18
GtRİŞ
da olamazdı; kilisenin yüksek mevki sahiplerinden biriydi o. Bu utanç
verici düşünce nerden geliyordu peki?»
Derken Jung bu korkunç görüntünün kaynağının uzak geçmişte
olabileceğini düşündü, h atta A dem ile H avva'nın C ennet'ten
kovuluşuna kadar geri gidebilirdi. Ne var ki, bu da uzak bir olasılıktı,
soyuttu. Ne denli düşünürse düşünsün, anlamını çıkaramıyordu.
Derken o müthiş an geldi bir gün, kalkıp oturdu yatağında; ter içinde,
tir tir titriyordu. «Tanrı, o korkunç sahneyi, benim kendi düşüncemmiş
gibi benimsememi, kabul etmemi istemiş olmalı,» dedi. O an, olguyu
benimsemişti.
Şuydu o korkunç sahne:
Tanrı, tahtından, büyük apsestini etmekteydi; katedralin üzerine
kocaman bir pislik 'düşüyordu', katedral de param parça oluyordu.
Dehşetli bir şeydi bu; tek anlamı, olsa olsa, babamın öğretmiş olduğu
kilise öğretilerinin ve kendi öz inançlarımın yeniden gözden geçiril
mesi gerektiğiydi; Tanrı inandığım her şeyi aşağılamış oluyordu.
Bu düşü bir olgu gibi benimsemek, Jung'un üzerinde son derece
etkili oldu. A rtık kendi başına varolma hakkını elde etmiş gibi huzur
duymuştu. Düşün yarattığı gerilim ve kaygı yoktu artık. Görülmemiş
derecede karşıt düşünceler arasında kalan iki ayrı kişiliği olduğu
düşüncesi de onu tedirgin etmiyordu. Nedeni, belki de babası ile
özdeşleşm esiydi; çünkü bu, kendi kişiliği konusunda belirsizlik
yaratmış olabilirdi. Biliyordu bundan böyle: «Ben BEN'im; ben BEN
olmalıyım; ben, kendi kendime düşünüyor olmalıyım; ancak ben
kendimin anladığını benimseyebilirim.»2 Pırıl pırıl bir yaşantıydı bu;
böylece, duraksamadan, kendi öz yaşantısıymış gibi benimsedi onu.
Jung'un küçük yaştan beri kaygısı iç değer olmuştur; bir olayın
önemi, kendisinin o olaya verdiği önemdeydi; çünkü bu, dış olayları
kavrayışına katkıda bulunuyordu.
2
Aynı yapıt,
s. 50
GtRtŞ
19
Böylece Jung, küçük yaştan beri, yerleşik, kalıplaşmış inançlara
ve düzenlere baş kaldıracak, kendi gerçeğini kendi yaratacaktı.
Okulda, arkadaşları arasında sevilmiyor değildi, ancak zihin yetenek
leri ve kaygıları arkadaşlarınkinden başka, çok daha üstün olduğu için,
yalnızdı.
Jung'un psikolojisi, kişilerarası ilişkilerden çok, kişiliğin, birey
ruhunun büyülü çem beri içinde büyüyüp gelişm esiyle ilgilidir.
Freud'çu psikanalizin amacı, kişinin başkası ile olgun bir ilişki kur
masını sağlamaktır; bu tür ilişkiye, genellikle cinsel denirse de, bu
kavram, cinsiyetten başka etkenler de içerir. Oysa Jung'un amacı,
bireyi kendi zihni içinde bütünleştirmek, dengesini sağlamaktır; Jung,
başkaları ile ilişkilere özel olarak eğilmez.
Arkeolog olmak istiyordu Jung. Ama, ailesi yoksul olduğundan,
Basel’den başka bir kentte okumaya gitmesi söz konusu değildi. Basel
Üniversitesi'nde arkeoloji kürsüsü olmadığı için Tıp Fakültesi'ne girdi.
Üniversite'den kazandığı bursla da eğitimini tamamladı. îlk dileği cer
rah olmaktı; ancak, Krafft-Ebing'in Psikiyatri adlı kitabını okuyunca,
düşüncesini değiştirdi.
Fakülte sıralarındayken, ispirtizma deneylerine katılmıştı. Onbeş
yaşlarında medyum bir kız, atalarından ve başka ruhlardan haberler
aldığını ileri sürmüştü. Gelen ruhlardan biri, medyum aracılığıyla
kültürlü bir kimsenin A lm ancasıyla konuşmuştu; oysa kızın kendi,
uyanık, normal durum undayken, İsviçre'de konuşulan bir köylü
Almancası konuşuyordu. Bu, aynı kızda, iki ayrı kişilik olduğunu gös
teriyordu. Jung'un ilgisini çeken bu olay, m ezuniyet tezine konu oldu.
Jung, annesinde de iki ayrı kişilik bulurdu: Bunlardan biri, geleneksel
alışılmış davranışlarla belirirken, ötekisi, beklenm edik tepkilerle
ortaya çıkıyordu. Jung kendi iç yapısını annesininkine benzetmeye
başlamıştı. O sıralarda on iki yaşlarındaydı; bir yanı, kendine güven
meyen, kendini dünyada yalnız ve tedirgin duyan bir varlıktı; öteki
yanıysa, etkileyici, güçlü, kendine güvenen, yetki sahibi, yaşlı bir
insandı.
>
1900'de hekim çıkarak, Zürih'teki Burghölzli Akıl Hastanesi'ne
girdi.
20
GİRİŞ
Dünya henüz duymamıştı «Kompleks» sözcüğünü ve kavramını;
«İçedönük», «Dışadönük» deyimlerini; «Dinamik Psikoloji», «Derin
lik Psikolojisi» gibi sözcükleri. Ne ruh sağlığı ciddî olarak ele almı
yordu, ne de akıl bozukluğu. Akıl hastalarını hapsetmekten başka bir
rolü yoktu akıl hastanelerinin; psikolojik bir iyileştirme yöntemine
başvurulmuyordu, zihin yapısının incelenmesi akıllara gelmiyordu.
Zihnin kendisi hâlâ bir bilmeceydi. 1870 ve 1880'lerde, Fransa'da, Si-
mon; İtalya'da, Lombroso akıl hastanelerindeki vakaları gözlemle
meye, gördüklerini yorumlamaya, anlamaya çalışmışlardı. Ancak, bul
gularının iyileştirme yöntemi üzerinde etkisi olmamıştı.
Zamanla akıl hastalığı belirtileri sınıflandırılmaya başlayıp ta,
«Deskriptiv Psikiyatri», hekimlerin akıl hastalığını klinik bir olay gibi
görmelerine yol açtığında ilk büyük adım atılmış oldu. Ancak, gene de
psikiyatri, tıpta sapa bir yol olarak düşünülürdü; öğrenci için pek çeki
ci gelmezdi. Hekim çıktığında, bir Alman üniversitesi kürsüsüne
henüz atanmış bulunan Basel'deki öğretmenlerinden biri Jung'a asis
tanlık önermiş, Jung da öneriyi geri çevirmişti. Buna tanık olan
Jung'un dostları ve öğretmenleri, Jung'un aklını yitirdiğini sandılar.
Böylece Jung, Zürih Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü Eugen
Bleuler'in kadrosuna katılarak, Burghölzli hastanesinde görevine
başladı. Sekiz yıl orada kalacak, hastaneyi üne kavuşturacaktı.
Tam o sıralarda, Sigmund Freud ile çevresindeki küçük topluluk
da Viyana'da çalışmalarını duyurmaya başlamıştı. Zihin, bilimsel
araştırm a konusu oluyordu. Büyük ufuklar açacaktı bu.
Jung'un ta baştan ilgisini çeken konu şizofreniydi. İleri sürüldüğü
gibi, kişilik, birbirinden ayrı, belirgin, iki, ya da daha çok bölüme
ayrılıyor değildi yalnızca, bütünlüğünü, tamlığını da yitirmiş oluyordu.
Ne var ki, gene de hekimin bir söyleşi kurabileceği belli bir süreklilik
gösteren bazı «sesler» bulunabiliyordu. Hastanın BEN'i, yıllar süren
akıl hastalığı boyunca bozulmadan kalabiliyordu. Nitekim, yıllanmış
bir şizofreni hastası bedensel bir rahatsızlık geçirirken, bir de bakıyor
dunuz, normal kişiliği, yani BEN'i, yüzeye çıkıvermiş; böylece hasta,
bir süre normal konuşuyor, davranıyor, bedensel rahatsızlık geçince de
eski durumuna dönüyordu. Bu olayı, Freud'un «O, BEN, ÜSTBEN»
Dostları ilə paylaş: |