12
GtRİŞ
Darvvin'i pek beğeniyordu. Sorunlara, evrimsel ve biyolojik yaklaşımı
da bundandı. Okulda, Herbert'ın bilinçdışı öğretisini öğrenmiş, sinir
hastalıkları uzm anı olm uştu; am a hastalarının çoğunda organik
yakınmalardan çok psikolojik yakınm alar olduğunu görmüştü; derken
Paris'e gitmiş, orada, hipnotizmanın histeri belirtisi yaratabileceği gibi,
belirtiyi yok edilebileceğine de tanık olmuştu. Paris'te ünlü hekim
Charcot, ona «her ruh bozukluğu altında bir cinsellik sorunu yatar,»
demişti. Freud, Viyana'ya dönerken, meslektaşı Breuer ile birlikte
hastalarına hipnotizm a uygulam aya başlam ıştı; ancak beklediği
sonuçları elde edememişti. Yarı-uyur duruma getirilen hastaya telkin
edilenler, kişiye yabancı olduğundan, iğreti oluyor, ancak geçici bir
yarar sağlıyor, dahası tehlike bile yaratabiliyordu. Bunun için hipno
tizmayı bırakıp başka yöntemlere başvuracaktı; bambaşka bir bilinç
dışı çizecekti: Bilinçdışı ona göre canlı bir varlıktı; ilkin sandığı gibi
beğenilmedik, onaylanmayan anıların atıldığı bir çöp tenekesi değildi.
Gücünü içgüdüsel itilerden alan bilinçdışı, insan zihninde önemli bir
rol oynuyordu; bilinçdışı içeriğinin farkına varılmaması anlamsızlığın
dan değil, BEN'in yıldırıcı nitelikte oluşundandı. Söz konusu içerik
bastırılınca, başka yollarla, ruhsal bozukluklarla, ya da birtakım karak
ter özellikleriyle ortaya çıkıyordu.
Freud bir «hoşlamm ilkesi»nden söz ediyordu. Bu, doyum
peşinde koşan bir güdüydü, ancak gerçeklik ilkesine de karşıttı. Ruhsal
dengeyi bozan güdüler, yarattıkları gerilimi gevşetmek için doyum
aramak zorundaydılar; ne var ki, toplumsal bir hayvan olan organiz
manın genel sağlığı için doyum arayan bu güdülerin gereksinimi
hemen o anda yerine getirilemiyordu. Kişilikte ağır basan başka
eğilim lerle uyuşmayan, vaktiyle öğrenilmiş tepkilerle geri itilen,
güdünün doyum çabaları, nevrotik belirtilere dönüşüyordu. Örneğin,
bir kimsenin m akastan korkması, ya da karınca ezmekten çekinmesi,
kişideki gizli bir yoketme isteğinin belirtisi olabilirdi, elini erkek eline
değdirmekten kaçm an «namuslu» kızın gerçek tutkusu, güçlü cinsel
isteklerini örtüyordu belki de. Bu uzlaştırma yolları, gerçeğe ters
düşüyor, kişide tedirginlik yaratıyordu; ancak kişi, kendisine olan
saygınlığını böylece korumuş oluyordu.
GİRİŞ
13
Nevrotik belirtiler,
Freud'a göre, bastırılan isteklerin yüzeye
çıkıp, kişiliğin öteki yanını tedirgin etmesini engelleyen etkenlerdi;
bastırılan şeyler, çoğu kez, cinsiyete dönüştürülmüş düşmanlık duy
gusu, ve bununla ilgili kaygı ve suçluluk duygusuydu. Nevrotik kişi,
hastalanmak isteyen biriydi sanki. Adler'e göre, nevrozların kökenini
oluşturan, kişinin, zayıf yanını güçlü gösterme, ya da onu bir silâh gibi
kullanarak kendine, koşullara, ya da başkalarının davranışına egemen
olma eğilimiydi. Freud bunların gerçekliğini yadsımıyordu, ne var ki,
insanın ruhunda, daha derinlerde yerleşik çatışmalardan doğan kişilik
sorunlarını çözümleme atılımlarından başka şeyler olabileceğini be
nimsemeye de yanaşmıyordu. Freud, histeri vakaları ya da nevrozlar
üzerinde yaptığı gözlemler sonucu edindiğini, normal kişilere de uygu
lamaya kalkıştığı için, eleştiriye uğrayacaktı. Baktığı hastalar, hem dar
bir çevreden, hem de toplumun pek özel bir kesimindendi; oysa,
psikolojide, genellemeler yapabilmek için kültürel, ulusal, ırksal,
sınıfsal etkenlerin de göz önüne alınması gerekirdi.
