Microsoft Word Esas metin 1-82. doc



Yüklə 0,65 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə10/25
tarix06.10.2018
ölçüsü0,65 Mb.
#72677
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25

 

23 


B. Ödeşmeler 

 

Tomris Uyar’ın ikinci öykü derlemesi olan 1973 tarihli Ödeşmeler’de yine bir 

şekilde hayatın dışında kalmış kişilerle onların kendileriyle ya da çevreleriyle 

giriştikleri ödeşmeler öykülere konu ediliyor.  “Şahmeran Hikayesi” hariç diğer 

bütün öyküler, Füsun Akatlı’ya göre, bu çerçeve içinde değerlendirilmeye uygun 

görünüyor.  Akatlı’nın dediği gibi, artık “bildirisiyle,  izlekleriyle, ana duyarlığıyla 

olsun, öykü kurgusu, yazış biçimi, tümceyi tümceye ulayışı ile olsun, görür görür 

tanınacak kadar belirgin ve kişilikli bir biçeme varmış” (“Tomris Uyar’ın Öykü 

Dünyası” 30) bir öykücülük anlayışı kendini ispatlamış bulunuyor.  

Füsun Akatlı’nın “ilginç” demekle yetindiği, Selim İleri’nin ise herhalde bu 

uzun öyküyü kastederek “yeni bir arayışın sancıları” (28) olarak değerlendirdiği 

“Şahmeran Hikayesi” ise masallara o günden göz dikmiş olan Uyar’ı göstermesi 

açısından önemlidir.  Çünkü aradan on yıl geçtikten sonra, 1983’te, çağdaş masallar, 

yazarın Gece Gezen Kızlar adlı kitabının ana izleği olarak ortaya çıkacaktır.  Bir halk 

masalı olan “Şahmeran”ın çağımız toplumuna uyarlanarak yorumlanışı,  kendine 

özgü öykü evreniyle daha ikinci öykü kitabı yayımlanmış bir yazarın yapıtı olarak 

yayımlandığı tarihte yadırganmıştır.  Çünkü Tomris Uyar, gündelik yaşamı merkeze 

aldığı öykülerinde, bilineni anlattığında, Akatlı ve İleri gibi eleştirmenlerce o dönem 

çok daha etkileyici bulunmuştur. 

Yazar, burjuva değerlerinin hüküm sürdüğü ailelere girip çıkarken (“Önsöz”), 

sınıf değiştirip yolunu şaşıranlara gözdağı verirken (“Köpük”), Rum Barba’nın 

yalnızlığını dile getirirken (“Çiçeklerle”), baba-oğul (“Sağlar”), karı-koca (“Yusuf ile 

Zeliha”, “Dön Geri Bak”), abla-kardeş (“Derin Kazın)” ilişkilerindeki basmakalıp 

değer yargılarının ardındakilere değinirken yalın ve içtendir.  “Ormanların 

Gümbürtüsü”nde Almanya’ya gitmek için her gün sıraya giren, bin türlü sınavlardan, 



 

24 


tahlillerden geçen, bezdirilen insanların öyküsünü anlatırken yaptığı vurguyla 

gerçekçidir.   

Değişen ahlâki ve kültürel değerler, yaşanılan mekânları değiştirir.  Büyük 

şehir, özellikle İstanbul, Uyar’ın daha sonraki kitaplarında da fark edeceğimiz bir 

yozlaşmanın merkezi olma yolundadır.  Bundan en çok etkilenenler ise bu kentin 

geçmişini bilen ve yaşayanlardır.  “Çiçeklerle” öyküsünün seksenlik Barba’sı 

yalnızlığı ve ihtiyarlığıyla gittikçe kendi içine kapanırken çevresinde olup bitene 

karşı koyamamanın ezikliğini, öfkesini duyar yüreğinde.  Ömrünü geçirdiği kıyıya 

bakakalır. 

Eskiden ihtiyarların çay içtiği, gazete okuduğu, kadınların yün ördüğü, 

çocukların oynadığı sağlıklı çay bahçeleri nasıl oldu da karşı 

koymadan, usul usul boyun eğdiler?  Lokantaların hepsi boş, hepsi 

pahalı, hepsi bir örnek.  Garsonlar, tabakları-çatalları, çiçekleriyle 

tepeden tırnağa hazır masaların çevresinde dörder beşer bekliyorlar.  

Bir törene katılırcasına, gözlerini durmadan yoldan geçen, yanaşan, 

kalkan özel arabalara dikmiş, öylece duruyorlar.  Arabalardan parka 

girilmiyor, kaldırım küçüldü, asfalt genişledi, iskele kaldırıldı.  

HAYIR! YETER! diyen yok.  Yok.  Yok.  Yok.  Ne çocuklarını 

denize sokamayan analar, ne eve vapursuz dönen babalar, ne 

dükkanları ellerinden alınan marangozlar, terziler, aktarlar.  (29) 

Tomris Uyar tepkisizliğe tepkilidir.  Çünkü direniş olmazsa hoşnut olmadığımız 

durumların gittikçe daha çok artacağını derinden hisseder.  Düzenin dışında kalmış 

insanlar azaldıkça güzel günlerin hatırası bile yok olmaya mahkumdur.  Uyar da bu 

grubun içinde gibidir.  Bir söyleşisinden İstanbul’da güzel bir çocukluk ve ergenlik 

dönemi geçirdiğini, “kendi sınıfdaşlarının yanısıra arkadaşlarını balıkçılar, çıraklar”, 



 

25 


azınlıklardan gelenlerden seçebildiğini öğreniriz.  Yazar, o günlerin ilişkilerindeki 

“yumuşaklığı” deniz kıyısında bu çevreyle büyümüş olduklarına bağlayabilmektedir 

(“ ‘İzm’lere Girmeyen Bir Yazar” 460).  1973 yılında o kıyı, o şehir ve o ilişkiler 

gittikçe kaybolmaktadır.  Modernleşme adına batan kente, bu kentin yeni sahiplerine, 

onların bir zamanların hatırasını taşıyan mekânlara olan “sıradan” saygısızlıklarına 

tepkilidir Uyar.  Çünkü bir gündökümünde dediği gibi, “dünya görüşümüz sağlamsa, 

ayrıntılardaki ufak aykırılıkların, tutarsızlıkların, bütünde büyük gedikler açacağına 

inanıyoruzdur” (Gündökümü: [1975-1980] 162). 

 

B.  Dizboyu Papatyalar 

 

1975 yılında Tomris Uyar şöyle diyor: 



“Gibi”yi bulmak gerek öyküde: “Yaşamadaki gibi” gibiyi.  Kimi 

zaman aksak, yanlış, kimi zaman doğru, açık ve yalın olanı.  Gerçeğin 

kendisine abanmadan, yaslanmadan, sanatta ‘inandırıcı’ olan gerçeği 

bulmak...Değişik sınıfların, değişik bireylerin başka başka yerlerde ve 

zamanlarda karşılaştıkları ayrı gerçekliklerin çeşitli görünümleri 

içinden iletilmek istenen gerçeğin asıl yüzünü bulmak.  Bildiriyi 

söylev havasıyla değil, sanat gereçleriyle iletmek.  “Bir daha” değil 

yeni, yani taze söylemek.  ( Uyar, “Tomris Uyar” 153) 

1970’lerin ortalarına geldiğimizde, yalın ama şiirsel dili, kimi zaman hüzünlü, 

kimi zaman alaylı gözlemlerinin ışığı altında, dünyalarına girdiği sıradan insanların 

gündelik hikayeleri üzerine kurulu Tomris Uyar öykücülüğü Dizboyu Papatyalar ile 

ufuklarını genişletir.  Selim İleri’nin saptadığı gibi, Dizboyu Papatyalar

durumlardan çok “insanlar” (alıntılayan Özkırımlı, “Tomris Uyar” 1185) ya da Füsun 

Akatlı’nın deyişiyle “insanlık cevheri” (“Tomris Uyar’ın Öykü Dünyası” 32) 

üzerinde odaklanan bir yapıttır.  Durum tespitlerinden kişisel trajedilerin büyüsüne 



Yüklə 0,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə