Emile zola ve nana



Yüklə 0,5 Mb.
səhifə21/35
tarix19.07.2018
ölçüsü0,5 Mb.
#56545
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   35

Bu sırada sahnenin dip tarafında aktörler, konuşarak rol sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Biraz seslerini yükseltmişlerdi. Bunun üzerine Bordenave öfkeyle koltuğundan fırlayarak :

- Bu ne be! Susacak mısınız siz! Bir kelime bile duyamıyorum... Konuşmak istiyorsanız çıkın dışarı... Çalışıyoruz burada biz... Barillot, eğer yine konuşurlarsa para cezasına çarptıracağım herkesi!... diye bağırdı.

Oyuncular bir an sustular. Bir köşeye yerleştirilmiş bir bahçe dekoru içinde bir sıraya ve kır iskemlelerine oturmuşlardı. Fontan, Prulliere, ve Bosc, Mignon'un anlattıklarını dinliyorlardı. Folies - dramatiques tiyatrosunun müdürü yağlı bir teklifte bulunmuştu. O sırada birinin bağırdığı duyuldu.

- Düşes!... Saint - Firmin!... Haydi Düşesle Saint-Fir-min buraya...

EMİLE ZOLA

281


Ancak ikinci çağrılışta, Prulliere, Saint-Firmin rolünü oynadığını hatırlamıştı. Düşes Helen'i oynayan Rose, beraber sahneye girmek için onu bekliyordu. İhtiyar Bosc, ayaklarını çıplak tahtaların üstünde sürüyerek döndü; oturacak bir yer aradı. Clarisse oturduğu sıranın yarısını ona verdi.

Bordenave'i göstererek :

- Nesi var kuzum bunun? Böğürüp duruyor böyle! dedi. Az önce nazik görünüyordu... Şimdi bir piyes sahneye konurken bütün sinirleri yerinden oynuyor bu adamın.

Bosc omuz silkti. Bütün patırtılara gürültülere aldırış ettiği yoktu onun. Fontan :

- Bu oyun fiyasko verecek... İş yok... diye mırıldandı. Sonra Rose'un hikâyesine dönerek Clarisse'e :

- Ne dersin? Folies'den Rose'a böyle bir teklif geldiğine inanıyor musun sen?... Her akşam üç yüz frank... Hem de yüz oyun için sözleşme yapacaklarmış. Bir de neden yazlık ev vermiyorlar acaba? Karısına üç yüz frank verseler, bizim Mignon Bordenave'i şıppadak eker!

Clarisse, Rose'a üç yüz frank vereceklerine inanıyordu. Bu Fontan da hep arkadaşlarını çekiştirir durur, diye düşündü. Bu sırada Simonne çıkageldi. Tir tir titriyordu. Paltosunun önü ilikli, hepsi boğazlarını atkıyla sarmış oyuncular, yukarıdaki pencereden sızan ama sahneye kadar inmeyen güneş ışınına bakıyorlardı. Bu berrak Kasım gününde, dışarıda dondurucu bir soğuk vardı.

Simonne :

- Fuayede soba yakmamışlar! Ne iğrenç şey! Gittikçe pintileşiyor bu herif!... Gitmek istiyorum ben... Hastalanmaya niyetim yok! diyordu.

Bordenave bir kere daha :

- Sussanıza be! diye gürledi.

Bunun üzerine birkaç dakika kadar, yalnız, sahnedeki aktörlerin belirsiz sözleri duyuldu. Pek az jest yapıyorlardı. Yorulmamak için durgun bir sesle konuşuyorlardı. Seslerini

282

NANA


yükseltmek gerektiği yerlerde salon önlerinde karanlık derin bir çukur gibi açılmıştı; şimdi burada, tıpkı penceresiz tavan arasındaki tozlar gibi belirsiz bir gölge dalgalanıyordu. Yalnız sahneden aydınlanan ışıkları sönük salon içe dokunan kasvetli bir hava içinde uyukluyor gibiydi. Tavandaki resimler karanlığa bürünmüştü. Sahnenin ön tarafında sağda ve solda duvar kâğıtlarını korumak için geniş yan perdeleri sarkıtılmıştı. Koltukların üstüne boydan boya örtüler örtülmüş, locaların ön bölmelerindeki kadifelerin üzerine ensiz bezler serilmiş, böylece galeriler çifte bir kefene bürünmüş oluyordu. Bütün tiyatronun içindeki loşluk arasında localar karanlık birer çukur olarak görünüyor, koltuklarda iri kara lekeler gibi göze çarpıyordu. İyice aşağıya indirilmiş olan avize, sarkan salkımlarıyla bir evden taşınma manzarası göstermekteydi. Seyirciler dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmışlardı sanki.

İşte tam bu sırada bir sokak kızının evine düşmüş küçük düşes rolündeki Rose rampa doğru ilerlemişti, ellerini havaya kaldırdı, tatlı bir dudak bükülüşüyle bu yas içindeki bir evin içini andıran boş salona gülümsedi:

Etki yapacağına güvenerek kelimelerin üstünde dura dura:

- Allahım! Ne acayip dünya!., dedi.

Saklandığı locanın dip tarafında bir atkıya sarınarak sahneyi seyreden Nana, Rose'a gözleriyle yiyecek gibi bakıyordu. Labordette'e dönerek yavaşça :

- Geleceğinden emin misin? diye sordu.

- Tamamıyla. Bir bahane bulmuş olmak için Mignon'la birlikte gelecek. O gelir gelmez sen Mathilde'in locasına çıkarsın. Onu sana getiririm ben.

Kont Muffat'tan söz ediyorlardı, Labordette, ikisinin gelebileceği bir yerde bu karşılaşmayı sağlamıştı. İki oyunun başarısızlığa uğraması sonucu işleri pek kötüye giden Bordenave'la konuşmuştu. Bunun üzerine Bordenave tiyatrosunu kendisine bırakmaya ve Nana'ya bir rol vermeye

EMİLE ZOLA

283


hazır olduğunu söylemişti. Böylece Kont'un gözüne girerek, ödünç para kopartmayı umuyordu. Labordette, Nana'ya :

- Bu Geraldine rolü için ne dersin?, diye sordu.

Nana, hiç cevap vermeden hareketsiz duruyordu. Birinci perde sona ermişti. Bu perdede Dük de Beaurivage, bir operet yıldızı olan Geraldine'le karısını aldatıyordu. İkinci perdede ise Düşes Helene bir maskeli balo akşamı bu tip kadınların nasıl sihirli bir güçle kocalarını ellerinden aldıklarını öğrenmek için, bu aktrisin evine geliyor. Onu buraya getiren, baştan çıkartmayı uman yakışıklı amca oğlu Oscar de Saint Firmin'dir. Düşes ilk ders olarak, Geraldine'in dükle bayağı bir şekilde kavga ettiğini, dükün de bunu büyük bir zevkle karşıladığını görüyor. Bunun üzerine : «Ah! Demek erkeklerle böyle konuşmak lazımmış!» diye haykırdı. Geraldine'in bu perdede sadece bir rolü vardı. Düşese gelince meraklılığının cezasını çekmekte gecikmeyecekti. Baron de Tardiveau adındaki ihtiyar zampara kadını bir kokot sanarak epey ileri gider. Öte yandan bir şezlongun üstünde Beaurivage, Geraldine'i öperek yatıştırmaya çalışmaktadır. Bu kadın rolü henüz kimseye verilmemiş olduğu için, Cossard Baba, metinden okumak için yerinden kalkmıştı. Okurken de elinde olmadan kendisi Bosc'un kollarında imiş gibi cilve yapıyordu. İşte.prova böylece sürüp giderken tam bu sahnede Fauchery birdenbire koltuğundan fırladı. Oraya kadar kendini tutmuştu ama sonunda sinirleri yerinden oynadı.

- Bu böyle değil! diye bağırdı.

- Böyle olmayan ne?

- Kimse anlamamış rolünü, hiç mi hiç! diye tekrar söze başladı. Fauchery. Sonra sahneye fırladı. Elini, kolunu, başını sallayıp mimikler yaparak bu tablonun nasıl oynanacağını gösterdi. Bir yandan da :

- Bakın Fontan, Tardiveau'nun tutkunluğunu iyi anlamalısınız; şöyle bir jestle düşesi yakalamak için eğilmelisi-

284


NANA

niz. Sen de Rose, sıran geldiği zaman bunu canlı oynamalısın; ama o kadar vaktinden önce değil, sadece öpücük sesini duyduğun zaman...

Durdu, bir yandan telâşlı telâşlı açıklama yaparken Cossard'a :

- Geraldine'i kuvvetle öpünüz ki sesi duyulsun! diye bağırdı.

Bunun üzerine Cossard Baba Bosc'a dönerek dudaklarını şaplattı.

- Hah, şöyle! Öpücük böyle olur işte... diye sevinçle Fauchery bağırdı... Bir öpücük daha... görüyorsun ya Rose. Biraz vakit geçmesini bekliyor, sonra da: «Ah! bu kadın öptü onu...» diyorum. Fakat bunun için Tardiveau'nun baştan alması lâzım. Anlıyor musunuz? Fontan... siz de baştan alıyorsunuz. Haydi deneyin bakalım, hep beraber.

Oyuncular bu tabloyu tekrarladılar, ama Fontan o kadar isteksiz oynuyordu ki, bir türlü olmuyordu. Fauchery, her seferinde daha heyecanla, rolleri taklit ederek, öğütlerini tekrarlamak zorunda kaldı. Oyuncular onun söylediklerini asık suratla dinliyor, sanki kendilerinden başlarının üstünde yürümeleri isteniyormuş gibi birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Sonra yeniden beceriksizce deniyor, ama bir yerde ipleri kopmuş kuklalar gibi, dikilip duruyorlardı.

Fontan kaba sesiyle :

- Herhalde bu rol çok kuvvetli benim için, anlamıyorum dedi.

Bordenave'ın dudakları büzülmüştü. Koltuğuna tamamıyla gömüldüğü için sahnedeki suflör yerinden gelen aydınlıkta yalnız şapkası görünüyordu. Bastonunu da göbeğine dayamıştı: uyuyor sanılırdı. Ama birdenbire doğruldu. Sakin bir tavırla Fauchery'ye:

- Budalaca bir şey bu oyun, yavrum; dedi. Benzi sapsarı kesilen yazar :

- Ne! Budalaca mı? Asıl budala sizsiniz dostum! diye bağırdı.

EMİLE ZOLA

285


Bunun üzerine Bordenave kızmaya başladı. Budala kelimesini tekrarladı, sonra daha sert bir şey söylemiş olmak için sersem, hergele dedi. Dinleyiciler ıslık çalar sahne yarım kalır; diyordu. Öfkelenmekle beraber Fauchery bu kaba sözlerden fazla üzülmemişti. Çünkü her yeni piyeste söylerlerdi böyle şeyler birbirlerine. Adama açıkça, sen hayvanın birisin dedi. Bunun üzerine Bordenave çileden çıktı. Bir öküz gibi soluyarak bastonunu havada sallamaya başladı.

- Hay Allah belâsını versin! Rahat bırakın beni!... Bir takım budalaca şeylerle tam bir çeyrek saat geçti. Evet sersemce şeyler, akıl alır gibi değil... Ama aslında o kadar basit ki. Bak, Rose sen şu küçük hareketi yapacaksın. Görüyorsun ya daha fazla değil sonra ineceksin... Haydi, başlayın bakalım öpücük verin siz Cossard.

Şimdi bir karışıldıktır gidiyordu. Bu tablo daha iyi oynanmıyordu yine de. Bordenave bir fil gibi vücuduna ahenkli hareketler vermeye çalışarak rolleri taklit ediyordu, öte yandan Fauchery onun bu haline gülmekteydi; sonra da Fontan işe karışmak istedi: Bosc bile öğüt vermeye kalkıştı. Yorgunluktan bitkin hale gelen Bosc sonunda, kapı yerini belli etmek için konulan iskemleye çöktü. Artık her kafadan bir ses çıkıyordu. Simonne, rolünün sırası geldiğini sanarak vaktinden önce bu karışıklık ortasında sahneye daldı. Bunun üzerine öfkesinden küplere binen Bordenave kadının kıçına bastonunu indirdi: kendileriyle yattığı kadınları, provalarda döverdi. Kadın kaçarken arkasından :

- Aldın payını işte! Hay Allah belânızı versin. Eğer daha çok canımı sıkarsanız kapatırım şu salaşı!

Fauchery şapkasını kafasına geçirmişti. Tiyatrodan çıkacakmış gibi bir hah" vardı. Bordenave'ın kan ter içinde yerine oturduğunu görünce o da tekrar aşağıya inerek koltuğuna yerleşti. Loş salona bir sessizlik çökmüştü, iki adam, bir süre kımıldanmadan yan yana oturdular. Oyuncular iki dakika kadar beklediler. Hepsi de büyük ve yorucu bir işten çıkmış gibi bitkin bir haldeydiler.

286


NANA

Şimdi tamamıyla sâkinleşen Bordenave her zamanki sesiyle:

- Devam edelim; dedi.

İkisi de arkalarına yaslanarak bacaklarım uzattılar. Prova can sıkıntısı ve büyük bir ilgisizlik içinde yeniden başladı. Fontan'la öteki oyuncular, müdürle yazar arasındaki atışma sırasında dip taraftaki sırada ve kır iskemlelerinde oturup kalayı basıyor, iğneli sözler söylüyorlardı. Ama Si-monne, arkasına yediği bastonun acısıyla ağlayarak gelince alayı bırakıp ciddileşerek onun yerinde olsalar bu domuz herifi boğacaklarını söylüyorlardı. Simonne gözlerini silerek başıyla onlara katıldığını anlattı, artık her şey bitmişti, bırakacaktı bu adamı, kaldı ki bir gün önce Steiner kendisine yeni bir tiyatro bulmayı teklif etmişti. Clarisse hayret içindeydi, çünkü bankerin artık meteliği kalmamıştı. Ama Prul-liere gülmeğe başladı. Rose'la düşüp kalktığı zaman bor-sa'ya sunduğu Landes'lardaki tuzlaları tasarısını hatırlamıştı. Şimdi de İstanbul boğazında bir tünel yapma projesini dolaştırıp duruyordu. Simonne büyük bir ilgi duyarak bunları dinliyordu. Clarisse'e gelince bir haftadır âşığı kendisini rahatsız etmiyordu. Acaba şu, saygıdeğer Gaga'nın kollarına atarak başından savdığı la Faloise budalası zengin bir amcanın mirasına konmayacak mıydı? Bütün kötü işlerin ceremesini ben çektim diye düşünüyordu. Şimdi de şu Bordenave olacak pis herif bana elli satırlık uydurma bir rol verdi, sanki ben Geraldine'i oynayamazmışım gibi! Clarisse hâlâ bu rolü gönlünden geçiriyor, Nana'nın kabul etmeyeceğini umuyordu.

Prulh'ere de çok içerlemişti:

- Benim rolümde iki yüz satır var yok... almamak istiyordum... Rezillik şu Saint-Firmin rolünü bana oynatmak, ya o ne üslûp evlâtlar! Görürsünüz fiyasko ile sonuçlanacak bu oyun.

Fakat Barillot Baba ile konuşan Simonne soluk soluğa gelerek :

- Biliyor musunuz, Nana salonda... dedi:

EMİLE ZOLA

287


Clarisse görmek üzere ayağa fırlayarak telâşla :

- Nerede? diye sordu.

Haber çabucak yayıldı. Bütün oyuncular eğilip salona bakmıyorlardı. Prova bir aralık duraklar gibi oldu. Ama Bordenave uyuşukluğu bırakarak :

- Ne oluyor? Bitirin şu perdeyi... Hey susun bakalım... Çekilmez oldunuz artık... diye bağırdı.

Nana saklandığı locadan sürekli olarak piyesi izliyordu. Labordette iki kere konuşmak istemişti, ama dirseğiyle vurmuştu. İkinci perde sona ererken, tiyatronun dip taraflarında iki gölge belirdi. Gürültü etmemek için ayaklarının ucuna basarak aşağıya indikten sonra Bordenave'i selâmlayan bu iki kişiyi Nana tanımıştı: Mignon'la Muffat'ydı bunlar.

İçi ferahlamış gibi:

- Ah, nihayet gelebildiler! dedi.

Rose Mignon, son roldeki sözlerini söyledi. Şimdi Bordenave üçüncüye geçmeden bu ikinci perdeyi tekrar etmelerim istemişti. Sonra provayı seyretmekten vazgeçerek kontu aşırı bir nezaket gösterisiyle karşıladı. Bu sırada Fa-uchery, kendini, etrafını çeviren oyunculara vermiş gibi görünüyordu. Mignon elleri arkasında, ıslık çalarak, sinirli görünen karısını süzüyordu.

Labordette :

- Haydi, yukarı çıkalım, seni locaya oturttuktan sonra gidip onu getireyim, dedi.

Nana hemen locadan ayrıldı. Salondaki koltukların arasından el yordamıyla ilerledi. Ama Bordenave genç kadının orada olduğunu sezmişti. Nana'nın karardığa karışıp kaçarken adam, sahnenin arkasından dolaşan koridorun ucunda yakaladı, burası gece gündüz havagazı lâmbası yanan dar bir geçitti. Bordenave işi çabuk bitirmek için kuvvetle kokot rolü üzerinde durdu.

- Bak hele! Ne rol! Senin için biçilmiş kaftan... yarın provaya gel... dedi.

288

NANA


Nana bu sözleri soğuk karşıladı. Üçüncü perdeyi de görmek istiyordu.

- Üçüncü mü? Oh hârika! Düşes evinde kokotluk ediyor. Bu da tiksindiriyor Beaurivage'ı ve cezasını veriyor. Burada çok komik bir sahne var. Tardiveau gelir ve kendisini bir dansözün evinde sanır.

Nana,

- Peki Geraldine'in ne rolü var burada? Bordenave biraz sıkılır gibi oldu:



- Geraldine mi? Uzun değil rolü ama, pek başardı... Dedim ya tam sana göre... imzayı basıyor musun sözleşmeye?

Genç kadın gözlerini adamdan ayırmadan bakıyordu, sonra:

- Birazdan görüşürüz bunu; dedi.

Kendisini merdivende bekleyen Labordette'in yanına gitti. Bütün tiyatrodakiler, kendisini tanımışlardı. Fısıldaş-malar başlamıştı. Prulliere Nana'nın tekrar gelişine içerle-mişti. Clarisse de o rolü kaybetmekten korkuyordu. Fon-tan ise soğuk bir tavır takınarak ilgisiz görünmeye çalışıyordu. Çünkü sevmiş olduğu kadın için kötü şey söyleyemezdi, kin halini alan eski geçici hevesiyle birlikte, zevklerinin canavarca sapıklığı yüzünden son verdiği beraberce yaşayışları sırasında bu kadının kendine gösterdiği bağlılığa ve güzelliğine karşı vahşice bir hınç vardı içinde.

Labordette kontun yanına gittiği sırada. Nana'nın orada bulunuşu ile aydan Rose Mignon, işi bir anda kavramıştı. Muffat'dan bıkmıştı ama böyle yüzüstü bırakılmak düşüncesi çileden çıkartmıştı kadını. Bu işler üzerinde kocasıyla konuşmak âdeti olmadığı halde, damdan düşercesine:

- Olup bitenlerin farkında mısın?... Namusum hakkı için, eğer Steiner'le yaptığı oyunu burada da yapmaya kalkarsa gözlerini oyarım onun, dedi.

Adam :

EMİLE ZOLA



289

- Sus, çeneni kapa, hatırım için susar mısın? diye mırıldandı.

