Demokratik Modernite



Yüklə 26,73 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/89
tarix21.06.2018
ölçüsü26,73 Kb.
#50576
növüYazı
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   89

32
bu konu kullanılır ancak arka planda tasfiye po-
litikası yürütülür. 
Bilindiği üzere sultanlık düzeni devleti, top-
lumu, kurumları, ekonomiyi kısacası devletin 
sınırları içindeki her şeyi mülk olarak gören 
bir iktidar biçimidir. Mülk, ”Allah” ın yeryü-
zündeki gölgesi” olarak görülen sultana aittir 
ve onunla ilgili tek karar merceği sultandır. Bu-
gün AKP’nin kurmaya çalıştığı post-sultanlık 
sisteminde de aynı anlayış hakimdir. “Benim 
devletim”, ”benim valim”, ”benim milletim” vb. 
biçimde daha da uzatılabilecek söylemler, öyle-
sine dile getirilen kavramlar olmayıp yukarıda 
aktarmaya çalıştığımız otoriter zihniyetle ilgi-
lidir. Bu post-sultanlığın birçok yönüyle Bis-
markçılıkla benzerlikler taşıdığını not etmek 
gerekiyor. Zaten tarihsel olarak bakıldığında 
hem Osmanlı döneminde hem de İttihatçılar 
döneminde Türk-Alman ilişkilerinin çok güçlü 
olduğu görülecektir. Bu ayrı bir konu. Ancak 
tüm diğer özelliklerinin yanında post-sultanlık 
Bismarckçılık var arasında çok güçlü benzerlik-
ler vardır.
Bismarck 1862’den 1890’a kadar 28 yıl bo-
yunca iktidarda kaldı.1871’de Prusya başbakanı 
ve dışişleri bakanı, 1871’de Alman bakanlığı-
nın kurulmasından sonra Almanya şansölyesi 
olarak görev yaptı. Bismarck’ın iktidar anlayışı 
Abdülhamit’ten başlayarak ittihatçılara kadar 
Türk milliyetçiliğinin ve iktidar elitlerinin yö-
netim anlayışı üzerinde büyük etkide bulun-
muştur. Bismarck Almanya’sında uluslar arası 
ilişkilerden vergilere kadar her karar tek kişi 
tarafından alındı. Muhalefete izin vermeyen
kendisi gibi düşünmeyen her anlayışı ihanetle 
ve casuslukla özdeş sayan, kurduğu despotik 
çoğunlukla parlamentoyu kendi otoriter eği-
limlerinin aracı olarak kullanan bir anlayıştır. 
Temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi 
kavramların Bismarck Almanya’sında esame-
si okunmuyordu. Temel sloganlarından birisi 
‘’güç  adaletten önce gelir’’ şeklindeydi. Bismar-
ck korku ve itaate dayanan bir toplum düzeni ön 
görmüştür. Toplumu siyasetin ve siyaset kuru-
munun dışında tutarak liderlik kültü etrafında 
dizayn etmiştir. Bismarck ‘ın yarattığı duyarsız 
İttihatçı korku toplumu Hitler faşizminin de 
sosyal alt yapısını oluşturmuştur. Buradan ba-
kıldığında Neo-Osmanlıcılığın AKP şahsında 
somutlaşan post-sultanlık projesi ile Bismarck 
ve Bismarck Almanya’sı arasında ciddi paralel-
likler olduğu görülecektir. İkisinin de asıl hedef 
muhalefeti baskı yolu ile sindirmek, toplumu 
devlet mekanizması ve onun zor aygıtlarıy-
la (polis-asker-yargı) baskı altına almak ve bu 
yöntemle itaatkar hale getirip lider kültü etra-
fında düzenlemektir.
  
Neo-Osmanlıcılık ve Kürtler
Neo-Osmanlıcılık ideolojisinin Kürtlere 
yaklaşımı konusunda hem Osmanlı döneminde, 
hem de daha sonraki dönemlerde konjonktürel 
nedenlerden kaynaklı uygulama farklılıkları 
olsa da ana çizgi hiçbir zaman değişmemiştir. 
Aslında konuyu güncelliği içinde ele almak 
Neo-Osmanlıcılığın gerek seleflerinin gerekse 
de güncel temsilcilerinin Kürtleri nasıl ele al-
dığını anlamayı kolaylaştıracaktır. Zira bugün 
AKP iktidarında somutlaşan “İslamcı” Neo-Os-
manlıcılığın ufkunda Kürtlerin 19.yüzyılı son-
ları ve 20.yüzyıl boyunca maruz kaldıklarından 
çokta farklı bir şey öngörülmemektedir. Kaba 
bir karşılaştırmayla bile her iki dönemde de 
Kürtlerin müesses nizamın oluşturulmasında 
sadece bir nesne olarak görüldükleri fark edi-
lecektir. Yeni Osmanlıların reform projelerinde 
nasıl ki Kürtler kendi ulusal, kültürel, yönet-
sel aidiyetleriyle yer bulamıyorduysa AKP’nin 
“İslamcı” Neo-Osmanlıcılığında da aynı poli-
tika güncellenerek sürdürülmektedir. Her iki 
anlayışta ulusal-kolektif Kürt kimliğini ve bu 
kimlik etrafındaki arayışları varoluşlarına yö-
neltilmiş büyük bir tehdit olarak görürler. Kürt 
sorunu ile ilgili krizleri yönetemez duruma gel-
diklerinde üzerlerindeki basıncı azaltmak için 
(katliama başvurmadıkları ender durumlarda) 
kültürel alanda, -o da bireysel haklarla sınırlı 
olması kaydıyla- bazı adımlar atmak zorunda 
kalsalar da bundaki amaç, Kürtler üzerindeki 
inkarcı-asimilasyoncu politikalarını incelterek 
sürdürmektir.
“Tek dil, tek devlet, tek millet, tek din” slo-
ganları bu anlayışın gerçek amacının ve Kürtlere 
bakışının yalın bir biçimde ortaya koymaktadır. 
Burada AKP’nin “İslamcı” Neo-Osmancılığı ile 
“yeni Osmanlılar” arasında bir farktan söz edile-
cekse, o da küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan 
ekonomik ve siyasi değişimlerin bu iki çizginin 
söylem ve pozisyonları üzerinde yarattığı etki-
dir. “Yeni Osmanlılar” hareketi imparatorluğun 
geleneksel kodlarından sıyrılmadığı, kapitalist 
modernitenin milliyetçi, pozitivist, ulus-dev-


33
letçi paradigmalarının Ortadoğu’da yeni yeni 
hayat bulmaya başladığı koşullarda ortaya çık-
tı. AKP ise kapitalist modernitenin milliyetçi, 
pozitivist ulus-devlet anlayışının ve neo-libe-
ralizmin küresel hakimiyetinin güçlü olduğu; 
siyasal İslamcılığın da bu sistemin fideliğinde 
yetişerek biçim ve öz kazandığı, modernitenin 
tüm unsurlarını kendisinde toplayarak örgütle-
diği koşullarda, söz konusu küresel güçlerin de 
desteğiyle iktidara geldi. Sistemin tüm özellik-
lerinin taşıyıcısı olarak siyasi alana yerleşti.
Bu Neo-Osmanlıcılıkta tıpkı “yeni Osman-
lılar” gibi devleti kutsal gördüğü için koruma 
güdüsüyle yeniden dizayn etti. Çevre ile demok-
ratik bir birliğe, ittifaka gitmeden siyasal ku-
rumları kendi iktidarcı hevesleri doğrultusunda 
yenileyerek; merkezdeki bürokratik dayanakla-
rının, bununla olabilecek tüm değişimlerinin 
önünde aşılmaz bir engel haline getirme poli-
tikası izledi. Merkezde kendisini güçlendirip 
devletleştikçe Kürtlerin demokrasi, özgürlük, 
özyönetim taleplerini barajlama imkanı elde 
edeceğini düşündü. Zaten AKP’nin Neo-Os-
manlıcılığının fıtratında çoğulculuk, farklı-
lıklara tahammül, demokratlık olmadığından 
Kürt sorununun çözümünden anladığı şey de “ 
devletin Kürd’ü” nü yaratmaktan başka bir şey 
değildir. AKP tıpkı Abdülhamit döneminde ol-
duğu Kürtler arasında bölünme yaratıp sistemin 
yörüngesine çektiklerini devlete entegre etmeyi 
temel bir politika olarak benimsemektedir.
Gerçekten de iktidar sözcüleri ve onların 
etki alanındaki çevrelerin iddia ettiği gibi AKP, 
cumhuriyetin inkarcılığından Kürtleri tanı-
maya geçiş yapan, liberal, çok-kültürcü bir va-
tandaşlığı esas alan bir güç müdür? Yine, iddia 
edildiği gibi asimilasyoncu-inkarcı politikaları 
sonlandırdığı söylenebilir mi? Aynı soruları bu 
iktidarın siyasal ve toplumsal alanları bürokra-
tik-askeri vesayetten kurtararak özgürleştirdiği 
iddialarına karşılık da sormak mümkündür. 
Bunun böyle olmadığını konuyla ilgilenen bir 
gözlemci rahatlıkla görebilir. Gelinen noktada 
aşıldığı söylenen askeri-bürokratik vesayetin 
hiç de gerisinde kalmayan, Sünni İslamcı, tekçi, 
bölgesel politikada yayılmacı ve Kürt düşmanı, 
toplumsal yaşamda anti demokratik bir duru-
şun sergilendiği açıktır. Sadece bu örnekler bile 
AKP’nin yaslandığı Neo-Osmanlıcı fikriyatın 
“fıtratında” çoğulculuğa, demokrasiye yer ol-
madığını göstermeye yeter. Yapmakla övündü-
ğü reformların ezici çoğunluğunun amiyane 
tabirle “köprüyü geçinceye kadar” zevahiri kur-
tarma amacından başka bir şey taşımadığı bu-
gün daha net görülüyor. İktidarını sağlamlaştır-
dıkça onları bile adım adım ortadan kaldırdığı, 
görülen bir durumdur. Her şey “tek adam” ın 
iki dudağı arasında hapsedilmiştir. Yapılan ve 
adına reform denilen şeylerin de reform olup 
olmadığı tartışılmalıdır. Zira bizzat kendi ifa-
deleriyle amacın “restorasyon” olduğunu açık-
lamışlardır. Restorasyon sistemin demokrasiye 
doğru evrilmesinde köklü çözümler içermez, 
daha çok var olan statükoyu korumak için ya-
pılan küçük rötuşları anlatır. Dolayısıyla tıpkı 
selefleri gibi AKP’nin Neo-Osmanlıcılığının 
da hiçbir biçimde devletin demokratikleştiril-
mesine yönelik köklü reformlar yapma anlayışı 
yoktur. Hem geleneksel devletçi kodları, hem de 
bu kodların yarattığı neo-liberal politikalarla 
izdivacıyla ilişkili olarak yarattığı -tabiri caiz-
se- “lümpen burjuvaziyle” bunu yapabilmesinin 
olanağı yoktur. Bu aşamadan sonra atacakla-
rı her adım demokratikleşmeye yönelik değil, 
saray ve “sultan” etrafında örülmüş otoriter ve 
patriyarkal düzenin tahkim edilmesine yönelik 
olacaktır. 
Bu tablo içinde “makbul” olanlar ancak 
bu otoriteye biat edenler olacaktır. Dolayısıy-
la Kürtlerde ancak “sultana” ve onun müesses 
nizamına biat ettikleri ölçüde bazı küçük kı-
rıntılar elde edebileceklerdir. Hangi hakların 
ve ihtiyaçların “makul” olduğunu ve hangi mü-
cadele yöntemlerinin bu amaçlara ulaşmada 
“makul” olduğunu ellerinde bulundurdukları 
iktidar aygıtıyla belirlemeye çalışmaktadırlar. 
Bu çerçeveden bakıldığında Kürt sorununun 
çözümünde söz konusu Neo-Osmanlıcı akıl 
Kürtlerin kolektif, siyasi taleplerini bireysel-
leştirerek özünden boşalmayı başlıca politika 
olarak belirlerken buna karşı çıkan ve kolek-
tif- siyasi taleplerde ısrarcı olan toplumsal di-
namikleri(Kürtler, Aleviler, demokrat Müslü-
manlar, sosyalistler vb.) itibarsızlaştırıp siyasal 
alanın dışına itmeyi esas almaktadır. Başka bir 
ifadeyle Neo-Osmanlıcılığın Neo-liberalizm ile 
doğan izdivacından doğarak kılık değiştiren ve 
bölgesel yayılma alanlarını genişletmeye heves-
lenen Sünni Türk-İslam sentezcisi iktidar aklı, 
farklılıkları sistem içileştirmek için tanıma ve 
inkar politikasını bilinçli olarak iç içe gelişti-
rerek muğlaklık yaratmaktadır. Bir yandan da 


Yüklə 26,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   89




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə