RUH VE ÖLÜM
IB iR E Y S E L insan varoluşunun açık sonu olan şu ölüm
konusunda neler düşündüğümü soran çok oldu. Ölümün kaçınılmaz bir
şey olduğunu biliyoruz. Çoğu zaman, cümle sona ermeden konan bir
nokta oluyor ölüm; bu noktanın ötesinde başkalarına kalan, birtakım
anılar ve sonuçlardan ibarettir. Ölüme uğrayan için kum saati boşal
mıştır, yuvarlanan taş durmuştur. Bu ölüm karşısında yaşam bize bir
zaman akışı gibi, sonunda durması doğal olan kurulmuş bir saatin
işleyişi gibi gelmektedir. Bu «akış» en yoğun duyduğumuz an, bir
insan yaşamının gözlerimizin önünde durduğunu gördüğümüz andır,
yaşamın anlamı ve değerini de az önce canlı bir bedenden aynlan son
soluğu gördüğümüzde anlarız, içimiz cız. eder. Bu duygu, gelecek için
nice ümitleri olan, geleceği yaratan gençler için başka, umutsuz bir
vaka, ya da bir ayağı çukurdaki mezar yolcusu bir ihtiyar için başka
görünüme bürünüyor. İnancım ıza göre gençliğin bir amacı, anlamı,
değeri vardır. Oysa ölm ek dem ek varoluşun sonuna gelmek demektir;
anlamsız abes bir şey gibi gelm ektedir bu bize. Bir gencin, dünyadan,
yaşamdan, gelecekten korkması, herkesçe kötü, akla aykırı, nevrotik
bir şey gibi görülmektedir; kaçanın korkak olduğu düşünülür. Ama
yaşlanan bir kimse, artık uzup yıllar yaşamayacağım duyunca, bizim
kendi gönlümüze kaygı salan bazı duyguları duyuyoruz; bakışımızı,
elimizden geldiği kadar başka yöne çeviriyor, başka bir konuya atla
m aya çalışıyoruz. Gençleri düşünürkenki, yargılarkenki iyimserlik
burada güçsüz kalmaktadır. Bu gibi durumlarda basmakalıp bazı bil
gece sözler ediyoruz: «Hepimiz o yolun yolcusuyuz» vb. gibi. Ama tek
başımıza kaldık mı, gecenin sessizliğinde ve karanlığında, düşünceler,
yaşanan yılların hesabını yapm aya başladığında, uzun olaylar serisi
saatin yelkovanını durmadan çevirmesi, insanın bütün sevdiklerini,
214
ANALİTİK PSİKOLOJİ
isteklerini, sahip olduğu şeyleri, ümitlerini, erişmek istediği şeyleri
tamamiyle yutacak olan karanlık duvarın ağır ve sürekli ilerleyişi
karşısında, bütün bilgece sözler yitip gitmekte, kaygı uykumuzu
kaçırmakta, boğucu bir örtü gibi üzerimize düşmektedir.
Birçok insan gönlünde, büyük bir tutkuyla can attığı yaşamın
karşısında paniğe düşecek derecede bir endişe duymaktadır; yaşlanan
daha büyük sayıda bir insan yığını da, aynı endişeyi ölüm karşısında
duymaktadır. Hatta ölümden, sonradan en çok korkacak olan kim
selerin, gençliklerinde yaşamdan korkan kim seler olduğunu görmü-
şümdür çoğu zaman. Gençler söz konusu olduğunda, yaşamın normal
zorunlulukları karşısında birtakım çocuksu direnm eler çektikleri
söylenir; yaşlılar için de aynı şey söylenebilir: Onlar da yaşamın nor
mal zorunluluğundan korkmaktadırlar. Ama ölümün bir olayın sonun
dan ibaret olduğuna o kadar inanılmıştır ki, ölüme — yükselen genç bir
yaşamın amaç ve niyetlerinde olduğu gibi— bir amaç, bir işin tamam
lanması gibi bakılmaktadır.
Yaşam da bir enerjik olaydır. Bütün enerjetik süreçler, ilke
bakımından, geri çevrilemez, bu yüzden de tek bir amaca, dinlenme
durumuna yönelmişlerdir. Süreç demek aslında durulmak isteyen, bir
hareketsizlik halinde başlayan bir kargaşalıktır. Yaşamın kendi de bir
am aca yönelmiştir, canlı bedense, gerçekleşmek isteyen birtakım
«ereklikler» (sonlular) sistemidir. Her akışm sonu, amacıdır. Her akış,
amacına erişmek için canla başla çalışan bir koşucu gibidir. Gençlerin
dünyevî şeylere ve yaşama karşı atılışları, büyük ümitleri ve uzak
amaçları gerçekleştirmek için harcadıkları çabalar, yaşamın amacına
giden eğilimin ta kendidir, bu eğilim herhangi bir şekilde geçmişe
takıldı mı, ya da saptanan amaçların zorunlu kıldığı kaçınılmaz riskler
karşısında korkup geri gitti mi, hemen yaşam korkusuna, nevrotik
direnmelere, depresyonlara (ruhi çöküntülere) ve fobilere (yersiz
korkulara) çevrilmektedir. Aşağı-yukarı ortasına rastlayan yaşamın
olgun çağına ve doruğuna erişilmesi, amaçlara, eğilime hiçbir şekilde
son vermemektedir. Ortaya varmadan nasıl yoğun bir biçimde yorul
madan yükseldi yse, şimdi bayır aşağı inmektedir, çünkü amaç zirvede
değil, yokuşun başladığı vadidedir. Yaşamın eğrisi bir merminin
RUH VE ÖLÜM
215
çizdiği parabole benzer. Başlangıçtaki hareketsiz durumundan atılan
mermi ilkin yükseldikten sonra yine hareketsiz durumuna döner.
Yaşamın psikolojik eğrisinin, doğa yasalarına bu denli uymadığı
doğrudur. Uyumsuzluk bazan yokuşun ta başlangıcında yer alabilir.
Mermi biyolojik olrak yükselir; psikolojik bakımdan duraklar. Kişi
yerden kopmak istemiyormuş gibi yıllarının gerisinde kalır, çocuk
luğuna sığınır. Yelkovanı durdurmakla, zamanın durdurulduğu sanılır.
Bununla birlikte, biraz gecikmeyle doruğa varıldı mı, psikolojik
bakımdan hareketsiz, dinlenm e halinde kalınır, kişi bayır aşağı inilme
ye başlandığının farkına varsa bile, hiç olmazsa geriye uzun uzun
bakarak, bir kere erişilmiş olan doruğa takılıp kalır. Önce yaşamın
engeli olan korku, şimdi, ölümün karşısına çıkmıştır. Yaşam korkusu
nun, yükselmeyi geciktirdiği söylenir, bu gecikmeyse, bu kez, daha
büyük bir istek olan erişilmiş olan yükseklikte kalm a isteğini haklı
çıkarmaya yarar. Bütün direnmelere karşı (ki şimdi esefle karşılan
maktadır) yaşamın üstün gelişi buna kanıttır; am a yine farkında
olmadan insan onu durdurm aya çalışır. Bu şekilde davranan insanın
psikolojisi doğal toprağını yitirir. Bilinci askıda kalır, oysa altında,
parabol, gittikçe hızlanarak iner.
Ruhun besleyici toprağı, doğal yaşamdır. Gidişini göze almayan
kim se askıda kalır, donar. O lgunluk çağındaki çoğu kimsenin
katılaşması bundan ileri gelir; arkaya bakarlar ve kalplerinde gizli bir
ölüm kaygısı, geçmişe takılı kalırlar. Hiç olmazsa, psikolojik olarak,
şimdi ile herhangi bir canlı ile ilişki kurmadan, gençlik zamanlarını
yoğun olarak düşünerek, yaşam ın sürecinden kaçarlar. Ömrün
ortasından sonra, ancak yaşam la birlikte ölm ek isteyen kişi canlı kalır.
Çünkü parabolün döndüğü ve ölümün doğuşunun yer alması, ömrün
ortasının esrarlı saatinde olur. İkinci yarısında yaşam bir yokuş, bir
açılış, bir çoğalış, bir taşış değildir; ölmüştür, çünkü amacı sonu
demektir. Kişinin yaşamının en yüksek noktasına erişmesini iste
m em esiyle, yaşam ının sonunu istem em esi aynı şeydir. İkisi de
yaşamak istememek demektir. Oluşla yitiş aynı eğriyi oluşturur.
Kuşkulanılması olanaksız bu gerçeği kabul etmemek için bilinç
elinden geleni yapmaktadır. Kişi genellikle geçmişinin mahpusudur,
Dostları ilə paylaş: |