Mignon nasıl davranmak gerektiğini biliyordu. Muf-fat'ya içini döktürmüştü. Nana'nın bir işaretiyle ayaklarının dibine serilmeye hazırdı. Bu çeşit tutkuların karşısında durulamazdı. Erkekleri de iyi tanıdığından, bu durumdan en iyi şekilde yararlanmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Beklemek gerekirdi. Bekleyecekti.

Bordenave :

- Haydi Rose sahneye! diye bağırdı. Mignon da :

- Haydi git. Bırak işi bana, dedi.

Sonra, keyfi yerine gelmiş gibi, Fauchery'ye piyesini övmek aklına esti. Çok güçlüydü bu oyun ona göre, yalnız neden o soylu kadın namusluydu bu kadar? Tabiata aykırıydı bu. Sonra gülerek, şu Geraldine'in boş kafalı âşığı Dük de Beaurivage rolünü kimin oynadığını sordu. Fauchery kızmak şöyle dursun gülümseyerek karşıladı bu sözleri. Arna, Muffat'ya bir göz attı, duyduklarına içerlemiş gibi görünüyordu. Mignon bunu farkederek ciddileşti.

Müdür :


- Haydi başlasanıza... Hay Allah! Hey Barillot neden başlamıyorsunuz? Bosc yok mu orada. Bizi izlemiyor mu

yani!


O sırada Bosc hiç istifini bozmadan geldi. Prova başladı, bu sırada Labordette de kontu yukarıya götürüyordu. Kont, Nana'yi tekrar göreceğini düşünerek tir tir titriyordu heyecandan. Ondan ayrıldıktan sonra büyük bir boşluk hissetmişti. Can sıkıntısından, alışkanlıklarını kaybettiği için azap duyduğuna inanarak Rose'un eline düşmüştü. Kaldı ki içine yuvarlandığı şaşkınlıkla, kontese de herhangi bir açıklamada bulunmaktan kaçıyordu hep. Ama için için bir duy-, gu kemiriyordu yüreğini. Nana yeniden ağır ağır kendine çekiyordu onu, canlanan anıları, vücudunun o sıcak kıvrakh-

290


NANA

ğının hayali ile, sonra yepyeni adeta babaca duygularla. O iğrenç sahne silinmiş gitmişti. Artık Fontan'ı düşünmüyor, Nana'nın, kontesin başka erkeklerle yattığını suratına çarparak kendisini kapı dışarı edişi gözünün önüne gelmiyordu. Bütün bunlar uçup giden kelimelerdi artık. Şimdi yalnız derin bir sızı, zaman zaman onu boğulacak hale getiren bir acı kalmıştı içinde. Zaman zaman çocukça düşüncelere kapılıyor, onu gerektiği kadar sevebilseydi, Nana'nın kendisini aldatmayacağın düşünüyordu. İçinde çırpındığı bunalım zaman zaman dayanılmaz oluyor, kendini çok rahatsız hissediyordu. Tıpkı eski bir yaranın yeniden sızlamaya başlaması gibi kör ve şiddetli istek değildi artık. Bu kadına karşı duyduğu kıskançça tutku, onun varlığına, saçlarına, dudaklarına, vücuduna duyduğu özlemdi. Nana'nın sesini hatırladığı zaman büyük bir ürperti duyuyordu içinde. Sonsuz tatlı bir duyguyla yalnız kendisinin olmasını istiyordu onun. Bu aşk benliğini öylesine kasıp kavuruyordu ki Labordette, Nana'nın kendisini beklediğini söylediği zaman karşı durulmaz bir atılımla boynuna sarılmıştı adamın. Sonra da kendi çapındaki bir kişinin bu gülünç hareketinden utanç duymuştu. Fakat anlayışlı adamdı Labordette. Konttan merdivenin önünde ayrılarak bir incelik daha gösterdi. Ayrılırken de şu sözler dökülüvermişti hafifçe ağzından :

- İkinci kat, sağdaki koridor, kapı hafifçe itili sadece:

Muffat yalnız kalmıştı şimdi tiyatronun bu sessiz köşesinde. Artistler fuayesinin önünden geçerken, açık kapılardan, geniş salonun perişanlığı, dağınıklığı gözüne ilişti, kirli paslı, utanç verici bir manzarası vardı buranın. Ama ona, sahnenin karanlığından ve gürültüsünden uzaklaşırken asıl hayret veren, bu merdiven aralığının bembeyaz aydınlığı, derin sessizliği oldu. Oysa burayı bir akşam, havagazı lâmbasının ışığında, dörtnala aşağı inen bir sürü kadının arasında gördüğünü hatırlamıştı. Locaların ıssızlığı, koridorların , boşluğu göze çarpıyordu. Ne bir insan, ne bir gürültü. Basamaklar hizasındaki dört köşe pencerelerden solgun bir kasım güneşi, sarımtırak bir ışık örtüsünü yayıyordu merdiven-

EMILE ZOLA

291


lere ve ta yukarıdan inen sessizliğin içinde, tozlar uçuşuyordu bu örtünün üzerinde. Muffat mutluluk duyuyordu bu sessizlik, bu sükûnet içinde, soluk almaya çalışarak, merdivenlerden ağır ağır çıkıyordu. Yüreği hızlı hızlı çarpıyordu, tıpkı korkan bir çocuk gibi titreyerek ve gözleri yaşararak yürüyordu. Birinci kat sahanlığına gelince sırtını duvara dayadı, kimsenin kendisini görmeyeceğinden emindi. Şimdi basamakları eğrilmiş, cilâsı parlayan demir korkuluktu merdivenden, sıvaları dökülmüş duvarlara, kadınların uyuduğu bu soluk ikindi vaktinde bir genelevin içini andıran bir manzarayı seyrediyordu. İkinci kata geldiği zaman bir basamağın üstünde tortop olup yatan bir sarı kedinin üstünden atlamak zorunda kaldı. Gözleri yarı kapak, tek başına bir kedi bekliyordu bütün binayı, kadınların her akşam yaydıkları ekşi ve soğumuş kokunun içinde uyukluyordu.

Gerçekten de sağdaki koridorun kapısı hafifçe itilmişti. Nana bekliyordu. Şu Mathilde denilen toy killoz, odasını pek pis tutuyordu. Yerlerde bir sürü çatlak su kabı, kirli bir tuvalet aynası, sanki hasırına kan sürünmüş gibi allığa bulanmış bir iskemle. Duvarlara ve tavana yapıştırılan kâğıtlara sabunlu su damlaları sıçramış. Odanın içinde öyle ekşi bir lavanta kokusu vardı ki Nana pencereyi açmak zorunda kaldı. Bir süre dirseklerini pencereye dayayarak derin derin nefes aldı, aşağıya baktı, Bayan Bron küçük, loş avlunun yeşilimtırak taşlarını süpürüyordu. Panjurlardan birine konan bir kanarya keskin bir sesle ötüp durmaktaydı. Ne bulvarda, ne de yakındaki sokaklarda giden arabaların gürültüsü duyuluyordu, bir taşra sessizliği, güneşin içinde sonsuz bir alan ıssızlığı vardı burada. Başını yukarı kaldırınca, küçük binaları ve geçitteki mağazaları ışıklar içindeki vitrinlerini görüyordu. Karşı tarafta, yukarda, Vivienne sokağındaki içi boş hissini veren yüksek evlerin arka cepheleri göze çarpıyordu. Birbirinin üstünde taraçalar yükseliyordu, bir fotoğrafçı bir çatının üstüne mavi camdan bir kafes koymuştu. Çok hoş bir manzaraydı bu. Nana nerede olduğunu unutmuştu. Bu sırada kapıya vurulur gibi oldu, geriye dönüp:

292

NANA


- Giriniz! diye seslendi.

Kontu görünce pencereyi kapadı. Hava sıcak değildi. Hem sonra şu meraklı Bayan Bron'un konuşulanları duymasının gereği yoktu. İkisi de ciddi bir yüzle bakıştılar. Sonra adamın boğuluyormuş gibi bir halde dimdik durduğunu gören Nana gülmeye başladı:

- Eh, demek geldin, koca aptal, dedi.

