CAMİ VE KİTAP
90
yecan duyarlar.” Âyette “haşyet” kökünden gelen ve “büyük-
lüğü karşısında heyecan duyarlar” diye tercüme edilen ifade
burada, “büyüklük karşısında duyulan heyecan ve korku, zarar
görmekten değil, hakkını verememekten kaynaklanan endişe”
manasına gelmektedir. Muhataplarını doğadaki muhteşem gö-
rünümlerden hareketle akıllara durgunluk verecek incelikleri
keşfetmeye yönlendiren Kur’an’ın, bu bağlamda bilmenin de-
ğerine vurgu yapması oldukça ilginçtir. Fakat burada kullanılan
ve “bilenler” şeklinde çevrilen ulema kelimesinin kök anlamları
arasında, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak etme,
bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme
manalarının bulunduğu göz önüne alınırsa, kendilerine gön-
derme yapılan ve Allah saygısı duyma hususunda ön plana
çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler
veya birtakım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar
değil, zihnî çabalarını Allah’ın evrendeki kudret delillerinden
sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltebilmiş kişiler olduğu
anlaşılır.
28
Zaten sahabe ve tabiîn büyüklerinden birçoğundan
yapılan rivayetlerde ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar Allah’a
saygı yolunda mesafe alamamış kimselerin âlim olarak nitele-
nemeyecekleri belirtilmiştir.
29
5. Kur’an ve Tecrübî Birikime Dayalı İlim
Kur’an-ı Kerim’de ilim kavramı sadece Allah’ın ilmine veya
vahye delalet etmemekte, insanın kabiliyet ve çabasıyla elde et-
tiği tecrübî bilgiyi de ihtiva etmektedir. Nahl sûresinin 78. âye-
tinde şöyle buyrulur:
“Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir
şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar,
gözler ve kalpler verdi.” “Kalpler” diye tercüme edilen “ef’ide”
kelimesinin tekili olan
fuâd kaynaklarda genellikle “kalp” diye
açıklanmaktadır. Kalp kelimesi ise Türkçe’deki gönül mana-
sının yanında, özellikle eski kaynaklarda, bilgi olayıyla ilgili
28
Kur’an Yolu, IV, 415.
29 Mesela bk. Şevkânî,
Fethu’l-kadîr, Beyrut 1991, IV, 398.
CAMİ VE KİTAP.indd 90
29.09.2016 15:34:18
“OKU” EMRİ İLE BAŞLAYAN KUR’AN’IN İLME VERDİĞİ DEĞER
91
olduğu konumlarda “bilme ve kavrama gücü, akıl” anlamında
kullanılmaktadır. Nitekim Taberî, “
ef’ide” kelimesini akıllar ile
karşıladığı yorumunda bu âyeti şöyle açıklamıştır: “Hiçbir şeye
aklınız ermezken, hiçbir şey bilmezken Allah Teâlâ analarınızın
karnından dışarı çıkardıktan sonra size bilmediğinizi öğretti;
kendisiyle bilgi elde etmeniz, iyiyi kötüyü ayırabilmeniz için
size akıllar verdi... Allah size
fuâdlar, yani sayesinde eşyayı ta-
nıyıp zihninize yerleştirmeyi sağladığınız, düşüncenizi işletip
derin bilgilere ulaştığınız akıllar (kulûb) verdi.” Görüldüğü
gibi bu açıklamada fuâd, kalp ve akıl terimleri “bilgi melekesi”
manasında eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Aslında insanın,
doğuştan gelen başka eksikleri de bulunduğu halde, âyette
özellikle onun “hiçbir şey bilmez” oluşuna dikkat çekilmesi ve
Cenab-ı Hakk’ın insanlara “kulaklar, gözler, kalpler (akıllar)”
verdiğinin hatırlatılması, insanın en değerli özelliğinin bilgi ve
düşünme kapasitesi olduğuna ve nimete şükretmek gerektiğine
işaret etmesi bakımından anlamlıdır.
30
Tecrübî birikime dayalı olarak sahip olunan ilme işaret
eden bir diğer ayette ise insan yaşlılık dönemine ulaşınca bil-
diklerini bilmez duruma geldiği şu şekilde ifade edilir:
“Ki-
minizin erken yaşta canı alınır ve kiminiz de ömrünün en kötü
dönemine kadar yaşatılır ki; bilirken bir şey bilmez olur.”
31
Âyetteki
ifadelerden anlaşılacağı üzere ömrün en düşkün zamanına ka-
dar yaşayan bir kimse bilgi sahibi, güçlü, bilinçli ve olgun bir
duruma ulaştıktan sonra yeniden çocuklaşır. Hafızası, bilinci
ve bilgisi açısından çocuktan farksız hâle gelir. Bir çocuk gibi
küçük bir şeyden dolayı mutlu olur, ya da en basit bir sebepten
ağlayabilir. Hafıza bakımından da çocuklaşır. Aklında hiçbir
şeyi tutamaz. Çocuklar gibi olayları ve deneyimleri ayrı ayrı
ele alır, aralarında bir ilgi kuramaz. Duygu ve bilinç olarak
bir sonuca ulaşamaz. Çünkü daha sonucu getirmeden başını
unutur: “Ki bilirken bir şey bilmez olur.”
30
Kur’an Yolu, III, 374-375.
31 el-Hac, 22/5.
CAMİ VE KİTAP.indd 91
29.09.2016 15:34:18
CAMİ VE KİTAP
92
6. Erdemli Bilginlerin Özelliği: İlim - Davranış
Bütünlüğü
Sahip oldukları ilmi, davranışa dönüştüremeyenler bilgi ha-
mallığından kurtulamazlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim, bu konuda
İsrailoğullarına şu hatırlatmayı yapar:
“Tevrat’ın hükümleriyle
yükümlü tutulup da onun hükümlerini yaşamayanların durumu,
ciltlerle kitap taşıyan eşeğin hâline benzer. Allah’ın ayetlerini yalan-
layan bir toplumun durumu ne acıdır. Allah, zalim bir toplumu hak
yola ulaştırmaz.”
32
Sırtında ağır kitaplar taşıdığı halde onların
maddî ağırlığı altında ezilen fakat kendisiyle onların mesajları
arasında bir bağ kurma yeteneğine sahip olmayan merkep ben-
zetmesi somut düşünmeyi ve sonuçlar çıkarmayı kolaylaştıran
canlı bir örnektir. Bu ifade kuşkusuz sırf Tevrat’la yükümlü tu-
tulanlara değil benzer tutumu benimseyen bütün ilahî dinlerin
mensuplarına yöneltilmiş bir eleştiri ve uyarı niteliğindedir.
Bir başka âyette ise başkalarına iyiliği emrederken kendi-
lerini unutanların durumuna şu şekilde işaret edilmektedir:
“Kitabı okuduğunuz hâlde, insanlara iyiliği emreder de kendi nef-
sinizi unutur musunuz?”
33
Söz-davranış uyumu şeklinde özet-
lenebilecek evrensel ahlâk kurallarından birini ihlâl etmeleri
sebebiyle Yahudileri eleştiren bu âyet genel olarak İslam üm-
meti, özellikle Müslüman din önderleri ve bilginleri için de bir
uyarı anlamı taşımaktadır. Zira başkalarına iyiliği öğütleyenle-
rin kendi yaşayışlarında bunun aksine davranmaları Kur’an’ın
kesinlikle reddettiği bir tutumdur. Nitekim Saf sûresinde,
“Ey
iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylersiniz? Yapmayaca-
ğınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır!”
(61/2-3)
buyrulmaktadır.
İlim bizatihi bir değer olsa da birçok hadiste ilmin amel-
le bütünleşmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır.
34
İlim insanlığı
32 el-Cumu’a, 62/5.
33 el-Bakara, 2/44.
34 Mesela bk. İbn Mâce, “Mukaddime” 23; “Duâ”, 2, 3.
CAMİ VE KİTAP.indd 92
29.09.2016 15:34:18
Dostları ilə paylaş: |