342
ANALİTİK PSİKOLOJİ
insan hayatı etkin istence karşılık bilinçsizlikle yönetilir ve kalıplanır,
elinden bir şey gelmeyen bir olgu gözlemcisinden başka bir şey olmayan
bilinçli ego toprak altındaki bir akıntıya karışjr gider. Süreç durumundaki
yapıt ozanın yazgısı olur ve psişik gelişmesini belirtir. Faust’u yaratan
Goethe değil, Goethe’yi yaratan Faust’tur, Faust ise simgeden başka nedir
ki? Bununla belli bir şeyi gösteren bir alegori demek istemiyorum, açıkça
bilinmeyen, ama derinden canlı bir şeyin ifadesi olduğunu anlatmak isti
yorum. Her Alman’ın ruhunda yaşayan bir şey var burada ki, Goethe
bunun doğmasına yardım etmiştir. Faust ve Zerdüşt Böyle Buyurdu’yu bir
Alman’dan başka kimsenin yazabileceğini düşünebilir miyiz? İkisi de,
Alman ruhunda yansıyan bir şey üstünde oynuyor —Jacob Burchardt’ın
bir zamanlar dediği gibi bir «ana - imge» üstünde— insanlığın bir doktoru
veya öğretmen kahramanı, bilge kişinin, kurtarıcının arketip imgesi,
kültürün doğmasından beri insanın bilinçsizliğinde gizli, gömülmüş ve
uyur durumda bulunmaktadır; zaman yolundan çıktığında ve bir insan
toplumu korkunç bir yanlışlık tehlikesi karşısında bulunduğunda uyan
maktadır. İnsanlar yollarından şaştı mı, bir kılavuz, öğretmen, hatta bir
doktor gereksinmesi duyarlar. Bu ana-imgeler sayısız denecek kadar çok
tur, ama genel görünüşte bir sapma olmadan bireylerin düşlerinde, ya da
sanat yapıtlarında belirmezler. Bilinçli hayat tek - yönlülük ve yapmacık
davranışla belirdiği zaman, bunlar harekete geçer — «içgüdüsel» olarak
denebilir hatta— ve bireylerin düşlerinde, sanatçı ve kâhinlerin vizyon
larında açığa çıkar ve çağın psişik dengesini sağlar.
Bu yolla şairin yapıtı içinde yaşadığı toplumun manevî gereksin
mesini karşılar, bu yüzden yapıtın kendi kişisel yazgısından, —bunu
bilsin bilmesin— onun için daha büyük anlamı vardır. Yapıtı için aslında
alet olduğundan, kendi onun emrindedir, onu bize açıklamasını ondan
beklememiz için sebep yoktur. Biçim vererek içindeki en iyi şeyi yapmış
tır; açıklamayı başkalarına, geleceğe bırakmak zorundadır. Büyük bir
sanat yapıtı bir düş gibidir, bütün görünürdeki açıklığına rağmen kendi
kendini anlatmaz, hiçbir zaman «Şunu yapmalısın» ya da «gerçek budur»
demez. Doğanın bir bitkinin yetişmesine izin verdiği gibi bir imge verir,
kendi sonuçlarımıza kendimiz varmamız gerekir. Bir insan bir kâbus
görürse, ya fazla korkmuş demektir, ya da ona hiç aldırmıyor demektir;
ŞAİR
343
yaşlı bilge kişiyi görürse fazla pedagojik olduğunu anlatmak isteyebilir,
aynı zamanda bir öğretmen gereksindiğini gösterir. İnce bir yolla iki
anlam da sonunda aynı şeye varır, sanatçıyı etkilediği yolda kendimizi
sanat yapıtının etkisine bırakırsak bunu sezebiliriz. Anlamını kavraya
bilmek için onu bir zamanlar biçimlendirdiği gibi, bizi de biçimlendirme
sine kendimizi bırakmalıyız. O zaman yaşantısının niteliğini anlarız.
Yalnızlığıyla ve acı veren yanlışlıklarıyla bilinçsizliğin altındaki ortak
psişenin iyi edici ve kurtarıcı kuvvetlerine yaklaştığıı, bütün insanların
kaynağı olan, bütün insan varlığına ortak bir ahenk veren bireyin
duyusunu başkasına aktarmasını ve insanlığa bir bütün olarak katılmasını
sağlayan şu hayatın döl yatağına girdiğini görürüz.
Sanat yaratışının ve sanatın etkinliğinin sıırı, participation mystique
(gizemci katılım) durumuna dönüşte bulunur — bireyin değil, insanın
yaşadığı, tek insan varlığının iyi veya kötü zamanlarının para etmediği,
sadece insan varlığının değeri olduğu şu yaşantı düzeyine dönüşte. Bütün
büyük sanat yapıtlarının nesnel olup kişisel olmaması bu yüzdendir, yine
de hepimizi bir bir derinden etkiler. Şairin kişisel hayatının sanatı için ille
de gerekli olmaması da bunun içindir — ancak yaratıcı görevine bir
yardımcı, ya da bir engel olabilir. Kendi sanatçı gibi yaşamayabilir, iyi bir
vatandaş olabilir, bir nevrotik hasta olabilir, deli ya da suçlu olabilir.
Kişisel hayatını başka türlü yaşamayabilir, ilginç olabilir, ama bunlar şairi
açıklamaya yetmez.
PİCASSO
lE JîR psikiyatrist olarak, Picasso konusundaki coşku dalgasına
kapıldığım için okuyucudan özür dileyesim geliyor. Yetkili bir kişi öner
memiş olaydı, bu konuda yazı yazmak için elime kalemi almazdım her
halde. Ressam da, acayip sanatı da, bana üzerinde uzun boylu durup ince
lenmeye değer bir konu gibi gelmediğinden değil — ne de olsa, edebiyat
taki kardeşi James Joyce’u işledim. Bu sorun ilgimi çekiyor çekmesine,
ama kısa bir yazı çerçevesi içinde tamamiyle incelenebileceğini san
madığım, alabildiği geniş, çetin ve çapraşık bir konu. İlle de bir fikir
beyan etmem gerekiyorsa, işlemem gereken konu, Picasso’nun sanatı
değil, psikolojisi olacak. İşin estetik yanını sanat eleştirmenlerine bırakı
yorum; kendimi, sadece bu tür sanat yaratıcılığı ardındaki psikoloji ile
sınırlayacağım.
Psişik süreçlerin resimle canlandırılmasının psikolojisi ile yirmi
yıldır uğraştığıma göre, Picasso’nun resimlerine profesyonel görüş
açısından bakabilecek durumdayım. Kendi deneyimlerime dayanarak
okurumu temin ederim ki, Picasso’nun psişik sorunları, yapıtında dile
getirildiği çapta, hastalarımmkine tıpatıp benziyor. Yazık ki, bu konuda
elimde kanıt yok, karşılaştırılabilecek malzeme, tek tük uzman elinde.
Şimdi okuyucumun bilgisine sunacağım gözlemler dayanaksız gibi
görünecek; bu bakımdan, iyi niyetine ve muhayyilesine sesleniyorum.
Nesnel olmayan sanat, içeriğini temelde «içinden» türetir. Bu «iç»,
bilince tekabül edemez, çünkü bilinç, nesnelerin genelde görünürdeki
halinin imgelerini içerir; dolayısıyla, görünüşü, ister istemez genel bek
lentilere uymak zorundadır. Picasso’nun nesnesi ise, genellikle göründü
ğünden başkadır — öyle başkadır ki, herhangi bir dış yaşantı ile ilintili bir
nesneyle herhangi bir şekilde bağıntılı görünmez. Kronolojik olarak yak