Öylesine heyecanlıydı ki Muffat, donmuş kalmıştı. Nana konuşurken, bayan diyordu, tekrar gördüğü için mutlu olduğunu söylüyordu Nana :

- Kibarlık taslamaya kalkma. Beni tekrar görmek istedin değil mi? Madem öyle, oyuncak iki köpek gibi birbiri-

, mize bakıp durmayalım... İkimizin de kabahati var. Ama seni affediyorum ben! dedi.

Artık bir daha bundan söz etmemeye karar verdiler. Muffat yatışmıştı, ama hâlâ söyleyecek bir şey bulamıyordu. O kadar çok şey söylemek istiyordu ki. Bu soğukluk karşısında hayrete düşen Nana büyük oyununu oynadı, hafifçe gülümseyerek :

- Haydi sen aklı başında adamsın, dedi. Artık barıştığımıza göre, birbirimizin elini sıkalım ve iyi birer arkadaş olarak kalalım?

Muffat birden kaygılanarak :

- Nasıl, arkadaş olarak mı? diye mırıldandı birden.

- Evet, belki budalaca bir şey bu, ama senin takdirine bırakıyorum... Şu anda düşüncelerimizi birbirimize açıkladığımıza göre ve bir daha karşılaşırsak, put gibi durmayız herhalde...

Kont sözünü kesecek gibi bir jest yapmıştı.

- Bırak da bitireyim... Hiçbir erkek beni kalleşlikle suçlayamaz, anlıyor musun. Eh, açıkça söyleyeyim ki, seninle yeniden bir araya gelmeyi canım istemiyordu.... Herkesin kendine göre onuru var, azizim.

Muffat birden telâşla bağırdı:

EMİLE ZOLA

293


- Fakat böyle bir şey yok! Otur da dinle beni.

Sonra gideceğinden korkmuş gibi genç kadını iterek tek iskemleye oturttu. Kendisi gittikçe artan bir sinirlilik içinde yerinde duramayarak geziniyordu. Kapalı ve güneş içindeki küçük locada, dik bir sessizlik vardı, hiçbir gürültü ulaşamıyordu buraya kadar. Sustukları anlarda sadece kanaryanın ötüşü uzaktan uzağa duyulan bir flüt sesi gibi geliyordu.

Muffat, genç kadının karşısında durarak :

- Dinle, dedi, yeniden seni almaya geldim... Evet yeniden başlamak istiyorum hayatımıza. Sen de biliyorsun bunu, ama neden böyle konuşuyorsun?... Cevap ver, razı mısın?

Genç kadın başım önüne eğmişti, tırnağıyla iskemlesinin kırmızı hasırını kazıyordu. Adamı kaygılı görerek hiç acele etmiyordu. Sonra başını kaldırdı, yüzüne ciddi bir ifade vermişti; güzel gözlerinden keder okunuyor gibiydi.

- Oh! İmkânsız bir şey bu yavrum, dedi, yeniden yaşayamam seninle.

- Neden? diye adam kekeledi; Bunu sorarken derin bir acıyla yüzü buruşmuştu.

- Neden mi? Allah Allah! Çünkü... İmkânsız da ondan... İşte bu kadar... İstemiyorum ben.

Muffat genç kadını ateşli bakışlarla bir kaç saniye süzdü. Sonra, birden sanki dizleri kırılmış gibi yere çöktü. Nana canı sıkılmış gibi:

- A, çocukça şeyler yapma! dedi.

Ama Muffat ayaklarının dibinde diz çökerek genç kadının beline sarılmış, başını dizlerinin arasına sokarak, yüzünü etine gömüyordu. Muffat, genç kadının bacaklarının Kadife yumuşaklığını, incecik entarisinin altından hissedince ürpertilerle sarsıldı; kendinden geçmişti; nöbete tutulmuş gibi zangır zangır titriyordu bütün vücudu; kadının içi-ne girmek istermiş gibi yüzünü eziyordu bacaklarında. Nana nın altındaki eski iskemle çatırdadı. Bayat kokularla do-


Yüklə 0,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə