Ediz Yayınevi ® Eserin Adı


§  Duyguların gücü birçok hal ve hareketlerde kendini



Yüklə 239,3 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/3
tarix27.12.2023
ölçüsü239,3 Kb.
#161906
1   2   3
jules-payot-rade-terbiyesi Mir.az


§ 
Duyguların gücü birçok hal ve hareketlerde kendini 
gösterir. Güçlü bir duygu görünüşte kendinden bağımsız 
duran bir psikolojik hali bile etkilemeyi başarabilir. Tüm 
algılar, idrakler (hatta basit ve temel olanlar bile) bazı işa­
retlerin yorumu ve tercümesi gibidir. Mesela portakalı gör­
mesem bile sadece bir portakal olduğuna birtakım işaretler 
sayesinde onun portakal olduğu çıkarımında bulunuyo­
rum. 
Bu algı yorumu gitgide alışkanlığa ve değişmesi zor 
otomatik bir hale dönüşüyor. Bu durumda duygular bilin­
cimizde gerçek görüntüyü kovar ve yerine hayali bir yorum 
getirir. Korkunun geceleri son derece doğal seslere bile saç­
ma sapan yorumlar getirdiğini; nefretin en aşikar durum­
larda bile bizi nasıl körleştirdiğini bilmiyor muyuz? Mesela 
annelerin çocuklarının güzelliğinden bahsederken taraflı 
bakış açıları ortada. Moliere, Misanthrope kitabında aşkın 
gözü kör etmesiyle alay eder; 
"soluk yüz, yasemin çiçeğinin 
beyazlığı gibi; korkutan karanlık, sevimli bir karartı gibi . . .

Fakat duygular sadece algıları bozmaz. Keskin, kuvvet­
li duygular zayıf olanları dinlemez, kovar. Örneğin bilahare 
inceleyeceğimiz kibir birçok insanda bulunan çok keskin 
bir duygudur. Ve gerçekte hissedilen duyguları zihinden 
kolayca kovabilir. Hissedilmesi uygun, nazik olan duygular 
ise haysiyetimiz tarafından bize önerilir. 
Yabancı duygular bilincimize yerleşir, gerçek duyguları 
saklar. Tıpkı bir duvarın önünde beliren bir hayaletin hayal 
gören kişiyi engellemesi gibi bu duygular gerçeği gizler. 
164 


İrade Terbiyesi 
Gençler de buna benzer bir içsel arzunun etkisiyle ve 
çevrenin de desteğiyle hakiki sevinçleri gençlik çağlarının 
sözde zevklerine feda eder. Yavan, verimsiz bir yaşantı için­
deki insanlar da içlerindeki gerçek duyguları aramazlar. 
Çevrelerinin kendilerine biçtiği çerçeveyle yetinir ve bunu 
alışkanlık haline getirirler. Bu da içlerindeki gizli, gerçek 
duyguların ölmesine kadar gider. 
Bu "bana ne derler" durumu sevimli, saygılı ama içi 
boş insanlar yaratır. İpleri başkalarının elinde olan kukla 
misali. En zor anlarda bile hissettikleri "makbul olan" ola­
caktır. 
Tabiacıyla sağlam ama hantal olan algılarımızı ve duy­
gularımızın doğallığını bozmayı başaran bu duygu halleri 
hatıralarımızı etkilemekte de zorlanmayacaktır. 
Bütün yargılarımız ve inançlarımız bilgi edinmeye ve 
edinilen bilgilerin ayrıncılı biçimde değerlendirilmesine 
dayandığından duyguların burada önemli etkileri olacağı 
açıktır. Hakikate duyduğumuz aşkla, yapacağımız ilk şey, 
sevdiğimiz şeyin doğru olduğuna kani olmaktır. Hepimiz 
tercihlerimizi birçok seçenek arasından yaptığımızı zanne­
deriz. Maalesef bu kararlar çoğunlukla içimizde alınmıştır 
ancak bizim tarafımızdan alınmış değildir. Yani bu bilinçli 
yapılan bir tercih değildir. İrademizin bu seçime bir katkısı 
olmamıştır. Baskın gelen eğilimlerimiz, bir bakıma zekanın 
karar vermesine rıza gösterirler. Zekanın kendini kraliçe 
gibi hissetmesine izin verirler fakat bu kraliçe gösteriş ya­
pan, nutuk çeken ama hiçbir yönetim görevi olmayan bir 
kraliçedir. 
165 


Jules Payot 
Duygusal ruh hallerinin şiddetli baskısına kolaylıkla 
boyun eğen zeka, irade karşısında çok fazla memnuniyet 
duymaz. İrademiz de zekamızdan emirler almayı ve yerine 
getirmeyi sevmez. Duygusal güç olarak ona daha çok tut­
kularla bezenmiş duygulu emirler gerekir. Bilim bize "iste­
me duygusu" sayesinde karar alamayacak vaziyette olan bir 
kimsenin, bir kaza esnasında ezilen bir kadına müdahalede 
bulunmak için arabadan ilk adayan kişi olabileceğini gös­
terdi. İşte size özel bir irade! 
Kalıcı bir iradenin oluşması için güçlü, devamlılık arz 
eden ve en azından düzenli olarak duygularla beslenmesi 
gerekir. Mili diyor ki; "Güçlü bir duygusallık, kendi nefsi­
ne karşı hakimiyet kurmanın hem aracı hem de koşuludur. 
Ancak bunun için duyguların doğru yönde eğitilmesi gere­
kir. Bu hazırlıklar tamamlanınca sadece lider olacak kahra­
manlar yetişmiş olmaz aynı zamanda kendine hakim olan 
"irade kahramanları" da yetişmiş olur. Tarih ve tecrübeler 
gösteriyor ki en tutkulu karakterler görev duygusunda en 
fazla sürekliliği ve ciddiyeti gösterenlerden çıkıyor." 
Kendimizi itinayla bir inceleyelim. Reflekslerimiz 
dışında tüm iradi arzularımızda önce bir heyecan dalgası 
yaşarız ve yapılacak işi duygusal olarak algıladığımızı gö­
rürüz. Zamanı gelir yapmanız gereken işin yarattığı baskı 
nedeniyle yatağınızdan çıkmak istemez ancak misafire ya­
takta yakalanma utancını yaşamamak için alelacele giyinir­
siniz. Utanma hissi giyinme işini yaptırır. Bazen de mese­
la adaletsizliğe karşı çıkma hissi bize pahalıya mal olacak, 
aleyhimize olan bir protesto yapmaya itebilir bizi. 
Zaten günümüzde çocuklara verdiğimiz pek de akılcı 
1 66 


İrade Terbiyesi 
olmayan eğitim gerçeğin muğlak bir algısı üzerine kuru­
ludur kısmen. Bütün bu kompozisyonlar, ödüller, cezalar 
sistemi, iradeyi sadece duyguların harekete geçirebileceğine 
dair muğlak bir kabul üzerine kuruludur. Böylece hassa­
siyeti düşük olarak yetişen çocuğun irade açısından eğiti­
mi de zordur. Hatta her açıdan da. İtiraf edelim ki çocuk 
eğitiminde en sıkıntılı husus hassasiyetten yoksun olan ço­
cukların doğru şekilde yetiştirilebilmesidir. Söylenenlerin 
hiçbiri anlam ifade etmez. Her şeyi dinler ama hiçbir şey 
hissetmez. Toplumları ve ortak isteklerini bireyin içinde 
olup bitenlerin bir yansıması olarak düşünürsek fikirlerin 
dünyayı ancak dolaylı olarak ve de duygulardan destek ala­
rak yönlendirdiğini görürüz. Michelet'nin dediği gibi; "Bir 
fikrin değeri ilk çıkış anında değil aşkın ısısıyla tomurcuk­
lanıp kalbin gücüyle çiçek açtığı zaman belli olur." Spencer, 
dünyayı duygular yönetir der haklı olarak. Stuart Mili ise 
bunun aksini iddia ederek dünyanın hareketini duygularla 
ya da tutkularla keşfetmedik der. Haksız da değildir ancak 
bu buluşu insan üzerinde pek de etkisi olmayacak bir du­
rumdan çıkarıp insanın faydasına yönlendirmeyi başarmış 
olması "güçlü duygulardan" kaynaklanır. 
Spinoza' nın da Pascal' ın da fikirleri ruhlarında fılizlen­
di. Özellikle Spinoza'nın ruhuna gezegenimizin evrendeki 
önemsizliği ve ardından hiç olduğumuz duygusu o denli 
işledi ki onun eserleriyle haşır neşir olan hiç kimse ilahi 
gücün o büyük huzurunu hissetmekten kendini alıkoya­
maz. Bu keşif sadece derin fılozoflarda pratik etkiler doğur­
du çünkü sadece onlarda duyguların tomurcuklanmasına 
sebebiyet verdi. 
Bir ulusun, politik bir grubun iradesi duygu durum-
167 


Jules Payot 
!arının (çıkar, ortak korkular, ortak istekler vs.) bir sonu­
cudur. Yani halkı yönlendirmek için salt fikirler yeterli de­
ğildir. 
Tam da bu hususta okurlarımızın dikkatini şu noktaya 
çekmekte fayda var. Tarihte düşüncenin davranış üzerin­
deki zayıflığı ile duyguların gücü konusunda birçok kanıt 
bulmaları mümkündür. Hepimizde vuku bulan vatan sev­
gisinde yer alan acı, keder, korku ve umudun payını göre­
bilecekler. 
Kitabımızın ilk bölümünde verdiğimiz örneklerin 
haricinde dindar geçinip bir tek ayini bile kaçırmak iste­
meyen dindar kadınların bazen nasıl bir kız arkadaşının 
şöhretine göz dikebileceğini; politikacıların insan severlik 
gösterisi yapıp, garibanların kaba saba evlerini ziyaret et­
mekten, genelde üstü başı kirli ve her zaman kaba olarak 
gördükleri yoksul insanlarla iletişim kurmaktan nasıl deh­
şetle kaçındıklarını görebiliriz. 
Kimi zaman adeta felç olmuş gibi şehvetin zihinde 
yarattığı karışıklığa tanık olur, bedenin bir noktasında bi­
riken bir salgının genelde kendi kendinin hakimi olabilen 
beyinde uyandırabileceği rezil fikirler karşısında da şaşırır­
lar. 
Qui 
amat non labora 
deyimi gibi seven için gerçekten 
de her şey daha kolay olur. Anaç duyguların nasıl onur, 
vatanseverlik duygularından daha güçlü olduğunu biliriz. 
Yavrusu yaşasın da kendi sefıl olsa bile yeter ki yavrusu 
yaşasın! Ancak aksi bir durumda da Cornelie'nin (Caius 
Gracchus adlı trajediden bahsediyor. - Ç.N.) hararetli va­
tanseverliğinin, nasıl en güçlü duygularının yerine ikincil 
1 68 


İrade Terbiyesi 
duyguların başarıyla konulabileceğini kanıtladığı görülür. 
Bizim için değerli olan bu örnek en sağlam içgüdüsel 
duyguların kökünden sökülebileceğini kanıtlar. Bu durum­
dan sonra ana hatlarıyla bahsetmiş olsak bile duygu du­
rumlarının irade üzerindeki etkisini hiç kimse yadsıyamaz. 
il 
Eğer fıtratımızın duygusal tarafı psikolojimiz üzerin­
de her zaman üstün ve baskın olursa zekamızın onun üze­
rindeki gücü zayıflar, etkisiz kalır. Bu etkisizlik duygula­
rın yapısından kaynaklanır. Bilahare dış dünyayla bağımız 
kaslarımız tarafından sağlanır. Kas yoksa dış dünyayla bağ 
da yok. Hangi yolla olursa olsun dışarıdan gelen tüm uya­
rıcılar doğal olarak bir kas tepkisiyle cevaplanır. Dışarıdan 
gelen uyarıcılar çok farklı olabilir; daha sonra kas kendine 
göre düzenleme getirir. Kasların verdiği tepkiler de değişik­
lik arz edebilir. Bunun için güç gerekir. İnsan doğası son 
derece muhteşemdir; bir uyarıcı, duyu organımıza ulaşın­
ca, anında kalp daha hızlı atmaya başlar, soluğumuz hızla­
nır, sindirim organları kırbaçlanmış gibi olur. Bu fizyolo­
jik durum anlık olarak tepki verir. Heyecanın büyüklüğü 
duygunun büyüklüğüyle orantılıdır. Duygu yoksa heyecan 
da yoktur. Otomatik olan bu duygu irademizin müdaha­
lesinden kaçar. Bu durum kendimize hakimiyet açısından 
bizim için ne acıdır. 
Kalp atışımızı ne durdurabilir ne de yavaşlatabiliriz. 
Bir korku anında bağırsaklarımızın neredeyse felce uğra­
masına engel olamayız. Mesela şehvet anında cinsel sıvıla­
rın oluşmasına engel olamazsınız. Kendine hakim olanların 
ne denli az olduğu, özgürlüğün ise ancak az sayıda insanın 
169 


Jules Payot 
ulaşmaya cesaret edebildiği sebatkar çabanın bir ödülü ol­
duğu fikrini bizden daha iyi bilen olamaz. 
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor; insanlar, belirlenim 
(determinizm) yasasının ve kendilerini alıkoyamadıkları 
arzularının kölesidir. Ayrıca Nicole'ün dediği gibi onlar 
acımamız gereken "kuklalardır". Onlardan hangi hayasızlık 
gelirse gelsin, fı.Iozofcan beklenen davranış yüksek sükunet 
ve huzurdur. Hür iradecilerden olan Alceste ne kadar sinir­
lenirse sinirlensin sonuç budur. Philince'in37 sevimli sakin­
liğine bir bakalım: 
. . . her adımda gördüğüm gibi, 
gazap verir sizin gibi, 
sahtekar, haksız, çıkarcı gördüğümde, 
etrafta dolanan aç akbabaları, 
kötü maymunları, kudurmuş kurtları görmekten . . .
İşte akıllı insanın edinmesi gereken tavır budur. Öcü-
nü alırken bile sükunetle yapmalı. Daha doğrusu akıllı in­
san öç almaz zaten. Kimsenin onun rahatını bozmaması 
gerektiğini bildiği için sadece huzuruna kastedecekleri an­
layacakları şekilde düzelterek önlem alır. 
Bu küçümseyici sükunet yerine ne yapıyoruz? Bize 
yapılan bir kabalık hemen bizde istem dışı fizyolojik he­
yecanlar yaratır. Kalp düzensizce pırpır acar; paniklemiş 
gibidir. Bu kasılmaların birçoğu spazm şeklinde düzensiz 
ve acı vericidir. Kan beyne sıçrar, hassas olan bu organa 
kanın hücum etmesi öç alma gibi saçma sapan, abartılı, 
olmayacak fikirlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Ha­
yat görüşümüz bile reddettiği ve kınadığı bu hayvani ku-
37 
Moliere'in Misanthrope eserinde bir karakter, insanları olduğu 
gibi kabul eden bir kişilik. 
170 


İrade Terbiyesi 
durmuşluğa çaresizce eşlik eder. Peki bu çaresizlik neden 
kaynaklanır? Şöyle ki, duyguların iç organlarımız üzerinde 
iradenin bile hiçbir müdahalesinin olamayacağı bir harap 
edici etkisi vardır. Bu organik rahatsızlığı hafifletemediği­
miz için tepkimizin bilincimizi işgal etmesini ve psikolo­
jik olarak varlığını engelleyemeyiz. Örnekleri çoğaltmaya 
gerek var mı? Psikolojik temelli görünen cinsel sorunların 
bile aslında organik sebepleri olduğunu bilmiyor muyuz? 
Hislerin esas kaynağı fizyolojik mahiyette olduğun­
dan onlara karşı koyabileceğimiz bir güç elimizde bulun­
mamakta. Duygularımıza karşı savunmasızız çünkü onları 
ortaya çıkaran fizyolojik sebepler kontrolümüz dışında. 
Kişisel bir analiz yapacak olursam, düşünceler ile iç organ­
larımız arasındaki bu adil olmayan çatışmaya nihai örneği 
vermiş olurum. Kısa zaman önce, çocuğumun sabah git­
mesi gerektiği komşumuzun evinde olmadığı haberi geldi. 
İstem dışı, kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Hemen ken­
dimce orada olmayışının sebeplerini düşünmeye başladım 
ve yokluğunun makul bir açıklamasını buldum. Yine de 
etraftakilerin yarattığı aşırı sıkıntı sebebiyle ve kimin ta­
rafından verildiğini bilmediğim, evimizin yanından geçen 
nehrin kenarında oynayabileceği fikri içime kurt gibi dü­
şüvermişti. Sonra bu düşüncenin saçma olduğuna kendimi 
ikna etmeye çalışıyordum ama yukarıda sözünü ettiğimiz 
fizyolojik heyecanım daha da artıyordu. Kalbim yerinden 
çıkacak gibi oluyor, saçlarımın dibinden itibaren diken di­
ken oluyordu. Ellerim titremeye başlamıştı. Her şeye rağ­
men aklımdan binbir türlü ihtimal geçiyor, kötü düşün­
celerden kendimi alamıyordum. Yarım saat sonra çocuk 
bulunduğunda kalbimin şiddetli atışı devam ediyordu. İşin 
garibi, onaylamadığım bu durum, nihayet dindiğinde dahi 
1 7 1


Jules Payot 
sanki yine de kullanılmak istiyordu; öfke ve yoğun endi­
şenin malzemesi birbirine benzediğinden bu heyecan beni 
bakıcıya kızmaya itiyordu. Ama kızcağızın acılı durumu 
karşısında kendimi frenleyip, zamanın geçmesine, olayın 
yatışmasına karar verdim. Bu da biraz zaman aldı elbet­
te. Herkes kendi hayatında benzer gözlemlerde bulunabi­
lir. Duygularımıza doğrudan hakim olamayacağımıza dair 
üzücü sonuca kolayca varabiliriz. 
III 
Görüldüğü üzere sanki nefse hakim olmak görünürde 
mümkün değil. O halde kitabın başlığı aldatıcı. Aslında 
nefse hakimiyet bir tuzaktır. Zira bir taraftan sadece dü­
şüncelerime hükmedebiliyorum. Determinizmin akıllıca 
kullanılması beni özgürleştiriyor. Çünkü fikirlerin birbiri­
ni çağrıştırması yasasını kullanmama imkan veriyor. Ancak 
sadece kendimi kandırıyorum çünkü düşünce tek başına 
yetersiz. Savaşmamız gereken haşin güçlerin karşısında fi­
kirlerin birbirini çağrıştırması yasası sahte bir güç olarak 
kalıyor. 
Diğer yandan eğer içimizdeki duygular her şeyin ha­
kimiyse; eğer kendilerince algıları, hatıraları, yargıları, akıl 
yürütmeleri yönetiyorsa ve hatta güçlü duygular zayıf olan­
ları yok edip kovuyorsa; eğer tek kelimeyle neredeyse sınır­
sız bir despotluk uyguluyorsa demek ki o kadar otoriterdir 
ki ne mantığın emirlerine uyar ne de irademizin kontrolü­
nü kabul eder. 
Zapt ve idaresi zor olan bir sürü basit ve bayağı duy­
guya karşı ruhumuzda ancak bir kuvvet mevcuttur. O da 
"mantık" kuvvetidir. Fakat bu da oldukça güçsüzdür. Ko-
1 72 


İrade Terbiyesi 
ruyucu kollayıcı olmaktan ziyade sadece istişari rolü vardır. 
Bu durumda kılıç kalkanı bir kenara bırakıp umutsuz 
bir şekilde savaş alanından kaçmak, kaybettiğimizi kabul­
lenip, korkakça kaderimize boyun eğip, tembelliğe sığınıp 
en azından orada teselli bulmamız lazım. 
Allahtan durum bu kadar da vahim değil. Buraya ka­
dar bahsetmediğimiz ve burada hakkını teslim edeceğimiz 
bir faktör var. Zekanın bugün muktedir olamadığı şeyleri 
yapma imkanını "zaman" ona sağlayacaktır. Anında alama­
dığımız bir sonucu, bir stratejiyle dolaylı olarak ileride te­
lafi etmemiz mümkün olacaktır. 
iV 
Nefsimizi kontrol etmek için kullanacağımız metoda 
geçmeden önce, duygusal hallerimizin esasına ilişkin, hiç­
bir şey ya da pek bir şey yapamıyorsak, gözden kaçırmadı­
ğımızdan emin olmak için tüm kaynaklarımızı, duyguları­
mızın tali derecedeki malzemesini etkileyecek güçlerimizi 
de (en azından temel olanları) gözden geçirmekte fayda var. 
Fizyolojik açıdan irademizi dikkate almayan organları­
mızdan kalp başta olmak üzere, hiçbirine doğrudan psiko­
lojik yollarla etki edemeyiz. Tek müdahale imkanımız dı­
şarıdan gelebilir ve bu tedaviyle ilgilidir. Aşırı öfke anında 
içeceğimiz yüksük otunun kalbin ritmine faydası olabilir. 
Bazı ilaçlar sayesinde en şiddetli dürtülerimizi bastırmak 
mümkündür. Fiziksel ve zihinsel hamallığımızı, tembelli­
ğimizi kahve içerek engelleyebiliriz. Ancak bu kalbin hare­
ketini hızlandırır, bir tür spazm yaratır. Üstelik birçok kişi 
için sinire sebebiyet verebilir. Sinirli birçok insanda solu-
173 


fules Payot 
num bozukluğuna, nefes darlığına ve el kolun titremesine 
neden olabilir. Böylelikle onları kaygıya, sebepsiz endişeye 
harca akıl dışı korkuya sevk edebilir. 
Özede duygularımız üzerindeki doğrudan doğruya er­
kimiz hakkında da düşünmek icap eder. 
Duygu ile duygunun dışa yansıması olan kas hareket­
leri genelde herkeste aynıdır. Ve bunların dışa vurumu is­
teğimize bağlıdır. O hilde mademki bir hareketi yapmak 
veya yapmamak hususunda hakimiyetimiz vardır o halde 
bir duygunun dışa yansımasını durdurmak çoğu zaman 
mümkündür. 
Duygu ile duygunun dışa yansıması olan kas hareket­
leri arasında devamlı bir çağrışım ve destek vardır. Zaten 
herhangi iki unsur sık sık ilişkili olursa birbirlerini tetik­
leyecekleri genel bir psikoloji yasasıdır. Bu kurama bağlı 
olarak, insan doğasıyla ilgilenen psikologlar harta Pascal ve 
Ignace de Loyola gibi düşünürler, ruhumuzu aynı duygu 
durumuna getirmek için duygu hali yerine ona tekabül 
eden kas hareketini yapmayı tavsiye ederler. 
Bilindiği üzere hipnoz esnasında duyguyu dışa vur­
mak için o duyguya denk gelen davranıştan faydalanılır. 
Bir kişide arcaya çıkarmak istediğimiz duygularına ilişkin 
kasları harekete geçirmemiz o duyguların arcaya çıkması 
için yeterlidir ve açığa çıkan duygulara rüm çevre de destek 
sağlar. Dugald-Scewarc, sinirlenmesi için Burke' nin sinir­
liyken yaprığı harekerleri tekrar ermesinin yeterli olduğun­
dan bahseder. 
Köpeklerin, çocukların ve harca yetişkinlerin şakasına 
174 


lrade Terbiyesi 
boğuşmaları gerçek sinirlenmelerle bitmez mi? Gülmeler, 
ağlamalar bulaşıcı değil mi? Toplumda "nerede deli orada 
eğlence" diye düşünülmez mi? Ailede, mutsuz, karamsar 
birinin varlığı tüm ailenin huzursuzluğuna sebebiyet ver­
mez mi? Loyola' nın da savunduğu üzere Konfüçyüs, Çin'de 
kendilerine özgü bazı hareketler yüksek otoritenin simgesi 
olduğu için, insanların davranışları üzerinde de önemli ve 
etkili olduğunu söyler. Katolik cenaze törenleri psikolo­
jik olarak en inançsızları bile etkilemeye yönelik değil mi? 
İnançlı biri de duygusal anlamda ruhuna hükmedip tören­
den etkilenmemeyi denesin bakalım mümkün olmayacağı­
na iddiaya girerim. Aynı şekilde neşeli bir arkadaşın endişe 
ve kaygılı anımızda yanımızda olması bizi nasıl rahatlata­
caktır değil mi? Örnekleri arttırmak mümkün. 
Maalesef, açığa çıkan duygular zaten halihazırda var 
olanlardır. Onları yaratmıyoruz, sadece onları ortaya çıka­
rıyor, canlandırıyoruz. Tekrarlanan duygular ise doğal ola­
rak zayıflar. İç dünyamıza destek veren harici güçler ancak 
değerli bir katkı olarak kabul edilebilir. Bunlar daha ziyade 
duyguların bilinçte canlı kalmasını sağlayarak katkı sunar. 
Hareketlerimiz veya yazı düşünce için neyse dış destek de 
duygular için aynıdır. Dikkatin savrulmasına, dağılması­
na engel olur, kopmaya hazır zincirler gibi olan irademizi 
bilincimizde ön planda tutarak ve yeni mantıksal fikirler 
geliştirerek yardımcı olur. 
Aynı şekilde içimizde fokurdayan bir heyecan oldu­
ğunda dışa yansıtmayı tercih etmeyebiliriz. Sinir hissi; 
yumrukların sıkılması, yanak kaslarının gerilmesi, vücut 
kaslarının kasılması, nefes alışlarımızın hızlanması şeklin­
de kendini gösterir. Quos ego! deriz. Kaslarıma gevşeme-
1 75 


Jules Payot 
si için, yüz kaslarıma gülümsemesi için emir verebilirim, 
nefesimin düzelmesini sağlayabilirim. Ancak daha henüz 
zayıf iken, filizlenme aşamasindayken duygularımı kontrol 
etmezsem, ilk müdahalemi zamanında yapmazsam, büyü­
meye bırakırsam, üstelik içimizdeki irade, kişiliğimiz, rezil 
olma korkusu gibi duygulara yardım göndermezse çabala­
rımın boşa gitme ihtimali yüksek olur. Aynı şey cinsel dür­
tüler için de geçerli. Eğer düşünceler cinsel isteğe dayanak 
oluşturursa, iç direniş zayıf ise isteğin failleri olan kasların 
direnişi kısa sürer. Genel olarak düşmana karşı somut du­
varlar yükselterek bir abluka oluşturmak hiçbir işe yara­
maz. Hele ki kuşatma birlikleri, komutanın moral olarak 
gücünü yitirdiğini hissederlerse, işlenmeye hazır hale ge­
lirler. Kasların duyguya karşı koymasına tüm iç savunma 
mekanizmalarının eşlik etmesi şarttır. İşin gerçeği dışarıdan 
içeriye müdahale çok da mümkün değil. Bizim direkt ola­
rak ruhumuz üzerinde duyguyu açığa çıkarmada, harekete 
geçirmede ve de yok etmede yapacağımız etki zayıf kalır. 
Bu dış yardımların bize sağladığı ancak bir katkıdır. Son 
derece değerli bir katkı ancak içimizde güçlenmeye başla­
mış bir davranışa eklenti olur sadece. 

Şayet sadece günü gününe, anlık yaşasaydık, geleceği 
düşünme mecburiyetimiz olmasaydı bu durumda mücade­
le etmeye de lüzum olmazdı. Bu takdirde içimizdeki dü­
şünceler ile tutkularımız ve duygularımız arasındaki savaşa 
şahit olurduk. Savaş ilginç olurdu ancak akıl olaylara baka 
kalır, erkenden umudunu yitirirdi. Yarışlarda iddiaya giril­
diği gibi savaşın kazananı kim olacak bahsine girebilirdi. 
Bu bahis oyununda akıl sadece bir tür yenilmezlik unvanı 
1 76 


İrade Terbiyesi 
elde edebilirdi. Zaten birçok insanda bundan farklı bir rolü 
yoktur çünkü neredeyse herkes öngörülere aldanır gider. 
Başımıza gelenler ise nefsin isteklerinden başka bir şey 
değildir. Arzular gerçekleştikçe gerçekleşiyor, biz de ken­
dimizi özgür zannediyoruz. Akıl, güçsüzlüğünden utanmış 
olarak, kendini kral zannederek oyalanmayı sever. İşin ger­
çeği, arzularımız, aklı hiçe sayarak dilediğini yapar. Meteo­
roloğun sadece atmosferin yoğunluk derecesi bilgisine göre 
yağmurun yağacağını bilmesi ancak yağmuru yağdırmaya 
gücü olmaması gibi aklın da bu mücadelenin sonucuna 
pek tesiri yoktur. 
Fakat özgürlüklerini elde etmek için hiçbir çaba harca­
mamış olanların duymayı hak ettiği bir kural yok. Çünkü 
insanlar sadece "sahip oldukları" bir kuralın gücünden is­
tifade edebilirler. 
Şu anda sahip olamadığımız bir irade hakimiyeti kabi­
liyetini "zaman" bize elde etme imkanı sunar. Yani zaman 
en büyük kurtarıcımızdır. Aynı zamanda aklımızın tutku­
ların ve hayvani hislerin boyunduruğundan kurtulmasını 
sağlar. Çünkü duygu durumları adeta vahşi ve kör güçler 
gibidir. 
Akıl, kurnaz davranarak ve zamanla ittifak kurarak, 
yani taktiksel bir oyunla, sabırla, sakin a.ma kararlı bir şe­
kilde, yavaş yavaş mutlaka iradenin iktidarını ele geçirebi­
lir. Şimdi de gelin, zamanın etkisiyle gerçekleşen bu özgür­
leşmenin doğasını ve etkilerini inceleyelim. 
177 


Üçüncü Bölüm 
Akim 
Gücü 

Kendini keşfetme ve iradeyi terbiye etme yolundaki 
önemli hususların başında davranışlarla düşünceler ara­
sındaki bağın kuvvetli alışkanlıklar haline getirilmesi gelir. 
Düşünce aklımızda ortaya çıktığı anda fiilin de aynen bir 
refleks gibi kesin ve güçlü biçimde düşünceye eşlik etmesi 
şeklindeki bir bağdan bahsediyoruz. Oysa acı gerçek şudur 
ki neredeyse otomatik olan bu eylemleri ancak duygu or­
taya çıkarabilir. 
Mesela içimizde çalışma isteği belirdiğinde şayet ha­
rekete geçmek sıcağı sıcağına yapılırsa eylemle fikir arasın­
daki bağ sağlamlaşır. İkisi arasındaki rabıtanın sıkı olması 
için duygu durumlarının sıcaklığıyla işlenmesi şarttır. Böy­
lelikle düşünce ve hareket arasında muhteşem bir uyum 
sağlanmış olur. 
Eğitimin görevi çocuklarda güçlü duyguları kullana­
rak düşünme alışkanlığı edinmelerini sağlamaktan, yani 
çocuğun kafasında fikirlerle fikirler, fikirlerle duygular ara­
sında ve nihayetinde fikirlerle eylemler arasında bağ ku­
rabilmesini ve harekete geçmesini temin etmekten başka 
ne olabilir? Çocuk bunu oluştururken öncelikle korkuyla, 
kendine olan saygıyla, anne babaya şirin görünmek kaygı­
sıyla davranışlarını yavaş yavaş düzeltmeye, gürültü yapma 
178 


lrade Terbiyesi 
eğilimini bastırmaya, hareketlerini kontrol etmeye başlar. 
Üstüne başına dikkat etmeye ve çalışmaya başlar. Diğer 
bir deyişle amaç güçlü doğal duyguları zekice kullanarak, 
içgüdüsel davranışlarla bunun doğal sonuçları arasındaki 
bağı koparmak ve birbiriyle daha öncesinde ilişkisi olma­
yan kimi fikirler ile eylemler arasında güçlü bir bağ oluş­
turmaktır. 
Dini duygular, derin inanç ortamlarında ve de dö­
nemlerinde muazzam bir gücün ortaya çıkmasına neden 
olur. Sebebi de zaten güçlü olan ve tutarlı bir şekilde bir 
araya getirilmiş olan temel duygulardan faydalanılmasıdır. 
Toplumsal baskı korkusu, dini temsil eden otoriteye karşı 
saygı, eğitim yıllarının birikmiş alışkanlıkları, günah işleme 
korkusu, sürekli, her yerde bizi gören, duyan hatta düşün­
celerimizi bilen Tanrı düşüncesi, ondan beklenen umutlar, 
bütün bunlar bilincimizde basit gibi görünen ama aslında 
karmaşık ve mühim bir yer edinir. İçimizi yakıp kavuran 
bu duygunun ateşi düşüncelerimizle eylemlerimiz arasın­
daki bağı lehimler. İşte bu nedenle üstün dini duygulara sa­
hip kişiler küfre karşı fazla eğilim göstermezler çünkü çok 
çabuk boyun eğerler ve bunda samimidirler. Ahlaki açıdan 
zayıf olanların zihnini yakıp kavuran cinsel istek onlarda 
öylesine mat edilmiş, yok edilmiş, arındırılmıştır ki onlar 
için iffeti korumak bir sorun olmaktan uzaktır. Bunun sa­
dece üstün duyguların karşı koymasıyla, çok güçlü eğilim­
ler karşısında kazanılmış büyük bir zafer örneği olduğunu 
düşünüyorum. 
Ernest Renan'ın dediği gibi; "artık sahip olmadığım 
bir inancın hala beni yönettiğini hissediyorum. İnancın 
özelliği, kaybolmasına rağmen hala etkili olmasıdır." Bu 
1 79 


Jules Payot 
durum sadece inanca ilişkin bir özellik değil. Eylemleri 
uzun süre kimi fikirlere bağlayan her samimi duygu za­
manla yok olabilir. Duyguların kolaylıkla kurduğu benzer 
bağları, düşüncelerimiz de duygu durumlarımızla iş birliği 
sağladığı takdirde aynı şekilde kurabilir. 
Fazlasıyla örneği var; lisede ve aileden aldığımız eği­
timde hocalarımız, öğretmenlerimiz gördüğümüz gibi, 
bize istedikleri bağı kurdurabilirler. Aynı şekilde din de bu 
bağı kurabilir. Ancak kendi kendimize yaptığımız kendi­
mizi tanıma eğitimimiz için durum farklıdır. İş çok daha 
karmaşıktır. Psikolojik yapımızı, doğamızı derinlemesi­
ne tanımamızı gerektirir. Genel itibariyle öğretmen veya 
ebeveyn denetimindeyken gençlerden çok net belirlenmiş 
şekilde düzenli ders çalışmaları istenirken, liseden mezun 
olduktan sonra korumasız, gözetimsiz kalırlar. Kendilerini 
şehrin karmaşasına kapılmış ve özellikle de vazifesiz bulur­
lar. Çünkü sınavlara hazırlanmak, günü gününe ajandasını 
takip etmekle aynı şey değildir. Artık ceza yok. (Ne kadar 
uzakta! Ne kadar etkisiz!) Yıl sonunda gelecek başarısızlık 
korkusu da yok. 
Hatta pek çalışkan olmadıkları halde okula kabul edi­
len öğrencilerin çok sayıda olması bile tüm ciddi kaygıları 
ortadan kaldırıyor. Bu nedenle de hep son ay çalışmaya ko­
yulurlar! 
Bu olumsuz ortamda öğrenciye destek olacak, var olan 
duygularından destek almasını sağlayacak ve aklın/fikrin 
hakimiyetini sağlayacak ortamı kurmak gerek. Hiçbir kay­
nağı atlamadan, hangi düşünceyle hangi davranışın ilişki-
1 80 


İrade Terbiyesi 
lendirileceğini inceleyip tam bir taktik oyunu oynamamız 
gerekiyor. 
II 
Düşüncelerle -nefsi kontrol etme yolunda- faydalı 
olan duygusal güçler arasındaki bağı inceleceğiz. Akıl ile 
duygular arasındaki bağı araştıran, sayısı maalesef çok az 
olan fılozoflar, iki durumu birbirinden ayırmaya gayret et­
mişler. 
Zihinle öğrenilen asıl bilgi ve ezber bilgi. Aslında bu 
ayrım temel bir gerçeği ortaya koymanın yanlış bir yolu­
dur. Tüm bilgiler zihinseldir. Ancak bilgiye bir heyecan 
eşlik etmesi durumunda ikisi arasında bir etkileşim ve 
birleşim olur. Duygunun daha hacimli ve de daha etkili 
olması nedeniyle bilincin önüne geçer, bağlantılı düşünce­
leri kenara iter. Yukarıda belirttiğimiz örneklerde isteksiz 
düşüncelerin aniden şiddetli duygular uyandırabildiklerini 
gördük. Ancak yanında duygusal bağın hatırası olmaksızın 
düşüncenin şuurda yer tutması mümkün değildir. 
İşte bu yüzden bir bayırdan kaydığım düşüncesi ya­
şadığım bir olaydan dolayı başımın dönmesi için yeterli 
oluyor. Daha önce hiç alakası olmayan bir fikir ile duygu 
durumu arasında nasıl bağ kurulup otomatik hale dönüş­
tüğünün kendimden somut bir örneğini verdim. Bu bağla­
rı yapay olarak tutturmak mümkün mü? Cevabımız hayır 
olsaydı irade terbiyemiz biterdi. Ama az önce eğitimin bu 
ihtimal üzerine kurulu olduğunu gördük. Öyleyse anne ba­
balar ve öğretmenler irade terbiyesi için her ne yaptılarsa 
özgür biri de bunu kendi başına gerçekleştirebilir mi? Eğer 
cevap olumsuzsa insanın kişisel eğitimini gerçekleştirmesi 
1 8 1


Jules Payot 
mümkün olmazdı. 
Düşüncelerimizle duygularımızı ilişkilendirmek şüp­
hesiz ki zordur. Üstelik, zaman alabilir ve ciddiyet gerektire­
bilir. Zamanla mümkün olacağı konusu da bizce hepsinden 
daha kesindir. Zira bu çaba bizim kendimizi kurtarmamız 
için şarttır. Bunu kabul etmek ise özgür olduğumuz anla­
mına gelir. Bu olumlu ifadeyi kullanmada tereddüt etme­
yelim. Evet özgürüz. Her birimiz eğer istersek zor bir görev 
fikrini kolay kılmak için ona duygu ekleyebiliriz. Duygular 
diyoruz çünkü genellikle zihinle çalışanlarda ihtiyaç duyu­
lan çağrışımlar birçok duygu durumuyla sağlanır. Üstelik 
yukarıda bahsettiğim kendi örneğimdeki gibi sadece tek bir 
tecrübenin sonucu değildir. Tıpkı bir ressam gibi, üst üste 
kalem darbeleriyle, ilk tecrübeden itibaren eskizdeki her 
çizgi gibi alışkanlık yasası da bilincimize işler. Enerjimizi 
topladığımız anlarda keskin çizgiler resmi netleştirir daha 
sonra sabırla rötuşlar gelir peşinden. 
Zihnimizde işleyişin yavaş olması tercih edilir çünkü 
aklın yalnız başına çalışması insanın doğasına aykırıdır. Bu 
anlarda insanın üzerine çöken yorgunluk ve özellikle bir 
düşüncenin üzerinde konsantre olmak için verdiği savaş 
o kadar zordur ki insanı hareketsiz ve tembel kılan zararlı 
güçlere karşı iradenin mücadelesini destekleyecek bütün 
duygusal güçleri tutarlı ve sağlam bir bağ şeklinde topla­
mak hiç de gereksiz değildir. 
Kalben kendimizi verdiğimiz ve uzun soluklu bir ça­
bayla bu kitabı oluşturmayı sağlayan gücü destekleyen et­
kenleri incelediğimizde aynı hedefe yönelen güçlerin birlik­
teliğini görürüz. Öncelikle böylesi bir üst düzey çalışmanın 
182 


İrade Terbiyesi 
bize verdiği enerji duygusu kendini gösterir; düşünerek 
keşfetmenin, bir şeyleri başarmış olmanın verdiği mutlu­
luk, yüksek amaca yoğunlaşmanın verdiği his, faydalı bir 
iş yapmanın verdiği ciddiyet ve kendini iyi hissetme duy­
gusu. Bu güçlü gerekçelere bizi hiçbir beklentisi olmadan 
sempatiyle takip edenleri ve az da olsa kıskançlık besleyerek 
bize değer verildiği fikrini de ekleyelim. Gittikçe genişleyen 
entelektüel ufkumuzu bir düşünün. Buna bir de kişisel öz 
saygının, ihtirasın verdiği tatmini ekleyelim. Bizim için de­
ğerli olan kişilerin mutlu olmasının verdiği haz da var. 
Ayrıca insan sevgisi, bilimlerin bilimi olan kendini yö­
netme sanatını kimsenin öğretmediği başıboş gezen onca 
gence yardımcı olma hissi de daha üstün gerekçeler olur. 
Bencillik ve fedakarlık hisleri bize bugün ve gelecek­
te yardıma çağırabileceğimiz zengin bir eğilim, heyecan 
ve tutku hazinesi tedarik eder. 

hazine ki şimdiye kadar 
bize soğuk, can sıkıcı görünen bir hedefi, canlı ve çekici 
bir gayeye, cazip bir sona dönüştürmemize yardımcı olur. 
İçimizdeki kıpır kıpır, sımsıcak heyecanı bu hedefe, amaca 
yansıtırız. Tıpkı sevgilisini arzularıyla, rüyalarıyla süsleyen 
bir aşık gibi. Ama arada bir fark var. Gencin sevgilisine kar­
şı beslediği hayaller naif bir gerekçeye dayanırken, bizde 
iradeye, karara dayalıdır ve ancak zamanla kendiliğinden 
olacak ve üslup kazanacaktır. 
Cimri bir insan hayatını, sağlığını, isteklerini ve hatta 
dürüstlüğünü paraya değişebiliyor da biz neden mutluluğu 
getirecek çalışmaya her günümüzden biraz ayırmayalım? 
Tüccar her sabah saat beşte kalkıp gece saat dokuzlara ka­
dar müşterileriyle ilgilenip bir gün köyde bahçeli bir evde 
183 


Jules Payot 
sakin bir hayat kurma umuduyla yaşarken bizim gençler 
de gelecekte entelektüel bir hayatın nimetlerine kavuşmak 
için bugün çalışma masalarında dirsek çürütmek zorunda­
dır! 
Bir iş çok zor ve nahoş olsa bile eğer içinizden gelerek 
yapılırsa emin olabiliriz ki fikirlerin çağrışım yasası gere­
ği alışkanlıklar çabanın verdiği acıyı dindirecek ve kısa bir 
süre içinde keyif almaya başlayacağız. 
İşin doğrusu başlangıçta bize çekici gelmeyen bir işi, 
çağrışım yoluyla çekici kılma gücümüz çok ötelere uzanır. 
Öncelikle irademize faydalı olacak hislerimizi zenginleşti­
rebiliriz. Böylece onları istediğimiz gibi değiştirebileceğiz. 
Mesela zamanın elimizden kaydığı düşünüldüğünde hay­
rete düşüren bu algılanması zor koşuşturmacanın, bu insan 
hayatını ve bedenini kemiren telaşlı saniyelerin akışı, bu 
hayatın kısalığı duygusu da bize bütün bayağı eğlenceleri 
küçümsemeyi öğreterek yardıma gelemez mi? 
Aslında bilincimizde hiç olmayan duyguları ne yarata­
bilir ne de ortaya çıkarabiliriz. Ama temel olan duyguların 
da insan bilincinde yer almadığını söyleyemeyiz. Üstelik 
bildiğimiz başka bir şey; en karmaşık ve en yüksek duygu­
ların birçok temel duygunun bir araya gelmesiyle oluştu­
ğudur. 
Diğer yandan da zihnin ciddi ve uzun bir dikkat sa­
yesinde bilince sağladığı destek bilincin en canlı halinin 
ortaya çıkmasına, daha sonra da ilişkili olan ruh halleri­
nin doğmasına ve beyinde fikirlerin toplandığı bir kont­
rol merkezinin gelişmesine sebep olur. Yani biz bir bakıma 
cılız, utangaç, şimdiye değin gün yüzü görmemiş, cesaret 
1 84 


İrade Terbiyesi 
bulamamış, kendini ifade edememiş, gündüz parıldadığı 
belli olmayan yıldızlar misali zayıf duygu durumlarımızı 
cesaretlendirebileceğimizi, destekleyebileceğimizi, güçlen­
direbileceğimizi düşünüyoruz. Kısacası sahip olduğumuz 
"dikkat sarf etme kabiliyeti" sahip olmadığımız bir yaratıcı 
güç görevi görebilir. 
Ayrıca yazılan romanların başarısı ve okuyan herke­
sin beğenmesi nasıl açıklanabilir? Her biri günlük hayatta 
içimizde olup da kendini ifade fırsatı bulamayan sıradan 
duygulara hitap ettiği için olmalı. Büyük ustaların kitapla­
rını halkın büyük bir kesimi takip edebiliyorsa toplumun 
çoğunluğunda uyandırılmayı bekleyen duygularının oldu­
ğu anlamına gelmiyor mu? Öyleyse yazarların içimizdeki 
duyguları açığa çıkarmada yaptığı şeyi, kendi dikkatimizin 
ve hayal gücümüzün hakimi olan bizlerin yapamaması tu­
haf olur. Şüphesiz yapabiliriz. İstediğim zaman kendi içim­
de yapay fırtınalar, sakinlikler, heyecanlar, istediğim amaca 
ulaşmada istediğim duyguları oluşturabilirim. 
Yeni bilimsel buluşların tümüyle yeni duygular yarat­
tığını görürüz. Kartezyen felsefenin mekanik görünüşün­
den daha soğuk ne olabilir? Fakat Spinoza' nın ateşli ruhuna 
düşen bu soyut teori onda o ana kadar dağınık duran fikir­
leri yeni bir sistem halinde düzenleyip, bizim hiçliğimizle 
ilgili sahip olduğu o çok güçlü duygu etrafında toplayarak 
gördüğümüz en duygu dolu ve muhteşem metafizik ro­
manlarından birinin ortaya çıkmasını sağlamadı mı? 
Peki insandaki hümanist duyguların doğuştan olduğu­
nu söyleyebilir miyiz? Bu duygu insan bilincinin bir ürünü, 
benzersiz bir gücün sentezi değil midir? John Stuart Mili 
185 


fules Payot 
"İnsanoğlu inancını, düşünce, his ve hareketlerini bir tür 
önseziyle renklendirerek hayatı yakalayabilir" derken sizce 
de haklı değil midir? 
Zekanın görevi ilkel, anarşik duyguları birleştirip, 
yönlendirmek ve onlara yeni bir ifade imkanı vermektir. 
Çünkü tüm duygu durumları, istekler doğası gereği belir­
sizdir, kördür ve neticede güçsüzdür. Kendiliğinden dışa 
vuran sinir, korku gibi içgüdüsel duygular hariç, birçok 
duygu aklın desteğini gerektirir. Ruhumuzda can sıkıntısı, 
huzursuzluk yaratırlar ve bu rahatsızlıkları anlamlandıran 
akıldır. İsteği tatmin etme yollarını araştırması gereken de 
akıldır. Mont-Blanc Dağı'ndaki kar fırtınasında kalmış ol­
sak, soğuktan acı çekip, feci bir şekilde ölüm korkusu içine 
düşsek tehlikenin geçmesini beklemek için kıyıda köşede 
barınak kazma önerisini akıl telkin eder. 
Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada mahsur kaldı­
ğımızda, hayatta kalmak için aklımız tüm becerilerini 
kullanmak zorunda kalmaz mı? Sefalet içindeysem ve de 
kurtulmak istiyorsam yine akıl devreye girer ve oradan çık­
maya çalışır, beni yönlendirir. Sonuç itibariyle, bir isteğe, 
duyguya, büyük bir canlılık katmak için, akıl da bu faaliye­
ti yakından takip etmelidir. Bu sayede aklın sevimli, cazip 
ya da faydalı yönleri derin izler bırakabilmiş olur. Görülü­
yor ki akıllı ve öngörülü varlıklar olduğumuzdan (bilmek 
sonuç itibarıyla öngörüdür) incelemiş olduğumuz bütün 
bu olanaklarımızı müttefik duygularımızı güçlendirmek 
amacıyla kullanabiliriz. 
Dışarıdan direkt olarak duygu durumlarımıza müda­
hale etmemiz çok mümkün değil; fakat çağrışım yasasını 
1 86 


İrade Terbiyesi 
akıllıca kullanarak gücümüzü muazzam bir yaygınlığa ulaş­
tırmak mümkündür. Bu güce sağladığımız enerjiyle etkisi­
ni ikiye katlamamız mümkün; özellikle bu duyguları or­
taya çıkaracak ortamda bulunduğumuz durumlarda. Aile, 
arkadaş, ilişki, kitap okuma, örnek alma vs. ortamları gibi. 
Açıklanan argümanlar bize cesaret vermek için yeterlidir. 
Şayet fikrin eyleme bağlanmak için duygu durumlarımızın 
hararetine ihtiyacı varsa çağrışım yasasının akılcı kullanı­
mıyla halledebiliriz. Böylece aklın hakimiyetinden istifade 
edebilmek imkansız olmaktan çıkmaya başlar. 
Bunun için fikir ile duygu arasındaki bağı biraz daha 
yakından incelememiz lazım. Hissetmek dağınık, ağır ve 
uyanması yavaş bir durumdur. Ek olarak tecrübelerin de 
onayladığı şekilde, duygunun bilinçte bulunması son dere­
ce nadir bir haldir. Duygunun varoluşu ile yok oluşu ara­
sındaki aralık oldukça geniştir. Heyecanlar bir nevi med ve 
cezir gibidir. Aralıklarda ise ruh kendi sükunetini, huzuru­
nu bulur, tıpkı bir deniz gibi durulur. Duygu durumlarının 
bu periyodik yapısı (iniş ve çıkışı) bize akılcı özgürlüğün 
zaferini kararlılıkla oturtma imkanı verecektir. Düşünce 
doğası gereği sonsuz gelgitlere dayalıdır. Ancak anne, baba 
ve öğretmenlerinden ciddi bir eğitim alan genç zekası üze­
rinde muhteşem bir güç edinmiştir. Bilincinde çok uzun 
süre dilediği temsili tutabilir. Duygu durumlarının istikrar­
sızlığına karşı, fikir sürekliliği ve gücüyle karşı durur. Duy­
gu dalgası boyunca ortaya çıkan hareketi kullanmak üzere 
orada bulunur; dalganın geri çekilmesinde ise, düşmana 
karşı korunma çalışmalarını hazırlamak ve kendi mütte­
fiklerini güçlendirmek için geçici diktatörlüğünden aktif 
olarak faydalanabilecektir. 
187 


Jules Payot 
Duygu bilinçte yükselince (burada bahsi geçen duygu­
lar amacımıza hizmet eden, iradeyi güçlendiren duygular­
dır) hemen durumdan istifade edip tekneyi yol alması için 
ittirmek gerekir. Doğru kararlar almak için adeta bizi ça­
ğıran Tanrı'nın sesiymiş gibi faydalı harekeclerden istifade 
etmek gerekir.38 Ruhumuzu istila eden müttefik duygu her 
ne olursa olsun onu derhal amacımız doğrultusunda kulla­
nabilmeliyiz. Bir arkadaşın başarısını öğrendiğimizde bu, 
yalpalayan irademize kırbaç darbesi olur ve hemen iş başına 
koyuluruz! Hemen birkaç gündür içimizi kemiren, ne biti­
rebildiğimiz ne de yarattığı takıntıdan kurtulabildiğimiz o 
işten cesurca kurtulalım. Şimdi bu satırları okuduktan son­
ra çalışma aşkı gelmiş olabilir. Hemen elinize kağıdı kalemi 
alın, ya da en basit şekilde çalışmayı keyifli kılan o sağlıklı 
fiziksel ve zihinsel duyguyu hissedelim ve hemen işe koyu­
lalım! Bu zamanları iyi değerlendirip, doğru alışkanlıklar 
edinmek ve kendini kontrol etmenin gururu ile üretici ve 
verimli düşüncenin hazzını, tadını uzun süre koruyabilmek 
amacıyla kullanmak gerek. Duygular çekilirken, tıpkı top­
rağın üzerine serpilen mübarek bir bereket gibi, iş yapma 
alışkanlığına faydası olacak, keyfine doyum olmayan, ener­
jik hisler bırakacaktır. 
Duygu kaybolunca, akabinde sükunet gelince, tek 
başına kalan fikrin diktatörlüğü bilince yerleşecektir. Ama 
Schopenhauer' ın dediği gibi fikirler, tıpkı her zaman ak­
mayan ahlaki değerler musluğu açıldığında, iyi duygula­
rın gelip biriktiği ve ihtiyaç hasıl olunduğunda kanallarla 
gerekli yere ulaştırıldığı bir baraj, bir sarnıç gibidir. Diğer 
bir deyişle fikirler ile eylemler arasında duyguların etkisiyle 
kurulan bağlantı devamlılık arz eder ve öce yandan fikir 
38 
Gottfried Leibniz, Yeni Denemeler, 
11-35, 1 765. 
188 


İrade Terbiyesi 
sürekli olumlu duygularla bağdaştırıldığından bu duygu­
lar mevcut olmadığında bile çağrışım yasası gereği harekete 
geçirmek için zayıf da olsa yeterli miktarı uyandırabilir. 
III 
Akılla faydalı duygusal hallerimiz arasındaki bağı 
inceledikten sonra şimdi de kendimize hakim olmamı­
za olumsuz etki eden duygusal halimiz ile akıl arasındaki 
bağı incelemek kalıyor bize. Gördüğümüz üzere duygusal 
hallerimiz ve istek, tutku gibi duygular üzerindeki direkt 
etkimiz kayda değer bile olsa neticede zayıftır. Gücümü­
zü ancak dolaylı olarak kullanabiliriz. Sadece kaslarımıza 
ve düşüncelerimizin gidişatına etkimiz olabilir. Duygusal 
hallerimizin dışa yansımasını bastırabilir, beden dilini yok 
edebiliriz. Saraylı beyefendiler, daha acımasız, daha akıl 
dışı bir güçten yani toplum baskısından çekindikleri için 
onların sinirlerinin, öfkelerinin, nefretlerinin, isyanlarının 
her türlü tercümesini bastırma gücünü en yüksek düzeyde 
elde ederler. 
Öte yandan arzular, eğilimler dış dünyadan kesinlikle 
ayrıdır; sadece kas hareketleriyle kendilerini söndürebilir­
ler. Öfke kendini küfür, şiddetle tatmin eder; aşk sarılma­
larla, öpmelerle, okşamalarla. Ancak kaslarımız isteğimize 
bağlı olarak hareket ederler. Hepimiz bir süreliğine uzuvla­
rımızın sevdaya aracılık etmesini engelleyebiliyorsak, gücü­
müzü amırabileceğimiz ve duygularımızı içimize gömebi­
leceğimiz de kesindir. 
Tüm güçlü eğilimler, gücün muhafazası yasası gereği 
harcanmayı gerektirdiğinden, bu şekilde dıştan engellenen 
eğilimler içe atılır ve beyni alevlendirmek zorunda kalır. Ve 
189 


Jules Payot 
orada bağlantılı duyguları uyandırmaya gidecek olan bir 
sürü karışık düşünceyi kışkırtır. 
Pascal tam da bu anlamda "zeka ne kadar büyükse, tut­
kular da o kadar büyük olur" diyor. Fakat unutmayalım ki 
düşüncelerimizin yönünü belirlemek bize aittir; iki ateşin 
birbiriyle temas etmesine engel olabiliriz. Ateşi söndürme­
nin imkansız hale geldiğini hissediyorsak bir uzlaşma yolu 
arayabiliriz ve misal olarak kızgınlığımızı söze vurabiliriz, 
öç alma isteğine dönüştürebilir, bu gözü kör, saçma sapan 
duygunun ateşi azalana dek kendimize geleceğimizden 
emin olarak isteğimizi temkinli bir geri çekilmeye zorlarız. 
Diğer bir deyişle, tekrar saldırıya geçmeden önce düşma­
nın yorulmasını bekliyoruz. Bazen direkt olarak harekete 
geçeriz. Görüldüğü üzere, bazı karmaşık eğilimler, insanın 
gözünü kör ettiğinden her zaman akla ihtiyaç duyar. De­
yim yerindeyse bir düşünceye sarılır. Tıpkı görüş mesafesi 
zayıf olan ve koku alma duygusu olmayan köpek balığı­
nın kendini avına yönelten bir "pilot balık" ile birlikteli­
ğinde olduğu gibi. Aksi halde avı gözünün önünden gelip 
geçerdi. Aynı şekilde tüm tutkuların, arzuların ilk amacı 
aklı yozlaştırarak kendini meşrulaştırmasıdır. Tembelin de 
hiçbir şey yapmamak için ve kendisine uyarıda bulunan­
lara karşı kendince haklı olduğunu göstermek için yığınla 
bahanesi vardır. Bir despot, sömürdüklerinden üstün oldu­
ğunu düşünmeseydi, onların özgürlüklerinin binbir türlü 
sakıncasını yakından incelemeseydi despot olamazdı. 
İşte bu nedenle, bir tutku kendini bahaneyle meşrulaş­
tırdığı anda korkulur hale gelir. Bu duygusal hallere ulaş­
mamak için hedef almamız gereken, "pilot" görevi gören 
düşünce veya düşünce gruplarıdır. Tam da bu bahaneleri 
190 


İrade Terbiyesi 
parçalayıp yok etmemiz gerek. Tutku, bir nesnenin etra­
fından uzaklaştırılması gereken bir illüzyondur. Böylece 
gerçeği görür, yanlıştan, yalandan uzaklaşırız. İrademiz 
karşısında tutku yenilgiye uğramış olur. Başka istekler veya 
duygusal haller de iradenin kolaylıkla kazanmasına izin 
vermeyecektir. Bu savaş yüzünden bilincin huzurlu haki­
miyetinin yerine endişe gelir. Oysa halinden memnun tem­
belliğe karşı, bilincimizde mücadelelerle güçlenen iradeyi 
destekleyip sonuçta muzaffer bir hale getirebiliriz. 
Figaro'nun düğünündeki o muhteşem Cherubin ka­
rakterini hatırlayalım: 
"Kim olduğumu bilemiyorum! İçimde 
firtınalar kopuyor bir süredir; bir kadın aklıma geldiğinde 
kalbim pırpır ediyor. Aşk ve tutku kelimeleri kalbimi yerin­
den oynatıyor. Birilerine "sizi seviyorum" demek o kadar farz 
oldu ki kendi kendime yüksek sesle parklarda hanımefendiye, 
sana, ağaçlara, rüzgara söylüyorum. . . Dün Marceline'i gör­
düm 
. . .
Suzanne (gülerek): 
Ha! Ha! Ha! Ha! Ha! 
Cherubin: 
Neden hayır? 

bir kadın! Bir kız! Bir kadın! Ah! Bu kelim/er 
ne de tatlı! 

Cherubin kendinde olsa, Marceline' e yakın­
dan baksa, ne denli çirkin, yaşlı, budala olduğunu görürdü, 
isteği sönerdi. Peki bu arzuyu ne yok edebilirdi? Dikkatli 
inceleme ve hakikat! 
Büyük tutkular, eleştirel bakışın uyanmasına engel 
olur ama tutkunu olunan şeyin iradi olarak kötülenmesi 
mümkünse, tutku yok olma tehlikesi altındadır. En güçlü 
bahaneleri olan tembelde bile zaman zaman çalışma sevin­
cinin tembel bir hayat karşısındaki üstünlüğü kanıtlandı­
ğında çalışma isteği uyanabilir. Ve bu anlar daha sonra piş­
manlığı olmayan tembel bir hayatı imkansız kılar. 
191 


Jules Payot 
Hakikatlerle bahaneleri yüzleştirmek en zor koşullarda 
bile mümkündür. Hatta bazen bahanelerle hayalleri ya da 
daha da ötesi irade terbiyesine aykırı olan bir hakikat ile bir 
beyaz yalanlar ağını karşı karşıya getirmek gerekebilir. İşin 
gerçeği iradi bir yalan yani bir kurgu ancak içtenlik katılın­
ca davranış üzerinde etkili olur. Eğer bu yalan içi boş bir 
ifade, bir "papağan tekrarı" ise hiçbir işimize yaramaz. Ama 
burada bize gülerek sormazlar mı? Ne yani kendi kendimi­
ze yalan söyleyebilir miyiz? Üstelik kasten, bilinçli olarak 
attığımız yalana mı inanacağız? Bu çok saçma! Evet, görü­
nüşte saçma ama hafıza ve dikkat yasalarının bize verdiği o 
muazzam özgürleşme gücü üzerine düşünmüş olan herkes 
için açıklanabilir bir durumdur. 
En genel hafıza kuramı, · hafızamızda tekrar edilmeyen 
her hatıranın yavaş yavaş silinmeye yüz tuttuğunu, gitgide 
netliğini yitirdiğini ve sonunda günlük bellekten silindi­
ğini söylemiyor mu? Oysaki geniş kapsamda bakılırsa, in­
san dikkatine hükmeder. Daha sonra, istersek bir hatırayı 
sadece onu tekrar dikkate almayı reddederek hayat boyu 
ölüme mahkum edebiliriz. Aksine, dilersek dikkatimizi 
tekrar üzerine yoğunlaştırarak canlandırabilir, zihnimizde 
istediğimiz gibi şekillendirebiliriz. Zihnen çalışan herkes 
aklında yalnızca istediklerini tutmayı başarabilir. Üzerinde 
düşünmeyip silmek istediğimiz, düşünmek istemedikleri­
miz temelli gider. (Sadece az miktardaki bir kısım istisnai 
olarak kalır.) 
Leibniz, bu kuramın sahip olmadığımız ama uzun va­
dede edinmek istediğimiz bir yargının insan üzerinde etki­
sini çok iyi anlamıştı. "İstenmeyen bir olayı, istenilen bir 
duruma dönüştürebiliriz. İstersek dikkatimizi hoşlanmadı-
192 


İrade Terbiyesi 
ğımız bir nesneden hoşlandığımız bir nesneye yönelterek 
kendimizi inandırmamız mümkündür. Diğer bir deyişle 
avantajlı olan tarafın sebepleri üzerinde daha fazla durun­
ca, onun gerçeğe daha fazla uygun olduğuna inanıyoruz." 
diyor. 
Sonuç olarak bir yargı mutlaka akılda bulunan neden­
lerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu nedenleri topla­
mak bir çeşit anket yapmak gibidir. Bu ankete istersek iki 
şekilde ket vurabiliriz. Öncelikle yarım bırakmak, önemli 
olsalar bile daha sonra ele almayı reddetmek elimizde. Veri 
toplama zihinsel bir çaba gerektirir, tembelliğimiz o kadar 
doğaldır ki, erkenden vazgeçmek işten bile değil. Hoşumu­
za gitmeyecek bahanelerle karşılaşmaktan korkarsak iş iki 
kat daha kolay olur. Anket son bulunca, açıkça sonuçları 
değerlendirmek, ağırlığına göre seçmek, elemek elimizde. 
Bir delikanlı genç bir kadınla evlenmeye karar ver­
mişse ailesiyle, sağlık durumuyla, servetlerinin kaynağıyla 
ilgili bilgi toplamayı reddeder. Ailesinin geçmişinin pek 
temiz olmadığı mı kanıtlandı? Olsun! Genç bir kadın ebe­
veynlerinin geçmişinden sorumlu olabilir mi? Aksine, kız 
kendisini rahatsız eden bağlardan ve tecrübesizlik veya boş 
bulunma sebebiyle verdiği sözlerden kurtulmaya çalıştıkça, 
en uzak atasına kadar sorumlu tutulması korkunç olacaktır. 
Doğrusu, bahaneler her zaman aynı değere sahip ağır­
lıklarla kıyaslanmaz. Nasıl ki bir rakamın önüne yazılan 
başka bir rakam bambaşka bir sayıyı oluşturur, on kat, yüz 
kat daha büyük bir sayıya dönüşürse duygularla bağlantı­
landırılan bahaneler de çok farklı değerler alabilirler. Bu 
bağlantıyı kurmada tamamen hür olmamızdan dolayı, iste-
1 93 


Jules Payot 
diğimiz düşünceye istediğimiz değeri ve faydayı verebiliriz. 
Üstelik bu muhteşem içsel zenginliği uygun düşen bü­
tün dış kaynaklarla güçlendirebiliriz. Güncel bilgilerimizin 
yanında geçmişi de kullanmamız mümkün. Zeka kaynak­
larımızı ustaca kullanarak geleceğe hükmedebiliriz. Tem­
belliğe ortam hazırlayan, duygusallığımıza, belli belirsiz 
düşüncelere dalmamıza sebep olacak, tensel eğilimlerimizi 
kışkırtacak kitapları seçmemek elimizde. Özellikle, karak­
teri, fikirleri, yaşam tarzı, ilişkileriyle kötü eğilimlerimizi 
arttıran, bizi sağa sola sürükleyen ve tembelliklerini sahte 
sebeplerle meşrulaştırmasını bilen arkadaşlarımızı ya bir 
çırpıda ya da zamana yayarak elemek bizim elimizde. He­
pimizin yanında tehlike anında bizi boğulmaktan kurtara­
cak bir akıl hocamız yok fakat yapılması gereken en doğru 
şey, içinde kaybolacağımız tehlikeli adaya hiç yanaşmamak 
olacaktır. Aklın düşmanı olan güçlerle mücadele etmemiz 
için gereken araçlar bunlardır. Doğal olarak zihinde karşı­
lık bulmalarına izin vermemek; arzularımızın bağlı olduğu 
bahaneleri, hataları akıllıca yok etmek ve hatta yıkıcı haki­
katlere inanmaktan uzak durmak gerekir. Bu tarz eylem­
lere eklememiz gereken durum harici etkenlerin de akılcı 
şekilde düzenlenmesi yani tutkularımızı besleyecek ortam­
lardan ve onu ortaya çıkaracak koşullardan kurtulmaktır. 
iV 
Tüm taktiksel çalışmalar gerçek bir savaş değil ona 
hazırlığı oluşturur. Bu hazırlıklarımız istemeden de olsa 
aniden irade boşluğuna düştüğümüz veya dikkat eksikli­
ğimizin olduğu anda araya giren duygusal arzulardan do­
layı sekteye uğrayabilir. Ama, dürtüler içimizde yer etmeye 
1 94 


İrade Terbiyesi 
başlayınca yani fırtına tehdit etmeye başlayınca unutma­
mak gerekir ki tüm tutkular düşüncelerle beslenir ve bu 
düşünceleri keyfince bağdaştırmaya kalkar. O zaman biz 
de onları kendi irademize göre bağdaştırmayı denemeliyiz. 
Şayet savaş gerçekten eşitsiz bir savaş ise, dürtüler içten içe 
bizi sarmış ise "zekamızın doruk noktasının" bu gidişe rıza 
göstermemesi gerekir. Bu duygu halleri tıpkı sel gibi, tek 
bir güç olmadığı için bunların karşısında zayıf kalan müt­
tefiklerimizi dikkatimiz ve sempatimizle desteklemek için 
çaba harcamak bizim görevimizdir. Belki onları birleştirip 
yeniden başarılı bir saldırıya geçebilir ya da en azından dü­
zenli bir şekilde geri çekilebiliriz. Ardından kendimize gel­
memiz daha kolay, daha hızlı ve kararlı olacaktır. Misal bir 
şehvet anında, bozgunumuzun utancını bir an bile gözden 
kaçırmayabiliriz; tatmin olduktan sonra gelecek depresyo­
nu, verimli ve güzel bir çalışma gününü kaybetmiş olma 
düşüncesini hatırlayabilir ve belki de zihnimizde canlandı­
rabiliriz. Aynı şekilde herkesin başına geldiği gibi bir tem­
bellik anında, belki hantallığımıza sebep olan "içimizdeki 
ilkel hayvanın" isyanına engel olamayız ancak kendine ha­
kim olmanın, çalışmanın vs. ne denli güzel bir şey olduğu­
nu düşünmemiz ve hissetmemiz mümkündür. Emin olun 
kriz daha kısa, kendini toparlamak daha kolay olacaktır. 
Hatta direkt olarak kendimizle savaşmak yerine olumsuz 
hislerimizi sakinleştirmek için kalkıp dolaşmak, konuşmak, 
birilerini ziyaret etmek vs. daha doğru olacaktır. Tek keli­
meyle sabit düşünceleri yok etmeye, yıpratmaya çalışmak, 
onu rahatsız etmek, başkalarıyla yapay olarak paylaşmak 
gerek. Aynı şekilde tembelliğimizi seyahat kitabı okuyarak, 
resim yaparak, müzik yaparak, yanıltabiliriz. Daha 
son ra 
zihnimiz uyanınca tekrar çalışmaya dönüp korkaklık 
ya da 
195 


fules Payot 
uyuşukluk sebebiyle bıraktığımız yerden devam edebiliriz. 
Sonuç olarak sıkça başımıza gelse de iradeyi kaybe­
dince asla pes etmemeliyiz. Hızlı bir akıma denk gelen bir 
yüzücü gibi biraz ilerlemek yeterli olacaktır; ya da umut­
suzluğa kapılmamak için, kendini akımın tüm gücüne bı­
rakmaktansa daha az ilerlemek yeterli olacaktır. Her şeyi 
zaman sayesinde kazanırız. Alışkanlıkları biçimlendiren 
ve onlara doğal eğilimlerin gücünü ve enerj isini sağlayan 
odur. Asla umutsuzluğa kapılmayanın gücü muhteşemdir. 
Alp Dağları'nda yer yer yüz metreyi bulan yarıklar bulunur. 
Bu yarıklar yazın eriyen suların taşıdığı kumlar yüzünden 
oluşmuştur. En küçük eylemler sayısız kez tekrarlandığında 
sebepleriyle birlikte devasa sonuçlar oluşturur. 
Doğrusu doğa gibi önümüzde yüzlerce yılımız yok 
ama graniti oymak zorunda da değiliz. Bizim için önemli 
olan kötü davranışları silip yerine yavaş yavaş daha iyilerini 
koymak olmalıdır. Amacımız tembelliğimizi ve arzularımı­
zı makul limitler çerçevesinde tutmaktır, hepten silip at­
mak değildir. Hatta başarısızlıklarımız bile bizim lehimize 
dönebilir. Mükemmele kavuşmak için kaynak o denli bol. 
İşin gerçeği, arzularımız tatmin olduktan sonra içinde bu­
lunduğumuz o hınç, o ağızda kalan acı tat, fiziksel yorgun­
luk, zihinsel boşluk hisleri, acı tadı hissetmek için tekrar 
tekrar çiğneyip hatırasını hafızasına kazımak isteyen için 
mükemmeldir. 
Birkaç günlük mutlak tembellik, insanda o "hazım­
sızlık" hisleri yaratmak için haydi haydi yetecektir. İlerle­
memiz için değerli olan kendinden iğrenme hissini bera­
berinde getirecektir. Bu tür hislerin ara sıra ortaya çıkması, 
1 96 


İrade Terbiyesi 
kıyaslayarak gerçek çalışma ve erdemin değerini anlamak 
için önemlidir. Katıksız mutluluk kaynağı, en asil ve en 
enerjik duyguların mimarı şudur: Kendi gücünü hisset­
mek, iyi eğitilmiş bir insan olmak, çevresine ve ülkesine 
büyük hizmetler vermek için muhteşem bir şekilde hazır­
lanmış olmanın gururu. Özgürleşme adına verilen bu sa­
vaşta başarısızlıklar da başarı kadar değerlidir. Fakat genel 
görüşlerden uzaklaşma zamanı artık. Belli iradelere belli 
davranışları iliştirmek, monte etmek mümkün. Tersine, 
istenmeyenleri bozmak da mümkün. Buradan da şunu 
anlıyoruz, insanın kendi kendine iradesini terbiye etmesi 
mümkün. 
197 


SON SÖZ 
Önceki bölümlerin umut verici yönü kişinin kendisi­
ne rehberlik etmesinin zor olmadığını bize göstermesiydi. 
Milli Eğitim müfredatı da bu istikamette olsaydı ne güzel 
olurdu! Çünkü tembelliği ve cinselliği kontrol etmek çok 
da kolay değildir. Kitabımızın sonuç kısmında bizi umut­
landıran şey karakterimizi şekillendirebiliyor olmamız ve 
irademize sahip çıkmak için kendimizi tanıdıkça ve içgü­
düsel isteklerimize hakim olduğumuz sürece kendimizi 
kontrol edebiliyor olmamızdır. Katolik kilisesinin insan­
ları kendilerine hakim olabiliyorsa bizim de böyle bir elit 
gençlik oluşturmamız mümkündür. Şimdi kimse gelip de 
bize dinin sahip olduğu imkanların eğitimde olmadığını 
söylemesin. 
İnsanları birbirine bağlayan ve ilişkileri güçlendiren 
saygı ve sevgidir. Aksi ise insanları birbirinden ayırır, uzak­
laştırır. İşte bu yüzden bir konuşmacının her cümlesini al­
kışlayan kendini bilmezlerin olduğu bir toplumda küçük 
dürüst bir grubun varlığı toplumun doğruya yönelmesi 
için yeterli olur. Atinalıların güzel sanatlar alanında yaptı­
ğını, Sparta halkının sergilediği özverili çalışmaları günü­
müz toplumu da yapamaz mı? 
Dinin onayı olmadan ahlaki karakterin oluşması pek 
mümkün değildir. Herkesin zamanla psikolojik yapısın­
dan da destek alarak dayanılmaz baskılara bile karşı koya­
bilmesi, kendisine hakim olması mümkündür. Mümkün 
olduğuna göre bu iş önemi itibarıyla hayatımızın öncelikli 
1 98 


İrade Terbiyesi 
meselesi olmalı. İçsel dürtülerimizi canlandırmaya neden 
olacak heyecanları, zevkleri, fikirleri hatta duyguları sınır­
lamak zorundayız çünkü mutluluğumuz irademize hakim 
olmaktan geçiyor. Mutluluk yoğun şekilde dikkatimizi ira­
demiz üzerinde tutmamıza bağlı. 
Sadece mutluluğumuz değil zihinsel açıdan gelişimi­
miz de irade terbiyesinden geçiyor. İşin püf noktası büyük 
sabır göstermekte saklı. Sanıldığının aksine bilimsel, büyük 
edebi eserler olağanüstü beyinler sayesinde değil başarılı bir 
otokontrol ve kendine hakim olma neticesinde doğar. 
Yüksek öğrenim ve lise eğitimimiz de bu düşünceye 
göre temelden şekillendirilmelidir. Acilen beyinleri heba 
eden ezber eğitimi yok edilmelidir. Acilen müfredatın 
ciddiyetle sil baştan elden geçirilmesi, adeta işe yaramaz 
otların, çalılıkların temizlenmesi gibi öğrencilere nefes 
aldırılması şarttır. Beyni "tıka basa" ezberler yerine aktif 
düşünmeyi geliştirecek, inisiyatif kullanmaya özendirecek 
ödevler verilmesi gerekir. 
İrademize hakim olmayı öğreterek büyük insanlar ye­
tiştirebiliriz çünkü akla atfedilen birincil özellik iradeli ve 
canlı olmasıdır. 
Yüzyılımızda hedefimizi dış dünyayı keşfe ayırdık. Bu 
keşifler şehvet ve arzularımızın kabarmasına ve sonuç ola­
rak da daha fazla endişeye, sarsıntıya ve üzüntüye neden 
oldu. Çünkü dış dünyayı keşfederken iç dünyamızdan ol­
duk. Asıl önemli olan mutluluk kaynağımız zihni mutlu­
lukları bir kenara bıraktık. 
Çözümü çok basit. İlkokuldan ve ortaokuldan itibaren 
199 


Jules Payot 
çocuğa iradesine hakim olmayı sağlayan ahlaki değerlerin 
verilmesi şarttır. Henüz ahlaki değerleri olmayan, tembel 
olmaya eğilimli, aklı başka yerlerde olan çocuğa birtakım 
kurallar öğretilmeye çalışılır; özgür irade teorisiyle çocuk 
özgür yetişsin diye de tamamen iradesiz kılınırsa hiçbir 
işe yaramayan insanlar yetişir. Kişi yavaş yavaş kendisine 
hakim olmayı öğrenmek zorundadır. Doğru yöntemlerin 
uygulanması şartıyla her gencin kendini kontrol etmesinin 
mümkün olduğunu söylemek gerekir. 
Doğru amaçlar için savaşmanın iyi bir şey olduğu, 
kendine hükmetmenin akıl için ne denli önemli olduğu 
unutulmamalıdır. İrade terbiyesinin gerekliliğini ve getiri­
sini düşünen herkesin bu işi hayatlarının odak noktasına 
koyarak kendisi için en önemli mevzu haline getirmesi ge­
rekir. 
200 


Yüklə 239,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə