SİGMUND FREUD TARİH SAHNESİNDE................................................. 365
SİGMUND FREUD'UN ANISINA.................................................................. 373
MEKTUPLARINDAN SEÇMELER.............................................................. 381
ANILAR, DÜŞLER VE DÜŞÜNCELERDEN SEÇMELER....................... 399
DEYİMLER..................................................................................... ................ 403
JUNG'UN YAYIMLANAN YAPITLARI.................................................... 409
KAYNAKÇA................................................................................................... 417
DİZİN................................................................................................................ 421
GİRİŞ
«Tanıdığın olursa daha iyidir Şeytan
Tanıyıp bilmediğin yabancı bir insandan.»
(Türk atasözü - Kaşgarh Mahmut)
İB to M A İmparatorluğu'nun çöküş yıllarında, halkın, geleneksel
inançlarını bırakarak dış ülkelere yöneldiği, dış kaynaklı her türlü
öğretiyi, mezhebi benimsediği söylenir. Batı uygarlığı da nicedir çök
mekte, eski değerler çoktan yitirilmiş, yenileri aranmakta.
Uygarlıklar da canlılar gibi doğar, gelişir, ölür, diyorlar. Ancak
eklenmesi unutulan bir şey var, o da, nice yitmiş görünürse görünsün,
uygarlıkların doğurduğu değerlerin kılık değiştirdikleri, Anka kuşu
gibi kendi küllerinden yeniden canlandıkları.
Fiziksel evrenin değişmez bir kuramıdır denge. Aynı şey ruh
dünyası için de söz konusudur. «Doğa boşluktan nefret eder,» der bir
Latin atasözü. Gerçekten, uçlardan biri başını alıp bir yana gittiğinde,
öteki uç, aynı güç ve dirençle, denge sağlamak için, karşıt yöne
yönelir. Gel....git, gel....git, evren solumakta sanki.
Bugün Batı, Doğu'ya yönelmiş, eski Hınt'den, eski Çin'den, eski
Japon'dan esinlenmekte. Doğu ise, gizemli havasından bıkmış gibi,
Batı'nın somut dünyasına özenmekte. însan potansiyel olarak bir
bütün. Her biri açmayı bekleyen tomurcuklarla dolu içi. Ne var ki, şu ya
da bu nedenle, gelişme ortamını bulamadılar mı, çiçek açamadan
kuruyup gidiyorlar. Öte yandan, kimileri başkalarına rağmen alabil
diğine gelişiyor, dal budak salıyor. Gölgede kalanlar ise, kazara
başkaldırıp biraz soluk alabildikleri anda, birtakım yaşam kırıntılarına
10
GtRİŞ
dönüşüyor, güdük kalıyor. Daha fazla bir baskı karşısında kaldıkları
zaman da, tam bir patlamayla özerkliğini ilân ediyor, dizginlerini ele
alıyorlar, böylece ruh sağlığı da elden gitmiş oluyor.
İnsanın tamlığını, bütünlüğünü gerçekleştirmek, çağlar ötesinden
beri varolan değişm ez değerlerini bulm ak, bireyi bütünlüğüne,
tam lığına kavuşturmak, böylece tamlaşmış, bütünleşmiş bireyden
oluşacak, uluslarüstü, ırklarüstü, gönüldeş, tüm gizilgüçlerini gerçek
leştirmiş insanlardan m eydana gelecek bir evren-toplumu yaratmak,
Jung'un amacı işte bu.
Ondokuzuncu yüzyılın dünyası, akla dayanan, her şeyi akıl
yoluyla çözüm lem eye çalışan bir dünyaydı. Her şey biyolojik ve tarih
sel gerekircilik ile açıklanıyordu. M ekanik gerekircilik anlayışı deneye
dayanan bilimin temeliydi: Bir neden-sonuç dizisi idi söz konusu olan.
H er sonuç bir nedenden türüyordu, elde edilen sonuç ise, yeni bir
nedene dönüşüyor, bu da yeni bir sonuç doğuruyordu, zincirleme
sürüp gidiyordu böylece.
Katı, dar bir çerçeveydi bu. Bu çerçeveyi zorlayanlar arasında
Sigmund Freud da vardı. Freud'un bilinçdışı kavramı, bu sınırların
dışına taşan ilk atılımlardandı. Freud'un zihni, araştırmacı bir zihindi;
neden-sonuç ilişkisini benimserken, aklın dışında, insan denetiminden
öte bazı şeyler olduğunu da kabul ediyordu ister istemez. Yalnız iki
önemli yanılgıya düşecekti: Tarihi de, dini de anlamayacaktı. Tarih
boyu insanı gütmüş olan etkenlerin köküne inemeyecekti. «İstek» gibi,
«ben-çıkarı» gibi yüzeysel etkenlerden söz etmekle yetiniyordu.
Bilinçdışını biyolojik bir olgu gibi görüyordu; ona «toplum-karşıtı» bir
nitelik yüklüyordu; buysa onun tarihi anlamasına engel olacaktı.
Psikoloji, o ana kadar üniversite düzeyinde, insan davranışlarını
gözlemlemekle, tanımlamakla, sınıflandırmakla yetinmişti. Freud bu
gözlemlerle, tam am lam alarla yetinmeyip onları açıklama gereğini
duydu. İnsan düşüncesinin tüm akışı değişecekti.
Nedensellik ilkesi, bilimsel bir yasa değildir; ancak onsuz bilim
olam ayacağı da gerçektir. İnsanı incelerken, bu ilkeye en önce
başvuran Freud oldu; hiçbir zihin olgusu rastlantı değildi, her şeyin bir
nedeni vardı. Psikolojide Freud'dan önce gelenler, insan davranışlarını,
GİRİŞ
11
akıl buyrukları ile içgüdelerin oluşturduğunu düşünmüşlerdi. Her
olayın bir nedeni olduğu kesindi; öyle olaylar vardı ki, nedeni veya
nedenleri biliniyor, ya da kolayca varsayılabiliyordu; kimi de rastlantı
işiydi; birbirinden ayrı, görünürde önem siz nedenlerden, çağrışımlar
dan doğuyordu ki bunları incelem ek hem boşunaydı, hem de
olanaksız. Freud, alışılagelmiş bu gerekirciliğe karşı çıktı. Histeri
vakalarında akıldışı gibi görünen belirtilerin, bireyin zihninde
mantıksal bir süreklilik izlediklerini görmüştü, bunların kaynağı dışta
değildi; hastanın, birtakım şeyleri bastırmasının, içe atmasının sonu
cuydu. Rastlantı işi değildi bunlar; nedenleri araştırılarak, analiz edile
rek ortaya çıkarılabilirdi. Dil sürçmeleri, düşler gibi, görünürde rast
lantı işi olaylar analizle incelenebilirdi.
Freud olsun, onu izleyenler olsun, rastlantının payını hiçbir
zaman yadsımış değillerdir; bireyin kişiliğiyle ilgisi olmayan başka
düzenlerin işin içine karışabileceğine inanmışlardır; örneğin, durup
dururken bir kiremit düşer de insanın kafasını yararsa, bu bir rast
lantıdır. Öte yandan, ayyaşın biriyle evlenm iş olan bir kadın
başlangıçta kocasının bu yanını umursamamış, önemsememiş olabilir.
Ancak, beden ve ruh sağlığı yerinde biri, sık sık kazaya uğrar, ya da
bir ayyaş ile evlenmiş kadın, üç kez arka arkaya ayyaş kocalara
varırsa, bu durumda, onun ruh yapısındaki bir bozukluktan kuşkulan
mamız gerekir, diye düşünüyordu Freud. Freud'çu ruhsal gerekircilik,
her zihin olayında basit bir «neden-sonuç» ilişkisi görmüyordu; tek bir
olay, kimi zaman bir etkenler dizisi sonunda yer alabiliyor; bu etken
ler kalıtımsal, gelişimsel, ya da ortamsal olabiliyordu.
Freud'çu kuramın temel varsayımlardan biri de, bilinçdışınm
oynadığı roldü. Freud, «bilinçdışı-zihin» kavramını, Herbert psikolo
jisinin okutulduğu Viyana'da, altıncı sınıftayken öğrenmişti. O Sırada
Amerika'da W illiam James «bilinçaltı» sözcüğünü tanıtmaktaydı;
William James, bu tür güdünün zihin yaşamındaki önemini belirtiyor
du. Demek ki Freud’un getirdiği kavramların, söylediği sözlerin çoğu,
yeni değildi, bunlar o sırada tartışılan, gözde olan düşüncelerdi Freud,
Nietzsche, ya da Schopenhauer gibi filozofların yapıtlarını oku
mamıştı. Çağın başka bilimcileri gibi, o da akılcı ve maddeciydi.
Dostları ilə paylaş: |