GİRİŞ
45
gösteren bir tehlike işaretidir. Bunun nerede olduğunu, ona nasıl
erişileceğini önceden kestirmek olanaksızsa da, engelin yok edilmesi
gerekmektedir. Jung, kompleksleri şöyle tanımlar: «Apayrı bir varlık
gibi yaşamak üzere, ruhun karanlık bölgesinde bilincin denetiminden
çıkmış, ondan kopmuş, ruhsal özlerdir; bulundukları yerden, bilinçli
eylemi her an engelleyebilirler, ya da onu destekleyebilirler.» Bir
kompleks nelerden oluşur? Bir çekirdek düşünelim, genellikle bilinç
dışı ve özerk bir çekirdek; yani öznenin denetimi dışında olan bir
anlam aracı; sonra da, ona bağlı ve aynı coşkusal renkte sayısız çağrı
şımlar varsayalım; bunlar, bir bakıma kişinin kendine özgü yaradılı
şından, bir bakıma da, dış yaşantısından kaynaklanan öğelerdir.
Çekirdeğin, kendi enerji değeriyle orantılı, bir burçlanm a gücü vardır.
Hem birey için, hem de ırk tarihi, ya da evrimsel gelişim açısından bir
tür bir «Nevraljik nokta»dır bu; işlevsel bozukluk merkezidir; bu
merkez, bazı dış, ya da iç durumlarda, mikrop yuvası haline gelir de,
tüm ruhsal dengeyi altüst eder, kişiliğin bütününe egemen olur.
Bilinçdışına sanki yabancı bir madde girmiştir. Baştanbaşa bağımsız,
özerk bir bütündür. Sık rastlanan nedenlerden biri ahlâksal çatışmadır;
nedeni ille de cinsel değildir.
Herkeste vardır bu kom pleksler. Freud'un kanıtladığı gibi,
sürçmeler bunu gösterir. Kompleks, kişide ille de bir aşağılık duygusu
belirtisi değildir; ancak «uyuşmayan, sindirilmeyen, çatışan» bir şey
olduğu kesindir: «bu bir engel olabileceği gibi, daha büyük bir çaba
için, hatta yeni başarı olanakları için bir uyarı bile olabilir.» Bu
bakımdan, kompleksler, ruhsal yaşamın odak noktalarıdır. Onlarsız
edemeyiz, yoksa ruhsal devinim durur, yok olur; «kapsamlarına», yük
lerine göre, ya da ruhsal ekonomideki rollerine göre, «sağlam» ya da
«hasta» komplekslerden söz edilebilir; bu bakımdan, ne çapta yoğrula
bilecekleri, etkilerinin, sonunda yararlı mı, zararlı mı olacağı, tama-
miyle bilincin durumuna, yani BEN-kişiliği'ndeki dengeye bağlıdır.
Ancak, hep bitmemiş bir şeyi, Jung'un dediği gibi, «kişinin,
sözcüğün tam anlamıyla, zayıf noktalarını dile getirirler.»
Kompleksin kaynağı, bir travma, coşkusal bir şok, ya da benzeri
bir şey olabilir; bu , ruhun bir parçasını bütünden ayırır da bir torbaya
4 6
GİRİŞ
kor sanki. Jung'a göre, insanın geçmişinde, küçüklük çağından ola
bileceği gibi, yakın geçmişte, bir olay sonucu da olmuş olabilir bu,
A m a kom pleksin esas nedeni, genellikle, bireyin kendi yaradılışını bir
bütün olarak açıklayamamasıdır. Jung'dur kompleks kavramına biçim
veren, bunların varlığını çağrışım testleriyle kanıtlayan. Belli ölçütlere
g ö re seçilm iş sözcüklere, deneğin tepki göstermesi istenir; hekimin
söyleyebileceği her bir sözcüğe, denek, düşünmeden, o sözcüğün zih
ninde uyandırdığı bir sözcükle tepki gösterecektir. Sonra, denetlemek
için, belli bir süre sonra, deneğin bütün bu tepkileri anımsaması istenir.
T epki gösterilinceye kadar geçen zaman, anımsıyamama, yanlış
anım sam a ve başka bozukluğa işaret eden tepki biçimleri, sözcüğün
kom pleks ile ilgisini ortaya çıkarmış olur; ruhsal mekanizma, ruhtaki
jcompleks-yüklü noktalara, saat dakikliğiyle işaret etmektedir. Jung,
çağrışım yöntemini pek dakik bir biçimde geliştirmiştir, en aykırı
düşün görünümlerini ve olanaklarını hesaba katmıştır. Bozukluğu
tanım a yöntemi olarak psikoterapinin baş araçlarından biri haline
gelm iştir; bugün de, klinik psikolojideki eğitim kurslarında, meslek
yönelim inde, hattâ duruşmalarda, hâlâ standart bir yöntem olarak kul
lanılm aktadır. D üşlerin, düşlem lerin ve vizyonların gereçlerden
hangisinin, kişinin kendine özgü alanını ilgilendirdiğini, hangisinin bu
a lanı aşıp, ortak bilinçdışının içeriği sayılabileceğini söylemek güç
değildir. M itolojik konular, insanlığın evrensel tarihinde kök salmış
sim geler ve aşırı yoğun tepkiler, hep, en derinde yatan katların
katılım ım gösterir. Bu m otifler ile simgelerin, bir bütün olarak, ruh
y aşam ı
üzerinde etkisi vardır; ağır basan işlevsel bir niteliğe ve pek
yiiksek
bir enerji yüküne sahiptir.
Jung, «A rketip» sözcüğünü sonradan kullanm ıştır. Kendisi
y u n a n c a «arketipi» sözcüğünün karşılığı St. A ugustin'in «Ana
Düşünceler» kavramından esinlenmiştir. Şöyle diyordu St. Augustin:
«...Ana düşünceler, nesnelerin belli biçim leri, /a da duran değişmeyen
nedenleridir: biçimlenmiş değildirler; hep aynı durumda, sürekli ve
sonsuzca vardır; kendileri yok olmazsa da, her varolabilecek şey, o
kalıplara göre biçim bulur ve yok olur. Ancak ruhun, bu ana düşünce
ve kalıpları kavramayacağı, bunların ‘akıl ruhu’ ile sez ilemeyeceği
GİRİŞ
47
söylenir.» Jung’a göre iki türlü arketip vardır: Biri, kendi başına, kendi
içinde varolan arketiptir; bu, her ruhsal yapıda, ancak gizilgüç olarak
vardır; öteki arketip ise, algılanabilir durum a gelmiş, bilinç alanına
girmiş arketiptir. Bu gerçekleşen arketip, bir tasvir olarak, ya da bir
süreç durumunda görülür; biçimiyse, içinde yer aldığı burç'a göre
sürekli olarak değişebilir.. Arketip eylem ve tepki biçimleri ile arketip
süreçler de vardır; BEN'in gelişimi, ya da bir yaş ve deneyim evresin
den bir başkasına geçiş, arketipik süreçlerdir. Arketipik davranış biçimleri,
düşünceler, yaşantı sindirme yolları, bazı koşullar altında harekete gelir, o
ana kadar bilinçdışındayken, sanki göze görünür gibi olur.
Böylece arketip, kendini, örneğin yalnızca ilksel bir imge gibi,
statik biçimde değil, aynı zamanda, bilincin bir işlevinin ayrışması gibi
dinamik süreç olarak da belli eder. A rketipler bazı durumlara karşı
gösterilen içgüdüsel, yani ruhsal bakım dan gerekli tepkilerin
yansımalarıdır; bilinci aldatırlar, akla yakın görünmese bile, ruhsal
bakımdan gerekli davranış biçimleri doğururlar. Ruhsal ekonomide
Şekil 4
1. Bilincin yüzeyi.
2. ’İç Düzen'in işlemeye başladığı alan.
3. İçeriğin bilinçdışma çöktüğü yollar.
4. İçerikleri, çekme güçleriyle yollarından saptıran arketipler ile
manyetik alanları.
AA DIŞ olaylar ile görünmez kılınan katıksız arketipik süreçler bölgesi:
Burada «ilksel kalıp» üzerine bir tabaka konmuştur sanki.
Dostları ilə paylaş: |