34
bu beklentileri oya tahvil
ederek kendisine geniş
bir hareket alanı yaratmaya çalışan bir devlet-
çilik anlayışı olarak karşımızda durmaktadır.
Bu anlayış özgürlüğe, adalete ve demokrasiye
samimiyetle bağlı olduğundan değil; farklı-
lıkların bireysel tercihe (örneğin Kürtçe’ nin
seçmeli ders olması vb. gibi) indirgeyerek muğ-
laklaştırmada ve bu yolla başta Kürtler olmak
üzere, tüm farklı etnik ve dinsel kimlikleri daha
krizli bir alana hapsederek otoritesini konso-
lide etmeye çalışmaktadır. Bireyselleştirilmiş
kimlikler, kolektif karakterlerini yitireceğinden
toplumsal ve siyasal alanın dışına itilecekler-
dir. Neo-liberalizmin, sistemi tehdit eden kim-
likleri ve toplumsal
hareketleri ekonomik ve
hukuki anlamda “bireysel hak ve özgürlükler”
söylemi ile pasifize etme politikası, AKP’nin
anlayışında aynı biçimde ele alınarak müesses
nizamının karşısında durabilecek toplumsal
kolektif kimlikler ve hareketler parçalanıp pasi-
fize edilmek istenmektedir. Bu açıdan AKP’nin
hukuki düzenlemeleri Kürtlerin ve diğer kim-
liklerin siyasi katılımını artıran demokratik
bir normalizasyon içermekten ziyade bu “yeni”
otoriterliğin önündeki engelleri pasifize etmeye
odaklanmış girişimlerden başka bir şey değil-
dir. Pasifize etme politikası 3 yöntemle sürdü-
rülmektedir. birinci yöntem devlet tarafından
cumhuriyet tarihi boyunca bilinçli ve sistematik
bir biçimde yoksullaştırılan Kürtleri açlıkla ter-
biye edip ardından sunduğu küçük olanaklarla
kendi otoritesine bağlama, yine orta sınıfa sun-
duğu olanaklar –la işbirlikçi bir tabaka yaratıp
yedeğine alma ve bu şekilde Kürtler arasında
bölünme yaratmaktır. İkincisi, din olgusunu
kullanarak Kürtleri kendi mezhepçi politikala-
rının yörüngesinde tutmak ve bu yolla kimlik
taleplerini bloke etmektir.
Üçüncü yöntem de
bu politikalara direnen özgürlükçü Kürtleri de
askeri ve siyasi operasyonlarla etkisizleştirerek
tasfiye etmektir. Yukarıda da vurguladığımız
gibi bundaki asıl amaç, “devletin Kürdü” nü
yaratmaktır. Bu kapsamda Kürtlerin haklarını,
sınırlarını belirlerken diğer yandan da Kürtleri
kendi içinde kamplara bölmeye çalışarak “iyi
Kürt, kötü Kürt “ politikasıyla Kürtler arası iç
çatışmayı kışkırtmaya çalışmaktadır. Türki-
ye’de hiçbir farklı sese tahammül edemeyen bu
Neo-Osmanlıcı anlayış, Kürtler söz konusu ol-
duğunda belirttiğimiz bu iç çatışmayı kışkırt-
ma politikası ekseninde “ bölgede tek sesliliğe
izin vermeyiz” demogojisine sarılabilmektedir.
Bu amaçla güneyde KDP ekseninde bir politika
oluştururken Güney Kürdistan’ı hem yayılmacı
emellerinin zemini a-haline getirmek hem de
PKK’ye karşı bir çizgi olarak güçlendirme si-
yaseti yürütmektedir. Aynı şekilde ROJAVA’ da
da bu çizgiyi hakim kılmak için KDP’ yle para-
lel politikalar üretmektedir. İçeride ise Kürtler
nezdinde hiçbir ağırlığı olmayan ve Kürtlerin
özgürlük mücadelesi ile uzaktan yakından ilgi-
si bulunmayan şahsiyetleri sahaya sürmektedir.
Her koşul altında ve
her dönemde derin devletin
tetikçiliğini yapmış, bu dönemde de Yeşil Erge-
nekon’un, tetikçiliği görevini büyük bir şehvetle
yerine getiren Hizbul Kontra ve onun uzantısı
Hüda-Par gibi kontrgerilla artığı odakları piyon
olarak kullanıp, söz konusu amaca göre çalıştır-
maktadır. Bu yönüyle AKP devletin geleneksel
böl-yönet politikasını olduğu gibi devrede tut-
maktadır. Elbette ki bu politikanın uzun vade-
de hiçbir başarı şansı bulunmamaktadır. Ancak
AKP’nin Neo-Osmanlıcılığının “Kürt duyarlı-
lığını” nasıl bir karaktere sahip olduğunu gös-
termesi bakımında önemli bir veridir.
Bu noktada üzerinde önemle durulması ve
tartışılması gereken bir hususta Kürt-Türk itti-
fakıyla ilgili olarak Kürt Özgürlük Hareketi ve
AKP’nin durduğu yer, daha doğrusu iki tarafın
bundan ne anladığı konusudur. Kürt özgürlük
hareketi ve önderliğin Kürt-Türk ittifakını dev-
letin ve toplumun demokratikleştirilmesi ve
Kürtler dahil tüm farklı kimlik ve inançların
hem ana yasal hem de toplumsal düzeyde ta-
nınmasını, buradan ortaya çıkacak demokrasi
sinerjisiyle Ortadoğu
da demokratik bir model
olma anlamında öncülük rolünü oynana bile-
ceği şeklinde ele alır. Yani bu ittifakın temeline
demokrasiyi, eşitliği koyan AKP’nin ise bundan
anladığı şey Kürtlerin tüm kolektif hak talep-
lerinden vazgeçerek hukuksal-Anayasal düz-
lemde Türk, toplumsal yaşamda ise “bireysel
haklarla” (!?) sınırlı olması kaydıyla Kürt olarak
kalabilecekleri ve bu tarz bir sözleşme ile dev-
lete biat etmeleridir. Bu gerçekleştiğinde Kürt-
Türk ittifakı gerçekleşmiş olacak! Öngörülen
‘ittifakla’, Kürtlere düşen içte iktidarı güçlen-
diren dışta ise yayılmacılığın payandası olan
bir nesne olmadır. Bunu yeni tip bir Hamidiye
yaratma politikası olarak nitelendirmek abartı-
lı değerlendirme olmayacaktır. Bu politikanın
öncekinden farkı bizzat AKP kurmaylarının
35
da sık sık dile getirdiği gibi sadece askeri değil
ekonomik, sosyal, diplomatik,
pek çok unsurla
desteklenmiş entegre bir strateji kapsamında ele
alınmasıdır. Yani AKP’nin Neo-Osmanlıcılık
perspektifinde Kürt-Türk ittifakı denilen şey
Kürtlere içte ve dışta politik ve askeri tetikçilik
ile yetinmeleri dışında bir rol biçmemektedir.
Tarihsel ittifaktan anladıkları esas olarak anla-
dıkları budur. Buna göre örneğin Rojava Kürt-
leri ancak bu Neo-Osmanlıcılık anlayışının bir
gereği olarak Esad rejimini devirme ve Suriye de
ekonomik politik güç devşirme amacının başa-
rılı olması için tetikçilik rolü üstlendiklerinde
“makul” kavramı, öylesi bir durumda bile Kürt-
lerin Rojava Kürdistan’ın da idari, kimliksel
ve anayasal özgürlükler edinmesini kapsama-
maktadır. Yani Kürtler Şam’a karşı yeni model
Hamidiye alayları olacak ama günün sonunda
Kürtlerin kaderinin ne olacağını
da Kürtler de-
ğil AKP’nin kendisi ve adına Suriye muhalefe-
ti denilen, gerçekte Suriye halkı ile hiçbir bağı
olmayan güdümlü, ırkçı savaş ağaları ve iktidar
en son Erdoğan’ın “ biz Kuzey Irak’ta olduğu
gibi Kuzey Suriye’de de benzer bir oluşumun
ortaya çıkmasına izin vermeyeceğiz” minva-
lindeki açıklaması sadece rojavada değil güney
KÜRDİSTAN da Kürtlerin elde ettiği kazanım-
lara karşı iflah olmaz bir düşmanlık içinde ol-
duklarını ortaya koymuştur. Esasen bu, DAİŞ
çetelerinin Hewler’ e yönelmesinin arkasında
da AKP’nin olduğunun itirafıydı. Sonuçta böl-
gesel çıkarlarına yarayacaksa Kürtler yerine
DAİŞ’ i kendileri için daha kârlı bir yatırım ola-
rak görmektedirler. Bu amaçla DAİŞ çetelerini
bu iki parçaya saldırmaları için motive etmiş-
tir. Bazı çevrelerin” AKP’nin Neo-Osmanlıcı-
lık politikasında Kürtlere önemli bir yer veril-
mektedir”. biçimindeki iddiaları bir bakıma
doğrudur. Evet Kürtlere yer verilmiştir. Ancak
bu Kürtlerin gasp edilmiş tüm haklarının ia-
desine dayanan ve devletin demokratikleşmesi
ekseni üzerinde kurgulanan bir yer verme değil,
yukarıda belirttiğimiz
çerçevede bir yer ve rol
biçimindedir. Vaat edilen “çözüm” ve bununla
bağlantılı olarak oya tahvil edilmiş kırıntı bile
olmayan adımların da orta ve uzun vadede bu
tarihsel eşitsizliği ve adaletsizliği, yeni bir ta-
hamkkümcülük anlayışını yeniden üretmek
amacını taşımaktan başka bir anlama gelme-
mektedir. “Kültürel zenginlik” argümanını et-
nik ve dini farklılıklara hoş görülü olduğu iddi-
asını sürekli gündemde tutarak buradan politik
bir kazanç bağlamayı amaçlamaktadır. Söz ko-
nusu Neo-Osmanlıcı anlayışın kültürel zengin-
likten anladığı şey, farklı kimliklerin ve muhalif
güçlerin hadlerini bilip kendilerine “lütfedilen”
sınırlar içinde seslerini kestikleri ve yalnızca
Sünni, Türk- İslamcı çizgiye biat ettikleri ölçü-
de “kültürel zenginlik” olduklarıdır.
Buna göre
kültürel özel yaşamlarında Kürtçe konuşabilir,
şiir yazıp şarkı söyleyebilir parasını ödedikleri
sürece özel okullarda, kurslarda (kapı ölçüle-
ri MEB kriterlerine uygun olduğu müddetçe!)
kendi dillerini öğrenebilirler, fakat tarihsel ada-
letsizliklere karşı alternatif çözüm üretmeye,
idari değişiklik taleplerinde bulunmaya başlar-
larsa kriminalize edilerek “iç güvenlik paket-
leriyle” hadleri bildirilir buradan bakıldığında
”kardeşlik”, “tarihsel kader ortaklığı” söylem-
lerinin koca bir aldatmadan başka bir anlam
taşımadığı görülebilir. “Kardeşlik”, ayrıcalık ve
hakların her koşulda ve sadece hakim ulusa ve
onun iktidar güçlerine ait olduğunun kabulünü
şart kılan bir çerçeve içinde anlamlandırılmak-
tadır.
Oysa Demokratik
Ulus çözümünde iktidar-
cı müesses nizam oluşturma hedeflerine ve gi-
rişimlerine yer yoktur. Neo-Osmanlıcılığın bu
özelliği bile tek başına Kürt sorununun çözümü
önünde en büyük engeli oluşturmaktadır.
Kaynakça
1. Kimin İslam’ı? Osmanlı’dan T.C’ye Siyasal
İslam: Sinan Şahin (Aram Yay.)
2. Türklüğe İhtida: Hans-Lukas Kieser
(İletişim Yay.)
3. Öteki Tarih : Ayşe Hür(Profil Yayınları)
4. Jön Türk Modernizmi ve ”Alman Ruhu”:
Mustafa Gencer (İletişim Yay.)