636
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Ancak kabul edilmeli ki Osmanlı son döneminden başlayarak yeni kuru-
lan cumhuriyetimiz aile, boy, budun ve ili bireye eviren batı düşüncesindeki
bireysel devlet modelinde renklerin ahengini bir sınır dâhilinde eriten Batı
Avrupa ulusçuluğunu amaçlamış, buna dair hem sosyolojik hem de psikolo-
jik bütün alt yapıyı kurgulamış diyebiliriz.
12
Cumhuriyetin ilk yıllarında ve
sonradan yapılan batılılışmaya dair çabaların altında yatan sebep de aslında
bu yöneliş olmuştur, düşüncesini serdedebiliriz. Zamanla ulus olma ve sınır-
lara hapsolma düşüncesi kanunlarla da desteklenerek Türklerin aslında aile
ve boyla başlayan, sonra il ve hanlıkla devam eden cihanşümüllükleri yeni
bir evreye geçmiştir. Burada dünyanın değişim ve gelişimine bakarak olumlu
veya olumsuz düşünceleri doğrulayacak bir çok varsayım üretmek mümkün
olabilir.
Aslında sınırlarla belirlenen belli bir aidiyeti dayatan köklerini de Türk
düşüncesine göre yeniden yorumladığımız ulus veya millet olma bilinci sınır-
lanmakla kalmıyor, bireysel özelliklerimizi belirleyen ve gelecekte bir insan,
bir cihan olma beceresini yükleyen kodlamalarımızın sahibi bilgelerimizi de
sınırlıyordu. Bu tespit, eleştiriden öte bir anlam taşımalı; zira tarihî seyrimi-
zin bir gerçeği olarak karşımızda apaçık durmakta. Batı tarzı bilinçlenme ve
devlet olmanın alt şuuru kadim gelenekte aile, boy, il ve hanlıkla çiziliyor, bu
sıralamada etken güç olan insanın deruni bilgisi de zarif, adanmış ve este-
tik olanla süsleniyordu. Ahmet Yesevî, Dedem Korkut,
13
Şeyh Şabani Veli
14
,
Arslan Baba, Yunus Emre
15
, Hacı Bektaş
16
, Edebali ve benzer bilgeler insanı
dünya ile tamamlayıp olgunlaştırırken yukarıdaki sıralama çok güçlü bağlarla
cihanşumul olarak dünyaya ait oluyordu.
Birlik, dirlik, esenlik, huzur, aşk, adanmışlık, güzeli sevme, yardım, feda-
karlık, mahfiyyet, tercih ve estetiğe dair ne varsa geçmişin bilgelerinin mıs-
ralarında, beyitlerinde halkın ağzında dörtlüklerde kendine bir yol buluyor,
ritüellerin en etkilisi olarak günümüze kadar taşınıyordu. Sosyal müessese
12
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Istanbul 2015
13
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Istanbul 2014; Bekir Sami Özsoy, Dede Korkut Kitabı,
Akçay-Ankara 2006; Mustafa Miyasoğlu, Dede Korkut Kitabı, Akçay-Ankara 1999
14
Mustafa Tatçı, Şeyh Şabani Veli, H Yayınları 2012,
15
M. Efdal Emre, Yunus Emre Divanı ve Şerhi, Gelenek Yayımcılık Tarihsiz; Mustafa Tatçı, Yu-
nus emre ile Aşk, H yayınları, 2015; Erdoğan Boz, Rısaletün-Nushiyye, Gazi Kitabevi, 2012.
16
Abdül Baki Gölpınarlı, Veleyatname, Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaşi Veli, Istanbul 1990,
Komisyon; Makalat-ı Hünkar Bektaşı Veli, Istanbul 2013.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
637
olarak yaşayamamış, Yesevî zikrinin hikmetli sözleri, Niyazi Mısrı’nin beyit-
leri
17
, Salih Baba’nın divanı farklı gibi görünse de aslında aynı şeyi tekrarlıyor,
Yunus’un gayri ihtiyari döktüğü dizelerle birleşip Hacı Bektaşi Veli’nin bili-
nen bilinmeyen dörtlüklerini tekrar ediyordu.
Türklerin yeni dünyadaki hayatlarında geçmişin mirası elbette çok önemli
yer tuttu; bundan hiçbir sosyal bilimcinin şüphesi yoktur. Zira halk, hangi
modelle eğitilirse eğitilsin kadimi sevdi ve onu -anonim veya değil- sakladı.
Bu saklayış, etkileşimin az olduğu yörelerde daha kuvvetle hissedildi. Ancak
özellikle aydınlarımız, kadim gelenek eksik kalınca gelişimi batıdan beslene-
rek tamamlayıp zamanla ekollerle hem sosyal hem de içsel yapımızın şekilen-
mesinde yeni bir yol tutturdu; bu yolun ince güzel ve uygun olması için de
hemen hemen üç nesilden büyük düşünürlerimiz hesapsızca çalışıp çabaladı.
Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Erol Güngör ve başlangıcı Ziya
Gökalp, bu çabanın mimarlarıydı; peki batıdan gelen ordaki devlet olmanın
temelinde yatan bireyin ve dünyadaki egosunun model olmasına bu çabalar
kafi geldi mi? Belki bu soru sorulmalı ve cevabı beklenmeli... Bilgeler cevap
yazdılar, ancak yeni programların yazıcısı olamadılar. Insanlarımız program-
larla batıdan gelen ve aslında içsel zenginlikten ve insanı tamamlayarak dün-
yaya hâkim kılacak tedristen uzak kaldılar. Yani ritüelleri yayacak bilgeler, bu
düzlemde sadece folklorik unsurlar olarak görev alabildi. En çarpıcı örnek,
bence bu sürece kadar insanı insan yapan yolların icazetli olması ve alaylı bir
şekilde adanmışlığı ve devleti oluşturmasıyken bu dönemde birden en büyük
hareketi ’iman kurtarma’ gibi, aslında siyasal bir örüntüyü içeren iddiayla
yaygınlaşmasıydı; bu, Türklerin insandan aile, boy, il, han ve içinde cihanı
barındıran bir gelişimi terk ettiğini gösteren aşikâr bir emareydi. Yesevî ve
ardıllarından alınan miras, imana kadar indirgenmişti.
Bu durumu siyasal örüntülerle de sınırlamak doğru bir bakış olamaz; zira
daha 1800’lü yılların başında Avrupa’da zirveye ulaşan yeni devlet modelinin
bizim olan ve zamana yenik düşen iyi insanla adaletli dünyayı baskılamasıyla
anlatılabilir. Merkezinde güç ve zenginlik olan yeni modelin bizi esir etmesi,
güzelliklerin üzerine hırsın, şahsi menfaatin örtüsü meselesidir, özeti... Bu
durumda kadim zenginlik ve zevkten beslenemeyen aydınımız; batı ile sa-
dece aklını geliştirebiliyor, içsel huzuru ve dengeyi bulamadığı için dünyayla
17
Niyazi Mısri (Hazıralyan Mustafa Tatcı), Niyazi Mısri Halveti- Divan-ı Ilahiyat, H yayınaları
2016; M. Efdal Emre Niyazi Mısri divanı
ve Şerhi, Gelenek Yayınları,Istanbul 2015