Doç. Dr. Abdulaziz Hatip
100
“alem” denmesinin sebebi, belki de, Yüce Sanatkârına her zerresiyle alamet
ve işaret olmasından dolayıdır.
Bu rehberlik ve yol göstericiklere ilaveten, O, yine de kullarının elini
bırakmamış, onlara belli aralıklarla kendi hemcinslerinden manevî rehber ve
önderler göndermiş, yani peygamberler görevlendirmiştir. Ayrıca, bu
peygamberlerin elinde bir program olacak, vefatlarından sonra da
ümmetlerine yol gösterecek küçüklü büyüklü kitaplar indirmiştir. Buraya
kadar olan İlâhî rehberlik ve yol göstericilik, genel, yani istisnasız olarak
tüm insanlar için geçerlidir. Deyim yerindeyse, Yüce Allah, tüm kullarının
önüne doya doya istifade edecekleri mükellef bir hidayet sofrası sermiştir.
Ne yazık ki, bu hidayet sofrasına hepsi aynı şekilde ilgi gösterip gereği
gibi ondan yararlanma yoluna gitmemiş, hatta büyük bir kısmı özellikle
kâinatta dalgalanan tevhit delillerine ve bunların tercümanı olan peygamber
ve kitaplara hiç iltifat etmemiştir. Yüce Allah, tüm bu geniş alan ve
anlamlarıyla hidayetinin güneşini gönül odalarının pencerelerine kadar her
zaman getirmiş, fakat pek çoğu, gaflet ve cehalet perdelerini aralama
zahmetine katlanmayarak, o latif ve ruh okşayıcı ışığın içeri süzülmesine
engel olmuştur. Buna karşın, hayatının tâ ilk adımından itibaren İlâhî
inayetin bu ılık gölgesini ve yol göstericiliğini sezen, bundan Rabbinin
iradesi doğrultusunda büyük bir manevî haz ve gönül dolusu şükranla
yararlanmaya çalışan, gelen peygamber ve kitapları da birer manevî ışık gibi
görüp istifade edenler de olmuştur.
Yüce Allah da, hidayetini bunların gönlünde gerçekleştirip hedefine
ulaştırmıştır. Diğer deyişiyle bunlara iman nasip etmiş, onları hakikate
eriştirmiştir. Bu anlamda Allah’tan başka hidayet edici yoktur. Kulunun o
istikametteki özel tercihinden sonra gönlünü iman ışığıyla aydınlatacak
O’ndan gayrı bir varlık bulunmaz. Kevnî (kozmolojik) deliller,
peygamberler ve semâvî kitaplar o asıl gaye için sadece birer basamak ve
vesiledir.
İman hidayetinin de bir meyvesi ve mükâfatı vardır ki, bu da Kur’ân
dilinde “Hidâyet” olarak nitelenmiştir: Ebedî nimetler diyarı olan Cennete
ulaşma! Kur’ân, bir yerde cennetliklerin gıpta edilesi hallerini tasvir etmekte
ve bu gerçeği onların dilinden seslendirmektedir:
“İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz
gücünün yetmeyeceği yükü yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedî
Hidâyet ve bazi ihtida sebepleri
101
kalacaklardır. Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini
söküp çıkarmışızdır, önlerinden ırmaklar akar. ‘Hamdolsun bizi bu cennete
eriştiren Allah’a! Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz
yol bulamazdık. Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha
kesinlikle anlaşılmıştır’ derler. Kendilerine de: ‘İşte güzel işlerinize karşılık,
karşınızda duran şu muhteşem cennete varis kılındınız, buyurun!’ diye nida
edilir” (A’raf: 42-43).
Mütevazı bir çalışma gerçekleştirdik. “Kiliseden Camiye: İSLÂM’A
KOŞAN HIRİSTİYAN DİN ADAMLARI (İsa’yı Yitirmeden Muhammed’i
Bulan 26 Papazın Hidâyet Öyküsü) adını taşıyan çalışma, dünyada İslâm’ı
seçen bazı din adamlarının hidayet öykülerini konu almaktadır. Bu zatların
her biri, Müslüman olmadan önce birer din adamıdır. İstisnasız hepsi de,
dinlerine adam kazandırmaya çalışan birer misyonerdir. Hatta, bazıları
kardinal veya başpiskopos seviyesinde bir yüksek görevlidir. Acaba,
böylesine dinlerine bağlı, inançlarına başkalarını çağırmaya hayatlarını
adayan, bu yolda büyük imkân, itibar ve üne kavuşmuş bu kimseler neden
İslâm’ı seçtiler? Herkes için, sosyal çevrelerini, hatta bazen en sevdiklerini
yitirme ve yapayalnız kalma pahasına, kolayca alınabilecek bir karar
olmadığına göre, onları buna sevk eden çok kuvvetli gerekçeler olmalıdır.
Bunları, ana hatlarıyla incelediğimizde özellikle şu hususların ön plana
çıktığını görüyoruz:
Karşılarında İslâm’ı güzelce temsil eden, ahlâkını hayatlarında
yaşayan bir örnek bulunması. Bu gerçek gösteriyor ki, İslâm ahlâkını ve
imanın güzelliklerini davranışlarımızla sergilesek, diğer dinlerin mensupları
grup grup İslâm’a gireceklerdir. Bunlardan bir tanesinin, hidayetine vesile
olan Mısır’lı Müslüman iş adamı için kullandığı, “Muhammed bir melekti.
Uçması için sadece kanatları eksikti” (Yusuf Estes, Amerikan asıllı eski
papaz ve misyoner) ifadesi bunun küçük bir örneğidir.
Yine Müslümanların camileri, cemaatleri, oruçları ve ibadet esnasındaki
hallerine hayran kalıp ihtida kararını hızlandıran birinin şu ifadeleri ilginçtir:
“Hıristiyanlıktan iyice soğuduktan sonra, neler okuduklarını anlamasam
da, Müslümanların namazdaki duruşları, derin saygı ve intizamları,
bulundukları mekanı kaplayan manevî hava beni cezbediyordu. Özellikle
Kur’ân okunduğunda hemen ilgimi çeker ve içimde tuhaf ve sıcak duygular
belirirdi. Oysa, Müslümanlardan nefret üzere yetiştirilmiştim.
Doç. Dr. Abdulaziz Hatip
102
Müslümanların Ramazan ayında tuttukları oruca da hayrandım. Bunu,
Hıristiyanların tuttukları, ama Kitab-ı Mukaddes’te yeri olmayan “Sıyâmu’z-
zeyt” orucundan çok daha anlamlı buluyordum. Hatta, henüz Müslüman
olmadan bile zaman zaman Ramazan’da oruç tutardım.” (İzzet İshak
Muavvad, Mısırlı, eski papaz).
Cami ile kiliseyi mukayese ederek camideki engin ruhanî hayatın etkisini
dile getiren şu satırlar da oldukça anlamlıdır: “Yolumun üzerinde ‘Hüde’l-
İslâm’ adında bir cami vardı. Zaman zaman yanına yaklaşır, içine göz atar,
kiliseye hiç benzemediğini görürdüm. Ne sandalyeler, ne heykel ve resimler,
ne büyük avizeler, ne pahalı halılar, ne musıkî ve çalgı âletleri, ne ilâhi, ne
de alkış vs. vardı. Bu gibi camilerde ibadet yalnızca Allah’a rüku ve
secdeden ibaretti. Zenginle fakir ayrımı olmaz, herkes dümdüz saflarda yan
yana ibadete dururdu. Tüm bunları, kiliselerde yapılan tam tersi davranışlarla
karşılaştırırdım. Gözümde her zaman cami üstün gelirdi.” (Dr. Vedî’ Ahmed,
Mısır’lı, eski papaz yardımcısı).
Kur’ân-ı Kerim’in etkisi
İhtida öykülerini sunduğumuz kişiler arasında Kur’ân’dan etkilenerek
Müslüman olanlar çoğunluktadır. Bunların bir kısmı, Kur’ân’ın, indiğinden
bu yana hiç değişmediğini; bir kısmı, Allah’ın birliğine yaptığı vurguyu; bir
kısmı, ihtiva ettiği bilimsel gerçekleri; bir kısmı ise, İncillerin sayıca çok,
Kur’ân’ın ise tek olduğunu görerek Müslüman olmuştur. Örneğin şu satırlar
bu konuda son derece ibretlidir:
“Ben kavurucu çöl sıcağında yolunu kaybeden, susuzluktan ölecek hale
gelmiş, ancak seraptan başka bir şey bulamayan bir kimseydim. Birden bire
zemzemi (Kur’ân’ı) buldum. Tam dokuz sene boyunca o isyankar nefsime
söz geçirmeye çalıştım, şüphelerini bastırmayla uğraştım ve ondan hep
kaçtım. İslâm ile Hıristiyanlık arasında karşılaştırmalar yaptım. İncillerle
Kur’ân’ı mukayese ettim. Sonunda zafer hakîkat ve nûrun oldu.” (Mısırlı
Eski Papaz Fevzi Subhî Sem’an).
Kur’ân-ı Kerim’in, Hz. Muhammed’in sevinç ve üzüntülerinden iz ve
eser taşımadığını, en sevdiği insanların ismini içermediğini, hatta kendi
isminin bile sadece dört defa geçtiğini görüp bunu Kur’ân’ın Hz.
Muhammed’in eseri olmadığına işaret sayarak İslâm’ı kabul edenler var.
Kur’ân’ın, Hz. Muhammed’in bile ölümlü bir kul olduğunu söylediğini
görerek, onun ancak Allah kelamı olabileceğine kanaat getirip karar veren
Dostları ilə paylaş: |