GİRtŞ
33
dışına göre daha dar, daha küçüktür. B ir ada düşünelim: Adanın suyun
yüzünde görülen bölümüne bilinç diyelim, suyun altında kalan bölümü
kişisel bilinçdışı, yeryüzüne oturan tabanı ise, ortak bilinçdışı olsun.
Bilincin ortasında BEN oturur, «Bilincin Öznesidir». Bilinç, ruh
içeriğinin BEN ile ilişkisini sürdüren işlev, ya da eylemdir. Dış ve iç
dünyamızdaki bütün yaşantılarımız, algınabilmeleri için BEN'den
geçmek zorundadırlar. Bilincimiz, aynı anda, birçok şeyi bir arada
tutamaz. Kişisel bilinçdışımız bir hazne gibidir, içeriğine her zaman
başvurulabilir, gerekince de bilinç yüzüne çıkartılabilir; kişisel bilinç
dışı, aynı zamanda, bastırdığımız, içimize attığımız yaşantıları da kap
sar. Kişisel bilinçdışı, dem ek ki, unutulmuş, bastırılmış, bilinçdışı
tarafından algılanan, düşünülen ve duyulan her nesneyi kapsar. Ortak
bilinçdışındaysa kişiye özgü algılamalar söz konusu değildir. Ortak bi-
linçdışının içeriğini, bireysel BEN'imizin kendinin edindiği şeyler
oluşturmaz; kalıtım sal bir olgu, soydan gelen bir beyin yapısı
sorunudur bu. Aslında, bütün insanların, belki de hayvanların bile
paylaştıkları bir mirastır; bireysel ruhun temelidir. Bilinçdışı, bilinçten
çok daha önce oluşm uştur. İnsanın tem el davranışının bilince
dayandığı düşüncesi yanlıştır. Yaşamımızın büyük bölümünü bilinç-
dışında geçiririz: Ya uyuruz, ya da düş kurarız.... Yaşamımızdaki her
durumda, bilincimiz, bilinçdışm a bağlıdır, yadsınamaz bu. Çocuklar,
yaşamlarına bilinçdışından girerler; bilinçleri sonradan yavaş yavaş
gelişir. Kişisel bilinçdışı bireyin yaşamından kaynaklanan, unutulmuş,
bastırılmış, yadsınmış ve bilinçdışı yoluyla algılanmış şeyleri kapsar;
ortak bilinçdışı ise insanoğlunun tarih çağlarına, toplumlara, ırklara
bakmaksızın, ta dünyanın kuruluşundan beri evrensel durumlara karşı
gösterdiği kalıpsal tepkileri içerir. Sayalım bazılarını: «Korku»,
«tehlike», «üstün güçlerle savaş», «erkek-kadın», «çocuk-anababa»,
«aşk-nefret»; «doğum -ölüm », «aydınlık-karanlık» gibi karşıtlar
örneğin.
Bilinçdışının dengeleyici bir gücü vardır. Normal koşullar
altında, bilinç, belli bir durum karşısında, dış gerçeğe uygun, bireysel
bir. tepki gösterir; bilinçdışı ise, insanlığın yaşantısından doğan,
insanın iç yaşamının zorunluluklarına göre belli bir tepkide bulunur.
34
GİRİŞ
Böylece bireyin, ruhun tüm yapısına uygun bir davranışta bulunmasını
sağlar.
Jung'un bütünlükten anladığı, yalnızca birlik, ya da uyum
değildir, kişinin ruhunu oluşturan parçaların bir araya gelerek, bütün
leşerek, kişiyi bölünmez bir bütün yapmasıdır. Bir sentezdir bu. Yeni
yaşantılar doğuracak bir sentez.
Kişiliğin başlıca dört ana işlevi vardır: Düşünme, sezgi, duyum
ve duyu işlevleridir bunlar. Jung'a göre ruhsal işlev, durumlar değişse
de, kuramsal açıdan değişmeden kalan, belli bir ruhsal etkinlik
biçimidir; o sırada geçici olarak içerdiği şeylere de bağlı değildir.
Önemli olan, insanın düşündüğü değildir; örneğin, dıştan ya da içten
gelen gereçleri kavrayıp, bilincine varıp, onları işlemede, insanın,
sezgi işlevinden çok, zihin işlevini kullanmasıdır önemli olan. Burada
bizi ilgilendiren, söz konusu şeyin niteliğine bakmadan, ruhsal verileri
kavrayıp bilincine vararak sindirme biçimidir.
Demek ki, algılama, keşfetme, tanıma, imgeleme, yargılama,
ezberleme, öğrenme, zihinde tartma, çoğu kez de konuşma yoluyla,
yarı mantıksal çıkarım larla kendini dünyaya uydurmaya çalışan işleve,
düşünme işlevi denmektedir. Duygu işlevi, dünyayı «hoş ya da hoş
olmayan; kabul edilebilirlik ya da edilemezlik» duygularına dayanarak
algılar. Bu iki işlevin ikisi de akla dayanır, bunlar değerlendirmekte ve
yargılamaktadır. Öteki iki işlevse, duyum ve sezgidir; akla dayan
mayan işlevlerdir bunlar: Aklı atlatırlar, yargılara başvurmazlar; bun
lar değerlendirilm eye, ya da yorum lanm aya gerek göstermeyen
algılardır. Duyum, nesneleri olduğu gibi algılar. Sezgi de algılar, ama
duyuların bilinçli aracılığıyla değil. Burada söz konusu, nesnelerin
kendi iç yapısında varolan gizilgüçlerin bilinçdışı yoluyla içten
algılanmasıdır. Duyumsal tip, tarihteki bir olayın bütün ayrıntılarını
inceler de, olayın içinde yer aldığı genel çerçeveyi hesaba katmaz;
oysa sezgisel tip, ayrıntılara pek dikkat etmez; ama olayın iç anlamını,
olağan içermelerini ve sonuçlarını ayırt etmede pek güçlük çekmez.
Duyumsal tip, bir görünüm karşısında, her bir ayrıntıyı; çiçekleri,
ağaçları, göğün rengini bir bir saptarken, sezgisel tip, bir görünüm
karşısında, genel havayı, rengi belirtmeyle yetinir. Bunlar da öteki iki
GİRİŞ
35
tip gibi bir karşıtlık oluşturur; aynı anda varolamazlar. Bu dört işlevin
hepsi de vardır bizde; ancak biri çoğu kez ağır basar. Bireyin toplum
sal zihinsel ve kültür düzeyine göre değişir bu.
Şekil l'de Üst Yarım’ın aydınlık, A lt Yarım ’ın ise karanlık oldu
ğunu görüyoruz. Geliştirilmiş Üst İşlev, aydınlık, bilinçli yanda, Alt
İşlev geliştirilmemiş, tümüyle bilinçdışmdadır. Öteki ikisininkiyse,
yarı bilinçüstünde, yarı bilinçaltındadır. Bu kuramsal bir çizimdir,
gerçekte işlevlerin böyle tek yanlı gelişmesine rastlanmaz pek. İnsanın
üstün gelen işlevine yardımcı olan bir işlev daha vardır. Bu üçüncü
işlev sıradan kişi için değildir pek; dördüncüsüyse, geliştirilmemiş Alt
İşlev dediğimiz, genellikle denetim dışındadır. Bütün bunlar doğal
olarak gelişmiş, oldukça da sağlıklı bir ruha sahip kişi için geçerlidir.
Nevrotik bir kimsede, baş işlevin gelişimi bir engel ile önlenmiş ola
bilir; ya da yaradılıştan, zorlamayla, ya da eğitimle baş işlevin yerini
almış olabilir.
Kişinin yaşı da önemli bir etkendir. Bütün işlevlerin, sırasıyla
gelişmiş, orta yaş dolaylarında da farklılaşmış olması gerekir. Jung'a
göre, irade, serbestçe ele geçirilebilecek ruhsal bir güçtür, dört işlevin
her birinde vardır. İradeye bilinç yoluyla yön verilebilir. Bu bakımdan,
irade gücünün kapsamı ve şiddeti, bilinç alanının genişliğine ve
gelişmişlik derecesine göre değişir.
DÜŞÜNME
Şekil 1
DUYGU
Dostları ilə paylaş: |