Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə112/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   ...   108   109   110   111   112   113   114   115   ...   138

PSİKOLOJİ VE EDEBİYAT

339


özgü  sınırları  vardır,  bu  yüzden  ödünleme  ayarı  gerektirir.  Bu,  ortak  bi- 

linçdışıyla yerine getirilir.  Bir ozan,  kâhin  veya önder kendini  zamanının 

ifade  olunmayan  isteğiyle  yöneltilmesine  bırakır,  sözle  ya  da  eylemle 

herkesin kapalı gözle erişmeye can attığı ve istediği şeye giden doğru yolu 

gösterir —   bu  erişmenin  sonu  varsın  ister  iyi  ister kötü  olsun,  varsın  bir 

çağın davası  olsun,  ya da yıkılmasına sebep olsun.

İnsanın  kendi  çağından  sözetmesi  tehlikelidir  hep,  çünkü  şu  anda 

tehlikeli  olan  şey  anlayamayacağımız  kadar  geniştir.  Bu  yüzden  birkaç 

dolaylı  anlatma  ile  yetinmek  gerekir.  Francesco  Colonna’nın  kitabı  bir 

düş  kalıbına  dökülmüştür,  bir insan  bağı  olarak  görülen  tabii  aşkın  tanrı 

katına yükselmesidir,  duyguların  dizginleri  vahşice ele  almasına meydan 

vermeden,  Hıristiyan  evlilik  kutsal  törenini  tamamiyle  açık  bırakmak­

tadır.  Kitap  1453’de  yazılmıştır.  Hayatı  Viktorya  Çağının  meyve  verdiği 

bir zamanda geçen Rider Haggard,  bu konuyu  ele alıp, kendi bildiği  gibi 

işliyor;  bir  düş  biçimine  sokmuyor,  ahlâksal  çatışma  gerilimini  duyuru­

yor  bize.  Goethe,  Gretchen  -  Helen  -  Mater  Gloriosa  temasını  Faust’un 

renkli  örgütüne kırmızı  bir iplik gibi  işliyor.  Nietzsche tanrının öldüğünü 

söylüyor,  Spitteler  de  tanrıların  doğup  ölmesini  bir mevsimler  mitosuna 

bürüyor.  Önemleri  ne  olursa  olsun  bu  ozanların  her  biri  binlerce,  onbin- 

lercenin  sesiyle konuşuyor,  zamanının  bilinçli  görünüşündeki  değişiklik­

leri  önceden  söylüyor.



ŞAİR

i l   ARATICILIKTA,  istenç  özgürlüğündeki  gibi  bir  sır  vardır. 

Psikolog, bu  belirtilerin  ikisine de, süreç diyebilir, ama ortaya koydukları 

felsefe sorunlarına cevap bulamaz.  Yaratıcı insan türlü yollarla cevap ver­

meye  çalışabileceğimiz  bir  bilmecedir;  ama  vereceğimiz  bütün  cevaplar 

boşunadır,  çağdaş  psikolojinin  sanatçı  ve  sanatı  konusuna  ikide  bir dön­

mesini  engellemediği  bir  gerçektir.  Freud,  sanat  yapıtının  anahtarının, 

sanatçının  kişisel  yaşantılarından  türetme  yönteminde  bulunduğunu 

sanmıştı.  Bazı  imkânların  bu  yönde olduğu  gerçek, çünkü  tıpkı  nevrozda 

olduğu gibi bir sanat yapıtının da, kompleksler dediğimiz psişik hayattaki 

şu  düğümlerle  giderek  açıklanabileceği  akla  yatkın  gibi  geliyordu. 

Heyecan  durumlarında gerçek  veya  hayal  edilmiş  çocukluk yaşantıların­

dan  geldiğini  söyleyerek,  nevrotik  hastalığın  psişik  alanda  nedenselliğe 

dayanan  bir  başlangıcı  olduğunu  bulmasıyla  Freud  büyük  başarı 

kazanmıştır. Bir İngiliz centilmeni, bir Prusyalı subayı, ya da bir kardinali 

kişisel  öğelere  göre  açıklamaya  kalkarsak  büyük  yanlış  işlemiş  oluruz. 

Centilmen  subay  ve rahiplik görevi kişiyle ilgisi  olmayan  şeylerdir,  bun­

ların  psişik  görüntülerinde  acayip  bir  nesnellik  vardır.  Sanatçının  resmi 

bir kimlikle iş görmediğini kabul etmemiz gerek; bunun tam tersi gerçeğe 

daha  yakındır.  Bununla  birlikte  bir  bakıma  sıraladığım  tiplere  benzer, 

çünkü  özel  sanatçı  davranışta,  kişiselin  karşısında  ağır  basan  ortak  bir 

psişik  hayat  vardır.  Sanat  yaradılıştan  olan  bir  güdü  olup  bir  insan 

varlığını  yakalar  ve  alet  durumuna  getirir.  Sanatçının  kendi  amaçlarını 

arayan özgür iradesi, kişisel amaçları olabilir, ama bir sanatçı olarak daha 

yiiksek bir anlamda insandır — ortak insandır—  insanlığın bilinçsiz, psişik 

hayatını  taşıyan  ve  ona  biçim  veren  kimsedir.  Bu  çetin  işi  yapabilmek 

için,  kimi  zaman,  mutluluğunu  ve  hayatı  normal  insan  için  yaşamaya 

değer yapan  her şeyi feda etmesi gerekir.




ŞAİR

341


Bütün  bunlar  böyle  olduğuna  göre  sanatçının  analitik  yöntem  kul­

lanan  psikolog  için özellikle  ilginç  bir konu  olmasında  şaşılacak  bir şey 

yoktur.  Sanatçının  hayatında  ille  de  çatışma  olacaktır.  İçinde  birbiriyle 

çarpışan  iki güç vardır —  bir yanda normal  insan yönünün mutluluk,  tat­

min  ve  hayat güveni özlemi,  öte yanda  her  türlü  kişisel  isteği  aşıp giden 

yılmaz  yaratma  tutkusu.  Sanatçıların  hayatı  insansal  ve  kişisel  açıdan 

— trajik  demesek  de—  çok  yetersizdir  (başkalarından  aşağı  olduğu  için, 

uğursuz  bir  tanrısal  takdir  yüzünden  değil).  Yaratıcı  ateşin  tanrısal 

armağanını kazanmanın kişiye büyük şeylere mal olması kuralını bozacak 

istisna hemen hemen yok gibidir.  Sanki her birimiz doğuşta belli bir güçle 

donanmış  gibiyiz.  Yapımızdaki  en  güçlü  kuvvet  her  şeyi  kavrayarak  bu 

gücü tekeline alacak ve geri  bırakacak şey o  kadar az olacak ki,  hiçbir işe 

yaramayacak.  Bu  yoldan  yaratıcı  kuvvet  insan  tepkilerini  öyle  yollara 

sokabilir  ki,  kişisel  bir  ego,  her  türlü  kötü  nitelikler  geliştirebilir 

— insafsızlık,  bencillik,  (oto-erotizm  dedikleri)  boş  gurur—   her  türlü 

şeytanlığa yol  açabilir,  hayat kıvılcımını elde tutabilmek  ve ondan tama­

miyle  yoksun  kalmamak  için.  Sanatçıların  oto-erotizmleri  gayrimeşru, 

ihmal edilen çocuklarınkine benzer, o çocuklar ki daha ilk yıllarında vere­

cek sevgisi olmayan kimselerin yıkıcı etkisinden korunmak zorundadırlar; 

sırf bu yüzden kötü huylar edinirler, sonra bütün ömürleri boyunca çocuk­

su kalarak amansız biregosantriklik içinde kalırlar, kimsenin yardımı para 

etmez,  ahlâk kurallarına ve kanuna edimli olarak karşı  gelirler.  Sanatçıyı 

açıklayanın  kendi  sanatı  olduğundan,  kişisel  hayatının  yetersizlikleri  ve 

çatışmaları  olmadığından  nasıl  şüphe  edebiliriz?  Bu,  sanatçı  olması 

olgusunun  yerinilecek  sonuçlarmdandır —  yani  ta doğuştan  beri  normal 

ölümlüden  daha  büyük  bir  görevle  görevlendirilmiş  kimsedir.  Özel  bir 

yetenek  ve  belli  bir  yöne  doğru  büyük  enerji  sarfı  gerektirir,  bu  yüzden 

hayatın  başka bir yanı tüketilmiş olur.

Şairin yapıtının doğruluğunu, kendisiyle birlikte gelip olgunlaştığını 

bilmesi  ya  da düşünerek  boşluktan  var  ettiğini  sanması  önemli  değildir. 

Bir  çocuk  annesinden  nasıl  daha  çok  büyüyebilirse,  kendi  yapıtının  da 

kendini  aştığı  olgusunu  onun  düşüncesi  değiştiremez.  Yaratıcı  süreçte 

kadınsı  bir  nitelik  vardır,  yaratma  yapıtı  da  bilinçsiz  derinliklerden 

— anneler katından  diyebiliriz—  yükselir.  Yaratıcı  güç  üstün  geldiğinde,




Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   108   109   110   111   112   113   114   115   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə