten
bayılmaya hazırdım. Eve kadar bütün yolda pek neşeliydik!
Öyle kahkahalar attık, öyle yüksek sesle konuştuk ki,
herhalde sesimiz on mil öteden duyulmuştur."
Bu sözlere Mary son derece ciddi bir tavırla cevap verdi:
"Bu gibi eğlenceleri küçümsemek istemem! Hiç şüphe yok ki
bunlar, kadın aklına pek uygun. Ama itiraf edeyim, beni
çeken tarafları olamaz. Ben kitap okumayı bu çeşit gezintilere
tercih ederim." Ama Lydia bu cevabın bir kelimesini bile
duymadı. Birisini yarım dakikadan fazla dinlediği enderdi.
Mary'ye ise hiç aldırış etmiyordu. Öğleden sonra Lydia bütün
kızlarla birlikte Meryton'a kadar bir yürüyüş yaparak
askerlerin ne âlemde olduklarını görmek için ısrar etti; ama
Elizabeth bu teklife itiraz etti. Genç Bennet'lar evlerine
döndükten sonra yarım gün bile bekleyemeden subayların
arkasından koştular dedirtmemeliydi. Genç kızın itiraz etmesi
için başka bir neden daha vardı. Wickham'ı tekrar görmekten
korkuyordu ve bundan mümkün olduğunca uzun bir süre
kaçınmaya karar vermişti. Alayın yakında Meryton'dan
gidecek olması onun için anlatılamaz derecede ferahlatıcı bir
haberdi. Alay iki haftaya kadar gidiyordu, artık ondan sonra
bu genç adam yüzünden rahatını kaçıracak bir şey
olmayacağını umuyordu.
Eve dönüşünden birkaç saat sonra Elizabeth, Lydia'nm
handa çıtlattığı Brighton'a gitme sorununun annesi ile babası
arasında sık tartışma konusu olduğunu anladı. Babasının
fikrinden dönmeye hiç niyeti olmadığını gördü; ama Bay
Bennet'ın cevapları o kadar yuvarlak, o kadar esnekti ki;
Bayan Bennet sık üzüntüye kapılsa bile sonunda
başaracağından ümidini kesmemişti.
XL
Elizabeth, olup bitenleri Jane'e anlatma konusundaki
sabırsızlığını daha fazla yenemedi ve sonunda, ablasıyla ilgili
bütün noktaları bir kenara bırakmaya ve onu, şaşıracağı bir
şey dinlemeye hazırlamaya karar vererek ertesi sabah Bay
Darcy ile arasında geçen sahnenin önemli yerlerini ona
anlattı.
Ama Elizabeth'i herkesin beğenmesini çok doğal gören
derin kardeş sevgisi Jane'in şaşkınlığını hafifletti ve çok
geçmeden başka duygular bu hayreti büsbütün silip götürdü.
Bay Darcy'nin, duygularını hiç de iyi karşılanmayacak bir
şekilde göstermesine üzülmüştü; ama kardeşinin ret cevabı
üzerine genç adamın duyacağı mutsuzluk onu daha çok
üzüyordu.
"Başarısından bu kadar emin olması hataydı," dedi.
"Kuşkusuz bunu belli etmemesi gerekirdi. Ama kendine
duyduğu bu kadar kuvvetli güvenin, hayal kırıklığının
şiddetini ne kadar artıracağını bir düşün."
Elizabeth, "Bunun için gerçekten yürekten üzülüyorum,"
cevabını verdi. "Ama bana karşı ilgisini, belki de çok
geçmeden dağıtacak başka duygulan da var. Yine de onu
reddettiğim için beni suçlamıyor sun, değil mi?" "Suçlamak
mı? Hayır, hayır." "Fakat Wickham'ı bu kadar yürekten
savunduğum için beni ayıplıyorsundur."
"Hayır, öyle konuşmakta haksız olduğunu sanmıyorum
ki." "Ama ertesi gün olanları anlattığımda hata olduğunu
anlayacaksın." Sonra Elizabeth mektuptan söz etti ve George
Wickham'ı ilgilendiren kısımları baştan sona anlattı. Ömrünü,
tek bir insanda toplanan böyle kötülüklerin bütün bir insan
soyunda
bile
bulunduğuna
inanmadan
geçirmeye
memnuniyetle razı olan Jane için bu pek büyük bir darbeydi.
Darcy'nin suçsuz olduğunun anlaşılması onu çok memnun
etmekle beraber, bu memnuniyet darbenin etkisini azaltamadı.
Bir yanlışlık olma olasılığını kanıtlamak, birini suçlamadan
öbürünü suçsuz göstermek için uğraştı durdu. Elizabeth,
"Boşuna yoruluyorsun," dedi. "Ne yaparsan yap ikisini birden
temize çıkaramazsın. Seçimi yap; ama yalnız birine razı
olmalısın. Ortada sadece birini iyi adam yapmaya yetecek
kadar meziyet var. Son zamanlarda bu meziyetler ikisi
arasında bir hayli mekik dokudu. Ben kendi adıma bunların
hepsinin Bay Darcy'de olduğuna inanma taraftarıyım, ama
sen istediğin gibi düşünebilirsin." Jane'in yüzünde gülümseme
belirinceye kadar bir hayli zaman geçti. "Hiç bu kadar
şaşırdığımı hatırlamıyorum. Wickham bu kadar kötü olsun,
aklım almıyor. Zavallı Bay Darcy! Lizzy'ciğim, düşün bir
kere ne kadar acı çekmiştir. Ne büyük bir hayal kırıklığı! Hem
de senin gözünde kendisinin kötü bir adam olduğunu bilerek!
Kız kardeşi hakkındaki olayları da anlatmak zorunda kalmış!
Gerçekten çok üzücü; eminim sen de benim gibi
üzgünsündür."
"Ah, hayır. Seni bu kadar üzüntülü ve merhametli görünce
bütün hissettiklerimi unuttum. Ona bol keseden adil
davranacağını bildiğim için, her an biraz daha ilgisiz ve
umursamaz olup çıkıyorum. Sen duygularını böyle cömertçe
harcadıkça ben benimkileri kendime saklayabiliyorum. Onun
için biraz daha üzülürsen, kalbim bir tüy kadar hafifleyecek."
"Zavallı Wickham! Yüzünde öyle iyi bir ifade, hareketlerinde
öyle bir sadelik ve incelik vardı ki!"
"Bu iki gencin yetişmesinde kesinlikle önemli bir.
karışıklık olmuş. Birisi iyiliğin ta kendisi, diğeri ise sadece
görünüşte."
"Bay Darcy'nin sadece görünüşte öyle olduğu hakkında
seninle aynı düşüncede değilim."
"Oysa, hiçbir neden olmadığı halde, ondan nefret ettiğim
için kendimi çok akıllı sayıyordum. Bu çeşit bir nefret
duygusu insanın zekâsını öyle kamçılıyor, zihnini öyle açıyor
ki! İnsan haklı olarak ağzını bozabilir. Ama bir başkasıyla
arada sırada zekice bir şeylere dayanmadan sürekli alay
edilmiyor."
"Lizzy, şu mektubu ilk okuduğun zaman eminim ki
konuyu
şimdiki
gibi
değerlendirmedin."
"Doğru,
değerlendiremedim. Zaten içim hiç ama hiç rahat değildi.
Hatta mutsuzdum diyebilirim. Hissettiklerimi anlatabileceğim
bir kişi, beni avutacak, çok zayıf olmadığımı, boş gurura
kapılmadığımı, saçmalık yapmadığımı bana söyleyecek bir
Jane yoktu ve bütün bu kusurları işlediğimi de biliyordum.
Ah, seni ne çok aradım!" "Bay Wickham'dan söz ederken Bay
Darcy'ye karşı bu kadar acı konuşmana üzüldüm. Çünkü Bay
Darcy'nin bunu hiç de hak etmediği görülüyor."
"Kuşkusuz. Fakat bu acı, beslediğim önyargının çok doğal
bir sonucuydu. Bana öğüt vermeni istediğim bir konu var.
Tanıdıklarımıza Bay Wickham'ın gerçek karakterini anlatmalı
mıyım, anlatmamalı mıyım?"
Jane biraz durdu, sonra, "Kuşkusuz onu bu derece
karalamanın anlamı yok. Senin fikrin ne?" diye sordu.
"Bence anlatmamak. Bay Darcy, bana yazdığı şeyleri
herkese açıklamam için izin vermedi. Aksine, kız kardeşini
ilgilendiren şeyleri mümkün olduğu kadar yalnız benim
bilmemi istiyor; hem onun gerçek karakterini herkese
anlatmaya kalkışsam bana kim inanır? Bay Darcy'yle ilgili
herkesin önyargısı o kadar kuvvetli ki, Meryton halkının
yarısı ölür de gene onu iyi bir insan diye tanımaz. Onların
fikirlerini değiştiremem. Zaten Wickham yakında gidiyor,
dolayısıyla gerçekte nasıl biri olduğu artık burada kimseyi
ilgilendirmez. İlerde her şey ortaya çıktığı zaman, daha önce
bilmeyenlerin saflıklarına gülebiliriz. Şimdilik bir şey
söylemeyeceğim."
"Haklısın. Sonra onu böyle herkesin karşısında küçük
düşürmekle bütün hayatını mahvedebilirsin. Belki de şu anda,
yaptıklarına pişmandır ve tekrar iyi bir insan olmaya karar
vermiştir. Onu ümitsiz bir duruma düşürmemeliyiz."
Elizabeth'in kafasındaki fırtına bu konuşma ile yatışmıştı.
On beş günden beri taşıdığı sırların ikisinin yükünden
kurtulmuştu ve bunların hangisinden bir daha ne zaman söz
açacak olsa Jane'in kendisini istekle dinleyeceğinden emindi.
Ama hâlâ dışarı vurmadığı gizli bir şey vardı ve ihtiyatlı olma
duygusu bunu açığa vurmasına engel oluyordu. Bay
Darcy'nin mektubunun öbür yansını açıklamaya ve Bay
Bingley'nin ona ne kadar büyük bir değer verdiğini anlatmaya
cesaret edemedi. Bu konuyu kimseye açamayacaktı. Bu son
sırrın yükünden ancak iki taraf arasında tam bir anlaşma
sağlandıktan sonra kurtulacağını biliyordu. Kendi kendine,
"Eğer hiç ummadığım bu olay gerçekleşirse o zaman ben,
Bingley'nin çok daha hoş bir şekilde anlatabileceği şeyleri
önceden söylemekten başka bir şey yapmış olmayacağım. Bu
haber bütün değerini kaybetmeden ona söz edemeyeceğim!"
diyordu.
Şimdi artık dönüşlerinin ilk heyecanı geçtiği için ablasının
moralinin ne durumda olduğunu inceleyecek zamanı vardı.
Jane mutsuzdu. Hâlâ Bingley'ye karşı çok derin bir sevgi
besliyordu. O zamana kadar gönlünü başka kimseye kaptırmış
olmadığından, bu gence karşı duygularında ilk aşkın bütün
sıcaklığı vardı. Yaşı ve ruhsal durumu göz önünde tutulursa
bu duygulara, ilk aşklarda az rastlanan bir sağlamlık
katıyordu. Jane, Bingley'nin anısına öyle değer veriyor, onu
bütün diğer erkeklerden o kadar üstün tutuyordu ki, kendi
sağlığına ve çevresindekilerin huzuruna zararı dokunacak bir
üzüntüye kendini kaptırmamayı, ancak bütün sağduyusunu
kullanarak ve çevresine elinden gelen ilgiyi göstererek
başanyordu. Bayan Bennet, Elizabeth'e, "Söyle bakalım
Lizzy," dedi. "Jane'in başına gelen bu acıklı şeylere ne
diyorsun? Ben kendi hesabıma bundan artık kimseye söz
açmamaya karar verdim. Geçen gün kardeşim Philips'e de
aynı şeyi söyledim. Ama Jane'in Londra'da Bingley ile
görüşüp görüşmediğini öğrenemedim. Meğer çok nankör bir
gençmiş. Artık Jane'in onu elde etmesi için en ufak bir ümit
yok bence. Yazın tekrar Netherfield'e geleceğini gösteren bir
şey de yok. Bu konuda bilgisi olabilecek herkese sordum."
"Bundan
sonra
Netherfield'de
oturacağını
hiç
sanmıyorum." "Pekâlâ. Keyfi bilir. Gelmesini isteyen yok.
Ama kızıma karşı çok çirkin davrandığını hep söyleyeceğim
ve ben Jane'in yerinde olsaydım, buna dayanamazdım. Tek
tesellim, kızım bu acıdan öldüğünde Bingley'nin de
yaptıklarına bin pişman olacağından emin olmam." Elizabeth
böyle bir düşünceyle teselli bulamayacağı için cevap vermedi.
Annesi sözlerine, "Demek Collins'ler çok rahatlar, öyle mi?"
diye devam etti. "İyi, iyi. Umarım böyle devam eder. Mutfak
düzenleri nasıl? Charlotte çok hesaplıdır. Annesinin yansı
kadar sıkı ise gene bir hayli "para biriktiriyor demektir.
Tahminime göre yaşayışlarında lüks bir taraf yok."
"Hayır, hiç yok."
"İnan bana bir hayli idareli davranıyorlardır. Evet, evet.
Onlar kazançlarının hepsini harcamamaya dikkat ederler;
hiçbir zaman para sıkıntısı çekmezler. Neyse hayırlısı! Eh,
baban ölünce Longbourn'a konacaklarından da herhalde sık
söz ediyorlardır. Belki de buraya şimdiden kendilerinin
gözüyle bakıyorlardır."
"Bu benim yanımda konuşabilecekleri bir konu değil."
"Evet. Konuşsalar tuhaf kaçardı. Ama kendi aralarında sık
sık bundan söz açtıklarına kuşkum yok. Eh, kanunen
kendilerinin olmayan bir mülke gönül rahatlığıyla
yerleşebilirlerse ne iyi. Ben olsam, yalnızca mirasla bana
kalan bir mülkü almaya utanırdım."
XLI
Eve döneli bir hafta olmuştu. İkinci haftanın içindeydiler.
Alayın Meryton'daki son haftasıydı; o yöredeki bütün genç
kızlar günden güne sararıp soluyordu. Her yanı bir keyifsizlik
kaplamıştı. Hâlâ yiyip içip uyuyabilen ve her zamanki işlerini
görebilen bir tek Elizabeth ile Jane'di. Sonsuz bir keder içinde
bulunan ve ailelerinde bu kadar katı yürekli insanların
olmasını akıllarına sığdıramayan Kitty ile Lydia, bu
duygusuzlukları için ablalarına durmadan sitem ediyorlardı.
İki küçük kız, bu kederin verdiği acı ile sürekli, "Aman
Tanrım! Bize ne olacak? Ne yapacağız şimdi?" diye dert
yanıyorlardı. "Nasıl gülebiliyorsun Lizzy?" Şefkatli anneleri
onların bütün dertlerine ortaktı; yirmi beş yıl önce kendisinin
de buna benzer bir durumda neler çektiğini hatırlıyordu:
"Albay Miller'in alayı gittiği zaman iki gün hiç durmadan
ağladığımı bilirim. Kalbim parçalanacak sanmıştım."
Lydia, "Benim kalbim kesinlikle parçalanacak," dedi.
Anneleri, "Hiç olmazsa Brighton'a bir gidebilsek," diye
sızlandı. "Evet, Brighton'a bir gidebilsek! Ama babam o kadar
aksi ki." "Biraz deniz banyosu ne kadar iyi gelir."
Kitty, "Philips teyzem deniz banyosunun bana da çok iyi
geleceğinden emin," diye ekledi. Longbourn'da durmadan
tekrarlanan dertleşmeler işte bunlardı. Elizabeth de bu
konuşmalara katılarak düşüncelerini unutmaya çalışıyor, ama
duyduğu pişmanlık oyalanmasına engel oluyordu. Bay
Darcy'nin eleştirilerinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha
hissetti. Genç adamın Bay Bingley'nin işine karışmasını
hiçbir zaman bugünkü kadar affetmeye eğilim duymamıştı.
Fakat Lydia'nın mutluluğunu gölgeleyen karanlık çok
geçmeden ortadan kalkmış, alayın albayı Bay Forster'm karısı
onu Brighton'a giderken kendisine eşlik etmesi için davet
etmişti. Bu değerli arkadaş, yeni evli çok genç bir kadındı. İyi
huylu ve neşeli olma konusundaki benzerlikleri onu ve
Lydia'yı birbirlerine yaklaştırmış, üç aylık tanışıklık ikisinin
samimi olmasına yetmişti.
Bu davet üzerine Lydia'nın hissettiği büyük sevinci ve
Bayan Forster'a duyduğu hayranlığı, Bayan Bennet'ın
memnuniyetini ve Kitty'nin kederini anlatmak zor. Lydia
kardeşinin duygulanna hiç aldırmayarak içi içine sığmadan
evde adeta uçuyor, herkesi kendini kutlamaya davet ediyor,
her zamankinden daha gürültülü konuşuyor ve gülüyordu. Öte
yandan bahtsız Kitty, bozuk aksanı kadar ters kaçan mantıksız
sözleriyle talihsizliğine sızlanıyordu: "Bayan Forster'ın Lydia
ile beraber niye beni de davet etmediğini anlamıyorum? Gerçi
fazla bir ahbaplığımız yok ama davet edilmeye Lydia kadar
benim de hakkım var, hatta daha çok; öyle ya, ben ondan iki
yaş daha büyüğüm."
Elizabeth kardeşini anlayışlı olmaya davet ediyor, Jane de
talihine razı olması için çalışıyordu, ama boşuna. Elizabeth
kendi hesabına bu davete annesi ve Lydia gibi sevinmekten
çok uzaktı. Sanki bu davet kız kardeşinin artık bir daha
aklının başına gelmeyeceğinin kara bir habercisiydi ve
evdekilerin düşmanlıklarını kazanma tehlikesini göze alarak,
gizlice babasına Lydia'nın gitmesine izin vermemesini rica
etmekten
kendini
alamadı.
Lydia'nın
tavırlanndaki
uygunsuzlukları,
Bayan
Forster
gibi
bir
kadının
arkadaşlığından ona herhangi bir fayda gelmeyeceğini,
Brighton'da böyle bir arkadaşın yanında büsbütün düşüncesiz
davranma olasılığının yüksek olduğunu, çünkü orada
buradakinden daha çok hevesini uyandıracak koşulların
olacağını anlattı. Babası onu dikkatle dinledikten sonra:
"Lydia," dedi, "şu veya bu toplulukta kendini göstermedikçe
rahat durmayacak. Bunu da, bu şartlar altında, gerek kendisi,
gerek ailesi için en uygun ve en elverişli şekilde, ancak
Brighton'a giderek yapabilir."
Elizabeth, "Lydia'nın ölçüsüz ve düşüncesiz tavırlarının
herkesin gözüne çarpması yüzünden hepimize ne büyük
zararlar geleceğini hatta geldiğini bir bilseydiniz, bu konuda
eminim bambaşka bir yargıya varırdınız," diye cevap verdi
babasına. "Geldiğini mi, dedin? Ne? Âşıklarınızdan birkaçını
korkutup kaçırdı mı yoksa? Zavallı, küçük Lizzy. Canını
sıkma.
Saçma
sapan
kişilerle
yakınlığı
olmasına
dayanamayacak
kadar
mızmız
erkeklerin
ardından
üzülmeye değmez. Lydia'nın aptallıkları yüzünden sizden
uzak duran zavallı adamların listesini bir göreyim bakalım."
"Yanılıyorsunuz. Ben böyle bir zarara uğramaktan
şikâyetçi değilim. İtiraz etmem kendim için değil, herkes için.
Lydia'nın karakterindeki çılgınlık, uçarılık ve başına
buyrukluk gibi aşağılık yanlar yüzünden şerefimiz ve insanlar
arasındaki itibarımız azalacak. Açık konuşmak zorunda
olduğum için affınızı dilerim. Eğer siz, sevgili babacığım,
onun taşkın neşesine gem vurmak ve bütün ömrünün bugünkü
gibi geçemeyeceğini anlatmak zahmetine katlanmazsanız çok
sürmez iş işten geçmiş ve Lydia artık düzeltilemez hatalar
işlemiş olacak ve karakteri böyle kalacak ve bu kız, on altı
yaşında hem kendini, hem de ailesini gülünç duruma düşüren
müthiş bir yosma olarak tanınacak. Hem de yosmanın en
kötü, en aşağılık türünden. Çünkü gençliğinden ve zararsız
görünüşünden başka çekici bir tarafı olmadığı gibi, aynı
zamanda etrafındakilere kendini beğendirmeye çalışırken
gülünç olmaktan sakınamayacak kadar cahil ve boş kafalı.
Aynı tehlike Kitty için de geçerli. Lydia ne yola saparsa o da
ardından gidecek. O da Lydia gibi kendini beğenmiş, cahil ve
tam anlamıyla başı boş! Ah, babacığım, tanındıkları her yerde
ayıplanmalarının ve küçümsenmelerinin ve bu lekenin diğer
kardeşlerine bulaşmasının önlenmesinin mümkün olmadığını
düşünebilir misiniz?" Bay Bennet, Elizabeth'in bütün
kalbiyle kendini bu konuya verdiğini görüyordu. Kızının elini
şefkatle kendi elleri arasına alarak: "Kendini üzme sevgili
yavrum," dedi, "seni ve Jane'i her tanıyan kesinlikle sever ve
sayar. Çok aptal iki, hatta diyebilirim ki üç kardeşinizin
olması sizin değerinizi düşürmez. Lydia Brighton'a gitmezse
Longbourn'da rahatımız kalmayacak. Onun için, bırak gitsin.
Albay Forster aklı başında bir adamdır ve Lydia'nın başının
derde girmesine izin vermez. Ayrıca, zengin kızı olmadığı
için onu tavlamaya kalkışan olmayacaktır. Brighton'da
herkesle flört etmesi buradaki kadar dikkati çekmez. Subaylar
ondan daha çekici kadınlar bulacaklardır. Bu durumda, oraya
gitmesinin Lydia'ya kendi hiçliğini öğretmesini umalım. Ne
olursa olsun, şimdikinden daha kötü olamaz. Hem olursa da o
zaman ömrünün geri kalan kısmında onu kilit altında
tutmamız için bize davetiye çıkarmış olur."
Elizabeth bu cevaba boyun eğmek zorundaydı, ama fikri
değişmedi ve babasının yanından hayal kırıklığına uğramış,
üzüntülü olarak ayrıldı. Ancak canını sıkan bir şeyin üzerinde
çok fazla durarak üzüntüsünü büsbütün artırmak gibi bir huyu
yoktu. Görevini yaptığına inanıyordu ve kaçınılmaz
kötülüklere surat asarak veya meraklanarak bunlan büsbütün
artırmak ona göre değildi.
Lydia ile Bayan Bennet, Elizabeth'in babası ile ne
konuştuğunu bir bilselerdi, duydukları öfkeyi ifade edecek
söz bulamazlardı. Lydia'nın hayalinde Brighton'a bir ziyaret
yapmak dünyanın bütün mutluluklarını sağlayacaktı. Hayal
gücünün yaratıcı gözüyle, bu şen plaj şehrinin caddelerini
subaylarla dolu olduğunu, on beş yirmi subayın da kendi
etrafında pervane gibi döndüğünü görüyordu. Kamp bütün
görkemiyle gözünde canlanıyordu; gönül çalan bir düzen
içinde sıralanıp giden çadırlar, bunlan dolduran genç, şen ve
göz kamaştıncı kırmızı ceketler giymiş subaylar... Bu
manzarayı tamamlamak için de kendini bir çadınn altında
oturmuş, aynı zamanda en az altı subayla tatlı tatlı flört
ederken hayal ediyordu.
Ablasının onu bu imkânlardan ve gerçek olabilecek bu
hayallerden çekip ayırmaya çalıştığını bilseydi acaba ne
hissederdi? Bunu ancak annesi bilebilirdi; çünkü o da aşağı
yukan aynı şeyleri hissederdi. Kocasının Brighton'a gitmeye
hiç de niyeti olmadığına inandıktan sonra karamsar duygulara
kapıldığı şu sırada kızının Brighton'a gitmesi onun tek
tesellisiydi. Ama ana kız, Elizabeth ile babası arasındaki
konuşmadan tamamıyla habersizdiler. Sevinç sarhoşluklan
Lydia'nın yola çıkacağı güne kadar sürdü.
Elizabeth, Bay Wickham'ı son kez görecekti. Longbourn'a
döndüğünden beri genç adamla birçok kez bir arada
bulunduğu için bundan artık sıkıntı duymuyordu, geçmiş
heyecanlannın sıkıntısı ise hiç kalmamıştı. Hatta bu gencin
önceleri hoşuna giden kibarlığının bile iğrendirici, sıkıcı bir
yapmacıktık ve sürekli bir tekrardan doğan usandıncı bir
özenti olduğunu keşfetti. Sonra onun şimdilerde kendisine
karşı davranışı da ayrı bir sıkıntı kaynağıydı; ilk tanıştıkları
zamanki ilgisini yenileme eğilimini göstermesi, o zamandan
beri yaşananlardan sonra Elizabeth'i ancak öfkelendiriyordu.
Böyle avare ve saçma sapan bir ilgiye hedef olarak seçilmek
genç kızın Wickham'a olan bütün ilgisini söndürüyordu. Bu
duygusunu zorla baskı altında tutarken, bu gencin hangi
nedenle ve ne kadar uzun zaman için olursa olsun kayıtsız
davrandıktan sonra, ilgisini tazelemesinden Elizabeth'in gurur
duyacağına ve kendisine o eski yakınlığı göstereceğini
umması genç kızı öfkelendiriyordu.
Alayın Meryton'dan ayrılacağı gün diğer birkaç subayla
birlikte Wickham da Longbourn'da yemek yedi. Elizabeth
ondan güler yüzle ayrılmaya o kadar isteksizdi ki,
Hunsford'daki misafirliğinin nasıl geçtiğini sorduğunda Albay
Fitzwilliam ve Bay Darcy'den, onların Rosings'de üç hafta
kaldıklarından söz etti ve Albay Fitzwilliam'ı tanıyıp
tanımadığını sordu. Bay Wickham şaşırmış, canı sıkılmış ve
endişelenmiş gibiydi, ama kendini hemen toplayarak ve tekrar
gülümseyerek albayla eskiden sık görüştüğünü, pek kibar bir
adam olduğunu söyledikten sonra genç kızın onu beğenip
beğenmediğini sordu. Genç kız albayı övdü. Bay Wickham
biraz sonra kayıtsız bir tavır takınarak sordu: "Rosings'de ne
kadar kaldığını söylemiştiniz?"
"Üç haftaya yakın."
"Ve siz kendisini sık sık gördünüz?"
"Evet, hemen her gün."
'Tavırları kuzeninkine hiç benzemez."
"Evet, hiç benzemiyor. Ama bence insan Bay Darcy'yi
yakından tanıdıkça daha iyi bir insan olduğunu anlıyor."
Wickham, Elizabeth'in gözünden kaçmayan bir heyecanla:
"Ya! Sormamda bir sakınca yoksa," diye atılmışken, kendini
tutarak, daha neşeli bir tavırla ekledi: "Konuşmasında mı bir
iyileşme var? Her zamanki haline biraz nezaket katma
lütfunda mı bulunuyor?" Sonra daha ciddi bir ses tonuyla
devam etti: "Çünkü onun gerçekten değiştiğini ummaya
cesaret edemiyorum." Elizabeth, "Hayır, aslında temelde
neyse sanıyorum gene o," diye cevap verdi. Wickham bu
sözlere sevinmek mi, yoksa gizli bir anlam mı aramak
gerektiğini kestiremeden öylece bakıyordu. Genç kız
sözlerine devam ederken, yüzünde, karşısındakini korku ve
endişeyle dinlemeye zorlayan bir şey vardı:
"Yakından tanıdıkça daha iyi bir insan olduğu anlaşılıyor
derken onun ne düşüncelerinde, ne de tavırlarında bir
düzelme olduğunu ima etmek istedim. Demek istediğim, onu
daha iyi tanıdıkça karakteri de daha iyi anlaşılıyor."
Wickham'ın
yüz
hatlarının
gerilmesinden
ve
bakışlarındaki endişeden büyük bir dehşete düştüğü
görülüyordu. Birkaç dakika sessiz durdu; şaşkınlığını
üzerinden atabildiğinde tekrar genç kıza döndü ve en tatlı ses
tonuyla konuştu:
"Benim Bay Darcy'ye olan duygularımı çok iyi bilen siz,
onun hiç değilse dürüst görünebilecek kadar akıllıca
davranması karşısında ne büyük bir sevinç duyduğumu
kolayca anlayabilirsiniz. Bu yolda gururunun, kendine değilse
de, başkalarına hizmeti dokunabilir, çünkü bu kötü
davranışlarda bulunmasını engelleyecektir. Yalnız tek
korktuğum şey, sizin ima ettiğiniz ihtiyatlılığı gözünden
düşmekten çok korktuğu teyzesinde misafirken takınmasıdır.
Bay Darcy teyzesiyle bir arada olduğu zaman daima
çekingendir, biliyorum. Bunda, genç de Bourgh ile evlenmek
isteyişinin büyük bir payı olabilir. Darcy'nin bu evliliği çok
istediğinden kuşkum yok."
Elizabeth bu sözlere gülümsemekten kendini alamadı,
ama sadece hafifçe başını eğerek cevap vermekle yetindi. Bay
Wickham'ın gene eskiden olduğu gibi ona dert yanmak
istediğini görüyordu; fakat onun bu keyfine hizmet etmek hiç
de içinden gelmiyordu. O gecenin geri kalanında, genç adam
her zamanki gibi neşeli görünmeye çalıştı, ama Elizabeth'e
sokulmak için hiçbir girişimde bulunmadı; sonunda, karşılıklı
bir nezaketle ve belki de birbirlerini bir daha görmemeyi
yürekten dileyerek ayrıldılar.
Misafirler dağılınca Lydia da, ertesi sabah erken saatte
oradan yola çıkacakları için Bayan Forster'la birlikte
Meryton'a döndü. Kızın ailesinden ayrılması hüzünden çok,
gürültülü bir sahne oldu. Yalnız Kitty gözyaşı döktü; fakat o
da öfke ve kıskançlıktan ağlıyordu. 318
Bayan Bennet kızına uzun uzadıya mutluluklar diledi,
mümkün olduğu kadar eğlenmek için hiçbir fırsatı
kaçırmamasını sıkı sıkı tembih etti. Kızının bu öğüdü
tutacağına hiç kuşku yoktu. Lydia'nın mutluluktan öyle
gürültülü bir "hoşça kalın" deyişi vardı ki, ablalarının "hoşça
kal" dedikleri duyulmadı bile.
XLII
Elizabeth evlilikte mutluluğu ya da aile birliği hakkındaki
bütün fikirlerini kendi ailesinde gördüklerinden edinseydi,
pek de hoş bir sonuca varamazdı. Gençliğe, güzelliğe ve
genellikle gençlikle güzelliğin verdiği sözde iyi huylu birine
tutulan babasının anlayışsız ve dar kafalı bir kadınla
evlendiğini çok geçmeden anlaması eşine olan bütün sevgisini
kaybetmesine neden olmuştu. Aralarında saygı ve güven diye
bir şey kalmamış, Bay Bennet'ın aile mutluluğu hakkındaki
bütün hayalleri yıkılmıştı. Ancak Bay Bennet kendi
düşüncesizliğinin neden olduğu bu hayal kırıklığını, kendi
hataları veya kötülükleri yüzünden mutsuz olan birçok kişinin
yaptığı gibi, bazı zevklere dalarak teselli arayacak yaradılışta
bir adam değildi. Doğaya ve kitaplara düşkündü; işte bu
zevklerini doyurmak onun başlıca eğlencesi oldu. Cahilliği ve
aptallığıyla arada sırada eğlenmesi dışında karısına pek az şey
borçluydu. Gerçi bu, genelde bir erkeğin karısından beklediği
türden bir mutluluk değildi, fakat başka eğlence imkânı
bulunmayınca, gerçek bir filozof, elde bulunanlardan
yararlanır.
Yine de babasının bir kocaya yakışmayacak hareketleri
Elizabeth'in gözünden kaçmıyordu. Genç kız bunun her
zaman acıyla farkına varmış; fakat babasının yeteneklerine
saygı gösterdiğinden ve kendisine gösterdiği şefkatin
uyandırdığı minnetin etkisiyle görmemezlik edemediklerini
unutmaya çalışmıştı. Karısını kendi çocukları önünde küçük
düşürerek; kocalık görevlerine ne kadar ters hareket ettiğini
düşüncelerinden silmek istiyordu. Fakat bu kadar uygunsuz
bir evliliğin çocuklar için ne büyük zararlar doğurabileceğini
o ana kadar hiç bu kadar kuvvetle hissetmemiş; yeteneklerin
yanlış amaçlarla kullanılmasından doğabilecek kötülükleri de
kavrayamamıştı. Bu yetenekler yerinde kullanılsa karısının
düşünce ufkunu genişletmese bile, hiç olmazsa kızlarının
şerefini korurdu.
Elizabeth, Wickham'ın ayrılmasına sevinmekle beraber,
alayın yokluğundan mutlu olmak için başka bir neden
göremedi. Dost toplantıları eskisinden daha az renkli
oluyordu. Evde ise annesiyle Kitty, çevrelerindeki her şeyin
sıkıcılığından sürekli şikâyet ede ede, aile ortamına gerçekten
bir kasvet çökmesine neden olmuşlardı. Kafasını rahatsız
eden bir şey kalmadığı için Kitty zamanla doğal haline dönüp
aklını başına toplayabilirdi, ama durumundan daha büyük
kötülükler doğmasından korkulan Lydia'nın plaj ve kamp gibi
iki tehlikeyi birleştiren bir yerde çılgınlıklarını ve kendine
güvenini artırması, daha da pişkinleşmesi beklenirdi. Bu
nedenle Elizabeth, kendinden öncekiler gibi beklediği bir
olayın olup bittikten sonra umduğu gibi mutluluk vermediğini
anladı. Gerçek mutluluğun başlaması için başka bir zamanı
beklemesi, dileklerini ve ümitlerini bağlayacak başka bir
nokta bulması, şimdilik tahminler yürütme zevkini tekrar
tadarak avunması ve yeni bir hayal kırıklığı için hazırlıklı
olması gerekiyordu. En mutlu düşüncelerinin konusu Göller
Bölgesi'ne yapacağı gezintiydi. Annesiyle Kitty'nin
sızlanmalanyla geçen sıkıcı saatlerin en güzel tesellisi buydu.
Bu tasarıya Jane'i de katabilse çok mükemmel olacaktı.
Kendi kendine şöyle düşünüyordu: "Çok şükür,
beklediğim bir şey var. Yoksa her şey tamam olsa, kesinlikle
hayal kırıklığına uğrardım. Ama Jane'in yokluğu benim için
sürekli bir üzüntü kaynağı oldukça beklediğim bütün
zevklerin gerçekleşmesini nasıl umabilirim. Her yönden
kusursuz olan bir program hiçbir zaman başarılı olamaz ve
hepten bir hayal kırıklığına uğramamak ancak küçük, kişisel
bir iç sıkıntısını dağıtmakla önlenebilir." Lydia giderken
annesiyle Kitty'ye sık ve ayrıntılı mektuplar yazacağına söz
vermişti; oysa uzun bekleyişlerden sonra alınan mektupları
hep kısacıktı. Annesine yazdıklarında; kütüphaneden henüz
döndüklerinden, orada filan ve falan subayların kendilerine
eşlik ettiğinden, gördüğü giysilerin güzelliği karşısında adeta
çılgına döndüğünden; yeni bir elbise veya yeni bir şemsiye
aldığından, bunları daha uzun anlatmak istediğinden, fakat
Bayan Forster'la kampa gidecekleri için kısa kesmek zorunda
olduğundan, Bayan Forster'in onu çok acele olarak
çağırdığından söz ediyordu. Kız kardeşine yolladığı
mektuplar biraz daha uzun olmakla beraber verdiği bilgi daha
da azdı. Çünkü kelimelerin altı açıkça okunmalanna izin
vermeyecek kadar çok çizgilerle doluydu.
Lydia gittikten iki üç hafta sonra Longbourn yeniden
dirlik, düzenlik ve neşeye kavuşmaya başladı. Her şey daha
mutlu bir hal alıyordu. Kış için Londra'ya inen aileler geri
gelmiş ve yaz giysileri, yaz etkinlikleri kendini göstermeye
başlamıştı. Bayan Bennet gene eski tasasız dırdırlanna
girişmişti ve haziran ortasında Kitty, gözyaşı dökmeden
Meryton'a gidebilecek kadar kendini toplamış bulunuyordu.
Bu Elizabeth'i hem mutlu etti hem de ümitlendirdi. Savaş
Bakanlığı'nda zalimce kötü bir düzenleme yapılıp da
Meryton'a başka bir alay gönderilmezse, Kitty'nin Noel'e
kadar günde bir kezden fazla bir subaydan söz açmayacak
kadar akıllanacağını umuyordu.
Elizabeth'in dayısı ve yengesiyle yapacağı Göller Bölgesi
gezisine çıkmaları için kararlaştırılan gün hızla yaklaşıyordu.
Seyahate yalnızca iki hafta kala Bayan Gardiner'dan gelen bir
mektup hem yolculuğu ileri bir tarihe attı hem de süresini
kısalttı. Bay Gardiner işlerinden ötürü ancak temmuzun on
beşinde yola çıkabilecekti ve bir ay içinde tekrar Londra'ya
dönmek zorundaydı. Böylece, kararlaştırdıkları gibi uzaklara
gitmelerine ve dolaşmalarına zaman olmadığından, daha
doğrusu düşündükleri gibi dolaşarak, rahat rahat gezmelerine
imkân kalmadığından Göller Bölgesi'nden vazgeçmeleri ve
onun yerine daha kısa bir gezinti düzenlemeleri gerekmişti ve
bu yeni programa göre Derbyshire'dan daha kuzeye
gitmeyeceklerdi. Bu ilde de onları üç hafta oyalamaya
yetecek kadar çok görülecek şey vardı ve Bayan Gardiner için
burasının kendine özgü ve güçlü bir çekiciliği vardı. Daha
önce birkaç yıl geçirdiği, şimdi de birkaç gün kalacağı bu
kasaba onun için güzellikleriyle ünlü Matlock, Chatsworth,
Dovedale veya Peak kadar büyük bir merak konusuydu.
Elizabeth, çok büyük bir hayal kınklığma uğramıştı;
kendini gölleri görmeye hazırlamıştı ve hâlâ da oraya gitmek
için yeterli zamanlan olduğuna inanıyordu. Ama mutlu
görünmesi gerekiyordu, çünkü yaradılışı öyleydi. Çok
geçmeden üzüntüsünü unuttu. Derbsyhire'ın sözü edilince
kafasında orayla ilgili birçok fikir canlandı. Elizabeth için bu
kelimeyi duyup da, Pemberley'yi veya sahibini hatırlamamak
elde değildi. Kendi kendine, "Kuşkusuz, Bay Darcy'nin
yaşadığı bölgeye cezaya uğramadan girebilir, ona
görünmeden ünlü taşlarından birkaç tane çalabilirim," diye
düşünüyordu.
Bekleyiş süresi şimdi iki katına çıkmıştı. Dayısıyla
yengesinin gelmesine daha dört hafta vardı. Ama dört hafta da
geçti ve Bay ve Bayan Gardiner sonunda dört çocuklanyla
Longbourn'a geldiler. Biri altı, biri sekiz yaşında iki kız ve
daha küçük iki oğlan çok sevdikleri kuzenleri Jane'e emanet
edileceklerdi.
Genç kızın derin şefkati, tatlı huyu çocuklara bakması için
çok elverişliydi. Onlara bir şeyler öğretir, onlarla oynar ve
onları severdi.
Gardiner'lar Longbourn'da yalnız bir gece kaldılar ve
ertesi sabah Elizabeth ile birlikte yenilikler ve eğlenceler vaat
eden yolculuğa çıktılar. Bir bakımdan eğlenecekleri
kuşkusuzdu:
Arkadaş
olarak
çok
uyumluydular.
Rahatsızlıklara dayanacak yaradılışta ve sağlıklıydılar; her
zevki artıracak kadar neşeliydiler; herhangi bir nedenle hayal
kırıklığına uğradıklarında kendi aralarında eğlenecek kadar
sevgi dolu ve zekiydiler.
Bu kitabın amacı Derbyshire'ı tarif etmek veya yollan
üzerindeki Oxford, Blenheim, Warwick, Kenihvorth,
Birmingham v.s. gibi dikkate değer ve yeterince bilinen
yerleri anlatmak değildir. Bizi ilgilendiren, sadece
Derbyshire'm küçük bir kısmı. Bu ilin bütün görülmeye değer
yerlerini gezdikten sonra Bayan Gardiner'ın eskiden oturduğu
ve tanıdıklarından birkaçının hâlâ da orada olduğunu
öğrendiği küçük Lambton kasabasına doğru yol aldılar.
Elizabeth'in yengesinden öğrendiğine göre Pemberley,
Lambton'dan beş mil ötedeydi. Belki bu malikâne yollarının
üstünde değildi, ama bir iki milden uzak da değildi. Bir gece
önce gidecekleri yolu görüşürlerken Bayan Gardiner orasını
tekrar görmek istediğini söyledi. Bay Gardiner da buna
istekliydi ve Elizabeth'e bu ziyareti onaylayıp onaylamadığını
sordular. "Şekerim, hakkında bu kadar çok şey işittiğin bir
yeri görmek istemez misin?" dedi yengesi. "Birçok
tanıdığımızın yakından bildiği bir yer. Wickham orada
büyümüş,
biliyorsun."
Elizabeth'in
neşesi
kaçmıştı.
Pemberley'de hiç işi yoktu ve orasını görmeye hevesli de
görünmemeliydi. Büyük evler görmekten bıktığını, güzel
halılar veya saten perdelerin artık ona gerçekten zevk
vermediğini ileri sürdü.
Bayan Gardiner onun aptallığıyla alay etti: "Eğer
Pemberley sadece zengin döşenmiş güzel bir ev olsaydı, ben
de gezip görmeye aldırış etmezdim. Fakat etrafını çevreleyen
arazi enfes. Ülkenin en güzel korularının bazıları oradadır."
Elizabeth daha fazla bir şey söylemedi. Ama içi bir türlü
bu işe razı gelmiyordu: Ansızın aklına orasını gezerken Bay
Darcy ile karşılaşma olasılığı geldi. Bu korkunç bir şey
olurdu! Bunu düşünmek bile kıpkırmızı kesilmesine neden
oldu. Böyle bir tehlikeyi göze almaktansa yengesiyle açık
konuşmanın daha iyi olacağını düşündü. Ama bunun da
sakıncaları vardı ve sonunda Pemberley sahiplerinin orada
olmadıkları ümidi boşa çıkarsa son çare olarak buna
başvurmaya karar verdi.
Bunun üzerine, gece odasına çekildiğinde oda
hizmetçisine Pemberley'in çok güzel bir yer olup olmadığını,
sahibinin adını ve büyük bir korku ile ailenin yaz için dönüp
dönmediğini sordu. Bu soruya hayır cevabını alınca çok
sevindi. Artık korkusu kalmadığından, bu evi görmek için bir
hayli merak duymakta özgürdü. Ertesi sabah bu konu tekrar
açıldığı ve tekrar fikri sorulduğu zaman bu programa bir
itirazı olmadığını serinkanlı ve ilgisiz bir tavırla
söyleyebilecek durumdaydı.
Böylece Pemberley'ye gitmeye karar verdiler.
XLIII
Araba Pemberley'e doğru giderken Elizabeth Pemberley
korulannı gitgide artan bir heyecanla bekledi. Sonunda bekçi
evinden malikânenin içine saptıkları zaman ruhu fırtınaya
tutulmuş gibi çalkalanıyordu.
Çok büyük olan parka giden yol inişli çıkışlıydı. Parka en
alçak noktalarından birinden girdiler ve bir süre uzayıp giden
geniş bir koru boyunca ilerlediler.
Elizabeth'in kafası konuşmasına imkân bırakmayacak
kadar doluydu; ama her güzel şeyi görüp hayranlık
duyuyordu. Yarım mil boyunca yol yavaş yükseldi ve
kendilerini bir hayli yüksek bir bayırın üzerinde buldular.
Koru burada bitiyor ve hemen vadinin karşı yamacında yolun
sarp kıvrımlarla ulaştığı yerde yükselen Pemberley Köşkü
dikkati çekiyordu. Büyük, güzel, taş bir yapı olan ve tepeye
doğru yükselen arazinin üzerinde kurulu Pemberley'in
arkasında bir sıra yüksek ağaçlarla dolu tepeler görünüyor; bir
ırmak evin önünde doğal bir şekilde genişleyip akıyordu.
Irmağın kıyılan ne dümdüz ne de yapmacık bir şekilde
süslüydü. Elizabeth hayran olmuştu. Doğanın bu kadar
cömert davrandığı ve zevksiz bir müdahaleden bu derece
korunduğu bir yer görmemişti. Herkes bu manzara karşısında
yürekten bir hayranlık duymuştu ve o anda, Pemberley
malikânesinin hanımı olmanın önemini hissetti. Tepeyi
indiler, köprüden geçtiler ve kapıya geldiler. Evin görünüşünü
daha yakından incelerken genç kız, buranın sahibi ile
karşılaşma endişesini yeniden duydu. Oda hizmetçisinin
yanılmış olmasından korkuyordu. Köşkü gezmek için izin
istediklerinde salona alındılar; kâhya kadını beklerlerken
Elizabeth, Pemberley'ye nasıl geldiğine şaşmaktan kendini
alamıyordu.
Kâhya kadın geldi. Elizabeth'in tahmin ettiği kadar hoş
olmasa da, beklediğinden çok daha kibar, yaşlıca bir kadındı.
Onun ardından yemek salonuna gittiler. Burası geniş, güzel
döşenmiş, ferah bir odaydı. Elizabeth gözlerini etrafta bir süre
dolaştırdıktan sonra manzarayı seyretmek için pencerelerden
birine yaklaştı. Biraz önce indikleri ormanla taçlanmış tepe,
uzaktan daha sarp görünüyor ve çok güzel bir manzara
oluşturuyordu. Elizabeth bütün bu güzel manzarayı gözleriyle
kucakladı: Irmak ve iki kıyısında serpilen ağaçlar, vadinin
büklümü... gözünün görebildiği her şey nefisti. Öbür odalara
geçtikçe manzarayı başka açılardan görüyorlardı, ama her
pencerenin manzarası ayrı bir güzeldi. Hepsi zengin ve göz
alıcı olan odalar, sahibinin servetine yakışır bir şekilde
döşenmişti. Elizabeth bu eşyaların ne çok gösterişli, ne de
aşırı derecede süslü olmadığını; Rosings'deki eşyalardan daha
az gösterişli, fakat onlardan daha zarif olduklarını görerek
sahibinin zevkini takdir etti. 327
Genç kız kendi kendine, "Ben bu yerin hanımı
olabilirdim!" diye düşündü. "Burası benim evim, bu odalar
benim odalarım olacaktı! Bunları bir yabancı gibi seyredecek
yerde, onlar benimdir diye sevinebilir ve dayımla yengemi
misafirim olarak karşılayabilirdim." Fakat hemen kendini
topladı: "Hayır, hayır, bunu hiçbir zaman yapamazdım. Çünkü
dayımla yengemi sonsuza kadar kaybedecektim. Onları davet
etmeme izin verilmeyecekti." İyi ki işin bu yönü aklına
gelmiş, bu da onu pişmanlığa benzer bir şey hissetmekten
kurtarmıştı.
Kâhya kadına, malikâne sahibinin gerçekten orada olup
olmadığını sormak için sabırsızlanıyor, ama cesaret
edemiyordu. Sonunda bu soruyu dayısı sordu. Bayan
Reynolds cevap verirken Elizabeth korkusundan başını öte
yana çevirmişti. Kâhya kadın, efendisinin orada olmadığını
söyledikten sonra, "Ama yarın arkadaşlarıyla beraber
gelmesini bekliyoruz," diye ekledi. Elizabeth, kendi
yolculuklarının kazara bir gün gecikmediğine öyle sevinmişti
ki! Tam o sırada yengesi ona seslenerek bir resim gösterdi.
Genç kız yaklaştı ve şöminenin üzerinde diğer birçok
minyatür arasında Bay Wickham'ın da resminin asılı
olduğunu gördü. Yengesi gülümseyerek resmi nasıl
bulduğunu sordu. Kâhya kadın da onlara doğru gelerek,
bunun rahmetli efendisinin kâhyasının oğlu olan ve efendisi
tarafından yetiştirilen gencin resmi olduğunu söyledikten
sonra, "Şimdi asker olmuş, ama yazık pek havaileşmiş," dedi.
Bayan Gardiner yeğenine gülümseyerek baktı, ama
Elizabeth'te gülümseyecek hal kalmamıştı. Bayan Reynolds
bir başka minyatüre işaret ederek, "Bu da efendimdir," dedi.
"Kendisine çok benziyor. Öbürü ile aynı zamanda, aşağı
yukarı sekiz yıl kadar önce yapılmış." Bayan Gardiner
minyatüre hayranlıkla bakarak, "Efendinizin ne kadar hoş biri
olduğunu çok duydum. Güzel bir yüz," dedi ve ardından,
"Lizzy, ona benzeyip benzemediğini bize sen söyleyebilirsin,"
dedi.
Elizabeth'in efendisini tanıdığını anlatan bu sözler üzerine
Bayan Reynolds'un bu genç kıza karşı saygısı artmış gibiydi:
"Bu genç bayan Bay Darcy'yi tanıyor mu?" diye sordu.
Elizabeth kızararak, "Biraz," dedi.
"Onun çok yakışıklı bir beyefendi olduğunu düşünmüyor
musunuz efendim?" "Evet, gerçekten çok yakışıklı."
"Ben daha yakışıklısını görmediğime eminim. Fakat
yukarıdaki galeride bundan daha büyük, daha güzel bir
resmini göreceksiniz. Burası rahmetli efendimin en sevdiği
odaydı. Minyatürler de o zamanki yerlerinde duruyor.
Rahmetli efendim onları pek severdi. Ölümünden sonra odayı
hiç değiştirmedik."
Elizabeth, Wickham'm resminin hâlâ burada oluşunun
nedenini şimdi anlamıştı. Bayan Reynolds bundan sonra
dikkatlerini, Bayan Georgiana Darcy'nin sekiz yaşındayken
yapılmış bir resmine çekti. Bay Gardiner, "Bayan Darcy de
kardeşi kadar hoş mu?" diye sordu. "Evet, gelmiş geçmiş en
güzel genç bayan, o kadar da yetenekli ki! Bütün gün piyano
çalıp şarkı söylüyor. Bitişik odada onun için yeni alınmış bir
piyano var. Efendimin hediyesi. Yarın o da ağabeyi ile
beraber gelecek."
Tavırları rahat ve hoş olan Bay Gardiner'ın sorulan ve
yorumları kâhya kadını konuşmaya yöneltiyordu; Bayan
Reynolds'un artık gururdan mı, övünçten mi, efendisi ile kız
kardeşinden söz etmekten büyük keyif aldığı belliydi.
"Efendiniz yılın büyük bir kısmını Pemberley'de mi
geçiriyor?" "İstediğim kadar değil, efendim. Ama zamanının
yansını burada geçiriyor diyebilirim. Bayan Georgiana Darcy
de yaz aylannda hep buradadır."
Elizabeth kendi kendine, "Ramsgate'e gittiği zamanlann
dışında!" diye düşündü. "Eğer efendiniz evlenirse onu belki
daha çok görebilirsiniz." "Evet efendim, ama ne zaman
evlenecek bilmiyorum, ona layık olacak kadar iyi bir kadın
var mı?"
Bay ve Bayan Gardiner gülümsediler. Elizabeth kendini
tutamayarak, "Böyle düşünmekle onun saygınlığını
artırdığınız kesin," dedi.
Kâhya kadın, "Ben yalnızca gerçeği ve onu tanıyan
herkesin söylediğini söylüyorum," diye cevap verdi. Elizabeth
bunda biraz abartı olduğu görüşündeydi ve Bayan
Reynolds'un bunu izleyen sözlerini artan bir şaşkınlıkla
dinledi: "Ömrümde ters bir sözünü duymadım ve onu, dört
yaşından beri de tanıyorum."
Bu olağanüstü övgü aynı zamanda Elizabeth'in fikirlerine
en aykın olanıydı. Bay Darcy'nin iyi huylu bir adam
olmadığına öyle inanmıştı ki. Genç kız büsbütün dikkat
kesilmişti; daha çok şey duymak için sabırsızlanıyordu ve
konuşmayı devam ettirdiği için dayısına şükran duydu. Bay
Gardiner, "Hakkında böyle sözler söylenebilecek pek az
kimse var. Böyle bir efendiniz olduğu için şanslısınız," dedi.
"Evet efendim, bunu ben de biliyorum. Bütün dünyayı
dolaşsam daha iyisini bulamam. Fakat çocukken iyi huylu
olanlann, büyüyünce de iyi huylu olduklan hep dikkatimi
çekmiştir. Bay Darcy de dünyanın en tatlı huylu, en iyi kalpli
çocuğuydu." Elizabeth gözlerini kâhya kadından alamıyor,
kendi kendine, "Bu, Bay Darcy olabilir mi!" diye
düşünüyordu.
Bayan Gardiner, "Sanınm babası mükemmel bir insandı,"
dedi. "Evet, efendim, gerçekten öyleydi. Oğlu da tıpkı ona
benziyor. O da babası gibi yoksullann gönlünü kazanıyor."
Elizabeth dinledi, şaşırdı, kuşkulandı, daha çok bilgi
edinmek için sabırsızlandı. Bayan Reynolds başka hiçbir
açıdan onun ilgisini çekemezdi. Tabloların konularını,
odaların büyüklüğünü, eşyalann fiyatlannı kâhya kadın
boşuna sayıp döküyordu. Bay Gardiner, onun efendisini bu
kadar çok övmesini Darcy ailesine karşı duyduğu bağlılığın
bir kanıtı sayarak ve bundan memnun olarak sözü tekrar bu
konuya getirdi. Hep beraber büyük merdivenden çıkarlarken
Bayan Reynolds efendisinin birçok erdemi üzerinde hararetle
durarak, "O, mülk sahiplerinin ve efendilerin en iyisidir,"
diyordu. "Kendilerinden başka hiçbir şey düşünmeyen serseri
zamane gençleri gibi değildir. Kiracıları ve hizmetkârları
arasında onu iyilikle anmayacak tek bir kişi yoktur. Bazıları
ona mağrur diyor; ama ben onun mağrur bir yanını görmedim.
Bana kalırsa Bay Darcy diğer gençler gibi gevezeliği
sevmediği için ona mağrur diyorlar." Elizabeth, "Bu Bay
Darcy'yi ne kadar sevimli bir insan yapıyor!" diye düşündü.
Yürürken yengesi genç kıza fısıldadı: "Onun hakkında
anlatılan bu güzel şeylerle onun zavallı Wickham'a ettikleri
birbirini tutmuyor."
"Belki yanılmışızdır."
"Bu pek akla yakın değil; ne de olsa Wickham'ın kendi
ağzından duyduk." Sonra üst kattaki geniş sofadan, çok şirin
bir oturma odasına geçtiler. Aşağıdakilerden daha zarif ve
daha az eşyayla döşenmiş bu odanın, Pemberley'ye geldiğinde
Bayan Georgiana Darcy'yi sevindirmek için döşendiğini
öğrendiler.
Elizabeth pencerelerden birine doğru yürürken, "Bay
Darcy kuşkusuz iyi bir ağabey," dedi.
Bayan Reynolds, Bayan Georgina Darcy'nin bu odaya
girince duyacağı sevinç üzerinde tahminler yürüttükten sonra,
"Bay Darcy her zaman böyledir," diye ekledi. "Kız kardeşini
memnun edebilecek bir şey hemen yapılır. Kardeşi için
yapmayacağı şey yoktur." Yalnız resim galerisi ile yatak
odalarından birkaçını görmemişlerdi. Galeride birçok güzel
yağlıboya resim vardı; ama Elizabeth resimden pek
anlamazdı. Aşağıda benzerlerini gördüğünden bakmadı ve
Bayan Darcy'nin konuları genellikle daha ilgi çekici olan ve
daha iyi anlaşılan karakalem resimlerini seyrekoyuldu.
Galeride birçok aile portresi vardı, ama bunlarda bir
yabancının ilgisini çekecek hiçbir yan yoktu. Elizabeth,
hatlarını tanıyabileceği tek yüzü arayarak yürüdü. Sonunda o
yüzü görerek durdu. Bay Darcy'nin aslına şaşılacak kadar
benzeyen resmini görmüştü. Bu yüzde, bazen kendine
bakarken gördüğünü hatırladığı bir gülümseme vardı. Genç
kız dakikalarca resmin önünde durarak derin düşündü ve
galeriden çıkmadan önce de gidip son bir defa daha baktı.
Bayan Reynolds bu resmin Bay Darcy'nin babasının
sağlığında çizilmiş olduğunu bildirdi.
O anda kuşkusuz Elizabeth, bunun modelini tanışıklıkları
süresince hiç duymadığı ince duygularla hatırlıyordu. Bayan
Reynolds'un onu öven sözlerinin önemi azımsanamazdı. Zeki
bir hizmetçinin övgüsünden daha değerli bir övgü olabilir
miydi? Bir ağabey, bir mülk sahibi, bir efendi olarak
kaç kişinin mutluluğunun ona bağlı olduğunu, istediği anda
kaç kişiyi ne kadar sevindirebilecek ve ne kadar ıstıraba
sürükleyebilecek bir durumda bulunduğunu, ne kadar çok
iyilik ve kötülük yapma gücü taşıdığını düşündü. Kâhya
kadının öne sürdüğü her fikir Bay Darcy'nin lehineydi. Resim
de sanki gözlerini dikmiş Elizabeth'e bakıyordu. Elizabeth
onun ilgisine karşı o zamana kadar hissetmediği derin bir
şükran duydu. Bu ilginin samimiyetini hatırlayınca, bunun
dile getirilişindeki uygunsuzluk etkisini kaybetmeye
başlamıştı. Köşkün ziyarete açık kısımlarını gezip dolaştıktan
sonra aşağı indiler ve kâhya kadına veda ettiler. Kendilerini
salonun kapısında karşılayan bahçıvan onlara bahçeyi
gezdirecekti. Çimenlerin üzerinden nehre doğru yürürlerken
Elizabeth binayı bir daha görmek için arkasını döndü; dayısı
ile yengesi de durmuşlardı ve Bay Gardiner binanın yapıldığı
tarihi kestirmeye çalışırken, evin arkasındaki ahırlara giden
yoldan birdenbire malikânenin sahibi beliriverdi. Aralarında
yirmi metre kadar bir mesafe ancak vardı ve Bay Darcy o
kadar beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmıştı ki, artık
karşılaşmamalarının yolu yoktu. İki genç hemen göz göze
geldiler ve her ikisinin de yanaklan anında kıpkırmızı kesildi.
Genç adam tam anlamıyla irkilmiş ve bir an için şaşkınlıktan
kıpırdayamamıştı, ama hemen kendini toplayarak onlara
doğru ilerledi ve soğukkanlılıkla olmasa bile tam bir
nezaketle Elizabeth'e hal hatır sordu.
Genç kız elinde olmadan başını çevirmişti, ama Bay
Darcy'nin yaklaşması üzerine durarak, onun övgülerini,
üstesinden gelemediği bir şaşkınlıkla karşıladı. Bay Gardiner
ile eşine, bu gencin kılığı kıyafeti ve az önce gördükleri resme
benzerliği, Bay Darcy olduğunu anlatmaya yetmeseydi bile,
bahçıvanın efendisini görünce duyduğu şaşkınlık bunu hemen
anlamaya yeterliydi. Bay Darcy yeğenleriyle konuşurken kan
koca biraz uzakta durdular. Elizabeth şaşırmış, adeta altüst
olmuştu ve gözlerini kaldırıp genç adamın yüzüne bakmaya
cesaret edemiyor, ailesi hakkında sorduğu nazik sorulara bile
ne cevap verdiğini bilmiyordu. Son görüştükleri zamandan bu
yana genç adamın tutumu çok değişmişti. Elizabeth'in hayreti,
karşısındakinin söylediği her yeni cümle ile artıyordu ve
kendisinin
orada
bulunmasındaki
uygunsuzluğu
düşünmekten, karşı karşıya geçen bu birkaç dakika ona
ömrünün en sıkıntılı anları gibi geliyordu. Öte yandan Bay
Darcy'nin de öyle pek rahat bir hali yoktu; konuşurken
sesinde
her
zamanki
ağırlıktan
eser
kalmamıştı.
Longbourn'dan ne zaman ayrıldığını, Derbyshire'da ne kadar
kalacağını tekrar tekrar aceleyle soruşundan fikirlerinin
darmadağınık olduğu açıkça görülüyordu.
Sonunda kafası boşalır gibi oldu ve birkaç dakika tek
kelime bile söylemeden durduktan sonra ansızın kendini
toparladı ve veda etti.
Dayısı ile yengesi Elizabeth'in yanma geldiler ve Bay
Darcy'yi beğendiklerini söyledi1 ler. Ama Elizabeth
söylediklerinin tek kelime1 sini bile duymuyordu. Tamamıyla
duygularına gömülmüş olarak sessizce onları izledi. Utançtan
ve can sıkıntısından eziliyordu. Buraya gelmesi dünyanın en
ters, en yersiz işiydi. Kimbilir Bay Darcy bunu nasıl tuhaf
karşılayacaktı. Bu kadar gururlu bir erkek kimbilir onu ne
kadar ayıplamıştı! Onun kendi peşinden koştuğunu sanacaktı.
Ah! Burayal neden gelmişti ki? O da ne demeye böyle
beklendiğinden bir gün önce dönmüştü? On dakika önce
çıkmış olsalardı karşılaşmayacaklardı; çünkü tam o an
geldiği, atından veya arabasından o anda indiği belliydi.
Bu rastlantının tersliğini düşündükçe her tarafını ateş
basıyordu. Sonra Bay Darcy'nin tavırlannın bu kadar değişmiş
olması! Bunun anlamı ne olabilirdi; kendisiyle konuşması bile
şaşılacak şeydi. Üstelik ne kadar kibar konuşmuş, ailesinin
hatınnı bile sormuştu. Genç adamın tavırlannın bu kadar
mütevazı olduğunu görmemiş, Bay Darcy hiçbir zaman
kendisiyle bu beklenmedik karşılaşmada olduğu kadar
nezaketle konuşmamıştı. Rosings parkında, mektubunu eline
sıkıştırdığı zamanki tavrıyla ne zıt! Ne düşüneceğini, buna ne
anlam vereceğini bilmiyordu.
Elizabeth bunları düşünürken yürüye yürüye su kenannda
güzel bir yola geldiler. Her adım, önlerinde eşsiz bir manzara
veya yaklaştıklan koruluğun daha da güzel bir yolunu
açıyordu, ama Elizabeth ancak bir süre sonra bunlann farkına
varmaya başladı. Dayısı ile yengesinin arka arkaya sorduklan
sorulara bir makine gibi cevap vermekle ve onlann gösterdiği
yana gözlerini çevirmekle beraber hiçbir şeyi ayırt
edemiyordu. Düşünceleri Pemberley Köşkü'nde Bay
Darcy'nin bulunduğu noktadaydı (bu nokta malikânenin her
neresi ise). O anda genç adamın kafasından neler geçtiğini,
kendisi hakkında ne düşündüğünü, her şeye rağmen hâlâ
kendisine karşı bir sevgi besleyip beslemediğini bilmeyi öyle
istiyordu ki! Belki de kendi evinde olmanın verdiği rahatlık
ile nazik davranmıştı; ama sesinde, hiç de rahat olmadığını ele
veren bir şey vardı. Bu ani karşılaşmanın ona acı mı yoksa
zevk mi verdiğini kestiremiyordu, ama kesin olan bir şey
varsa, o da, kendisiyle konuşurken genç adamın hiç de
serinkanlı olmadığıydı.
Sonunda yanmdakilerin onun dalgınlığından yakınmalan
üzerine kendine geldi ve biraz daha toparlanma gereğini
duydu.
Koruya girdiler, bir ara nehirden ayrılarak bir yokuş
çıktılar, ağaçlann seyrek olduğu ve etrafı seyredebilme imkânı
olan bu noktadan vadinin, karşı tepelerin, bu tepelerden
birçoğunu kaplayan ormanın ve bazen de nehrin bir kısmının
güzel manzarası görülüyordu. Bay Gardiner bütün parkın
etrafını dolaşmak istediğini söyledi; ama bunun bir yürüşüye
sığmamasından korkuyordu. Bahçıvan övünme dolu bir
gülümsemeyle parkın çevresinin on mil uzunlukta olduğunu
söyleyince sorun çözüldü ve onlar da bütün ziyaretçiler gibi
bu geziyle yetinmeye karar verdiler. Tutuklan yol onları bir
süre sonra ağaçlarla kaplı yamaçtan aşağı indirerek en dar
noktasında suyun kenarına getirdi. Manzaranın genel
havasına uygun sade bir köprüden karşıya geçtiler. Şimdiye
kadar gördükleri yerler içinde en çok kendi haline bırakılmış
olanı bu noktaydı. Vadi burada, küçük bir dere ile bu dere
boyunca uzanan ve eski ağaç gövdeleri üzerinde süren yeni
filizlerden oluşan koru arasında ancak incecik bir yol
geçmesine izin verecek kadar daralıyordu. Elizabeth bu yolun
kıvrımlarının ötelerine gitmek isteğiyle yanıyordu. Ama
köprüyü geçtikleri ve evden ne kadar uzakta olduklarını
gördükleri zaman, yürümekle başı pek hoş olmayan Bayan
Gardiner daha ileriye gitmek istemedi. Bir an önce arabaya
dönmekten başka bir şey düşünecek halde değildi. Yeğeni de
ona uymak zorunda kaldı. En kısa yoldan nehrin karşı
kıyısındaki eve doğru gitmeye başladılar, ama çok yavaş
ilerliyorlardı, çünkü Bay Gardiner, bu zevkini ancak pek
seyrek tatmin edebiliyorsa da, balık avlamaya meraklı olduğu
için arada sırada suda görünen alabalıkları seyrediyor,
bahçıvanla da bu konu hakkında konuşuyordu. Böyle ağır ağır
ilerlerken gene onları şaşırtan bir şey oldu. Bay Darcy'nin
onlara doğru geldiğini, hem de aralarında büyük bir mesafe
olmadığını gören Elizabeth ilk karşılaştıkları andaki kadar
büyük bir şaşkınlık duydu. Burada yol öbür yandakinden daha
az korunaklı olduğu için Bay Darcy'yi önce görebilmişlerdi.
Elizabeth şaşırmıştı gerçi; ama hiç olmazsa konuşmaya biraz
öncekinden daha hazırlıklıydı. Genç adam gerçekten
kendileriyle görüşmeye niyetleniyorsa, daha sakin görünmeye
ve soğukkanlılıkla konuşmaya karar verdi.
Aslında Elizabeth birkaç dakika için onun başka bir yola
sapacağını sanmıştı. Yolun bir kıvrımı genç adamı onların
bakış açısından engellediği sürece genç kız böyle düşünmeyi
sürdürdü, ama köşeyi dönünce karşı karşıya geldiler. Biraz
önceki nezaketinden hiçbir şey kaybetmediğini Elizabeth bir
bakışta anladı ve kendisi de aynı nezaketi göstermek için
Pemberley'nin güzelliğini övmeye başladı. Fakat "nefis" ve
"şahane" sözleri daha ağzından çıkarken kötü bir anı kafasını
karıştırdı ve malikâneyi övmesinin başka bir anlama
çekilebileceğini düşündü. Benzi solarak sustu.
Bayan Gardiner biraz geriden geliyordu ve onun
duraksadığmı gören Bay Darcy, Elizabeth'den kendisini
arkadaşlarına tanıştırma iyiliğinde bulunmasını rica etti. Bu,
genç kızın hazırlıksız olduğu bir nezaket gösterisiydi. Bay
Darcy'nin kendine evlilik teklifinde bulunmasına bu
akrabaları yüzünden gururu isyan etmişti ve şimdi onlarla
tanışmak istemesine gülümsememek Elizabeth'in elinden
gelmiyordu. Kendi kendine, "Kim olduklarını öğrenince ne
kadar şaşıracak! Onları yüksek tabakadan sanıyor," diye
düşündü. Yine de onlan hemen tanıştırdı. Akrabalıklarını
söylerken bunu nasıl karşılayacağını görmek için yan gözle
genç adama bakıyor ve onun böyle sıradan ve "avamdan"
kişilerin yanından hemen son hızla kaçmaya kalkışmasını
bekliyordu. Bay Darcy'nin, bu akrabalığa şaşırdığı belliydi,
ama soğukkanlılıkla karşıladı ve kaçmak şöyle dursun,
onların yanına katılarak Bay Gardiner ile konuşmaya başladı.
Elizabeth'in sevinmemek, üstelik bir zafer duygusuna
kapılmamak elinde değildi. Yüz kızartmayan akrabaları
olduğunu Bay Darcy'nin öğrenmesi teselli ediciydi.
Konuşmalarını can kulağıyla dinliyor, dayısının zekâsını,
zevkini ve kibarlığını gösteren her ifadeden ve her cümleden
övünç duyuyordu.
Söz döndü dolaşü balık avına geldi. Genç kız, Bay
Darcy'nin, büyük bir nezaketle dayısını bu yörede kaldığı
sürece istediği an avlanmaya davet ettiğini, aynı zamanda ona
av takımını ödünç vermeyi de teklif ettiğini, ırmağın en çok
balık bulunan yerlerini gösterdiğini duydu. Elizabeth ile kol
kola yürümekte olan Bayan Gardiner genç kıza şaşkınlığını
belli eden bir bakışla baktı. Elizabeth bir şey söylemedi, ama
bu durumdan memnundu, bütün bu iltifat kendine yapılıyor
demekti. Yine de çok şaşırmıştı ve kendi kendine durmadan
sordu: "Neden böyle değişmiş? Bunun nedeni ne olabilir?
Herhalde ben olamam. Tavırlarının benim için böyle
yumuşamasına imkân var mı? Hunsford'daki ettiğim sitemler
bu kadar büyük bir değişim yaratamaz. Beni hâlâ sevmesine
imkân yok," deyip duruyordu. Böylece kadınlar önde,
erkekler arkada bir süre yürüdükten sonra ırmağın kenarına
indiler. Burada, suda yetişen tuhaf bir bitkiyi daha iyi görmek
için eğilip baktıktan sonra yerlerinde ufak bir değişiklik oldu.
Bütün sabah yürümekten yorulan Bayan Gardiner,
Elizabeth'in kolunu yeterince güçlü bulmayarak kocasınınkini
tercih etti. Bunun üzerine Bay Darcy de Elizabeth'in yanına
geçti ve böylece birlikte yürümeye başladılar. Kısa bir
sessizlikten sonra önce genç kız konuştu. Onun burada
olmadığını sandıklan için konağa geldiğini anlatmak
istiyordu. Bunun için söze başlarken gelişinin çok ani
olduğunu
söyleyerek,
"Kâhyanız
yarından
önce
gelmeyeceğinizi kesin olarak bildirmişti. Aslında biz
Bakewell'den ayrılmadan önce de sizi bugün beklemediklerini
duymuştuk," dedi.
Bay Darcy bunun doğru olduğunu, kâhyasıyla
görüşülecek bir işi olduğu için beraber yolculuk ettiği
arkadaşlanndan ayrılarak onlardan birkaç saat önce gelmek
zorunda kaldığını söyledi; "Yarın sabah erkenden onlar da
burada olacaklar," diye ekledi. "Aralannda sizi tanıyanlar da
var: Bay Bingley ile kız kardeşleri!"
Elizabeth yalnızca başını hafifçe eğerek karşılık verdi.
Bay Bingley'nin adını son konuşmalannda andıkları zamanı
hatırlamıştı ve genç adamın yüzündeki ifadeden anladığı
kadarıyla onun kafasındaki düşünce de kendininkinden farklı
değildi. Bay Darcy kısa süren bir sessizlikten sonra devam
etti: "Aralannda size tanıştınlmayı özellikle isteyen biri daha
var. Lambton'da bulunduğunuz sırada kardeşimi size
tanıştırmama izin verir misiniz, yoksa çok şey mi istemiş
oluyorum?"
Bu ricanın uyandırdığı şaşkınlık gerçekten büyüktü; o
kadar büyüktü ki, bunu ne şekilde kabul ettiğini bilmiyordu.
Bayan Georgiana Darcy'nin kendisiyle görüşme isteğinin
ağabeyinin işi olduğunu hemen hissetmişti. Bu düşünce
sevindiriciydi, üzerinde daha fazla durmaya gerek yoktu.
Genç adamın ona gücenip, hakkında gerçekten kötü
düşünmemesi sevinilecek bir şeydi. Şimdi ikisi de sessizce
yürüyorlardı; ikisi de ayrı derin düşüncelere dalmışlardı.
Elizabeth rahat değildi; rahat olamazdı da, ama gene de
gururu okşanmıştı ve mutluydu. Bay Darcy'nin ona kız
kardeşini tanıtmak istemesi çok büyük bir iltifattı. Biraz sonra
ötekilerin önüne geçtiler ve onlar arabaya vardıkları zaman
Bay Gardiner ve eşi çeyrek mil arkada kalmışlardı. Bunun
üzerine genç adam onu dinlenmesi için eve davet etti, fakat
Elizabeth yorgun olmadığını söyledi ve birlikte çimenlerin
üzerinde beklemeye başladılar. Böyle bir zamanda çok şey
söylenebilirdi ve sessizlik pek aykırı kaçıyordu. Genç kız
konuşmak istiyordu, fakat bütün konulara sanki bir yasak
konmuştu. En sonunda aklına yapmakta olduğu yolculuk
geldi, Matlock ve Dovedale'den uzun söz ettiler. Zaman da,
yengesi de çok ağır ilerliyordu ve genç kızın sabrı da sözleri
de tükenmek üzereydi. Bay ve Bayan Gardiner da gelince Bay
Darcy hepsinin eve girerek bir şey yemelerini ısrarla rica etti;
ama bu teklifi kabul edilmedi ve iki taraf da birbirinden
büyük bir nezaketle ayrıldı. Bay Darcy bayanların arabaya
binmelerine yardım etti.
Sonunda araba hareket edince Elizabeth onun yavaş
yavaş, düşünceli adımlarla eve doğru yürüdüğünü gördü.
Şimdi de dayısı ile yengesi Pemberley'in sahibi
konusundaki görüşlerini anlatmaya başlamışlardı. Her ikisi de
bu genci umduklarından çok daha üstün bulduklarını
belirtiyorlardı. Dayısı, "Çok terbiyeli, nazik ve kibirsiz bir
genç," dedi. Yengesi: "Kuşkusuz biraz gururlu," diye karşılık
verdi. "Ama bu, yalnız görünüşte. Sonra ona yakışmıyor da
değil. Kâhya kadın gibi, ben de diyebilirim ki, bazı kimseler
ona mağrur diyorlarsa da ben bundan eser görmedim."
"Daha önce hiçbir şeye bize karşı davranışına şaştığım
kadar şaşmadım. Nezaketin ötesindeydi, adeta özen derecesini
buldu. Oysa buna gerek yoktu. Çünkü Elizabeth ile
dostlukları bir tanışıklıktan ibaretti."
Yengesi, "Lizzy, gerçi Bay Darcy, Bay Wickham kadar
yakışıklı değil, daha doğrusu Bay Wickham'ınki kadar güzel
bir yüzü yok, fakat hatları adamakıllı hoş. Neden onu bize
sevimsiz diye tanıttın?" diye sordu.
Elizabeth elinden geldiği kadar kendince özür bulmaya
çalıştı. Darcy'nin yakından tanındıkça daha iyi anlaşılan bir
tip olduğunu ileri sürdü.
Dayısı, "Belki de günü gününe uymayan bir adamdır. Bu
soylu aileler çoğu zaman böyledir. Onun için balık avı
davetine kulak asmayacağım; yarına belki de fikrini değiştirir,
beni parkından kovar," diye cevap verdi.
Elizabeth onun karakterini tümüyle yanlış anladıklarını
hissetti, fakat bir şey söylemedi. "Gördüğüm kadarıyla bu
genç," diye sözlerini sürdürdü Bayan Gardiner, "Wickham'ın
söylediği kötülüğü yapacak türden bir insan değil. Kötü bir
insana benzemiyor, tam tersine konuşmasında hoşa giden bir
taraf, yüzünde de kalbinde kötülük olmadığını gösteren bir
ifade var. Doğrusu bize evi gezdiren kadıncağız da onu biraz
aşın övdü! Arada sırada kahkahalarla gülmemek için kendimi
zor tuttum. Ama cömert bir efendi olduğunu sanıyorum ki, bu
da bir hizmetçinin gözünde bütün üstün nitelikleri içerir."
Elizabeth burada Bay Darcy'nin Wickham'a davranışını
savunacak bir şeyler söyleme gereğini duydu. Elinden geldiği
kadar üstü kapalı bir dille, Kent'deki akrabalarından
öğrendiğine göre Bay Darcy'nin hareketlerine bambaşka bir
anlam verebileceğini; onun o kadar suçlu sayılamayacağını,
Wickham'ın da Hertfordshire'da iken sandıkları kadar temiz
olmadığını söyledi. Sözlerini doğrulamak için de iki gencin
arasında geçen para meselesini, kaynak vermeden, fakat
güvenilir bir yerden öğrendiğini anlattı.
Bayan Gardiner şaşırmış ve endişelenmişti; ama eskiden
güzel günler geçirdiği yerlere yaklaştıkları için bütün
düşünceler yerlerini çekici anılara bıraktı ve buralardaki ilgi
çekici yerleri kocasına gösterirken başka bir şey düşünecek
hali kalmadı. Sabahki yürüyüşten yorulduğu halde yemek yer
yemez eski tanıdıklarını aramaya koyuldu ve o akşam,
yıllarca ara verildikten sonra tazelenen sohbetlerin lezzetiyle
geçti.
O gün olup bitenler Elizabeth'i bu yeni dostlara karşı ilgi
duyamayacak kadar sarsmıştı. Bay Darcy'nin kibarlığını ve
her şeyden öte, kardeşini kendisiyle tanıştırmak istemesini
unutamıyor, bundan başka bir şey düşünemiyordu.
XLIV
Elizabeth, Bay Darcy'nin kardeşinin Pemberley'ye
geldiğinin ertesi günü, kendisini ziyaret edeceklerini
hesaplamış, bu nedenle o gün öğleden önce handan
uzaklaşmamaya karar vermişti. Ama düşündüğü doğru
çıkmadı, çünkü Georgiana Darcy, Lambton'a vardığı sabah
Elizabeth'i ziyarete geldi. Genç kız, dayısı ve yengesi ile
birlikte yeni arkadaşlarıyla civarda bir gezinti yapmıştı. Aynı
aileyle yemek üzere kıyafetlerini değiştirmek için henüz hana
dönmüşlerken bir araba sesi dikkatlerini çekti. Pencereden
bakınca, bir bayla bir bayanın faytonda caddenin yukarısına
doğru geldiğini gördüler. Elizabeth sürücüyü derhal tanıyarak
faytonda kimler olduğunu anladı ve şaşkınlığını gizleyerek
dayısı ve yengesine biraz sonra kendilerine yapılacak ziyaret
konusunda bilgi verdi. Dayısı ile yengesi de hayretler
içindeydiler. Elizabeth'in konuşurken şaşkınlığı, Bay Darcy
ile kız kardeşinin böyle gelişleri, bir gün önce olanlar, bu işe
bambaşka bir gözle bakmalarına neden oluyordu. Daha önce
böyle bir şey hiç akıllarina gelmemişti, fakat şimdi bu kadar
yüksek bir yerden gösterilen bu kadar büyük bir özene, Bay
Darcy'nin yeğenlerine eğilimi olduğundan başka bir anlam
veremiyorlardı. Onların kafasında bu yeni fikirler dolaşırken
Elizabeth'in duygulan da her an biraz daha altüst oluyordu.
Kendi telaşına kendisi de şaşıyordu; huzursuzluğun
nedenlerinden biri de Bay Darcy'nin eğilimi yüzünden kız
kardeşine onu abartılı övmüş olması korkusuydu.
Karşısındakinin kendinden hoşlanması için olağanüstü bir
istek duyduğundan, doğal olamayacağını ve hoşa
gitmeyeceğini hissediyordu.
Görülmekten korkarak pencereden çekildi. Kendini
toparlamaya çalışarak odada bir aşağı bir yukarı dolaşırken
dayısı ile yengesinin yüzünde okuduğu hayret ve merak, her
şeyi bir kat daha güçleştiriyordu.
Georgiana Darcy ile ağabeyi gelince doğal olarak
tanıştırma töreni yapıldı. Elizabeth yeni tanıdığı bu genç kızın
da en az kendisi kadar şaşırmış olduğunu görerek hayret etti.
Lambton'a geldiğinden beri hep Georgiana Darcy'den çok
mağrur diye söz edildiğini duymuştu; ama birkaç dakikalık
bir gözlem onun sadece utangaç olduğunu anlamasına
yetmişti. Elizabeth bu genç kıza "evet, hayır"dan başka tek bir
kelime söyletemedi. Georgiana Darcy uzun boylu,
Elizabeth'ten daha iri yapılıydı; henüz on altı yaşında olduğu
halde gelişmiş ve serpilmişti. Ağabeyi kadar güzel değildi,
fakat yüzünden duygusal ve uysal yaradılışlı olduğu
okunuyordu ve tavırları tam anlamıyla iddiasız ve kibardı.
Karşısında Bay Darcy gibi keskin ve soğukkanlı birisini
göreceğini sanan Elizabeth, karşısında böyle bambaşka birini
bulunca rahat bir nefes aldı. Hana gelişlerinin üzerinden çok
geçmemişti ki, Bay Darcy, Bingley'nin de genç kızı ziyaret
edeceğini haber verdi. Elizabeth bundan duyduğu
memnunluğu ifade edecek ve bu misafiri karşılamaya
hazırlanacak vakit bulamadan Bingley'nin acele merdivenleri
çıktığı duyuldu ve bir dakika sonra da odaya girdi.
Elizabeth'in ona olan öfkesi çoktan geçmişti, ama öyle
olmasaydı bile, onun genç kızı tekrar görmekten duyduğu
memnunluğu ifade ederken gösterdiği samimiyet karşısında
bütün öfkesi gidecekti. Bay Bingley, genel olmakla beraber
dostça bir şekilde ailesinin hatırını sordu; her zamanki şen ve
rahat tavrıyla konuşuyordu. Bay ve Bayan Gardiner da Bay
Bingley'ye karşı Elizabeth kadar ilgi duymuşlardı. Onu
görmeyi çoktan beri istiyorlardı. Konukların hepsi onlarda
heyecanlı bir ilgi uyandırmıştı. Bay Darcy ve yeğenleriyle
ilgili kuşkulan onlan bu iki genci ihtiyatlı, fakat heyecanlı bir
merakla süzmeye yöneltmişti ve bu incelemelerin sonucunda
içlerinden hiç değilse birinin aşkın ne demek olduğunu bildiği
kanısına vardılar. Genç kızın duygularından biraz
kuşkuluydular, ama genç adamın hayranlıkla dolup taştığı
ortadaydı.
Elizabeth'e gelince onun kafası da dopdoluydu.
Misafirlerinin
her
birinin
duygulannı
anlamak;
soğukkanlılığını korumak ve herkese hoş görünmek istiyordu.
En çok korktuğu şey, sonuncu isteğini yerine getirememekti;
oysa bunu başaracağına şüphe yoktu. Çünkü hoşlarına
gitmeye çalıştığı kimselerin ona karşı tutumları zaten
olumluydu. Bingley ondan hoşlanmaya hazırdı. Georgiana
buna can atıyordu ve Darcy de kararlıydı.
Bay Bingley'yi görünce genç kızın düşünceleri ister
istemez ablasına gitti ve genç adamın da aynı şekilde Jane'i
düşünüp düşünmediğini öğrenmeyi öyle çok istedi ki! Bazen
onun eskisinden daha az konuştuğu kanısına kapılıyordu ve
bir iki kez Bingley yüzüne bakarken sanki genç kıza, yüzünde
ablasıyla bir benzerlik arıyor gibi geldi ve çok sevindi. Fakat
bu hayal olsa bile, Bay Bingley'nin, Jane'e rakip diye ileri
sürülen Georgiana Darcy'ye karşı nasıl davrandığı hakkında
yanılmış olamazdı. İkisinde de birbirlerine karşı özel bir
duygu beslediklerini gösteren bir belirti sezilmiyordu.
Aralarında, Caroline Bingley'nin ümitlerini güçlendirecek
hiçbir şey göremiyordu. Bu konuda çok geçmeden
Elizabeth'in içi rahatladı ve misafirler gitmeden önce yaşanan
bir iki olayı da genç kız, Jane'in ince bir duygu ile hatırlandığı
ve Bay Bingley'nin kendinde cesaret bulsa onun adının
anılmasına sebep olabilecek bir şeyler söylemek istediği
şeklinde yorumlamaktan memnunluk duydu. Odadakiler
birbirleriyle konuşurken Bay Bingley üzüntü dolu bir ses
tonuyla genç kıza, "Çoktandır sizi görme zevkinden yoksun
kalmıştık," demiş ve Elizabeth cevap vermeye zaman
bulamadan, "Sekiz aydan fazla oldu. Netherfield'de hep
birlikte dans ettiğimiz 26 Kasım gecesinden beri
görüşemedik," diye de eklemişti.
Elizabeth onun belleğinin bu kadar güçlü olmasına
sevindi. Bay Bingley daha sonra, diğerlerinin kulak vermediği
bir sırada, gene bir fırsatını bulup genç kıza, kardeşlerinin
hepsinin Longbourn'da olup olmadığını sormuştu. Ne bu
soruda ne de daha önceki sözlerde bir olağanüstülük
görülmeyebilirdi; ama genç adamın bunları söylerken
bakışları ve tavrı bir anlam kazandırıyordu.
Elizabeth Bay Darcy'ye ancak arada sırada bakıyordu.
Ama ne zaman o yana baksa tam bir sevinç gözüne' 'çarpıyor,
Bay Darcy'nin kibirden ve çevresindekileri küçümsemekten
çok uzak bir tavırla konuştuğunu görüyordu. Bundan, genç
adamın tavırlarında dün gördüğü iyiye doğru gelişmenin,
geçici bile olsa, hiç değilse bir gün sürdüğü kanısına vardı.
Bir iki ay önce görüşmeyi hor gördüğü kişilerle şimdi
ahbaplık etmeye, onlara hoş görünmeye çalıştığına; yalnız
kendisine karşı değil, aynı zamanda açık küçümsediği
akrabalarına karşı da nazik davrandığına tanık olduktan sonra
Hunsford'daki papaz evinde aralarında geçen sahneyi bütün
canlılığıyla hatırladı. Fark ve değişim o kadar büyüktü ve
genç kızın kafasında etkisini o kadar güçlü gösteriyordu ki,
şaşkınlığını oradakilere hissettirmemek için kendini
zorluyordu. Elizabeth onu ne Netherfield'deki sevgili dostları,
ne de Rosings'deki soylu akrabaları arasında bu kadar
çevresindekileri memnun etmeye istekli, bu kadar kendine
önem vermekten uzak, bu kadar sokulgan görmemişti. Oysa
şimdi kendini beğendirme çabalarının başarılı olmasının
hiçbir önemi yoktu. Zaten bu odada ilgi gösterdiği kişiler
gerek Netherfıeld, gerekse Rosings'deki hanımefendiler için
alay ve hakaret konusu olmaktan ileri gidemezlerdi.
Misafirler yarım saatten fazla oturdular ve gitmek için
kalktıklarında Bay Darcy, Bay ve Bayan Gardiner ile Bayan
Elizabeth Bennet'ı ayrılmadan bir gün önce Pemberley'de
yemeğe davet etti ve kız kardeşinden de bu daveti
desteklemesini istedi. Georgiana Darcy, misafir çağırmaya
pek az alışık olduğunu gösteren bir çekingenlikle, fakat hiç
vakit geçirmeden ağabeyine destek verdi. Bayan Gardiner
yeğenine baktı, davetin en çok onu ilgilendirdiğini düşündüğü
için gitmeyi isteyip istemediğini anlamaya çalıştı, ama
Elizabeth başını öteye çevirmişti. Bayan Gardiner bu kasıtlı
kaçamağın teklifi beğenmemekten çok, bir anlık şaşkınlıktan
doğduğu kanısına varıp, toplantıları seven kocasının da bunu
kabul etmeye pek istekli olduğunu görerek kendinde olumlu
cevap verme cesaretini buldu ve bir gün sonra Pemberley'ye
gitmeleri kararlaştırıldı.
Bay Bingley, Elizabeth'e söyleyecek ve Hertfordshire'daki
dostları hakkında da soracak pek çok şeyi olduğu için genç
kızı tekrar göreceğine pek sevindiğini belirtti. Elizabeth bütün
bunlara, onun Jane'den söz açılmasını istediği anlamını
vererek sevindi. Misafirleri gittiği zaman, geçen yarım saati
hem bu, hem de başka bazı nedenlerle memnuniyet verici
buldu. Oysa ziyaret sırasında pek o kadar eğlenmemişti.
Yalnız kalmak için sabırsızlanarak ve dayısı ile yengesinin
soruları ya da şüpheleriyle karşılaşmaktan korkarak,
Bingley'yi beğendiklerini belirten düşüncelerini dinleyecek
kadar orada kaldıktan sonra acele giyinmeye gitti.
Oysa Bay ve Bayan Gardiner'ın meraklarından
korkmasına neden yoktu; çünkü yeğenlerini zorla konuşturma
niyetinde değillerdi. Elizabeth'in Bay Darcy'yi sandıklarından
çok daha fazla tanıdığı ve genç adamın yeğenlerine karşı
büyük bir aşk beslediği ortadaydı. Yorumlayacak pek çok şey
gördüler ama kendilerinde Elizabeth'i sorgulama hakkını
bulmuyorlardı. Artık Bay Darcy'yi beğenmeye büyük bir istek
duyuyorlardı. Tanıdıkları kadarıyla herhangi bir kusurunu
görmemişlerdi. Kibarlığından duygulanmamak olanaksızdı ve
genç adamın karakteri hakkında anlatılanlara aldırmadan
kendi duygularına ve hizmetçisinin söylediklerine dayanarak
hüküm verecek olsalar Hertfordshire'da onu tanıyanlar bu
kişinin Bay Darcy olduğunu anlayamazlardı. İçlerinden kâhya
kadına inanmak geliyordu ve çok geçmeden Bay Darcy'yi
dört yaşından beri tanıyan ve tavırlarıyla, hareketleriyle saygı
hissi uyandıran bir hizmetçinin sözlerinin yabana
atılamayacağını fark ettiler. Lambton'daki arkadaşlarından
edindikleri bilgi ile hizmetçinin sözleri arasında bir çelişki
yoktu.
Genç adamda gururdan başka bir kusur bulamıyorlardı;
belki gerçekten gururluydu, ama olmasa da ailesinin
görüşmediği küçük bir kasabada halk böyle bir sıfatı
uyduruverirdi. Yine de Bay Darcy'nin cömert bir adam olduğu
ve yoksullara çok iyiliği dokunduğu herkesçe kabul
ediliyordu.
Wickham'a
gelince,
Gardiner'lar
çok
geçmeden
Lambton'da bu gence pek saygı duyulmadığını anladılar.
Efendisinin oğlu ile arasındaki sorunlar tam olarak
bilinmemekle beraber, Derbyshire'dan giderken bir hayli borç
bıraktığı ve bu borçlan sonradan Bay Darcy'nin kapattığı
herkesçe bilinen bir gerçekti.
Bu akşam Elizabeth'in aklı fikri, dün akşamkinden daha
çok Pemberley malikânesindeydi. O gece geçmek bilmez gibi
uzun geldiği halde malikânedeki birisine karşı beslediği
duygulan anlamaya yetmedi. Bunlann ne olduğunu anlamak
için iki saat, hiç gözlerini kırpmadan yattı. Ondan nefret
etmediği kuşkusuzdu. Evet; nefret çoktan silinmiş, genç kız
ona karşı böyle bir duygu beslemiş olmaktan utanç duymaya
başlayalı çok olmuştu. Önceleri istemeye kabul etmekle
beraber, onun değerli niteliklere sahip olduğu kanısının
uyandırdığı saygı, bir süredir duygulanna aykın gelmiyordu.
Dün olup bitenler, genç adamın çok lehinde kanıtlar
oluşturmuş ve karakterini çok güzel bir ışık altında
göstermişti. Bunun üzerine genç kızın ona duyduğu saygı
daha da artmış ve buna dostça bir nitelik kanşmıştı. Ama her
şeyden, saygıdan ve beğeniden çok, Elizabeth ona
iyi dileklerde bulunma isteğini bastıramıyordu. Bu şükran
duygusuydu. Sadece bir zamanlar kendisini sevdiği için değil,
fakat onu reddedişindeki terslik ve hırçınlığı, ret cevabı ile
birlikte yönelttiği bütün haksız suçlamalan bağışlayacak kadar
çok sevmekte olduğu için duyduğu şükran. Bay Darcy'nin
kendisinden en büyük düşmamymış gibi uzak duracağını
sanırken, genç adam bu beklenmedik karşılaşma üzerine
tanışıklıklannı sürdürmek için olağanüstü bir çaba göstermiş,
ikisinin söz konusu olduğu durumlarda ilgisini açığa vururken
incelikten hiç ayrılmadan ve göze batacak bir tavır
takınmadan genç kızın yakınlanna hoş görünmeye çalışmış,
Elizabeth'i kardeşiyle tanıştırmak istemişti. Bu kadar mağrur
bir insanın bu kadar değişmesi yalnız hayret değil; şükran
duygusu da uyandınyordu. Çünkü bu, yalnızca aşktan, hem de
ateşli bir aşktan kaynaklanabilirdi. Bu nedenle genç kızın
üzerinde yarattığı etki, tam anlamıyla anlaşılamasa da, hiç de
fena değil, aksine cesaret vericiydi. Elizabeth, Darcy'ye saygı
ve gönül borcu duyuyor; onun iyiliğini istiyordu. Genç
adamın iyi durumda olmasını dilerken acaba bunun ne
dereceye kadar kendine bağlı olmasını istiyordu? Hayal gücü
kendisine hâlâ Bay Darcy'ye teklifini tekrarlatacak güçte
olduğunu söylüyordu. Eğer bu gücü kullanır ve genç adama
bir daha evlenme teklifi yaptırırsa ikisinin mutluluğuna ne
derece hizmet ederdi? İşte bunları bilmek istiyordu.
O akşam yenge ile yeğen aralarında karar verdiler:
Georgiana Darcy, Pemberley'ye geldiği sabah hemen onları
ziyaret etmekle çok büyük bir incelik göstermişti. Ancak geç
kahvaltı edebileceği bir saatte oraya vardığı halde bu ziyareti
yaptığı için doğrusu kendisine ne kadar kibarlık gösterilse
azdı. Ama hiç olmazsa buna karşılık vermeye çalışmak ve bu
nedenle ertesi sabah Pemberley'ye giderek Georgiana
Darcy'yi ziyaret etmek gerekiyordu. Böylece Pemberley'ye
gitmeyi kararlaştırdılar. Elizabeth kendi kendine nedenini
sorduğunda pek cevap verememekle beraber, bundan
memnundu. Bay Gardiner kahvaltıdan sonra gitmişti. Çünkü
balık avlama teklifi bir gün önce yenilenmiş ve öğleden önce
Pemberley'den birkaç bayla buluşması kesin olarak
kararlaştırılmıştı.
XLV
Elizabeth, Caroline Bingley'nin kendine karşı duyduğu
nefretin kıskançlıktan doğduğunu anladıktan sonra,
Pemberley'ye gitmesinin bu kız için ne kadar can sıkıcı
olacağını hissediyor, aralarındaki tanışıklık yenilenirken onun
ne dereceye kadar nezaket gösterebileceğini öğrenmek için
sabırsızlanıyordu.
Konağa varınca holden geçerek yazın manzarası çok
güzel olan kuzeyde bulunan bir salona alındılar. Bahçeye
açılan pencerelerden evin ardındaki yüksek, ağaçlarla kaplı
tepeler görünüyor, bu tepelerle ev arasındaki çimenliğe
serpiştirilmiş güzel meşelerle İspanyol kestanelerinin iç açıcı
serinliği salona doluyordu.
Georgiana Darcy onları salonda karşıladı. Bayan Hurst,
Caroline Bingley ve Londra'da Georgiana'yla birlikte yaşayan
bayan da oradaydı. Georgiana misafirlerini çok nazik
karşıladı. Bu kibarlığa, utangaçlıktan ve yanlış bir şey yapma
korkusundan kaynaklanan, fakat kendilerini ondan alt sınıftan
hissedenlere genç kızın mağrur ve kendini beğenmiş biri
olduğu hissini uyandırabilecek bir şaşkınlık karışmıştı. Yine
de Bayan Gardiner ile yeğeni haksızlık etmeyerek ona
acıdılar.
Bayan Hurst ve Caroline Bingley gelenleri yalnızca birer
diz kırarak selamladılar. Herkes oturduktan sonra bütün
sessizlikler gibi sıkıcı bir sessizlik başladı ve birkaç dakika
sürdü. İlk sözü açarak bu sessizliği bozan Georgiana
Darcy'nin nedimesi Bayan Annesley oldu. Bu kibar ve
sevimli kadın, bir konu açarak, iki kız kardeşten daha
terbiyeli olduğunu gösterdi ve Bayan Gardiner'la arasındaki
sohbet zaman Elizabeth'in de yardımıyla sürdü. Bayan
Georgiana Darcy, söze karışmak için cesaretlendirilmeye
ihtiyacı varmış gibi görünüyordu. Birkaç kez duyulma
tehlikesinin en az olduğu bir sırada bir cümle söylemeye
cesaret etti. Elizabeth, çok geçmeden, Caroline Bingley'nin
kendisini göz hapsine almış olduğunu; onun dikkatini
çekmeden, özellikle Georgiana Darcy ile tek kelime bile
konuşamayacağını anladı. Birbirlerinden uzakta olmasalar, bu
gözlem onu Georgina Darcy ile konuşmaktan alıkoyamazdı,
ama yine de Elizabeth çok konuşmak zorunda olmadığına
üzülmüyordu. 355
Çünkü düşünceleri onu oyalıyordu. Her an baylardan
birinin odaya girmesini bekliyordu. Evin efendisinin de onlar
arasında olacağını umuyor ve bundan korkuyordu. Umudunun
mu, yoksa korkusunun mu üstün geldiğini kestiremiyordu.
Caroline Bingley'nin sesini hiç duymadan bir çeyrek saat
kadar böyle oturduktan sonra Elizabeth, onun ailesinin sağlığı
hakkındaki soğuk sorusunu duyarak silkindi. Bu soruya aynı
kayıtsızlıkla, aynı şekilde kısaca cevap verdi, Caroline
Bingley de başka bir şey söylemedi.
Soğuk et, kek ve mevsimin en güzel meyvelerini getiren
uşakların içeri girmesi bu misafirlikte bir değişiklik yaptı.
Bayan Annesley çok anlamlı bakış ve gülümsemelerden sonra
Georgiana Darcy'ye ev sahipliği görevini biraz zorlukla da
olsa hatırlatmayı başarınca, herkes için yapması gereken bir iş
çıkmıştı. Çünkü hepsi bir arada konuşamıyorlarsa da
yiyebiliyorlardı ve güzel üzüm salkımları, cins cins şeftaliler
çok geçmeden onları masanın etrafına toplamıştı. Bu arada
Elizabeth, Bay Darcy'nin gelmesinden korktuğuna mı, yoksa
bunu istediğine mi karar vermek için güzel bir fırsat buldu.
Çünkü Darcy bu sırada içeri girmişti ve Elizabeth bir dakika
önce isteğinin daha güçlü olduğunu sanıyorduysa da şimdi
onun gelmesine üzülmeye başlamıştı.
Bay Darcy, bir süre Pemberley'den birkaç arkadaşı ile
birlikte nehirde balık tutan Bay Gardiner'ın yanında kaldıktan
sonra, bayanların o sabah Georgiana'ya misafirliğe
geleceklerini öğrenince içeri gelmişti. Odaya girer girmez
Elizabeth büyük bir rahatlıkla ve hiç şaşırmadan oturmak gibi
akıllıca bir karar verdi, ancak bu verilmesi kolay ama
uygulanması zor bir karardı; çünkü genç kız herkesin merakla
kendilerine baktığını ve bütün gözlerin Darcy'nin ilk
hareketini beklediğini fark etti. Bu meraklı ilgi hiçbir yüzde
Caroline Bingley'ninki kadar güçlü değildi. Kıskançlık henüz
onu ümitsizliğe sürüklememiş ve Bay Darcy ile ilgilenmekten
hiçbir şekilde vazgeçmemiş olduğu için, konuşurken bütün
yüzünü kaplayan gülümsemeye rağmen duygularını gene de
gizleyemiyordu. Ağabeyinin gelişiyle Georgiana Darcy
konu$rhaya katılmak için daha çok çaba harcamaya
başlamıştı ve Elizabeth genç adamın kardeşiyle kendisinin
birbirlerini daha iyi tanımalarını istediğini ve iki taraftan
hangisi konuşmaya başlarsa onu mümkün olduğu kadar
özendirmeye çalıştığını fark etti. Caroline Bingley de bütün
bunların farkındaydı ve öfkenin yarattığı bir düşüncesizlikle
ilk fırsatta alaycı bir nezaketle, "Bayan Eliza," dedi, "... ili
alayı Meryton'dan ayrılmış öyle mi? Bu durum sizin aileniz
için büyük bir boşluk yaratmıştır."
Darcy'nin yanında Wickham'ın adını anmaya cesaret
edememişti, ama Elizabeth onun bu sözleri özellikle kendisini
düşünerek söylediğini hissetti. Bu gençle ilgili şeyleri
hatırlamak bir an için karamsarlığa düşürdü, fakat bu hırçın
saldırıyı geri püskürtmek için büyük çaba harcayarak oldukça
kayıtsız bir ses tonuyla hemen cevap verdi.
Konuşurken istemeden Darcy'ye ve kardeşine bakmıştı.
Genç adamın kızardığını ve heyecanla kendisine baktığını, kız
kardeşinin de şaşkınlıktan gözlerini kaldırmaya cesaret
edemediğini gördü. Caroline Bingley sevgili arkadaşına ne
büyük bir ıstırap vermekte olduğunu bilseydi böyle bir imada
bulunmaktan kesinlikle kaçınırdı, fakat farkında değildi.
Niyeti, Elizabeth'in eğilim duyduğuna inandığı bir erkeği öne
sürerek, duygularını kendisini Bay Darcy'nin gözünden
düşürecek şekilde ortaya koyacak bir duruma sokmak ve belki
de Darcy'ye, Elizabeth'in yakınlarının bu alayla olan budalaca
ve taşkın ilişkilerini hatırlatmaktı. Georgiana Darcy'nin
Wickham'la kaçma girişimine dair hiçbir şey bilmiyordu. Bu,
gizlenebilecek herkesten gizlenmiş; yalnız Elizabeth'e açılmış
bir sırdı ve Bay Darcy bunu Bay Bingley'nin bütün
akrabalarından gizli tutmaya özellikle dikkat etmişti.
Elizabeth'in çok önceden düşündüğü gibi bunda, Bingley'nin
akrabalarının, ileride kız kardeşinin de akrabası olması dileği
rol oynamıştı. Genç adamın böyle bir tasarı kurduğu kesindi.
Bay Bingley'yi Jane'den ayırmaya çalışmasında bunun etkisi
altında kalmamaya dikkat etmişse de, arkadaşının iyiliği
uğruna bu kadar candan uğraşmasının nedeni, belki bu dilek
göz önünde tutulunca daha iyi anlaşılabilirdi.
Neyse ki Elizabeth'in serinkanlı tavrı Bay Darcy'nin
kaygılarını çok geçmeden yatıştırdı; canı sıkılan ve hayal
kırıklığına uğrayan Caroline Bingley de Wickham konusunu
daha fazla deşmeye cesaret edemedi. Georgiana da tam
zamanında kendini toplamışsa da, hâlâ tekrar konuşacak
cesareti toplayamamıştı. Ağabeyiyle göz göze gelmekten
korkuyordu, ama Bay Darcy onun bu olayla ilgisini unutmuş
gibiydi. Onu Elizabeth'ten soğutmak için düzenlenen bir
oyun, tersine Elizabeth'e büsbütün hayran olmasını
sağlamıştı. Bu konuşmadan az sonra misafirler gitmek için
ayağa kalktılar. Bay Darcy onları arabaya bindirirken
Caroline Bingley, Elizabeth'in kişiliğini, tavırlarını ve kılığını
kıyafetini çekiştirmeye başlamıştı bile. Ama Georgiana ona
katılmadı. Ağabeyinin övgüleri onu beğenmesi için yeterliydi.
Ağabeyi yanılmış olamazdı ve Elizabeth'ten öyle söz etmişti
ki, Georgiana'nın onu sevimli ve cana yakın bulmamasına
imkân yoktu. Bay Darcy salona döndüğünde Caroline
Bingley, kız kardeşine söylediklerinin bir kısmını ona da
tekrarlamaktan kendini alamadı:
"Eliza Bennet bu sabah ne kadar kötü görünüyordu, değil
mi Bay Darcy? Bu kıştan beri öyle değişmiş ki, inanılır şey
değil. O kadar yanmış, o kadar kabalaşmış ki! Louisa ile ben
onu neredeyse tanıyamayacakük."
Bu sözlerden hiç hoşlanmadığı halde Bay Darcy soğuk bir
cevap vererek, genç kızda biraz yanmış olmasından başka bir
değişiklik görmediğini, yazın yolculuk yapan bir insanın
yanmasının da olağandışı sayılamayacağını söyledi.
Caroline Bingley, "Ben kendi hesabıma onda hiçbir
güzellik bulamadığımı itiraf etmeliyim," dedi. "Yüzü çok
zayıf, teni parlak değil, hatları da güzel sayılmaz. Burnunun
rötuşa ihtiyacı var, fark edilir hiçbir yönü yok. Dişleri kötü
sayılmaz, ama inci gibi de değil. Bazen çok güzel diye söz
edilen gözlerine gelince, ben bunlarda da olağanüstü bir şey
göremiyorum. Hiç hoşuma gitmeyen, keskin, ters bakışları
var. Genelde bütün tavırlarında kibarlıktan uzak bir küstahlık
var ki, dayanılır şey değil." Bay Darcy'nin Elizabeth'i çok
beğendiği kanısını edinmiş olan Caroline Bingley genç
adamın gözüne bu sözlerle giremezdi. Fakat insanlar
öfkeliyken hep akıllı hareket etmezler. Sonunda Bay
Darcy'nin biraz sıkıldığını görünce, umduğu başarıyı elde
ettiğini sandı. Yine de Darcy inadına susuyordu. Caroline ona
bir şey söyletmek amacıyla devam etti: "Onunla
Hertfordshire'da ilk karşılaştığımız zaman, güzel diye adının
çıkmış olmasına hepimizin ne kadar şaşırdığını hatırlıyorum.
Bunlar, bir akşam Netherfield'de yemek yedikten sonra, hiç
unutmam, siz 'O mu güzel! O güzelse annesi de bilgin sayılır,'
demiştiniz. Ama öyle görülüyor ki sonradan onu daha iyi
bulmaya başladınız. Sanırım bir ara kendisini oldukça şirin
bile buluyordunuz."
Kendini daha fazla tutamayan Darcy, "Evet," diye cevap
verdi, "ama bu onu ilk tanıdığım sıralardaydı. Şimdi ise,
aylardır Bayan Elizabeth Bennet'ı tanıdığım en güzel kadınlar
arasında sayıyorum."
Daha sonra genç adam dışarı çıktı ve Caroline Bingley de
kendinden başka kimseyi üzmeyen bu sözleri ona
söyletmenin üzüntü. süyle baş başa kaldı.
Bayan Gardiner ile Elizabeth, Pemberley'den dönerlerken
misafirlikleri sırasında olup biten her şeyden söz ettikleri
halde, ilgilerinin asıl merkezi olan kişiden söz açmadılar.
Ondan başka herkesin görünüşü ve tavırları hakkında fikir
yürüttüler.
Kardeşinden,
dostlarından,
evinden,
meyvelerinden, her şeyden onun dışında konuştular. Buna
rağmen Elizabeth, yengesinin Bay Darcy hakkında ne
düşündüğünü bilmek için sabırsızlanıyor, Bayan Gardiner da
yeğeni konuyu açarsa çok sevineceğini hissediyordu.
XLVI
Elizabeth, Lambton'a vardıkları sabah Jane'den gelen bir
mektup bulacağını sanmış, bulamayınca da bir hayli hayal
kırıklığına uğramıştı ve burada kaldığı süre içinde bu hayal
kırıklığı her sabah tazeleniyordu. Fakat üçüncü gün hayal
kırıklığı yaşamadı, çünkü ablasından iki mektup birden
gelmişti; birinin üzerindeki işaretlerden yanlışlıkla başka bir
yere gönderilmiş olduğu belliydi ve Jane'in kabahatli
olmadığı anlaşılıyordu. Ancak Jane zarfın üstünü bir hayli
okunaksız yazdığından, Elizabeth önce başka yere
gönderilmesine şaşmadı. Mektuplar geldiğinde yürüyüşe
çıkmak üzereydiler. Dayı ile yengesi genç kızın mektupları
rahat rahat okuması için onu yalnız bırakarak kendileri
çıktılar. Önce, yanlış yere giden mektubu okumalıydı. Beş
gün önce yazılmış olan bu mektubun başlarında küçük
toplantılar ve eğlenceler de anlatılıyor; bir köyden
verilebileceği kadar haber veriliyordu. Ama bir gün sonraki
tarihli ve besbelli çok heyecanlı bir ruh haliyle yazılan
mektubun ikinci yansında çok önemli bir haber vardı:
"Lizzy'ciğim, yukarıdaki satırları yazdığımdan beri hiç
beklenmedik, çok önemli bir şey oldu; ama seni
telaşlandırmaktan korkuyorum. Emin ol, hepimiz iyiyiz.
Söyleyeceğim şey zavallı Lydia'la ilgili. Dün akşam saat on
ikide hepimiz yatmak üzereyken Albay Forster'dan ulakla
gelen bir mektup Lydia'nin subaylardan biriyle, daha doğrusu
Wickham ile İskoçya'ya kaçtığını bildiriyordu! Ne kadar
şaşırdık tahmin et. Ama Kitty buna pek de şaşırmış
görünmedi Çok, çok üzülüyorum. Her iki taraf için de o kadar
uygunsuz bir birleşme ki! Fakat ben en iyisini ummak istiyor,
bu gencin karakterinin yanlış anlaşılmış olması için dua
ediyorum. Onun düşüncesiz ve uçan olduğuna kolayca
inanabilirim, ama bu son hareketinde (neyse ki) kalbinde bir
kötülük beslediğini gösterir bir şey yok. Hiç olmazsa seçtiği
kızdan bir çıkar bekleyemez; çünkü babamın Lydia'ya hiçbir
şey veremeyeceğini herhalde biliyordur. Zavallı annem
üzüntüden bitkin bir halde. Babam daha serinkanlı
davranıyor. Bay Wickham hakkında bildiklerimizi onlara
anlatmadığımıza ne seviniyorum, bilsen; bu söylenenleri biz
de unutmahyız. Tahminlere göre cumartesi akşamı saat on iki
sularında kaçmışlar ama, dün sabah saat sekize kadar
yokluklarının farkına varılmamış. Albay Forster, bu iş ortaya
çıkar çıkmaz hemen ulağı göndermiş. Lizzy'ciğim, demek on
mil yakınımızdan geçtiler. Albay Forster'ın yazdıklarından
biri iki güne kadar buraya geleceği anlaşılıyor. Lydia albayın
kansuıa durumu bildiren kısa bir not bırakmış. Zavallı annemi
uzun zaman yalnız bırakamayacağım için burada kesmeliyim.
Korkarım bu mektuptan hiçbir şey anlayamayacaksın, çünkü
ben de ne yazdığımı pek bilmiyorum."
Elizabeth düşünmek için bir dakika bile kaybetmeden ve
duygularını tartmadan, birinci mektubu bitirerek hemen
ikincisini açtı ve onu da büyük bir sabırsızlıkla okudu.
Birincisi tamamlandıktan iki gün sonra yazılan bu mektupta
da şöyle deniyordu: "Canım kardeşim, çok acele yazdığım
mektubu herhalde şimdiye kadar almışsındır; umarım bu kez
anlaşılacak şekilde yazarım. Fakat zamanım dar olmasa da,
kafam o kadar karışık ki mantıklı davranacağıma söz
veremem. Canım Lizzy'ciğim, ne yazmam gerektiğini
bilemiyorum ama haberlerim var, hem de geciktirilmeden
bildirilmesi gereken kötü haberler. Bay Wickham ile zavallı
Lydia'mızın evlenmeleri uygunsuz bir birleşme gibi
görünüyorsa da biz evlendikleri müjdesini almak için
heyecanla bekliyoruz, çünkü İskoçya'ya gitmediklerinden
endişelenmek için birçok neden var. Albay Forster önceki
gün, ulakla mektubu yolladıktan kısa bir süre sonra
Brighton'dan yola çıkıp dün buraya geldi. Lydia'nin Bayan
Forster'a bıraktığı kısa nottan, Gretna Green'e gidecekleri
sonucu çıkıyormuş, ama Denny'nin ağzından kaçırdığı birkaç
söz Albay Forster'ı telaşlandırmış. Denny'ye göre, Wickham
ne Gretna Green'e gitmek, ne de Lydia ile evlenmek niyetinde
değilmiş. Bunu duyunca Albay Forster izlerini bulmak için
hemen yola çıkmış. Bunu yapmak, Clapham'a kadar kolay
olmuş ama ondan öteye geçememiş. Çünkü bizimkiler buraya
gelince kiralık bir arabaya binerek kendilerini Epsom'dan
getiren faytonu savmışlar. Bu noktadan sonraki yolculukları
hakkında bilinen tek şey, Londra yoluna devam ettikleriymiş.
Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Londra'nın o taraflarında
mümkün olan araştırmaları yaptıktan sonra Albay Forster,
Barnet ve Hatfield'de yol ve köprü başlarında geçiş ücreti alan
herkesten onları görüp görmediklerini sıkı sorup, hanlarda da
araştırma yaparak, ama başarıya ulaşamayarak Hertfordshire'a
varmış. Eksik olmasın Longbourn'a da geldi, bize uğradı ve
endişelerini anlattı. Ona ve Bayan Forster'a duydukları üzüntü
için yürekten acıyorum. Kimse onları suçlayamaz.
Lizzy'ciğim üzüntümüz çok büyük. Annemle babam Lydia'nın
işi artık bitmiştir diyorlar, ama ben Bay Wickham'ın bu kadar
alçalabileceğini sanmıyorum. Gelişen olaylar, Londra'da
kendi aralarında evlenmelerini ilk planlarına göre hareket
etmekten daha elverişli kılabilir. Bay Wickham, Lydia gibi iyi
bir aile kızına karşı böyle bir tuzak kurabilecek biri olsa bile,
ki sanmıyorum, kardeşimiz her şeyi hiçe sayabilir mi? İmkânı
yok! Ancak Albay Forster'ın evleneceklerine inanmak
istemediğini üzülerek görüyorum. Ben umutlu olduğumu
belirtince Wickham'ın güvenilecek bir adam olmamasından
korktuğunu söyledi. Zavallı annem gerçekten hasta ve
odasından çıkmıyor. Biraz çaba gösterse daha iyi olacak ama
bunu yapması beklenemez. Babama gelince, hiçbir şeyin ona
bu kadar dokunduğunu hatırlamıyorum. Zavallı Kitty, Lydia
ile Wickham'ın birbirlerine âşık olduklarını bildiği halde bunu
gizlediği için kendine kızıyor. Ama bu bir güven meselesi
olduğu için ben şaşmıyorum. Bu acıklı sahneleri görmediğine
gerçekten seviniyorum Lizzy'ciğim. Fakat ilk darbenin etkisi
artık geçtiğine göre, dönmeni dört gözle beklediğimi itiraf
edebilir miyim? Yine de programınızı altüst etmenizi
isteyecek kadar bencil değilim. Sevgiler.
Sana yapmayacağım dediğim bir şeyi yapmak için tekrar
kalemi elime alıyorum. Hepinizin mümkün olan en kısa
zamanda buraya gelmenizi ısrarla rica etmekten kendimi
alamadım. Sevgili dayımla yengemi çok iyi tanıdığım için bu
ricada bulunmaktan korkmuyorum. Dayımdan bir dileğim
daha var. Babam Lydia'yı bulmak için Albay Forster ile
beraber hemen Londra'ya gidiyor. Ne yapmak niyetinde
olduğunu emin ol bilmiyorum, ancak duyduğu derin acı en iyi
ve en tehlikesiz yoldan herhangi bir tedbir almasına izin
vermeyecek. Albay Forster da yarın akşam Brighton'a
dönmek zorunda. Böyle bir durumda dayımın tavsiyesi ve
yardımları dünyaya bedel olacaktır. Duygularımı hemen
anlayacağından eminim ve yüreğinin iyiliğine güveniyorum."
Elizabeth mektubu bitirince yerinden fırladı ve son derece
değerli olan zamandan bir an bile kaybetmeden dayısına
yetişmek için "Dayım! Dayım nerede?" diye sabırsızlıkla
bağırarak kapıya doğru ilerledi. Fakat kapıya vardığında, kapı
bir uşak tarafından açılmış ve Bay Darcy görünmüştü. Kızın
sararmış yüzü, telaşlı tavırları karşısında irkildi ve o
konuşabilecek kadar kendine gelinceye kadar, kafasında
Lydia'nm durumundan başka bütün fikirler silinen Elizabeth
acele ve heyecanlı bir sesle, "Bağışlayın," dedi. "Fakat sizi
yalnız bırakmak zorundayım. Hemen şimdi, şu anda, çok
acele bir iş için Bay Gardiner'ı görmeliyim; kaybedecek bir
saniyem bile yok."
Bay Darcy, onun bu durumu karşısında kaygıya kapılıp
resmiliği unutarak, "Aman Tanrım! Ne oldu?" diye sordu.
Sonra kendini toplayarak ekledi: "Sizi bir dakika bile
alıkoyacak değilim; ama izin verin Bay ve Bayan Gardiner'ı
çağırmaya ben gideyim yahut uşak gitsin. Siz iyi değilsiniz.
Bu durumda gidemezsiniz."
Elizabeth duraksadı, fakat dizleri titriyordu. Dayısı ile
yengesinin ardından gitmeye kalkışmakla bir şey
kazanamayacağını anladı. Bunun için uşağı çağırarak ne
söylediği adeta anlaşılmayacak kadar nefes nefese, hemen
Bay ve Bayan Gardiner'ı çağırmasını söyledi. Uşak odadan
çıkınca ayakta duracak hali olmadığından hemen oturdu. O
kadar bitkin ve hasta bir hali vardı ki, Darcy onu yalnız
bırakamazdı. Genç adam engel olamadığı büyük bir
yumuşaklık ve şefkatle, "Oda hizmetçinizi çağırayım," dedi.
"Sizi rahatlatacak bir şeyler içseniz! Bir bardak şarap
getireyim mi? Çok halsizsiniz."
Elizabeth kendini toparlamaya çalışarak cevap verdi:
"Hayır, teşekkür ederim; bir şeyim yok. İyiyim. Yalnız
Longbourn'dan şimdi aldığım kötü haberlere üzüldüm." Bunu
söylerken gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı ve bir süre
ağlamaktan tek kelime bile konuşamadı. Üzüntü ve merak
içinde kalan Darcy, anlaşılmaz bir sesle endişelerini
mırıldanmaktan ve genç kızı şefkatli bir sessizlikle
seyretmekten başka bir şey yapamadı. Sonunda Elizabeth
tekrar söze başladı: "Jane'den şimdi bir mektup aldım;
haberler o kadar kötü ki. Kimseden gizlenecek gibi değil. En
küçük kardeşim bütün yakınlarını terk etti, kaçtı; hem de...
hem de... Bay Wickham'a kaçtı. Brighton'dan ikisi birlikte
gizlice kaçmışlar. Onu bundan sonrasını kestirebilecek kadar
iyi tanıyorsunuz. Lydia'nm bu adamın göz koyabileceği ne
parası, ne yüksek mevkide akrabaları var. Zavallı kız, artık
elden gitti!" Darcy şaşkınlıktan donakalmıştı. Genç kız daha
da heyecanlı ve endişeli bir ses tonuyla devam etti:
"Düşünüyorum da, bunu önlemek benim elimdeydi! Bu
adamın ne olduğunu ben biliyordum. Bunun bir kısmını,
öğrendiklerimin yalnız bir kısmını aileme anlatmış olsaydım!
Karakteri bilinmiş olsa, bunlar başımıza gelmeyecekti. Ama
her şey bitti, artık çok geç." Darcy, "Gerçekten çok üzüldüm,"
dedi.
"Beynimden vurulmuş gibiyim. Fakat kesin mi? Kesin
olduğundan emin misiniz?" 'Tabii. Brighton'dan pazar gecesi
beraber kaçmışlar; izleri hemen Londra'ya kadar sürüldü.
Ama ondan ötesi bilinmiyor; İskoçya'ya gitmedikleri kesin."
"Peki kız kardeşinizi bulmak için ne yapılmış, ne girişimlerde
bulunulmuş?" "Babam Londra'ya gitmiş. Jane de mektubunda
dayımın acele yardımını rica ediyor. Sanınm biz de yarım
saate kadar gideceğiz. Ama bir şey yapılamaz, bunu çok iyi
biliyorum. Öyle bir adam nasıl yola getirilebilir? Hatta nerede
olduklarını nereden bileceğiz? En küçük bir ümidim yok. Her
açıdan korkunç bir şey!"
Darcy sessizce onaylar anlamında başını salladı.
"Onun gerçek yüzünü gördüğüm zaman. Ah! Bilseydim!
Neler yapabilirdim! Ama bilmiyordum, fazla ileri gitmekten
korkuyordum. Ne aptallık, ne aptalca bir hata!" Darcy karşılık
vermiyordu. Genç kızı duymuyor gibiydi; kaşlar çatık, üzgün
bir tavırla ve derin düşünceler içinde odada aşağı yukarı
dolaşıyordu. Elizabeth bunun farkına vardı ve derhal anladı.
Darcy üzerindeki etkisini kaybediyordu. Ailesini ilgilendiren
böyle bir rezalet karşısında yalnız Darcy'nin değil herkesin
gözünden düşecekleri su götürmezdi. Bundan dolayı genç
adama ne şaşıyor ne de kınıyordu, ama onun bu kişisel
galibiyeti
de
yüreğini
ferahlatamıyor,
üzüntüsünü
yatıştıramıyordu. Tam tersine bu hareket, kendi duygularını
anlamasına yaramıştı. Elizabeth onu sevebileceğini hiç bu
anki kadar hissetmemişti. Öyle bir anda ki aşkın, bütün ümidi
sönmüştü. Ama gençliğiyle ilgili düşünceler araya girse bile
şu anda kafasını yoramazdı. Lydia ve onun yüzünden bütün
ailenin yaşayacağı utanç hemen bütün özel endişelerini sildi.
Mendiliyle yüzünü kapayarak başka bir şey düşünmeden
kendinden geçer gibi oldu. Dakikalarca süren bir sessizlikten
sonra erkeğin kendisine seslenmesiyle tekrar kendine geldi.
Genç adam şefkatli, fakat aynı zamanda çekingenlik de içeren
bir
tavırla,
"Korkarım,
çoktan
buradan
gitmemi"
istemişsinizdir," dedi. "Yaran olmayan fakat gerçek bir
endişeden başka, burada kalmamı mazur gösterecek bir neden
de yok. Böyle bir kederi teselli edebilecek bir şey yapacak
veya söyleyecek durumda olmayı candan dilerdim! Sizden
teşekkür koparmak için söylenmiş gibi boş ümitlerle sizi
hırpalamak istemem. Bu uğursuz iş, korkarım ki kardeşimi
bugün sizi Pemberley'de görme zevkinden yoksun bırakacak."
"A, evet, Lütfen Bayan Georgiana Darcy'den bizim
adımıza özür dileyin. Acele bir iş yüzünden eve dönmek
zorunda kaldığımızı söyleyin. Tatsız gerçeği mümkün olduğu
kadar uzun bir süre gizleyin... biliyorum, çok uzun süre
gizlenemeyecek."
Genç adam bunu gizli tutacağına söz verdi. İşlerin, şimdi
ümit vermeyen nedenlere rağmen sanıldığından daha mutlu
bir şekilde sonuçlanmasını diledi. Kızın ailesine selamlar
yolladıktan sonra endişe dolu bir bakışla veda ederek çıkıp
gitti.
O odadan çıkarken Elizabeth, Derbyshire'daki bu son
görüşmelerindeki
samimi
ortamı
bir
daha
hiç
yakalayamayacaklarını hissediyordu. Böylesine çelişkili ve
olaylı ilişkilerini gözden geçirdi ve şimdi bu tanışıklığın
sürmesini isteyen, oysa eskiden sona ermesini özleyen
duygularının zıtlığını düşünerek göğüs geçirdi.
Eğer minnet ve saygı, sevgiye iyi bir temel olursa
Elizabeth'in duygularının değişmesi, ne imkânsız ne de hatalı
sayılırdı. Ama böyle değilse eğer bu gibi olaylardan doğan
ilgi, ilk karşılaşmada, daha iki kelime bile konuşmadan
duyulan hisle kıyaslanınca mantıksız ve olağandışıysa genç
kızı savunmak için söylenecek bir şey yok. Ancak ikinci yolu
Wickham'a eğilim göstererek denediği, bu başarılı olmayınca,
bağlanmak için daha az ilgi çekici bir yol aramakta haklı
olduğu ileri sürülebilirdi. Nedeni ne olursa olsun, Elizabeth,
Darcy'nin gidişini acıyla seyretti, Lydia'nın alçaklığının nelere
yol açacağını, daha ilk günde ispatlayan bu örnek ıstırabını
artırıyordu.
Jane'in mektubunu okuduğundan beri Wickham'ın Lydia
ile evlenmeye niyetli olduğu ümidini beslememişti. Böyle bir
ümitle Jane'den başka kimsenin kendini avutmayacağını
düşündü. Bu gelişmede en az duyduğu his şaşkınlıktı. İlk
mektubun içeriği kafasında yalnız şaşkınlık ve utanç
bırakmıştı. Wickham'ın para için evlenemeyeceği bir kızı
kaçırmaya kalkışmasına şaşmış kalmış ve Lydia'nın onu nasıl
kendine bağladığını anlayamamıştı. Ama şimdi her şey doğal
görünüyordu. Çünkü böyle bir bağlanma için Lydia'nın
yeterince çekici tarafları vardı. Her ne kadar evlenme niyeti
olmadan böyle bir kaçış macerasına bilerek atılacağını
sanmıyorsa da, ne niteliklerinin ne de aklının onu bu alanda
kolay bir av olmaktan koruyamayacağına inanmakta zorluk
çekmiyordu. Alay Hertfordshire'da iken Elizabeth, Lydia'nın
bu gence karşı bir eğilim duyduğunu hiç fark etmemişti; ama
Lydia'nın birisine bağlanmak için ufak bir teşvik beklediğine
inanıyordu. Hangi subay ona karşı fazla ilgi gösterirse en
fazla o gözüne giriyor, bugün ondan, yarın bir başkasından,
kim yüz verirse ondan hoşlanıyordu. Sevgi duygusu bir
azalıyor bir çoğalıyor, ama hiçbir zaman bir hedef
bulamıyordu. Ah, böyle bir kızı ihmal etmek, istediği gibi
eğlenmekte serbest bırakmakla ona ne büyük kötülük
edilmişti! Bunun için şimdi ne kadar acı duyuyordu!
Bir an önce eve ulaşmak, her şeyi gözleriyle görmek,
kulaklarıyla duymak istiyordu. Babası çıkıp gitmişti, annesi
ise hiçbir şey yapamayacak haldeydi; Elizabeth, altüst olmuş
bir ailede Jane'e düşen yükleri paylaşmak için çırpınıyordu.
Lydia'ya bir şey yapılamayacağı kanısını edinse de, dayısının
yardımı son derece önemli olacak gibi geliyordu. Bunun
içindir ki Bay Gardiner gelinceye kadar duyduğu sabırsızlığın
ıstırabı çok şiddetliydi. Uşağın anlattıklarından yeğenlerinin
ansızın hastalandığını sanan Bay ve Bayan Gardiner acele
geri döndüler. Elizabeth bu bakımdan korkacak bir şey
olmadığını söyleyerek endişelerini yatıştırdıktan sonra, onları
niçin çağırdığını sabırsızlıkla anlatmaya koyuldu. İki mektubu
da yüksek sesle okudu ve Lydia'yı hiçbir zaman çok
sevmedikleri halde son mektuptaki ricanın üzerinde zoraki bir
gayretle durdu. Bay ve Bayan Gardiner doğal olarak derin bir
üzüntü duydular. Bu olay yalnız Lydia'yı değil, hepsini
ilgilendiriyordu ve ilk şaşkınlık ve dehşetin etkisi geçtikten
sonra Bay Gardiner elinden gelen her türlü yardımı
yapacağına söz verdi. Elizabeth dayısından aslında bunu
beklediği halde, gene de teşekkür ederken gözleri minnet
yaşlarıyla dolmuştu. Üçü de aynı duygularla hareket ettikleri
için yolculukları ile ilgili her şey hemen hazırlandı. Derhal
yola çıkacaklardı. Bayan Gardiner telaşla sordu: "Fakat
Pemberley daveti ne olacak? John, bizi çağırttığın zaman Bay
Darcy'nin burada olduğunu söyledi. Doğru mu?" "Evet.
Davete gidemeyeceğimizi kendisine söyledim. Bu iş
çözümlendi." Bayan Gardiner hazırlanmak için odasına
koşarken, "Çözümlenen nedir?" diye kendi kendine sordu.
"Aralarındaki ilişki Elizabeth'in Bay Darcy'ye gerçeği
açıklayabileceği kadar yakın mı? Ah, bunu bir bilsem."
Ama bu dilek boşunaydı; sadece bir saatlik telaşlı yol
hazırlığı sırasında onu oyalamaya yaradı. Elizabeth'in
yapacak işi olmasa ve boş oturmak zorunda kalsaydı, bu
kadar ıstırap içindeki bir insanın kolunu bile kıpırdatmasına
imkân yok sanırdı; ama onun da yengesi gibi yapacak işleri
vardı. Bu arada Lambton'daki dostlarına, böyle ansızın
ayrılmalarını haklı gösterecek uydurma nedenler ileri süren
mektuplar yazılacaktı. Yine de bir saatte hepsi tamamlandı.
Bu arada Bay Gardiner da handaki hesaplarını kapattığı için
gitmekten başka yapılacak şey kalmamıştı. Sabahın bütün
üzüntülerinden sonra Elizabeth, umduğundan daha kısa bir
sürede kendini arabaya oturmuş, Longboum yolunda buldu.
XLVII
Kasabadan çıkarlarken dayısı Elizabeth'e, "Bu işi bir daha
iyice düşündüm; ciddi olarak incelenince bu konuda ablanın
görüşüne gitgide daha çok aklım yatıyor," dedi. "Hiç de
korunmasız ve kimsesiz olmayan, üstelik albayının evinde
misafir bulunan bir kıza karşı bir gencin böyle bir tuzak
kurmaya kalkışması bana imkânsız gibi görünüyor. Bu
bakımdan sonuçtan ümidi kesmek istemiyorum. Kızın
ailesinin ondan hesap sormayacağını mı sandı? Albay
Forster'a karşı böyle bir saygısızlık yaptıktan sonra alayda
kimsenin yüzüne bakamayacağını bilmiyor mu? Hevesini
kabartan etken bu tehlikeleri göze almasına değmez."
Elizabeth bir an için neşelenerek, "Gerçekten böyle mi
düşünüyorsunuz?" diye sordu. Bayan Gardiner da söze
karıştı: "Doğrusu ben de dayının fikrine katılmaya
başlıyorum. Böyle bir suçu işlemekle Wickham namusunu,
şerefini, çıkarını ayaklan altında çiğnemiş olur. Wickham'ın
bu derece kötü olacağını sanmıyorum. Sen ondan bu kadar
kötülük bekleyecek kadar ümidini kestin mi Lizzy?"
"Hayır, belki kendi çıkan açısından bunu yapmaz. Ama
bütün diğer kavranılan hiçe sayabilecek bir adam. Ah, keşke
söylediğiniz gibi olsa! Ama hiç sanmıyorum. Evleneceklerse
neden İskoçya'ya gitmediler?"
Bay Gardiner, "Öncelikle İskoçya'ya gitmediklerini
gösterecek kesin kanıt yok," dedi. "Doğru, ama faytondan
kiralık bir arabaya aktarma yapmalan bir kanıt sayılabilir!
Kaldı ki, Barnet yolunda onlardan bir iz bulunamadı."
"Peki öyleyse; diyelim ki Londra'dalar; gizlenmek için
oraya gitseler bile bunda kötü bir maksat yok. Sanıyorum
ikisinde de fazla para yok. Belki de Londra'da, İskoçya'daki
kadar çabuk değilse bile, daha az masrafla evlenebileceklerini
düşünmüşlerdir." "Ama bütün bu gizlilik niye? İzlerinin
bulunmasından ne diye korkuyorlar? Neden gizli
evleniyorlar? Hayır hayır, dediğiniz gibi olamaz. Jane'in
anlattıkları da gösteriyor ki, en yakın dostu bile onun Lydia
ile evlenmeye niyeti olmadığı kanısında. Wickham parasız
kadınla asla evlenmez. Evlenecek durumda değil. Lydia'da
gençlik, sağlık ve neşeden başka Wickham'a paralı bir kadınla
evlenmenin yararını bir kenara bıraktıracak ne var? Kardeşimi
böyle şerefsizce kaçırmaktan ötürü orduda lekelenme
korkusundan ne dereceye kadar çekineceğini de bilmiyorum;
çünkü böyle bir hareketin doğuracağı sonuçlar hakkında da
bir fikrim yok. Ama ileri sürdüğünüz diğer noktalar korkarım
ki çürük. Lydia'nın ortaya atılacak erkek kardeşleri yok ve
babamın davranışlarından, ilgisizliği ve ailesinde olup
bitenlere aldırış etmiyor görünmesinden de onun böyle bir
durumda kılını kıpırdatmayacağını sanmıştır, belki."
"Peki ama Lydia'nın bu adama, onunla evlenmeden
yaşamaya razı olacak kadar âşık olduğunu düşünebilir
misin?"
Elizabeth gözlerinde yaşlarla cevap verdi: "Bu gibi bir
durumda kardeşimin, namus ve erdemi konusunda kuşkuya
düşmem gerçekten çok acı. Ama gerçekten ne diyeceğimi
bilemiyorum. Belki de ona haksızlık ediyorum. Ama Lydia
çok genç; ciddi konulara kafasını yormayı da kimse ona
öğretmedi. Son altı aydır, hayır bir yıldır, eğlenceden ve
süslenmekten başka bir şeyle uğraşmadı. Zamanını en avare
ve en başına buyruk bir şekilde geçirmesine, rastgele fikirler
edinmesine göz yumuldu. ... Alayı Meryton'a geldiğinden beri
kafasına aşk, flört ve subaylardan başka bir düşünce girmedi.
Zaten yaradılıştan hayat dolu olan duygulanna daha büyük bir
duyarlılık katmak için elinden gelen her şeyi yapıyor, bu
konuda durmadan konuşuyor, hep bunu düşünüyordu.
Wickham'ın da bir kadını büyüleyecek kadar çekici ve alımlı
bir kişiliği olduğunu hepimiz biliyoruz."
"Ama görüyorsun ki," dedi yengesi, "Jane, Wickham'ın
böyle bir şeye kalkışacak kadar kötü biri olduğuna
inanmıyor," dedi.
"Jane'in kötü dediği kimse var mı ki? Eski davranışları
nasıl olursa olsun, aksini göstererek kesin bir kanıt yoksa
kimsenin kötü olduğunu kabul etmez o. Ama Wickham'ın iç
yüzünü benim kadar Jane de biliyor. Onun, kelimenin tam
anlamıyla serseri; dürüstlük, şeref tanımayan ve tatlı dilli
olduğu kadar yalancı ve hilekâr bir adam olduğunu ikimiz de
biliyoruz." Elizabeth'in bunları nerden öğrendiğini çok merak
eden Bayan Gardiner, "Gerçekten bütün bunları kesinlikle
biliyor musun?" diye sordu.
Elizabeth yüzüne kan hücum ederek cevap verdi: "Evet,
biliyorum. Geçen gün size Bay Darcy'ye karşı nasıl ayıp bir
harekette bulunduğunu anlattım. Kendisine karşı bu kadar
sabırlı ve cömert davranan bu kişiden nasıl söz ettiğini
Longbourn'da kendi kulaklarınızla duydunuz. Söylemekte
özgür olmadığım, söylemeye değer olmayan başka durumlar
da var, ancak Bay Wickham'ın bütün Pemberley ailesi
hakkında söylediği yalanların haddi hesabı yok. Georgiana
Darcy için söylediklerinden karşımda mağrur, soğuk, bumu
havada bir kız görmeye hazırlanmıştım. Oysa aslında bunun
tam tersi olduğunu kendisi de biliyordu. Georgiana Darcy'nin
bizim gördüğümüz gibi cana yakın, sessiz sedasız olduğunu o
nasıl bilmez." "Peki ama Lydia'nın bundan hiç haberi yok
mu? Seninle Jane'in bu kadar iyi bildiğiniz bir şeyden
tamamıyla habersiz olabilir mi?"
"Evet! İşin en kötü tarafı da bu. Kente gidip de Bay Darcy
ve akrabası Bay Fitzwilliam ile sık sık görüşmeden önce ben
de işin doğrusunu bilmiyordum. Eve döndüğüm zaman da ...
Alayı Meryton'dan bir iki haftaya kadar gidiyordu. Hal böyle
olunca ne ben, ne de her şeyi kendisine anlattığım Jane,
öğrendiklerimizi başkalarına anlatmaya gerek görmedik.
Bütün Meryton'un bu genç hakkında edindiği iyi fikri kötüye
çevirmekte ne gibi bir yarar olabilirdi? Lydia'nın Bayan
Forster'la birlikte gitmesi kararlaştırıldığı zaman bile Bay
Wickham'ın iç yüzünü ona anlatmaya gerek görmedim.
Lydia'nın bu adamın ikiyüzlülüğüne kurban olacağı hiç
aklıma gelmedi. Böyle bir şeyin olacağını hiç aklıma
getirmediğime inanabilirsiniz." "Yani bunlar Brighton'a
gittikleri zaman Lydia ile Wickham'm birbirlerini sevdiklerini
düşünmeniz için herhangi bir neden yoktu." "En küçük bir
neden bile yoktu. İkisinde de açık bir tavır gördüğümü
hatırlamıyorum. Böyle bir şey olsaydı, siz de takdir edersiniz,
bizim ailede pek gözden kaçmazdı. Bay Wickham alaya ilk
geldiği zaman Lydia ona hemen hayran olmuştu, ama hepimiz
hayran olmuştuk. İlk iki ay, Meryton ve çevresindeki bütün
kızlar ona deli oluyorlardı; ama bu genç Lydia'ya özel bir ilgi
göstermedi. Bunun üzerine taşkın ve coşkun bir hayranlık
devresinden sonra Lydia'nın ona olan ilgisi kayboldu ve
kendine daha çok değer veren diğer subaylardan hoşlanmaya
başladı."
Bu konuyu tekrar tekrar konuşmak endişelerine,
ümitlerine ve tahminlerine ne kadar az yenilik getirirse
getirsin, yolculukları sırasında başka hiçbir şey üzerinde
fazlaca duramayarak hep bu konuya dönmelerine şaşmamak
gerek. Bu düşünce Elizabeth'in aklından hiç çıkmıyordu.
Istırapların en büyüğü olan suçluluk duygusu bu düşünceyi
kafasına öyle bir saplamıştı ki, ne rahat bir nefes alabiliyor ne
de kendini affedebiliyordu.
Mümkün olduğu kadar hızlı gidiyorlardı ve bir gece yolda
konakladıktan sonra ertesi gün öğle yemeği vaktinde
Longbourn'a ulaştılar. Jane'in uzun beklemek zorunda kalıp
sıkılmayacağını düşünmek Elizabeth'in içini ferahlatıyordu.
Arabanın geldiğini görünce hepsi birden koşuşan küçük
Gardiner'lar, araba avludaki çimenlere girerken kapının
merdivenlerine sıralanmışlardı. Araba kapıya geldiğinde
çocukların yüzlerinin aydınlanması ve sevinç içinde
zıplamaları gelenler için "hoş geldiniz" dileğinin ilk güzel
başlangıcı oldu.
Elizabeth hemen arabadan atladı, çocukları birer birer
acele öptükten sonra içeri koştu. Annesinin odasından koşarak
gelen Jane hemen onu holde karşıladı. Elizabeth ablasını
sevgi ile kucaklarken ikisinin de gözlerinde yaşlar vardı.
Kaçaklardan bir haber olup olmadığını hiç vakit kaybetmeden
sordu.
"Henüz yok," diye cevap verdi Jane. "Ama artık
dayıcığım geldiğine göre her şey düzelecektir umanm."
"Babam Londra'da mı?"
"Evet, sana o mektubu yazdığım salı günü gitti."
"Ondan sık sık haber alıyor musunuz?" "Yalnız bir defa
aldık. Çarşamba günü bana gönderdiği birkaç satırlık bir
mektupta sağ salim vardığını ve adresini bildirdi. Bunu
kendisinden özellikle rica etmiştim. Bildirecek önemli bir şey
olmadıkça mektup yollamayacağını da eklemiş." "Ya annem.
Annem nasıl? Sizler nasılsınız?" "Annem, sanıyorum daha
iyice. Ama morali çok bozuk. Şimdi yukanda, sizleri görünce
çok sevinecek. Hâlâ odasından çıkmıyor. Mary ile Kitty de,
çok şükür, iyiler."
"Peki, ama sen... Sen nasılsın? Solgun görünüyorsun.
Neler çektin kim bilir!" Jane çok iyi olduğuna kız kardeşini
inandırdı. Bay ve Bayan Gardiner çocuklarıyla kucaklaşırken
yaptıkları konuşmayı, onların gelişiyle noktaladılar. Jane
dayısı
ile
yengesine
koştu.
Gözyaşlarına
kansan
gülümsemelerle ikisine de "hoş geldiniz" dedi ve teşekkür
etti. Salonda otururlarken Elizabeth'in biraz önce sorduğu
soruları dayısı ile yengesi bir daha bir kez daha sordular ve
Jane verecek bir haberi olmadığını söyledi. Yine de, iyi
kalpliliğinden
kaynaklanan
iyimser
ümitleri
henüz
dağılmamıştı ve hâlâ her şeyin iyi bir sonuca varacağını
umuyor; babasından veya Lydia'dan gelecek ve işlerin ne
yolda geliştiğini bildirecek, hatta evlendiklerini haber verecek
mektubu beklemeye devam ediyordu. Birkaç dakika
konuştuktan sonra hep beraber yukarıya çıktıklarında, Bayan
Bennet onları tam beklendiği gibi karşıladı: Gözyaşları içinde
üzüntü ile sızlanıyor, Wickham'ın alçakça hareketine lanetler
ediyor, çektiği ıstıraplardan, başına gelen kötülüklerden
yakınıyordu. Kızının uygunsuz eğlencelere dalmasının asıl
sorumlusu dışında herkese suç buluyordu.
"Eğer sözümü dinletip bütün çocuklarımla Brighton'a
gidebilseydim bu başıma gelmezdi. Zavallı Lydia'mla
ilgilenecek kimse yoktu, Forsterlar da niye onu gözlerinin
önünden ayırdılar ki? Eminim ki onların bu işte büyük bir
ihmali var; yoksa göz kulak olunsa, Lydia böyle bir şey
yapacak kız değil. Başından beri Forster'lann kızımı emanet
edecek insanlar olmadığını düşündüm. Ama her zamanki gibi
bu konuda da sözüm geçmedi. Zavallı yavrucuğum! Şimdi de
Bay Bennet Londra'ya gitti. Bay Wickham'ı görünce onunla
düelloya tutuşacak, biliyorum ve sonra da ölecek. O zaman
bizim halimiz ne olacak? O daha mezarında soğumadan
Collins'ler bizi kapı dışan edecekler ve eğer sen bize
acımazsan sevgili kardeşim, halimiz ne olur, bilmiyorum."
Herkes bu acıklı sözlere itiraz etti. Bay Gardiner, Bayan
Bennet'a ve bütün ailesine karşı beslediği sevgi hakkında
güvence verdikten sonra, hemen ertesi gün Londra'ya
gideceğini ve Bay Bennet'a Lydia'yı bulması için her tür
yardımı yapacağını söyleyerek şunları ekledi: "Boş yere telaşa
kapılma. En kötü sonuca hazırlıklı olmak doğruysa da, bunun
gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakmak için neden yok. Onlar
Brighton'dan kaçalı daha bir hafta olmadı. Birkaç güne kadar
belki bir haber alırız, evlenmediklerini ve evlenmeyi
tasarlamadıklarını öğreninceye kadar da bu işe bitmiş gözüyle
bakmayalım. Londra'ya varır varmaz eniştemi alıp onu bizim
eve götüreceğim. Ne yapmak gerektiğine orada düşünüp karar
veririz."
"Ah, kardeşim," dedi Bayan Bennet, "benim de en büyük
isteğim bu! Şimdi Londra'ya gider gitmez nerede iseler ara
bul, eğer hâlâ evlenmemişlerse onları evlendir. Gelinliğe
gelince, bununla zaman kaybetmesinler. Lydia'ya söyle,
evlendikten sonra istediği elbiseyi yaptırmak için istediği
kadar parası olacak. Asıl, her şeyden önce, Bay Bennet'm
düello yapmasını engelle. Ne kadar kötü bir halde olduğumu,
korkudan aklımın başımdan gittiğini, her tarafımın müthiş
ürpermeler
ve
titremelerle
sarsıldığını,
spazmlara
tutulduğumu, basımdaki ağrılardan ve kalbimin çarpıntısından
ne gece ne de gündüz rahatım olmadığını ona anlat.
Lydia'cığıma da söyle beni görmeden elbise filan
ısmarlamasın, çünkü en iyi mağazalar hangileridir bilmez.
Ah, kardeşim, ne iyisin. Her şeyi yoluna koyacağını
biliyorum." Bay Gardiner bu konuda elinden geleni
esirgemeyeceğini ona bir kez daha söylemekle beraber,
kardeşine korkularında olduğu gibi ümitlerinde de aşırıya
gitmemesini öğütlemekten kendini alamadı. Yemek
hazırlanıncaya kadar bu konulan konuştuktan sonra Bayan
Bennefın dertlerini dinlemeyi kızlan yokken ona bakan kâhya
kadına bıraktılar.
Kardeşi ile karısı, Bayan Bennet'm böyle herkesten ayrı
bir odaya kapanması için bir neden olmadığı kanısında olsalar
da, bu duruma itiraz etmeye kalkışmadılar. Çünkü hizmetçiler
sofrada hizmet ederken dilini tutacak kadar düşünceli
davranmayacağını biliyorlardı. Annenin bu konudaki bütün
endişe ve dileklerini, evin çalışanlarından yalnız birinin, en
çok güvendikleri kâhya kadının bilmesi daha iyi olur diye
düşündüler. Daha önce işleri yüzünden odalarından
çıkamayan Mary ile Kitty de yemek salonunda onlara katıldı.
Birisi kitaplarından, öbürü de tuvalet masasından ayrılarak
gelmişti. Her ikisinin de yüzleri oldukça sakindi, hiçbirinde
bir değişiklik yoktu. Yalnızca en sevgili kardeşini kaybetmek
veya bu işe karışmaktan dolayı duyduğu öfke Kitty'yi her
zamankinden daha huysuz yapmıştı. Mary ise masaya
oturduktan hemen sonra ciddi düşünceler yansıtan bir yüz
ifadesi ile Elizabeth'e şu sözleri fısıldayacak kadar
serinkanlıydı: "Gerçekten çok üzücü bir konu ve büyük
olasılıkla birçok dedikoduya neden olacak. Fakat biz zehirli
dilleri susturmalı, birbirimizin yaralı kalplerine kardeşçe
tesellinin merhemini sürmeliyiz."
Elizabeth'in cevap vermeye niyeti olmadığını görerek
devam etti: "Bu olay Lydia için çok acıklı olmakla beraber
bundan şu yararlı dersi çıkarabiliriz: Bir kadın erdemini bir
defa kaybetti mi ona bir daha kavuşamaz; attığı yanlış bir
adım onu sonsuza kadar mahvedebilir; kadınlık şerefi güzel
olduğu kadar kırılgandır da; kadın, değersiz erkek cinsine
karşı ne kadar dikkatli davranırsa o kadar iyi eder."
Elizabeth gözlerini hayretle ona çevirdi, ama cevap
veremeyecek kadar üzüntü içindeydi. Ama Mary, önlerindeki
kötü örnekten böyle ahlak dersleri çıkararak kendi kendine
avunmayı sürdürdü.
Öğleden sonra iki büyük kız yarım saat baş başa kalabildi;
Elizabeth hemen bu fırsattan yararlanarak konu hakkında bazı
sorular sordu. Jane bunları cevaplandırırken en az kardeşi
kadar hevesliydi. Elizabeth'e göre felaket olduğu kesin olan,
Jane'in fikrince de büsbütün ümitsiz görünmeyen olayı
Elizabeth lanetle andıktan sonra bu konuya şu sözlerle devam
etti: "Her şeyi ayrıntılarıyla bana anlat. Daha çok ayrıntı ver.
Albay Forster ne dedi? Kaçmalarından önce hiç
kuşkulanmamışlar mı? Onları sürekli bir arada görmüş
olmalılar." "Albay Forster, özellikle Lydia'nın az da olsa
eğilimi olduğundan kuşkulandığını itiraf etti, fakat
endişelenecek kadar değil. Onun adına öyle üzülüyorum ki.
Tavırları son derece kibardı, bu konuyla ne kadar ilgili olduğu
anlaşılıyordu. Lydia ile Wickham'ın İskoç ya'ya gitmedikleri
hakkında hiçbir bilgisi olmadığı halde bizi endişelerinden
haberdar etmek ve hizmetimizde olduğunu belirtmek için
Longbourn'a gelmeyi kararlaştırmış. Bu korkusunun
gerçekleşme olasılığı olması yolculuğunu hızlandırmış."
"Denny, Wîckham'ın evlenmeyeceğine mi inanıyor?
Onların kaçacağını biliyor muymuş? Albay Forster, Denny ile
görüşmüş mü?" "Evet. Ama albay onu sorguya çektiğinde
Denny, Wickham ile Lydia'nın taşanlarından haberdar
olduğunu yalanlamış ve bu konuda gerçek düşüncesini
bildirmemekte ısrar etmiş. Evlenmeyecekleri kanısında
olduğunu söylememiş. İşte bundan ümitlenerek başlangıçta
sözlerinin yanlış anlaşıldığına inanmak istiyorum."
"Albay
Forster
gelene
kadar
gerçekten
evlenmeyeceklerinden kuşkulanmak hiçbirinizin aklına
gelmedi, öyle mi?"
"Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirdik? Wickham'ın her
zaman doğru olan şeyler yapmadığını bildiğim için
kardeşimin bu adamla evlenince mutlu olamayacağından
biraz endişe ve huzursuzluk duymuştum. Babamla annemin
bundan hiç haberleri yoktu, sadece bunun yakışıksız bir
evlilik olacağını hissediyorlardı. Sonra Kitty konu hakkında
bizden daha çok bilgisi olduğunu, Lydia'nın son mektubunda
onu böyle bir olaya hazırladığını itiraf etti. Öyle görülüyor ki
bunların birbirlerini sevdiklerini haftalardır bilmekteydi."
"Ama buradayken aralarında bir şey yoktu, değil mi?"
"Hayır, sanmıyorum."
"Albay Forster da Wickham hakkında kötü düşünüyor
mu? Onun gerçek yüzünü biliyor mu?" "Hakkında, eskisi
kadar iyi konuşmadığını itiraf etmeliyim. Başına buyruk ve
ölçüsüz olduğunu söylüyor. Bu acı olaydan sonra
duyduğumuza göre, Wickham, Meryton'dan ayrılırken çok
borç bırakmış. Ama umarım yalandır." "Ah Jane, bu kadar sır
tutmasaydık, bu adam hakkında bildiklerimizi söyleseydik,
bütün bunlar yaşanmayacaktı."
"Belki daha iyi olurdu," diye yanıtladı kız kardeşi. "Ama
bir kimsenin şimdiki duygularını bilmeden eski suçlarını
ortaya dökmeyi doğru bulmamıştık. Biz iyi niyetle hareket
ettik." "Albay Forster, Lydia'nın Bayan Forster'a bıraktığı
mektupta yazdıklarını hatırlayabildi mi?" "Mektubu
görmemiz için yanında getirdi."
Bu sözleri söyledikten sonra Jane mektubu çıkararak
Elizabefh'e verdi. Mektupta şunlar yazılıydı:
"Harriet'çiğim,
Nereye gittiğimi öğrenince güleceksin; yarın sabah beni
ortalıklarda göremeyince duyacağınız hayreti düşündükçe ben
de gülmekten kendimi alamıyorum. Gretna Green'e
gidiyorum. Eğer kiminle olduğunu tahmin edemezsen aptal
olduğunu düşüneceğim, çünkü dünyada sevdiğim bir tek
erkek var ve o da bir melek. Onsuz asla mutlu olamam, bu
nedenle onunla gitmekte bir sakınca görmüyorum. Buradan
ayrıldığımı isterseniz Longbourn'a haber vermeyin, çünkü
onlara mektup yazıp da altına Lydia Wickham diye imza
atınca daha büyük bir sürpriz olur. Bu ne hoş bir şaka olacak!
Gülmekten yazamıyorum. Bu akşam Pratt ile dans edeceğime
söz vermiştim; bu sözümü tutamayacağım için benim adıma
ondan özür dilemeni rica ederim. Ona her şeyi öğrenince beni
bağışlayacağını umduğumu ve bir daha buluştuğumuz zaman
balo olacağından onunla dansa kalkmaktan büyük bir
memnuniyet duyacağımı söyle. Longbourn'a vardığım zaman
elbiselerimi aldırtırım. Yalnız Sally'ye söyleyip de işli muslin
elbisemdeki yırtığı eşyalarımı toplamadan onartabilir misin?
Hoşça kal! Albay Forster'a sevgilerimi ilet. Umarım, güzel
yolculuğumuz şerefine içersiniz bu gece. Sevgili arkadaşın,
Lydia Bennet."
Elizabeth mektubu bitirince heyecanlı bir sesle, "Ah
düşüncesiz... Düşüncesiz Lydia!" dedi. "Öyle bir anda
yazılacak mektup mu bu? Ama hiç olmazsa onun yolculuğa
ciddi bir hedefle çıktığını gösteriyor. Bay Wickham onu nasıl
kandırmış olursa olsun, Lydia tarafından alçakça bir plan
hazırlanmış değil. Zavallı babam! Kim bilir neler hissetmiştir
bunu duyunca!" "Ömrümde kimsenin bu kadar şaşırdığını
görmedim. Tam on dakika tek bir kelime söyleyemedi.
Annem dersen hemen hastalandı. Bütün ev öyle bir karıştı
ki!" "Ah Jane," dedi Elizabeth, "o gün akşama kadar konuyu
detaylarıyla öğrenmeyen tek bir hizmetçi kaldı mı?"
"Bilmiyorum, umarım kalmıştır. Fakat öyle bir durumda
dikkatli hareket etmek çok zor. Annem sinir krizleri
geçiriyordu; ona elimden geldiğince yardım etmeye çalıştımsa
da korkarım, yapmam gerekenin hepsini yapamadım. Olan
bitenin dehşeti benim de aklımı başımdan almıştı."
"Anneme bakmak seni çok yormuş. İyi görünmüyorsun.
Ah, keşke seninle beraber olsaydım! Bütün düşünceleri,
endişeleri yalnız başına çektin."
"Mary ile Kitty çok iyi davrandılar. Eminim bana yardım
etmek için ellerinden geleni yaparlardı, ama hiçbirinin
hırpalanmasını doğru bulmadım. Kitty zayıf ve çelimsiz;
Mary de o kadar çok çalışıyor ki, dinlenme saatlerinde onu
rahatsız etmek doğru değil. Babam Londra'ya gittikten sonra
salı günü Philips teyzem Longbourn'a geldi, perşembeye
kadar benimle kalma iyiliğini gösterdi. Hepimize çok yardımı
oldu; bizi teselli etti. Leydi Lucas'm da iyiliğini gördük.
Çarşamba günü bizi teselli etmek için buraya kadar yürüyerek
geldi ve eğer bir yardımda bulunabilirlerse, gerek kendinin
gerek kızlarının hizmetlerimize hazır olduklarını söyledi."
Elizabeth, "Evinde otursa daha iyi ederdi," dedi. "Belki iyi
niyetliydi, ama bu gibi durumlarda insan komşularını ne
kadar az görürse o kadar iyi. Yardım etmeleri imkânsız.
Teselli edilmek de hiç çekilmez. Uzaktan zaferin tadını
çıkarıp memnun olsunlar." Elizabeth daha sonra babasının
Lydia'yı bulmak için Londra'da hangi yollara başvurmaya
niyetlendiğini sordu.
Jane, "Sanırım, son at değiştirdikleri yer olan Epsom'a
giderek arabacıları görecek, onlardan bir şeyler öğrenmeye
çalışacak," diye cevap verdi. "Asıl amacı onları Clapham'dan
getiren kiralık arabanın numarasını bulmak. Bu araba
Londra'dan bir müşteri ile gelmişti. Babam, iyi giyinmiş bir
kadınla bir erkeğin bir arabadan öbürüne aktarma
yapmalarının göze çarpacağını düşünüyor ve bu yüzden
Clapham'da soruşturmalar yapacak. Eğer arabacının
bizimkiler binmeden önceki yolcusunu hangi eve bıraktığını
öğrenebilirse oradan da araştırma yapmayı tasarlıyor ve
böylece arabanın gittiği yönü ve numarasını öğrenmeyi
umuyordu. Başka ne niyeti vardı bilmiyorum, ama gitmekte
öyle acele ediyordu, aklı da öyle karışıktı ki, bu kadarını bile
zor öğrenebildim." XLVIII
Ertesi gün bütün ev halkı Bay Bennet'tan mektup bekledi,
ama postadan tek bir satır bile çıkmadı. Ailesi onun olağan
durumlarda mektup yazmayı hep ihmal edip geciktirdiğini
biliyordu, ama böyle bir zamanda yazmak için çaba
göstereceğini ummuşlardı. Sonunda, bildireceği sevindirici
bir haber olmadığı için yazmadığı sonucuna varmak zorunda
kaldılar, aslında böyle bir şey olsa bile kesin olarak bilmekten
mutlu olurlardı. Bay Gardiner yola çıkmak için mektubun
gelmesini beklemişti.
O Londra'ya gidince neler olup bittiğinden sürekli
haberdar olacaklarından emindiler. Dayıları ayrılırken Bay
Bennet'ı en kısa sürede Longbourn'a dönmeye ikna etmeye
çalışacağına söz verdi. Kardeşinin bu sözleri Bayan Bennet'ı
bir hayli yatıştırdı, çünkü kocasının düelloda öldürülmesinin
önüne ancak böyle geçilebileceğini düşünüyordu.
Bayan Gardiner belki yanlarında olmanın yeğenlerine bir
yardımı olur düşüncesiyle çocuklarıyla birkaç gün daha
Longbourn'da
kalacaktı.
Bayan
Bennet'ın
bakımını
yeğenleriyle paylaşıyor, boş zamanlarında onlar için büyük
bir teselli oluyordu. Teyzeleri de sık ziyaretlerine geliyordu
ve bu ziyaretlerini kızları neşelendirmek, onlara güç vermek
niyetiyle yaptığını söylese de, Wickham'ın hesapsızlığı ve
serseriliği üstüne yeni bir haber getirmeden geldiği gün yoktu.
Giderken yeğenlerini moralleri daha da bozulmuş olarak
bırakmadığı zamanlar çok azdı.
Daha üç ay önce baş tacı ettiği adamı karalamak için sanki
bütün Meryton işbirliği yapmıştı. Kasabadaki bütün tüccarlara
borçlu olduğu söyleniyor, cazibesinin yardımıyla yaptığı
dalaverelere her tüccar ailesinde rastlanıyordu. Herkes ondan,
dünyanın en alçak genci diye bahsediyor, zaten, onun taşıdığı
iyilik maskesine hiçbir zaman güvenmediklerini ileri
sürüyorlardı.
Elizabeth
söylenenlerin
yansına
bile
inanmamakla beraber inandıkları, kız kardeşinin başına gelen
felaketle ilgili kanısını bir kat daha güçlendirmeye yetiyordu.
Söylenenlere Elizabeth'ten de az inanan Jane'in bile, o zamana
kadar tamamen olanaksız olarak görmediği İskoçya'ya
gitselerdi şimdiye kadar onlardan kesinlikle bir haber almaları
gerektiğini düşündükçe ümitleri kırılıyordu.
Bay Gardiner Longbourn'dan pazar günü ayrılmıştı ve salı
günü karısı ondan bir mektup aldı. Londra'ya varır varmaz
eniştesini bulduğunu ve onu kendisiyle birlikte Gracechurch
Caddesi'ne gelmeye ikna ettiğini söylüyordu. Bay Bennet'ın
Londra'ya gelmeden önce Epsom ile Clapham'a gittiğini ama
doyurucu bir bilgi edinemediğini; Lydia ile Wickham'ın
Londra'da kalacak bir yer buluncaya kadar otellerden birinde
kalmaları olasılığını düşünen Bay Bennet'ın şehirdeki başlıca
otellerin hepsini dolaşmak niyetinde olduğunu yazıyor,
kendisinin bundan bir başarı elde edebileceğini ummadığını
ama eniştesi aklına koyduğu için ona yardım edeceğini, Bay
Bennet'ın şimdilik Londra'dan gitmeye hiç niyeti olmadığını
da ekliyor; çok yakında tekrar yazacağına söz veriyordu.
Mektupta şöyle bir de not vardı:
"Albay Forster'a mektup yazarak mümkünse bu gencin
alaydaki samimi olduğu arkadaşlarından Londra'nın hangi
semtinde gizlenebileceği hakkında bir fikir verebilecek akraba
ve yakınlarının olup olmadığını öğrenmesini rica ettim. Böyle
bir ipucu verebilecek durumda birisi varsa ona başvurmakla
çok yararlı sonuçlar alabiliriz. Şimdiki durumda bize yol
gösterecek hiçbir şey yok. Albay Forster'ın elinden geleni
yapacağına inanıyorum. Ama sonradan düşündüm de,
Wickham'ın yaşayan akrabaları olup olmadığı konusunda en
iyi bilgiyi belki de Lizzy bize verebilir."
Elizabeth, kendi bilgisine başvurulmasının nedenini
anlamakta gecikmedi, ama ne yazık ki genç kızın hiçbir
bildiği yoktu.
Wickham'ın öleli yıllar olan annesi ile babasından başka
bir akrabasından söz açtığını duymamıştı. Yine de ...
Alayındaki arkadaşları arasında daha iyi bilgi verebilecek
birileri çıkabilirdi. Bu konuda pek iyimser olmamakla beraber
dayısının başvurusu bir ümit kapısı açmıştı.
Longbourn'da her gün endişe ile geçiyordu, ama günün en
endişeli anları posta gelmeden önceki saatlerdi. Her sabah
duyulan sabırsızlığın en büyük nedeni mektupların gelişiydi.
Söylenecek iyi kötü ne varsa mektuplarla iletiliyor; doğan her
yeni günün önemli haberler getirmesi bekleniyordu.
Fakat Bay Gardiner'dan yeni bir mektup almadan başka
yerdenBay Collins'den Bay Bennet'a bir mektup geldi.
Babası, Jane'e kendisi yokken adına gelen mektupları
açmasını söylediği için genç kız mektubu açtı. Bu adamın
mektuplarının her zaman ne kadar tuhaf olduğunu bilen
Elizabeth de uzanıp ablasıyla beraber okudu:
"Sayın bay.
Akrabalığımız ve toplumsal durumum bakımından, dün
Herifordshire'dan aldığımız bir mektupla öğrendiğimize göre,
başınıza gelen acıklı felaket konusunda sizi teselli etmek
borcumdur. Sayın bay, benim ve Bayan Collins'in zamanın
silemeyeceği bir nedenden doğduğu için, çok acı olduğu
kuşkusuz olan böyle bir kederi sizinle ve sayın ailenizle
paylaştığımızdan emin olun. Bu kadar müthiş bir felaketi
hafifletebilecek; bir baba için en büyük kederi doğuran böyle
bir durumda sizi teselli edebilecek bir söz bulamıyorum. Bu
başıniza gelene kıyasla kızınızın ölümü bir nimet olurdu.
Charlotte'cuğumun bana bildirdiğine göre, kızınızın bu
hafifliği hata sayılacak derecede özgür bırakılmaktan
kaynaklanması bir kat daha hayıflanmaya yol açıyor. Ama
ben kendi hesabıma bu kızın yaradılıştan kötü olduğuna
inanma eğilimindeyim; aksi takdirde bu kadar küçük yaşta bu
derece ayıp bir şey yapamazdı. Bu düşünce Bayan Bennet ve
sizin için bir teselli olabilir. Ancak hangi açıdan ele alınırsa
alınsın, yürekler paralayıcı bir durumdasınız ki, bu konuda
yalnız Bayan Colüns değil, konuyu kendilerine anlattığım
Leydi Catherine ile kızları da benimle aynı düşüncedeler.
Lydia'nın attığı bu yanlış adımın diğer kızların kısmetini de
baltalayacağı konusundaki fikrime de katılıyorlar. Leydi
Catherine'in alçakgönüllülük göstererek söylediği gibi böyle
bir aile ile kim akraba olur? Bu düşünce, geçen kasımda
yaşanan bir olayı gittikçe artan bir memnuniyetle hatırlamama
neden oluyor, çünkü bu iş başka türlü sonuçlansaydı bugün
düştüğünüz kederden ve rezaletten, ben de payıma düşeni
alacaktım. Şu halde, sayın bay, size önerim kendinizi
mümkün olduğu kadar teselli etmeniz; bu değersiz evladı
kalbinizden sonsuza kadar atmanızdır. Varsın işlediği kötü
suçun cezasını kendi başına çeksin. Saygılarımla, vs. vs." Bay
Gardiner, Albay Forster'dan cevap alıncaya kadar mektup
göndermedi ve cevabı aldıktan sonra da iyi bir şeyler
yazamadı. Wickham'ın herhangi bir yakın akrabası yoktu.
Eskiden sayısız tanıdıkları vardı, ama askere yazıldığından
beri bu kişilerle de özel bir ahbaplığı kalmadığı görülüyordu.
Bu nedenle, ondan haber verebilir diye gösterilebilecek kimse
yoktu. Lydia'nın akrabaları tarafından bulunma korkusundan
başka, mali durumunun kötü olması da gizlenmesine neden
olabilirdi; çünkü yeni yayılmaya başlayan bir habere göre
arkasında bir hayli kumar borcu bırakmıştı. Albay Forster,
Wickham'ın Brighton'da bıraktığı borçları temizlemek için bin
sterlinden fazla para gerektiğini tahmin ediyordu. Londra'da
da bir hayli borç yapmıştı, ama kumar borçlan hepsinden
yüklüydü. Bay Gardiner bu konulan Longbourn ailesinden
gizlemiyordu. Jane yazılanlan dehşet içinde dinledikten sonra,
"Bir kumarbaz! Bu hiç hesapta yoktu! Hiç aklıma
gelmemişti," dedi.
Aynca Bay Gardiner mektubunda Bay Bennet'ın ertesi
gün, yani cumartesi günü Longbourn'a döneceğini de
bildiriyordu. Çabalarının boşa çıkmasından ötürü morali
bozuk olduğundan kayınbiraderinin ısrarlan karşısında boyun
eğerek ailesinin yanına dönmeye ve Lydia ile YVickham'ı
durumun gerektirdiği şekilde arama işini ona bırakmaya ikna
olmuştu. Önceleri kocasının hayatından endişe duyan Bayan
Bennet, bu haberi duyunca çocuklarının beklediği sevinci
göstermedi.
"Ne! Eve mi dönüyor?" diye bağırdı. "Zavallı Lydia'yı
beraberinde getirmeden mi? Onlan bulmadan Londra'dan
ayrılmasına imkân yok. Eğer o dönerse Wickham ile kim
düello edip, onu Lydia ile evlenmeye zorlayacak?"
Bayan Gardiner da artık evine dönmek istediği için Bay
Bennet, Londra'dan gelirken onun da çocuklanyla gitmesi
kararlaştırıldı. Bu nedenle araba onları ilk durağa kadar
götürdü, oradan da efendisini alarak Longbourn'a getirdi.
Bayan
Gardiner
Longbourn'dan
Elizabeth
ile
Derbyshire'daki arkadaşı hakkındaki merak ve kuşkularını
gideremeden gidiyordu. Yeğeni bu gencin adını onların
önünde bir kez bile anmamıştı. Longbourn'a ondan mektup
gelmesini az da olsa beklemiş, ama bu beklentisi de
gerçekleşmemişti. Elizabeth, evine döndüğünden bu yana
Pemberley'den tek bir mektup almamıştı.
Genç kızın moralinin bozuk olmasına bakarak bir karar
vermek de doğru değildi, çünkü ailenin içinde bulunduğu
acıklı durum, Elizabeth'in moral bozukluğuna başka bir
mazeret aranmasına gerek bırakmıyordu. Her şeye rağmen o
zamana kadar kendi duygularını çok iyi anlayan, Elizabeth,
Darcy'yi tanımamış olsa Lydia'nm kaçmasının yarattığı
rezaletin acısına daha iyi dayanabileceğini hissediyordu. Genç
kız, eğer onu tanımamış olsaydı, iki geceden birini uykusuz
geçirmekten kurtulacağını düşünüyordu.
Bay Bennet geldiği zaman her zamanki filozofça
sakinliğine bürünmüştü. Her zamankinden daha az
konuşuyor, onu Londra'ya sürükleyen konudan hiç söz
etmiyordu. Kızları da bu konudan söz açma cesaretini
buluncaya kadar bir hayli zaman geçti. Öğleden sonra, Bay
Bennet çay için onlara katıldığında Elizabeth konuyu açma
cesaretini gösterdi. Babasının çok ıstırap çektiğini, çok
üzüldüğünü kısaca ifade eden Elizabeth'e Bay Bennet şu
cevabı verdi: "Bu konudan söz etme. Ben ıstırap
çekmeyeceğim de kim çekecek? Hepsi benim hatam, cezasını
da ben çekeceğim." Elizabeth, "Kendinize karşı bu kadar katı
olmamalısınız," dedi. ''Böyle bir kötülüğe karşı beni sen bile
uyarabilirdin. İnsan doğası kötü yola sapmaya o kadar yatkın
ki! Hayır, Lizzy. Bırak ömrümde bir kez ne kadar suçlu
olduğumu tam anlamıyla hissedip kabul edeyim. Bu
duyguların altında ezilmekten korkmuyorum, nasılsa çabucak
geçecektir."
"Londra'da olduklarını mı düşünüyorsunuz?"
"Evet. Başka nerede bunca zaman iyi gizlenebilirlerdi?"
"Lydia, Londra'ya gitmeyi hep isterdi," diye söze karıştı
Kitty. Babası kuru bir ses tonuyla, "O halde şimdi mutludur.
Belki de orada uzun zaman kalır," dedi. Kısa süren bir
sessizlikten sonra konuşmaya devam etti:
"Geçen mayısta bana yaptığın önerilerde haklı olduğun
için sana kızmıyorum Lizzy. Bu olayı düşününce çok yerinde
olduğu ortaya çıkıyor."
Annesinin çayını almaya gelen Jane'in içeri girmesi
üzerine konuşmalarını kestiler. Bay Bennet öfkeli bir ses
tonuyla, "Amma da iç açıcı bir görüntü ha!" diye söylendi.
"Doğrusu kibar kişilerin üzüntüsü bile bir başka oluyor! Bir
gün ben de aynı şeyi yapacağım. Kitaplığımda, başımda
takke, sırtımda gecelikle oturup çevremdekilere elimden
geldiği kadar zahmet vereceğim. Ama belki de böyle bir şeyi
Kitty kaçınca yaparım."
Kitty ağlamaklı bir sesle, "Ben kaçacak falan değilim,
baba," dedi. "Brighton'a ben gitseydim, Lydia'dan daha uslu
dururdum."
"Seni Brighton'a göndermek ha! Bana üste elli sterlin
verseler sana güvenip de Eastbourne'a kadar bile göndermem.
Hayır Kitty, artık aklımı başıma devşirdim, bunu çok iyi
anlayacaksın. Hiçbir subay artık evime giremez, hatta bu
köyden bile geçemez. Kız kardeşlerinden biriyle dans
etmediğin takdirde balolar kesinlikle yasak. Her gün on
dakikanı aklı başında geçirdiğini kanıtlamadan kapıdan dışarı
çıkamayacaksın."
Kitty, bütün bu tehditleri ciddiye alarak ağlamaya başladı.
"Hadi, hadi," dedi Bay Bennet. "Kendini üzme. Eğer
önümüzdeki on yıl uslu durursan bu sürenin sonunda seni
tiyatroya götüreceğime söz veriyorum."
XLIX
Bay Bennet döndükten iki gün sonra, Jane ile Elizabeth
evin arkasındaki fidanlıkta dolaşırlarken kâhya kadının
kendilerine doğru geldiğini gördüler. Annelerinin kendilerini
çağırttığını sanarak kadına doğru yürümeye başladılar. Ama
yaklaştıklarında, kâhya kadın bekledikleri gibi onları
çağıracak yerde Jane'e, "Sizi rahatsız ettiğim için özür
dilerim, efendim," dedi. "Fakat Londra'dan iyi haberler
aldığınızı umarak, gelip sorma cesaretini gösterdim."
"Ne demek istiyorsun, Hill? Londra'dan hiçbir haber
almadık." Bayan Hill büyük bir hayretle, "Sayın Bayan," dedi.
"efendime Bay Gardiner'dan bir ulak geldiğini bilmiyor
musunuz? Ulak geleli ve efendim mektubu alalı yarım saat
oluyor." Kızlar içeri girmek için o kadar sabırsızlandılar ki
konuşmaya zaman bulamadan eve koştular. Holden kahvaltı
odasına, oradan da kitaplığa koştular. Ama ikisinde de yoktu.
Onu yukarıda annelerinin yanında aramak üzereydiler ki
karşılarına çıkan uşak: "Eğer efendimi arıyorsanız, koruya
doğru yürüyorlar, efendim," dedi. Bu haberi aldıktan hemen
sonra tekrar holden geçip, çimenlik boyunca babalarına doğru
koştular. Bay Bennet koruya doğru gidiyordu.
Elizabeth kadar çevik ve koşmaya alışık olmayan Jane
çok geçmeden geride kaldı. Elizabeth ise soluk soluğa
babasına yetişti ve merakla sordu: "Babacığım, haberler
nasıl? Haberler nasıl? Mektup dayımdan mı?"
"Evet ondan, ulakla bir mektup geldi."
"Peki, verdiği haber iyi mi yoksa kötü mü?"
Bay Bennet mektubu cebinden çıkararak Elizabeth'e
uzattı: "Bu durumda hangi haber iyi sayılabilir ki? Ama belki
okumak istersiniz."
Elizabeth mektubu sabırsızlıkla babasının elinden kaptı. O
arada Jane de onlara yetişmişti. Bay Bennet, "Yüksek sesle
oku. Çünkü ne yazdığını ben de doğru dürüst bilmiyorum,"
dedi. Gracechurch Caddesi, Pazartesi, 2 Ağustos
"Sevgili ağabeyim,
En sonunda size yeğenim hakkında biraz haber
verebilecek durumdayım. Her şey hesaba katılırsa, bu
haberlerin sizi memnun edeceğini umuyorum. Cumartesi
günü siz gittikten az sonra bulundukları yeri öğrenme şansına
erdim.
Ayrıntıları,
görüştüğümüz
zaman
veririm.
Bulunduklarını bilmeniz yeter. İkisini de gördüm..."
Jane heyecanla atıldı:
"O halde benim umduğum gibi evlendiler!"
Elizabeth okumaya devam etti:
"İkisini de gördüm. Evlenmemişler, böyle bir şeye
niyetlendiklerini gösteren bir belirti de göremiyorum. Gene de
ben sizin adınıza birtakım sözler vermekten çekinmedim.
Bunları siz de kabul ederseniz nikâhı yakın zamanda
kıyabileceğiz. Sizden tek istedikleri, sizinle kız kardeşimin
ölümünden sonra çocuklara kalacak olan beş bin sterlinden
Lydia'ya eşit pay verilmesini senetle teminat altına almanız ve
hayatta olduğunuz sürece de ona yılda yüz sterlin vermeyi
üstlenmeniz. Her şeyi göz önünde tutarak yerine
getirileceğine dair sizin hesabınıza hiç tereddüt etmeden söz
verme yetkisini kendimde gördüğüm koşullar bunlar.
Cevabınızı zaman kaybetmeden alabilmek için mektubu
ulakla gönderiyorum. Bu ayrıntılardan Bay Wickham'ın
durumunun genelde sanıldığı kadar kötü olmadığını
anlayacaksınız. Bu konuda herkes yanıldı; Wickham'ın bütün
borçları ödendikten sonra, yeğenimin çeyiz parasına ilaveten
biraz daha katabilecek bir durumda olacağını bildirmekten
sevinç duyuyorum. Eğer bana, tahmin ettiğim gibi bu işte
başından sonuna kadar adınıza hareket etmem için tam yetki
verirseniz hemen Haggerston'a talimat vererek usulüne göre
bir senet hazırlatacağım. Sizin tekrar Londra'ya gelmenize hiç
gerek olmayacak; bu yüzden Longbourn'da rahatça oturun,
benim çabalarıma ve gösterdiğim özene güvenin. Cevabınızı
mümkün olduğu kadar erken göndermeye ve açık yazmaya
dikkat edin. Yeğenimin bizim evden gelin gitmesini doğru
bulduk. Bunu sizin de onaylayacağınızı umuyorum. Bugün
Lydia bize geliyor. Yeni bir şey kararlaştırılırsa hemen size
yazarım. Saygılar.
Edw. Gardiner."
Mektubu bitirince Elizabeth, "Bu mümkün mü?" diye
sordu. "Bay Wickham, Lydia ile evleniyor olabilir mi?"
Ablası, "Şu halde Wickham sandığımız kadar değersiz biri
değilmiş. Kutlarım, babacığım," dedi.
Elizabeth, "Mektuba cevap verdiniz mi?" diye sordu.
"Hayır; ama hemen vermek gerekiyor."
Genç kız daha fazla zaman kaybetmeden yazmasını ısrarla
rica etti. "Ah, babacığım, hadi dönüp hemen yazın. Böyle
durumlarda her anın ne kadar önemli olduğunu düşünün."
Jane de, "Eğer yazmak istemiyorsanız sizin adınıza ben
yazarım," dedi. Bay Bennet, "Hiç istemiyorum, ama
yazmalıyım," diye cevap verdi. Bu sözleri söyledikten sonra
kızlarıyla beraber geri döndü ve eve doğru yürüdüler.
Elizabeth, "Koşullan kabul etmeliyiz, öyle değil mi?" dedi.
"Kabul etmek de söz mü? Ben Wickham'ın bu kadar az
şey isteyişinden utanıyorum." "Kesinlikle evlenmeliler. Oysa
Wickham öyle bir adam ki..." "Evet, evet. Evlenmeliler.
Yapılacak başka bir şey yok. Ama bilmek çok istediğim iki
şey var: Biri, dayınız bu sonucu elde etmek için acaba ne
kadar para döktü, ikincisi bu borcumu ona nasıl ödeyeceğim."
Jane, "Para mı! Dayım mı! Ne demek istiyorsunuz,
efendim?" diye sordu. "Demek istediğim şu, sağlığımda yılda
yüz sterlin ve ben öldükten sonra da elli sterlin gibi önemsiz
bir para için aklı başında hiçbir adam Lydia ile evlenmeye
razı olmaz." "Gerçi bunu daha önce düşünmemiştim ama,"
dedi Elizabeth, "çok doğru. Borçlan ödenecek ve hâlâ geriye
bir miktar para kalacak! Ah, bu dayımın işi olmalı! Cömert,
iyiliksever adam, korkarım çok sıkıntıya girdi. Bütün bunlar
az paraya mal olmaz."
Babası, "Doğru," dedi. "Az para ile olamaz. Wickham,
Lydia'yı on bin sterlinden bir kuruş aşağıya kabul ederse
aptaldır. Akrabalığımız daha henüz başlarken onun hakkında
bu kadar kötü düşündüğüm için şimdi üzülmem gerekiyor."
"On bin sterlin ha! Tanrı korusun! Yansını bile
ödeyemeyiz." Bay Bennet cevap vermedi. Hepsi derin
düşünceler içinde, eve vanncaya kadar sessizce yürüdüler.
Bundan sonra babalan mektup yazmak için kitaplığa, kızlar
da kahvaltı odasına gittiler.
Ablasıyla yalnız kalır kalmaz Elizabeth, "Demek
gerçekten' evleniyorlar!" dedi. "Ne tuhaf! Buna sevinmemiz
gerekiyor. Mutlu olmalan olasılığı az, üstelik Wickham'ın
karakteri de berbat ama yine de sevinmek zorundayız. Ah
Lydia!"
"Wickham, acaba Lydia'dan gerçekten hoşlanıyor mu,"
diye cevap verdi Jane, "onunla evlenceği düşüncesiyle teselli
buluyorum. Her ne kadar iyi kalpli dayımız onun borçlannı
temizlemek için bir miktar para harcamışsa da, on bin sterlin
veya ona yakın bir paranın söz konusu olduğunu sanmıyorum.
Onun da kendi çocuklan var, belki daha da olacak. Yansını
bile veremez bu işe."
"Wickham'm borçlan ne kadardı," dedi Elizabeth, "onun
adına Lydia için aynlan para ne kadar tutuyor bir
öğrenebilsek, dayımın ne verdiğini öğrenmiş oluruz. Çünkü
Wickham'ın cebinde beş parası yok. Dayımla yengemin
iyiliklerini ödeyemeyiz. Lydia'yı evlerine almaları, onu
korumaları, ona yüz vermeleri büyük özveri, yıllarca minnet
duyulsa gene de yetmez. Şu anda Lydia onlarla beraber. Bu
iyilik ona vicdan azabı vermiyorsa, mutlu olmaya layık değil
demektir! Acaba yengemin yüzüne nasıl bakabilecek?" Jane,
"Her iki tarafın da yaşadıklarını unutmaya çalışalım," dedi.
"Her şeye rağmen mutlu olacaklarını umuyor ve buna
güveniyorum. Bay Wickham'ın Lydia ile evlenmeye razı
olması bence doğru düşünmeye başladığının bir belirtisidir.
Karşılıklı sevgileri onları adam edecektir ve umuyorum ki
geçmişteki hatalarını unutturacak kadar sakin ve mantık
çerçevesinde yaşayacaklar."
"Hareketleri ne senin, ne benim ne de başka birinin hiçbir
zaman unutabileceği gibi değil. Bundan söz etmek boşuna."
Akıllarına annelerinin olanlardan belki de hiç haberi
olmadığı geldi. Bunun üzerine kitaplığa giderek babalarından
bu müjdeyi annelerine bildirmelerini isteyip istemediğini
sordular. Bay Bennet mektup yazıyordu, başını kaldırmadan
soğuk bir ses tonuyla cevap verdi: "Nasıl isterseniz."
"Dayımın mektubunu götürüp ona okuyabilir miyiz?"
"Ne isterseniz alın ve buradan gidin."
Elizabeth mektubu babasının yazı masasından aldı ve
ablasıyla beraber yukarı çıktılar. Mary ile Kitty de Bayan
Bennet'ın yanındaydılar, böylece bu haber bir seferde bütün
aileye bildirilmiş olacaktı. Verecekleri müjde için ufak bir ön
hazırlıktan sonra mektubu yüksek sesle okudular. Bayan
Bennet kendini tutamıyordu. Jane, Bay Gardiner'ın Lydia'nın
yakında evleneceği ümidini belirten sözlerini okuyunca
sevinci doruğa çıktı, bundan sonra gelen her cümle bu
taşkınlığı bir kat daha artırdı. Dehşetten ve sıkıntı yüzünden
nasıl deli gibiyse, şimdi de sevinçten aynı haldeydi. Kızının
evleneceğini öğrenmek yeterdi. Onun mutlu olamayacağı
korkusuyla huzursuz olmuyor, ahlaksızlığını hatırlayarak
utanç duymuyordu.
Heyecanla, "Lydia'cığım, Lydia'cığım," diyordu. "Bu
gerçekten sevindirici! Evleniyor! Onu tekrar göreceğim! On
altı yaşında evleniyor! İyi yürekli, büyük gönüllü kardeşim!
Bunun böyle olacağını, kardeşimin bir yolunu bulacağını
biliyordum. Lydia öylesine burnumda tütüyor ki! Wickham
da! Ya gelinlikle çeyiz ne olacak! Derhal gelinime bu konuda
yazayım. Lizzy, canım, hemen babana koş, Lydia'ya düğün
için ne kadar para vereceğini sor. Dur, dur! Ben gideyim.
Kitty, zili çal da Hill gelsin. Bir dakikada giyinirim. Canım
Lydia'cığım! Karşılaştığımız zaman ne sevineceğiz!"
Büyük kızı, Bay Gardiner'ın bu işteki hareketiyle
kendilerini ne kadar borç altında bıraktığını belirterek
annesinin bu taşkınlığını azaltmaya çalışıyordu:
"Bu mutlu sonuçta dayımın iyiliklerinin büyük payı var.
Bay Wickham'a paraca yardım ettiğinden eminiz."
Annesi, "İyi ya!" dedi. "Pek iyi yapmış. Dayısı yardım
etmeyecek de kim edecek? Biliyorsun ki, eğer aile sahibi
olmasaydı bütün parası benimle çocuklarımın olacaktı. Birkaç
hediyeyi hesaba katmazsak, ilk kez ondan bir şey
görüyorsunuz. Ah! Çok mutluyum. Yakında kızlarımdan
birini evlendirmiş olacağım. Bayan Wickham! Kulağa ne hoş
geliyor! Daha geçen haziranda on altısını doldurdu.
Jane'ciğim, öyle heyecanlıyım ki yazacak halim yok. Ben
söyleyeyim, sen de yaz. Para işini babanla sonra
kararlaştırırız. Ama çeyiz hemen ısmarlanmak."
Bundan sonra Bayan Bennet basma, muslin, patiska
ayrıntılarına girişti. Jane, bir hayli güçlükle de olsa, onu
babasının fikri soruluncaya kadar beklemesi için ikna
etmeseydi kızına bunlardan bol alınmasını isteyecekti. Genç
kız, bir günlük gecikmenin büyük bir önemi olmadığını
belirtti. Bayan Bennet her zamanki inatçılığı gösteremeyecek
kadar mutluydu. Kafasında başka tasanlar vardı.
"Giyinir giyinmez Meryton'a gidip, bu müjdeyi kardeşim
Philips'e vereceğim. Dönüşte de Leydi Lucas ile Bayan
Long'a uğrarım. Kitty, aşağı koş, arabayı hazırlat. Biraz hava
almak eminim bana çok iyi gelecek. Meryton'dan bir
istediğiniz var mı çocuklar? Ha, işte Hill de geldi. Hill'ciğim,
müjdeli haberi duydun mu? Bayan Lydia evleniyor. Düğünün
şerefine hepiniz birer bardak punç* içersiniz!"
Bayan Hill hemen sevincini ifade etmeye başladı.
Herkesle beraber Elizabeth de kâhya kadının kutlamalarını
kabul etti. Sonra bu saçmalıktan tiksinerek rahatça
düşünebilmek için odasına sığındı. Zavallı Lydia'nın durumu,
en iyi durumdan bile kötüydü. Ama daha kötü olmadığına
şükretmek gerekiyordu. Genç kız böyle hissediyordu; ilerisini
düşününce Lydia için ne mantıklı bir mutluluk ne de maddi
bolluk umulmasını haklı gösterecek herhangi bir neden yoksa
da, daha iki saat önceki korkularını hatırlayınca elde ettikleri
kazancın ne kadar değerli olduğunu hissetti.
Dostları ilə paylaş: |