Ediz Yayınevi ® Eserin Adı



Yüklə 239,3 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/3
tarix27.12.2023
ölçüsü239,3 Kb.
#161906
  1   2   3
jules-payot-rade-terbiyesi Mir.az




Ediz Yayınevi 


Yayımcı: 
Ediz Yayınevi ® 
Eserin Adı: 
İrade Terbiyesi® 
Özgün Adı: 
Leducation de la volonte 
ISBN: 
978-605-68417-0-5 
Yazar: 
Jules Payot 
Çeviri: 
Hakan Alp 
Mizanpaj: 
Büşra Merve Hayta 
Kapak Tasarımı: 
Ömer Faruk Yıldız 
Birinci Baskı: 
2018 yılı Ağustos ayıniki 
bin adet basılmıştır. 
Baskı ve Cilt: 
Stüdyo Star Ajans Ltd. Şti. 
Alaattin Bey Mah. 634. Sokak 
Ayaz Plaza 24/ A Nilüfer/Bursa 
Tel: 0224 249 33 20 pbx 
Yayımcı Sertifika No: 
40923 
Matbaa Sertifika No: 
15366 
Ediz Yayınevi 
Ulubatlı Hasan Bulvarı No:53/3 Osmangazi/Bursa 
+90 224 271 65 55 
www.edizyayinevi.com 
bilgi@edizyayinevi.com 
Kaynağı gösterilerek yapılacak atıflar ve tamtım amaçlı almtılar haricinde 
yayımcımn yazılı izni olmaksızm eserin kısmen veya tamamen herhangi 
bir 
yolla çoğaltılmasma veya herhangi bir mecrada yayımlanmasma muvajiıkııı 
edilmemektedir. 


İrade Terbiyesi 
Jules 
Payot 
Çeviren 
Hakan 
Alp 
Ediz Yayınevi 



İÇİNDEKİLER 
ÖN SÖZ 
BİRİNCİ KİTAP: MESELEYE GİRİŞ 
Birinci Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: İsteksizlik 
İkinci Bölüm 
Amacımızı Unutmayalım 
Üçüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Cesaret Kırıcı Teoriler 
İKİNCİ KİTAP: KİŞİYE ÖZEL TAVSİYELER 
Birinci Bölüm 

13 
24 
28 
Mücadele Edilecek Düşman: Cinsel Dürtüler ve Şehvet 
35 
İkinci Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: Kötü Arkadaşlar 
57 
Üçüncü Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: Tembellik Bahaneleri 
62 
Dördüncü Bölüm 
Çalışmanın Verdiği Mutluluk 
70 


ÜÇÜNCÜ KİTAP: ÇEVRENİN ÖNEMİ 
Birinci Bölüm 
Toplumsal Destek ve Öğretim Görevlileri 
İkinci Bölüm 
Büyük Üstatların Etkisi 
D ÖRDÜNC Ü KİTAP: İÇ KAYNAKLARIMIZ 
Birinci Bölüm 
İrade Terbiyesinde Tefekkürün Önemi 
İkinci Bölüm 
Tefekkür Nedir ve Nasıl Yapılır? 
Üçüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Hareketin Önemi 
Dördüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Beden Sağlığının Önemi 
BEŞİNCİ KİTAP: İRADE PSİKOLOJİSİ 
Birinci Bölüm 
Düşüncelerin İrade Terbiyesindeki Rolü 
İkinci Bölüm 
Duygusal Hallerin İrade Terbiyesindeki Rolü 
Üçüncü Bölüm 
Aklın Gücü 
SON SÖZ 

77 
89 
92 
112 
116 
133 
153 
162 
178 
198 




ÖN SÖZ 
"Ne ilginçtir ki insanlar her türlü eğitim için 
bir öğretmene ihtiyaçları olduğunu kabul 
ederler ancak davranış bilimlerine gelince 
öğrenmeye gayret etmez ve önemsemezler." 
Nicole, 
"Hayatını şansa bırakma." 
On yedinci yüzyılda ve on sekizinci yüzyılın bir 
bölümünde din, insan hayatında önemli bir yer teşkil 
etmekteydi. Bu nedenle irade terbiyesi genel olarak in­
sanlar için sorun olmaktan uzakb. Katolik Kilisesi'nin 
sahip olduğu güç, inanan insanların karakterini şekil­
lendirmeye yetiyordu. 
Ancak günümüzde bu mesele birçok düşünü­
rün aklını meşgul etmekte. Yerine bir şeyler konulama­
dığı düşünülmektedir. Kitap, roman, dergi, gazete ve 
mecmualar ise irademizi zorlar hale gelmiştir. 
İradesizlik genel itibarıyla hekimlerin de ilgisi­
ni çekmiştir. Ancak ruhsal sorunlar üzerine yoğunlaşan 
doktorlar çözümü psikolojide aramışlardır. İradenin 
temelde akılla ilgili bir kavram olduğuna kanaat geti­
rilmiştir. Fakat eksik buldukları yan, ispatı gereken bir 
metafizik teorinin olmayışıdır. 
Cahilliklerine veriyorum. Ekonomi politikasın­
da söylenen, tarımın verimsiz ama kolay işlenebilen 
topraklardan başlanarak verimli ama sert topraklara 
doğru ilerlemesi gerektiği kuramı psikoloji için de ge­
çerli olabilir. Açıklanması zor olan önemli bir olguyu 
ele almadan önce önemsiz ama izahı kolay davranışlar 
hakkında çalışma yapılmalıdır. 


Jules Payot 
Düşüncelerimizin karakterimiz ve eğilimlerimiz 
üzerindeki etkisini yeni yeni fark ediyoruz. İrade, duy­
gusal bir güçtür ve düşüncelerin irade üzerinde etkili 
olabilmesi için tutkularımızla da beslenmesi şarttır. 
Cimri, parayı her şeyden daha çok sevdiğinden, 
paraya dair isteğini bilinçli bir şekilde bir üst boyuta ta­
şıyarak, küçük zevklerden kendini mahrum eder. Mide­
sinden kısar, arkadaşsız kalmayı göze alır. Kısacası psi­
kolojinin gitmek istediğimiz yönde bize ne kadar etkisi 
olduğunu tahmin bile edemezsiniz. 
Maalesef bu açıdan psikolojimizi yeterince kul­
landığımız söylenemez. Son otuz yıldır Avrupa'yı şekil­
lendiren düşünürler iki teoriye dayanarak irade terbiye­
sinin aksine çalışblar. Birinci yanlış, karakterin sabit bir 
yapı gibi dokunulmaz, değişmez olduğu düşüncesidir. 
Bu çocuksu düşünceyi ileride detaylarıyla inceleyeceğiz. 
İkincisi ise irade terbiyemize faydası da olan öz­
gür irade teorisi. Stuart Mill, bu doktrinin, uygulayıcı­
larına canlı bir "kişisel kültür" kathğını söylemiştir. An­
cak doğruyu söylemek gerekirse özgür irade teorisinin 
de birincisi kadar kendimizi kontrol etmekte bize zarar 
verdiğini belirtmek zorundayız. Bu teori, insanı ıslah 
etmenin kolay ve doğal olduğunu iddia eder. Oysaki 
kişiliğin oturması, psikolojimizi çok yakından tanıma­
yı gerektirir ve sabırla yürünen, uzun soluklu bir süreç 
sonunda elde edilebilir. Bu teori, basit görünmesi nede­
niyle birçok akıllıyı gerçek anlamda irade terbiyesinden 
alıkoymuştur. Yani insanlığa ve psikolojilere büyük za­
rar verdiğini söylemeden edemeyeceğim. 
İşte bu yüzden bu kitabı Theodule Armand Ri­
bot'ya adıyorum. Psikoloji eğitimini sevdiren, Fransa' da 
metafiziğin psikolojiden ayrılmasına öncülük eden, in-
1 0


lrade Terbiyesi 
san bilincini ve doğasını bir kenara bırakarak zekanın 
ve insan iradesinin kaynağını araştıran kişidir. Bu meto­
dun metafiziği yok saymadığını söylemekte fayda var. 
Sadece psikolojiyi metafizikten ayırıyor ki bunlar zaten 
birbirinden çok farklıdır. Kendisi psikolojiyi bilimsel 
olarak ele almayı öngörüyor. 
Bilim adamının görevi sadece bilmek değil bil­
ginin kullanılmasını sağlamaktır. Psikoloğun görevi de 
geleceği insanlık adına daha düzgün yaşanması için şe­
killendirmektir. Diğer bir deyişle geleceğin, insanların 
arzuladığı gibi olmasını sağlamaya çalışmaktır. En azın­
dan bizim kendimize biçtiğimiz görev tanımı budur. 
İnsan iradesinin zayıf olmasının nedenlerini 
araştırdık. Çözümün, geliştirilmeye müsait duygu du­
rumlarına dayandığını değerlendirdik. Topluma sun­
duğumuz bu kitabın alt başlığı "irademize faydalı ola­
cak duygularımızı güçlendirmek ve zararlı olanları da 
uzaklaştırmak" olabilir. Tüm konsantrasyonumuz bu 
yönde olacaktır. Bu hususta kendi payımıza düşen ça­
bayı sunuyoruz. 
İrade terbiyesini soyut biçimde ele almak yeri­
ne uzun süreçli ama kalıcı bir yolla iradeyi terbiye ede­
bilmeyi amaç edindik. Gençlerin ve zihnini kullanarak 
çalışanların bu kitaptan faydalanmalarını umut ediyo­
rum. 
Birçok öğrencinin kendini kontrol etmede yön­
tem eksikliğinden yakındığını duydum. Onlara bu ko­
nuda bana ilham olan dört yıllık çalışmamı ve düşünce­
lerimi sunuyorum. 
11 
Jules 
PAYOT 
Chamonix, 08.08.1893 



BİRİNCİ KİTAP 
-
MESELEYE GİRİŞ 
Birinci Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: İsteksizlik 
İmparator Caligula1 Romalıların kafalarını tek ham­
lede koparabilmek için bir tane başlarının olmasını isterdi. 
Düşmanlarımızla baş edebilmek için buna benzer bir arzu­
ya kapılmamız faydasızdır. Ancak yine de tüm başarısızlık­
larımızın neredeyse tek sebebi vardır. O da irade zayıflığı. 
Çaba göstermekten ve özellikle süreklilik gerektiren bir 
çabadan korkarız. Rahata düşkünlüğümüz, tembelliğimiz 
gibi insani huylar tıpkı yer çekimi kanunu gibi doğaldır. 
Gerçek şu ki kararlı bir iradenin karşısında ancak de­
vamlı bir güç durabilir. Tutkularımız ise doğası gereği geçi­
cidir; ne kadar şiddetli olursa bir o kadar kısa sürer. Takımı 
haline gelen ihtiraslar haricinde tutkuların sık oluşu düzen­
li bir çabanın yerini tutabilecekleri anlamına gelmez. 
Ancak 
hamallık, rehavet, tembellik veya aymazlık diye 
adlandırılan huylarımız süreklilik arz eder. Bu huylarımıza 

Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus (Caligula), M.S. 37-41 
yılları arasında hüküm süren Roma imparatoru. (Ç.N.) 
13 


Jules Payot 
karşı yapılacak düzensiz mücadele, mücadeleyi tekrar etmek­
ten başka bir şeye yaramaz, sonunda başarılı da olunmaz. 
İşin gerçeği, insanoğlu tarafından düzenli ve uzun sü­
reli çaba sadece zorlamayla ve ihtiyaç halinde ortaya çıkar. 
Büyük seyyahlar ilkel toplumların çalışmaya yeterince is­
tekli olmadıkları için geri kaldıkları hususunda hemfikir­
dir. Bilindik örnekleri o kadar uzaklarda aramaya gerek 
yok. Aynı durumu düzenli çalışmaya zorlanan bir çocuğun 
isteksizliğinde de görmüyor muyuz? Akranlarından daha 
fazla çalışmak isteyen bir köylü veya işçi bulmak ne kadar 
zordur! 
Spencer2 gibi siz de günlük hayatta kullandığınız eşya­
ları bir gözden geçiriniz. Aklımızı biraz kullanarak onları 
işlevlerinden daha kullanışlı hile getirmek mümkündür. 
Yazarın söylediği gibi "birçok insan aklını en az şekilde 
kullanarak hayattan gelip geçer". Öğrencilik hayatımızı 
bir hatırlayalım, arkadaşlarınız arasından kaç tane çalışkan 
öğrenci sayabilirsiniz? Neredeyse bütün öğrenciler asgari 
çabayla sınavlardan geçmek istemezler mi? Ortaokuldan 
itibaren özgün yorum yapmak öğrencilere ne kadar da zor 
gelir. Tüm dünyada öğrenciler az bir çabayla basit ezber­
ler sayesinde sınavlarından geçebilirler. Öğrencilerin he­
defleri de çok yüksek değildir zaten. Maneuvrier'in3 ifade 
ettiği gibi "onların aradığı iş itibarlı olması gerekmeyen, 
sabit maaşlı, istikbali de olmayan, üzerinde yaşlanacağı bir 
devlet dairesi koltuğudur. Tıpkı bir saat misali aynı hare­
ketlerin tekrar edildiği, yeteneklerinin yavaş yavaş köreldi-

Herbert Spencer, İngiliz filozof, 1 820-1 903. 
(Y.N.) 

Edouard Sylvain Maneuvrier, 1 888'de yayımlanan "Burjuvanın 
Eğitimi" isimli eserin yazarı, 1844-1917. 
14 


lrade Terbiyesi 
ği bir iş olsun; yeter ki beynini yormasın, çok zorlanması 
gerekmesin. İşini garamiye alma içgüdüsü kişiyi yaşamak­
tan ve harekete geçmekten alıkoyar. " Özellikle memurları 
suçlamamak gerek. Belki terfi almak hariç, bir meslek veya 
kariyer insanın kişiliğini, şevkini ve enerjisini korumak için 
yeterli gelmez. 
İlk yıllarda etkin bir şekilde çalışmak için kendimizi 
zorlayabiliriz. Ancak kısa zaman sonra zihni çaba, araştırma 
gerektiren vazifeler azalmaya başlar. Başlangıçta gayret sarf 
etmeyi gerektiren işler zamanla alışkanlığa dönüşür. Avu­
katlık, hakimlik, doktorluk, profesörlük var olan bilgilerle 
idare edilen mesleklerdendir. Yıldan yıla harcanan çaba ve 
aklını kullanma fırsatları azalır. Kullanılmaya kullanılmaya 
beyin etkinliğini dolayısıyla melekelerini kaybetmeye baş­
lar. Şayet işinizin paralelinde kendinize zihinsel etkinlikler 
bulmazsanız yavaş yavaş yetilerinizi kaybetmekten kendini­
zi alıkoyamazsınız. 
Kitabımız daha ziyade zihnen çalışanlara hitap ettiği 
için "düşman" diye ifade ettiğimiz tembelliğin farklı türle­
rini incelememiz gerekir. 
Gençte en çok rastlanan zaaf uyuşukluk ve "canım is­
temiyor" durumudur. Bu kişi saatlerce uyur. Uyuşuk vazi­
yette uyanır. Halsiz, tepkisiz, esnemelerle yavaş yavaş elini 
yüzünü yıkar. İşle alakası yoktur, hiçbir şeye ilgi duymaz. 
Her şeyi yavaşça, neşesiz ve isteksizce yapar. Tembelliği, 
uyuşukluğu yüzünden okunur. Bakışları anlamsız ve dal­
gındır. Hareketlerinde itinasız ve dikkatsizdir. Sabah saat­
lerini bu şekilde kaybettikten sonra öğle yemeğini yer ve 
ardından kafeye giderek gazeteleri küçük ilanlarına kadar 
15 


Jules Payot 
okur. Çünkü çaba harcamasını gerektirmez. Öğleden sonra 
biraz canlılık gelince, bu zamanı da boş muhabbetlere har­
car. Muhabbetten siyasiler, edebiyatçılar, profesörler pay­
larına düşen eleştiriyi alır. Tembellik, gevezelik hep daha 
çekicidir. Akşam, zavallım umutsuzca yatağa giderken ge­
çen akşamdan biraz daha karamsardır. İşine yaklaşırken bı­
rakamadığı tembellik aslında mutsuz olmasına neden olur. 
Mücadele etmeden mutlu olunmaz, her mutluluk az çok 
bir çaba ister. Kitap okumak, müze ziyareti, ormanda do­
laşmak hep bir teşebbüs gerektiren zevklerdir. Ayrıca, tem­
belin kendini mahrum bıraktığı zevkler istediğiniz kadar 
tekrarlanabilen ve çaba gerektiren etkinliklerdir. Tembeller 
yumruklarını sıkmadıkları için mutluluğun avuçlarının 
içinden kaçıp gitmesini seyrederler. Saint Jerome, bu ki­
şileri ellerinde kılıçları havada bekleyen ama hiçbir zaman 
indirmeyen gravür heykel askerlere benzetir. 
Tembellik anlık enerji patlamalarına engel değildir. 
Medeni toplumlarla tembel toplumları ayıran, anlık ça­
lışmalar değil düzenli ve sürekli çalışmaların toplamında 
harcanan eforun çok daha değerli olmasıdır. 
Az 
da olsa dü­
zenli ama sürekli olan çalışma, uzun molalar içeren yüksek 
eforların toplamından daha güçlüdür ve daha değerlidir. 
Tembel ise anlık büyük çabalar sonrası uzun dinlenmeleri 
tercih eder. 
Araplar büyük bir imparatorluk kurdular ama koru­
mayı başaramadılar. Çünkü ülke yönetimi için gerekli olan 
düzeni, yolları, okulları ve sanayii kuramadılar. Aynı şekil­
de, tüm tembel öğrenciler, sınavların yaklaşmasıyla kırbaç­
lanmış gibi çalışırlar. Oysa eksik olan aylarca ve yıllarca az 
ama düzenli çalışmadır. 
16 


İrade Terbiyesi 
Gerçek ve verimli çalışma enerjisi az ama düzenli olan 
eforla mümkündür. Böyle değilse muhtemelen tembel işi­
dir. Düzenli çalışma, tek hedefe yönelik olmayı gerektirir. 
Çünkü irade, gösterilen çabanın çokluğundan ziyade tek 
amaca yönelik olmasıyla kendini belli eder. 
İşte size çok sık karşılaşılan bir tembellik örneği. Bu 
kişi nadiren boş durur. Gün boyunca, Brunetiere'in4 Ra­
cine5 üzerine yazdığı birkaç makalesini, jeolojiyle ilgili bir 
yazıyı okur. Birkaç gazeteye göz atar, bazı ders notlarına 
bakar, kompozisyonuna göz gezdirir, birkaç satır da tercü­
me yapar. Bir saniye bile boş kalmamıştır. Değişik alanlara 
el atması ve çalışkanlığı arkadaşları tarafından hayranlıkla 
karşılanır. Ama biz kendisini tembel olarak nitelendiririz. 
Psikolojik açıdan bu gencin, çeşitlilik içeren çalışmaları 
spontane dikkatinin zengin olduğu anlamına gelebilir an­
cak iradi dikkatten çok uzaktır. Bu farklı alanlara ilişkin 
sözde çalışma, irade zayıflığından başka bir şey değildir. Bu 
öğrenci bize, çok sık karşılaşılan dağınık tür olarak adlan­
dırdığımız bir tembellik örneği sunar. Bu zihin dağınıklığı 
eğlenceli bir durum gibi olsa da sadece bir gezintiden iba­
rettir. Nicole6 bu durumu şuraya, buraya amaçsızca konan 
sineğe benzetiyor. Fenelon7 ise muhteşem bir benzetmeyle 
şöyle ifade ediyor; "rüzgarlı bir odada yanan mum." 
Bu dağınık eforun en körü tarafı hiçbir tesirin kalıcı 
hale gelmemesidir. Zihni çalışmalarımıza katkı sağlayacak 
duygu ve fikirlerimize otelde konaklayan gelip geçici müş-

Ferdinand Brunetiere, Fransız eleştirmen, 1 849- 1 906. (Y.N.) 

Jean Baptiste Racine, Fransız şair, 1 639- 1699. (Y.N.) 

Pierre Nicole, Fransız yazar, 1625-1695. 
(Y.N.) 

François de Salignac de La Mothe-Fenelon, Fransız yazar, 165 1 -
17 15. 
(Y.N.) 
17 


Jules Payot 
teriler gibi davranırsak bir süre sonra bize yabancılaşırlar ve 
unuturuz. İlerleyen sayfalarda zihnimizi doğru kullanabil­
mek için tüm çabamızı tek yönde toplamamız gerektiğini 
göreceğiz. 
Hakiki bir çaba göstermeye karşı duyulan isteksizlik, 
tüm eforun düzenli bir şekilde tek bir gayeye yönlendiril­
mesinin zorluğundan kaynaklanır. Bir eser vermek, buluş 
yapmak herkesten farklı düşünmeyi gerektirir. Ek olarak 
bireysel çabanın bu kadar zor olmasının sebebi koordinas­
yon gerektirmesidir. Bunlar zihni çalışma ve icraat gerekti­
ren işler için birbirinden ayrılmaz ikilidir. Bu tür çalışma­
ların, yarının yöneticileri olacak öğrenciler için de ne denli 
zor olduğunu biliyoruz. 
Örneğin felsefe bölümü öğrencileri final sınavları ge­
lip çatana kadar gayet iyi öğrencilerdir. Çalışkandırlar ve 
genelde vazifelerini yerine getirirler. Ama ne yazık ki pek 
düşünmezler. Zihinsel tembellikleri sadece kelimelerle dü­
şünüyor olmalarından kaynaklanır. Psikoloji dersine çalışır­
ken hiçbirinin aklına psikolojiyi doğdukları günden itiba­
ren kullanıyor oldukları gelmez. Jourdain'in söylediği gibi 
bilmeden konuşurlar. Kitaplardan örnekler almak kendini 
inceleyip, kişisel örnekler bulmaktan daha kolaydır. Maale­
sef araştırmak yerine ezberlemeye yönelirler. Basit bireysel 
teşebbüsler yerine beyinlerine bir yığın bilgi yüklemek on­
lara daha az ürkütücü gelir. İstisnai olarak gerçekten iyi öğ­
renciler de yok değil ama çoğunluğu her yerde pasif kalıyor. 
Kişisel gayret eksikliğine en büyük örnek olarak dö­
nem sonu sınavları gösterilebilir. Çoğu öğrenci bu sınavlar­
dan korkar. Bu sınavlarda öğrenciler sorulan sorulara birey-
18 


İrade Terbiyesi 
sel örnekler bulmak yerine derslerde öğrendikleri konuları 
farklı bir şekilde tekrar etmekle yetinirler. Hocanın aradığı 
ise öğrencinin mantık yürütebilmesidir. Ama bu çalışma 
onlar için son derece nahoştur. Kendi başlarına bir konu 
bularak onun üzerinde kafa yormak da zor gelir. Doğal ola­
rak özgün çalışmaya karşı isteksizlik üniversitede de devam 
eder. Ne yazık ki sınavlar öğrenciyi gerçekten tanımaya veya 
değerini ortaya çıkarmaya yönelik değildir. Sadece hafızaya 
kaydettikleriyle ilgilenilir. Bu sınav sistemini biraz düşü­
nünce tıp, hukuk, fen bilimleri, tarih öğrencileri yani tüm 
öğrenciler yıl boyunca ezber bilginin haricinde gerçekten 
öğrendikleri bilgi miktarının ne kadar az olduğunu itiraf 
edeceklerdir. Okul zavallı gençleri her şeye temas etmeye 
mecbur bırakınca hiçbir şeyin esasına vakıf olamıyorlar. 
Tembelliğin öğretim görevlilerine kadar sirayet ettiği­
nı bilmekte fayda var. Tembellikten bahsederken önemli 
bir görevde olmak veya çok iş yapmış olmak fark etmiyor. 
Çünkü burada nicelik değil nitelik önemlidir. Nitekim 
çoğu zaman miktar işin kalitesini de bozar. La Fontaine' nin 
Rakun ile Kedi masalındaki rakun kestaneleri ateşten çıka­
rır. Burada rakun akılcı düşünceyi sembolize eder. Bu ben­
zetme doğru bir teşbihtir . 
. . . rakun patileriyle itinayla, 
külü kenara çekip parmaklarıyla, 
bir çok seferde çıkarır, 
önce bir, 
sonra iki, 
ve üç tane kestane . . .
Üniversitede öğretim görevlisi ise tekrara dayalı ders 
yapar. Sabit materyallerle desteklendiği için düşünmeye 
1 9


Jules Payot 
ihtiyacı yoktur. Yaratıcı düşünceye lüzum görmeden dersi­
ni anlatır. Zaman, Renan'ın8 bilim dünyasına dair tenkit­
lerini doğrulayacaktır. Bugün Paris Milli Kütüphanesi'ne 
her yıl yirmi binden fazla kitap geldiğini düşünürsek elli 
yıla kalmadan günlük gazeteler ve dergiler hariç bir milyon 
eser birikecektir. Bir milyon cilt! Bunlar geleceği olmayan, 
sonuç kısmı şüpheli ve her zaman tartışmaya açık çalışma­
lar. Her eserin yaklaşık iki santim kalınlıkta olduğunu farz 
edersek üst üste konulunca Mont-Blanc Dağı'ndan kırk 
kat daha yüksek bir seviyeye ulaşmış oluruz. Tarih ise bu 
isimleri unutacaktır. Ancak hafızalarda sebepleri ve sonuç­
larıyla büyük sosyal olaylar kalacaktır. Acaba soyut bilimler 
bu .bilgi yığını altında ezilip düşünce üzerindeki etkisini 
yitirmekten kurtulabilecek midir? Gelecekte ise "çalışma" 
kavramından bahsederken gerçek anlamda çaba sarf edi­
len, lüzumsuz detaylardan arındırılmış ve yoğun düşünce 
gücüyle üretilen konsantrasyon anlaşılacaktır. 
Gerçekte yaratmak, bir fikri bütünsel olarak düşün­
mek ve gün yüzüne çıkartabilmektir. Lüzumsuz detaylar 
ise gerçeği gizler, içimizdeki tembellikle bir olup gözümüzü 
boyar. 
Zihni tembellik ne yazık ki bütün öğrenme mekaniz­
mamızı ağırlaştırır. Eğitim müfredatımız adeta öğrencilerin 
kafası dağınık olsun diye hazırlanmış gibi. Zavallı gençle­
rin bir konuda var olan bilgileri yutarak diplere inmelerine 
engel olunuyor. Yükümlü oldukları derslerin çeşitliliği ger­
çeğin kıyısından geçmelerine neden oluyor. Mevcut müf­
redatın temelden mantıksız olduğunu nasıl düşünsünler? 

Ernest Renan, Fransız filozof, 1 823- 1 892. 
(Y.N.) 
20 


İrade Terbiyesi 
Aslına bakarsanız eğitimimiz, öğrencinin yaratıcılığını ve 
becerilerini köreltiyor. 
Birkaç yıl öncesine kadar askeri topçu gucumuzun 
hali içler acısıydı. Günümüzde ilerleme kaydetti. Neden 
mi? Çünkü önceleri obüs bombaları hedefe ulaşamadan 
patlıyordu. Şimdilerde ise geliştirilen özel patlatıcı sayesin­
de obüs bombası infilak etmeden önce birkaç dakika daha 
ilerliyor ve olayın kalbine, diplere inerek her şeyi param­
parça ediyor. Eğitim sistemimiz de düşünme yeteneğimize 
patlayıcı yerleştirmeyi unutmuş gibidir. Bilginin derinleri­
ne inilmesine izin vermiyoruz. 
Buna dur demek istiyor musun? 
O zaman marş marş ileri! 
İçimdeki isteksizliği nasıl yok edeceğimi bilmiyo­
rum . . .
Marş marş ileri! 
Seyyah, durmadan dinlenmeden, Matematik, Fi­
zik, Kimya, Zooloji, Botanik, Jeoloji, Dünya Ta­
rihi, Dünya Coğrafyası, Psikoloji, Mantık, Ahlak, 
Metafizik, Yönetim Tarihi. . .
Marş marş! 
Görünüşe aldanmanın, yüzeysel görmenin, sıra­
danlığın üzerine üzerine yürü ... 
Birçok öğrenci koşuşturmacaya üniversitede de aynen 
devam eder. Hatta daha hızlı. Ek olarak modern hayat şart­
ları ruh dünyamızı yok etmeye ve zihnimizi meşgul etmeye 
gayret eder. İletişimin kolaylaşması, seyahat sıklığı, gezme 
alışkanlığı düşüncelerimizi dağıtmaya sebep olur. Okuma­
ya zaman bile bulamayız. Coşkulu ama bir o kadar da boş 
bir hayat yaşıyoruz. 
2 1


Jules Payot 
Günlük gazetelerin yaydığı sahre relaş, dünyanın dört 
bir yanından gelen üçüncü sayfa haberleri yığını, bazı in­
sanları okumanın ne kadar da rarsız bir şey olduğu duygu­
suna sevk eder. 
Peki bunca dikkat dağıtan olay karşısında eğitim sis­
temimizin vasatlığı da göz önünde bulundurulursa bu 
durumdan nasıl kurtulmalıyız? Ayrıca bizi bu halden çıka­
racak olan irade terbiyesine eğitim sistemimizde yer veril­
memesi de ne acı değil mi? 
İrademizi güçlendirmek ıçın yapılması gerekenleri 
yapmıyoruz. Beynimizi depolamakla meşgulüz. Zihnimizi 
çalıştırırken irademizden de istifade edeceğimiz için onu 
beslememiz gerek. Buğday ekip büyütmek gibi canlandır­
maktan bahsediyorum. Gençler bugünün ötesini göremi­
yor. Günümüzde öğretmen baskısı, arkadaş alayları, bir 
taraftan cezalar, diğer taraftan ödül, iltifatlar. Yarın ise uzak 
olmasına rağmen lisans eğitimi, sınavlar, hatta en tembelin 
bile kolaylıkla başarabileceği ezberci baro ve tıp sınavları. 
İrade terbiyesi pek ciddiye alınmaz ancak insanı insan ya­
pan, hayatını düzene koymasını sağlayan bu değil mi? En 
parlak yetenekler dahi özgüven olmazsa sönmez mi? İnsan­
lığın büyük başarılarında en büyük pay sağlam iradelerin 
değil midir? 
Ne gariptir ki söylediklerimize herkes içinden katılı­
yor. Herkes isteksizlik ve boş düşüncelerle dolu davranışlar 
arasındaki dengesizlikren şikayetçi. Ancak henüz eğitimde 
irade terbiyesini ele alan bir kitap yayımlanmamıştır. Üni­
versite hocalarının henüz el atmadığı bu konuda gençler de 
kişisel olarak ne yapacağını bilmiyor. 
22 


İrade Terbiyesi 
Hiç çalışmayan rastgele on üniversite öğrencisini sor­
gulayın, itirafları şu olacaktır; önceleri lisede öğretmenimiz 
yapmamız gereken ödevleri söylerdi. Yapmamız gereken­
ler netti. Tarih kitabının şu sayfasından şu sayfasına kadar 
çalışın; şu geometri teoremini öğrenin; şu ödevi yapın; şu 
sayfaları tercüme edin. Bu ödevleri yaparken öğretmen 
motive eder, ödevler yapılmazsa da azarlardı. Şevkle bizi 
destekler, takip ederlerdi. Bugün bu durumdan eser yok. 
Ödev de yok. Günümüzde zamanı istediğimiz gibi kulla­
nıyoruz. Çalışma planımızı yaparken inisiyatif kullanmayı 
öğrenmediğimiz için ve bize zaaflarımızla ilgili hiçbir şey de 
öğretilmediği için adeta teoride can yeleğiyle yüzmeyi öğ­
renip sonra korumasız vaziyette suya atılmış gibiyiz. Doğal 
olarak boğuluyoruz. Ne nasıl çalışacağımızı biliyoruz ne de 
içimizde çalışma isteği var. Hatta irade terbiyesini nereden 
sağlayacağımızı da bilmiyoruz. Bu konuda pratik bilgi ve­
ren kitap da yok. Boyun eğiyor ve düşünmemeye gayret . 
ediyoruz. Bu çok acı bir durum. Kahve, bar ve de arkadaş­
lar var, eğlence devam ediyor. Zaman hızla akıp gidiyor. 
Birçok öğrencinin sahip olmadığı için yakındığı hususları 
bu kitapta yazmaya gayret ettik. 
23 


İkinci Bölüm 
Amacımızı Unutmayahm 
Her ne kadar eğitim müfredatımız gençlerin iradesini 
ihmal etse de kuşkusuz bizi değerli kılan irademizdir. Zira 
zayıf iradeli birisine kimse güvenmek istemez. Ayrıca ça­
lışmak için harcadığımız çaba irademizin ne oranda güçlü 
olduğunu gösterir. Bu konuda övünmekten de çekinmeyiz, 
çalışmamızı abartırız. Sabahın beşinde kalktığımızı söyler­
ken kimsenin bunu kontrol edemeyeceğini biliriz. Oysa 
saat sekizde halen yatakta olduğu görülen bir kişi geçen ak­
şamki tiyatro, misafirlik gibi uydurma bahaneler sebebiyle 
nadiren böyle geç kaldığını söyler. Bu arada bu işinden bık­
mış arkadaş, sınavlarından da geçememiştir. 
Öğrenciler arasında en yaygın muhabbetlerden biri de 
abartı meselesi olsa gerek. Hatta kendi kendine yalan söy­
lemeyen, çalışmalarını abartmayan, kendi kapasitesi hak­
kında hayal görmeyen genç neredeyse yoktur. Bu hususta 
yalan söyleme ihtiyacı, insanın iradesinden daha değerli bir 
şeyi olmadığına dair muhteşem bir örnek olmasın! 
İrade gücümüze yönelik eleştiriler bizi çok üzer. Çalış­
maya karşı isteksizliğimize getirilen eleştiriyi kabul etmek, 
iradesizliğimizi ve zayıflığı kabul etmek anlamına gelmez 
mi? Bir işte gayret ve sebat etmek hususunda bizi kabili­
yetsiz veya çaresiz görmeleri bizi basit, vasat bir insanmışız 
gibi değerlendirdikleri anlamına gelmez mi? 
24 


İrade Terbiyesi 
Çalışmaya gösterdikleri saygı, öğrencilerde azmetme 
arzusu olduğuna işaret eder. Elinizdeki kitap, gençlerdeki 
küçük de olsa bu arzuyu alıp çıkarmaya yardımcı olmayı, 
çalışma isteğinin uzun soluklu, düzenli ve nihayetinde ka­
lıcı bir huya dönüşmesini amaçlamaktadır. 
Zihni çalışmadan kastımız hem doğa bilimleri hem 
de başka insanların çalışmalarının incelenmesi olmalıdır. 
Bir ürün ortaya çıkarmak için öncelikle inceleme yapmak 
daha sonra da tüm zihinsel becerileri ortaya koymak gere­
kir. İşin zahmetli kısmı evvela dikkat etmek, ardından da 
konsantre olmak ve kendini tanımakta gizlidir. İkisi için 
de dikkat gerekir. Kısaca çalışmak, dikkat kesilmek anla­
mına gelir. Ancak maalesef dikkat istikrarlı, devamlı, uzun 
süreli bir durum değildir. Dikkati, gergin tutulmaya çalı­
şılan bir yaya benzetebiliriz. Aslında dikkat, sürekli tekrar 
eden bazen şiddetli, bazen sakin ve de birbirini takip eden 
irili ufaklı gayret gerektirir. Canlılık ve disiplin gerektiren 
dikkat, gösterilen gayreti adeta takip eder. Bunlar o kadar 
yakındır ki devamlılık arz eder. Fakat düzenli bir görüntü 
sergileyen bu devamlılık günde birkaç saat sürer. 
Gayretimizin gayesi düzenli ve sebat gerektiren bir 
dikkat göstermeye çabalamak olmalıdır. İrademize hakim 
olmayı güçlendirmenin yolu ise kendimize günlük vazife­
ler belirlemekten geçer. Bu sayede günde birkaç saat sarf 
edilen çabayı alışkanlık haline getirmekle nerelere ulaşa­
bileceğimizi tahmin bile edemezsiniz. Oysa coşkulu genç­
liğin içgüdüsü zihnen çalışmayı keyifsiz, renksiz görmeye 
eğilimlidir. 


Jules Payot 
Dağınık, düzensiz bir çalışmanın yoğun olmasının hiç­
bir faydası yoktur. Sarf edilen çaba tek bir neticeye yönelik 
olmak zorundadır. Bir fikrin veya duygunun içimizde can­
lanması ve yerleşmesi için samimi olması, devamlı olması ve 
tekrar etmesi gerekir. Bu fikir veya duygu yavaş yavaş ama 
sebatkar bir şekilde etkisini arttırır, adeta etrafını çevreleyen 
kaynakları oluşturup, kendisini empoze eder ve bir değer 
yargısı halini alır. Sanat eserleri de böyle ortaya çıkar. Bir 
dahinin kafasındaki fikir genellikle bir gençlik hayalinde ya 
da yaşanmışlıkta gizlidir. Bir yerlerde okunmuş birkaç satır, 
hayata dair bir anı, bir yerlerden kalan bir mutluluk ifadesi, 
irticalen söylenen bir söz bereketi anlaşılmayan bir fikre kay­
nak oluverir. Fikir o güne kadar ulaşan her şeyden beslenir. 
Seyahat, muhabbet, iki satır yazı, ona yoğuracağı ve kendine 
mal edeceği aynı zamanda güçleneceği kaynağı sağlar. İşte 
tam da bu şeklide Goethe, Faust eserini oluşturmak için tam 
otuz yıl boyunca yanında dolaştırır. Bu süre boyunca tohum 
toprak altında olgunlaşmakta, büyümekte, gitgide derine 
inip kök salmakta, diplerde ihtiyacı olan şaheseri oluşturan 
can suyunu arayıp bulmaktadır. 
Tüm önemli fikriler için geçerli olan bir kuraldır. Fi­
kir sadece içimizden geçip giderse hiçbir kıymeti olmaz ve 
vuku da bulmaz. Fikre düzenli itina, hassasiyet, samimi bir 
dikkat göstermek gerekir. Tek başına yaşayabilmesi için özel 
ilgi göstermek, saklamak, sahiplenmek gerekir. Onu uzun 
süre bilincinde canlı tutmak, ara sıra üzerinde düşünmek 
gerekir. Böylece fikirlerin uyuşumu diye adlandırdığımız 
çekim gücü sayesinde güçlü duygularla yaşam kaynağını 
bularak kendine çekecek ve kendine mal edecektir. 
Fikirlerin veya hislerin olgunlaşması, organize olması 
26 


İrade Terbiyesi 
yavaşça, sabırla, derin tefekkürle olur. Laboratuvarda üre­
tilen muhteşem kristal misali suyun içindeki milyonlarca 
molekülün yavaşça ve düzenli bir şekilde toplanmasını 
beklemek gerek. 
İşte bütün buluşların nasıl bir iradenin eseri oldu­
ğunun kanıtı. Newton yer çekimi kanununu sürekli dü­
şünerek keşfetti. Bilgeliğin "uzun bir sabır" gerektirdiği 
hususunda şüpheniz varsa Darwin'in itirafını dinleyelim: 
"Düşünürken ve okurken her zaman direkt olarak gördü­
ğüm veya görebileceğim meseleleri tercih ettim. Nitekim 
bilim alanında ne yaptıysam eminim bu disiplin sayesinde 
olmuştur." Darwin'in oğlu da babasının yıllarca bir düşün­
ceyi aklından çıkarmamak gibi bir huyu olduğunu söyle­
miştir. 
Özetlemek gerekirse zihnini kullanarak çalışırken is­
teyerek yani iradi biçimde dikkat kesilebilmek için sebat 
göstermek gerekir. Bu sebat hem harcadığımız eforun sıklı­
ğında ve hevesimizde hem de tek bir hedefin peşinde koşa­
bilme, yanıp tutuştuğumuz fikre veya duyguya itaatle bağlı 
olma gayretinde kendini göstermelidir. İnsanın doğası gere­
ği tembellik, bizi emellerimizden alıkoymak isteyecek ama 
bu yoldan bizi çıkaramayacaktır. İçimizde, cılız bir isteği 
nasıl ortaya çıkaracağımızın tahlilini yapmadan önce irade 
terbiyemize aykırı iki felsefi düşünceyi çürütmek gerekir. 
27 


Üçüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Cesaret Kıncı Teoriler 
Şimdi bize yanlış bilgiler veren iki spekülatif teoriden 
bahsedeceğiz. Ancak ikna etmek için kınamanın pek fayda­
sı yoktur, önemli olan yapıcı olmaktır. Bu nedenle kitabı­
mızda yapıcı olmaya çalışacağız. Bu teorilerden biri yanlış 
olduğu kad�r can sıkıcı da. En genel anlamda karakteri de­
ğişmez olarak düşünen teori. Bu Kant9 tarafından ortaya 
atılan, Schopenhauer10 tarafından ele alınan, Spencer'in de 
desteklediği bir hipotezdir. 
Kant' a göre, karakterimizi doğrudan, kendiliğinden 
edindik. Bu durumdan geri de dönülmez. Dünyaya, zama­
na ve mekana indikten sonra karakterimiz az çok ilerleme­
nin dışında değişmez. 
Aynı şekilde Schopenhauer karakterin sabit ve değiş­
mez olduğunu söyler. Örneğin bir egoistin arzularını şe­
killendiren kriterleri değiştiremeyiz. Egoiste sadece küçük 
bir çıkardan ziyade daha büyük bir çıkara ulaşacağını, kötü 
kalpliye de başkalarına laf etmenin kendisine de zarar ve­
receğini anlatırsanız vazgeçer. Ama onlardan egoizmi veya 
kötülüğü çıkarmak, kediyi fare kovalamaktan vazgeçirmek 
gibi olanaksızdır. Eğitimle o egoisti yanıltabilir daha iyi­
si fikirlerini düzeltebilirsiniz. En doğru yol kendisine de 
fayda sağlayacağı konusunda ikna edilecekse bunun yalan­
la değil de dürüstlükle yapmaktır. Ama başkaları için acı 

Immanuel Kant, Alman filozof, 1724-1804. 
(Y.N.) 
10 
Arthur Schopenhauer, Alman filozof, 1788-1860. (Y. N.) 
28 


İrade Terbiyesi 
duymayı öğretecekseniz bunun deveye hendek atlatmaktan 
daha zor olduğu aşikardır. 
Herbert Spencer ise insan karakterinin hayat koşul­
larından ve dış etkenlerden kaynaklanan sebeplerle çok 
uzun vadede değişebileceğini kabul eder. Ancak bu değişi­
min yüzyıllar alacağını bunun da biraz can sıkıcı olacağını 
söyler. Öğrencinin ise sadece yirmi yıllık bir eğitim süreci 
vardır. Bu fikre göre irade terbiyesinin pratik bir faydası 
olmayacaktır. Eğer kendimi sadece ahlaki eğitime verir­
sem, bu kadar sürede başarmam mümkün olamaz. Binlerce 
yıllık, belki de milyonlarca yıllık bana atalarımdan miras 
kalmış olan beynime kazınmış bir organik kayda benzeyen 
karakterimi değiştirmem çok da mümkün değil. Ataları­
mın muhteşem koalisyonuna karşı kişisel irademle kar­
şı koymam nasıl mümkün olabilir? Denemeye bile gerek 
yok, baştan kaybedeceğim kesin. Sadece elli bin yıl sonra 
gelecek kuşakların genetik olarak ve sosyal çevrenin etki­
siyle törpülenmiş mükemmel makinalara dönüşebileceği 
düşüncesiyle avunabilirim! 
Bu teorilerin argümanlarına bir göz atalım. Kant, fel­
sefesinde apriori 11 (önsel) bilgi diye nitelediği bakış açısının 
özgürlüğün kurulması için olmazsa olmaz olduğunu, yoksa 
sistemin onu ağaçtan kopan kurumuş bir dalın kırılışı gibi 
dışlayacağını ifade eder. 
Schopenhauer ise argümandan ziyade kusurları kul­
lanmayı tercih ediyor. 
Diyor ki; 
(1) 
Karakter düzeltilebilir olsaydı "yaş itiba­
rıyla hayatının ikinci yarısında olan insanların ilk yarısın-
11 
Doğruluğu tecrübeye veya algıya dayanmayan bilgi. (Y.N.) 
29 


da olanlara nazaran daha erdemli olması gerekirdi", ki bu 
doğru değil. 
(2) 
Hayatı boyunca bir kez bile olsa hata yapmış biri 
ömür boyu gözümüzden düşer, kendisine karşı güvenimizi 
yitiririz. Bu da kalıcı karaktere inandığımızın kanıtıdır. 
Biraz düşününce bunlar neyi ifade eder? Bu iddialar 
sadece insanların çoğunun karakterini yenilemeye gayret 
etmediği anlamına gelir. İrademiz müdahale etmediği müd­
detçe hayatımızı dürtülerimiz şekillendirir. İnsanların Çoğu 
dışarıdan birileri tarafından yönetilir. Tıpkı Dünya' nın 
Güneş etrafında dolanırken izlediği yörüngeyi sorgulama­
dığı gibi modayı, fikirleri sorgulamadan takip ederiz. Ça­
lışanlar, fakir fukara, kadınlar, çocuklar, insanlar, çoğumuz 
ayakta kalma mücadelesi veriyoruz. Belki biraz karmaşık 
yapıya sahip mutlak surede bilinçli, içgüdüleri olan ve de 
garip isteklere sahip kuklalar gibiyiz. İnsan içindeki idealist 
duyguları ve asil ruhunun izini bırakıp içgüdüleriyle hare­
ket ederse yoldan çıkmaya yüz tutar. Bu sebeple erdemli 
yaşlıların gençlerden fazla olmaması şaşırtıcı değildir. 
Egoistin sahip olduğu en değerli varlık hayatıdır. Ego­
istin geçici heveslere kapılıp, malını veya büyük uğurlarda 
canını feda ettiği hiç görülmemiş midir? Elbette görülmüş­
tür. Yarım saatliğine bile olsa değişen karakterler sabit ka­
rakter değildir ve daha sıklıkla değişme ihtimali de yüksek­
tir. Schopenhauer baştan sona aynı karaktere sahip egoisde 
nerede karşılaştı acaba? İnsan doğasının bu kadar basit ol­
ması mümkün değildir. Karakterin homojen bir blok oldu­
ğu inancı yüzeysel bir gözlemden ibarettir. Karakter birçok 
etkenin neticesidir. Yaşayan insanların gözlemleri Kant ve 
30 


İrade Terbiyesi 
Schopenhauer'in naif teorilerini alaşağı etmeye yeter. De­
ğişmez karakter mevzusunu bir kenara bırakalım, çünkü 
zaten ayakta duracak hali yok. 
Şimdi sıra kendini beğenmiş, kendi üzerinizde ege­
menlik kurabilirsiniz düşüncesine sahip, bunun da çok 
kolay yapılabileceğini iddia eden ve en az kaderciler kadar 
ümit kıran teoriye geldi. Özgür irade teorisinden bahsedi­
yoruz. 
Eski çağlarda çocuk hiçbir zorluktan sakınmadan an­
cak sebat etmesi durumunda başarının geleceği perspekti­
fiyle ve ancak sekiz yıllık sıkı bir çalışmayla başarılı olabile­
ceği düşüncesiyle yetiştirilirdi. 
1 870'ten sonra Fransa' nın "büyük olsun" demekle Bü­
yük Fransa olmadığı gibi biz de işi yaradılışımıza bırakarak 
kendimize hakim olmayı sağlayamayız. Ülke çok zor, se­
batkar yirmi yılın ardından ayağa kalkabildi. Aynı biçimde 
bizim ayağa kalkışımız da sabırla olacaktır. İnsan kendine 
hakim olmanın paha biçilmez bir değer olduğunu zamanla 
öğrenecektir. Hayattan ne istediğimiz, ne olacağımız, ha­
yatta oynayacağımız rol kendine hakim olmaya bağlıdır. 
İnsanlardan beklediklerimiz ve insanlara vereceğimiz değer 
sabırdan geçiyor. 
Sebat etmenin ise bir bedeli var. Çalışmaya dair irade­
yi oluşturmakla başarma arzusu arasında sıkışıp kalmayan 
öğrenci var mıdır? Hocalarımız "Siz nasıl isterseniz! " der­
di. Hocanın bu ifadesine inanırmış gibi yapardık. Kimse 
de çıkıp bize onunla nasıl baş edeceğimizi, istemenin nasıl 
edinileceğini söylemezdi. Doğal olarak kadercilerin çocuk­
su teorilerine körü körüne inanmak zorunda kaldık. En 
3 1


Jules Payot 
azından bizi telkin ediyor, üstelik çaba göstermenin boşuna 
olduğunu söylüyordu. Bu teorilerin yanlış olduğunu gör­
memek için kendimizi tembelliğe verdik yavaşça. 
Dünya üzerinde tüm değerler gibi ahlaki özgürlük de 
siyasi özgürlük de uğraş vermeyi ve savunmayı gerektirir. 
Yoğun .uğraşların, sebatın ve de becerilerin meyvesi olacak­
tır. Özgürlüğü hak etmeyen hiç kimse özgür olamaz. Öz­
gürlük ne bir hak ne de bir olgudur, o bir ödüldür. Mutlu­
luk için en elzem, en büyük bir ödüldür. Bir manzara için 
güneşin ışığı neyse hayatın tüm olaylarında da özgürlük 
öyledir. Ayrıca ona ulaşamayan, hayatın tüm güzelliklerin­
den mahrum kalır. 
Elbette özgürlükten kastımız "kendimizi kontrol et­
mek". Dürtülerimizi, ahlaki duygularımızı ve de kendimizi 
tamamen kontrol edebilmeyi kastediyoruz. Gerçek özgür­
lük için kusursuz bir öz hakimiyet gerekir. 
Söylemesi kolay, işimiz zor ve meşakkatli. Cahiller de 
kendini beğenmişler de başarılı olamaz. Uzun bir çalışma­
yı ve taktiği benimsemek gerekir. Psikolojiden bihaber, en 
azından bir bilene danışmadan arenaya çıkmak, satrançta 
taşların nasıl ilerlediğini bilmeden tecrübeli bir rakibe karşı 
oynamak gibidir. 
Özgür irade savunucuları bir şey ortaya çıkarmadan veya 
iradi olarak yaratmadan, bir canlıya veya eşyaya doğasında ol­
mayan enerjiyi veremezseniz özgür değilsinizdir derler! 
Oysa özgürlüğümüzün tek garantisi psikoloji kanunla­
rıdır. Bu aynı zamanda kendimizi tanımamızı sağlayan tek 
araçtır. 
32 


İrade Terbiyesi 
Uzun soluklu bir işi isteksiz olarak, sevmeden yapmak, 
baştan kaybetmek anlamına gelir. Başarmak için işine saygı 
duyman gerekir. Bakarsan bağ olur ve büyür. Psikoloji ku­
rallarını da düzgün bir biçimde kullanırsanız, sapasağlam 
bir karara dönüşür. Böylece karıncaya yem olacak bir to­
hum kasırgalara kafa tutan bir meşeye dönüşebilir. 
Özgürlüğümüzü garantiye almak için yapılması gere­
ken tek şey hayata dair bir planımızın olmasıdır. Psikoloji 
kurallarına ilişkin bilgi ve becerilerimiz bize değişkenleri 
ve birleşimleri yöneterek seçilen planı gerçekleştirmemizi 
sağlar. 
Bizim irade terbiyesi için özgür olmaktan anladığımız 
şey özgür iradecilere nazaran belki daha cazip gelebilir. An­
cak onlardan farklı olarak bizim özgürlük anlayışımız "ba­
ğımlılık" gibi içimizdeki düşmanlarımıza karşı daha ciddi 
koruma sağlar. 
İrade terbiyesi yolunda bize engel teşkil edecek teo­
rilerden kurtulduğumuza göre konumuza geri dönebiliriz. 
33 



İKİNCİ KİTAP 
KİŞİYE ÖZEL TAVSİYELER 
Birinci Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: 
Cinsel Dürtüler ve Şehvet 

Mücadele etmemiz gereken iki düşmanımız var; tem­
bellik ve nefse düşkünlük. Kişi tembellik yüzünden kendini 
tamamen bırakırken ortamın da ahlaki açıdan korunaksız 
hile gelmesine sebep olur. Diğer bir deyişle tembellik in­
sanı şehvete iter. Biraz daha ileri gidersek stoacıların dediği 
gibi ahlaki çöküntü de tembelliğe neden olur. 
İhtiras insanın kendini kaybetmesine neden olmaz mı? 
İhtiras, insanda hayvani dürtülerin coşmasına, gözün kör 
olmasına, beynin kararmasına sebep olur. İnsanlığımızı, 
gururumuzu, benliğimizi bizden alır; devam ettiği sürece 
hayvanlar gibi oluruz. Kısa sürmesi nedeniyle ihtirasın çok 
da tehlikeli olmadığı düşünülebilir. Ancak etkisi itibarıyla 
35 


Jules Payot 
tehlikelidir. Bunu yer çekimine benzetebiliriz. Bir binanın 
sağlam olması için mimar yer çekimi kanununu kendi le­
hine çevirmeyi bilmelidir. Bizim durumumuz için de aynı 
şey geçerli. Karşıt güçlerden istifade edebilmeyi öğrenmeli­
yiz. Hatta karşıt güçleri bizim için savaşan güçlere dönüş­
türebilmeliyiz. Bir gücün bizim yandaşımız mı düşmanı­
mız mı olduğunu nasıl bilebiliriz? Çok basit. Tembelliğe 
sebep olan psikolojik tüm güçler bize zarar verir, aksi yönde 
çalışan güçler ise bize fayda sağlar. 
Şimdi her şey daha net. Enerjimizi tüketen veya dü­
şüren istekleri azaltmak hatta yok etmek ve canlılık sağla­
yacak olanları da ortaya çıkarmak gerekir. Devamlılık arz 
eden bir azmi zayıflatan pek çok sebep vardır. En önemlisi 
bilhassa gençlerde karşılaştığımız şehvetli hayaller kurma­
larıdır ki bu onlarda yalnızlığa da sebep olur. Ardından ar­
kadaş faktörü gelir. Bar, restoran hayatı hüzün getirir, şev­
kinizi kırar. Tembellerin tembelliklerini örtbas etmek için 
sıkça kullandıkları bahanelere bir süre sonra akıllı kişiler 
bile düşmeye başlar. 
Burada dürtülerimizden kaynaklanan ve psikolojimize 
zarar veren durumları inceleyeceğiz. Okul hayatında genç 
ergen evdeki baskıdan, ödevlerden, rekabet nedeniyle veya 
sınav endişesiyle düzenli yaşayıp çalışırken hayallere ka­
pılmaya pek fazla zamanı olmaz. Ne zaman ders saatleri 
azalıp teneffüs saatleri artarsa aksi olur. Maalesef geçmişte 
özellikle yatılı öğrenciler akşam etütlerinde vakitlerinin ço­
ğunu hayallere, cinsel içerikli düşüncelere dalarak geçirirdi. 
Liseden mezun olduktan sonra şehirde gözetimsiz, anne 
baba kontrolü olmaksızın muhtemelen de işsiz güçsüz ya­
şarken saatlerini boşa harcar, tembellik de olduğu gibi üze-
36 


İrade Terbiyesi 
rine çöker. Bu dönemde bir de fizyolojik değişiklikler artık 
sona ermiştir. Gencin gelişimi neredeyse tamamlanmıştır. 
Bundan sonra iş bulma en belirgin stres kaynağı olacaktır. 
Üstüne üstlük üreme isteği de belirgin bir şekilde ortaya 
çıkar. Beaumarchais12 edebi bir şekilde Cherubin'de bu 
acı gerçeği işler. Henüz seveceğimiz kadına karar verme­
miş, "sevmeyi sevdiğimiz" dönemlerdir. Genç bu dönemde 
coşkulu, dışa dönük, savurgan, tutkulu bir dönem yaşar. 
Ama maalesef hayatın bir dönüm noktasına gelmiştir. Bu 
coşkunun bir yerlere akması gerekir. Bu enerji doğru yere 
kanalize edilmezse yanlış sapkınlıklara dönebilir. Erdem ile 
kötü alışkanlıklar arasında gidip gelen Herkülümsü enerji 
bu dönemde ortaya çıkar. Tercih edilen taraf hangisi olur­
sa olsun çok hararetlidir. Gençlerin çoğunluğu açısından 
tercih bellidir. Eğitime nefret, içler acısı örnekler, sağlıksız, 
nefes alınamayan ortamlar, iradeyi zayıflatan, hayalleri kö­
relten çevreler neredeyse oralara takılır. Çabayı bıraktıkları 
anlamına gelmez çünkü ortada çaba yoktur zaten. Diğer 
yandan pembe hayallerle yaşadığı bu ortam çalışmaktan 
daha eğlencelidir ve daha az çaba gerektirir. İş başa düşün­
ce öğrencinin ertesi güne ertelediği gibi, genç de pembe 
hayallere kapılıp güzelim zamanını boşa harcar. Peki kaç 
genç gerçekten pembe romantik bir hayat yaşıyor? Sevgili­
ye yüksek sesle güzel sözler söylemeler hiçbir zaman yeterli 
görülmez. Hayatın bu şekilde devam etmeyeceği bellidir. 
Ayrıca on sekiz yaş gençliğinin hayalleriyle karşılaştırılın­
ca bizim romancılarımızın romanları ne kadar da soluk, 
renksizdir! 
12 
Pierre Augustin Caron de Beaumarchais, Fransız oyun yazarı, 
1732-1799. (Y.N.) 
37 


Jules Payot 
Yıllar sonra ciddi işlerle ilgilenmeye başlayınca içimiz­
deki şairi, ozanı yitirdiğimizin farkına varırız. Ne yazık ki 
uzun saatler boyunca kurduğumuz güzelim hayaller gencin 
daha hayati işlere konsantre olmasına engel olur. Bir keli­
me, bir öneri, bizi işimizden alıkoymak için yeterli olur. 
Kendimizi toparlayana kadar bir saat geçmiş olur. Üstüne 
üstlük odada yalnız başına yapılacak çalışma o kadar iti­
cidir ki isteğimiz kaçar. Pembe bulutlardan aşağı, gerçek 
hayata inmek çok zor gelir. Oysaki boş hayaller zararlıdır. 
İşe verilmesi gereken çok değerli saatler bu faydasız alışkan­
lıkta tüketiliyor. 
Zihinsel ve duygusal savurganlığın sebebi hem yüzeysel 
hem de maalesef aynı zamanda derindir. Derin sebeplerden 
bir tanesi daha önce bahsettiğimiz fizyolojik değişimden 
kaynaklanır. Kişinin gençliğe adım attığı zamanlardır. Fizi­
ki imkanlarla çevresel farklılıklardan kaynaklanan sorunlar 
yaşar. Lise eğitiminden sonra koşullara uygun olarak evlen­
mesi için yaklaşık sekiz ila on yıl boyunca çalışması lazım­
dır. Bizde genç kızların eşleri tarafından "satın alınması" 
normal görülür ve gençlerin başlık parasız evlenmesi çok 
da mümkün değildir. Bu durum adeta onların gençliğini, 
enerjilerini alır, tüketir. Beklemeyi tercih ederler ve genel­
likle hesap hatası yaparlar. Ne yazık ki beklemek genç kızın 
işine gelmez. Çünkü beklemek sağlığını etkiler. Hayat pa­
halılığı, masraflar vesaire derken avarelikle sonuçlanan bir 
yol olur. 
Böyle bir sosyal gelenek nedeniyle genç erkek otuz 
yaşından önce evlenemez, fiziksel ihtiyaçları ile kötü alış­
kanlıklar arasında hayatının en güzel on yılı sıkıntıyla ve 
bocalayarak geçer. Oysaki bu süreyi çaba göstererek geçiren 
38 


irade Terbiyesi 
çok fazla olmaz ve genellikle boş, saçma, umut kırıcı bir 
hayat ile gençliklerini heba ederler. 
Geç evlilik nedeniyle hayatları kayan genç sayısı azım­
sanmayacak kadar çoktur. Ne hayaller, sağlıklar, enerjiler 
çılgınca harcanmıştır! Evlenmenin sorunlu olmasının se­
bebi zor koşullar konulmasıdır. Ama bu koşullar sadece 
bu yaşlarda tahammülle kaldırılabilir. Yaşadığımız ve karşı 
tarafa yaşattığımız hayallerimiz egoist bir beklenti asla de­
ğildir. Kendi ve başkaları açısından sağlam bir iş disiplini 
edinmesini sağlar. Başlık parasıyla evlenmek dezavantajlı 
olmasına rağmen, duygusal açıdan avantajları vardır. Karı 
koca birbirlerine karşı sorumluluk hisseder. Böylece kadı­
nın önceliği eşinin sağlığına özen göstermek olur. Yemeği 
yapmak için yardımcı bayan almak istemez. Hazırladığı 
yemeklerin kendisi ve eşi için sağlıklı olmasına gayret eder. 
Diğer yandan erkek maddi yükün kendisinde olduğunu bi­
lir. Her anlamda sağlıklı, titiz, becerikli ve sevgi dolu eşini 
evde bırakıp gider. Eve döndüğünde sevgi, sıkıntılı zaman­
larında da teselli bulacağını bilir. Evini mutlu yuvalarda 
olduğu gibi temiz ve düzenli bulacaktır. Gençler için has­
talıklara, kötülüklere karşı beraber göğüs germekten daha 
değerlisi yoktur. Yaşam ilerledikçe sevgi ve mutluluk artar. 
Birinin duygusal diğerinin maddi desteğiyle kendimizi 
geliştirirken, alınan hediyeler ve yeni mobilyalar da tarif 
edilemez keyif verir, bağların güçlenmesini sağlar. Sade bir 
şekilde başlayan ilişki yaş ilerledikçe büyür. Uzun süreli ça­
lışmaların ödülü olarak görevler azalır, mutlu bir yaşlılık, 
sakin bir hayat başlar. Şairin dediği gibi: " . . . insanoğlu hak­
kını vermeden çabasız, edinemez huzurlu hayatı tasasız. "13 
13 
Rene François Armand Prudhomme (Sully Prudhomme), Fransız 
şair, 
1839-1907. (Y.N.) 
39 


Jules Payot 
Erken yaşta evlenmekte tereddüt etmeyelim ama bu­
nun için çeyizden ve başlık parasından vazgeçmek gereke­
bilir. Bu yüzden eşi ona göre seçmek lazım. Eğitimine de­
vam edip geç evlenen kadınların evde kalma olasılığı daha 
yüksek olacaktır. Tıpkı bir sera meyvesi gibi hareketsizlik
havasızlık. .. Korse kullanan genç kızlar hamileliğe uygun 
olmazlar. Doktorlar uterusun rahatsız edici derecede sı­
kıştırılmaması konusunda hemfikirler. Daha acısı, yatılı 
okulda pansiyondayken hazır gelen muhteşem yemekler 
vardır, yorulmalarını gerektirecek bir durum olmaz; akşam 
operaya giderler, romantik kitaplar okurlar. Okulu bitir­
dikten sonra tüm bu rahatlığın hayatından çıkması genç 
kızın olumsuz etkilenmesine neden olur. Bu sosyetik kızla­
rın dünyadaki acılar hakkında ne kadar az malumat sahibi 
olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Ayrıca dünyanın ger­
çeklerinden uzak, kapalı bir çevrede, modern dünyada ye­
tişmeleri ileride gerçek hayatla karşılaşınca tüm fikirlerinin 
yerle bir olmasına sebep olur. Kesinlikle işçi ailelerin kız­
larından daha az beceriye sahip olduklarını söyleyebiliriz. 
Zengin aile kızları için en azından eğitimliler diyebilir 
miyiz? Ama maalesef! Bu konunun çok abartıldığını düşü­
nüyorum. Sağlam bir eğitim aldıklarını sanmıyorum. Çok 
bilgiyle yüklendikleri doğru olabilir ancak bu bilgileri yara­
tıcı fikirlere dönüştürdükleri tartışılır. Uzun zamandan beri 
kız yetiştirme yurtları genel müfettişliği yapan Bay Manu­
el'in birçok gelişim raporunda belirttiği üzere "kişisel" bir 
şeyler ortaya çıkarmalarını pek beklemeyiniz. Biz zihnen 
çalışan Fransız erkekleri zaten onlardan çok başarılı çocuk­
lar yetiştirmelerini de beklemeyelim. Eğer erkek becerikli 
biriyse çok fazla eğitim almamış olsa bile düşünen, dürüst, 
hakkaniyet duygusuna sahip bir hanım daha uygun olacak-
40 


İrade Terbiyesi 
tır. Erkeğin içinde olup da göremediği ilişkileri, meselele­
ri kadın dışarıdan daha rahat görebilir, değerli fikirlerinin 
eşiyle dünya arasında bir bağ olmasını sağlayabilir. Detay­
ları kaçıran erkek genelle uğraşırken kadın muhteşem balı­
ğı yakalayabilir. 
John Stuart Mili, arkadaşları Bain'in aksine Harriet 
Taylor Mill'den14 övgüyle bahseder. Ekonomi Politikası 
isimli kitabında Mili, kadınların pratik fikirlerine methiye­
ler düzer. Bayan Taylor'un en büyük etkisi şu olmuştur; bir 
harem dolusu kadındansa akılcı, gözlem yeteneğine sahip 
bir kadının varlığı düşünür için daha değerlidir. 
Eğitimine devam edip evlenme işini öteleyen genç 
liseden mezun olur olmaz evlenemeyeceğinden fiziksel 
ihtiyaçlarıyla baş edebilmek için bu dönemi çok iyi de­
ğerlendirmelidir. Aksi halde taktiksel hatalar yüzünden ba­
şarısızlık kaçınılmaz olacaktır. 
II 
Özellikle on sekiz ila yirmi yaş arasındaki gençler için 
yazılmış bir kitapta cinsellikten bahsetmemek olmaz. Üs­
telik dahi diye niteleyebileceğimiz insanların bile bu ko­
nuda ne denli zorlandıklarını biliyoruz. Kant'ın eserinde 
buna ayırdığı güzelim bir sayfa Fransızca çevirisinde nokta 
noktalarla dolu! Bu konuda yemek sonrası "saygıdeğer" er­
keklerin laubali bir şekilde muhabbetlerini duymanız top­
lumun bakış açısını çok net olarak görmeniz için yeterli. 
Ergenliğin verdiği duygusal gelgitlerin cinselliğe dönüştü­
ğü bir gerçek. Karmaşık düşünceler netleşir, arzular eyleme 
14 
Harriet Taylor Mili, İngiliz filozof, John Stuart Mill'in eşi, 
1807-
1858. (Y.N.) 
41 


Jules Payot 
dönmeye başlar ve genç utangaçlığa dönüşen davranışlar 
sergiler. Daha cesur ve zengin olanlar mesleği kendini sat­
mak olan kadınlara takılır. 
Hayat kadınlarıyla ilişkiye girmekten kaynaklanan 
sonuçlar kimseyi çok fazla endişelendirmiyor gibi. Sağlık 
açısından son derece olumsuz etkileri vardır; bu ortamla­
ra giden gençler çabuk yaşlanmış gibi görünürler. Çeşidi 
kas yetmezliği ve bel, omurilik gibi bölgelerde sorunlarla 
karşı karşıya kalırlar. Yüzlerinin rengi solar, canlılığı gider. 
Gözler ferini yitirir, donuklaşır, çevresi mavimsi bir renk 
alır. Beden adeta çöker. Yorgunluk belirtilerinin devam et­
mesi durumunda hayatına kast etmeye başlar. Daha henüz 
otuzlu yaşlarda, belli belirsiz mide ağrıları çeker, nevralji, 
kalpte hipertrofı, görme kayıpları gibi sonuçlarla karşı kar­
şıya kalır. 
Bu cinsellikten sadece vücut değil, hafıza da nasibi­
ni alır. Akıl canlılığını, kıvraklığını yitirir. Baygınlaşmaya, 
hissizleşmeye başlar. Dikkat dağılır, azalır. Günler kaygısız, 
tasasız, umursamaz ve iğrenç bir tembellikle akar gider. Ça­
lışmanın verdiği tüm olumlu yönleri kaybederiz. Dolayı­
sıyla hayat tam bir eziyete döner. 
Sonunda bedensel keyfin yerini vahşi hisler alır. Yumu­
şak tepkiler yerine kaba saba hareketler içimizde yer eder. 
Keyif aldığımız zevkler bu sarsıntılı durumlar nedeniy­
le mahvolur. Cinsel istek, kısa sürmesi nedeniyle ardında 
yorgunluk ve iğrenme bırakır. Sonra kişinin ruh hili genel 
itibarıyla üzgün ve suratsız olunca doğal olarak gürültülü 
ortamlar arar. Bu bir kısır döngüdür. Bu sapkınlığın birçok 
sebebi var. Fiziksel sebebi olduğunu gördük. Acıktığımızda 
42 


irade Terbiyesi 
midenin guruldaması gibi, nefessiz kalınca ciğerlerin tep­
ki vermesi gibi, cinsel organımızda da cinsel sıvılar artınca 
açıklanması zor olan bir sebeple boşalana kadar aklı meşgul 
eder ve dengeyi bozar. 
Ancak burada midenin eksiklikten kaynaklanan tep­
kisinin aksine bir fazlalıktan kaynaklanan sorunla karşı 
karşıyayız. Harcanması gereken bir fazla enerji söz konusu­
dur. Oysaki fizyolojide, bütçede olduğu gibi para transferi 
yapmak mümkün. Aynı sistem burası için de olası. Fazla 
enerjinin kaynağı ne olursa olsun arkasından yorgunluk 
ortaya çıkar. 
İhtiyaç olmasaydı çabaya gerek kalmayacak, baş et­
mesi kolay olacaktı. Ama çevresel faktörler nedeniyle ateşe 
çomak sokulmuş gibi harlanır, anlık krizler şeklinde ortaya 
çıkar, dayanılmaz haller alabilir, hatta sapıklıkla, aptalca 
kriminal olaylarla sonuçlanabilir. 
Bu azgınlığın birincil sebebi yeme alışkanlığımızla il­
gilidir. Daha önce gördük, neredeyse hepimiz çok yiyoruz. 
Yemeklerimiz çok fazla ve çok kalorili. Tolstoy'un dediği 
gibi aygır gibi yemek yiyoruz. Genç tıka basa yiyip yemek­
ten kalktıktan sonra ses tonu, enerjisi yüksek olunca şimdi 
hummalı sindirim esnasında verimli çalışması ve temel iç­
güdülerine karşı başarılı olabilmesi mümkün mü siz söyle­
yin? 
Bunlara genellikle uzun süre geçirilen kafelerin sağ­
lıksız ortamlarını veya sınıfın sıcak ortamlarında oturma 
pozisyonlarını ve kesinlikle cinselliği tetikleyici uzatılmış 
uykuları da ekleyelim. Kesinlikle diyoruz çünkü sabah 
uyuklamalarını takip eden uykular iradeyi resmen eritir. 
43 


Jules Payot 
Savunmasız şekilde canavarla karşı karşıyayızdır. Bazıları 
bu sıcak ortamlarda yapılan çalışmanın verimli olduğunu 
iddia edebilir ama bu tamamıyla yanlış. Akıl detay kabili­
yetini yitirdiğinden en basit fikirler bile ilginç gibi görü­
nebilir. Bunun göstergesi olarak sabah fikirlerimizi kaleme 
dökelim deyince hiçbir şey çıkmaz; aklın sözde çalışması 
değersiz, otomatik bir düşünceden başka bir şey değildir. 
Otomatiktir çünkü içimizde salıverilmiş mekanik bir 
canavar gibi içgüdüsel olarak ortaya çıkan arzular, istek­
ler vardır. İstisnasız olarak koyabileceğimiz bir kural olarak 
yukarıda ifade ettiğimiz gibi genç biri için fazladan yatakta 
kalınan bir iki saatlik uyku feci hatadır. 
Fiziksel sebeplere çevresel faktörleri de ekleyebiliriz. 
Vasat, karaktersiz, enerjisi düşük, ahlaki değerleri zayıf 
arkadaşlara takılmak son derece zararlıdır. Maalesef itiraf 
etmek gerekirse dünyanın her yerinde işe yaramaz öğren­
ciler mevcuttur. Grubu bulandırırlar, delilikleri gruptaki 
diğerlerine de bulaşır. Restoranda, özellikle fakültedeki 
küçük yemek masalarında gürültülü, metotsuz, içi boş ko­
nuşmalar olur. Bu sohbetlerden ekstra coşmuş olarak çıkı­
lır, haylaz kaba saba arkadaşın en ufak sapkın düşüncesiyle 
dolduruşa gelinir. Alem ortamlarına, barlara takılmaya gi­
dilir. Bu ortamlardan çalışma alışkanlığına geri dönüş zor 
ve zahmetli olur. Bu hal, gencin dürtülerine, süte katılmış 
yanlış bir maya gibidir. 
Keşke bu çöküntünün tek sebebi bunlarla sınırlı olsay­
dı, o zaman kolaylıkla baş edilebilirdi. Ama maalesef daha 
vahimi bahaneler ve toplumsal kabullenmeler bazı taşkın­
lıkları mazur gösterir. 


İrade Terbiyesi 
Yapısı gereği ama olan cinsel dürtülerimiz akıldan al­
dığı yön doğrultusunda amacına yaklaştığı ve ortamını bul­
duğu an gücü korkutucu bir hal alır. Diğer yandan cinsel 
arzular nasıl olursa olsun çekicidir ve doğası gereği kendine 
dayanak oluşturacak fikirleri kendine çekip bu fikirlerden 
ilave güç bulur. İkisi arasında sıkı bir ilişki, ilişkiden de öte 
iş birliği vardır. Öyle ki ikisinden biri zayıflayınca diğeri 
devreye girip canlandırır. Dolayısıyla birbirlerinin sürekli 
canlı kalmasını sağlarlar. Bu durum özellikle cinsel eğilim­
ler için geçerlidir. Resimler oldukça büyük bir rol oynar. 
Cinsel organları çok hızlı bir şekilde uyarır. Cinsel uyarıl­
ma gerçekleşince aklı devreden çıkarır. Halüsinasyona va­
ran şiddetli önerilerde bulunur. Başka hiçbir eğilim, resim 
veya hayalle bu kadar uyarılmaz. Hayal kurmanın cinsel 
arzulardaki rolü inanılmaz büyüktür. Amaçsız, içi boş bir 
akıl, içgüdüsel arzulara hizmet etmekten başka bir şeye ya­
ramaz. Bunun kanıtı olarak cinsellik konak bahçelerinde işi 
olmayan beyefendilerin en belirgin etkinliği oldu. Çalışan­
lar içinse olması gerektiği gibi yemekte meze. 
Zaten zor olan bu savaşta gencin ihtiyacı olan desteği 
çevresinden alması gerekirken çevresinin tam tersine uya­
rıcı faktöre dönüşmesi çok acıdır. En ufak yanlış bir ma­
nevrada geminin direği ikiye ayrılır ve kontrolü zor olan 
gemi tamamen cinsel isteklere teslim olur. Gencin iradesi 
mart ayının havası gibidir. Asla hava güzel diyemezsiniz, 
görünüşte hava güzel olduğunda bile her an değişebilir. 
Bir anda esen rüzgarla hava soğuyabilir, buz gibi bir hava­
ya dönüşebilir. Bu yüzden gencin en ufak hava değişimine 
neden olacak ortamlardan uzak durması gerekir. Ama hem 
toplumun içinde olması hem de kendini koruması nasıl 
mümkün olur? 
45 


Jules Payot 
Genç aklını başından alan bir ortam içindedir. Tüm 
çevresel faktörler aleyhine kurulu gibidir. Düzgün yetişmiş 
insanların sanatsal ve zihinsel etkinliklerden uzak oldukla­
rı, aynı zamanda doğanın gerçek güzelliklerinin değerini 
bilmedikleri kanısındayım. Nitekim cinsel istek sadece in­
sana mahsus değildir. Aynı zamanda tüm hayvanlarda ol­
duğu gibi cinsel istek uzun süreli özveri, çaba gerektirmez. 
Hemen ve aniden elde edildiğinde istek söner ve olağan 
zevkler bizi paklamayacağından kişi daha sapkın zevklere 
yönelmeye başlar. 
Sonuç itibarıyla işin doğrusu buluşmalar, müzik, sah­
ne oyunları vs. cinsel buluşma imkanları sağlamanın ba­
hanesidir. Bu buluşmalar sonrası genç, mütevazı odasına 
dönünce kafası karışmıştır. Danslar, heyecan dolu akşam, 
ışıklar ile bomboş odası arasındaki çelişkili durum gencin 
akıl sağlığına tamamen zararlıdır. Akıl sağlığına bundan 
daha zararlı bir durum olamaz. Üstelik bu zevklerin zararlı 
olduğuna ilişkin kimse ona akıl da vermemiştir. Gücü ve 
hayalleri nedeniyle kabuğundan çıkmak için çaba göster­
mediğinden gerçeği de görmeyecektir. Oluşturduğu çev­
re gerçeği görmesine engel olur. Sonra da sakin, huzurlu, 
özgür hayatının kendisine gittikçe monoton ve sevimsiz 
gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. Kendine gelmek için çaba 
sarf etmeyecektir. Çünkü aldığı eğitim onun bu tehlikeli 
durumdan korumak için yeterli değildir. Tam tersine gü­
nümüz edebiyatının neredeyse tamamı onun işini zorlaş­
tınrcasına cinselliği över. En değerli romancılarımıza, şa­
irlerimize göre insanoğlunun en kıymetli yönü insanlarla 
hayvanlar arasında ortak olan içgüdüsel tatmin olma duy­
gusu! Ama anlık bir tatminden bahsediyoruz, üstün bir 
akıldan veya davranıştan değil! 
46 


İrade Terbiyesi 
Carlyle'nin, Thackeray'de en nefret ettiği şey Fransız 
usulü aşkı hayatın tek varlığıymış gibi görmesiydi, ancak 
aşk (aşk dediğimiz şey) hayatın sadece kısa bir döneminde 
yaşanır ve bu kısa dönemde bile daha önemli işlerimizden 
yalnızca biridir. İşin doğrusu aşka tutulduğunuz dönemlere 
kimse dönüp bakmak, hatta bahsetmek istemez. 
Manzoni15 ise "okurlarımı aşka davet edecek deği­
lim . . . Bu dünyada aşk gereklidir ama zaten fazlasıyla var. 
Aşk için fazladan çaba harcamanın bir anlamı yok çün­
kü aşk için uğraştığınız zaman yapacak başka bir şeyiniz 
yoktur. Yazarın okuruna vereceği çok daha değerli ahlaki 
mesajları olmalı. Acıma duygusu, çocuk sevgisi, hoşgörü, 




agış ama . . .
Carlyle ve Manzoni' nin sözleri aşk konusunda söyle­
nebilecek en mantıklı ifadeler. Halkın geneline hitap etme 
endişesi taşıyan edebiyatımızın eğilimi bir yana, işin ger­
çeği ikinci sınıf edebiyat, öğrencinin kendini tanıma yo­
lunda birçok bahaneler edinmesine ve baştan savunmasız 
kalmasına neden olur. Bu yalan yanlış hikayelerin yazarları 
genellikle doktordur. Bu tarz hikayelerin acı bir tonla, katı 
yürekle yazılması bunların son derece çocuksu olduğunu 
ortaya koyuyor. Fizyolojik ihtiyaç olmasına dayanak olarak 
hayvanlardan örnek verirler. Birçok hayvanın bu ihtiyacın 
aksini ispatlayacak özelliği varmış gibi; insanın bu ihtiya­
cını gidermek için gururunu yerle bir etmesi gerekirmiş 
gibi. Bu ihtiyaçtan kaç insan kurtulmaya çalıştı? Meşhur 
bir doktorun eseri şaşkınlık vericidir: ''Aşkın insan hayatın­
da çok önemli bir yeri vardır. Belli bir yaşa gelince, hızlıca 
15 
Bonghi tarafından, 
İki 
Dünya Dergisi, 15 Temmuz 1893, sayfa 
359. 
47 


fules Payot 
yaşlanmaya başlayınca her şeyin boş sadece aşkın kaldığını 
fark ederiz!" 
Bu bölümde bahsedilen şey cinsel aşk elbette, başka 
bir şey değil. Hayvanlarla aynı olan anlık bir spazm, na­
sıl olur da doğa, sanat, çocuk, anne baba sevgisine, fakir 
fukaranın durumunu düzeltmek için harcanan zamana 
değişilir! Ünlü stilist Renan'ın benzer ifadelerle insanlık na­
mına bir faydası olmamıştır. Vasat bir karakter, çekilmez 
bir iyimserlik görüşünden çok şey beklememek lazım. Ama 
sürekli insanların acılarını dinleyen ve neredeyse her gün 
ölen insanları gören bir doktorun böyle fikre sahip olma­
sı anlaşılır gibi değil. Bir defa daha söylemekte fayda var. 
Bu tarz hayatın sonu olsaydı yaşlılıktaki sevgiyi garipsemez 
miydik? Yaşlıların insanlığın, daha doğrusu hayvanlığın 
dışına itilmesi gerekmez miydi? Kabul edelim ki çok saç­
ma ve kabul edilemez bir durum. Üstelik gerçeklikten son 
derece uzak olan bu fikirlerin bilim insanlarından geliyor 
olması tedirginlik verici bir durum. 
Varlığımızı ve başkalarının varlığını bir inceleyelim. 
Çiftçilerin, işçilerin birçoğu sağlıklı, hareketli bir yaşantısı 
olan kimselerdir. Akşam tıka basa yemek yemez, on iki saat 
uyumazlar. Carlyle'in dediği gibi onlar için aşk sadece bir 
meze değil midir? Cinsel ilişki aymazlıkların başında gelir. 
Biliyoruz çünkü onu aleni kılmak için kitaplar, gazeteler 
bastırılır. Ama bedeli ağır olacaktır! Bu zevklerin onlara hak 
görülmediği yaşlarda hayat rengini kaybeder, anlamını yi­
tirir. Gücünü yitirmiş, kaba saba olarak anılırlar. Şehvetten 
kendini alıkoyup çok daha değerli olan politikaya, edebi­
yata, sanata, bilime, felsefeye gönül vermiş olan Cicero'nun 
yaptığını tercih etmek doğru olmaz mı? 
48 


İrade Terbiyesi 
Cinselliğin hayatta her şey olduğu fikrine eşlik eden 
bahaneler çok daha canavarcadır. İffetli olmanın sağlığa za­
rar verdiği söylenir. Oysa fuhşun çok daha fazla hastalığa 
sebep olduğu bir gerçektir. Bir genci kitapları da olmadan 
çalışma imkanının olmadığı kapalı bir yere koyduğumuzu 
düşünelim. Cinsel istekleri belli bir süreden sonra gençte 
rahatsızlıklar ortaya çıkaracaktır. Ama bu sorunlar sağlık­
tan ziyade zihinsel olacaktır. Ama aktif, enerjik olan genç 
için bu aşılamaz bir sorun olmaz. Bir kez daha söylemek ge­
rekirse hesaplar arasında transfer yapabiliriz. Feci sonuçlar 
doğuracağını bildiğimiz bir sonuçtansa kendini alıkoymak 
daha doğrudur. Her yıl sayısız hasta çeşitli cinsel yollarla 
bulaşan hastalıklar nedeniyle sadece Paris'teki iki zührevi 
hastalıklar hastanesine gitmekte. 
1 .500 
sayfalık hijyenle ilgili koca bir kitapta cinsellik­
ten uzak kalmanın sağlığa zararlı olduğunu yazanlara insa­
nın gülesi geliyor! Zührevi hastalıklar ölümcül olabilirken 
kendini alıkoymak ise zihinsel dinçlik, harika bir enerji ve­
rir. Bağımlılık yapan zevklerden kendimizi alıkoymak bizi 
daha güçlü kılmaz mı? Psikolojinin temelinde karakteristik 
özelliği ne olursa olsun iştahtan ne kadar kolay vazgeçili­
yorsa o kadar doyum sağlanır demiyor mu? 
Düşmanın cüretini ölçmek için düşman kendini gös­
terir göstermez geriye çekilmek ne garip bir yöntem! Cinsel 
arzuları yok sayarak bu arzulardan kurtulacağını sanmak 
insanın kendini tanımamasıdır. Burada yol vermekten kas­
tımız asla hiçe saymak değildir. Şehvetle baş etmenin yolu 
tüm imkanlarını kullanmakla mümkün. Tıbbi teorileri bir 
kenara bırakalım. Arzularımızla baş etmemiz gerekiyor. Baş 
etmenin kolay olduğunu söylemek yanlış olur. İnsanın ta-
49 


Jules Payot 
mamıyla kontrolü eline almasıyla mümkündür. Toplumu­
muzda yirmi yaşındaki bir gencin bakirliğiyle alay edilmesi 
ve erkekliği konusunda ispat gibi görülmesi ne acıdır. Ger­
çek güç gösterisi, gerçek enerji, kendini kontrol etmek ve 
iradesine hakim olmak değil midir? Gerçek erkeklik budur 
başka bir şey değil; kendine hakim olmaktır. Dindeki ken­
dine hakim olmanın cinsel kontrolden geçtiği fikrine katı­
lıyorum. Bu gayretle tüm arzulardan kurtulmak mümkün 
olabilir. 
Başarı elde edilebilir ancak kolay olmayacaktır. Her 
zaman geçerli olan şey; başarıyı ne kadar istersek o kadar 
sebatkar çaba sarf etmek gerekir. Çözümler de nedenler 
gibi çeşitlilik gösterebilir. 
Öncelikle kontrolü kolay olan durumlarla baş etmek­
te fayda var. Uykuyu dengelemek, yorgun düşünce uyu­
mak, uyanır uyanmaz da kalkmak gerekir. Sabah uykuyu 
uzatmaya neden olan çok yumuşak yataklardan kaçınmak 
gerekir. Şayet sabah uyandıktan sonra yataktan kalkmakta 
zorlanıyorsak sabah saatlerine verilen randevular mecburen 
kalkmamızı sağlayabilir. 
Ayrıca öğrenci yediğine dikkat etmeli, yağlı yiyecek­
lerden, aşırı etten sakınmalı; alkol zaten bu yaşta uygun 
olmadığı için uzak durmalıdır. Üniversiteden uzak sakin, 
temiz havası olan yerlerde oturmalı; çoğunlukla evinde var 
olan sağlıklı yiyecekleri yemeyi tercih etmelidir. 
Uzun süre oturma pozisyonunda durmaktan sakınma­
lı, ara sıra odasını havalandırmalı ve odanın ısısı da ılık ol­
malıdır. Akşamları yoruluncaya kadar yürüyüşler yaparken 
ertesi günün yapılacak işlerini düşünmeli sonra da uyuma-
50 


İrade Terbiyesi 
lıdır. Bu yürüyüşlere hava koşulları ne olursa olsun alış­
malıdır. İngiliz bir düşünürün dediği gibi dışarıda olanın 
aksine içeriden dışarıya bakan için hava her zaman daha 
yağmurlu ve daha kötüdür. 
Ama unutmamak gerekir ki sıkı bir beslenme rejimi 
yapan ve hijyen kurallarına riayet eden gençler cinsel arzu­
larla baş etme yolunda beden meşgul olacağından zihinsel 
desteği de bulamayacak böylece kendilerine hakim olmala­
rı da daha kolay olacaktır. 
Akılla tutkular arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. Tut­
ku yapısı gereği kör olması nedeniyle akıl olmadan hiçbir 
şey yapamaz ancak aklı dayanak olarak kullanınca tutku 
en güçlü iradeleri bile yerle bir edebilecek güce ulaşabilir. 
Bu yüzden akla mukayyet olmak gerek. Genel kural olarak 
cinsel arzularla direkt baş etmeye çalışmak tehlikelidir zira 
karşı koymak için bile olsa düşündükçe aklımıza gelmesi 
bile onu güçlendirmeye yeter. Cesur olup kaçmak gerek. 
Akıllıca savaşmamız lazım. Doğrudan savaşmak baştan kay­
betmek demektir. Büyük başarılar için bir meseleyi sürekli 
düşünmek gerekirken cinsel arzularla baş etmek için ise hiç 
düşünmemek gerekir. Hatırlatıcı fikirler ile bağları kopar­
mak şarttır. Akılda pusuda yatan düşünceleri uyandıracak 
resimlerden kaçınmak lazım. Hatırlatıcı romanlardan, 
hikayelerden, gazetelerden sakınmak gerekir. Diderot' nun 
bir sayfasını okumak şiddetli afrodizyak bir ilaç almak gi­
bidir. Cinsel içerikli resimlere bakmaktan sakınmalı çün­
kü akıldan çıkarması oldukça zordur. Cinsel muhabbetler 
edilen ortamlardan ve arkadaşlardan uzak durmak gerek. 
Kendini kaptırmamak için tüm detaylarına kadar öngörü­
lü 
davranmalıyız. Şehvet başlangıçta henüz cılızdır, güçlü 
5 1


Jules Payot 
değildir. Başında akıllıca davranırsak kovabiliriz. Ama bı­
rakır da resimlerin canlanmasına izin verir, paylaşır, zevk 
alırsak geç kalmış oluruz. 
İşte bu yüzden doğru çözüm akıllıca olmalı. Akıl sü­
rekli meşgul edilirse cılız cinsel dürtüler örtbas edilmiş, 
zayıf biçimde irademiz sınırında kalır. Kendine dayanak 
bulamaz. Tekrar şans bulma ihtimali boş kalmamız du­
rumunda mümkün olur. İşte bu yüzden tembellik ahlak..: 
sızlıkların anasıdır. Akıl boş kaldığında hayaller işlemeye 
başlar ve dürtüler yerleşir. Dikkat yoğunlaştıkça alevlendi­
rir, güçlendirir. İçten içe cinsel dürtüler uyandıkça kabarır, 
canlanır, aklı istila eder ve nihayet meydan hayvani duygu­
lara kalır. 
Aslında korkusuzca söylemek gerekirse tembel, hay­
laz beyler akıllarını boş bırakmaları neticesinde heyecanlı 
eğlenceye ihtiyaç duymaları sebebiyle de cinsel arzularının 
kurbanı olacaklardır. Bu heyecanı, enerjiyi verimli ve sağ­
lıklı olarak iş ortamına aktarmamaları durumunda feci son 
kaçınılmaz olacaktır. 
Bu nedenle sadece aklı meşgul etmek de yeterli de­
ğildir. Aklın verimli bir şekilde işin mutluluğuyla meşgul 
edilmesi gerek. Aklın dağınık bir şekilde işlerle meşgul ol­
ması hiç keyifli olmayacaktır. Doğal olarak tepki verecek 
ve sonuçta tembellik duyguları açığa vurulacaktır. Sadece 
metotlu ve devamlı bir çalışma aklın güçlü ilgi duymasını 
ve sürekli keyif almasını sağlayacaktır. Dağa tırmananların 
zirveye yaklaşırken duydukları sevinç gibidir. 
Canlılık ve mutluluk veren işimize bir de yukarıda 
belirttiğimiz enerjik etkinliklerimizi de ekleyince geriye 
52 


İrade Terbiyesi 
ergenlik dürtüleriyle baş etmek için belirlenecek hedefler 
kalacaktır. On sekiz ila yirmi beşli yaşlarda doğaya, dağa, 
ormana, denize, güzel olan şeylere, sanatlara, edebiyata, bi­
lime, tarihe yönelmek yeterli olacaktır. Bunlara alıp başını 
yeni yerler keşfetmeyi de ekleyebiliriz. Böyle bir seyahat 
gence başarma duygusunu tattıracak, çok faydalı olacaktır. 
Zihinsel ve duygusal anlamda ona çok büyük değerler ka­
tacaktır. Başarısızlıklar ona tekrar çaba sarf etmeyi, zorluk­
ların üzerine gitmeyi öğretecektir. Hayatta mutlak başarı 
her zaman söz konu değilse de verilen mücadelenin sonun­
da kalbin rahatlaması başarı adına kafidir. 
III 
Öğrencinin hayatında baş gösteren cinsel dürtüleri 
iki türlü incelemeliyiz. Üniversite öğrencisi farklı bir şehir­
de bulunması halinde ahlaki açıdan denetimsiz, vasat bir 
ortamdadır. Özellikle birkaç büyük şehirde böyle. Ayrıca 
birçoğu pozitif enerjilerini ve ruhlarını aşırılıklara kaçma­
ları nedeniyle kaybederler. Kimse onları uyarmaz, yeni öz­
gürlüklerini hazmedinceye kadar da zaman geçiverir. Boş 
işlerle meşgul olmamaları gerektiğini kimse söylemez, çok 
sonra zamanını haybeye harcadığını fark eder. 
Restoran, bar arkadaşları ona akıl verecek durumda 
değildir. Birçoğu metresleriyle yapmacık bir ilişki içinde­
dir. Bunu kısmen gösteriş için yaparlar çünkü aslında ol­
madıkları, özenilen sosyal çevreyi abartırlar ama pahalıya 
mal olduğunu da fark ederler. 
Akıllı ama kaba saba bayanların kaprislerini, saçmalık­
larını, ruh hallerini, para harcama isteklerini tatmin etmek 
zorundadırlar. Karşılığında ise fiziksel tatminden başka bir 
53 


Jules Payot 
şey almayacaktır. Birçok genç bu tür ilişkileri sadece hava 
atmak için, beraberinde dolaştırmak için yanlarında tutar­
lar. Şayet sadece "alışveriş için" yanlarında dursalardı sekiz 
gün dayanamazlardı. 
1 6
Burada bakış açısında bir sorun var. Terazinin bir ta­
rafına maddi zevkleri ve içi boş keyifleri koyalım, diğer 
tarafına ise mahrum kalınan sabah çalışmaları yerine gün 
içindeki rahatsızlıkları, fiziksel çöküntüyü ve diğer saçma­
lıkları koyalım. Boşa geçen seyahatleri, harcanan paraları, 
sonradan ödenmesi gereken faturaları, olgun yaşlar gelince 
hissedilen pişmanlıkları, üzüntüleri, akıp giden zamanı dü­
şünün. 
Tek bir çözüm var, tehlikeden uzak durmak. Eğer bu­
nun için çok geç ise kesinlikle ilişkiyi bitirip ortam değiş­
tirmek, etkileyen arkadaşlardan uzaklaşmak, hatta ev de­
ğiştirmek, mahalle değiştirmek gerekebilir. Kendimizle ters 
düşen tüm yaşantılardan zihinsel olarak, sözel olarak, fiili 
olarak uzak durmalı; bilhassa sınav öncesi "cezbedici zevk­
lerden" uzak durmak şarttır. 
On beş gün boyunca öğrenciden değerlendirme yap­
masını isteyelim. Geçici hevesleri bir sütuna yazalım. Diğe­
rine de bunların sebep olduğu sıkıntıları ve ruh halimizi. . .
Sonucu görünce çok şaşıracaksınız. Günlerin, haftaların, 
hatta ayların nasıl boşa gittiğini kendi kendine fark edecek, 
sözüm ona eğlendiğini sandığı zamanın aslında can sıkıntı­
ları, iğrençliklerle dolu olduğunu görecektir. 
1 6
Maxime du Camp, Edebi Metinler, 

l.Bölüm: Alaca Karanlık, 
Gece Tavsiyeleri, Hachette, 1 893. 
54 


İrade Terbiyesi 
Yanılgı bilinçaltından kaynaklanır, telkin mekanizma­
sı gerçekleri görmezden gelir ve yerine yalan yanlış şeyler 
koyar. Bu uyduruk hevesler insanların bilinçaltında yatan 
beklentileridir ve naif bir şekilde bunların olacağını zanne­
deriz. Aslında bir saniye bile zihnimizde yeri olmaması la­
zım. Hayal kurma gücümüz bu durumda o kadar büyüktür 
ki gerçekleri görmemiz mümkün olmaz, kapsama alanının 
dışında kalırız. Kadınlarla ilgili zevkler olunca bu uyduruk 
durumlar gençte inanılmaz boyutlara ulaşabilir. Tekrar et­
mek gerekirse kaprislerle dolu, donuk, boş beyinlerle geçiri­
len tüm zamanlar israf olmakla birlikte ahlaksızca geçirilen 
zamanın güzel geçtiği sanılır. Tekrar tekrar söylemekten go­
cunmadan parayı, zamanı aptalca harcadığımızı ve ardın­
dan da zihnin boşuna yorulduğunu bilelim. Kaçırdığımız 
gerçek zevkleri, gezebileceğimiz müzeleri, okuduğumuzda 
bize muhteşem fikirler katacak kitapları düşünelim; zekice 
sohbetleri, arkadaşlarla güzelim yürüyüşleri unutmayalım. 
Zevküsefayı takip edene düşense mutsuzluk, mutsuzlukla­
rın da en acısı olsa gerek . . .
Tatilde gezip dolaşabileceğimiz Pireneler'deki, Alp­
ler'deki, Bretagne'daki kaçırdığımız yürüyüşleri düşünün. 
Birkaç geceliğine zamparalıkta harcanan parayla Hollanda, 
Belçika, İtalya veya Ren Nehri boyunca bir tatil yapılabilir. 
Yirmili yaşlarda yapılan bu seyahatlerin ilerleyen yaşlarda, 
sıkıntılı günlerde ne denli güzel hatıralar olarak canlanaca­
ğını bilmekte fayda var. Kaçırdıklarımızın arasına paha bi­
çilmez, satın alınamayan güzel sanatları, seyahati vs. uzun 
kış gecelerinin gerçek hayat dostları olan kitapları, heykel­
leri, tabloları da ekleyelim. 
55 


Jules Payot 
Kendini beğenmişlik, kendini gösterme peşinde olmak 
eziklik göstergesidir. Çalışarak başarmanın verdiği onurun 
yanına yaklaşamaz. Öğrencinin sözüm ona "eğlenceleri" 
aslında son derece monoton, verimsiz, üstelik içi boş, ap­
talca işlerden ibarettir. 
iV 
Fuhşun sebep olduğu sosyal sonuçlar içler acısıdır. 
Ne kadar üzücü bir hayattır. Genç adam için sözüm ona 
"pembe hayatı" onu ahlaki açıdan çöküntüye götürecektir; 
büyük sağlık sorunları doğuracak, yıllar boyunca olumsuz 
etkilerini maddi ve manevi görecektir. Aklı başında her 
genç bu durumdan kurtulmak isteyecektir. 
Cinsel dürtülerin sebep olduğu başkaca patolojik du­
rumlar da var. Görünen o ki bunlar dejenerasyon kaynaklı 
rahatsızlıklar ve tedavi edilmesi gerekir. Hiçbir bahane bu 
çirkin alışkanlıkları örtmek için sebep olmaz. Böyle nevroz 
durumlara yakalanan genç kendiyle baş başa kalır. Bu da 
baş etmeyi zorlaştırır. Kolay değildir ama üstesinden gel­
mek mümkündür. Burada yapılması gereken "hesaplar ara­
sı" transfer yapıp bütçedeki fazla enerjiyi başka hesaba ak­
tarmaktır. Tüm bunların sebebi aklın boşta kalmasıdır; aklı 
meşgul etmek gerek. Halkın arasına karışarak veya işe kon­
santre olarak enerjimizi başka yere yönlendirmemiz lazım. 
Köpek havladığı zaman yaptığımız gibi, ne kadar ilgilenir­
sek o kadar havlar. Tekrarlamak gerekirse ahlaksızlıkların 
sebebi akıl aylak kaldığında dürtülerin gelip yerleşmesidir. 
İlacı da bir kez daha metodu, verimli, mutlu, enerjik bir 
hayat tarzı ve çalışmadır. 
56 


İkinci Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: 
Kötü Arkadaşlar 
Çalışmayı tehdit eden büyük engeller hakkında söyle­
yeceklerimiz bittiğine göre sıra ikincil derecede sorun teş­
kil eden düşmanlarda. Doğal olarak seçtiğimiz arkadaşlara 
dikkat etmeliyiz. Arkadaş dediğimiz figürün arkasında ge­
leceğimizin en azılı düşmanı olabilir. Öncelikle maddi du­
rumu iyi olan ailelerin çocukları gelecek kaygısı olmayışı ve 
değerler eğitiminin eksikliğinden dolayı gençliklerini boşa 
harcayıp sonra da yaş ilerledikçe çalışanların işiyle alay edip 
küçümserler. Bunların dışında daha azılı bir grup daha 
var ki kendileriyle kolejde karşılaşırız. Onlar daha baştan 
yenilgiyi kabullenen, işten kaçan pesimisclerdir. Tüm ezik 
karakterler gibi kıskanç, kendini beğenmiş ve haseccirler. 
Bunlar kendi türlerinin enteresan bir koludur; sabırlıdırlar, 
durumları süreklilik arz eder. Sanki umut kırmak için yara­
tılmışlar; tüm anları depresyonla dolu gibidir. Eksiklikleri 
belli bir süre sonra kendilerine büyük zararlar vermeye baş­
lar. Eksikliklerinin farkında olduklarından başkalarının da 
çalışmasına engel olurlar. 
Bir diğer tür ise sadece tembeller ... Bara davet ederek 
seni işinden alıkoyacak, tembelliğe teşvik edecektir. Fransız 
öğrenciler gelenekleri gereği daha serbest olmaları nede­
niyle Alman öğrencilerden farklı olarak alkol tüketmekte 
daha rahattır. Özgür olmaları özgüven de getirir. Ancak 
bu özgürlüğü abanırlar. Büyük bir şehirde yalnız kalmaları 
57 


Jules Payot 
durumunda bağımlılıklarını yanlarında götürürler. Yirmili 
yaşlarda kendini beğenmiş tiplerin düşüncelerine uymaya 
kalkarlar. Yani içi boş ama kanaat lideri olan arkadaşlara 
uyum sağlamak zorundadır. Bunların güçsüz karakterleri 
de etkileme gibi bir özellikleri vardır. Yanlarına gelenlerin 
hayatlarını etkilerler. Otoritelerinin gücü kendilerine körü 
körüne uyan öğrencilerden gelir ve gün geçtikçe güçlerine 
güç katarlar. Onların da hayatlarını, akıl sağlıklarını tüke­
tirler. Köle gibi peşinden gidip taklit edenler olur. Chester­
fıeld 17 "Sadece kendi başlarına kalsalar, bu kadar ahlaksızlı­
ğa yeltenmezlerdi" diye düşünür. Aynı şekilde bu gençlerin 
mutlulukları içi boş bir parıldamadır. Tıpkı karanlıkta belli 
belirsiz yanan çürük odun gibi olduğunu söyler aynı yazar. 
Kendine gerçekten hakim olan genç bu arkadaşların fikirle­
rinin, önerilerinin eziyet ve tehlike içerdiğini bilir. Kibarca 
ama kararlı bir şekilde arkadaşlarının taleplerini reddeder. 
Aklı başında genç, arkadaşlarının düştüğü komik durumla­
ra düşmez ve onların çalışmayla ilgili yerici, saçma muhab­
betlerine izin vermez. Çünkü birçoğunun kendi hayatını 
bile şekillendiremediğini ve tıpkı cansız bir oyuncak gibi 
girdabın içinde olduklarını bilir. Onlarla konuşurken ruh 
sağlığı doktorunun aklı yerinde olmayan hastasını dinle­
diği zaman söylenene çok fazla inanmaması gibi dinleme­
lidir. Ne yani bana karşı ön yargıları olacak diye, onların 
sevgisini ve hayranlığını kazanacağım diye verimli çalışma 
mutluluğuna, sağlığıma, özgürlüğüme mi değişeceğim on­
ları! Mutluluklarının yorgunluktan, kuru gürültüden iba­
ret olduğunu biliyorken onların saçmalıklarına mı katıla­
yım? Konuşmaların kendilerini haklı çıkarmaya varacağını 
17 
Philip Stanhope, Chesterfield Lordu'nun Oğluna Mektupları, 
Eylül-Ekim Mektupları, 1748. 
58 


İrade Terbiyesi 
bildiğim için onların muhabbetlerine asla girmem, boyun 
eğmem. Yalnızlığı bin kere tercih ederim. Yığınlardan ka­
çıp sakin, temiz, nezih bir ortam oluşturmayı tercih ede­
rim. Hatta bana bir şeyler katacak öğretmenlere yaptığım 
çalışmaları göstermekte, hedeflerimden bahsetmekte, akıl 
hocası olmalarını sağlamakta fayda var. Barda, kafede takıl­
mak yerine müzelerle, gezintilerle veya faydası olacak bir­
kaç gerçek arkadaş sohbetleriyle ilgilenmek gerek. 
Öğrencinin arkadaş gruplarına karşı tavrı sempatik, 
sevecen olmalı. Onlar yurtta kalıp çalışmak yerine kafelere 
takılsınlar. Vasat ortamlarda kalacakları kesin. Daha iyi or­
tamlara da takılabilirler. Aslında kafeye takılmaktan daha 
büyük tehlike küçük alışkanlıkların köklerini içimize salıp 
faaliyetlerimizi istila etmesi. Tıpkı Gulliver'in Lilliputlular 
tarafından yere minik kazıklarla çakılması gibi . . . Öğren­
ci arkadaşlarına uyarak yavaş yavaş onlara bulaşırsa onlara 
dahil olmanın bedeli de temiz hava yerine sigaralı ortamlar 
ve atalet olur. 
Diğer bir tehlike ise dikkatin dağılmasına ve gücün 
tükenmesine neden olan gazete ve dergi yığınlarıdır. Zi­
hin tıpkı dışarıdan alınan uyarıcılar gibi bir akut uyarı alır. 
Ama bu iki kat daha zararlıdır. Çünkü uyarıcı olarak başlı 
başına zaten zararlıdır; ayrıca işe yaramaz olması nedeniyle 
ikinci defa zararlıdır. Gazeteleri okuduktan sonra sinirlen­
meyen var mıdır? Ayrıca gazeteleri okuduktan sonra ya­
şanan zihinsel yorgunluğu verimli ve ciddi bir çalışmayla 
karşılaştırınca gereksiz bir yorgunluk olduğu aşikardır. 
Kendinize hakim olmak kaydıyla, alışkanlık haline 
gelmemesi, aklı meşgul etmemesi kaydıyla öğrenci evinde 
59 


Jules Payot 
faydalı eğlenceler, öğütleyici muhabbetler yapılabilir. Ter­
cih edeceği bir arkadaş çevresiyle olmasına özellikle özen 
göstermek gerekir. Önemli eserlere ulaşımı kolaylaştıran 
matbaanın akıllı zekaların kendilerini bulmasını sağladığı 
gibi arkadaş çevreleri de kişiyi yanlış tercihlerden alıkoyan 
birer karakter olabilir. Kendince onlar arasından gönlüne 
göre arkadaş seçimi sağlanır. Bu arkadaş grupları olmasay­
dı arkadaş tercihi şansa bağlı kalırdı. Öğrenci toplulukları 
yüksek karakterlerin ve şahsiyetlerin buluşmaları nedeniyle 
benzerlikler ya da zıtlıklar oluşturur. Bu da daha sonra ele 
alacağımız üzere öğrencinin eğitiminde önem arz eder. 
Öğrencinin sosyeteye takılması kolay olmamakla bir­
likte bunun tek faydası ayrıcalıklı hissettirmesidir. "Sosye­
te" diye ifade ettiğimiz şey, özellikle taşrada ne akıllı ne de 
karakter sahibi insanların oluşturduğu bir sosyete değildir. 
Ahlak yerle birse, kendini beğenmişlik kol gezer, para da 
her şeyi mümkün kılar. Din gibi paraya tapılırsa öğrenci 
buradan kendine ancak vasatın altında pay çıkarabilir. Bu­
rada kanaatkar olunmasını bekleyemeyiz. Aklın, karakterin 
üstün tutulduğu bir ortam olmadığı kesin. Böyle bir sos­
yetik, kültür eksikliği nedeniyle son derece ön yargılıdır. 
Aptallık bulaşıcı olduğu için de gencin bundan etkilenmesi 
uzun sürmeyecek, aklı karışacak ve daha da kötüsü acıma 
ve adanmışlık duygusu ile hakkaniyeti körelecektir. Bu çev­
re onu kariyer planlarından alıkoyacaktır. Yaşama nedenle­
rinden alıkoyarak heyecanını yitirmesine neden olacaktır. 
Onlardan biri olunca Marivaux'nun dediği gibi "sadece 
seyreden, dinleyen ama asla düşünmeyen" tıpkı pencere­
sinden dışarı bakan biri gibi olacaktır. İlgisizlik, gelecek 
kaygısının olmaması genci hayattan koparacak, benliğini 
60 


yitirecek; oldukça can sıkıcı, monoton, isteksiz ve yorucu 
bir hayata savrulacaktır. 
Konuşulanlar zekice ve eğitsel olmadığından muhab­
betler sarmayacak, genç kendini böyle bir ortamda yalnız 
hissedecektir. Sadece zaman yönünden değil, ahlaki açıdan 
da kaybetmeye başlayacaktır. 
6 1


Üçüncü Bölüm 
Mücadele Edilecek Düşman: 
Tembellik Bahaneleri 
Tembellik tüm keyifler gibi kendini meşrulaştırmak 
için aklın onayını ister. Birçok insanın bu eğilimleriyle baş 
etme isteği olmadığından sadık bahanelerimiz, deyimleri­
miz destek çıkmaya hatta tembelliği yüceltmeye kalkışır. 
Kitapta ele aldığımız ve "karakterin doğuştan değişti­
rilemez olduğu" tezini sonsuza dek çürüttüğümüzü düşü­
nüyorum. Bu naif teoride kelimelerin insanı ikna etmedeki 
gücünden bahsettik. Üzerinde daha fazla durmaya gerek 
yoktur sanırım. Ancak bu tezin ürkekliğimize, tembelliği­
mize yaptığı katkıyı hatırlatmakta fayda var. Bu katkının 
gücü kendimizi geliştirme yolunda verdiğimiz mücadele­
nin uzunluğundan kaynaklanan sinir harbinden geliyor 
olabilir. 
Bu teori tembellerin kendilerine destek olsun diye uy­
durdukları deyimlere benziyor. Eski bir hikayede "şeytan, 
ikna edebilmek için farklı yöntemler geliştirir " der. Tem­
beller için çok fazla yönteme gerek yok. Acımasız şeyta­
nın, oltasının ucuna taktığı yemin büyüklüğüne göre her 
seferinde yeme atlayan olacaktır. Bu durumda savunmasız 
zaaf kendini aklamak için aldatıcı bile olsa öneriyi kabul­
lenmekte zorlanmayacaktır. 
62 


İrade Terbiyesi 
Üniversite öğrencilerinin genel bir şikayeti var. Özel­
likle maddi destek sağlaması amacıyla özel ders veren, etüt 
hocalığı yapan gençler zamanın yetmediğinden şikayet 
ederler. Oysaki zaman daha önce söylediğimiz üzere plan­
lı kullanılması durumunda yetecektir. Zihinsel anlamda 
günde birkaç saat tekrar yeter. Bu tekrarlara notları temi­
ze çekme, malzeme hazırlama, düzenleme, boşu boşuna 
kaybedilen zamanların da eklendiğini düşününce yeterin­
ce zaman kalacağına emin olabilirsiniz. Ayrıca avukatlık, 
doktorluk, öğretim görevliliği gibi özünde rutin olmaktan 
uzak meslekler bile daha önce de söylediğimiz gibi zihin 
olarak rutine bağlarlar. Birkaç yıl sonra öğretmen dersle­
rini ezberlemiştir; avukat ve doktor istisnai birkaç durum 
haricinde özel durumla karşılaşmaz. Böylece en üst düzey 
görevlerde bulunan meslek erbabının bile belli bir süreden 
sonra farkına varmadan, kullanılmaya kullanılmaya üstün 
yeteneklerinin paslanmaya başladığı, sorumlu oldukları 
alanların dışına çıkamadıkları görülmektedir. Öğretim gö­
revlisinin yorgunluğu zihinsel bir yorgunluk değildir. Aşırı 
konuşmaktan kaynaklanan birtakım sınırlı kasların verdiği 
yorgunluktur. Bu sınırlı kas yorgunluğu genel bir yorgun­
luğa sirayet eder, zihinsel aktiviteye engel bir durum asla 
değildir. 
İşin gerçeği, sorgulandığında birçoğu çalışmak için üç 
dört saat zamanlarının olduğunu kabul ederler ama bu iş 
için en 
az 
altı saate ihtiyaçları olduğunu ifade ederler. Bu 
yüzden hiçbir şey yapmama gerek yok diye düşünürler. 
Ben de size o zaman günde sadece üç saat çalışın diyorum. 
Bakın göreceksiniz; günde üç saat çalışmayla altı ay sonraki 
verim mi yoksa günde altı saat çalışmayla üç ay sonraki 
verimi mi daha faydalı olur? İş miktarı aynı ama sonucun 
63 


Jules Payot 
farklı olacağı kesin. Gottfried Leibniz'in dediği gibi "bey­
nimi parlatacağım diye ne kadar aşırı çalışırsanız, o kadar 
köreltirsiniz." 
Başka bir tembel türü ise zamanın sorun olmadığını 
kabul eder. İsteksiz olunca işe başlamaya gerek olmadığını 
söyler. Akıl yoğun ve yorgunken iş verimsiz olacağından işe 
koyulmaz. "İşe koyulmanın" çok fazla zaman almasından 
dolayı kendilerine zaman kalmadığından şikayetçi olurlar. 
Uyku derin olsa bile on beş dakikalık çabayla "işe ko­
yulma" havasına girmek her zaman mümkündür. Sabahın 
uykulu hallerinden kurtulup çalışmaya koyulan, en azın­
dan akşam çok kötü bir gece geçirmemişse çalışmasından 
verim alamayan öğrenci hiç görmedim. Zihin çabuk açılır, 
uyuşukluk aslında istektedir, zihinde değil. 
il 
Tembelin tüm bahanelerini sıralamak mümkün değil­
dir. Ancak özellikle çalışmak zorunda olan üniversite öğ­
rencilerine adanmış bir kitapta en belirgin bahanelerinden 
bahsetmekte fayda var. 
İş imkanları açısından gözde üniversitelere gitmeden 
özellikle büyük şehirlerde iş bulunamayacağı iddia edilerek 
çalışan öğrencinin hevesi kırılır. Fransa'da sadece Paris'te iş 
var denir. Özellikle tecrübeli insanların buna benzer ifade­
leri çok acıdır. 
Bu ifadelerde çok küçük de olsa bir gerçeklik payı var 
ancak kim söylerse söylesin bu iddia yanlışlıklarla doludur. 
Çünkü şu gerçekler de yok değil; birçok büyük düşünür, 
fikirlerini yalnız oluşturmuştur. Bunlar arasında Descartes, 
64 


İrade Terbiyesi 
Spinoza, Kant, Rousseau, Darwin, Stuart-Mill, Renouvier, 
Spencer ve Tolstoy'u sayabiliriz. 
İşin gerçeği Paris'te yaşamak, zihni çalışmayı gerçekleş­
tirmek için olmazsa olmaz bir durum değildir. Şu bir ger­
çek ki mesleki açıdan becerilerinizi ortaya koyarak tatmin 
olmak sadece Paris'te mümkündür. Merkezileşme politi­
kaları yüzünden tüm dikkatler Paris' e çevrilmiş durumda. 
Ama kişinin becerisi Paris'in bu ayrıcalığıyla bağlı değildir. 
Ek olarak tıpkı bir katilin tanınmış olması gibi, bir 
yazarın yüz yıllarca eserleriyle bilinmesi gibi Paris de büyük 
şöhretler çıkarmanın mekanı olmakla birlikte bu meşhur 
çalışmaların oluşumu için olmazsa olmaz değildir. 
Fizikçiler, psikofizikçiler için laboratuvar açısından 
Paris mecburiymiş gibi bir düşünce hakim. Ancak bu doğ­
ru olsaydı, üniversiteler veya fakülteler fiziki imkanları 
oranında başarılı olurdu. Oysa imkanları yeterli olmayan 
üniversiteler Alman doğa bilimci Ernst Haeckel tarafından 
ortaya atılan "üniversitelerin bilimsel buluşları büyüklük­
leriyle ters orantılıdır" kuramına yeni bir bakış kazandıra­
caktır. Bilimde diğer alanlarda olduğu gibi açık fikirlilikle, 
inisiyatifle, araştırma ruhuyla, küçük bütçelerle büyük işler 
yaratmak mümkün. Diğer yandan muhteşem laboratu­
varlarda uyuşuk beyinle verimsiz de kalabilirsiniz. Önemli 
olan, büyük işler başarma heyecanına sahip olmaktır. La­
boratuvar sadece var olan fikirlerin kontrolü için gereklidir, 
bu fikirleri elinizdeki malzemeler ortaya çıkarmaz. 
Bilim dışında tarihin de nerede bulunursa bulunsun 
materyale ihtiyacı vardır ama felsefe, edebiyat, tarih fel­
sefesi ve bilim alanlarından matematik, botanik, zooloji, 
65 


tabiat kimyası, jeoloji gibi alanları icra etmek için büyük 
şehirde yaşamaya gerek var mı? Beceri, materyaller arasın­
dan doğru olanı tercih etmeyi gerektiriyor olabilir ancak 
yaratıcı insanın farkı toplanan verileri bilgiye dönüştürme 
ve hayata tatbik etme çabasında belli olur. Bu da kütüpha­
nede zaman harcadıktan sonra konular üzerine odaklanıp, 
düşünmekle mümkündür. 
Koca kütüphaneler bile buna yetmez. Bizi ilgilendiren 
olaylara ilişkin atalarımızın söyledikleriyle yetinerek kendi 
kendimize düşünmekten vazgeçtik. Hiçbir şey zihinsel et­
kinliğin zayıflamasından daha hızlı güç kaybetmez; biz de 
kendimiz çaba gösterip araştırmak yerine hazıra konmayı 
tercih ederiz. Bu sebeple neredeyse her zaman yaratıcı fikir­
ler üretebilmek, yaşadığımız yerin zenginliğiyle ters orantı­
lıdır. İşte bu yüzden hafıza kapasitesi yüksek olan gençlerin 
başarı oranı hafızası zayıf olanlara nazaran daha düşük olur. 
Kısıtlı hafızası olan imkanlarını verimli kullanmaya çalışa­
caktır. Daha fazla tekrar edeceği için bilginin daha kalıcı ol­
masını sağlayacaktır. Ayrıca kazaya uğramamak için sadece 
olması gerekli bilgileri seçecektir. Temel ihtiyaç olan bilgi­
lerin kendi içinde organizesi de daha kolay olacaktır. Bunu 
dağınık ve kalabalık bir askeri birlik yerine tam teçhizatlı 
elit bir askeri birliğin durumuna benzetebiliriz. Büyük kü­
tüphanelere ulaşımı olmayan sadece ihtiyacı olan kitapları 
tutacak, onları okuyacak, düşünecek, eleştirecek, eksikleri­
ni daha iyi görecektir. Ve bunları tek başına yapıyor olması 
da zihinsel anlamda büyük bir nimet. 
Bunun için sakin bir çalışma ortamı şart ve bu yer Pa­
ris olamaz. Kasaba sakin olmanın yanı sıra temiz ve sağlıklı 
bir ortam sağlayacaktır. Evin penceresinden bakınca fabri-


ka ve ev bacalarının gökyüzüne uzandığı bir ortamda insa­
nın sağlığı da çalışma şevki de zarar görür. Üstelik Paris'te 
ancak büyük şehirlerde görülen huzursuz bir koşuşturma 
olur. Etrafınızda kaynayan bir şeyler varmış hissi insanı ila­
veten olumsuz etkiler. Gün geçtikçe bu karmaşanın içinde 
kendinizi kaybedersiniz. 
Küçük şeyler bile sürekli dikkatinizi dağıtacaktır. 
Moda olduğu için bu ortamlardan kendimizi alıkoyama­
yız. Sağlıksız iş ortamını da eklersek bu durum daha da 
çekilmez bir hil alır. Zihnen çalışanların bulundukları or­
tamdan ne kadar etkilendiklerine ilişkin Huret'in edebi 
gelişim18 üzerine yayımlanan eserinin okunmasını tavsiye 
ederim. Stresli, kalabalık ortamlarda gençlerin dip dibe ya­
şamalarından dolayı mutsuzluklarına şahit oluruz. Ayrıca 
tarlalardan, ağaçlardan uzakta, bir binanın daracık bir dai­
resinde oturmanın gence ne katacağından çok şüpheliyim. 
Kimse gelip de bize Paris yaşantısından bahsetmesin 
çünkü çok iyi bilirim. Ücra bir kasabada çağın en ileri ge­
len kişileriyle iletişim kurmak mümkündür. Onların ki­
taplarını almam yeterli olacaktır. En değerli bilgilerini ki­
taplarına koyarlar ve toplum içinde çalıştıkları konulardan 
bahsetmeyi pek sevmezler. Şehir hayatı ise onlar için bir 
kaçamak olabilir. Gençlerin bu kişilerle münasebetlerinden 
elde edecekleri yarar zayıf olabilecekken eserlerini okuya­
rak fayda sağlamaları daha mümkündür. Bu tür ilişkilerin 
yetenekli ve azimli gençlere en büyük faydası başarılı bir 
çalışmanın neticesini canlı canlı görüyor olmaktır. Bundan 
yararlanabilenlerin ise azınlık olduğunu söylemek gerekir. 
18 
Jules Huret, Edebi Gelişim Araştırması, Hachette, 1891. 
67 


Jules Payot 
Paris'te yaşamanın küçümsenemeyecek tek avantajı şe­
hirdeki güzel sanatlardır. Müzik, resim, heykel, hitabet gibi 
sanatsal etkinlikler birçok taşra şehrinde eksik olabilir ancak 
oralarda da zihni çalışma imkanı açısından sayısız fırsatlar 
sunulur. Zaten taşralı olmak köyde, kasabada oturmak an­
lamına gelmez. Paris'te yaşayıp taşralı olabilirsiniz. Manası 
da yüksek zevklerden uzak olmaktır. Taşralı olmak anlam 
itibarıyla boş dedikodularla ilgilenmek, sadece yemek, iç­
mek, yatmak, para kazanmak gibi şeylerle meşgul olmaktır. 
Sigara içmekten başka zevki olmayan, iskambil oynayan, 
kendi akıl seviyesindeki insanlarla oturup kaba saba espriler 
yaparak gülen kişiyi kast eder. Ancak doğa sevgisi olan, bü­
yük düşünürlerin eserlerini okuyan genç, sırf taşrada bulun­
makla bu sıfatların hiçbirini hak etmediğini bilir. 
Büyük şehirlerden uzaklaşmak için daha hangi nedeni 
sayalım? Bazı yazarlar küçük şehirleri manastıra benzetir­
ler. Doğrusu sükunet, sakinlik açısından benzerdir. Sürekli 
çevreden etkilenmeden düşüncelerimizi olgunlaştırabiliriz. 
Kafanız rahat olur, iç dünyanızda yaşarsınız. Düşünmek­
ten mutlu olursunuz. Sükunet içindeyken en derinlerdeki 
düşüncelere ulaşmak mümkün olur. Fikirlerimiz git gide 
gelişir, olgunlaşır ve amaçlarına göre netleşir. Hatıralarımız 
yeniden canlanır. Şehirde yavaşlayan, ket vurulan beyin bu­
rada kendine gelir, hızına kavuşur. Geceleyin günün yor­
gunluğunu atar, ertesi güne zinde başlarız. Ormanda temiz 
havayı teneffüs etmek bu mutlu anların sonsuza dek hafıza­
da kalmasını sağlar. Stres ve telaş yokken en derin fikirleri 
yüzeye çıkarmak kolaylaşır. Yürümeden kaynaklanan kalp 
hızının beyne sağladığı oksijen dolu kanla masada pinek­
lemeden ormanda, arazide hafıza çalışmaları yapılabilir. Bu 
huzurlu anlarda beyne kazınan bilgi kalıcı olur mu? Hem de 
68 


İrade Terbiyesi 
nasıl! Düşünmek daha kolay gelir. Fikirler adeta beyne ko­
şar ve keyifle zihinde yer eder. Çalışma masasına aklımızda 
net bir planla, bol fikirlerle oturur ve de en önemlisi sağlıklı 
bir ortamda temiz havada kalmış oluruz. 
Israr etmenin bir anlamı yok. Yetenek dışarıdan, tepe­
den inen bir şey değildir. Gelişim de dışarıdan içeriye doğru 
değil içeriden dışarıya doğru olur. Dış etkenler sadece bir 
aksesuardır. Belki de tahminimizden daha 
az 
yardımcı veya 
engel olur. Bu yüzden Paris'te oturan öğrenci, oturmayan 
öğrenci diye ayırmak yanlıştır. Yalnızca iki büyük katego­
riden bahsedebiliriz; istekli, ciddi şekilde harekete geçenler 
ve zayıf iradeli, harekete bir türlü geçemeyenler. İlk grupta 
olanlar ortam ve imkanlar ne olursa olsun kısıtlı imkanla 
bile harikalar yaratır ve genellikle imkanı da istekleriyle 
oluştururlar. İkinci grupta olanların da kitaplarla dolu kü­
tüphaneleri, malzemeyle dolu laboratuvarları olsun hiçbir 
şey yapmazlar. 
Bu bahsin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Dürtüleri­
mizin irademiz üzerindeki etkisini görmek adına detayıyla 
incelememiz önemliydi. Sebepleri ve çözümlerini inceledik, 
daha sonra gencin naifçe zevklerinden kaynaklanan zararları 
yok etmek zorunda kaldık. Hoş olmasa da cinsellik kavra­
mını incelemek ve farklı çözüm önerileri üzerinde durmak 
zorunda kaldık. Akabinde çalışmayı reddeden tembelin ön 
yargıları ve bahanelerinin neler olduğunu ve bunlardan kur­
tulma yollarını inceledik. Şimdi de sıra tersini yapmakta. 
Yani inşa etmek. .. Yıkıcı örneklerin verdiği zararları herkes 
kendine düşen kısmıyla dikkatlice inceledikten sonra irade­
mizi güçlendirecek önerileri inşa etmeye başlayacağız. 
69 


Dördüncü Bölüm 
Çahşmanm Verdiği Mutluluk 
Zamanın çabucak geçtiği duygusu ne acı bir duygudur. 
Saatlerin, günlerin, yılların aktığını hissederiz. Bu hareketin 
bizi yavaş yavaş ölüme götürdüğünü düşünürüz. Vaktini boş 
işlerle harcayanlar yaş kemale erip de geriye baktıklarında ar­
kalarında herhangi bir eser bırakmadıklarını görünce garip 
olurlar. Yıllar verimsizce geçmiş gibidir. Hayatın boşa gittiği 
düşünceye yerleşir, geçmiş nafile bir rüya gibi görünür. 
Ayrıca yavaş yavaş hayattan bir beklentiniz kalmadığın­
da, hayat koşulları gücünüzün limitlerini wrlamaya, günlük 
hayat monotonlaşmaya başlayınca gelecek daha da hızlan­
maya başlar ve geçmişin bir rüya olduğunu içten içe düşü­
nür insan. Daha da acısı bugün de anlamını yitirmeye başlar. 
İnsan doğasındaki tembelliğin önüne geçemeyenler, kendi­
lerini sosyal hayatın, gidişatın akışına bırakanlar çaresizlik 
duygusuna batar. İstemeye istemeye hızlı trene konulmuş, 
gönderilmeye mecbur tutsak gibidirler. 
İtibar da elden gider ama karşı koyamaz. En azından 
mevcudu korumaya çalışır, gelecekle kendini avutmaya çalı­
şır. Ancak geçmişle yüzleşmediği sürece bunu da başaramaya­
caktır. Hayattan gelip geçerken herhangi bir iz bırakmayan­
ların, varlığın bir anlamı olmadığı gerçeğini göremedikleri 
sürece işleri wrdur. Bu duygunun tembeller, dünyevi insan­
lar, zamanını boşa geçirip herhangi elle tutulur bir eser bı­
rakmayanlar için kaçınılmaz bir durum olduğu bellidir. 
70 


irade Terbiyesi 
Bu yıkıcı duygudan kurtulmanın yolu ancak devam­
lı bir çabayla yavaş yavaş gerçekleştirilebilecek bir gayeye 
bağlanmak ve fikirlerini oluşturmaktan geçiyor. Aksi halde 
hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalırız. Çiftçinin ektiğini 
biçmesi gibi yazar da işinde zirveye ulaştığında toplumun 
saygısını kazanmak suretiyle eserlerinin neticesini alır. Her 
yeni gün yazara emeğinin karşılığını sunar. Hayatı verdiği 
eserle şekillenir, hayatı somut olarak esere dönüşür. Böylece 
çalışan insanın yaşamı tembelinkinden bariz bir şekilde fark­
lıdır diyebiliriz. 
Günlük tembelliğimiz bizi yaşama hevesimizden uzak­
laştırır; yerine içi boş ve değersiz hayaller koyar. Sadece dü­
zen, sükunet ve verimli çalışmakla hayat gerçek mutluluğuna 
kavuşur. "Yaşadığımı hissediyorum" diye tabir edilen duygu­
yu 
sadece çalışmayı alışkanlık haline getirerek elde edebiliriz. 
Bu ise çalışma isteğini dörde katlar ve tembel bundan haber­
dar değildir. 
Ayrıca, şayet zihnen çalışanların hayatında kendilerine 
ayırdıkları eğlenceli vakitler ve faal bir hayatın verdiği mut­
luluk olmasaydı tembel olmaktan başka bir seçenekleri ol­
mazdı. İşte bu yüzden zihnen çalışanların kargaşadan, can 
sıkıcı çalışma ortamından, endişelerden kolaylıkla çıkabil­
mesi, diğer mesleki alanlar tarafından kıskançlıkla karşılanır. 
Pascal; "Maer' e yaptığım seyahat nedeniyle sağlık so­
runları yaşadım, bu nedenle inanılmaz tembellik yaptım. 
Bunun bir insanda kabullenemeyeceğim ender özelliklerden 
biri olduğunu öğrendim. " "Bir asker veya çiftçi hayat koşul­
larından şikayet ederse onu işsiz bırakın"19 diyor. 
19 
Darwin gazetesi, Ağustos 
1839. 
7 1


Jules Payot 
Doğrusu tembel, bir "hotontimorümenos" yani kendi 
kendisinin celladıdır. Tembellik insanın kendi kendisine, 
bedenine, aklına verebileceği bir eziyettir. Bu ağır ve acı 
eziyet özellikle kısa zamanda zengin olup çalışmak zorunda 
olmayanlarda baş gösterir. Bunalıma girer, sıkıntılarını her 
yere götürür, problemlerini cinsellikle çözmeye kalkışır, çö­
zümü yanlış yolda aradığından dolayı sorun daha da büyür. 
Tamamıyla tembel olan çok azdır. Bir atasözü der ki: 
"şeytan tembellerden beslenir". Meşguliyeti olmayan be­
yin kısa zaman sonra gereksiz şeylerle ilgilenmeye başlar. 
Hiçbir şey yapmayan kişi sıkıntılarını tekrar tekrar çiğni­
yor gibidir. Bu geviş getirme, beyni beslemediği gibi onu 
bitirir de. Doğru şekilde kanalize edilmeyen enerji faydalı 
amaçlar uğruna harcanmadığı, verimli kullanılmadığı tak­
dirde kötü niyetli hislerimizin kurbanı olur. Belli belirsiz 
kişilik sorunlarımız ortaya çıkar. Günlerimiz, uykularımız 
zehirlenmeye başlar. Yakından bakacak olursak Lort hayatı 
görüldüğü gibi istenilecek bir hayat değildir. Zevkler bile 
eziyete dönüşür çünkü hareketsiz bir yaşam keyif vermez. 
Gerçek zevk çabada gizlidir. Tembellik bedene de sirayet 
eder, ilişkilerimizi, beslenme düzenimizi dolayısıyla sağlı­
ğımızı etkiler. Akıl ise durağanlaşır, boş ve yorucu işlerle 
meşgul olur. Halk arasında söylendiği gibi kafayı yemeye 
başlar. Azme gelince; tembel insanda ne denli eksik oldu­
ğunu söylemeye gerek yok. Her çaba eziyete döner, o kadar 
ki alakasız yerleri ağrır. Onun için ne zor iştir çalışmak! 
Devamlılık, süreklilik gerektiren çalışma irade terbiyesi 
için çok değerlidir. Tüm meslekleri ama özellikle zihnen 
çalışmayı gerektiren iş alanlarını ilgilendirir. Çünkü beden­
sel çalışma alanlarında zihin başka şeyleri düşünmeye izin 
72 


İrade Terbiyesi 
verir. Aksine zihinsel iş alanlarında dikkat ve duyguların 
tamamıyla kontrolü gerekir. 
Akıl üzerinde diktatör gibi etkisi olan bu irade gücü, 
sıkı bir şekilde takip edilip yorulmazsa, yönlendirilip sa­
atlerce meşgul edilmezse, çalışma isteğini ve kendi kont­
rolümüzü kaybederiz. Mutluluğun sırrı aklı ve duyguları 
yönetebilmekten geçtiğine göre mutluluğun felsefe taşını 
keşfetmiş oluyoruz. 
Çalışma kelimesine, eziyet, yorgunluk, acı gibi ifadele­
rin yakıştırılması son derece üzücüdür. Psikolojide basit bir 
kuram der ki; aşırıya kaçılmadığı takdirde tüm çalışmalar 
mutluluk verir. 
Montaigne erdem konusunda şu yorumu yapıyor: 
"Erdemin en belirgin göstergesi sürekli olmasıdır. Daima 
huzurlu ve sakindir. Erdem ulaşılmaz Kafdağı'nın tepesin­
de değildir. Yaklaşan tutar, tıpkı verimli güzel kırlardaki 
çiçekler gibidir. . . Ulaşan için yol çiçekli, gölgeliktir. Yüce 
erdemden uzak olanlar içinse ulaşılamaz, korkutucu, tehli­
keli yollardan geçilen, kayalıkların arkasında bir yerdeymiş 
gibi bir resim çizilidir. İnsanların korktuğu bir hayalettir."20 
Montaigne erdemle ilgili söylediklerini zihinsel çalışmay­
la ilgili de söyleyebilirdi. Gençleri zihni çalışma hakkında 
bilgilendirirken benzer şekilde "bunun tıpkı verimli güzel 
kırlardaki çiçekler gibi" olduğunu söylemek gerekir. Çalış­
manın verdiği mutluluk basit bir mutluluk değildir. Ça­
lışmak sadece hayatın tadını kaybetmesine, ulaşılamaz bir 
hayal olmasına mani olmakla kalmaz aynı zamanda aklın 
20 
Michel de Montaigne, Denemeler 
1, 
XXV, 1 580. 
73 


Jules Payot 
saçma işlere kapılmasına da engel olur, varlığıyla mutlulu­
ğun kaynağı olur. Varlığıyla hantallıktan kurtarır. Sağlam 
adımlarla, yüksek, asil bir çevreye girmemizi sağlar. Çıkar­
larımızı korumamızı sağlar. Tembel insan yaşam kaynağı 
olarak düşük seviyeli bir gruba ihtiyaç duyarken çalışkan 
olan kendi kendine yeter. Tembel, varlığını sürdürmek için 
başkalarına ihtiyaç duyacağından "çalışmak özgürlüktür" 
deyimini doğrularcasına bağımlı kalmasına sebep olacak 
bin bir çeşit hizmet vermek zorundadır. 
Yunan filozof Epiktetos olayları ikiye ayırır. Bizden 
kaynaklananlar ve bizden kaynaklanmayanlar. Bizden kay­
naklanmayanların da acılarımızdan, hayal kırıklıklarımız­
dan kaynaklandığını söyler. Tembelin mutluluğu sadece 
başkalarına bağlıyken, çalışmaya alışık olan işiyle meşgul 
olarak mutlu olur. 
Üstelik günler birbirini takip ederken tembel boş ge­
çen günleri sayar, çalışkan ise başarılarını pekiştirir. Her 
geçen hafta değerlendirmelerinin sonucunda becerilerinin 
geliştiğini fark eder. Bu düzenli yükseliş gün geçtikçe onu 
zihinsel anlamda ileriye götürür. Ahlaki olgunluk sonrası 
beyin hiç olmadığı kadar parıldarken tembel gün geçtikçe 
daha da geriler. Akıllı etrafındakilere karşı otoritesini güç­
lendirir. 
Daha sonra ne olur? Yaş ilerledikçe anlamsız zevkler­
den uzaklaşırken, tamamıyla egoist tatminler geride kalır­
ken, kültürel anlamda kendisini geliştirdiği hayatın gerçek 
mutlulukları kalır. Yıllar ilerledikçe bu mutluluk kaynağı 
tükenmez. Bilime, edebiyata, doğaya, hümanizme olan il­
gisi azalmaz. 
74 


İrade Terbiyesi 
Quinet'in dediği gibi: "Yaşlılık geldiğinde insanların 
bahsettiğinden daha sempatik buldum. Gençliğimden 
daha huzurlu, daha rahat. . . Oysaki bana bahsedilen karan­
lık, soğuk, dar, karamsar bir yaşlılık idi. Ben ise hiç olma­
dığım kadar geniş ufuklara sahip oldum. Her şey gözümde 
daha net. . . Hiçbir şeye değişmem bugünümü."21 
Zihnen çalışan insanın genelde mesut bir hayatı var­
dır. Çünkü gerçek mutluluklardan yoksun değildir. Hayatı 
mutlu kılan budur. Tembelin sandığı "hayat bir hayalden 
ibarettir" fikrini aklımızdan kovar. Dış etkenlerin bizi oya­
lamasından alıkoyar. Aklın fuzuli işlerle meşgul olmasına 
izin vermez. Çalışmanın dolaylı faydaları da vardır. Kalıcı 
huzur, elit insanlık sitesinde şaşalı bir hayat, saygılı, mutlu 
bir yaşlılık dönemi sunar. Ruhun ve iç huzurun dışında 
çevremize karşı otorite kurmamızı sağlayan düzgün bir 
benlik ve başarı duygusu verir. Bu huzuru lüks hayatına, 
malına, şanına, gücüne rağmen bulamayanlar var. Çalışkan 
insan bunu çok doğal bir şekilde, çalışmanın ürünü olarak 
elde eder. 
Buraya kadar içimizdeki kaynaklar üzerinde durduk. 
Bundan sonra da genel olarak dış ortamlara göz atacağız, 
irade terbiyesini güçlendirecek yardımları yakından ince­
leyeceğiz. 
21 
Yeni Düşünce, Yedinci Bölüm. 
75 



ÜÇÜNCÜ KİTAP 
ÇE VRENİN ÖNEMİ 
Birinci Bölüm 
Toplumsal Destek ve Öğretim Görevlileri 
İrade terbiyesi konusunda incelediğimiz iç kaynakla­
rın yanı sıra toplum desteğini de göz ardı etmemiz müm­
kün değildir. 
· 
İradenin terbiyesine dair mücadelede sadece iç kay­
naklarımızı kullanmakla kaldıysak silahı teslim etmemiz 
gerekir. Çünkü irade esasında şahsi çabamıza bağlı olmakla 
birlikte sosyal çevremizin de güçlü desteğine ihtiyaç duyar. 
İşin doğrusu hiçbir zaman tek başımıza, toplumdan 
uzak değiliz. Ailemiz, yakın çevremiz, ahali, ilçe halkı, ba­
şarılarımızı takdir ederek, çabalarımızı yüreklendirerek bize 
manevi anlamda destek olur. 
77 


Jules Payot 
Sürekli çaba göstermeden, toplumun manevi gucu­
nü, desteğini yanına almadan büyük işler başarmak kolay 
olmaz. Toplumun desteğini almadığını iddia edenler bile 
toplumun genelini etkileyecek gücü olan hararetli bir azın­
lıkla birlikte olmalıdır. 
Bain, toplumu harekete geçiren enerjiden Mili' e bah­
sederken; ya kişisel, doğal bir güçten ya da dışarıdan kış­
kırtılan bir enerjiden bahseder. Mili de cevaben; "evet, 
teşvik insanların asla yeterince izin vermediği şeydir der."ıı 
Doğrusu kimse aksini iddia edemez. Kamuoyunun hare­
kete geçirici vasfı çok güçlüdür. Hatta bu etkinin sıra dışı 
sonuçları bile olabilir. 
Atina küçük bir yer olmasına rağmen halkının fiziki 
güce ve edebiyata olan hayranlığı hiç görülmediği kadar 
büyük şairlerin, fı.lozofların ortaya çıkmasına neden olmuş­
tur. 
Sparta halkının manevi desteği muhteşem güçlü bir 
toplumun doğmasını sağlamıştır. Sparta'lı çocuğun çaldığı 
tilkiyi kıyafetinin altına saklayıp sonra da tilkinin çocuğun 
karnını ısırdığı, bundan da kimseye bahsetmediği hikayeyi 
biliriz. 
Düşmanlarını en ağır şekilde acı çektirerek aşağılayan 
sonra da korkak görünmemek için acıdan zevk alır gibi bir 
tavırla idam sehpasına çıkan Kızılderililerin sadece bir istis­
na olduğunu kimse söylemesin. 
Modern toplumumuzda özgürlüğünü kazanmak veya 
hayatını garamiye almak için değil de lüks ve özenti dolu 
22 
Alexander Bain, John Stuart Mili: A Criticism, London Long­
mans, 1882, Sayfa 149. 
78 


İrade Terbiyesi 
bir hayat için çalıştıkları ortamlarda, bankada, fabrikada, 
şirketlerde insanların birbirlerinin üzerine basarak dön­
dürdükleri iğrençlikler bilindik bir durumdur. Neredeyse 
herkes bu durumları kamuoyu ne diyorsa o şekilde değer­
lendirir. Çevremizdekiler tıpkı yelkeni şişiren bir rüzgar 
gibidir, sadece şişirmekle kalmaz üstelik bizi pasif bırakma 
pahasına teknemizi de yönlendirir. 
Çevremizdeki insanların üzerimizdeki etkisi o kadar 
büyüktür ki tanımadığımız veya hiç umurumuzda olma­
ması gereken insanların bile tesirinde kalabiliriz. Dışarıdan 
birilerinin bakıyor olmasının gençler üzerinde ne büyük et­
kisi olduğunu özellikle beden eğitimi öğretmenleri iyi bilir. 
Yüzme, buz pateni müsabakalarında seyircinin varlığı can­
lılık getirir. Çevrenin üzerimizdeki etkisini görmek için kı­
yafet değiştirip hiç bilmediğimiz bir şehirde dilencilik yap­
mak ile kendi mahallemizde dilencilik yapmak arasındaki 
farkı düşünün. Veya giydiği kıyafetin yakışmadığını düşü­
nen bir bayanın çektiği acıyı düşünün. İnsanların görüş­
lerinin bizim için ne denli önemli olduğunu siz söyleyin; 
kolej yıllarımda dirseklerime kadar sarkan bir şal giydiğim 
için insanların bana baktığını sanıyordum. Muhtemelen 
bundan sadece ben rahatsızdım! 
Davranışlarımız üzerinde despotik derecede korkunç 
bir etkisi olan bu gücü kendi hayrımıza kullanmıyoruz. 
Kullanmayı bilmediğimizden gücün yitip gitmesini bekli­
yoruz. 
Öğrenci adeta odak noktası gibi bu baskıyı en fazla 
kolejde arkadaşlarından, öğretmenlerinden, ebeveynlerin­
den görür. Baskı genel itibarıyla çalışma üzerinedir. Hatta 
79 


Jules Payot 
arkadaşlar aksi yönde de motive eder. Özellikle vasat öğ­
renciler inekleyenleri sevmez. Kolay başarı, eğlenceler daha 
çekici gelir. Eğitim sistemimizin en belirgin yanlışlarından 
biri öğrencilere öğrenmeyi öğreteceğine bilgi yüklemesidir. 
Neyse ki velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin üçlü gü­
cünün aynı yönde iş birliği yapması başarıyı getirir. Ancak 
ilerleyen yıllarda öğrencinin tek başına kalmasıyla bu başa­
rıdan eser kalmaz. 
Bu çevre faktörünün etkisi, arkadaşların önünde her 
hafta sınav ve kompozisyon notlarının okunması, öğret­
menin gençleri sınıfta eleştirmesi veya yüreklendirmesi 
gibi net bir uygulamayla gerçekleşir. Çalışmasına övgü veya 
eleştiri yapılacak olması insanın benliğine, şahsiyetine daha 
çok dokunur. 
Öğrencinin zihni çalışmasının kendisine sağladığı 
mutluluklar ve sonuçları üzerinde yeterince durulmuyor. 
Öğrenciye yüzmeyi öğreteceklerine can simidi veriyorlar. 
Bu o kadar tehlikelidir ki öğrenci üniversiteye varınca ade­
ta korunaksız kalır. Hoca çok yukarıda, anne baba ise çok 
uzaktadır. Öğrencinin harekete geçmesini sağlayabilecek 
bir gelecek kaygısı bir de mezun olması yakın olan başarı­
lı abileri, ablaları vardır diyebiliriz. Ancak onlar da bazen 
öğrenciyi umutsuzluğa götürebilir. Ayrıca eğer düzenli ça­
lışmıyorsak yaklaşan sınavların bize yapacağı etki anlık ağrı 
kesici misali kalıcı olmayacaktır. 
Gencin arkadaşları tarafından desteklenmesi de müm­
kündür. Maalesef bu destek genelde çalışma dışında ne ka­
dar işe yaramaz durum varsa hep ona faydası olur. Eğer 
genç, arkadaşlarının desteğini önemsiyor, ihtiyaç duyuyor-
80 


İrade Terbiyesi 
sa bunu elit, dikkatlice seçilmiş bir grup arkadaşından bek­
lemelidir. 
Yeni mezun bir gencin aklında birçok fikir vardır. 
Mill'in dediği gibi; görkemli duygulardan verim elde et­
mek hassas bir bitkiyle ilgilenmeye benzer. Şayet toplum, 
gençlerin üstün yeteneklerini geliştirmelerine hizmet ede­
cek bir destek vermezse birçok gencin bitkisi solar. İnsanlar 
bu yeteneklerini kaybettiği gibi zihinsel yetilerini de kay­
beder. Çünkü bu yeteneklerini besleyecek ne zamanları ne 
de istekleri vardır. Doğal olarak en basit alanlara kaçmala­
rı, sapmaları kendi tercihleri değildir aslında. Basit şeylere 
ulaşmanın daha kolay olmasındandır. 
Yüksek hedefler koyan gençler için kuru gürültülü 
kalabalık gruplardan kurtulmanın yolu, aynı hedefe odak­
lanmış üç dört arkadaştan oluşan küçük gruplar oluştur­
maktır. 
Öğretim görevlilerinin rolü öğrenciler üzerindeki etki­
leri itibarıyla burada çok önemlidir. Ama maalesef yüksek 
öğretimdeki yanlış kararlar, birçoğunun asıl görevini icra 
etmesine engel olur. Toplumda şöyle bir hakim kanı var­
dır; özellikle üniversitede öğretim görevlisinin rolü lise öğ­
retmenliğinden çok farklıdır.23 Lise öğretmeni eğitimcidir. 
Öğretim görevlisi ise bir bilim adamıdır. Öncelikli görevi 
öğrenciyi şekillendirmek, ruhuna dokunmak değil doğru­
yu araştırma endişesi taşımak olmalıdır. 
Bu düşünce ne kadar da canavarcadır. Kabul edilemez 
bir görev tanımı ihtiva eder. Öğretim görevlisinin sadece 
23 
Alfred Fouillee, Fransız filozof. Muhteşem kitabında ortaokul 
eğitimimizden bahsederken aynı kanıda olduğunu ifade etmiştir. 
8 1


Jules Payot 
bilim adamı olması, sadece bilime kendini adamalı anlam­
larını içerir. Şayet profesör sadece laboratuvarında, çalışma 
ofisinde bilimle, buluşla geçinseydi bu iddia doğru olurdu. 
İşin doğrusu öyle değildir. Üniversite profesörü olmamıza 
rağmen her ay vezneye uğrayıp maaşımızı alıyoruz. Yılda 
on iki kez yapılan bu işlem bile profesörü öncelikle bilim 
adamı olmaktan çıkarıp bir öğretim görevlisi olduğu, öğ­
renciye dönük bir görevinin olduğu gerçeğini ispata yeter. 
Öğretim görevlisinin konumunu daha iyi anlamak için 
üniversiteye ilk adımı atan öğrencinin ruh halini incelemek 
gerek. Bu inceleme bize kendimizle ilgili tarafsız bir malze­
me sağlayacaktır. Kaynağımız ise eski öğrencilerin mevcut 
olanlara sordukları sorular ve yanıtlar. Öğrenciler arasında 
arkadaşça toplanan itiraf ve sırlardan oluşuyor yani. 
Bahsettiğimiz ruh hali genel hatlarıyla şöyle; ilk haf­
talarda öğrenci hapisten yeni çıkan bir mahkumun şaşkın­
lığını yaşar. Olumsuz bir durum yani. Bütün baskılardan 
kurtuldum duygusu vardır. Neredeyse hepsi bağımsızlık­
larını gece barda, diskoda kutlamalarla gösterir. Ertesi gün 
sabaha karşı saat ikide eve geldiğini söylemek ne kadar övü­
nülecek şey! Birçok tembel ve iradesiz bu saçma sapan, yo­
rucu hayata birkaç zaman devam edecektir. Akıllı olan ise 
kendini hemen toparlayacaktır. 
Ayrıca ekonomik imkanları zayıf olan öğrenciler de 
hemen yaşam tarzlarını değiştirmek zorunda kalacak, hay­
lazlardan uzak duracak, bu sebepten dolayı da çalışmak ve 
başarılı olmak zorunda hissedecektir. Zayıf iradeli ama ba­
şarıya mecbur olanların en büyük kaynağı da budur. Öğre-
82 


İrade Terbiyesi 
tim görevlisinin faydası olacak öğrenci profıli bu iki grup­
tur. Allah tan bu iki grup var ... 
İlk zamanların özgürlük sarhoşluğu geçip gençler ken­
dilerine gelince yalnızlıklarını fark ederler. Birçoğu otorite 
eksikliğini hissedecektir. İçgüdüsel olarak bu ihtiyacı hisse­
denler birbirlerini bulacak, moral motivasyon arayacaktır. 
Şayet gençler, olduğundan farklı görünmeye, davranmaya 
zorlayan toplumsal kabullere karşı çıkmayı bilseler birbir­
lerini bulmaları daha kolay olurdu. Maalesef utangaçlıkları 
belki de korkaklıkları nedeniyle bilinen görüşlere kapılırlar, 
yalandan da olsa saçma görüşlere değer veriyormuş gibi ya­
parlar. Daha sonra da bu duruma alışıverirler. 
Gruptaki arkadaşlardan birinin dominant bir karakte­
ri olmadığı takdirde ortak görüşlere sahip gençlerin bir ara­
ya gelmesi mümkün olmayabilir. İnsan bir üst otoritenin 
onayına, desteğine ihtiyaç duyar. 
Üniversitede ise öğrenciler tamamen yalnızlar. Öğren­
cilerin önemsedikleri hocalarına ne kadar hayranlık duydu­
ğu, değer verdiği ortadayken öğrencilere sunulan ufacık bir 
desteğin bile gençlerde yarattığı gücü kullanamıyor olma­
mız son derede üzücüdür. Öğretim görevlisi öğrencilerinin 
geçmişlerini, ailelerini, arzularını, isteklerini, gelecek ha­
yallerini neredeyse hiç bilmez. Cesaretlendirici bir sözün, 
bir motivasyon cümlesinin hatta arkadaşça bir eleştirinin 
öğrenciye verdiği destek çok büyüktür. Üniversite yüksek 
ahlaki kültürüyle, derin bilimiyle, kilisenin ahlaki açıdan 
yaptığını yapsa gençleri daha rahat yönetirdi. Alman fılozof 
Fichte'in ve üniversite profesörlerinin psikolojiden uzak ol-
83 


Jules Payot 
malarına rağmen öğrencileri üzerinde bire bir çalışarak Al­
manya için sağladıkları başarıları düşününce, bizim gençler 
üzerinde on kat daha fazla çalışmamızın neticesi kim bilir 
ne olurdu? 
Bir de Fransa'da neler olduğuna bakalım. Öğrencilerin 
enerjisini birleştiren M.Lavisse çalışkan ve azimli bir şekil­
de hedeflere uygun olarak öğrencileri bir araya getirmeyi 
başardı. Daha sonra oluşturulan birkaç gruba net olarak 
Fransız gençlerinin neler yapması gerektiğini anlattı. Genç­
leri seven birisi olarak hedefler koydu, o zamana kadar başı­
boş halde olan güçleri birleştirmeyi başardı. Lavisse'in başa­
rılı bir şekilde öğrencilere yaptığı katkıyı bütün profesörler 
öğrencilerine yapmış olsa beklentilerin çok üzerinde başarı 
elde edilirdi. Bahsettiğimiz yüksek görevlerde kullanılacak 
bu aristokrasiyi öğretim görevlileri oluşturabilirdi. 
il 
İkinci olarak yüksek öğretimde eleştirdiğimiz kabul 
edilemez husus öğretim görevlisinin kendine biçtiği bil­
gelik ve bilim kimliğidir. Öğrencilerin özellikle eleştirdiği 
konular öncelikle öğrenmeleri gereken bilgi yığınının faz­
lalığı ve nasıl öğreneceklerine ilişkin çalışma metotlarının 
olmayışıdır. Bu iki eleştiri çok karmaşıktır. Öğrencinin ça­
lışma metodunun olmayışı eğitim organizasyonunun ek­
sikliğidir. Öğrencinin üniversiteden mezun olduktan sonra 
bir daha çalışmayacağı gibi saçma bir ön yargıyı kabul eder 
gibiyiz. Bu, eğitim süreci devam ettiği sürece dolduruldu­
ğu kadar doldurulması gereken bir kazan gibi tüm bilgileri 
yüklemek gerektiği anlamına gelir. 
84 


İrade Terbiyesi 
Böylece gençlerden insan üstü bir zihinsel çaba bekle­
nir ki bu metodun sonu içler acısı olur! Gençleri işten ve 
çalışmaktan sonsuza dek soğutmayı başarıyoruz. Bu yön­
tem öğrenilen her şey akılda kalır fikrini önerir. Bu yanlış­
tır. Sanki yeterince tekrar etmek iğrenç bir ansiklopediyi 
yutmak için yeterli olacakmış gibi! 
Yüksek öğrenimin yanlışlıklarından, yanlış sınav sis­
teminden daha fazla bahsetmenin anlamı yok. Bütün sis­
temi üzerinde taşıyan "mihenk taşını" keşfetmeniz yeterli. 
Mihenk taşı bilimin doğasını, bilimsel bakış açısını, araş­
tırmacının gerçek değerini, bilimin genç kuşaklara nasıl 
aktarılacağını öğretebilmektir. 
Almanya' nın yanlış olan şu fikirlerinin bize çok zararı 
olmuştur. Bilge olmakla bilimin alakası yoktur. Hatta biraz 
zorlarsak karşıtı olduğunu bile söylemek mümkün. "Bi­
lim" bilginin birikimidir denir. Oysaki bize zeki, akıllı bir 
beyni çağrıştırması lazımdı. İtinayla doğrulamakta fayda 
var. Büyük bilim adamları, keşif yapanlar öğrencilerinden 
daha az bilgiye sahip olabilir. Hatta özgür fikirleri olma­
sa, bıkmadan yorulmadan bir düşüncenin peşine düşmese 
bilim adamı olamazlardı. Newton' a başarılı çalışmasının 
yöntemi sorulduğunda verdiği cevabı daha önce ifade et­
miştik. Darwin' in kafası karışmasın diye hedefine uygun 
olmayan kitaplardan uzak durduğunu, düşüncelerini otuz 
yıl boyunca içinde besleyip büyüttüğü bir organizma gibi 
oluşturduğundan bahsetmiştik. 
Uzun soluklu, sebatkar düşünce yapısı, eleştirel bakış 
açısı ve sürekli tetikte olmak. İşte eğitimli insanı oluşturan 
etkenler bunlar. Bu sabrı ve aynı amaca yönelmiş dikkati 
85 


Jules Payot 
canlı tutmanın yolu da neticeye dair ihtirasınızın heyecanı­
nı sürekli duyabilmek. 
Alim olmak ise aklı yorar. Beyin ıvır zıvırla doludur. 
Akıllı adam ise birçok şeyi notlarında bırakır. Ayaklı sözlük 
olmanın bir anlamı olmadığını düşünür. Araştırmaların­
dan önemli konuları çıkarır, sıkı bir eleştiri getirir. Zorla­
yıcı mevzular varsa zamana bırakır, güçlenmesini, köklen­
mesini bekler. Bilgiye değer verir, güçlenmiş bilgi hafızada 
anlam ve süreklilik kazanır. İncelemeler sonucunda kaza­
nılan fikirler daha sonra olayları organize edecek duruma 
gelir. Mıknatısın demir tozlarını çektiği gibi bilgiyi kendi­
ne çeker, dağınıklığı düzenler, karmaşık düzeni esere dö­
nüştürür, bilgi yığınını yapıya dönüştürür. İşe yarayan bilgi 
gün yüzüne çıkarken işe yaramaz bilgi kenara itilir. Bilgiyi 
organize edip esere dönüştürmeyi başaran insan, büyük in­
sandır. Öyleyse bilginin değeri çokluğuna orantılı değildir. 
İnsan macera ve yeniyi keşfetme arzusu nedeniyle sü­
rekli araştırmak ister. Önemli olan ise olgunun miktarı de­
ğil kalitesidir. Çoğunlukla yüksek öğretimde unutulan da 
budur. Eleştirel bakış açısı, aklın gücü, zihnimizi kontrol 
edebilme teknikleri öğretilmez. Gencin beyni orantısız bil­
gi yığınıyla yüklenir. Sadece hafızalarına yönelik çalışmalar 
yapılınca önemli olan gözden kaçar; bir metoda çalışma 
alışkanlığı ve inisiyatif kullanma becerileri unutulur. 
Ayrıca sınav öğrenci ve öğretmen için kolaylaştırıcı bir 
unsur haline getirilir. Öğrenci açısından bilgiyi "ezberle­
miş" olması göz boyamak için yeterlidir. Öğretim görevlisi 
açısından da öğrencinin önce şu bilgiyi, sonra bu bilgiyi, 
arkasından şunları, daha sonra da bunları öğrenip öğren-
86 


İrade Terbiyesi 
mediği, bir konu hakkında yorum getirip getiremediğini 
ölçmekten daha kolaydır. Böylece sınav, !oto benzeri bir 
şeye dönüşür. Bu iddianın ispatı için isterseniz tıp fakültesi, 
fen fakültesi veya tarih bölümlerinin müfredatına bir göz 
atabilirsiniz. Hiç kuşkusuz yüksek öğretimin ezber kültü­
rüne dönüştürüldüğünü göreceksiniz.24 
Hocaların bilmesi gereken bir şey var; eğitimde en 
önemli şey dersleri değildir. Genellikle kendileriyle çelişen, 
konuları arasında bağlantı olmayan, çoğunlukla bir işe ya­
ramayan, o muhteşem görünümlü derslerin hepsi öğrenci­
nin bir saatlik şahsi çabasına değmez. Yüksek öğretimin en 
kıymetli yönü öğrencilerin pratik çalışmalarıdır. Hoca ve 
öğrencinin bire bir ilerişimidir. Hocanın bilfiil varlığı ve 
çalışmanın içinde oluşu bir anlam teşkil eder. Öğretim gö­
revlisi, çalışmanın somut, gerçek ve sonuç örneğini temsil 
eder. Özellikle çalışma esnasında öğrenciyle teması, tavsi­
yeleri, önerileri ve belki de itirafları, metot açısından la­
boratuvarda verilen örnekler, hepsinden önemlisi öğrenciyi 
çalışmaya yüreklendirmesi, gencin arkadaşlarının önünde 
sunum yapması, bunların hepsinin hocanın kontrolünde 
gerçekleşmesi yüksek öğretimin en verimli olabilecek yan­
larıdır. 
Hocanın kıvancı yetiştirdiği öğrencilerinin kendisin­
den bahsetmesi olmalıdır. Hoca kendisinden bahsediyorsa 
öğrenciyi ona teslim etmemekte fayda var. Montaigne' nin 
24 
Aklı başında birinin, Saint-Cyr Teknoloji Fakültesi giriş sınav 
sorularına bir göz atmasını tavsiye ederim. Bu okullara girmek 
isteyen muhteşem beyinleri soğutmanın daha iyi bir yolu olamaz 
herhalde. Askeri okullara giriş sınavları bile abartılı ezber isteyen 
sorularla dolu. Bkz. Yeni Dergi: Askerin sosyal sorumluluğu, 1 
Temmuz 
1893. 
87 


Jules Payot 
dediği gibi hoca öğrencilerini önünde koşturmalıdır. Ho­
cayı dinleyerek ne çalışmayı öğrenebiliriz ne de bilimsel 
anlamda buluşlar yapabiliriz. Maç müsabakası seyrederek 
beden eğitimi yapılamayacağı gibi. 
Görüldüğü üzere öğrencinin iki temel ihtiyacı vardır. 
İlki ahlaki açıdan yönetilmesi, ikincisi ise çalışma metodu 
açısından yönlendirilmesi gerekir. İkisinin ortak yanı ise 
öğretmenin öğrenciyle doğrudan samimi iletişim kurma­
sıdır. 
Öğretim görevlisi de çalışmasından verim elde edecek, 
böylece öğrencilerinde bilimsel heyecan uyandıracaktır. 
Dünyada başarı salt bilgi aktararak değil çalışma metodu­
nu bilerek doğruyu bulma veya bir amaç uğruna çalışma 
isteği uyandırarak sağlanır. Bu, bire bir, can cana iletişimle 
olur. Tıpkı Sokrates'in çalışma metodunu Platon'a aktar­
dığı gibi. Almanya'da büyük bilimsel başarılar tam da bu 
şekilde küçük üniversitelerdeki profesörlerin öğrencileriyle 
kurduğu can cana iletişimle oldu. 
88 


İkinci Bölüm 
Büyük Üstatlarm Etkisi 
Öğrencilik hayatında ve eğitim süreci devam ederken 
çocuğun eğitimi öğretmen-öğrenci iletişimine bağlıdır. 
Oysa öğrenci yalnız kaldığında motivasyon eksikliğini ken­
di başına da sağlaması mümkün. Doğrusu yaşayanlara nis­
peten daha fazla destek alabileceğimiz ölüler var. İşin ger­
çeği hayatı canlılardan daha iyi aktarabilen ölüler mevcut. 
Kanlı canlı, konuşan insan eksikliğinde moral moti­
vasyon için bunlardan daha muhteşem bir destek olamaz. 
"Büyük şahsiyetler ordusu" bizim doğru bir şekilde müca­
dele etmemize yardımcı olur. "Yüzyılların en önemli kişile­
ri" eğitimimize büyük katkılar sağlar. 
Jules Michelet "en karamsar zamanımda, gelecek kay­
gısının olduğu, düşmanın kapıda olduğu bir dönemde, iç 
düşmanlarımın benimle her daim alay ettiği bir günde, bir 
perşembe sabahı, her yer karla kaplı iken ateşsiz evde akşam 
eve ekmek gelip gelmeyeceğini de bilmiyorken benim için 
her şey bitmiş gibiydi. Bir anda kendimi toparlayıp içimde 
beliren stoacı bir canlılık hissiyle, soğuktan donmuş elimi 
meşe masama vurdum. Gençliğim ve gerçekten canlı bir 
istek uyandı içimde . . . Bu eril canlılığı içimde hissetmeme 
neden olan kimdi? Her gün beraber olduğum kişiler yani 
en sevdiğim yazarlar. Gün geçtikte bu muhteşem grup beni 
biraz daha çekiyordu." 
Stuart Mill de babasının zorluklarla baş etmeyi ba-
89 


Ju/es Payot 
şarmış kişilere ait kitapları başucuna koyduğundan bahse­
der. Seyahat kitapları, Robinson Crusoe ve daha sonraları 
Platon'un Sokrates'i ve Tugot'nun Condorcet'nin hayatını 
anlattığı eserlerin büyük etkisinden bahseder. Doğrusu bu 
gibi eserler insanın hayatında derin ve kalıcı izler bırakır. 
Büyük düşünürlerin muhteşem etkileri! Sokrates'in iki bin 
yıl sonra bile güncelliğini yitirmeyip genç dimağlarda heye­
can uyandırması büyüklüğünün göstergesidir. 
Katolik kilisesinin laik azizleri gibi bizim de gençliğe 
örneklerimizin olmaması ne acı! İnsanın Spinoza gibi bir 
fılozofun eserlerini okuyup etkilenmemesi mümkün mü? 
Büyük insanların hayatlarını bir araya toplayan bir kitabın 
olmaması büyük kayıp. Klasik eğitimimizin yüksek erdem­
li insanlar yetiştirme gibi bir misyonu yok mu? Zaten ha­
lihazırda bu seviyeye gelmiş bir kimseden gereken eğitim 
alınamaz mı yani? 
90 


DÖRDÜNCÜ KİTAP 
İÇ KAYNAKLARIMIZ 
İçimizdeki bir takım cevherlerin duygusal hallerimiz 
üzerindeki etkisi su götürmez. Bu kaynakları bazen bazı 
duyguları güçlendirmek bazen de silip atmak için kulla­
nırız. Dışarıdan yardım almadan önce kullanacağımız bu 
kaynaklarımız: 
1 .
Derin düşünme yani tefekkür. 
2. Eylem yani harekete geçmek. 
Bunlara ek olarak özellikle beden sağlığı konusunu da 
ekleyeceğim. 
9 1


Birinci Bölüm 
İrade Terbiyesinde Tefekkürün Önemi 

Tefekkür diye adlandırmamızın sebebi zihni düşünce­
den farklı olmasıdır. Bu ifadeden kesinlikle tefekkürün ha­
yal kurma ve özellikle irade terbiyesi yolunda yok edilmesi 
gereken "duygusal hayaller kurmak" olduğu zannedilme­
melidir. 
Diğer yandan hayalde ve uyku anında düşünceler rast­
lantısal olarak ilişkilendirilir. Oysaki tefekkürde hiçbir şey 
rastlantıya bırakılmaz. 
Tefekkür bilgi edinmeye yönelik eğitimlerden fark­
lı olarak aklı donatmaktan ziyade güçlendirmeye yarıyor. 
Gerçek şu ki eğitimde "tanımaya" yönelik bir çalışma yapı­
lır; tefekkürde ise bu durum çok farklıdır. 
Bizim amacımız içimizdeki aşkı veya nefreti ortaya 
çıkarmak olacaktır. Bir inceleme yapmak gerçeklerle uğ­
raşmayı gerektirir. Tefekkürde ise öncelik realite değildir. 
Tefekkür ederken zararlı gerçeklerdense işe yarayan kurgu­
ları tercih edeceğiz. Çünkü tefekkürdeki gaye yalnızca yarar 
sağlayabilmektir. 
Bu tefekkür meselesini faydamıza çevirecek şekilde ele 
almak için psikolojiyi iyi incelemek gerekir. Ruh biliminin 
en küçük detaylarına hakim olmak durumundayız. Özel-
92 


İrade Terbiyesi 
likle de zihinsel yeteneklerimizi, arzularımızın sebeplerini 
biliyor olmamız lazım. Bu olayların birbirleriyle olan iliş­
kisini ayrıştırıp, birbirlerine olan etkisini, ilişkilerini ince­
lemek gerek. Diğer bir deyişle fiziksel, zihinsel, ahlaki çev­
renin iç dünyamız üzerindeki etkisini anlamalıyız. Bütün 
bunlar detaylı, ince ve zekice bir gözlem yapmayı; arkasın­
dan da keskin bir bakış açısını yakalamayı gerektiriyor. 
Tekrar etmek gerekirse görevimiz içimizde saklı aşk ve 
nefreti tetikleyen nedenleri bulmak; düşüncelerle düşün­
celeri, duygularla duyguları veya düşüncelerle duyguları 
bağlayan ilişkileri, kombinasyonları ya kaynaştırmak ya da 
doğru olmadığını düşündüğümüz bu bağları koparmaktır. 
Bunu yaparken de bütün dikkat ve hafıza kuramlarını kul­
lanıp bilincimize işlenmesi gerekenleri beynimize kazıyaca­
ğız veya zararlıları silip atacağız. 
Faydalı duygular ve fikirler için "içimizde damıtma" 
işlemi yapmak, soyut olanları da hassas, canlı duygulara çe­
virmek gerekecektir. Tefekkür ruhumuzda güçlü duygular 
ve tepkiler uyandırdığı vakit görevini tamamlamış olacak­
tır. Eğitim sayesinde bir şeyi anlamaya çalışırken, tefekkür­
le hedefimiz harekete geçebilmek olacaktır. 
Şayet harekete geçmek insan için önemliyse ve hare­
ketlerimiz bizi biz yapıyorsa ve de davranışlarımız neredey­
se sadece duygusal hallerimiz tarafından kontrol ediliyorsa 
o halde işimize yarayacak duygusal hallerimizi geliştirmeye 
çalışmalı ve bunları yüceltecek mekanizmaları araştırmalı 
ve anlamaya çabalamalıyız. 
93 


Jules Payot 
il 
Kimyada billurlaşma diye bir konu öğrenmiştik. Bir­
çok farklı maddenin bulunduğu bir kap içerisine bir kristal 
koyarsak karışımda bulunan moleküllerden kristalle aynı 
türde olanlar ilginç bir çekim gücüyle yavaş yavaş krista­
lin etrafında toplanmaya başlar. Durgunluk devam ettikçe 
kristal büyür. Sükunet haftalar veya aylar sürerse laboratu­
vardan o muhteşem kristaller ortaya çıkar. 
Ancak sıvıyı sürekli karıştırırsak, müdahale edersek 
kristal küçük ve cılız kalır. Psikolojide de durum aynıdır. 
Herhangi bir psikolojik durumumuzu bilinçli bir şekilde 
sürekli aklımızda tutalım. Benzer ruh halleri ve fikirler il­
ginç bir şekilde gelir yanı başına yerleşiverir. Uzun süre bu 
ruh hali devam ederse bilincimiz üzerinde baskı kuracak 
kadar etkili, istediğini yaptıracak kadar masif bir güç oluşur 
çevresinde. Eğer bu kristalleşme anlık sarsıntıya uğramazsa 
yavaşça muhteşem bir sağlamlığa ulaşır. Ekip sağlam, sessiz 
ve kalıcı olur. Anlarız ki içimizde kurmak istediğimiz "kla­
nı" artık oluşturabiliriz. Dini akımları, anaç duyguları ve 
isterseniz sefil, utanç dolu hisleri, paraya tapan gibilerini 
yaratmak böyle mümkündür. 
Ama bu sessiz kristalizasyonu sükunetle rahat bırakan 
insan veya genç çok azdır. Öğrenci için hayat çok kolaydır 
ve özellikle Paris'te veya büyük şehirlerde hareketlidir. Dış 
tahrikler insanların aklını çeler. Bir düşünceyi başka bir dü­
şünce takip eder, daha sonra da başka bir düşünce; çılgın 
gibi yirmi, otuz farklı duygu peş peşe gelir sarar. Bu duy­
gu seline binlerce his yerleşir; dersleri, kitapları, gazeteleri, 
94 


İrade Terbiyesi 
muhabbetleri de ekleyince aklımızdan gelip geçen bütün 
bu düşünceler tıpkı yatağından taşmış nehrin şelaleden aşa­
ğı düşerken çıkardığı kulakları sağır eden sesi gibi bir etki 
yaratır. 
Evet, bu durumda sakince içine kapanıp oradan uzak­
laşan ve geleceğini düşünenlerin sayısı azdır. Çünkü kendi­
ni o muhteşem akıntıya bırakmak ne hoştur! Çok az enerji 
harcarsınız! Kulakları tıkayıp kendinizi bırakmak yeterlidir! 
Channing'in dediği gibi Afrika'nın ücra köşelerindeki 
ülkelerin bize yabancı olması gibi bazı insanlar da kendi 
kendilerine yabancıdır. Bakışlarını asla dış dünyadan ken­
dilerine çevirmeyi bilmezler. Daha doğrusu ilgilerini dışarı­
da olan bitene o kadar çevirmişlerdir ki var oluşlarını bulup 
keşfetmek için kendi içlerine inmeye cesaret edemezler. Bu 
şu anlama gelir; hayat tersine gidiyor, dış olaylara kapılan, 
kendini kontrol edemeyen, ilgisiz, alakasız tıpkı rüzgarda 
savrulan yaprak gibidirler. Tecrübelerinden koca bir hiç 
edinirler. Onca şeye bakarken aslında hiçbir yere bakma­
dığı anlaşılır. 
Çalışma isteğimizi arttırmaya yönelik irademizi güç­
lendirmeye yarayacak olan amacımızı belirledikten sonra 
tüm duygu ve düşüncelerimizi dış etkenlerden kurtarmak 
ve korumak zorundayız. İçimizdeki güçler arasında ama­
cımızla çelişenleri hiç dikkate almadan unutmamız lazım. 
Başarının sırrı amacımıza hizmet edecek güçleri bir araya 
toplamak ve hedefimiz için faydalı olan her şeyden istifade 
edebilmektir. 
95 


Jules Payot 
111 
Psikoloğun görevi yapılan çalışmalarla belirlenmiştir. 
Sizlere ana hatlarıyla bunları paylaşayım: 
1 .
Aklımızdan faydalı bir düşünce geçtiği zaman onu 
yavaşlatmak, süratle unutulmasına engel olmak ve dikka­
timizi o düşüncenin üzerine çekerek işe yarayacak benzer 
düşünceleri de uyandırmak. Yani diğer bir deyişle azami 
derecede fayda sağlamak. 
2. 
Bizde eksik olan bir duyguyu uyandırmak, ortaya 
çıkmasına engel olan düşünceleri ortadan kaldırmak; eksik 
olan duyguyla ilişkili ve benzer duygular üzerinde dikkati 
toparlamak; dikkati ona yoğunlaştırmak ve ilişkilendirme 
kuramının doğal görevini yerine getirmesini beklemek. 
3. Aklımızda işe yaramayan bir duygu ortaya çıktığı 
zaman dikkati ondan çekmek, düşünmememizi sağlamak; 
bir şekilde onu yok etmek. 
4. Şayet içimize istenmeyen bir duygu yerleşmiş, bü­
yümüş, dikkatimizi dağıtmaya başlamışsa ve ondan kendi­
mizi alamayacak duruma gelmişsek onunla ilintili düşün­
celer üzerinde eleştirel bakış açısı geliştirmek. 
5. 
Yaşamımıza tehlike oluşturacak kaynaklardan uzak 
tutmak amacıyla dış etkenler ve ortamlar üzerinde detayla­
rına kadar inerek eleştirel bakış yakalamak. 
Bizim de genel hatlarıyla uygulayacağımız ve uğraşaca­
ğımız program bunlardan ibaret. 
96 


İrade Terbiyesi 
iV 
Üzerinde durulması gereken birkaç husus var. Genç 
"kendinden kaçmamayı" öğrendiğinde ve kendisini oyala­
masının ellerin kolların titremesi gibi bir zayıflık olduğunu 
anladığında artık kendini dinleme fırsatı yakalayacaktır. 
Dikkati dağınık arkadaşlarından farklı olmaya başlayacak­
tır. Zaman geçirmek için on farklı gazete okumaya kalkış­
mayacak, kart oyunlarına dalmayacak, boş muhabbetlere 
girmeyecektir. Diğerleri gibi kendini akıntının gidişatına 
bırakmayacak, kendine hükmetmenin keyfini yaşayacaktır. 
Bununla birlikte nefse hakim olmanın en doğru yolu 
ruhunda yüce duygular uyandırmak veya erdemli kararlar 
almak olacaktır. Diğer bir deyişle sade ve samimi duygu­
larla çalışmayı kendine sevdirecek, gevşek yaşamdan uzak 
durmasını sağlayacak stratejiler geliştirecektir. Bu neticeyi 
ona kendi tecrübeleri sağlayacaktır. Başka fikirlerin kendini 
alıkoymasına engel olacaktır. Düşüncelerinin gelişmesine, 
büyümesine olanak sağlayacak, umumun yaptığı gibi ke­
limelerle düşünmektense üzerinde düşündüğü fikirleri so­
mut olarak görmek isteyecektir. Çünkü bir meselede sade­
ce göz gezdirmek tembel ruhların bakış açısıdır. Tefekkür 
eden aklın bakış açısı ise tam tersine tıpkı bir bal arısı gibi 
fikrini damla damla oluşturmaktır. 
Herkesin bildiği üzere çalışmak insanı mutlu kılar. 
Buyurun sıralayalım; öncelikli olarak insana gurur verir; 
sonra ebeveyninize sunabileceğiniz en derin mutluluk bu­
dur. Kendilerini mutlu hissetmelerine ve güzel bir yaşlılığa 
hazırlanmalarına vesile olur. Ancak bizim tembel gencin bu 
97 


tür bir sıralamaya ihtiyacı yoktur. 
Kelimeler kavramları ifade etmekte kullandığımız 
kısa, kolay işaretlerdir. Çok daha karmaşık düşünceleri an­
latmak içinse yetersiz kalırlar. Sıradan beyinlerin kelime­
lerle düşünüp, takılıp kalması adeta ölümcüldür. Üstelik 
iç dünyamıza yolculukta bizi kifayetsiz bırakır. Zaten keli­
melerin anlamsızca sıralanışından bir şeyler umanların bir 
sonuç elde etmesi mümkün mü? 
Kelimelerin bize yaptığı yüzeysel hatırlatmalar akla 
yük olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Bunun çare­
si bir meselede detaylara bile tümüyle vakıf olacak şekilde 
düşünmektir. 
Misal olarak şunu söylemeyiniz; annem, babam mut­
lu olacak! Babanızın her başarınızda aile dostlarına sizden 
bahsettiğini, sizden memnun olan annenizin tatilde gurur­
landığını düşünün. Akşam yemeğinde gururla sizden bah­
sedildiğini düşünün. Küçük kız kardeşinizin abisiyle gurur 
duyması ne hoş bir durumdur. Diğer bir deyişle aklınızda 
detaylarıyla, mimiklere kadar düşünerek sizin mutlu olma­
nız için çaba harcayan, birçok şeyden kendilerini alıkoyan, 
sizi seven onca insanın yükünü hafıflettiğinizi düşünmenin 
hazzını yaşayın. 
Bugün çalışmanın mükafatı olarak yaşlanınca huzurlu 
olacağınızı detaylarına kadar düşünün. Birçok maddi ola­
naklardan yoksun olsak bile insanların hürmet göstereceği­
ni, sözünüzün dinleneceğini düşündüğünüzde çalışmanın 
sağlayacağı mutluluğun tadını çıkaracağınızı hissedeceksi­
niz. 
98 


İrade Terbiyesi 
Bu tür düşünceleri devam ettirdiğinizde çalışmaya dair 
iradenin kızışmaması imkansız. Ama bir kez daha söyle­
yelim bir şevk ve gayret anında bizde ortaya çıkan gücü 
devam ettirerek şekillendirip harekete çevirmek lazım. Dış­
tan gelen ani bir his de olabilir. Mesela okumuş birinin 
başarılarıyla ilgili yapılan bir kutlamanın sizde doğurduğu 
şevk hissi bile yeterli olabilir. O duyguyu hemen kendinize 
mal edip fılizlendirerek enerjiye çevirmeniz mümkündür. 
Ancak bizi alıp başka hallere götürecek fikirlere kar­
şı detaylı bir koruma oluşturmak gerektiğini söylemeyi de 
unutmayalım. Tembel yaşam tarzının kötülüğünü tekrar 
tekrar işlemek ve onu çiğnemek lazım. Bir karabiber ta­
nesini yutarsanız hiçbir şey hissetmezsiniz. Ancak onu çiğ­
nerseniz damakta acı bir tat bırakır ve dilinizi yakar, hap­
şırtır, öksürtür ve göz yaşartır. Tembelliğin ve istenmeyen 
arzuların bizde tiksinti ve utanç uyandırması için bunların 
zararlarını içimizde tutup kendimize hatırlatmamız gerek. 
Sadece kötü huylardan değil 
etrafını 
çevreleyen, "bağlı oldu­
ğu" her şeyden nefret etmek 
lazım

"Doktorun kavunu yasaklama­
sına rağmen her seferinde hastalığının nüks etmesine sebep olan 
hasta 
gibi yapmamak 
lazım

O hasta doktor öleceğini söylediği için 
kendisi yemeyecektir, içi içini yemesine rağmen ağzına sürmeyecek, 
etrafına 
bahsedecektir. Başkalannın yemesinden 
haz 
duymaya çalı­
şacak, 
sadece koklamak bile onu mutlu edecektir."25 
Aynı şekilde sadece tembel hayattan değil aynı zaman­
da aklın bomboş, atıl kalmasından, içimizi kemiren, saçma 
işlere teslim olan aklımızın düştüğü durumdan da nefret 
etmek ve faydasız işlerin olduğu ortamlardan da uzak dur­
mak 
Tembelliğe, aylaklığa sürükleyen arkadaşlar-
25 
François Fenelon, Dindar Yaşama Giriş, 1609. 
99 


dan ve duygulardan kaçmak lazım. Yani sadece hastalık 
geldiğinde değil her zaman hastalıktan ve ona sebep olan 
kavundan nefret etmek lazımdır. 
Görüldüğü üzere işimize yarayan olumlu alışkanlıkları 
ve hangisi olursa olsun ilişkili olduğu duyguları, fikirleri 
uzun süre bilincimizde tutmaya gayret edeceğiz. Bu fikirle­
re şekil vermek, netlik kazandırmak görevimiz olacak. Bu­
nun için de fikri somut, detaylı ve apaçık görmek gerek. 
Ayrıca bu metot, duyguların öz çekim gücü ve birbiriyle 
olan iletişimi sayesinde benzer başka faydalı duyguların da 
yeşermesine hizmet eder. 
Bu işi kolaylaştırmanın bir yolu da bu hususta duy­
guları ortaya çıkaracak kitaplar okumak olacaktır. Kitabı­
mızda bu tür uygulamalara çok fazla alışık olmayanlar için 
değerli örnekler vardır. Tembelliği yeren, eğitimimize katkı 
sağlayan kitaplardan yardım almak, amacımıza katkı sağ­
layacaktır. Örneğin Mill'in hayatı, Darwin'in mektupları 
önemli kaynak olabilir. 
Şayet tefekkür doğru yönlendirilir, bilincimizin dip­
lerine kadar inmesine izin verip harici ve dahili etkilerin 
sükunetimizi bozmamasını sağlayabilirsek mutlaka müspet 
bir neticeye varırız. Bu çabalar bir sonuca ulaşmasa bile 
harcanan emeğin zayi olduğu düşünülmesin. Mill'in ifade 
ettiği üzere "insan olağan dışı bir durum yaşarsa bu diğer 
zamanlarına örnek teşkil eder ve davranışlarını tartıp biç­
mesine, dikkat etmesine vesile olur. Geçici görünseler bile 
bu anlardaki davranışları düzenli alışkanlıklara dönüştür­
mek ve yanlış davranışlarla karşılaştırmak için örnek teşkil 
eder."26 
26 
John Stuart Mili, Kadınların Köleleştirilmesi, 1 869. 


İşin doğrusu eğilimlerimiz bizim için bir zanaatkarın 
elinde şekillenen eser gibidir. Şayet hayatımızı düzenleme­
ye başlayıp günü gününe çalışmanın bize bahşettiği hazzı 
tattıktan sonra "iradesizliğin" verdiği tüm acımtırak sıkın­
tılardan kurtulmak için irademizin yerinden fırlayacak bir 
hale gelmemesi imkansızdır. Ama kara kalemle çizgiler üze­
rinden tekrar tekrar geçmez, çizgileri kuvvetlendirmezsek 
yani ortaya koyduğumuz taslak üzerinde devam etmezsek 
kendimizi dış etkenlerin girdabına tekrar kaptırıp bilinci­
mizde inşa ettiğimiz her şeyi yitirebiliriz. Doğru zamanda 
tekrarlarımızı yapmazsak davranışlarımızın meyvesini ala­
mayız. 

Muhtemelen bazı okurlar bir konuda bizimle hemfikir 
olmayacaklardır. Derin tefekkürün güncel hayatla ilişkisi­
nin olmadığı fikri o kadar yaygındır ki tefekkür eğitiminin 
faydasız olacağı kanısına varırlar. 
Böyle düşünenler "kafası meşgullerle" gerçek düşü­
nürleri birbirine karıştırmış olmalılar. Oysaki kafası meşgul 
insan akılcı düşünürün tam tersidir. Çünkü böyleleri gü­
cünü adeta karışıklıktan alır. Bu durum politik hayatın da 
olmazsa olmazıdır. Bu kafası karışıklar çok gürültü çıkarır 
ama bir o kadar da başlarına iş açarlar. 
Kendinden emin, istikameti belli olan insanın hare­
ketten önce tefekküre ihtiyacı olur. Başarıyı getirecek bir 
hareketin içinde mutlaka derin düşünce de bulunur. Büyük 
şahsiyetler, IVHenri veya Napolyon önemli kararlardan 
önce ya kendileri derince tefekkür eder ya da etrafındaki­
lerle ve bakanlarıyla istişare yaparlardı. Kim ki düşünmez, 
101 


yapması gerekenleri aklının bir tarafında tutmazsa ve ama­
cına ulaşmak için ciddiyetle çaba harcamazsa sıradanlığın 
oyuncağı olur. Belirsizlik sebebiyle maksadını karıştırır, yö­
nünü şaşırır. 
Görülüyor ki her faaliyet daima bir tefekkürü takip 
etmek durumundadır. Bununla birlikte tefekkür de tek 
başına yeterli değildir. Daima bir tefekküre ihtiyaç var­
dır diyoruz çünkü insan kendine tahmininden daha fazla 
yabancıdır. Etrafımıza bakınca binde bir adam gibi adam 
olmayışına üzülmekte haklıyız. Neredeyse hepimiz tavırla­
rımızla olsun davranışlarımızla olsun kendimizden büyük 
güçlerin elinde kukla gibiyiz. Vaziyet dereye salınan dal 
parçasından çok da farklı değil. Akıntıya kendini bırak­
mış oraya buraya savrulur gibi. Meşhur bir benzetmeyle 
bir örnek daha verelim; rüzgar gülü kendisini rüzgarın çe­
virdiğinden habersiz, yalnız başına döndüğünü zanneder. 
Birçoğumuzun tercihlerini eğitimimiz, arkadaşların veya 
kamuoyunun eleştirileri, özlü sözler, telkinler şekillendirir. 
Çok azımız hangi limana gittiğimizi, ne zaman nerede de­
mirleyip kendimizi toparlayacağımızı biliriz. 
Kendini toparlamak için duranların vakti de ne denli 
kısıtlıdır. Belki yirmi yedi yaşına kadar çok fazla düşünme­
den kaderimizin peşinde sürüklenir dururuz. İstikbalimizi 
elimize almaya kalkışınca da bir çarkın parçası gibi kalıveri­
riz. Uyku hayatımızın üçte birini alır. Sıradan günlük işler, 
giyinmek, yemek yemek, sindirmek, hastalıklar, huzursuz­
luklar derken verimli çalışmaya ayıracağımız zaman çok az 
kalır. Günler birbirini takip eder ve olayın farkına varınca 
da yaşlanmış oluruz. 
102 


İrade Terbiyesi 
Evet! Neredeyse herkes dışarıdan gelen telkinlerle şe­
killenir. Ailesinde fı.lozof bulunan nadir olduğundan aile­
sinden akılcı bir eğitim alan da azdır. Bu tür eğitim alanlar 
bile budala ortamlara girer. Aile bireyleri, arkadaşlar, çevre 
faktörü çocuğun beynini formüllerle doldurur. Çocuk az 
düşünen öğretmenlerle ve sıradan fikirlere sahip arkadaş­
larla bir arada olur. Üstelik en iyi eğitim almış çocuk bile 
nihayetinde arkadaşlarının konuştuğu dili konuşacaktır. 
Oysaki dil bilindiği üzere halka aittir. Konuşulan dil 
halkı yansıtır. Halk sıradanlığını, kinini, naifliğini veya 
kabalıklarını dile işler. Dilde zenginliği, gücü, savaşı met­
heden ama iyiliği, sade hayatı ve çalışmayı küçümseyen 
onca ağdalı ifade bulunur. Ve biz kolayca bu dilin tesirin­
de kalırız. İspat mı istiyorsunuz? Önünüzde "güç" diye bir 
kelime söylendiğinde iddiaya girerim bir çoğumuzda önce­
likle büyük güçler, askeri güç gibi anlamlar akla gelecektir. 
Ahlaken güçlü olmak daha sonra hatıra gelir. Güç sahibi 
kişi olarak da Sezar akla gelir. Mutlu olmaktan bahsedilince 
insanların aklına hemen servet, hakimiyet, alkış gelir. Siz 
de benim yaptığım gibi on beş tane hayatın anlamını teşkil 
eden kelime belirleyin. Bunu psikolojik bir test amacıyla 
yaptığınızı söylemeyi unutmayın ve kelimelerin nasıl bir 
resim canlandırdığını muhatabınıza sorun. Dilin insanla­
rın düşüncelerini, değerlerini ve cehaletini anlamak için 
çok güçlü bir malzeme olduğunu anlayacaksınız. 
Doğrusu dilin bu gücü evrensel bir durumdur. Ata­
sözleri ulusların bilgeliklerini az ve öz olarak barındıran 
tespitlerdir. Yani gözlem yeteneği olmayanlara meselenin 
nelerden ibaret olduğu bilgisini verir. Bu atasözleri tekrar­
lana tekrarlana artık aksini iddia etmek imkansız hile gelir. 
103 


Jules Payot 
Gençlerden bahsediyor olalım; bir genç bardan bara dola­
nıyor ve yaşlı başlı insanlar veya herhangi biri ona "Genç­
lik elden gitti!" diyor. Allah'tan daha fazla teşvik edici bir 
cümle etmiyor. 
Cesurca söylemek gerekirse bu tür ifadelerin gençlere 
nasıl zarar verdiği aklınızın ucundan bile geçmez. Amerika 
ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi okuldan ayrılanlar için 
bir denetim olmaması nedeniyle kendini dağıtan gençler 
yaygın olduğu için doğal olarak insanların kafasında genç­
lere karşı ön yargı oluşuyor. Bu ön yargı o kadar güçlü ki 
bu düşünceden kurtulmayı başarabilen çok azdır. 
İrade zayıflığı, içsel dürtüler ve klişelerden de destek 
alarak hatalara devam edip alenileştirmeye kalkınca ve buna 
etraftaki kötü örnekler, dil, ortam, dürtüler de eklenince 
irade terbiyesinden uzaklaşmamıza neden olan sis perdesini 
yaratmış oluyoruz. Bu perdeyi yok etmenin sadece bir yolu 
var; tefekkür. Kendini dinlemek için kabuğuna çekilip, 
çevredeki yönlendirmelerden sıyrılıp ruhunun derinlikleri­
ne kadar müspet düşüncelerin yerleşmesini sağlamak. .. 
Öğrencinin bu verimli sükunete girmesi çok da zor 
değil. Hayatının başka hiçbir döneminde bu rahatlığı bu­
lamayacaktır. İşin gerçeği bunca müsait zamanının olduğu 
bir dönemde insanın kendine hakim olamaması da acı bir 
durum elbette. 
Ama bu kendi çabamızla veya düşünürlerden yardım 
alarak hatalı düşüncelerimizden kurtulamayacağımız anla­
mına gelmiyor. Kendimizi başkalarının gözüyle eleştirmek 
yerine kendi öz fikrimizi oluşturmamızda fayda var. Başka­
larının aklıyla zevklerimiz ve izlenimlerimiz üzerinde kur-
1 04 


İrade Terbiyesi 
duğumuz bakışımızı artık değiştirmemiz gerek. 
Max Müller kültürlü bir İngiliz'in üç bin ili dört bin 
civarında kelime kullandığını, büyük üstatların ise on beş, 
yirmi bin kelime kullandıklarını söylüyor. Sıradan insan­
ların pek kullanmadığı yücelik, asalet, ulviyet gibi kelime­
lerin düşünürlerle halk arasındaki kelime dağarcığından 
kaynaklanan farkı gösterdiğine dikkat çekiyor. 
Ne yazık ki düşüncenin dilde ifadesi konusunda in­
sanlar arasında dağlar kadar fark var. Bayağı bir insanın 
kelime hazinesi devede kulak gibidir. O kadarla yetinip du­
rur. İnsanların düşünceleri de işte bu yüzden çatışır. 
Küçüklüğümüzden itibaren bize bazı şeylerin iyi bazı 
şeylerin kötü olduğu öğretilir. Bunları konuştuğumuz in­
sanların düşüncelerinden, hareketlerinden alırız. Oysa o 
kavramları gerçek anlamlarıyla değil insanların ona yükle­
diği anlamlarla öğrenmiş oluruz. 
Genç insan bir an evvel hayata atılmayı öğrenmeli. 
Tehlikelerle baş edebilmek için hayat tecrübesi edinmeli. 
Çünkü hayat tecrübesi edinince kendine gelecek, düşün­
celerini itinayla tahlil edecektir. Değerlerini, sınırlarını, 
hatalarını öğrenecektir. Özellikle kendisini ilgilendiren ko­
nularda seçici olmaya başlayacak. Eğitim hayatından kendi 
payına düşeni çıkaracak; azmin yani gerçek mutluluğun 
rehavete tercih edilmemesi gerektiğini öğrenecek. Stresli, 
yoğun hayatın insana verdiği yanıltıcı bir haz var. Bu geçici 
mutluluğu yakalamak çok basit! Oysa gençlerin bir an önce 
kendilerine gelip yorgunluktan başka bir işe yaramayan 
geçici heveslerin, boş işlerin peşinde koşturuyor olmanın 
eleştirisini yapmaları lazım. 
105 


Jules Payot 
Diğer yandan kafasındaki ön yargıları, engelleri teker 
teker elemesi; zihnen konsantre olup çalışmasına mani olan 
bahaneleri incelemesi lazım. İradesine engel olan tüm uğra­
şıları ve boşa zaman geçirmesine neden olan her şeyi bir ke­
nara bırakması gerek. Böylece yeni bir dünyayı keşfedebilir. 
Platon'un anlattığı, mağarada zincirlenip, gelen geçenlerin 
sadece gölgesini seyredebilen adamların halinden kurtulup 
gerçek ışığa kavuşmuş olacaktır. 
Genç insan zihnine hakim olabildiğinde gerçek ki­
şiliğine kavuşmuş ve kendisine ait bir ortam oluşturmuş 
olacaktır. Bunun için dünyanın ortasında inzivaya çekilip 
yapayalnız yaşamaya gerek yok. Bizim arzuladığımız süku­
net insanı faydasız işlerden uzaklaştırıp içimizde olumlu 
duyguları uyandırmaya yetecek bir dinginliktir. Bunun 
için her gün veya her hafta biraz zaman ayırıp iç dünyanı­
za gezintiye çıkarak içinizdeki şevki ve isteği uyandırmak 
kafidir. 
VI 
Gencimiz tefekkürle alakadar olmaya başlayınca sade­
ce arzularına yenik düşmekten ve bayağı tavsiyelerin yol aç­
tığı saçmalıklardan kurtulmakla kalmayacak aynı zamanda 
kendine hakim olmayı da öğrenecektir. 
Kendine hakimiyet özede dünyevi dış etkilerin ve duy­
gularımızın yapacağı yönlendirmelere karşı insan zekasının 
üstün gelmesidir. Çocukların, kadınların veya erkeklerin 
davranışlarına dikkatlice bakılırsa anlık tepkilerle yaşadık­
larını, anlık kararlarla hareket edip daha sonra oluşan du­
ruma adapte olmak zorunda kaldıklarını görürüz. Toplum 
içinde prensip olarak saygıyı koruma adına daha kontrollü 
106 


İrade Terbiyesi 
oluruz. Kendimizi sakin ve naif biri gibi gösterme eğili­
mine gireriz. Oysa toplum nezdinde ortalığı karıştıran kişi 
olarak görünmemek için değil kendi yanlışlarımızı görebil­
mek için tefekkür etmemiz faydalı olur. 
Dünyada başarılan büyük işler büyük düşünürlerin 
ve tefekkür edenlerin eseridir. Ortalığı birbirine katanlar, 
politikacılar, kahramanlar, tarihi saçmalıklarıyla doldu­
ran heyecanlı cipler insanlık adına sadece basit, vasat bir 
basamak oluştururlar. Günümüzdeki tarih çalışmalarının 
okumuşların merakını tatmin etmek için biriktirilen hatıra 
yığınından ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Oysaki hakiki 
düşünürler tarafından yazılan bir tarih olsa "velvelecilerin" 
medeniyetin gidişatında ne denli etkisiz olduklarını tahay­
yül bile edemezsiniz. 
Tarihin gerçek kahramanları aslında felsefede, sanatta, 
edebiyatta, endüstride bir numara olan bilim adamlarıdır. 
Para kazanmayı becerememesi sebebiyle kapıcısının bile 
gözlerinden yaş gelircesine güldüğü zavallı bir bilim adamı 
olan Andre Marie Ampere'in toplumsal gelişmeleri ve hat­
ta günümüz modern savaşlarını Bismarck ve Moltke'nin 
toplamından daha fazla etkilemiş olduğunu düşünmemek 
işten bile değil. Bir Georges Ville'in (Fransız kimyager 
-
Ç.N.) tarım için yaptığını, elli carım bakanını üst üste koy­
sanız yapmamıştır. 
İşte genç "çok gürültü çıkaranların" toplum nezdinde 
makbul kişi olarak kabul edilmesinden ne yapsın da etki­
lenmesin? Toplumun bu bakış açısını gencin düşüncesin­
den çıkartıp hayatın ondan beklediğinin velvelecilik olma­
dığını anlatmalıyız. 
107 


Jules Payot 
Pek çok sorunumuz bu "dürtülere göre hemen tepki 
vermek" ve toplumun beklentisine uymaya çalışmaktan 
kaynaklanır. Dışarıdan dayatılan fikirleri yerine getirmekle 
el alemin elinde oyuncağa döneriz. Bir çalışma, toplantı, 
eğlence veya herhangi bir etkinlik esnasında gelen bir arka­
daş seni alıkoyar. Zayıf iradeni yerinden söker. Kurtuluş ise 
tefekkürde saklıdır. Dış etkenler gelip eksik enerjimizden 
istifade etmeye çalışabilir. Ama insan aklıyla hareket ederek 
çat kapı gelen davetsiz misafirleri de eleyebilir. Çalışmasına 
engel olabilecek durumları da öngörebilir. Hangi arkada­
şın bizi nereye götüreceğini çok iyi bilmeliyiz. Eğer direkt 
olarak reddedemeyeceksek ret cümlelerini önceden hazırla­
mak çok işe yarar. Dilersek mazeret olarak beyaz bir yalan 
bile uydurabiliriz. 
Ancak şu çok önemli; mesela halihazırda evde ders 
çalışman gerektiği düşüncesi ve kararı aklında yoksa veya 
caydırıcı teklifleri başından defetmeye karar vermediysen 
bütün gününü kaybetme ihtimalin çok yüksektir. Çünkü 
bir olaya hakim olabilmek öncelikle psikolojik olarak da 
hazırlanmayı gerektirir. Bu hazırlıklar kesin ve net ise işin 
kolaylaşır. Öyle ki sunulan fikre karşı yapacağın savunmaya 
arkadaşın cevap verebilecek yetiye sahip olmayacak ve doğ­
rusu bizi de işimizden çeldiremeyecektir. 
Beklenmedik olaylardan etkilenmek zayıf insanların 
hayat tarzıdır. Bir amacın olmaması ya da amacın peşin­
de koşulmaması veya dikkatin bu amaca verilmesine mani 
olacak meşgalelere dalmak hayatı tutarsız ve düzensiz hile 
getirir. 
Ancak ara sıra durup istikametini tekrar belirleyen için 
108 


İrade Terbiyesi 
hiçbir şey tesadüfe bağlı değildir. Bunun için kendimizin 
ve hatalarımızın farkında olmak, zamanımızı çalan şeylere 
karşı şuurlu olmak ve buna göre kendimize bir yol haritası 
belirleyip bu yoldan ayrılmamak gerek. 
Bu şekilde günden güne hayatımızdaki rastlantıya 
bağlı kısımları azaltabiliriz. Böylece arkadaşlarımızı seçme­
yi, elemeyi, değiştirmeyi, onlara zamanı gelince ne söyleye­
ceğimizi bilmeyi, bir mekanda doğru davranmayı, otelde 
odamızın değiştirilmesini istemeyi öğreniriz. 
Hayata dair bir stratejik plan olmazsa olmazımızdır. 
Beynimizi kemiren bir durumla karşılaşınca ne yapacağı­
mızı, nasıl kurtulacağımızı önceden biliriz. Karmaşık ruh 
hallerinden çıkmayı, üzüntülerden kurtulmayı, umutsuz­
luğa çözüm getirmeyi başarabiliriz. Tıpkı iyi bir komutan 
gibi düşmanını iyi tanımak, düşmanın artılarını ve eksile­
rini bilmek, savaş alanını iyi tahlil etmek, takımının artıla­
rını, eksiklerini tespit etmek başarıyı getirecektir. Böylece 
ilerleyebiliriz. İç ve dış mihraklarımızı iyi tanımak, her açı­
dan iyi tahlil etmek şart. Her şeyi öngördüğümüz için ba­
şarı şansa kalmayacak, zamanında geri çekilmek de büyük 
kayıpları önleyecektir. 
İşte tam olarak bu iç ve dış mihraklar gencin düşma­
nı. Onlardan kurtulmanın yolları üzerine yoğunlaşması ve 
taktikler geliştirmesi gerek. Kendi kendimize irademizi eği­
tirken moralimizi alt üst eden dış etkenleri kendi lehimize 
nasıl çevireceğimizi göreceğiz. Zeka ve düşüncenin kurtarı­
cı olduğu ise aşikar. 
109 


Jules Payot 
VII 
Görüldüğü üzere sonuç itibarıyla tefekkür son derece 
verimlidir. Boş hevesleri gerçek kararlara dönüştürür. Dilin 
ve tutkunun olumsuz etkilerini törpüler. İç dünyamızdan 
kaynaklanan tehlikeleri ön görmeyi ve geleceğimizi daha 
net planlamayı sağlar. Dış etkenlerin doğuştan gelen tem­
belliğimizi pekiştirmesine engel olur. Bu önemli avantajla­
rın dışında başka yararları da yok mu? Var. Direkt olarak 
sağladığı faydaların dışında dolaylı yönden faydaları da var. 
Öncelikle yaşadığımız her günün tecrübelerinden 
faydalanmayı, doğru davranışlar ve alışkanlıklar edinmeyi 
sağlayacaktır. Bu prensipleri günü gününe zihnimizde gö­
zedersek sonunda yerleşir. Bu durum faydasız işlerle uğra­
şanlarda veya unutkanlarda gerçekleşmez. Dikkatsiz öğren­
ciler gibi geçmiş hatalardan ders çıkarmazsak aynı yanlışlar 
ve görgüsüzlükler tekrar eder. Bu durumda yanlışlar ve 
görgüsüzlükler davranışa dönüşür. Düşünen insan içinse 
geçmiş ve mevcut durumlar sürekli bir ders niteliğindedir. 
Yani gelecekte kaçınacağımız hareketleri belirlemek için bi­
rer öğüt niteliğindedir. Bu tecrübelerimiz biriktikçe bize ait 
kurallar meydana gelir. 
Politikadan bildiğimiz gibi kararlı kişiler kararsız, ür­
kek kişileri etkiler, sürükler. Akılcı olanlar ise bilinçleri sa­
yesinde net tavırlarıyla olaylara hakim olur. O kararlı kişi­
nin müdahalesi ortadan kalkınca çoğunluk içinden geldiği 
gibi tembelliğe ve sallanmaya devam eder. 
Genel olarak güçlerin prensipler üzerindeki etkisi böy-
1 10 


İrade Terbiyesi 
ledir. Bazı kelimeler barındırdıkları anlam itibarıyla insanı 
titretir. Örneğin gurur, büyük şahsiyet, insanlık haysiyeti, 
suç, aşağılık gibi. Prensipler de böyle kısa kelimeler gibi 
bilincimizde az çok karmaşık hisler uyandırır. İçimizde bir 
duygu veya harekete geçirici bir güç zayıfladığı zaman onu 
hatırlatan bir formülün veya kısaltmanın tekrar canlanması 
için tefekkür gerekli olacaktır. Tefekkür karmaşık bir for­
mülün akla sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlayacaktır. 
Bilhassa duygusal boşluk yaşarken veya düşüncelerin çar­
pıştığı, karmakarışık anlarımızda bizi bilincin aydınlığına 
çıkarır. Tefekkür doğru kullanıldığında kurtarıcı olabilecek 
çok değerli duygusal atılımlar yapmamızı sağlar. Dış dün­
yanın akıl almaz hengamesi içinde aklımızı çelecek olaylar­
dan uzak durmayı, bizi gerçek anlamda mutlu eden anıla­
rımıza geri dönmeyi sağlar. 
Diğer bir deyişle kendi özünü bulmak kadar değerli 
bir şey olabilir mi? Hissettiğimiz mutluluk; tıpkı iyi bir yü­
zücünün, dalgalara karşı yüzerken bazen dalgaları okşaya­
rak geçmesi, zaman zaman da üzerine üzerine gitmesi gibi 
değil mi? Şayet güçlü duygularımız, kötülüklere karşı kurlu 
savaşında içimizde hoş ve derin hisler uyandırmayı başarı­
yorsa cinsel dürtülere karşı da bunu neden kullanmayalım? 
Corneille'in kendisinden sonra gelenler tarafından Fransız 
edebiyatında tiyatro yazarı olarak en ön sıraya konulması­
nın sebebi eserlerinde anlattığı kahramanların içgüdü sa­
yesinde vaziyete karşı koyarak, çabalayıp, zor olsa da uzun 
vadede muzaffer olmalarından kaynaklanmaktadır. 
1 1 1


İkinci Bölüm 
Tefekkür Nedir ve Nasıl Yapıhr? 
Kendimizi aşma yolunda tefekkür etmenin büyük bir 
rolü varsa bunun nasıl yapıldığını araştırmakta fayda var. 
Diğer bir deyişle işimize yarayacak materyalleri incelemek, 
psikoloji kuramlarını ve faydalı tecrübeleri bilmek önem­
lidir. 
Derin tefekkürün amacı ruhumuzdaki nefret veya şef­
kat duygularını harekete geçirmek, davranışlarımıza düzen 
getirmek, kendimizi karar almaya itmek, iç ve dış kaynaklı 
fırtınalı ruh hallerinden kurtulmak olmalıdır. 
Verimli bir şekilde düşünmenin ve tefekkür etmenin 
genel kuralı düşüncenin yapısının tahlil edilmesinden geç­
mektedir. Kelimelerle düşünürüz. Daha önce de belirttiği­
miz üzere düşünebilmek için hakikatin ağırlığından kurtul­
mamız gerekir. Çünkü hayatın gerçekleri yorucu olmaları 
nedeniyle zihni işgal etmekten başka bir işe yaramazlar. 
Yerine daha pratik, kısa, akılda rahat kalabilecek, ak­
tarımı da kolay olan kısa göstergeler koymalıyız. Bu kısa 
göstergeler umumi kelimelerdir. Bu göstergeler birtakım 
kavramlarla ilintilidir. Yani ilintili şeyi ifade etmek istediği­
miz zaman bu kelimeleri kullanıyoruz. Bunun için kelime­
nin ilintili olduğu şeyin hafızamızda canlandırdığı imajın 
tecrübeyle sabit olması gerekir. 
Ne yazık ki küçükken önce kelimeleri öğreniriz. Bu 
kelimelerin büyük bir kısmını belki zamanımız olmadığın-
1 12 


İrade Terbiyesi 
dan belki imkanımız, belki de cesaretimiz olmadığından 
toprağımıza ekemedik. Ama bu kelimelerin birçoğu istis­
nasız hafızamızda. Hiç hayatımda bir filin çığlık attığını 
görmedim. Fil çığlığı sözü benim için içi boş bir ifade. Sı­
radan insanların dilinde bu kelimelerden çok var. Veya sık 
sık "tecrübeler bunu göstermiştir" derler. Böyle söyler an­
cak ne kadar da anlamsızca kullandığının farkında değildir. 
Günlük hayatımızda kullandığımız kelimeleri doğru tahlil 
ettiğimizde anlamsız birçok kelime fark ederiz. Doğrusu en 
zeki olanımızın bile nasıl da papağan gibi kelimeleri gerçek 
anlamından farklı şekilde kullandığına ve mefhumları an­
lamlandırmadan konuştuğumuza şaşırmalıyız. 
Derin tefekkür, başağı döverek buğdayın düşmesini 
sağlamak gibidir. Burada kural kelimeleri bazı kavramla­
rın yerine koymak olacaktır. Belli belirsiz bir hayalin yerine 
değil zihinde detayıyla görünen şeylerin yerine gelmelidir 
kelimeler. Çünkü sürekli düşüncemizi bireyselleştirmek ve 
somutlaştırmak zorundayız. 
Mesela her yemekten sonra içilen bir sigara yüzünden 
yılda çöpe atılan yüz frankları ve kapkara hale gelen dişleri 
düşünüp kendinizi sigara içmeme kararı almaya itmek gibi. 
Bu arada Tolstoy'un sigaranın aklın derinliklerini uyuştur­
duğu fikrini de bir ara araştırmak lazım. Zihnimiz açıkken, 
felsefi bir konuda düşünürken sigara içtikten sonra bizde 
neler değiştiğini görebiliriz. Sigara içtikten sonra aklımızı 
toparlamakta, düşünmekte zorlandığımızı görürsek sigara­
nın aklı uyuşturduğunu anlarız. Diğer yandan sigara içme­
nin sadece fiziksel bir istekten kaynaklandığını ama belli 
bir süreden sonra acımasız bir alışkanlığa dönüştüğünü gö­
rürüz. Bu bağımlılığın zararlarını düşünmek yeterli olacak-
1 13 


Jules Payot 
tır. Kendinize hükmettiğiniz bir anda bu ve bunun benzeri 
uyarıları kendinize hatırlatırsanız bir daha içmeme kararı 
alma gücünü bulabilirsiniz. Çalışmanın da insana getirdiği 
birçok hazdan yola çıkarak benzeri şeyler yapabiliriz. 
Kelimelerin detaylı analizine inerek birtakım ön yar­
gılardan, arzuların yanıltıcılığından ve sahte kabullerden 
kurtulmak mümkündür. Misal olarak, kitabımızda sadece 
Paris'te doğru düzgün iş yapılacağına dair ön yargıyı kırı­
yoruz. 
Kargaşadan uzak durmak, tefekkür etmek, içimizi 
dinlemek, faydası olacak kitaplar okumak, notlarımızı tek­
rar tekrar okumak ve hangi davranışın nasıl bir tehlike ya­
ratabileceğini somut olarak derinlemesine düşünmek akıl 
yürütürken bize yardımcı olacak en önemli adımlardır. 
Alelacele konunun üzerinden geçmeyi kastetmiyoruz. 
Düşünmek, koklamak, dinlemek ve dokunmaktan bahse­
diyoruz. Bir tiyatro sahnesi bize gerçek hayattan daha man­
tıklı, daha somut, daha hakiki gelebilir. Derin düşünceyle 
tahlil edeceğimiz mevzuyu da bir sahnede her şeyin açık 
seçik görünmesi gibi zihnimizde gerçeğe en uygun olacak 
biçimde oluşturmalıyız. 
Derin düşünme için ilham bulamadığımız zamanlarda 
duruma uygun kitaplar okuyabilir veya dikkatimizi canlı 
tutmak için yüksek sesle konuşabiliriz. Bunu yapmak var­
lığımıza hükmetmeyi sağlayacaktır. Düşüncelerimizi yaz­
mak da tıpkı yüksek sesle telaffuz gibi irademiz üzerinde 
etkimizi arttırmak amacıyla doğru bir tercih olacaktır. İşte 
bu şekilde bilincimizdeki engelleri kaldırabilir ve değerli 
hatıralarımızı canlandırabiliriz. Zihnimizde dinlendirdiği-
1 14 


İrade Terbiyesi 
miz fikirlerimize dilediğimiz ifadeleri yerleştirebiliriz. 
Duygusal anlamda bu ruh haline en çok ihtiyaç duya­
cağımız zaman, tatil dönüşü okullar açılmadan önceki haf­
ta olacaktır. Her tatil döneminin sonunda yani yılda iki üç 
defa derin düşüncelere dalmak için dağda, ormanda, deniz 
kenarında yürüyüş iyi gelecektir. Bu tür "çekilmeler" son 
derce faydalıdır. Öğrenciyi bilinçlendirecek iradeyi tekrar 
yerine getirecektir. 
Eğitim öğretim yılı , boyunca da benzeri etkinlikler 
düzenlemek durumundayız. Akşam uyumadan ya da gece 
yarısı uyanınca veya dinlenme anlarımızda zihnimizi ge­
reksiz işlerin doldurmasına izin vermeden bu uygulamaları 
tekrar etmek daha doğru olacakcır. Sabah uyanır uyanmaz 
veya giyinirken, işe giderken günlük yapacakları işleri dü­
şünmek insana çok faydalı olacaktır. Bu tür alışkanlıklar 
çok çabuk edinilir. Gençler için bu düşünme alışkanlığının 
öyle faydaları var ki alışkanlığın ötesinde bir ihtiyaç olarak 
tavsiye ediyoruz. 
1 1 5 


Üçüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Hareketin Önemi 

Derin düşünme bir zarurettir ancak tek başına da ye­
tersizdir. İnsanın dağınık haldeki güçlerini bir gaye için bir­
leştirir ve atılım sağlar. Fakat şişirecek bir yelken bulamayıp 
gücünü doğru yolda kullanamadan sönen kuvvetli rüzgar­
lar gibi içimizde uyanan duygular da etkin bir faaliyet için 
kullanılmazsa hiçbir işe yaramadan sönebilir. Faal biçimde 
yapılan çalışmalar gencin hafızasında hatıra olarak kalırsa 
alışkanlık gibi yavaş yavaş kendine yer eder. 
Psikolojide hiçbir şey yok olmaz. Doğa ince hesap ya­
pan bir muhasebeci gibidir. Görünüşte hiçbir anlam ifade 
etmeyen eylemlerimiz birike birike yerinden kımıldamayan 
davranışlara dönüşür. Kendimizi aşmamızda çok önemli 
bir iş birlikçi olan "zaman" amacımız doğrultusunda ça­
lışmaya zorlanmazsa aleyhimize dönebilir. Çünkü zaman, 
alışkanlıklar teorisi gereği psikolojimiz üzerinde lehimizde 
ya da aleyhimizde baskı kurar. Alışkanlıklar sinsi bir şekilde 
yavaşça ilerler. Adeta tekrarlanan davranışların uzun vade­
de başarıyı getireceğinden haberdar gibidir. İlk hareket zor 
olsa da ikincisi daha az zahmetli olur. Üçüncü, dördüncü 
defa harcanan çaba azalır ve yok olmaya yüz tutar. İlk baş­
larda harcanan zahmetli, nahoş çaba giderek bir ihtiyaca 
döner. Aslında zorumuza giden şey başarının hemen gel-
1 16 


İrade Terbiyesi 
memesidir. Edinmek istediğimiz davranışların ne acımasız 
rakipleri vardır. Yürümek istediğimiz düzgün bir yolu taşlı, 
geçilmez bir yol gibi algılamamıza sebep olurlar. Sonra da 
üzerimizde tadı bir baskı kurarak hiç gitmek istemediğimiz 
bambaşka yerlere götürürler. 
Enerjimizi icraata geçirecek olan şey derin tefekkür 
değil eylemlerimizdir. Genel itibarıyla eylem kelimesinin 
ardında yatan anlamları bilmekte fayda var. Çoğunlukla 
eylem kelimesi içerdiği anlamları gizler. Burada bizim için 
harekete geçmek demek birçok işi başarıp yerine getirmek 
anlamına gelir. Artık mesele sadece irade değil isteyerek ha­
rekete geçmektir. 
Harekete geçmek öğrenci için sabah saat yedide kalkıp 
Leibniz'in veya Descartes'in eserlerinden bölümler okuyup 
not almaktır. Okumak bile birçok davranış ve dikkat gerek­
tirir. Mesela harekete geçmek, notlarını gözden geçirmek, 
tümünü kalpten öğrenmek. Makale yazacaksanız önce ma­
teryallerinizi toplamanız, genel planınızı belirlemeniz, son­
ra her paragrafı oluşturmanız, düşünmeniz, araştırmanız, 
yazmanız gerekir. 
Hayatımızda büyük eylemleri gerçekleştirme fırsatla­
rı azdır. Mont-Blanc Dağı'na çıkmak sayısız adım atmayı, 
büyük bir enerji harcamayı, sıçramayı, buzul yarıklarından 
geçmeyi gerektirdiği gibi akıllı insanın hayatının kema­
le ermesi de uzun süren bir sabrın eseridir. Yani harekete 
geçmek binlerce eylemi yerine getirmeyi gerektirir. Vicdan 
üzerine muhteşem çalışmaları olan Bossuet: "Ani çıkışların 
büyük düşüşleri olur. Mütevazı, küçük bir tohum gibi basit 
alışkanlıklar büyük davranışlara dönüşür"27 der. Doğrusu 
27 
Gustave Lanson'un Bossuet isimli eseri. 
1 17 


Jules Payot 
cesur adam büyük cesaret gerektiren birkaç iş beceren de­
ğildir. Hayatın tüm evrelerinde cesurca kararlar alıp icra 
edendir. Tüm isteksizliğine rağmen kalkıp bilmediği bir ke­
limenin anlamını sözlükten bakan, tembellik yapma arzu­
suna rağmen işini tamamlayan, can sıkıcı olsa da o sayfayı 
okuyup bitiren öğrencidir cesur olan. İrade de bu saymakla 
bitmeyen, tek başına anlamsız eylemlerin toplamının mey­
vesidir. 
Büyük çabaların gerçekleşmesi uğruna şevkle, fazlasıy­
la küçük eylemler gerçekleştirmemiz lazım. Küçük şeyleri 
küçümseyen yok olmaya mahkumdur. 28 Burada kural dış 
kaynaklı isteklerden, arzulardan gelen tembelliğin tesirin­
den her zaman kaçmak. Hatta bu küçük zaferleri araştırıp 
kollamalıyız. İş başında sizi aradıklarında tepki göstererek 
çağrılan yere gitmek istemediğinizi ifade edin. Dersten son­
ra hava güzel diye bir arkadaşınız sizi çağırıyor. Siz ise mut­
lu bir şekilde çalışmaya gitmeyi tercih edin. Eve dönerken 
eğlenceli bir mekanın önünden geçmeniz gerekecekse karşı 
kaldırama geçip hızlıca uzaklaşın. Çünkü böyle yaparak bu 
tür alışkanlıkları yavaş yavaş etkin ve kalıcı hale getirebilir­
siniz. Hatta uyku için bile geçerli. Sadece siz istediğiniz za­
man dinlenmeyi başarabilirsiniz. Doğrusu lise sıralarında, 
eğitim dönemlerinde, çocuk Latince'den, matematikten 
daha önemli bir şey öğreniyor: kendine hakim olmayı, dik­
katsizliğe karşı korunmayı, zorluklarla baş etmeyi. Hayal 
kurmak yerine sözlükten bir kelimenin anlamına bakmak 
veya bir dil bilgisi kuralını incelemeyi öğrenmek gibi. 
Bu küçük çabalar neden bu kadar değerlidir? Çünkü 
hiçbiri yok olmaz. Nefse hakimiyetteki başarılar çok defa 
28 
Qui spernit modica paulatim decidet, Latince deyiş. 
1 18 


İrade Terbiyesi 
küçük gayretlerle kazanılır. Her biri alışkanlığın oluşmasın­
da kendi ölçüsünde katkı sağlar, işimizi kolaylaştırır. 
Küçük hareketlerimiz karakterimize etki ederek dav­
ranışların oluşmasına neden olur. Bir işe dikkat göstermek 
veya içimizden gelen işe gitme isteği arzularımıza boyun 
eğmeme alışkanlığı edinmemizi sağlar. Aksi bir hal kara si­
neğin rahatsız ettiği gibi bizi rahatsız etmeye başlar. 
Bunların dışında daha önce de gördüğümüz üzere ha­
reket düşünceyi canlandırır. Sürekli zihnimize aynı türde 
uyarılar göndererek düşüncelerimizi destekler, zayıfladığı 
zaman canlanmalarını sağlar. Düşünceleri yazmak, itiraz­
ları not almak adeta bilim adamının laboratuvarı, matema­
tikçinin formülleri gibidir. 
Hareketin çok önemli bir sonucu daha var. Hareket 
tepki göstermek, isteğimizi ifade etmektir. Yani davranışla­
rımızla taraf oluruz. Tüm ahlaki düşünürlerin doğru yolu 
seçmeye karar verenlere o'rtak tavsiyesi "eski alışkanlıkları 
derhal bir kenara bırakıp cesurca eski senden kurtulmak 
gerektiği" yönündedir. Çevremizi haberdar ederek aldığı­
mız kararların isteğimize ve irademize getirdiği enerji çok 
yüksektir. Eski davranışlarımız bizi tahminimizden daha 
çok etkiler. Öncelikle daha iyi olacağını bilse bile kişi tu­
tarsız hayatını değiştirmemeyi tercih eder. Bu yüzden de­
ğişmeye karar verdiğimiz zaman bunu çevremizi haberdar 
ederek söz vererek yapmamız çok önemli. Restoranımızı, 
binamızı, ilişkilerimizi değiştiriyoruz. Cümlelerimiz daha 
iyi olacağımızı ifade etmeli, nazikçe ama kesin bir şekilde 
zaaflarımızı bir kenara itebilmeliyiz. İşimizin heba edilme­
sine ve gençlik hayatımızın boşa gitmesine izin vermemeli-
1 19 


Jules Payot 
yiz. İnsanların (tanımadıklarımızın bile) bizi olmak istedi­
ğimiz gibi görmesi enerjimizi ikiye karlar. Çünkü çevrenin 
onayını alma huyumuz nedeniyle zaaflarımıza karşı koyar­
ken işimiz daha kolay olacaktır. 
Eylemin diğer bir etkisi de hareketin keyifli olması­
dır. Öyle ki bazı insanlar sadece bu keyif için hareket eder. 
Harekette bir keramet olduğu kesin, başımızı döndürür, 
yaşadığımızı hissettirir. 
Tefekküre hareketi eklemek çok önemlidir. Çünkü 
hareket sayesinde kalıcı alışkanlıklar kazanır, istenmedik 
hillerimizi değiştiririz. İnsan doğasının zararlı eğilimlerin­
den kurtulabilmenin yolu kendimizi kontrol etme yolunda 
harekete geçerek başarılı olmaktır. İsteğimizi dışa vurma­
lı, kararlarımızın arkasında durmalı ve başarı geldikçe bizi 
muclu eden çevrenin desteğini de kullanmalıyız. 
il 
Maalesef hayatımızın geneline bakınca bilinçli aktivi­
telerde bulunduğumuz süre pek azdır. Zamanımızın çoğu­
nu fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarımız için harcarız. Çocuk beş, 
altı yaşına kadar sadece temel ihtiyaçlarını giderir. Uyku, 
yemek, oynama derken dış dünyaya henüz kayıtsız, etraf­
tan habersiz yaşar. On sekiz yaşına kadar başkalarına tabi 
olmaktan kendiyle ilgilenmeye zaman bulamaz. Lise eğiti­
mi bitince kendine daha fazla zaman ayırır, yaşadığı çev­
reyle ilgilenmeye başlar. Edindiği bilgi ve becerilerle hayata 
karşı dişlerini bilemiş gibidir. 
Genç, dünyayı fiziksel olarak öğrense bile hem bilgi ve 
becerileriyle kendisi arasına hem de aklıyla toplum arasına 
1 20 


İrade Terbiyesi 
bir anda perde inmiş gibi olur. Ergenlik baş gösterince be­
lirsiz hayaller, boşa giden büyük atılımlar, aklını başından 
alan gençlik çağları devreye girer. Kendine hakim olması 
gereken yaşlarda ruhunu aşk sarar. Yazık ona ki Avrupa'nm 
veya Amerika'nm herhangi bir üniversitesinde desteksiz, 
tamamıyla başıboş, bir akıl hocası da olmadan etrafını sa­
ran kaim atmosfer tabakasını kırmaya mecali olmaz. Aklı 
başından gitmiş gibidir, kendini toparlamakta zorlanır, et­
rafındakiler tarafından yönetilir. 
Hangimiz okuldan yeni mezun olduğumuzda hayata 
atılırken hazırlıksız yakalanmadık veya bir desteğimiz ol­
madığı için moral motivasyon eksikliği çekmedik? Hatır­
layın! Ne garip değil mi? Bu duruma bir de gencin yalnız 
başına nasıl çalışacağını bilmemesini de ekleyebiliriz. İşin 
doğrusu hiç kimse ona uygun bir çalışma modeli gösterme­
miştir. Bu arada güzelim günler gelip geçer. Genç kendiyle 
baş başadır. Sosyal hayata dair bin bir öneri üzerine kabus 
gibi çöker. Mesleki açıdan hiçbir tecrübesi yoktur, hatta 
boynundaki kariyer planları belli belirsizdir. Henüz anne 
baba olma kaygısı da yoktur. Bütün günü sadece kendine 
aittir. Ama maalesef. Çevreye bağımlı olanın zaman açısın­
dan özgür olması söz konusu olabilir mi? Günleri bomboş 
geçen biri için "kendisine hakim" diyemeyiz. İnsanın en 
müsait olduğu bir zamanda fıtratı sebebiyle en fazla zaman 
kaybı yaşar. 
Uyanması, en az yarım saat tuvalette zaman geçirmesi, 
evden fakülteye, evden restorana gidiş gelişler, yemek mo­
laları, zihnen odaklanmaya izin vermeyen yemeğin sindi­
rilmesi, birkaç ziyaret, mektuplaşma, zamansız misafirler, 
gezintiler, rahatsızlıklardan dolayı geçen zamanı da düşe-
121 


Jules Payot 
lim, çalışanlar için sekiz saatlik uykuyu da ekleyelim oldu 
size günde on altı saat. Hesaplaması çok kolay. Tüm bu 
ihtiyaçlara ileride kariyer planlamaları eklenince yemek za­
manından, gezintiden, oradan buradan kesilen zamanlarla 
kendinize, derin tefekküre, zihnen gayret göstermeye ka­
lan zaman beş saate inecektir. Diğer yandan işe başlayınca, 
araştırmaya, yazı çizi işlerine vs. ayrılan zamandan sonra 
gerçekten düşünmeye ne denli az zamanımızın kaldığını 
göreceksiniz. 
Ünlü falanca bilim adamının biyografisinde yazıla­
nın aksine günde on beş saat çalışamayacağını anlamak 
zor olmasa gerek. Böyle şeyleri gençlere yutturmaya çalışıp 
umutlarını kırmaya gerek yok. Daha önce de yazdığımız 
gibi Bossuet diyor ki az da olsa her gün biraz yeter; dur­
mazsak yavaş da olsa ilerleriz. Zihinsel çalışma için sadece 
düzenli olmak değil süreklilik de çok önemlidir. Keramet 
uzun soluklu sabırda gizli. Bütün büyük işler uzun sabrın 
neticesinde gelmiştir. Newton yerçekimi kanununu sürek­
li düşündüğü için bulmuştur. Lacordaire şöyle diyor; eğer 
vazgeçmezsek zamanla neler yapabileceğimizi tahayyül bile 
edemeyiz. Doğadan bir örnek; Saint-Gervais vadisini bir 
fırtına yerle bir edebilir, işe yaramaz bir yığın haline geti­
rebilir. Ama buzulların getirdiği sular yavaş yavaş, damla 
damla toprağa akarsa sonuçta verimli alüvyonlu topraklara 
dönüşür. Kayalardan yüzyıllar boyunca yuvarlanan taşlar 
metrelerce derinlikte oyuklar açabilir. İnsan eserleri için 
de aynı şey geçerli. Sarf edilen düzenli ama sürekli çaba 
sonuçta ulaştığı eserin büyüklüğü yanında çok mütevazı 
kalır. Zamanında ormanlık ve bataklık olan Galya bölgesi 
sebatkar çalışmanın neticesinde kanallarla, yollarla, demir 
yollarıyla, köylerle, kasabalarla bezenmiştir. Aziz Thomas 
122 


İrade Terbiyesi 
d'Aquin'in muazzam eseri Külliyat, yazılan sayısız mektup 
ve işçilerin harfleri tek tek matbaaya yerleştirip basması 
sayesinde her gün biraz biraz çalışarak elli yılın sonunda 
ortaya çıkmıştır. 
Tüm hareketler ve cesurca girişimler birbirinden farklı 
iki şekilde gelişir. Bir iş ya ani, keskin, büyük bir enerji sarf 
edilerek ya da uzun soluklu, azimkar, sürekli, sabırlı, sebat­
kar biçimde halledilir. 
Savaşta bile başarıyı yorgunluğa olan dayanma gücü­
nüz ve cesaretiniz belirler. Bütün oyun bunun üzerine ku­
ruludur. Çalışma ortamında ise elinizde o güçlü füzeler de 
yoktur. 
Aniden büyük çaba göstermek gerektiren anlık işler 
hiçbir açıdan tavsiye edilmez. Çünkü genelde arkasından 
tembellik dönemi takip eder. Gerçek cesaret uzun soluklu, 
sebatkar olandır. Genç açısından önemli olan ipin ucunu 
hiçbir zaman bırakmamak olmalı. Zaman, ipinin ucu kaçı­
rılmayacak kadar değerlidir. Zamanı idareli kullanmak ge­
rek. İşin gerçeği ajandalarda keskin bir şekilde belirtilen za­
man çizelgelerini tavsiye eden biri değilim. Harfiyen takip 
etmek çok da mümkün olmayabilir. Tembelliğimiz ajanda­
da boş olan kısımlarda tembellik yapmaya kalkışır. Sonra 
çizelgenin dinlenme, gezinme zamanlarına odaklanmaya 
başlarız. Ayrıyeten düzenli olarak bir program dahilinde 
çalışmak irademizi o programa karşı bağımlı hale getirir. 
Ama mesela çalışma saatinde değil de gezinme saatinde ça­
lışmak için daha istekli veya uygun olabiliriz. 
Zihni çalışmada daha müsait, daha içten olmamız, 
amacımız doğrultusunda gücümüzü toplamamız ve eğiti-
123 


Jules Payot 
mimize dikkat etmemiz şart. Bu konuda gencin yapması 
gereken çok şey var. Her zaman her yerde aktif olması ge­
rek. Bu konuda özel zaman diye bir şey yok. Her vakti kul­
lanmak lazım. Aktif olmak; sabah yataktan fırlayıp temiz­
liğini itinayla ve canlı bir şekilde yapmak, aklımızı çelmeye 
çalışan dış etkenlere izin vermeden kararlı bir şekilde çalış­
ma masasına oturup işimizle alakadar olmak, pasif şekilde 
değil dikkatlice okumak, sürekli çaba sarf etmektir. Aktif 
olmak aynı zamanda enerjiniz düşünce enerjinizi topla­
manızı sağlayacak gezinti yapmaktır. Enerjinizi tüketen 
şeylerle ve cesaretinizi kıran işlerle uğraşmak tamamen za­
man kaybıdır. Boş zamanlarda bile zeki arkadaşlarla sohbet 
etmek gibi işlerle meşgul olmak lazım. Yemek yerken bile 
aktif olabiliriz. Yemeğimizi yeterince çiğneyerek midenin iş 
yükünü azaltabiliriz. Gencin en sefil hali hareketsiz olduğu 
ve zamanını boş yere harcadığı anlardır. Saatlerce banyoda 
zaman harcar, sabah esnemekte geçer, başını kitaba gömer, 
yavaş hareket eder. Ne çalışmak ne de bir şeyle ilgilenmek 
ister. Nerede olacağına karar verememiş gibidir. Harekete 
geçmek için fırsat kollamaya da niyeti yoktur. Oysa fırsat­
ları yakalamak uyanık olmayı gerektirir. 
Güce hakim olmanın bir yolu da ertesi gün ne yapa­
cağınızı yatmadan önce belirlemekten geçer. İşin miktarı 
önemli değildir. Yeter ki ertesi gün aniden aklımız başımıza 
gelince düşünmeye zaman bile bulamadan masa başına ge­
çip apar topar işe koyulmak zorunda kalmayalım. 
Asla cuma sabahı "söz olsun pazartesiden itibaren çalı­
şacağım" diyerek kahramanlık yapanlardan olmayalım. Şa­
yet hemen işe koyulmazsan sadece kendini kandırmış olur­
sun. Bir gezinti esnasında canımız sıkılır da boşa zaman 
1 24 


İrade Terbiyesi 
harcadığımıza kanaat getirirsek hemen durumdan istifade 
edip içimizdeki bu isteği doğru şekilde kullanmak gerekir. 
Amaç iradenizi bir kurala bağlamak değil her zaman ve da­
ima canlı olmak, zamanı her daim verimli kullanmaktır. 
Darwin'in oğlunun babasıyla ilgili söylediklerine ku­
lak verelim. "En önemli karakteri zamana olan saygısıydı. 
Ne kadar değerli olduğunu asla unutmazdı. Dakikaların 
hesabını yapardı. Asla fırsatları kaçırmaz, değerlendirirdi. 
İşe başlamaya gerek olmadığı düşünülen zamanlarda bile 
hemen işe koyulur, değerlendirirdi." 
Bir işe başlamaya gerek olmadığını düşünüp aptalca 
kaçırılan zamanların ve hatta çeyrek dakikaların miktarını 
toplayınca bir yılda inanılmaz ölçülere vardığını unutma­
yalım. Öğlen yemeklerinin her zaman geç yenmesinden 
şikayetçi olan François d'Aguesseau bir gün eşine bir ki­
tap verir. Yemeği beklediği çeyrek dakikalarda yazdığı bir 
kitaptır. Beş on dakika için bile olsa konsantre olup bir 
paragraf okumak, birkaç satır ilerlemek, bir kitabın ön sö­
zünü okumak ne kadar da kolay değil mi? 
"Zaman, onu doğru kullanana yanlış yapmaz" sözü 
çok haklıdır. Yapacaklarına zaman bulamayanların eğlence­
ye en fazla zaman ayıranlar olduğu başka bir gerçektir. Di­
ğer bir deyişle işe zaman bulamıyorum demek işe ayıracak 
zamanım yok demek kadar acı bir ifadedir. Neden zaman 
kaybettiğimizi incelersek çoğunlukla yapılacak iş hakkın­
da yaşadığımız kargaşadan kaynaklandığını görürüz. Ertesi 
gün yapacağım işleri uyumadan önce gözden geçirmezsem 
tabii ki sabahım "ne yapacaktım" ile geçecektir. Kesinlik­
le soyut bir hedef koymayalım. Mesela "yarın çalışacağım" 
1 25 


değil, hatta "Kant'ın moral felsefesine bir bakacağım" da 
değil. Özellikle net ve kesin ifadelerle hedefimiz "yarın 
Kant'ın Pratik Akıl kitabından şu paragrafı okuyup, oku­
duğum bölümün özetini çıkaracağım" şeklinde olmalıdır. 
Bu yolda her zaman belirgin hedefler koymalı ve o görevi 
tamamlamalıyız. Ama işi bir daha geri dönmeyecek şekilde 
bitirmeliyiz. Öyle ki bir işi bitirdiyseniz bir daha üzerine 
gelmemelisiniz. Yaptığımız işi tam bitirmek, eseri kalıcı 
hale getirmek inanılmaz zaman kazandırır. 
Öğrencinin de aynı şekilde öğrenirken sağlam ve ener­
jik bir şekilde çalışması, yazılı biçimde özet çıkarıp veya 
önemli gördüğü yerleri kopyalayıp notlarını kitabın için­
dekiler kısmındaki başlıklarla bağdaştırması rahatlık sağ­
layacaktır. 
Eğer üzerinde çalıştığınız kitap bir başucu kitabı değil­
se tekrar okumayı gerektirmeyecek şekilde ilerlemelisiniz. 
Böyle ilerlerken atacağımız adımı görmeden ilerlememe­
yi, attığımız adımın sağlam olması nedeniyle de geri dön­
memeyi sağlarız. Kaplumbağanın hızlı ama metot olarak 
dağınık olan tavşanı geçtiği gibi yavaş ama güçlü bir iler­
leyişimiz olacaktır. İş açısından örnek almamız gereken 
en temel kural şu olsa gerek: "Age quod agis." Yani her işi 
zamanında yapmalı; acele etmeden, heyecan yapmadan. 
Johan de Witt' e29 tüm işlerinin arasında hem ülkeyi yöne­
tip hem de eğlenmeye nasıl zaman bulduğunu sormuşlar. 
Şöyle cevap vermiş: "Çok basit; her şeyi sırayla yapıyorum 
ve ertesi güne iş bırakmıyorum." Cherterfıeld Lordu'nun 
oğluna öğüt olarak gardırobunu düzenlerken bile zaman 
29 
Johan de Witt, 1 653- 1672 yılları arasında Hollandaöa yasama ve 
yürütmenin başında bulunan siyasetçi. 
126 


İrade Terbiyesi 
kaybettirmeyecek biçimde dizmesini söylediği anlatılır. 
Başka bir örnekte vakti zamanında bir adamın yıkanırken 
bile Horas'ın eserlerinden birkaç sayfa okumak için yanına 
aldığı ve bu yüzden sayfaların parçalandığından bahsedilir. 
Belki bu kadar da abartmaya gerek yok. 
İşte zamanı bir amaç uğruna, tek hedef için kullanmak 
büyük önem arz eder. Tek bir işin yapılmadığı çalışma da­
ğınık bir çalışmadır. Oradan oraya uçar. Hatta tembellik 
yapmaktan daha tehlikelidir çünkü en azından tembellik 
insana kendini kötü hissettirir ama bu dağınık çalışma in­
sanı işten soğutur. Şevkimizi, isteğimizi kırar; var olanı da 
nefrete dönüştürür. François de Sales birçok işi aynı anda 
yapmamak gerektiğini söyler. "Şeytan çok işi aynı anda 
yapmamızı ama hiçbirini de istediğimiz gibi bitirmeyerek 
kendimizi kötü hissetmemizi ister. Bazı vazifeleri tekrar 
tekrar yapmaya çalışmak işten soğumamıza ve işin bitme­
mesine neden olur." 
Ayrıca birçok kez ifade ettiğimiz gibi bize en fazla za­
man kaybettiren işler başlanıp bitirilmeyen işlerdir. İnsan­
da bıraktığı kötü etki uzun süre bir problem üzerine düşü­
nüp de hiçbir sonuca ulaşamamak gibidir. Kendimizi alay 
edilmiş gibi hissederiz. Sanki o iş beynimizi meşgul ederek 
bizden öç almış, başka bir çalışmaya engel olmuş gibidir. 
Bu da mucluluğumuza mani olur. Aksi durumda beynimiz 
biten işten dolayı kendini rahatlamış hissedecektir. Endişe­
den sıyrılıp yeni işlerle meşgul olacaktır. 
Yazmamız gereken bir mektubu yazmadığımız zaman 
kendimizi kötü hissederiz. Geçen zaman uzadıkça kendi­
mizi daha fazla baskı altında hissederiz. Baskı çekilmez hale 
127 


Jules Payot 
gelmeye başlar ve nihayet oturur bir şeyler yazarız. Ama 
olan olmuştur; kendimizi kötü hissetmiş, bitirmenin mut­
luluğundan mahrum kalmışızdır. Sekteye uğrayan işlerin 
de bizde yarattığı his yapmamız gerekirken yapmadığımız 
çalışmaların uyandırdığı hislerle aynıdır. O sebeple yapıla­
cak bir işi zamanında ve layıkıyla yapalım. 
111 
Genç çalışma isteğini verimli bir alışkanlığa dönüştür­
meyi başarmışsa zihinsel olarak büyük başarılara ulaşması 
çok zor olmayacaktır. Yeni fikirleri varsa veya eski düşün­
celerine farklı açıdan bakıyorsa bu hayalleri belki sekiz, 
on yıl boyunca zihninde taşıyacaktır. O fikirler sayesinde 
yüzlerce örnek, tasarım, karşılaştırma belirir. Bunlar ha­
yallerini süsler, canlandırır, büyütür ve güçlendirir. Tıpkı 
bir meşe palamudunun kocaman bir ağaca dönüşmesi gibi 
veya okuduğu kitapların bir sentezi gibi hayaller de somut 
olarak hayata geçecektir. 
Açıkça söylemekte fayda var. Zihni olarak belli bir 
erginliğe ve isteğe erişmemize rağmen şayet ahlaki açıdan 
entelektüel benliğimize hakim olamazsak tam anlamıyla 
kendimize hakim olmamız da mümkün olmayacaktır. 
Lise eğitiminden çıkıp hukuk, bilim, edebiyat, tıp eği­
timi alınca hayata atılmaya hazır, hayatını kazanmaya mec­
bur, bugünkü vazifelerini önemsemeyenlerden daha faal 
olmak zorunda kalan kimseler olacaksınız. Bu gençlik her 
ülkede yönetim kadrolarına yerleşecektir. Halk kendi ken­
dini idare edemediğinden tahsil görmüşlerin ışığına ihtiyaç 
duyacaktır. Yüksek öğrenim görenlere büyük iş düşüyor. 
Çünkü başkalarını yönetmenin yolu evvela kendini tanı-
128 


İrade Terbiyesi 
maktan ve idare etmekten geçiyor. İnsanlara doğruluğu, 
dürüstlüğü, adanmışlığı, örnek olmayı sözle değil ancak 
eylemlerimizle gösterebiliriz. 
Ah 
keşke her yıl birkaç kişi de olsa öğretmen, doktor, 
avukat olarak köylerine, kasabalarına, küçük şehirlerine 
dönse. Halkla bütünleşip konuşma fırsatları olsa da mü­
tevazı yaşantılarıyla başarı hikayelerini anlatsalar. Bu yolla 
yirmi yılda ülkenin nereden nereye geleceğini, yeni bir aris­
tokrasinin doğacağını, insanlık uğruna güçlü bir geleceğin 
inşa edileceğini düşünüyorum. Daha genç yaşta bir doktor 
veya avukat olabilecekken üniversiteyi bırakıp eğlenmeye 
veya para kazanmaya dalanların ne büyük aptallık ettiğini 
söylemeye gerek var mı? 
iV 
Aklın sürekli meşgul edilmesinin zihni yorgunluk 
dolayısıyla sağlığa zararlı olduğu söylenebilir. Ancak zihni 
yorgunlukla ilgili bu iddia tamamıyla yanlış bir düşünce­
den ibarettir. Sürekli meşguliyetten kasıt beşeri manadadır. 
Doğal olarak uyku çalışmayı böler, dinlenmeyi sağlar. Yu­
karıda ifade ettiğimiz üzere uyku dışındaki zamanlar zaten 
zihnen çalışmamızı kesintiye uğratacak mevzularla dolu 
olur. Oysa çalışmak, işle meşgul olmadığımız zamanlarda 
bile sadece düşündüğümüz işe konsantre olmayı gerektirir. 
Çalışma kelimesinden göğsünü masaya dayamış bir öğren­
ci anlaşılmamalıdır. Gezerken de okuyabiliriz, düşünebili­
riz. Dolaşarak kafa dağıtabiliriz. En az yorucu ve en ve­
rimli olan dinlenme şekli böyle olsa gerek. Gezinti basitçe 
zihinsel sorunlarımızı sindirerek problemlerimizi çözmeyi 
kolaylaştırır. 
129 


Jules Payot 
Ayrıca doğrusu zihnen çalışıyor olmamız tedbirsiz ola­
cağımız anlamına gelmez. Bugün madde ve ahlak arasında­
ki bağı daha iyi biliyoruz. Sağlığımıza dikkat etmediğimiz 
takdirde cahile muhtaç kalacağımızı da biliyoruz. 
Hayatta malzemeyi bulmak işin basit kısmıdır. Mü­
him olan organizasyon, tercih ve sıralamayı doğru yapa­
bilmektir. Akıllı insan çok fazla detaya dalıp giden değil, 
görevini sürekli zihninde tutandır. Bilimle bilgeliği birbiri­
ne karıştırmamak gerek. Bilgelik çoğu zaman zihinsel tem­
belliğe yol açabilir. Yaratıcı olmak için iyi bir hafıza yeterli 
değildir. Zihnin olaya hakim olması gerekir. 
Çok çalışmaktan ötürü hasta olduğumuz söylenir. İn­
sanın bitkin düşmesinde tek suçlunun çalışma olduğunu 
ispatlamaları gerek. Güçsüzlüğümüze sebep olan diğer hu­
susların da araştırılması şarttır. Çünkü varsa bu zayıflığın 
hislerimize bağlı olup olmadığını bilmiyoruz. Mesela kolej­
de veya daha sonraları beyin yorgunluğundan bitap düşen 
genç pek görülen bir durum değildir. Buna karşın maalesef 
bu yaşlardaki yorgunluk ve hastalıklar ahlaki zaaflardan 
kaynaklanmaktadır. Hislerden kaynaklanabilir derken ha­
yal kırıklıklarını, kıskançlıkları, gurur olaylarını, hiperes­
teziyi, kendimizi olduğumuzdan farklı görme eğilimlerini 
veya kişilik bozukluklarını sayabiliriz. Eğer insan zihnin­
den bu hisleri defetmek için yeterince güçlüyse yorgunlu­
ğun büyük bir sebebinden kendini korumuş olur. Düzenli 
ve sağlıklı bir hayatı benimsediğimiz takdirde zihinsel an­
lamda kendimizi korumuş, mutlu, kendinden emin, sağ­
lam bir karaktere ve bünyeye sahip oluruz. 
Zihnimizi doğru düşüncelerle meşgul edersek beyni-
1 30 


İrade Terbiyesi 
miz bunları ele alır, organize eder. Bu sayede tesadüflerin 
kurbanı olmaktan da kurtuluruz. Dinlenmelerimizin azılı 
düşmanı olan "tesadüf" beraberinde sıkıntıları da getirir. 
İnsanoğlu toplum içinde yaşar, çevresinden itibar ve 
saygı bekler. Genel olarak kendimize olan saygı ve itibarı 
başkasından görmediğimiz zaman özel hayatımızda baz.ı 
can sıkıcı durumlarla karşılaşırız. Tembellerin tembelliğin 
bedelini ödediğini görmek çalışkan insan için ayrıca bir 
motivasyon kaynağı olur. 
Tembel, zamanını değersiz, can sıkıcı kıskançlıklara, 
hırslara harcarken gerçek mutluluk, faydalı meşguliyetlere 
zaman ayıranların mükafatıdır. Mutluluk, sağlık da geti­
rir. Çalışmak insanlığın temelini oluşturan bir kuraldır ve 
bunu edinen herkes kalıcı ve yüksek mutluluklara kavuşur. 
Bu tespite dağınık ve metotsuz çalışmanın yorgunluk 
verdiğini, çalışmayı verimsizleştirdiğini de eklemekte fayda 
var. Asıl yorucu olan meşguliyetlerin çeşitliliği ve hiçbirinin 
bize işi bitirdim duygusunu yaşatmamasıdır. Taslak halinde 
kalan işler de içimizde can sıkıcı bir hal alır. 
Jules Michelet, M.Edmond de Goncourt' a otuzlu yaş­
larında işlerinin çokluğu nedeniyle başının çok ağrıdığını; 
bundan böyle kitap okumayacağını ama yazacağını söyler. 
Ardından "karar aldıktan sonraki gün sabah kalktığımda 
tam olarak ne yapacağım belli olunca yani tek işle meşgul 
olunca bütün hastalıklarımdan kurtulmuştum."30 diye söy­
ler. 
Kesinlikle çok doğru. Aynı anda birçok kitabı okuma-
30 
Goncourt gazetesi, 
l 2 
Mart 
l 864. 
1 3 1


Jules Payot 
ya kalkışmak insanı yorar. Dediğimiz gibi; age quod agis. 
Yani yaptığımızı layıkıyla yapalım. Gördüğümüz üzere bu 
sayede sadece hızlı ilerlemiş olmayız. Aynı zamanda yor­
gunluk yaşamadan ve biten işlerin verdiği hazzı da tadarak 
çalışmış oluruz. 

Özetleyecek olursak tefekkür insanın içinde güçlü his­
ler uyandırsa da o heyecanların alışkanlıklara dönüşmesi 
için yeterli olmaz. Oysaki irade terbiyesi kalıcı ve sağlam 
davranışlar olmaksızın mümkün değildir. Aksi halde çaba­
larımız boşa gider ve sürekli tekrarlamak zorunda kalırız. 
Kendimizi aşma yolunda ilerlememizi sağlayacak olan iti­
yat haline gelen başarılarımızdır. Ayrıca bu alışkanlıkları 
edinmenin yolunun hareketten geçtiğini de biliyoruz artık. 
Hareket etmek amacımızın takibi için gerekli olan birçok 
eylemi cesaretle sonuçlandırmaktır elbette. Hareket insanı 
toplum önünde kararlı ve mutlu kılar. 
Maalesef çalışmak için zaten az olan zamanı sistem­
sizlik nedeniyle daha da azaltırız. Buna rağmen daha önce 
de belirttiğimiz gibi "az da olsa her gün biraz çalışmak iler­
lememizi sağlar." Devam eden sebatkar çalışmanın getirisi 
muhteşem olabilir. Böyle böyle düzenli çalışma alışkanlığı 
edinilir. Her akşam ertesi günün çalışma konusunu belirle­
meli, başlanan işi bitirmeli, sadece bir işle meşgul olmalı ve 
en önemlisi de zamanı boşa harcamamalı. Bu alışkanlık en 
büyük hayallerin gerçekleşmesini sağlar. 
Anlaşıldığı üzere çalışmak başımızı ağrıtmaz. Çalış­
maktan kaynaklandığı düşünülen yorgunluk, doğrusu aşırı 
hazlardan, endişelerden, egoist fikirlerden, yanlış metottan 
kaynaklanır. 
132 


Dördüncü Bölüm 
İrade Terbiyesinde Beden Sağhğmm Önemi 

Buraya kadar konunun psikolojik yönünü ele aldık. 
Şimdi de kendini kontrol etmenin fizyolojik şanlarını ele 
alalım. 
İrade ve onun en güçlü göstergesi olan dikkat, sinir sis­
temimizin ayrılmaz parçalarıdır. Şayet sinir sistemimiz hız­
lıca zayıflar veya zayıfladığında kendini toparlaması uzun 
zaman alırsa artık azim ve çaba göstermek de imkansız hale 
gelir. 
Bedensel zayıflık, cılız iradeye ve yetersiz, bitkin dik­
kate sebep olur. Tüm çalışmalarımızda gördük ki diğer 
etkenlerden daha ziyade başarıyı getiren en büyük etken 
enerji durumumuzdur. Meşhur bir söze göre kendini ta­
nıma yolunda ilk şart "iyi bir hayvan" olmaktan geçiyor. 
Moral açısından kendimizi iyi hissettiğimiz zamanlarda be­
denimiz de tıpkı düzgün notalar çalan, akordu iyi yapılmış 
bir enstrüman gibi olur. 
Canlı olduğumuz zamanlarda isteğimiz yüksek, dik­
katimiz de faal olur. Aksine cansız, bitap olduğumuz za­
manlarda zihnimizi bedenimize bağlayan ağır zincirlerden 
ve isteksizlikten kaynaklanan çöküntüden kurtulamayız. 
Unutmayalım ki yorulmadan yapılan işlerin mükafatı ken-
133 


Jules Payot 
dini iyi hissetmek ve uzun soluklu mutluluktur. Yorgunluk 
daha işin başında meydana gelirse başlangıçta hissedilmesi 
gereken tatlı gayret yitirilir; yerine nahoş bir kuvvetsizlik ve 
tiksinti gelir. Size haz vermeyen bir çalışmada başarı ödül 
olmaktan çıkar; görev ise eziyete, acıya dönüşür. 
Üstelik bütün psikologlar fiziksel durumun ruh sağlı­
ğı açısından önemi konusunda hemfikirler. Kan dolaşımı­
mız beynimize temiz kan pompaladığı zaman aklımız da 
hatıralarımızı ve davranışlarımızı uzun süre doğru şekilde 
kontrol eder. 
Kalıcı ve sürekli iradenin bir koşulu mutluluğa şart­
lanmış şekilde yaşamamaktır. Çünkü mutluluk çalışmanın 
bir sonucudur. Daha önce de söylediğimiz gibi mutluluk 
hayatın sıfırlarının önüne eklenen sayı gibidir. Hayata ger­
çek anlamda değer katar. 
Ne yazık ki zihni faaliyetler yanlış anlaşıldığı zaman 
kötü sonuçlanabilir. Zira bir zihni faaliyet bedenin hare­
ketsiz kalmasını, evin dört duvarı arasında oturup kalmayı 
gerektirebilir. Sonuç olarak fiziki bir iş olmadığından otur­
mayı gerektirir. Bunun yanı sıra bir de sağlıksız beslenmeyi 
eklemek lazım. Midenin etrafı sinir ağıyla çevrili olduğun­
dan bu organdaki düzensizliklerin sinir sistemine etkisi 
büyük önem arz eder. Yemekten sonra kan başa hücum 
edince başımız ağrır, ayaklarımız kolaylıkla soğur. Üzerimi­
ze ağırlık çöker. Sinir sistemi yavaşlar. Zihnini kullanarak 
çalışan birçok kimse bu durumu kontrol etmekte zorlanır. 
Kalp sıkışır, mide kasılır. Sinirsel sorunlar baş gösterir çün­
kü nevrotik sorunların başlangıcı genel olarak beslenmeyle 
ilintilidir. Beyin dengeleme görevini yitirmiş, sakin yaşan-
134 


İrade Terbiyesi 
tının yerini huzursuzluklar almaya başlamıştır. 
Sağlığımız kötüleştiği zaman ruh halimiz de ona eşlik 
eder ve kendini kontrol etme gücünü yitirmeye başlarız. 
Meşhur bir ifadesinde Huxley bizi satranç taşlarına benze­
tir. Karşımızda sabırlı ve acımasız bir rakip var; en ufak ha­
tada bizi yenmeye hazır. Ama iyi oyuncuyu kimse mağlup 
edemez. Rakibimiz ise doğa; kurallara uymayan kimseye 
acımaz. Bilim insanları tarafından yapılan keşifler kuralla­
rımızı teşkil eder. İşte en azından bu kurallara uyarak sağlı­
ğımızı koruyabiliriz. 
Sağlığımızı koruma savaşını, özgürlüğümüzü kazan­
mak için verdiğimiz savaşa benzetebiliriz. Bu, olsun de­
mekle olacak bir iş değildir. Sağlıklı olmak için birçok hu­
susa dikkat etmek, detaylar üzerinde itinayla durmak lazım 
gelir. Sıcağa, soğuğa, neme, havanın temizliğine, aydınlat­
maya, yemeğe, spora vs. dikkat etmek şarttır. 
Bunca şeye dikkat ederek yaşamak hayatı çekilmez 
hale getirir diyeceksiniz. Bu itina bir alışkanlık meselesi. 
Kötü bir yemeğin sebep olduğu zaman kaybı, normalde 
yemeğe ayırdığımız zamandan daha fazladır. Biraz çıkıp 
gezinmek için gereken zaman midemiz tıka basa doluyken 
kahvede gazete okumaktan veya koltuğa çakılmaktan daha 
fazla zaman kaybettirmez. Çalışma alanınızı ara sıra hava­
landırmak veya biraz hava almak zaman kaybı olmaz. Ha­
yatı kolaylayacak belirgin önlemler almak yeterli olacaktır. 
Mantığımızı kullanarak önlem alamayışımızın sebebi ise 
tembelliktir. Zihinsel tembellik önlem almamıza, fiziksel 
tembellik ise harekete geçmemize engeldir. 
135 


Jules Payot 
Bir daha söylemek gerekirse, sağlık bizim için ödül 
olacaktır. Yani mucluluğun, başarının hacca tüm hususların 
ön koşulu, olmazsa olmazı sağlıktır. 
Bu arada üzerinde duracağımız en mühim husus bes­
lenme. Esas mesele ise yediğimiz besin maddelerinin türleri 
ve miktarı olacaktır. Günümüzde hiçbir yağlı yiyeceğin ve 
karbonhidratın doku oluşumunda proteinin yerini tutma­
dığı bilinmektedir. Yani beslenmede protein zorunlu bir 
ihtiyaçtır. Diğer yandan makul miktarların aşılması duru­
munda son derece ilginç sonuçlar doğabilir. Aşırı derecede 
alınan protein, organlarda, alınan miktardan katbekat fazla 
albümin oluşmasına neden olabilir. Günlük almamız ge­
reken protein miktarı yaklaşık 75 gram azoclu besin mad­
desine eş değerdir. Bu miktarın üzerinde alınan besin, kas­
larda fazladan protein oluşmasına neden olacaktır. Ancak 
gençler günlük yemesi gereken et miktarının iki, üç kat 
fazlasını yiyebiliyor. 
Diğer yandan miktarı ne olursa olsun alınan proteinin 
yanında karbonhidrat veya yağlı besinler almazsanız pro­
tein faaliyete geçer ve birikme başlar. Bu yüzden 75 gram 
proteinle beraber bu besin maddeleri de alındığında prote­
inin olumsuz etkisi azalacaktır. Yukarıda belirtilen miktara 
dengeleyici azot miktarı denilir. 
Ayrıca hareket nişasta ve yağların parçalanmasına ne­
den olur. Bilindiği üzere bir kişinin günde alması gereken 
kalori miktarı 2800 ila yoğun çalışıyorsa 3400 kalori civa­
rında olmalıdır.31 75 gram proteinin 307 kalori verdiğini 
kabul edersek günlük ortalama 3000 kaloriye ihtiyacı olan 
31 
1 gram protein 4,1 kalori, 

gram yağ 
9,3 
kalori, 1 gram karbon­
hidrat 4, 1 kalori. 
1 36 


İrade Terbiyesi 
zihnen çalışan biri için geriye yaklaşık 2700 kalori kalıyor 
demektir. İlave olarak sadece 200 ila 250 gram yağ yaktı­
ğımıza göre (225x9,3 =2092 kalori) geriye kalan yaklaşık 
600 kalori için de 1 59 gram karbonhidrata ihtiyacımız var 
demektir. Herhangi bir besin maddesinin karbonhidrat 
değerine göre günlük almamız gereken besin maddelerini 
bulmak zor olmayacaktır. 
Bu veriler, çok yediğimizi, özellikle çok fazla et yediği­
mizi gösteriyor. Mideye ve bağırsaklara inanılmaz bir yük 
bindiriyoruz. Abarttığımızı zannedeceksiniz. Oysa sindi­
rim esnasında mide sıvıları salgılanmasaydı mide ve bağır­
sak çeperlerini sindirmeye başlardık. Sindirim bile koca­
man bir iş. Bağırsakları düz bir zemine yayarsak yaklaşık 30 
santimetre kalınlığında beden uzunluğunun yedi, sekiz kat 
fazlası olur. Mide ve bağırsakların yüzeysel olarak çalışma 
alanı en az beş metrekaredir. 
Her gün durmadan kendini yenileme çalışmasını, mi­
deyi ve bağırsakları kaplayan villusların öğütme için harca­
dığı enerjiyi ve yüksek miktarda sıvıları, pankreas ve safra 
kesesinin salgıladığı sıvıları, midenin peristaltik hareketini 
de eklersek gereken muazzam enerjiyi bir düşünün. 
Fazla yemek yiyenlerin sadece sindirim sistemleri için 
yaşayan insancıklar olduğu açık değil midir? Bu gruba bir 
lokmada yutulan miktarın fazlalığı nedeniyle sindirim sıvı­
larının yeterince çiğnenmemiş besinleri öğütemediği, sin­
dirim sistemi yavaş kişileri de ekleyelim. 
Besin maddelerinin protein, yağ, karbonhidrat içerik­
lerini gösteren bir broşür hazırlanması ne iyi olurdu. Besin 
maddelerinin azot miktarını bilebiliyoruz ancak azot içeren 
137 


Jules Payot 
tüm maddelerin yapıcı etkisi olmadığı da bilinmektedir. 
Bu tür bir tabloyla herkes kendi menüsünü oluşturabilir. 
Düzgün beslenen ve sindirim sisteminin yükünü hafifleten 
insan, zihinsel faaliyetleri için de faydalı bir iş yapmış olur. 
Gün içinde yenilen öğün sayısı ve vakti miktar konu­
suna nazaran pek de önemli değildir. Gençleri şişman gör­
mek istemiyoruz. 
Bu konuyu kahveden bahsetmeden kapatmayalım. 
Özelliğinin yitirilmesine ve asabiyete neden olan filtre kah­
veyi çok fazla tavsiye etmiyoruz. Arap kahvesi olarak hazır­
lanan kahve ise sindirime faydalıdır. Sabah içilen bir fincan 
kahve çalışanların sabah halsizliğini alır ve zihinsel canlılık 
verir. Elbette abartmadan, derhal işe koyulmak kaydıyla bir 
miktar tüketmekte sakınca yoktur. 
Temiz hava teneffüs etmek mecburidir. İşin doğrusu 
temiz hava sanki bir ihtiyaç değilmiş gibi düşünenler var. 
Gençlerin biraz serin havadansa kirli havayı tercih ettiğini 
gördüm. Bu anlamda eğitim yuvalarının son derece ilkel 
kaldığını söylemekte fayda var. Temiz havaya ihtiyaç duyan 
organizma bu mekanlarda kötü havaya maruz kalmaktadır. 
Öğrenci için de aynı şey geçerli. Odasında otururken kir­
lenmiş havayı tekrar teneffüs etmek zorunda kalır. Oysaki 
temiz havada çalışması lazım. 
Diğer yandan sağlıklı bir kimse dolaşabilir, yüksek ses­
le okuyabilir, konuşabilir. Bilindiği üzere sağır ve dilsizler 
ise konuşmak için gereken nefesi almadıklarından akciğer­
leri küçük kalır ve birkaç santimetre önlerindeki mumu 
bile söndürmekte zorlanırlar. Yani konuşmak akciğerlerin 
enerjik çalışmasını sağlar. 
1 38 


irade Terbiyesi 
Kambur bir şekilde okuma veya yazma pozisyonu ne­
fes almayı ve uzun vadede çalışmayı zorlaştırır. Bunun için 
sırtımızı dik tutma alışkanlığı edinip solunum sistemimizi 
rahatlatmamız lazım. 
Bu da yetmez. Düzenli olarak nefes molası vermek 
gerek. M.Lagrange buna "nefes jimnastiği" diyor. Sabah 
kalkınca istem dışı yaptığımız gerilme hareketlerine ben­
zer. Kolları yavaş yavaş kaldırıp derince nefes alarak yanlara 
açalım sonra da indirirken nefes verelim. Kolları kaldırır­
ken büyümeye çalışır gibi ayak ucuna kalkmak omurganın 
düzelmesine, kaburgaların aşağıdan yukarıya doğru açıl­
masına ve dolayısıyla nefes alanının genişlemesine yaraya­
caktır. Ayrıca bu egzersiz kaburgalarda ankiloz oluşumuna 
engel olacak, akciğerlerde kıvrılmış, oksijenin ulaşamadığı 
birçok vezikülün açılmasını sağlayacaktır. Böylelikle kan 
ve oksijen alanı artacaktır. Marey, dinlenme esnasında bile 
insanı rahatlatan solunum egzersizlerinden bahsediyor. Bu 
tür nefes çalışmaları sadece nefes almayı kolaylaştıracaktır. 
Yani gerçek anlamda spor yapmanın yerini tutmaz. Aslında 
tek başına spor da bir anlam ifade etmez. Spor, beslenme 
fonksiyonlarının gelişimine fayda eder. 
Az 
önce gördüğümüz üzere nefes çalışmalarıyla odada 
nefes kapasitemizi arttırabiliriz. Ama kanın daha rahat do­
laşmasının ve kolayca akciğere ulaşmasının önemini unut­
mamalıyız. Kan dolaşım sistemi ve solunum sistemi aynı 
amaca hizmet eden benzer iki sistemdir. Birini etkin hile 
getirdiğimizde diğerini de çalıştırırız. 
Antoine Lavoisier 1 789'da Bilim Akademisi'nde ya­
yımladığı bir makalede aç karnına yapılan bir kas egzer-
139 


Jules Payot 
sizinden sonra vücudun dinlenme haline nazaran üç kat 
daha fazla oksijen tükettiğinden bahsetmişti. Dolayısıyla 
egzersizin birincil hedefi bedene kayda değer miktarda ok­
sijen sağlamaktır. Genel itibarıyla hareketsiz duran gencin 
enerjisi düşecektir. Buna mukabil temiz hava teneffüs eden 
genç ise temiz kanla ve dinç bir nefesle işe koyulacaktır. 
Böylece beyin daha etkin ve daha enerjik çalışacaktır. Ay­
rıca damar sağlığı da kalbin çalışmasını doğrudan etkiler. 
Hareketsizlik nedeniyle daralan damarlar kalbin rahat ça­
lışmasına engel olacaktır. 
Bedensel aktivitenin faydası bunlarla da sınırlı de­
ğildir. Paul Berc'in ispatladığı gibi oksijeni vücuda kaslar 
sabitler. Kaslar gerçek anlamda bir solunum organıdır. 
Solunan oksijen sayesinde kaslarda bulunan yüksek mik­
tardaki karbonik asit bedenden uzaklaştırılır. Bu dönüşüm 
ne kadar fazla olursa yağ yakımı da o kadar yüksek olur. 
Hareketsizlik nedeniyle "yakılamayan" yağlar ise bedende 
depolanmaya başlar ve obeziteye neden olur. Bu yağlanma 
sadece bedensel tembelliğe değil aynı zamanda eklem ilti­
hapları, gut, nefes kokusu, böbrek taşı gibi hastalıklara da 
sebep olur. Ancak kaslardaki solunum sadece çalışma esna­
sında devam etmez. Çünkü gördüğümüz üzere bu organlar 
solunumu uzun bir süre devam ettirir. 
Üst gelir düzeyine sahip ve çok fazla yemek yiyen ai­
lelerin çocukları için spor yapmak daha da elzemdir. Çok 
fazla beslenir bir de üzerine hareketsiz kalırsak bağırsak 
sıvıları diye adlandırılan kilüste yükselme meydana gelir. 
Bu rahatsızlık daha çok akşam aşırı yenilen yemek sonrası 
hemen yatıp sabah kalktığımızda ortaya çıkar. 
140 


İrade Terbiyesi 
Yakılacak maddelerin kandaki miktarı nedeniyle kan 
daha katı hale gelir ve doğal olarak mide tembelleşir. Sabah 
kalktığınızda ise çelişkili bir durum ortaya çıkar. Halsizlik 
ve beyin durgunluğu yaşanır. Çok acı bir gerçek bu dur­
gunluğun nedenini şöyle açıklıyor. Kanda bulunan oksijen 
miktarındaki azalmaya bağlı olarak yorgunluk hissi artar ve 
çalışma isteğimiz de azalır. 
Kısacası spor enerjik olmayı ve hızlı sindirimi sağlar. 
Zengin kan dolaşımı da istenmeyen maddelerin vücuttan 
atılmasını sağlar. Egzersizin sağlığa yaptığı katkının yanı 
sıra midenin sindirim için şart olan mide hareketliliğine de 
faydası olduğunu eklemek lazım. 
Genelde oturma veya ayakta durma pozisyonunda 
olmamız nedeniyle karın kaslarını saran bölgede yağlan­
ma olur. Lagrange, Yetişkinlerde Sportif Etkinlikler isi�li 
muhteşem kitabında İsveçli atletlerin bu konuya getirdik­
leri çözümden bahseder. Evde yapılacak yedi hareketle söz 
konusu bu yağlanmaya engel olmak mümkündür. 
il 
Buraya kadarki bölümde egzersiz yapmanın insan sağ­
lığına sindirim açısından faydalarını anlattık. Sağlam bir 
organizmanın varlığı irade ve dikkat olan konumuz açı­
sından olmazsa olmazdır. Kas çalışması irade terbiyesinde 
daha az önemlidir ancak özel bir yer teşkil eder. Doğrusu 
çocuklar kas gelişimine bağlı olarak yavaş yavaş kendini 
aşmaya, utangaçlığını atmaya başlarlar. Uzun soluklu kas 
gelişimi hareketlerimize hakim olmaya, kendimizi kontrol 
etmeye ve dikkatimizi disipline etmeye yarar. Hangi biri­
miz en tembel anımızda kalkmak, harekete geçmek, dışarı 
141 


Jules Payot 
çıkmak ister? Bunları gerçekleştirmek çok zor gelir insana. 
Diğer yandan fiziksel çalışmanın veya canlı etkinlikler yap­
manın (yürümeyi bunların dışında tutuyoruz çünkü yü­
rüyüş belli bir süre sonra otomatikleşmeye başlar) irade ve 
dikkat terbiyesine katkısı olduğu aşikardır. Dikkat bozuk­
luğu olanlara da fiziksel etkinlikler önerilir. 
Fiziksel çaba, istek gerektirir böylece irade gelişir. Tıp­
kı bütün yeteneklerimizin tekrarla geliştiği gibi. Üstelik 
fiziksel etkinlikler yorucu olmaya başlayınca acı vermeye 
başlar. Acıya dayanma istekli olmak değil de nedir? Fizik­
sel etkinlik irade terbiyesinde başlı başına bir temel eğitim 
gibidir. 
Peki fiziksel etkinliğin zekaya faydası yok denilebi­
lir mi? Alakası yok. Etkisinin olduğu bir gerçek. Fiziksel 
tembellik fecidir, algılarımızı zayıflatır. Doğal olarak evde 
kalmak ister, monotonluğu tercih ederiz. Sonra da can sı­
kıntısı. Bu sıkıcı durumla hepimiz karşılaşmışızdır. Sebebi 
fiziksel olarak hareketsizliktir ve paralelinde zihinsel yavaş­
lama gelir. Dışarı çıkıp biraz köy, kasaba, dağ yürüyüşüyle 
zihin açılır, enerji ve canlılık gelir. Fiziksel hareketliliğin 
yetilerimizin üzerine etkisi yadsınamaz. 
111 
Faydası olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen gencin 
fiziksel aktivitelerini yakından takip etmekte fayda var. Ge­
nellikle iki şey birbirine karıştırılır; sağlıklı olmak ve kas 
çalışması. 
Sağlık dediğimiz, solunum organlarının ve sindi­
rim organlarının iyi çalışmasıdır. Kendini iyi hissetmeyi, 
142 


irade Terbiyesi 
iyi sindirmeyi, rahat nefes almayı, düzenli ve enerjik bir 
kan dolaşımını ve ani hava değişikliklerine karşı kolay­
lıkla uyum sağlamayı beraberinde getirir. Bu dayanıklılık 
özellikleri ise kas miktarı ile alakalı değildir. Salonda vücut 
çalışan birinin sağlığı, ofiste çalışıp da adale kuvveti zayıf 
olan birinden daha kötü olabilir. Ağır vücut çalışmalarını 
önermediğimiz gibi sakınmalıyız da. Çünkü aşırı egzersiz 
gerektiren bu çalışmalar boyun ve başın fazlasıyla yorul­
masına yol açar. Zihinsel çalışmalar için başın ve boynun 
korunması şarttır. 
Yoğun bedensel çalışma sadece fazla alınan besin mad­
delerinin yakılması için gerekli olabilir. Beyni ne kadar yo­
rarsanız, fazlalıkları yakmak için o kadar az kas çalışmasına 
ihtiyaç kalır. Bu konuda mesela masa başında sürekli aynı 
işi yapan memur ile görevlerini layıkıyla yerine getiren bir 
öğrenciyi enerjiyi yakma açısından karşılaştırmaya gerek 
bile yok. 
Gariptir Fransa'da, İngiltere'deki gençlerin aldığı at­
letik eğitim bilimsel anlamda araştırılmadan övgüyle an­
latılıyor. Yıllık pansiyon ücreti 5000 frank32 tutan birkaç 
meşhur İngiliz kolejine hayranlık duyulmakta. 
Oysa akıllı İngilizler, okullarında abartılı fiziksel eg­
zersiz yapılması taraftarı değil. Wilkie Collins 1 87 1 yılında 
yayımladığı Karı-Koca kitabının önsözünde İngiliz top­
lumunda kabalığın ve serseriliğin arttığından bahseder ve 
çoğunlukla vücut çalışmalarının bunda rolünün olduğunu 
ifade eder. 
32 
Ortak para birimi avroya geçmeden önce Fransa'da kullanılan 
para birimi. Bir avro yaklaşık 
6,5 
frank eder. 
(Ç.N.) 
1 43 


Jules Payot 
Tarafsızlığı tartışılmaz olan Matthew Arnold ise Fran­
sız eğitim sistemini savunur. Ona göre barbarlar ile zevk­
sizler arasındaki fark barbarlar sadece gururu, kabalığı, spo­
ru, gürültülü zevkleri, eğlenceyi sever. Zevksizler ise ancak 
para kazanmayı, koşuşturmayı ve dedikoduyu sever. İngiliz 
eğitiminin barbar ve zevksiz tipler yetiştirdiğini söyler. 
Tüm gücümüz birbirinden ayrı iki kompartımanda 
bulunmuyor. Zihni çalışmalar için gereken güçle fiziksel 
gücümüz aynı kompartımandadır. Bu sebeple aşırı derece­
de sarf edilen fiziksel kuvvet zihinsel çalışmalar adına da bi­
rer kayıptır. Eğer düşüncesizce bedenini fermente içkilerle 
veya ilaçlarla doldurur sonra da zor bela bedeninden atmak 
için spor yapar ve muhteşem vücudunu aynada seyredersen 
bir şey diyemem. Ama geleceğin doktoru, avukatı, bilim 
adamı, edebiyatçısı açısından bunlar anlamsızdır. 
Günümüzde büyük zaferler büyük kas gücüyle kaza­
nılmıyor. Büyük buluşlarla, büyük fikirlerle oluyor. Muh­
teşem sporcu kaslarımız bir Pasrör'ün, Ampere'in veya Ma­
lebranche' ın aklı ermez. İşin doğrusu ne kadar antrenmanlı 
olursa olsun insanoğlu bir atı veya köpeği yarışta geçemez 
veya bir gorili kavgada yenemez. Yani üstünlüğümüz kasla­
rımızın ağırlığıyla orantılı değildir. 
İnsan vahşi aslanları, kaplanları bile hayvanat bahçe­
lerinde çocukların eğlenmesi için eğitebiliyor. Görülüyor 
ki günden güne kas gücünün rolü azalmaktadır çünkü akıl 
gücüyle çalışan makineler onun yerini almakta ve hatta be­
densel çalışmayı gittikçe saf dışı bırakmaktadır. 
Sonuç itibarıyla çocuklarımızın kaslı olması için har­
cadığımız çaba boştur. Kaslı olmanın sağlıklı olduğunu 
144 


İrade Terbiyesi 
zannetmek gibi hatalı bir durum söz konusu. Eğitimimiz 
gençlerimizin beyinlerini hiçe sayarak nezaketten uzak sa­
vaşçılar yetiştirme peşinde. Zihinsel olarak güçlü olmak mı 
yoksa boksta güçlü olmak mı? Tercihimizde kuşku olma­
malı. Bizi hayvanlaştırmaya götürecek bir gelişim tercihi­
miz olamaz. 
Örnek almamız gereken kaba, sıradan İngiliz eğitimi 
değil öğrencilerin aşırı yorulmasını reddeden İsveç sistemi 
olmalıdır. İsveçliler gençlerin güçlü ve sağlıklı olmalarıyla 
ilgileniyorlar; abartılı fiziksel etkinliklerden de sakınıyorlar. 
Çünkü aşırı beden eğitiminin bitkinliğe ve çeşitli hastalık­
lara neden olduğunu fark ettiler. 
iV 
Zihni çalışmalar sırasında yapılan hatalar bedensel ça­
lışmalarda yapılan yanlışlara nazaran bir nebze de olsa daha 
zararsız kabul edilir. Zihnen çalışan bir kimse ya oturarak, 
masa başında, başı ellerinin arasında düşünür ya da göğsü 
masaya dayalı, elinde kalemiyle yazı yazıyordur. Mesela ter­
cüme işi için sözlüğe ihtiyacı vardır. Okumak için düşünce­
lerini toplaması ve not alması gerekir. Tercüman bunu evin 
dışında da her yerde yapabilir. 
Düşünme, malzemelerin belirlenmesi ve işin organi­
zasyon kısmının temiz havada, dışarıda yapılıyor olması işi­
nizi kolaylaştırır. Kendimden örnek vermem gerekirse tüm 
yeni fikirler gezintilerim esnasında aklıma gelmiştir. Dü­
şüncelerimin temeli Akdeniz kıyılarında, Alp Dağları' nda 
veya Lorraine Ormanları'nda oluşmuştur. 
Herbert Spencer'in dediği gibi "bilginin tertip ve dü-
145 


Jules Payot 
zeni onu edinmekten daha mühimdir" ve "bu çalışma için 
iki önemli husus zaman ve uygun gayrettir." Ben de bilgi­
nin oluşturulması kısmı doğada olmalıdır derim. Gezinti 
esnasında kan coşkuyla dolaşır, temiz hava bedeninizin ok­
sijenlenmesini sağlar. Kapalı alanda hiç gelmeyen fikirler 
kendiliğinden oluşuverir. Mill, anılarında Mantık adlı ese­
rinin büyük bir kısmını şirketin Hindistan'daki bürosuna 
giderken yazdığından bahseder. Verimli çalışmaların güne­
şin ve temiz havanın bol olduğu yerlerden çıktığı aşikardır. 

Egzersizlerden bahsettiğimize göre, şimdi de dinlen­
meden konuşabiliriz. Dinlenmek tembellik değildir. Ve 
elbette tembellik, dinlenme olarak ifade edilemez. Dinlen­
me, önceden çalışmış ve yorulmuş olmayı dolayısıyla isti­
rahati hak etmeyi gerektirir. Tembel insan hak edilmiş bir 
dinlenmenin zevkini bilemez. Çünkü Pascal'ın dediği gibi 
ısınmak üşürseniz, dinlenmek yorulursanız güzeldir. Ça­
lışmadan dinlenmek tembelliktir, can sıkıcıdır. Ruskin'in 
söylediği gibi hak edilmiş dinlenme öküzün ahırda geviş 
getirmesi değildir. 
En verimli dinlenme yolu ise uyumaktır. Sakin ve 
derin uyku vücudun toparlanmasını sağlar. Böyle bir uy­
kudan uyandıktan sonra kendinizi zinde ve yapılacak işler 
için enerji dolu hissedersiniz. 
Ne yazık ki uyku mevzusu birçok yanlış fikri berabe­
rinde getirir. Her şeye kural getirmek gibi bir gayretleri olan 
sağlıkçılar yetişkin bir insanın günde altı, yedi saat uyuması 
gerektiğini söylerler. Bu konuda uygulanacak kural akşam 
çok geç yatmamak ve sabah çalar saat çalınca da yatağın 
146 


İrade Terbiyesi 
içine kaçmamak olmalıdır. 
Söylemekte fayda var; geç yatmamaktan kastımız ak­
şam on ikiyi aşmamak. Bilindiği üzere öğlen saat dörtten 
sonra vücut kan ısısı düşmeye başlar ve akşam alınan sin­
dirilmesi zor besin maddeleri kanda birikmeye başlar. Do­
layısıyla güne nazaran zihni kabiliyet bu saatlerde düşer. 
Doğal olarak beyin yavaşladığı için daha basit işlere yönelir. 
Buna rağmen çalışmaya devam etmek, ertesi gün kul­
lanılacak enerjiyi kaybetmek demektir. Zihnin gece vakti 
yorgun vaziyette meşgul edilmesinden zaten pek önemli 
bir fayda elde edilmez. Fakat bu fazla yorgunluk uyku ve 
dinlenmeyi de olumsuz etkiler, istirahat edememeye neden 
olur. Beynimizin ertesi gün zihin açıklığıyla çalışmasına 
mani olur. 
Sabah çok erken saatlerde kalkmanın gerekli olduğu­
nu sanmıyorum. Ayrıca her gün sabah saat dörtte uyanma­
ya gücümüz yetmeyecektir. Özellikle sıcacık yatak, odanın 
soğukluğuna tercih edilecekse iradenin dışında başka bir 
motivasyonun varlığı şarttır. 
Şehir merkezinde bir fırıncının evinde kalırken tüm 
tepkilerime rağmen çocukları tarafından her sabah erken 
saatlerde uyandırıldım. Kış boyunca sabah saat beşte uya­
nıp masama oturdum. Bu tecrübeden erken kalkan yol alır 
sonucunu çıkardım. Çalışmalarım meyvesini vermeye baş­
lamıştı; kazanımlarım kalıcı oluyordu. Ancak gün içinde 
biraz yorgun oluyordum. 
Sonuç itibarıyla günün verimli saatlerinin önemli ça­
lışmalar için kullanılması tercih edilir. Bu metodun avan-
147 


Jules Payot 
tajı günün hiçbir saati boşa gitmiyor. Bana saat kaçta kalk­
tığını söyle sana ne kadar erdemli olduğunu söyleyeyim. 
VI 
Uyku haricinde dinlenme veya eğlenme de istirahat 
sayılır. Zaten kesintisiz, dinlenmeden çalışmak önerilmez. 
Eski bir deyişe göre beyin yaya benzetilir. Sürekli gergin 
duran bir yay gücünü yavaş yavaş kaybeder. 
Çalışmanın doğal ödülü olan dinlenme olmazsa iş ezi­
yete dönüşür. Bilginin sindirilmesi, kalıcı ve verimli olması 
için çalışmalar arasında aralık bırakmak lazımdır. Çalışma 
açısından bu molalar tamamen birer kazançtır. Doğrusu, 
zihinsel bir çalışma için merkezi sinir sisteminin de bu ça­
lışmaya eşlik etmesi gerekir. Oysaki zihinsel çalışma bitti­
ğinde merkezi sinir sistemimiz hemen durmaz, bilinç dışı 
olarak çalışma devam eder. Sonuçta sabitlenmiş, kalıcı ha­
tıralar oluşur. Bu nedenle bir işi tamamlayınca derhal yeni 
bir işe başlamak son derece yanlıştır. Bilinçaltına yerleşen 
spontane çalışmanın faydasını kaçırmış oluruz. Diğer yan­
dan da kan dolaşımının tekrar düzenlenmesi ve sinir siste­
mine adapte olmasını beklemek gerek. 
Bu durum biraz yoldan gelen treni durdurmaya benzi­
yor. Öncelikle yavaşlatıp sonra başka bir raya yönlendirmek 
gerekir. Biraz spor yaparak, biraz dinlenerek beyne fırlayan 
kanın şiddetinin doğal yolla dinmesini beklemek gerek. 
Eğitim süreci boyunca konulara hakim olmakta zorla­
nan öğrencilerin on beş günlük tatilde dinlendikten sonra 
ikinci eğitim döneminde daha verimli olduklarına şahit ol­
dum. Dinlenmek öğrenciye iyi gelmiş, birikim yapmasına 
148 


İrade Terbiyesi 
neden olmuştur. Organizasyon becerileri oturur, derslere 
karşı daha ilgili olurlar. Dinlenme olmasa, yeni bilgileri al­
maları mümkün olamazdı. 
Dinlenmenin çalışma açısından değerini yeterince ifa­
de edemedim. Rodolphe Töpffer "çalışmak gerek dostum; 
sonra da hiçbir şey yapmayıp, alemi seyretmek, hava al­
mak, gezmek gerek. İşte böylece aldığın bilgileri ve gözlem­
lerini öğütür, bilginin salt beyinde kalmasındansa gerçek 
hayata uyarlarsın" derken ne denli haklıdır. Ancak dinlen­
me bir hedef olmamalı. Enerjimizi tekrar toparlamaya aracı 
olmalı. Dinlenme kişiden kişiye fark edebilir ancak azmi 
artırmaya fayda sağlayacak dinlenmenin belirgin özellikleri 
vardır. İyi bir dinlenmenin en belirgin özelliği solunumu 
geliştirmesi, göğüs, karın, mide kaslarını, omurgayı geliş­
tirecek çalışmalar içermesi ve gözleri de dinlendirmesidir. 
Hareketsizliğe neden olan kart oyunu gibi kapalı alan­
da olmayı gerektiren tüm oyunlardan, sigara içilen havasız 
ve sağlıksız ortamlardan uzak durmak önemlidir. 
Kır veya orman yürüyüşleri ise ihtiyacımız olan ener­
jiyi toplamayı sağlar. Bu yürüyüşler nefes almayı sağlayan 
omurgayı hareketsiz kıldığı gibi karın kaslarının gerilmesi­
ni sağlar ama maalesef ihtiyacımız olan tüm şartları yerine 
getirmez. Ancak akciğerlerimizin temiz havayla dolmasını, 
gözlerimizin dinlenmesini sağlar. Kışın buz pateni, yazın 
yüzme karma hareketler içermesi nedeniyle solunuma fay­
dalı olur, zekayı da geliştirir. Bu etkinliklere nehir kenarın­
da manzarayı seyrederek kürek çekmek veya bahçe işleri 
eklenebilir. Yağmurlu günlerde ise kapalı alan etkinliği ola­
rak marangozluk veya tamir işleri verimli olabilir. Bahçede 
149 


Jules Payot 
petank, çomak, pom gibi eski Fransız oyunları oynanabilir; 
bu arada kriket veya tenisi de unutmayalım. Tatil zamanı 
Alpler'de, Pirene Dağları'nda, Voj veya Brötayn bölgesinde 
sırt çantamızla gezintiden daha iyisi olamaz. 
Evvelce söylediğimiz gibi mutluluk en değerli güç kay­
nağıdır. Mutlulukla gelen bedensel rahatlık adeta dengeli 
bir organizmanın zafer şarkısı gibidir. Zihinsel çalışmanın 
başarısına bu içsel mutluluklar da eklenince tarifi olmayan, 
samimi bir huzura ermek mümkündür. Bu ferah yaşantıyı 
dileyen herkes elde edebilir. Sadece gerçekten istemek ye­
terli. 
VII 
Sonuç olarak iradenin devamlı ve sebatkar enerpsı 
uzun süre gayret edebilmeyi mümkün kılar. Ancak sağlık 
yoksa düzenli çaba sarf etmek de mümkün değildir. Yani 
sağlık psikolojik gücün de önemli bir koşuludur. Platon' un 
"geometri bilmeyen buradan içeri giremez" demesi gibi bu 
durumda biz de "sağlık kurallarına uymayan buraya gire­
mez" diyelim. 
Aynı şekilde irade bir dizi çabayı, bunlar da bir dizi 
hijyen koşullarını yerine getirmeyi gerektirir. Yiyeceklerin, 
teneffüs edilen havanın temiz; kan dolaşımının dengeli 
olması şart. Elbette sporumuzu ve aktif dinlenmelerimizi 
de yapacağız. Bu hususta moda olan abartılı İngiliz eğiti­
mine karşı olduğumuzu ifade ettik. Faydalı ve işe yaramaz 
dinlenme türlerini inceledik; verimli çalışma koşullarının 
neler olduğundan bahsettik. Zeka, hassasiyet ve irade terbi­
yesinin bedenin sağlıklı olmasına bağlı olduğu konusunda 
eminiz. Bossuet'nin dediği gibi "Ruh can verdiği bedene 
1 50 


İrade Terbiyesi 
hakimse, beden zayıflayıp güçsüzleştiğinde artık o haki­
miyet çok fazla sürmez." Bu durumda belki üstün çaba 
harcayabiliriz ancak ilk çabamız bizi yoracağından devamı 
gelmeyecektir. Günlük hayatta yoğun çaba sarf etmeyi ge­
rektiren durumlar çok fazla karşımıza çıkmaz. Bu nedenle 
düzenli olarak her gün, her saat tekrarlanan alışkanlıklara 
hazırlanmamız gerek. Küçük alışkanlıkların sağladığı biri­
kim anlık büyük çabalardan çok daha etkili olacaktır. Sarf 
edilen çabanın düzenli olması şartıyla küçük alışkanlıklar 
edinirsek bu davranışları devamlılık diye adlandırırız. Bu 
da devamlı iradeyi kolaylaştırır. Eskilerin deyimiyle sağlam 
kafa sağlam vücutta bulunur. 
İrademizin ihtiyacı olan fiziksel enerjiyi sağlamak için 
bedenimize iyi bakmalıyız yoksa çabalar yetersiz, kifayetsiz 
kalır. 
VII I
Bu konunun sonuna gelmiş bulunuyoruz. Öncelikle 
insan doğasında bulunan fakat kendilerine karşı savaş ver­
diğimiz düşmanlarımızın yani dahili güçlerimizin türlerini 
ve niteliklerini belirledik. 
İhtirasların kendimizi keşfetme yolunda bizden çok 
(tıpkı tembellik, halsizlik gibi) düşmanlarımıza faydalı ol­
duğunu gördük. Kendimizi iradeli kılmak için anlık büyük 
çabalardan ziyade düzenli, günlerce, aylarca hatta yıllarca 
devam eden sebatkar gayret gerektiğini anladık. Burada 
dikkat çekilecek nokta sürekliliktir. 
Ayrıca her biri diğerinden beter iki felsefi teoriden 
kurtulmamız gerekli. Biri kaderciliğe bağlı olarak vasıfla-
1 5 1


Jules Payot 
rımızın önceden belirlendiği, sabit ve göründüğümüz gibi 
olduğumuz, karakterimiz üzerinde hiçbir etkimizin olma­
dığı ve hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimiz savıdır. Psikoloji­
nin temel kuramlarını hiçe sayarcasına saygın filozofların 
güzel güzel kelimeler kullanarak insanın bakışına at gözlü­
ğü takmaya çalışan fikirler ileri sürmesi çok saçma. 
Diğer bir teori ise özgür iradeyi ne daha az naif ne 
de daha 
az 
zararlı görür. Karakter oluşumunun anlık bir 
yaradılış olduğunu savunur. Bu da psikolojiden uzaklaşıl­
masına neden olmuştur. Karakterin insan doğasında gizli 
olduğunu, insan doğası gereği ancak kendinden yardım 
alarak karakterini geliştirebileceğini savunurlar. 
Bu teoriden temizlenmiş toprağımızı yani gerçek an­
lamda psikoloji eğitimimizi ele aldık. Küçük olsa da bize 
doğrudan destek olan kararlar üzerinde çok büyük etkimiz 
olduğunu fark ettik. Diğer yandan bize kolayca hükmeden 
duygularımıza karşı hiçbir şey yapamıyoruz gibi. Ama za­
manla ve akıllıca manevralarla tüm zorlukları lehimize çe­
virebilir, kaybetmiş gibi göründüğümüz anda bile başarılı 
olabiliriz. Kendimize hakim olmayı sağlayan bu yöntemleri 
tefekkür bölümünde detaylarıyla gördük ve ahlak ile beden 
arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceledik. Bir bölümün 
tamamını da beden sağlığının irade gelişimindeki önemine 
ayırdık. 
1 52 


BEŞİNCİ KİTAP 
İRADE PSİKOLOJİSİ 
Birinci Bölüm 
Düşüncelerin İrade Terbiyesindeki Rolü 

Şayet psikolojimizi oluşturan unsurlar basit olsaydı, 
nefse hakimiyet yolundaki tehlikeleri incelemek de çok zor 
olmazdı. Ancak bu unsurların kendi aralarında bağ hatta 
birliktelikler kurması nedeniyle detaylı analiz yapabilmek 
hassaslaşıyor. Bununla birlikte psikolojimizi oluşturan un­
surları üç başlıkta toplamak mümkündür. Düşüncelerimiz, 
duygusal durumumuz ve eylemlerimiz. 
Düşünce kelimesi farklı anlamları barındırır. İrade ile 
zeka arasındaki ilişkiyi araştıran bir psikolog düşünceleri­
mizi dahili fikirlerimiz ve hariçten gelen fikirlerimiz olarak 
ikiye ayırmalı. Düşüncelerimizin çoğu bize dışarıdan gelir. 
Montaigne'in dediği gibi süzgeçten geçer. Gelip geçici bir 
misafir gibidir. Kendimize mal etmek için çaba gösterme-
1 53 


Jules Payot 
yiz. Hafızayı bu düşüncelere karşı sadece bir depo gibi kul­
lanırız. Onlar orada düzensiz halde, yan yana durur. Yani 
hepimiz beynimizde okuduklarımızdan, sohbetlerimizden 
ve hatta rüyalarımızdan gelen düşünceler barındırırız. Üs­
tatların veya yazarların düşünceleri bile tembelliğimizden 
faydalanıp beynimize yerleşirler. 
İşte hafıza iyiyi de kötüyü de barındıran bir cephane­
liktir. Tembelliğimiz ve de dürtülerimiz bu depodan kendi­
ne dayanak ararlar. Bu tür düşüncelere bazen hükmederiz, 
onları keyfimize göre geliştirir ve kullanırız. Ama her dü­
şünce üzerinde istediğimiz üstünlüğe sahip değiliz. Birçoğu 
bizim için bir kelimeden ibarettir, başka da bir şey değil. 
Beynimizdeki kelimelerin tek başına tembelliğimize 
karşı verebileceği savaş toprak çömleğin, metal tasa karşı 
savaşı gibidir. Alfred Fouillee "güçlü düşüncelerden" bahse­
derken genel olarak yanlış bir tezi savunmuştu. Güçlü bir 
düşüncenin ortaya çıkışının ancak gerçek bir güç olan duy­
gusal hallerle bir araya gelmesi sayesinde doğacak kuvvete 
bağlı olduğunu görememişti. 
Tecrübeler bize düşüncenin tek başına zayıf olduğunu 
gösterir. Ayrıca zeki da tek başına kalırsa, dışarıdan destek 
almadan, dürtülerimizle karşılaşınca gücünü kaybetmeye 
yüz tutar. Yani zeki hayvani hislere karşı mücadelede yalnız 
başına kalırsa başka hiçbir şey yapamamaya mahkumdur. 
Bu sebeple sağlıklı bir insanın duygusal hallerden yardım 
almaması mümkün değildir. 
Hasta bir insanı gözlemlediğimiz vakit harekete geç­
meyi sağlayan unsurun duygular olduğu anlaşılır. Zekanın 
kendi başına bir güç olmadığını iddia etmiyoruz ama kur-
1 54 


İrade Terbiyesi 
tulmanın zor olduğu dürtülerden uzaklaşmakta tek başına 
yetersiz kalacağı kesindir. 
Ribot33 verdiği örneklerle gösterdi ki hislerimize neşe, 
mutluluk eşlik etmezse fikirler soğuk, kuru kuruya kalırsa, 
akıllı bir adam bile bir imza atmaya elini kaldıramaz hale 
gelebilir. Hangimiz huzursuz ve yorucu bir günün ardın­
dan benzer bir durumda kalmadık? Derin bir duygusuz­
luğa kapılmışsak aklımız yerinde bile olsa bir işe yaramaz. 
Görüşmemiz olduğunu unuttuğumuz bir misafiri hiz­
metçi kız bildirdiğinde mahcup olmamak için alelacele ya­
taktan fırlarız. Ribot, duygularla düşüncelerin etkileri ara­
sındaki çelişkili durumu canlı bir şekilde şöyle resmediyor. 
Beyin fonksiyonları mükemmel çalışan ama elini kaldıra­
cak hali olmayan bir hastanın arabasıyla bir bayana çarpıp 
durduğunda arabadan nasıl fırladığından bahsediyor. 
Maalesef, patolojik durumların farklı olduğunu zan­
nediyoruz. Halbuki, bu durum gerçeğin mercekle büyü­
tülmüş halidir. Cimri Harpagon'la alay edenin yine hiç 
üzerine alınmayan bir cimri olması gibi biz de psikolojik 
sorunlarımızı görmekten kaçınırız. 
Mesela alkolikler sarhoşluğun başlarına neler getirece­
ğini çok iyi bilirler. Ancak bunu ilk alkol komasına girdik­
lerinde anlarlar ama geçmiş olsun. Artık çok geç, fikirleri 
hareketleri üzerinde etkili olamıyor . . . Onlar ancak sefale­
te düştükten sonra ah vah ederler. "Bilseydim!" derler. Bu 
akıbeti önceden biliyorlardı ama hissedemedikleri şey ızdı­
rabın etkisiydi. 
33 
Theodule-Armand Ribot, Fransız psikolog, 
1 839- 1 9 1 6. 
(Y.N.) 
1 55 


Jules Payot 
Düşüncelerimizi yüzeysel olanlar ve derin olanlar şek­
linde ayırabiliriz. Yüzeysel düşüncelerin altında muhteme­
len geçici duygular vardır. Misal olarak, birkaç günümüzü 
yarı tembel olarak geçirmişiz; kitap okuyoruz ama kendi­
mizi çok da zorlamıyoruz. Bize göre haklı sebeplerimiz de 
var, takılıyoruz. Tam da o sırada bir arkadaşımızın yeni bir 
başarısını anlattığı mektubu postayla elimize ulaşıyor. İçi­
mizde bir rekabet duygusu kabarıveriyor. Başka bir etkenin 
oluşturamadığı bir gücü basit bir heyecan duygusu ortaya 
çıkartabiliyor. 
Düşünce ve duygu arasındaki farkı anlamamı sağlayan 
o muhteşem olayı asla unutamam. Henüz tan ağarmamıştı. 
Buet'dej4 karla kaplı, sonu görünmeyen, dik bir bayırı in­
mek durumunda kalmıştım. Kayıyordum. Bir saniye olsun 
bilincimi kaybetmedim. Tehlikenin farkındaydım, duru­
mun kritik olduğunu biliyordum. Bir an öleceğimi düşün­
düm. Sonunda yavaşlamayı ve yüz metre aşağıda durmayı 
başardım. Çok sakin, yavaşça, kar batonumdan destek ala­
rak tehlikeli bölgeyi geçtim. Kayalıklara ulaşınca, belki har­
canan gücün fazlalığı nedeniyle şiddetli bir titreme başladı. 
Kalbim hızlı hızlı atıyor, soğuk terler döküyordum. Tam 
da o ara korku ve yüksek bir endişe kapladı içimi. Bir anda 
"tehlike düşüncesi", "tehlike duygusuna" dönüşüvermişti. 
Geçici duyguların yol açtığı kısa süreli harici düşün­
celere nazaran çok daha derin ve de temel duygularımızla 
uyum içinde olan fikirlerimiz de vardır. Hatta duyguların 
mı bu düşünceleri içerdiğini yoksa düşüncelerin mi duygu­
ları içerdiğini bilemeyiz. 
34 
Fransa'nın Alp Dağları'nda bulunan bir kasaba. 
156 


İrade Terbiyesi 
Bu hale gelen harici fikirler de kaynağı dahili olan de­
rin düşüncelerimize karışır. Duygusal kişiliğimiz, onlara 
renk verir, onlar da bir bakıma karakterimizin parçası olur­
lar. Tıpkı yüzeyi soğumuş ama diplerde sıcaklığını yıllarca 
barındıran lav tabakası gibi bu fikirler duygusal köklerine 
bağlı kalıp sıcaklıklarını korurlar. Bu düşünceler belli bir 
amaca yönelik her türlü faaliyetin destekçisi ve ilham kay­
nağı olurlar. 
Ancak iyice belirtelim ki bu türden düşüncelerin tam 
anlamıyla birer hakiki düşünce olduğunu iddia edemeyiz. 
Onlar duyguların yerine istenildiği gibi kullanılan ama çok 
da kullanışlı olmayan, ağır ve güçlü psikolojik durumlardır. 
Özetle düşüncelerimiz gücünü hislerden, ihtiraslardan alır. 
Bahsettiğimiz fikirlerden birinin hararetli bir bedende 
yer etmesi durumunda hemen kendine yarayacak duygu­
ları içine çeker. Daha doğrusu o duygularla beslenir, güç­
lenir. Düşüncelerdeki berraklık da duygulara geçer, onlara 
canlılık ve yön verir. 
Çekim gücü yüksek bir metal çubuğun manyetik alan­
lar için etkisi neyse düşünce de duygular için aynıdır. Hatta 
katbekat daha güçlü bir şekilde duyguları aynı yöne doğru 
hizaya sokar, duygusal karmaşayı bitirir, disipline eder. 
Fakat daha önce belirtildiği üzere düşünceler tek ba­
şına kalınca, dürtülere karşı yetersiz kalır. Mesela bir gece 
yarısı yatakta anlamsız bir korkuya kapılmayan, kalbi hızlı 
hızlı atmayan kim vardır? Kanın beyne fırladığı, mantığın 
zayıfladığı ve zekanın bastırmaya çalıştığı bu anlamsız duy­
gular kimin başına gelmemiştir? Eğer benim başıma gelme­
di diyen varsa Hoffmann' ın fantastik hikayelerini köyde, 
1 57 


Jules Payot 
bir kış rüzgarında, gece yarısı okumaya davet ediyorum. 
İşte o zaman mantığın nasıl zayıfladığını ve aklın korkuyla 
cebelleştiğine şahit olursunuz. 

Yüklə 239,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə