160
tadoğu
iktidar güçleri, yalnızca birikimi paylaş-
ma anlaşmazlığı yaşamışlardır. Batı kapitalizmin
kadına dayalı komünal ekonomiyi, kır toplumun
ortak ekonomisini dağıtma, işçileştirme süreci
ile kadını ev kadını haline getirme, ucuz iş gücü
yapma, devlet kapitalizmi ile toprağın tüm biri-
kimlerine el koyma, emekçilerin emeği üzerin-
de tekel kurma sürecinin, Ortadoğu’nun devlet
genlerinde kök salmış ilksel kapital geleneği ile
kurduğu ittifak Rojava Devrimi’nin
önemini ve
demokratik çözüm sürecini evrenselleştirmiştir.
Yani, yalnızca mücadele ne Türk Devlet gerçe-
ğine karşı verilmektedir, ne de çözüm sürecinin
diyalog ve müzakeresi sadece Türk Devleti ile
yapılmaktadır. Çatışma tüm egemen erkek kişi-
liği, devlet biçimleri, sömürü tarihi ve onun he-
gemonik temsiline karşı yaşanmaktadır. Müza-
kere ise demokratik eğilimleri örgütleme hedefi
ile Demokratik Modernite güçlerinin hepsiyle
yapılmaktadır. Rojava’ ya saldırıların kadına el
koyma fetvası ile başlatılmasının salt güncel bir
egemen erkek geriliği olarak değerlendirememe-
mizin nedeni kapitalist hegemonyanın bu gerçeği
ile ilgilidir.
Sürekli bir ilksel birikim sürecine ihtiyaç
duyan ve birikime el koyma yöntemi vahşet ve
savaş olan Kapitalist hegemonik sistem, son iki
yüz yıllık doğuyu sömürgeleştirme hareketini,
bölgesel iktidar ve devlet güçlerini ulus-dev-
let yapılanmalarına kavuşturarak geliştirmiş-
tir. Bu ulus-devlet modelini Ortadoğu’nun katı,
suni(yapay) ve en acımasız iktidar güçleri ile
inşa etmiştir. İngiltere’nin öncülüğünü yaptı-
ğı ulus-devlet modeli ile sömürge pazarlarını
örgütleme süreci
laisizm ve liberalizm ile ge-
liştirilirken, merkezine İsrail devletinin kuru-
luşu yerleştirilmiştir. Kurulan her ulus-devlet
ile halkları topraksızlaştırma, yurtsuzlaştırma,
komünal ekonomiyi dağıtıp kadını ev kadını
sürecine alarak sanayiye ucuz iş gücü sağlama,
kimlikleri çatıştırma, inançları düşmanlaştırma
gerçekleştirilmiştir. Alman ideolojisinin Türk
versiyonu İttihatçılık, Ermeni soykırımına, İn-
giliz pragmatizmi Filistin halkının yurtsuzlaş-
tırılmasına, Fransız oryantalizmi kapitalistik
kültürel ve felsefik asimilasyona, Rus otoriter-
lik kompleksi dini çelişkide statükolaşmaya yol
açarken, her dört gücün toplamında anlaştıkları
Kürdistan’ı dört parçaya bölme ise Ortadoğu’nun
gelecek yüz yılının savaşlarına yol açmıştır.
Bu neden ile günümüz sorunları ve çatışmala-
rının yüz yıllık tarihin çözümlenmemiş sorunla-
rının sürdürülemezliğinin iflası olduğu kadar, bu
sürdürülemezliği yeniden bir sömürgeleştirme
süreci ile karşılama yöntemi ile karşı karşıyayız.
Bir yandan özgürlük çözümü diğer yandan ye-
niden sömürgeleştirme yöntemi amansız biçim-
de kendini dayatmaktadır. Bu anlamda, Rojava
Devrimi ve Kürt Sorunu artık tek başına bölge
devletlerinin sorunu olmaktan çıkmış, dünya-
nın alacağı değişim sürecine katacağı duruşu ile
kendi kaderini kendisinin
tayin edeceği için tüm
dünya güçlerinin sorunu anlamını içermektedir.
Çünkü bu süreç küresel güçlerin statükoculuğu-
nun ve dengelerinin çarpıştığı, aşıldığı bir süreç-
tir de. Süreci son derece riskli ve tehlikeli kılan da
bu durumdur.
Küresel kapitalist güçler İngiltere, Fransa,
Almanya ve Rusya doğunun sömürgeleştirilme-
si sürecinde yaşadıkları paylaşım çelişkilerini
20.yy’nin başından itibaren çatışmasız temelde
sürdürememişlerdir. 1. ve 2. Dünya Savaşları bu
güçlerin doğuyu paylaşım savaşları olarak yaşan-
mış ve bu süreçte paylaşımda ulaşılan uzlaşma
veya uzlaşmama konuları yüz yıllık kendine has
bir şekillenişe yol açmıştır. Hiçbir küresel kapital
gücün paylaşım konusunda ikna olmadığı ama
savaşında artık sürdürülemediği bu şartlarda
paylaşımı küresel savaş ölçeğinden çıkarıp, yerel,
bölgesel ve yalıtılmış, minimize edilmiş ölçeğe
indirmek temel politika olarak uygulanmıştır.
Ortadoğu’nun sürekli savaş hali aslında onun
için 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın hiç bitmediği-
ni göstermektedir. Yaratılan Arap, Türk ve Fars
milliyetçiliği, tahrik edilen dinsel parçalanmış-
lık, inkâra ve imhaya alınan halkların
var oluş is-
yanları, kadınlar ve kültürlerin direnişi, emeğin
ve birikimin sömürüsüne karşı mücadelecilik hiç
bitmeyen savaşın unsurları olmuştur.
İngiltere, Fransa ve Rus devletlerinin, diğer
güçleri 1. Dünya Savaşı ile paylaşımdan büyük
oranda ekarte edip, kendi aralarında paylaşımı
Sykes-Picot anlaşmasıyla yürürlüğe koymaları,
Ortadoğu da bitmeyen savaşın esas nedenlerin-
den biri olmuştur. İngilizlerin liberal, laik kral-
lıklar ile Arabistan, Bağdat, İran, Ürdün hattın-
da, Fransızların Cezayir, Suriye, Lübnan, Tunus
ve boğazlarda, Rusya’nın Ermenistan ve Laz böl-
gesinde sömürgeleştirme sistemini geliştirmeleri
günümüze kadar ihtilaflı konular olarak devam
etmiştir. Bu durumun geride bıraktığı en kötü
özellik, bölge ulus-devletlerinin ve iktidar güç-
lerinin küresel güçlerin
çelişkilerine dayanarak
kendini örgütleme siyasetini yetkinleştirmeleri
161
ve bunu kendi toplumlarının direnişleri-dev-
rimleri karşısında kullanmalarıdır. Bu zaman
içinde Alman ve Rus statükosunun da etkinlik
kazanmasına neden olmuştur. Bu nedenle Orta-
doğu’da savaş ve çatışma demek küresel güçlerin
paylaşım savaşı ve çatışması demektir. Onun için
de Suriye iç savaşının bir Rus-İran ve ABD-İs-
rail çatışma alanı olduğunu belirtebiliriz. Yakın
tarih çelişkilerinin sürdürülemezliğinin Suriye
gerçekliğinde tam bir iflası yaşaması tesadüf de-
ğildir. En rahat ve kolay biçimde yıkılacağı dü-
şünülen Esad Rejimi’nin en uzun süreli ve daha
uzun süreceği belli olan bir savaş gerçeğini temsil
etmesini kimileri şaşkınlık içinde karşıladı. Bu
şaşkınlık veya hesaplama hatasının nedeni, ta-
rihe yüzeysel yaklaşımdı. Suriye şahsında hem
kapitalist modernite sistem güçleri evrenselliğini
sürdürmeye, hem demokratik uygarlık güçleri
evrenselliğine çıkış yaptırma gerçekliği ile kar-
şı karşıya kalmıştır. Çünkü Suriye artık sadece
Suriye değildi; Akdeniz’den Mezopotamya’ya,
Mezopotamya’dan, Basra’ ya doğru uzanan coğ-
rafik kuşağın hegemonya tarafından paylaşım ve
dizaynının tamamlanmamış olması ve Ortado-
ğu halklarının demokratik uygarlık çıkışlarını
buradan evrensel değere
kavuşturma özelliğinin
yeniden canlanmış olması, bu merkezin uzun sü-
reli çatışma alanı olacağını göstermektedir.
Kürdistan ülkesinin bu durum içindeki
yeri sömürgeleştirme sisteminin merkez yeri
özelliğindedir. İngiltere planı başlangıçta Os-
manlı İmparatorluğu’nun dağıtılmasına dayalı
ulus-devletlerin kuruluşunu Arap ve Kürdistan
coğrafyası üzerinden hayata geçirmeyi amaçla-
mıştır. Mezopotamya’nın Akdeniz kuşağı üze-
rinden boğazlara ve Kürt devleti hedefi olmuş-
tur. Arap coğrafyasında bunu başaran İngiltere,
Kürdistan toplumunun 1. Dünya Savaşı sürecin-
de sömürge işgallerine karşı başlattığı direniş ve
Türkiye Halkları ile birlikte yaşam siyasetini be-
nimsemesi, Türk Devleti’nin Kürt Türk Birliğine
dayalı tezini tercih etmesi, kendi içinde parçalı
olması, Türk Devleti’nin Alman ve Rus devletleri
ile kurduğu denge siyaseti sonucu uygulamaya
koyamamış, başarılı olamamıştır. Lozan Antlaş-
ması hem yukarıda ki nedenler hem de küresel
güçlerin anlaşmazlıklarının
gölgesinde, İngilte-
re’nin kendi çıkarlarına uygun bulduğu konjonk-
türel çözüm olmuştur. Bu yüzden İngiltere için
plan sonlandırılmış değil uyutulmuştur. Irak’ ı
işgal savaşı ile ABD himayesinde kurulan Güney
Kürdistan federesi, uyutulan planın aslında o ka-
dar da derin uykuya dalmadığını göstermiştir.
KDP’ ye dayalı bir Rojava stratejisine devletin bu
denli kendini yatırmasının bu planla ilgisi oldu-
ğu açıktır.
Türkiye’ nin bu tablodaki genel yerini belir-
ginleştirirsek; Türk Devlet geleneğinde, varlığı-
nı Ortadoğu’da mevcut statükonun korunması
ve devam ettirilmesine dayalı geliştirme hâkim
özelliktir. Devletçi uygarlık kültürü karşısında
temsil ettiği göçebe kültür özellikli fetihçi ka-
rakteri, uygarlıklar içinde erimeye uğrayınca,
mevcut hegemonik gücün askeri olma seçimi-
ne götürmüştür. Abbasi hanedanlığının, Sünni
İslam’ın batı karşısında savunma rolünü yerine
getirerek, önce Selçuklular, sonra Osmanlı İm-
paratorluğu’nu kuran Türk devletleşme süreci,
bu neden ile konjonktürel veya dünya sistem de-
ğişimlerinden
en fazla etkilenen, değişime dire-
nen, değişimi katılaşarak karşılayan, statükocu
dış dayanak arayan, iç toplumsal gerçeklerin-
den muazzam korkan ve aşırı iktidar biriktiren
tepkilere sahiptir. Statüko savunmasına dayalı
bu kendini var etme biçimi, son yüzyılın Orta-
doğu’sunun faşizm karakterli şekillenmesinde
temel rol oynamıştır. Türk devlet geleneğinin bu
temelde İslam dini ile kurduğu ilişki biçimi, en
tehlikeli özelliği olmaktadır. İran Selçuklu Dev-
leti ve Türk hanedanları Şii mezhep, Anadolu
Selçuklu ve Osmanlı devletleri Sünni İslam-hali-
felik katı savunusu politikası ile güçlenmeyi esas
alırken, geride bıraktıkları miras derin mezhep-
sel bölünmeler olmuştur. Günümüzde AKP ik-
tidarının temsil ettiği
siyaset bu devlet geleneği
ve din politikası olmaktadır. Mevcut statükonun
korunması ve devam ettirilmesine dayalı kendini
bir Ortadoğu gücü yapma alışkanlığı günümü-
zün en uğursuz ve nefretle karşılanması gereken
gerçeği olmaktadır.
Kürt siyasal güçlerinin 1. Dünya Savaşı ve
Lozan Antlaşması sürecinde esas aldığı Kürdis-
tan’ın ve Türkiye’nin birliğine dayalı politika-
ya taktik yaklaşım gösterilmiş, devlet İngilizler
ile çatışmayı göze almak yerine Kürtlere ihanet
etmeyi tercih etmiştir. Kürtlerin Kürdistan’ın
parçalanmasına karşı Kürdistan ve Türkiye or-
taklığı duruşuna yapılan bu ihanet karşısında ki
tepkisi isyan hareketleri olmuştur. Türk devlet
geleneği ulus devletleşme süreci ve günümüze
kadar, bu defa Kapitalist hegemonyanın statüko
savunuculuğunun, ulus-devlet korumacılığının
bölgesel önderliğini yapmıştır. Bölgesel denge ve
toplumsal sorunlarını dinsel iktidar odakları ile