ORTAK BtLİNCİN ARKETİPLERİ
177
(erdiğine göre düşler çok daha derin, çok daha anlamlıdır. Düşgörenin
epey şiirsel bir hava içinde gelmiş olabileceğini, tedaviye sanki huşu
uyandıran tapınağın gizemli alacakaranlığında kutsal bir dinsel eylemmiş
gibi başladığını düşünebiliriz. Ancak bu gerçeklere hiç uymuyor. Hasta,
hoş olmayan bir şey için, şiirsellikten uzak bir şey olan eşcinsellik için
gelmiştir hekime. Her halükârda düşün kaynağının bu denli dolaysız bir
nedeni olduğunu kabul edecek olaydık, önceki günkü ruh durumundan
niçin bu kadar şiirsel bir düşgöreceğini anlardık. Öte yandan, düşün
mimarı, onu bana tedavi için getirten, şiirsellikten alabildiğine uzak söz
konusu vakanın düşgören üzerinde bıraktığı izlenimler olmuş olabilir. Bu
kadar yoğun şiirsel bir düş görmesi belki de, önceki günkü ruh durumu
nun şiirsellikten uzak olmasıydı; tıpkı gündüz aç kalmış birinin, gece
düşünde leziz yemekler gördüğü gibi. Tedavi fikri biçiminin ve hiç de hoş
olmayan usulünün, düşte, şiirsel bir şekle dönüşmüş olarak, düşgörenin
canlı estetik ve coşkusal gereksinimlerini en etkin şekilde karşılayacak bir
havada belirdiği kesin. Kuyunun karanlık, derin ve soğuk olmasına
rağmen, bu çekici görünümün, karşı konmaz bir biçimde, çekimine
kapılacaktır. Düş havası, tatsız ve şiirsellikten uzak muayene için bana
geleceği ertesi sabah da devam edecektir. Ola ki, düşün etkisinin altın par
laklığı yavan gerçeğin üzerine vuracaktır.
Düşün anlamı acaba bu mudur? Olmayacak şey değil, kendi deneyi
mime göre, düşlerin büyük çoğunluğu telâfi edici türdendir. Psişik
dengeyi sağlamak için hep karşı tarafı vurgular. Ancak ruh durumunun
telâfisi, düş manzarasının tek amacı değil. Düşün bir de zihin düzeltici
yanı var. Doğal olarak, gireceği tedavi hakkında hastanın yeterli bilgisi
yoktu. Düş ona, karşısındaki tedavinin niteliğini şiirsel mecazlarla anlat
makta. Katedral imgesine ilişkin çağrışımlarım ve yorumlarını izlersek,
bu apaçık ortaya çıkıyor: «Katedral, bana Köln Katedralini anımsatıyor»
demişti. «Daha çocukken görkemi büyülemişti beni. Ondan ilk kez anne
min bana bahsettiğini hatırlıyorum, bir de ne zaman bir köy kilisesi
görsem, sorardım Köln Katedrali bu mu diye. Öyle bir katedralde rahip
olmak isterdim.»
Bu çağrışımlarda, hasta çocukluğunun en önemli deneyimlerinden
birini anlatmaktadır. Bütün bu tür vakalarda, annesi ile olan ilişkisi son
178
ANALİTİK PSİKOLOJİ
derece yakındı. Bundan özellikle iyi ya da yoğun bilinçli bir ilişki anla
mayalım, kendini bilinçli olarak dile getiren, belki sadece geç kalmış bir
karakter gelişimiyle, yani görece bir çocuksuluk ile ifade eden gizli, yer
altından bir bağ niteliğinde bir şey gibi görmeliyiz. Gelişen kişilik, doğal
olarak böyle çocuksu bir bağdan uzaklaşmak ister; gelişimi en çok
engelleyen şey, bilinçdışı —aynı zamanda ruhsal bakımdan embriyonik—
durumda ısrardır. Bu nedenle içgüdü ilk fırsatta anne yerine başka bir obje
koyar. Bu obje gerçek annenin yerine geçecekse, bir bakıma ona ben
zemesi gerekir. Hastamızda da böyle bir durum sözkonusu. Çocuk fan
tezisinin Köln Katedrali simgesine sımsıkı tutunması, annesinin yerine
koyacak bir obje bulmayı amaçlayan bilinçdışının gücüne tekabül etmek
te. Bilinçdışı gereksinim, çocuksu bağın zedeleneceği söylendiğinden
daha da kuvvetleniyor. Çocuk muhayyilesinin kilise fikrine tutkuyla
yapışması bundan; çünkü kilise, tam anlamıyla, annedir. Dilimizde sade
kilise ana değil, dahası kilisenin rahminden söz ederiz. Benedictio fontis
diye bilinen törende, vaftiz kurnasına «İmmaculatus divini fontis uterus»
(Meryemin lekesiz rahmi) deriz. Fantezi dünyasında iş görmeye başlama
dan insanın bilinçli bir şekilde bunu bilmesi gerektiğini düşünüyoruz
doğal olarak, bundan habersiz bir çocuk bu anlamların etkisinde kalamaz
elbette. Bu benzeşmeler bilinçli zihin ile değil, bambaşka bir yolla iş
görür. Kilise anababaya tamamiyle doğal, ya da «et ve kan yoluyla»
bağlantının yerine daha yüksek manevi bir varlığı canlandırmaktadır.
Böylece, bireyi bilinçdışı doğal bir ilişkiden kurtarır; bu ilişki aslında bir
ilişki değildir, gelişmemiş, bilinçdışı bir kimliktir. Bu, sırf bilinçdışı
olduğundan, tam bir atâlet durumundadır ve herhangi bir ruhsal gelişmeye
karşı vargücüyle direnir. Bu durumla, bir hayvan ruhu arasında esas farkın
ne olduğunu söylemek güç. Bireyin kendini başlangıcındaki, hayvana
benzer durumundan koparmaya çalışmak sadece Hıristiyan kilisesinin
özel ayrıcalığı değildir; kilise, belki de insanlık kadar eski, içgüdüsel bir
çabanın sadece en son ve Batıya özgü bir biçimidir. Belli bir dereceye
kadar gelişmiş ve henüz bozulmanın bütün ilkel topluluklarda en çeşitli
biçimlerde görülecek bir çabadır; yani erkekliğe adım atarkenki inisiyas-
yon riti ya da müessesesinden bahsediyorum. Delikanlı ergenliğe adım
attığında, «erkekler evine» veya bir başka kutsama yerine götürülür, bura-
ORTAK BİLİNCİN ARKETİPLERİ
179
clıı bir düzen üzere ailesine yabancılaştırılır. Aynı zamanda, dinsel mister-
lere de inisye edilmekte, böylece sadece yepyeni birtakım ilişkilere sokul
makla kalmıyor, yenilenmiş ve değişmiş bir kişilik olarak, yeni doğmuş
gibi (quasi modo genitus) yeni bir dünyaya adım atıyor. İnisyasyonda
bazen sünnet gibi şeyleri de kapsayan birtakım işkenceler de olur. Bu
Adetlerin çok eski olduğu kesin. Bunlar nerdeyse içgdüsel mekanizmalara
dönüşmüştür, dıştan herhangi bir zorlama olmadan yinelenip durmak
tadırlar; Alman öğrencilerinin «vaftizleri» Amerikan öğrencilerinin erkek
öğrenci derneklerindeki vahşi çılgınca inisyasyonlarını hatırlayalım.
Bunlar ilksel imge olarak bilinçdışına kazılmış durumdadır. Annesi küçük
oğluna Köln Katedralinden söz ettiğinde, bu ilksel imge harekete geçmiş
ve canlanmıştır. Eğitimini ilerletecek rahip eğitmen olmadığından, çocuk
annesinin ellerinde kalmıştı. Ancak bir erkeğin liderliği özlemi çocukta
gelişmiş ve eşcinsel eğilim biçimini almıştı — çocuğun fantezilerini eğite
cek bir erkek olaydı, bu sakat gelişme olmayabilirdi. Eşcinselliğe sapma
tarihte eskilere gidiyor. Yunanistan’da olsun, bazı ilkel topluluklarda ol
sun, eşcinsellik ve eğitim nerdeyse eş anlamlıydı. Bu açıdan bakıldığında,
ergenlik çağındaki eşcinsellik, aslında bir erkek rehberliği gereksiniminin
yanlış anlaşılmasıdır. Aynı zamanda ana kompleksine dayanan ensest
korkusunun genelde bütün kadınlara teşmil edilmesi de söz konusu ola
bilir; bana soracak olursanız, olgun olmayan bir erkeğin kadınlardan kork
ması normaldir, çünkü kadınlarla olan ilişkisi genelde çok kötüdür.
Düşe göre, tedavi inisyasyonu hasta için eşcinselliğin esas anlamının
gerçekleşmesi demektir, yani ergin kişinin dünyasına girmesi demektir.
Doğrudürüst anlayabilmek için başvurmak zorunda kaldığımız böyle
sıkıcı laf kalabalığını, düş birkaç canlı mecazda özetlemiş bulunuyor;
herhangi bir bilimsel yazıdan daha etkin bir şekilde düşgörenin muhayyi
lesinin duygusunu ve anlayışını işleyecek bir görünüm yaratıyor. Bu
durumda hasta, birtakım tıbbî ve pedagojik örgütlerin yağmuru altında
kalıp şaşkına döneceğine, tedaviye daha iyi ve zekice hazırlanmış olmak
tadır. (Bunun için ben düşleri sadece değerli bir bilgi kaynağı olarak değil,
aynı zamanda olağanüstü etkin bir eğitim aracı olarak da görüyorum.)
Şimdi ikinci düşe geliyorum. Peşinen söylemeliyim, birinci görüş
memizde, demin sözünü ettiğim düşe herhangi bir şekilde atıfta bulun
Dostları ilə paylaş: |