Freud ile birlikte çalışan Adler de, 1910'da, Freud topluluğundan
ayrılacaktı. Adler'in kuracağı düzende insan bütün davranışları ile,
zihinsel, ya da fiziksel aşağılık duygularını telâfi etmek için iktidara
yönelmişti. Adler'in bu kuramının psikanaliz için büyük önemi olacak
üç özelliği vardı: Ona göre, nevroz, kişiliğin tümünün bozukluğuydu;
nevrozun oluşumunda BEN'in büyük rolu vardı; cinsel olmayan
nedenler de çatışm aya yol açabiliyordu. A dler bu yönde «Bireysel
Psikoloji» kuramını geliştirecekti.
Ne var ki, toplumsal ve tarihsel güçlere «Derinlikler Psikoloji
s i n i n ışığını tutacak biri gerekti. Ruhsal gerçeği tüm boyutlarıyla
verecek biri; onu, yalnızca bilince ve aklın dar çerçevesine kapat
mayan, dinamik ve olumlu yönleri olan, yadsınmayacak bir bilinçdışı
kavramını oluşturacak biri.
Jung, geleneksel görüş açısını genişletmek amacıyla, Batı'nın
geleneksel kalıplarından çıkm ak zorunluluğunu duydu. Doğu'nun,
Afrika'nın, Kızılderili Amerikası'nın dinlerini, düşünce biçimlerini,
edebiyatlarını, mitolojilerini inceledi. Eski ile Yeni'yi, Doğu ile Batı'yı
birleştirmek istedi. Dünya çapında ilk büyük sentez girişimiydi bu!
14
GİRİŞ
- I -
Carl Gustav Jung, İsviçre'de, Basel'e yakın küçük bir kasabada 26
Tem m uz 1875 tarihinde dünyaya geldi. Babası bir protestan rahibiydi;
iyi yürekli bir adamdı; gelenekleri sorup soruşturmadan benimsemiş,
kendi halinde, oldukça zayıf karakterli bir kimseydi. Jung, klasik
yapıtlara karşı ilgiyi, Latinceyi ve dinsel ruh yapısını babasından ala
caktı.
Annesinin daha güçlü bir kişiliği olduğu anlaşılıyor. Sağı solu
belli olm ayan çelişik davranışlı biriymiş. Jung, annesini sevmesi mi,
ondan korkması mı gerektiğini kestiremezmiş bir türlü. Freud'un
annesi yum uşak huyluydu oysa, koruyucu bir ana, çocuğuna tutkun
biriydi; babasıysa sert, evde sözü geçen, kişiliği ağır basan bir insandı.
Nitekim , Freud'çu psikanaliz, ataerkildir: Görev duygusu ve ceza
korkusu bilinçdışımn temelini oluşturur. Freud'un «ÜSTBEN»i erkek
sidir. Jung'un Analitik Psikolojisi'nin temeli ise anaerkildir; hem yutup
yokedici, hem de koruyucu kadın imgeleriyle doludur. Jung için
ÜSTBEN o kadar önemli değildir.
Jung'un çocukluğu kırsal bir ortamda, doğaya yakın geçmiştir,
Freud'unki gibi, o sosyetik V iyana havası içinde değil. Bu somut
yaşam, onun soyut ruh yapısını dengeleyici olmuştur.
Düşleri, düşlemleri canlıydı; en azından somut yaşamı kadar ger
çekti. Dört yaşındayken gördüğü şu düşü hiç unutmamıştı:
Evim izin yanındaki her zaman oynadığım tarla, yapayalnızım....
birden önümde dört köşe bir çukur beliriyor. Merakla uzanıp içine
bakıyorum; aşağı doğru inen taş merdivenler var; korka korka inmeye
başlıyorum. Dipte, yeşil bir perdeyle örtülü bir kapı çıkıyor karşıma,
açıyorum perdeyi, f a ş duvarlı, geniş dikdörtgen biçiminde bir salonla
karşılaşıyorum; bulunduğum kapıdan, karşı uca doğru kırmızı bir yol
halısı uzanmakta; bittiği yerde, bir düzlük üzerinde kocaman bir koltuk
var. Koltuk, aslında, kırmızı yastıklı büyük altın bir taht, üstündeyse,
Dostları ilə paylaş: |