19
Saint-Sulpice Kilisesi'nin Paris'teki en tuhaf tarihe sahip olduğu söylenirdi. Mısır tanrıçası
İsis onuruna yapılan eski bir tapınağın
üstüne inşa edilen kilise, mimari açıdan Notre Dame'a
santimi santimine benziyordu. Bu tapınak, Marquis de Sade ile Baudelaire'in vaftizine ve
Victor Hugo'nun evlilik törenine ev sahipliği yapmıştı. Kiliseye bağlı olan ilahiyat
fakültesinde karşı gelenekçi tarihe dair çok sayıda belge bulunuyordu ve sayısız gizli
cemiyetin toplantı yeri olmuştu.
Bu gece Saint-Sulpice'in o büyük ana nefı mezar kadar sessizdi, yaşama dair tek belirti
akşamın erken saatlerinde yapılan ayinden kalma tütsü kokularıydı. Silas kendisini mabede
alan Rahibe Sandrine'in tavırlarında bir huzursuzluk sezinlemişti. Aslında buna şaşırmıyordu.
Silas, insanların görüntüsünden rahatsız olmalarına alışkındı.
Rahibe, "Amerikalısınız," dedi.
Silas, "Aslen Fransızım," diye yanıtladı. "İspanya'da göreve çağrıldım ve şimdi Birleşik
Devletler'de okuyorum."
Rahibe Sandrine başını salladı. Yumuşak gözlere sahip ufak bir kadındı. "Ve Saint-
Sulpice'i
hiç görmediniz mi?"
'Bunun başlı başına bir günah olduğunu düşünüyorum."
"Gündüzleri daha güzeldir."
Suna eminim. Bununla birlikte, bu gece bana bu fırsatı sunduğunuz
için size
müteşekkirim."
“Bunu başrahip rica etti. Anlaşılan güçlü dostlarınız var."
Hiçbir şey bilmiyorsun, diye düşündü Silas.
Ana koridorda Rahibe Sandrine'in peşinden giderken, Silas mabedin sadeliğine şaşırmıştı.
Renkli fresklere, yaldızlı sunaklara ve ahşabın sıcaklığına sahip Notre Dame'ın aksine, Saint-
Suipice'in İspanya'daki süssüz katedralleri anımsatan bir sadeliği ve boşluğu vardı. Dekore
edilmemiş olması, içerisini daha da büyük gösteriyordu. Silas tavanda yükselen tonozlara
baktığında, devasa bir gemi teknesinin altında durduğunu hayal etti.
Uygun bir görüntü, diye düşündü. Kardeşlik gemisi
sonsuzluğa dek alabora olmak
üzereydi. İşe başlamak için sabırsızlanan Silas, Rahibe Sandrine'in yanından ayrılmasını
diliyordu. Silas’ın kolaylıkla etkisiz hale getirebileceği ufak bir kadındı ama gerekli
olmadıkça güç kullanmamak için yemin etmişti. O,
takva sahibi bir kadın ve kardeşliğin, kilit
taşım saklamak için kilisesini seçmesi onun suçu değil. Başkalarının günahı yüzünden o
cezalandırılmamalı.
"Benim yüzümden uykusuz kalmanız beni çok mahcup etti rahibe."
"Hiç önemli değil. Paris'teki vaktiniz kısıtlı. Saint-Sulpice'i kaçırmamalıydınız. Kilisenin
daha çok mimarisiyle mi yoksa tarihiyle mi ilgileniyorsunuz?"
"Doğrusu rahibe, ben ruhani yanıyla ilgileniyorum."
Rahibe hoş bir kahkaha attı. "Söylemeye gerek bile yok. Turunuza nereden başlamam
gerektiğini düşünüyordum."
Silas gözlerinin sunak üzerine odaklandığını hissetti. 'Tura gerek yok. Fazlasıyla nezaket
gösterdiniz. Etrafı kendim gezebilirim."
"Sorun değil," dedi. "Zaten uyandım artık."
Silas yürümeyi durdurdu. Artık en ön sıraya gelmişlerdi ve sunak sadece dört buçuk metre
ötede duruyordu. Dev gibi vücudunu ufak kadına çevirdi, kırmızı gözlerine bakarken kadının
geri çekildiğini hissedebiliyordu. "Eğer kabalık
olmazsa rahibe, Tanrı’nın evinde yürüyüp tur
atmaya alışkın değilim. Etrafa bakmadan önce biraz yalnız kalıp dua etmemin sakıncası var
mı?"
Rahibe Sandrine tereddüt etti. "Oh, elbette. Sizi kilisenin arka tarafında bekleyeceğim."
Silas ağır elini yumuşak bir hareketle kadının omzuna koydu ve aşağı doğru baktı.
"Rahibe, sizi uyandırdığım için zaten suçluluk duyuyorum. Sizi uykunuzdan daha fazla
alıkoymak istemem. Lütfen yatağınıza dönün. Ben sunağın keyfini çıkartır, sonra da kiliseden
çıkarım."
Rahibe rahatsız olmuş gibiydi. "Sizinle ilgilenilmediğini düşünmeyeceğinize emin
misiniz?"
"Hayır kesinlikle. Dua yalnız yapılacak bir iştir."
"Nasıl isterseniz."
Silas elini kadının omzundan çekti. "İyi uykular rahibe. Tanrı’nın huzuru sizinle olsun."
"Ve sizinle." Rahibe Sandrine merdivenlere yöneldi. "Lütfen dışarı çıkarken, kapının
arkanızdan iyice kapandığından emin olun."
"Dikkat edeceğim." Silas, onun merdivenlerden çıkarak gözden kayboluşunu seyretti.
Sonra arkasını dönüp, ön sırada diz çökerken, keçe kemerin bacağına battığını hissetti.
Ulu Tanrım, bugün yapacağım işi senin rızan için yapıyorum...
Sunağın üstündeki koro balkonunun karanlığında çömelen Rahibe Sandrine,
sessizce
tırabzandan aşağı bakıp, tek başına diz çöken cüppeli keşişi seyrediyordu. Ruhunda hissettiği
ani korku, hareketsiz kalmasını güçleştiriyordu. Kısa bir an için, bu gizemli ziyaretçinin, onu
hakkında uyardıkları düşman olabileceğinden şüphelendi. Bu gece, yıllardır taşıdığı emri
yerine getirmek zorunda kalabilirdi. Karanlıkta saklanıp, onun her hareketini izlemeye karar
verdi.
20
Gölgelerin arasından fırlayan Langdon ile Sophie, Büyük Galeri’nin boş koridorunda
yangın merdiveni çıkışının bulunduğu yere doğru usulca ilerlediler.
Langdon
ilerlerken, kendisini karanlıkta yapboz bulmacası çözmeye çalışıyormuş gibi
hissetti. Bu bilmecenin son boyutu fazlasıyla can sıkıcıydı:
Adli polis şefî beni cinayet
sebebiyle içeri tıkmaya çalışıyor.
"Sence," diye fısıldadı. "Yerdeki mesajı Fache yazmış olabilir mi?"
Sophie, ona bakmak için dönmedi bile. "İmkânsız."
Langdon o kadar emin değildi. "Suçlu görünmem için oldukça ısrarlı gibi. Belki de
ismimin yerde yazmasının davasını güçlendireceğini düşünmüştür."
"Fibonacci Dizimi? P.S.? Tüm o Da Vinci ve tanrıça sembolleri? Bu büyükbabamın işi
olmalı."
Langdon, onun haklı olduğunu biliyordu. İzlerdeki semboller birbirlerine mükemmel
uyum sağlıyorlardı beş köşeli yıldız,
Vitruvius Adamı, Da Vinci, tanrıça ve hatta Fibonacci
Dizimi. İkonograflar buna
Eşevreli Sembolik Set derlerdi. Hepsi
de kördüğüm olmuş biçimde
birbirine bağlıydı.
Sophie, "Ve bu akşamüstü beni telefonla araması," diye ekledi. "Bana bir şey anlatması
gerektiğini söyledi. Louvre'daki mesajın bana önemli bir şey anlatmak için harcadığı son çaba
olduğuna eminim, anlamanıza yardımcı olacağınız bir şey olmalı."
Langdon kaşlarını çattı.
On Draco devini al! On sahte alim! Hem Sophie'nin, hem de
kendi iyiliği için mesajı anlayabilmeyi isterdi. Bakışlarını gizemli kelimelere çevirdiği andan
itibaren her şey sarpa sarmıştı. penceresinden yaptığı sahte atlayış, Fache'nin gözündeki
popülaritesini bir nebze olsun arttırmayacaktı. Belki de Fransız polis şefi, tutuklamak için bir
kalıp sabun peşine düşmenin esprili bir yanını görebilirdi.
Sophie, "Çıkış kapısına az kaldı," dedi.
"Sence büyükbabanın mesajındaki
sayılar, diğer satırları anlamakta anahtar olabilir mi?"
Langdon bir zamanlar, şifrenin bazı satırlarının diğer satırları deşifre edecek ipuçları veren,
Bacon
*
el yazmaları üzerinde çalışmıştı.
"Gece boyunca sayıları düşündüm. Toplamları,
bölümleri, çarpımları. Hiçbir şey
çıkartamadım. Matematiksel olarak rasgele yerleştirilmişler. Kriptografik anlamsızlık."
"Ama yine de tüm sayılar Fibonacci Dizimi'ne ait. Bu tesadüf olamaz."
"Değil. Fibonacci sayılarını kullanmak, büyükbabamın bana seslenişinin bir başka
yoluydu; mesajı İngilizce yazmak, en sevdiğim çizimdeki gibi yatmak ya da üstüne beş köşeli
yıldız çizmek gibi. Tüm bunları benim dikkatimi çekmek için yaptı.
"Beş. köşeli yıldızın senin için bir anlamı var mı?"
"Evet. Anlatmaya fırsat bulamadım ama ben büyütürken beş köşeli yıldız büyükbabamla
aramızdaki özel bir semboldü. Eğlence olsun diye Tarot kartlarıyla oynardık ve benim kartım
her seferinde tılsımlardan çıkardı. Desteyi kendisinin dizdiğine eminim,
ama beş köşeli
yıldızlar bizim aramızdaki küçük şakaydı."
Langdon bir ürperti hissetti.
Tarot mu oynamışlardı? Ortaçağa ait İtalyan kâğıt oyununda
geleneklere karşı o kadar çok sembol vardı ki, Langdon yeni kitabında bir bölümü tamamıyla
Tarot'a ayırmıştı. Oyunun yirmi iki kartının
Başrahibe, İmparatoriçe ve Yıldız gibi isimleri
vardı. İlk başlarda Tarot, kilisenin yasakladığı ideolojileri aşmak için gizli bir yol olarak
tasarlanmıştı. Şimdilerde ise Tarot'un gizemli özellikleri modern falcılara devredilmişti.
*
İngiliz bilim adamı.