71
Güder, Mercan / 2000 Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Orta Doğu Politikası
yalnızlaşma, Türkiye’nin bugüne kadar unuttuğu coğrafyalara
yeniden yönelmesini
beraberinde getirmiştir. Bunun neticesinde Türkiye’nin Batı ve Arap dünyası arasında
bir köprü olduğu yönündeki söylem gelişmiş ve bunun üzerinden yeni yol arayışlarına
girilmiştir. Bu bağlamda 1960’ların ortalarından itibaren çok taraflı dış politika anlayışı
benimsenmeye başlamış ve Türkiye, Batı’nın yanı sıra İslam ülkeleri ve Batı dışı diğer
devletlerle de ilişkiler kurmaya başlamıştır (Aykan, 2008, s. 33). Bunun sonucunda
1967’deki Arap-İsrail savaşında Türkiye, Araplardan yana tavır sergilemiş ve gerek
1969 yılındaki Mescid-i Aksa’nın yakılması olayında gerek 1973’deki savaşta bu tavrını
sürdürmüştür. Filistin Meselesi’nde Türkiye, Filistinlilerin yanında yer almış ve Filistin
Kurtuluş Örgütü’nü resmen tanıyarak örgütün Ankara’da temsilcilik açmasına izin
vermiştir. Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasına öncülük ettiği bu
dönemde, sorunlu alanlardan ziyade müşterek noktalar üzerine vurgular yapılmaya
başlanmıştır. 1974 yılında gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı’na
Araplardan gelen des-
tek, karşılıklı ilişkilere önemli bir ivme kazandırmıştır. Bu dönemde sadece siyasi ya
da diplomatik değil, aynı zamanda ticari ilişkilerin gelişmesine de özen gösterilmiştir.
İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesi ile Türkiye bölgede daha aktif olmaya başlamış,
özellikle Basra Körfezi’ne yönelik güvenlik politikaları geliştirilmiş, Suudi Arabistan ve
Kuveyt gibi ülkelerle çeşitli askeri anlaşmalar imzalanmıştır. 1980’li yıllarda dış politi-
kada “ekonomik diplomasi” gibi bir alanın oluşması ile de ekonomik ilişkilerin artması
için daha fazla çaba sarfedilmiştir. Bu bağlamda Orta Doğu’ya yönelik dış politikanın
üçüncü
evresi olan bu dönemde Türkiye, Batı merkezli siyaset anlayışından tamamen
uzaklaşmamış olsa da daha özgün kararlar almaya başlamıştır.
Türkiye’nin Orta Doğu politikalarında dördüncü evre, iki kutuplu dünya sisteminin
çöktüğü ve “Yeni Bir Dünya Düzeni”nin tesis edilmeye başlandığı 1990’lı yıllarda başlar.
Genel olarak 2000 yılına kadar süren bu dönemde uluslararası sistemdeki köklü deği-
şimin, dış politika yapıcılarının tercih süreçlerini doğrudan etkilediği görülmektedir.
Körfez Savaşı’nın patlak vermesinin ardından Türkiye, ABD’nin yanında bir siyaset izle-
yerek Orta Doğu’nun şekillenmesinde rol oynamaya çalışmıştır. Buna
ek olarak döne-
min en karakteristik özelliklerinden birisi, İsrail ile ilişkilerin artması ve stratejik mütte-
fiklik yolunda önemli mesafelerin kat edilmesidir. Her ne kadar Necmettin Erbakan’ın
Başbakanlığını yürüttüğü 54. Hükümet döneminde Orta Doğu ülkeleri ve İslam dünyası
ile yakınlaşmalar üst seviyeye çıkarılsa ve D-8 girişimi ile önemli bir uluslararası yapılan-
manın temelleri atılsa da hükümetin düşmesinin ardından bu girişimlerin ileriye götü-
rülememesi nedeniyle bu dönemde ilişkiler, yeniden önceki seviyesine gerilemiştir.
İsrail ile bir çok alanda anlaşma imzalanmasının yanında, Filistin Sorunu’nun
çözümü
için çeşitli girişimlerden uzak durulmamış ve 1960’ların son dönemlerinden itibaren
Filistin konusundaki hassasiyet devam ettirilmiştir. Suriye başta olmak üzere sorunlu
ilişkilerin olduğu Orta Doğu ülkeleri ile sorunların giderilmesi yönünde politikalar üre-
tilmeye çalışılmıştır. Uluslararası sistemde köklü değişimin yaşanması ve yeni bir dünya
72
İnsan ve Toplum
siyaseti algısının ortaya çıkması, Türkiye’nin bu yapıda daha fazla rol alması
için daha
aktif olmasını zorunlu kılmıştır. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen saldırıların
ardından, yeni dünya düzeninin yeni bir formunun inşası sürecine giren Batı’nın hem
yanında hem de Batı’ya rağmen yeni arayışlara duyulan ihtiyaç etkisini göstermiş ve
TDP’de 2000’li yılların hemen başında dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem vasıtasıyla
bir açılım süreci başlatılmıştır. Orta Doğu’ya yakınlaşmanın önemsendiği bu süreci taki-
ben AK Parti’nin iktidara gelmesiyle dış politikada başlayan açılımın daha ileri seviyelere
taşınması için gayret edilmeye başlanmıştır.
AK Parti’nin iktidarı, aynı zamanda gerek küresel gerek bölgesel anlamda önemli olay-
ların cereyan ettiği bir döneme denk gelmiştir. 11 Eylül saldırılarının ardından “Teröre
Karşı Küresel Mücadele” söylemiyle Afganistan’ın işgalinin gerçekleştirilmesi ve bunun
bir uzantısı olarak Irak’ın
hedef gösterilmesi, yeni hükümetin, sıcak gelişmelerin yaşan-
dığı dönemde kurulmasına neden oldu. Bu bağlamda Irak’ın 2003 yılı başında ABD
tarafından işgali, yeni hükümetin iktidara gelmesinin hemen ardından çok ciddi bir
sınavla yüzleşmesini beraberinde getirdi. Dış politikanın bu ilk ve en önemli imtihanı,
Türkiye’nin alacağı kararların yeni bir Orta Doğu tesisinde önemli olacağının ve aynı
şekilde Türkiye’nin üstleneceği rolün belirleyici bir nitelik taşıyacağının göstergesiy-
di. Bu nedenle Hükümetin Orta Doğu’ya yönelik politikaları, Irak sınavından itibaren
günden güne gelişmiş ve değişik formlarda uygulamaya konulmuştur. Aşağıda daha
detaylı bir şekilde tartışılacak olan Orta Doğu politikalarının yapım
sürecinde ise göze
çarpan en önemli unsur, TDP’nin temel parametrelerini göz ardı etmeden ve bunların
merkezde yer aldığı bir dış politikanın, açılım ve yapım sürecinin benimsenmesidir.
AK Parti’nin Orta Doğu Politikasının Temelleri
Cumhuriyet dönemi dış politikasında Orta Doğu’ya yönelik politikaların ve bölge dev-
letleriyle kurulan yakın ilişkilerin boyutu ve çeşitliliği bakımından en etkin ve hareketli
dönemlerden birisi, 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle gerçekleşmiştir. Bu
dönemde kürsel siyasette de Orta Doğu’nun merkezi bir konuda yer alması, Türkiye’yi
de bölgeye yönelik aktif bir politika izelemek zorunda bırakmıştır.
Özellikle küresel
kutup ve eksenlerin Soğuk Savaş dönemi ve hemen ertesindeki ortamdan farklılaş-
ması ve yeni güçlerin yükselişi, Türkiye’nin Orta Doğu’da etkin olma çabasına neden
olmuştur.
Batı dışı devletlerin yeni dönemde uluslararası sistemde daha fazla yer edinmesi,
Batılı güçlerin konumunu zayıflatmıştır. Öte yandan küreselleşme sürecinin de bir
yansıması olarak siyasi kavramlar ve tanımlamalarda farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda, Türkiye’nin Batı nezdinde soğuk savaş döneminde gelişen Batılı bir devlet
konumu, Orta Doğulu bir devlet olarak değişmeye başlamıştır.
Özellikle Afganistan
ve Irak işgalleriyle birlikte ABD’nin küresel projelerinden birisi olan Büyük Orta Doğu