Mustafa Altundağ
64
taraftan cehennemliklerin “çıkmak istediklerinde çıkamayacakları”nın
açıklanması da gayet yerinde bir ifadedir. Çünkü cehennemlikler çıkmak
istemeyecekler mi ki kendilerine “siz çıkarılmayacaksınız” densin. Şu halde,
iki ifade arasındaki farkı görmek lazımdır. Mümin sûresinde “hükmün
Allah’a ait olduğu”nun ifade edilmesine gelince, bundan, Cenâb-ı Hakk’ın
cehennemden çıkmaları yönünde hüküm vereceği/verebileceği sonucuna
ulaşmak olsa olsa zorlama bir teville mümkün olur.
3. İlâhî rahmetin genişliği
Cehennemin fânî olduğunu öne sürenlerin sıklıkla kullandıkları
argümanlardan birisi de ilâhî rahmetin her şeyi kuşatıcı olması özelliğidir.
Onlar bu konudaki gerekçeleri –kabaca- şudur: Allah’ın rahmeti her şeyi
kuşatmış, gazabını da geçmiştir. Kullarına âhirette de rahmetiyle muamele
edeceğini vaat etmiştir. Ayrıca, naslardan anlaşıldığı kadarıyla azap etmek
Allah için zâtî değil ârızî bir sıfattır, hâlbuki rahmet, zâtî bir sıfat olduğu için
devamlıdır. Bütün bunlar dikkate alındığında, öbür dünyada kâfirleri ebedi
cehennemde bırakmak ilâhî rahmete ters düşer; bunu iddia etmek rahmeti
sınırlamak demektir.
64
İlâhî rahmetin genişliğini ve kuşatıcılığını belirten âyetlerden ikisi En’âm
sûresinde “ O (Allah) merhamet etmeyi kendisine yazdı” (6/12) ve “ Rabbiniz
merhamet etmeyi kendisine yazdı” (6/54) şeklinde geçer. Bu âyetler siyâk ve
sibâklariyle birlikte okunduğunda şu manayı ifade eder: Allah’ın eşya ile
olan yaratma ve sâir alanlardaki ilişkisi, başlangıç itibarıyla rahmetten
ibarettir. O genelde bütün yaratıkları, özelde insanları rahmetinin bir eseri
olarak var etmiş ve O’nun rahmeti bunlar üzerinde başlangıçtan itibaren
tezahür etmiştir. Bu anlamda, O’nun rahmetinden hissesi bulunmayan hiçbir
yaratık yoktur. İnsanı fıtrat-ı selîme üzere yaratması; ona akıl, seçme hakkı
ve hürriyet vermesi; gerek iç dünyasına gerekse dış dünyasına Allah’ın
varlığını, birliğini, yetkin sıfatlara sahip olduğunu gösteren kanıtlar
yerleştirmesi; peygamberler gönderip ilâhî kitaplar indirmek sûretiyle
Allah’ı tanıma, gösterdiği yoldan gitme, azabı gerektiren hallerden sakınma
imkânı bahşetmesi hep o geniş rahmetin tezahürlerindendir. İnkârcılara
64
İddia hakkında bilgi için bk. İbn Kayyim, Hâdi’l-ervâh, s. 353 vd.; Yusuf Şevki
Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 307.
Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
65
mühlet vermesi, günahkâr müminlerin tövbelerini kabul edici olması da o
rahmet sayesindedir. Nitekim En’âm sûresinin yukarıda meâli verilen 54.
âyetinin devamındaki “ Sizden kim bir günah işler de sonra ardından tövbe
eder ve halini düzeltirse, bilsin ki O (Allah) çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. Böylece suçluların yolu belli olsun diye ayetlerimizi iyice
açıklıyoruz” şeklindeki beyan da, “Allah’ın kendine rahmeti yazmış olması”
ile neyin kastedildiğini, bir bakıma, tefsir etmektedir.
Bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki rahmet Cenâb-ı Hakk’ın kendine
ahlâk edindiği bir vasıftır; O, yaratıklarına rahmet etmeyi ilke edinmiştir. Ve
bu ilke, dünyada mümin kâfir her insan için geçerlidir. İlâhî gazaba gelince,
o, ilâhî ahlâkın bir gereği değildir, yani insanları yaratma ve yaşatmadaki
temel ilkesinde onlara gazap etme yoktur. Gazap, gerçekte, mükellef
durumdaki yaratıkların, Allah’ın buyruklarından uzaklaşmaları sebebiyle söz
konusu olan bir vasıftır; yani ilâhî gazabın sebebi insanın olumsuz fiilleridir,
yoksa tek taraflı olarak Allah’tan kaynaklanmamaktadır.
Ancak, durumun böyle olmasından, inkârcılara ve günahkârlara ilâhî
gazabın gereği olan azâbın ilişmeyeceği sonucu kesinlikle çıkmaz. Aksine,
Allah’ın o kuşatıcı rahmetini ve hürriyet nimetini suiistimal eden, fıtratı
değiştirip bozmaya kalkışan, âyet ve delillerden yüz çevirip kitapları
yalanlayan, peygamberleri alaya alan, kısaca ilâhî cezayı gerektirecek tutum
ve davranışta bulunanlara mühlet verip hemen cezalandırma yoluna gitmese
de, böylelerini zamanı geldiğinde cezalandıracaktır. Bu ceza da, sırf onların
işledikleri günahların karşılığıdır. En’âm sûresinin ilâhî rahmetin genişliğini
belirten 12. âyetinin devamında “ O, geleceğinde hiçbir kuşku olmayan
kıyamet günü sizi bir araya toplayacaktır. Kendilerini ziyana uğratanlara
gelince, onlar inanmazlar” denilmek suretiyle bu gerçek açıklanmıştır.
Aslında bu âyet, sûrenin ilk âyetinde değinilen “Rablerine denk (putlar)
tanıyan inkârcılar”ı yaptıklarından vazgeçip, tövbe ile yüce Allah’ın sonsuz
rahmetine sığınmaya çağrı niteliği taşımaktadır.
A’râf sûresindeki “ Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” beyânına gelince,
orada söz konusu edilen rahmet, Hz. Mûsâ’nın, seçtiği yetmiş kişilik bir
grupla, kavminin buzağıya tapmalarından dolayı tövbe ve dua için kutsal
mekan Tur’a “buluşma vaktinde” çıktıkları zaman onları yakalayan korkunç
sarsıntı üzerine yaptığı duâya verilen ilâhî cevap vesilesiyle zikredilir:
“…Mûsâ dedi ki: Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helak
Mustafa Altundağ
66
ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek
misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini
saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi
bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin. Bize bu dünyada da
âhirette de iyilik/güzellik yaz. Şüphesiz biz sana yöneldik.( Allah) buyurdu
ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşattı; ileride
onu (rahmetimi) takvalı davrananlara, zekatı verenlere ve âyetlerimize
inananlara yazacağım. Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı
buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyarlar…” (7/155-157).
Görüldüğü gibi âyette “Rahmetim her şeyi kuşattı” buyrulmuştur ki –
daha önce açıklandığı üzere- bu, genelde, evrende ilâhî rahmetten pay
almayan hiçbir varlığın bulunmadığını gösterdiği gibi, -âyetin siyak ve
sibakı dikkate alındığında- “her şeyi kuşatan ilâhî rahmet ile” özelde, ne
kadar büyük olursa olsun işlenen günahları tövbe edenler için bağışlama,
işleyenlere ağır yükümlülükler yüklememe, onları günahları yüzünden helâk
etmeme yönündeki ilâhî merhamet kastedilmiş olmalıdır. Nitekim Cenâb-ı
Hak, âyetin devamında o engin rahmetini âhir zaman peygamberi Hz.
Muhammed’e tabi olan müttakîlere yazacağını belirtmiştir. Muhammed
ümmetinin, günahları yüzünden dünyada “toplu helâk” cezasından muaf
tutulması da bu rahmetin bir uzantısı olarak kabul edilmiştir. İlâhî rahmetin
genişliğini dile getiren 56. âyette “ azâbıma dilediğimi
uğratırım/uğratacağım” denmesi de, “kuşatıcı rahmetin”, suçluları
cezalandırmaya engel teşkil etmeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Âhirette sonsuz azaba maruz kalacak olanlar, neticede, merhamete değer
olmaktan çıkmış, azabı hak etmiş kimselerdir.
65
Mümin (Gâfir) sûresinin baş tarafında, Cenâb-ı Hakk’ın günahı
bağışlayıcı, tövbeyi kabul edici, azabının çetin olduğu; inkârcıların sırf kendi
işledikleri günahları yüzünden azaba duçar kılındıkları, cehennemlik
oldukları belirtildikten sonra, Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunan
meleklerin müminler için yaptıkları şu duaya yer verilir “ Rabbimiz” Sen
rahmet ve bilgi bakımından her şeyi kapladın, tövbe edip senin yoluna
uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru!” (40/7).
65
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2295.
Dostları ilə paylaş: |