duyumsal nesneler kavranır; benzetme yoluyla önümüzde durandan çıkan şeyler
kavranır, örneğin heykelden Sokrates’in kavranması”
487
…
Diogenes Laertios’un aktardığına göre; “Atinalı’lar Zenon’a büyük saygı
gösterdiler. Surların anahtarlarını ona bıraktılar, altın bir çelenk verdiler ve tunç
heykelini diktiler. Aynı şeyi, onun heykelini kentlerine bir süs olarak diken kendi
yurttaşları da yaptı”… Ölümünden sonra ise, “halk meclisi kendisine Keramaikos’ta
devlet hesabına bir mezar yapılmasını uygun görmüştür”
488
…
b. Epiküros. Sanatı İnsan Aklının Evrimiyle İlişkilendiren Düşünür
“İnsan doğası belli şartlar altında birçok şeyi öğrenir ve öğrenmeye mecburdur.
Sonra doğanın kendisine verdikleriyle düşüncesini geliştirir ve yeni buluşlar yapar.
Bazı konularda daha çabuk, bazı konularda ise daha yavaş, bazı çağlarda (büyük
ilerlemelerle) ve diğerlerinde yine daha az”
489
…
Bunlar; Hellenistik Çağ’ın, Stoacılık’tan sonraki ikinci büyük felsefe okulu
olan Epikürcülük’ü kuran Epiküros’a (İ.Ö 341-270) ait sözlerdir. O, Atina’lı bir
ailenin çocuğu olarak Samos’ta doğmuştu. Genç yaşta Atina’ya geldi. Burada
bağımsız olarak erken dönem filozoflarının eserlerini inceledi. Bir süre için İ.Ö
310’dan itibaren Mytilene ve Lampsakos’ta felsefe öğretti. İ.Ö 307-306’da Atina’ya
döndü ve bahçeli bir ev satın alarak kendi okulunu burada kurdu. Okulu bu yüzden
“Bahçe” olarak bilinirdi. Düşünür, evinde erkek kardeşi ve arkadaşlarıyla birlikte
sade bir dinlenme hayatı sürdürdü
490
. “Neokles, Kharidemos ve Aristobulos adındaki
487
Laertios 2003, 319-320
488
Laertios a.g.e., 304-306
489
Epicurus 1979, 48-49
490
Speake 1994, 237-238
142
üç kardeşi de onun özendirmesiyle onun yanında felsefe çalışmışlar”
491
. Epiküros’un
okulunu diğer felsefe okullarından farklı kılan unsur, evinde -okulunda- kölelerin ve
kadınların da bulunmasıydı. Öyle ki; kadınlar bu okulda erkeklerle eşitti ve filozof
olarak biliniyorlardı. Bu kadınlardan biri, zamanının en göze çarpan fahişesi olan
Leontion’du. Theofrastos’a saldırdığı bir kitabı vardı
492
. Bu yönüyle okul, belki
evrensel kardeşlik fikrine Stoacılık’tan daha yakındı.
Epiküros’çu düşünce; temelde, endişeden bağımsız bir hayat sürme idealini
benimsemiş olduğundan, toplumdan uzak bir yaşamı salık veriyordu. Bu nedenle bu
felsefenin kimi kez yalnız seçkinlere, zenginlere hitabettiği düşünülmüştür. Oysa
Epiküros’un okulu Atina’da ondört halefinin başkanlığında 227 yıl boyunca yaşadı.
Bazı kentlerde öğretisinin ömrü daha da uzundu
493
.
Epiküros’un yazıları, incelemeleri sayıca fazlaydı ancak çoğu kayıptır. Birkaç
tane parçalanmış papirüs, kısmi alıntılar, üç mektup ve iki özdeyiş koleksiyonu
dışında, Epiküros hakkında bilgilerimiz; Roma’lı filozof ve şair Lukretius’a
dayanır
494
.
Epiküros’un felsefesi de Stoa’cı düşünce gibi, insanlara mutlu bir yaşam vaat
ediyordu. Bunu sağlamak için ise, insanları tanrıların gazabından ve ölüm sonrası
ceza korkularından kurtarmak gerekiyordu. Düşünür bu amaçla, dünyadaki ve
evrendeki oluşumları, atom kuramından faydalanarak açıklamağa girişti. Bunun için
tıpkı Stoa felsefesinde olduğu gibi, doğayla birebir ilişki içinde olmak gerekiyordu.
Her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı, bu açıklamaya ulaşmanın tek yolu ise doğayı
491
Laertios 2003, 477
492
Novack 1979, 258
493
Seyffert 1957, 217
494
Speake 1994, 237-238
143
tanımaktan geçiyordu. Ama Epiküros’çu düşüncede, tanrıların evrendeki oluşlarla
herhangibir ilgisi yoktu.
Epiküros’tan günümüze ulaşan üç mektup olduğundan söz etmiştik. Bunlardan
“birinci mektubu Herodotos’a yazılmıştır, doğa üzerinedir. İkincisi Pythokles’e
yazılmıştır, gök olayları üzerinedir. Üçüncüsü de Menoikeus’a yazılmış olup konusu
insan yaşamlarıyla ilgilidir”
495
. Herodotos’a yazdığı mektupta onun duyum
hakkındaki düşüncelerini, atom kuramına dayandırarak açıkladığını ve bununla ilgili
olarak sanat eserlerinin -resim- algılanmasına da değindiğini okuyoruz.
“…Her şeyi duyularımıza göre gözlemeliyiz: yani basitçe, gerek zihnin gerek
herhangi bir ölçütün o andaki izlenimlerine ve aynı şekilde o andaki duygularımıza
bakmalıyız ki, doğrulanmayı bekleyen ve belirsiz olanı belirleyecek araçlarımız
olsun”
496
…
Epiküros’a göre; evrende ve dünyada her şeyin oluşumunda temel bir unsur
olan atomlar, çeşitli büyüklükte, biçimde ve ağırlıktadır ve “… Sonsuz zaman
boyunca durmadan devinirler… Atomların bazıları birbirlerinden çok uzakta
dururlar, bazıları da birbirlerine dolanıp kaldıkları ya da dolanmaya eğilimli öteki
atom yığınlarının içine girdikleri zaman oldukları yerde salınırlar
497
”… Atomların
herhangibir zorlama olmadan hareketlerinden saptığını söyleyerek Demokritos’un
atom teorisini bir adım öne götürmüş olmakla beraber aslında o; bu sapma
(parenklisis, klinamen) ile özgür irade fikrini korumaya çalıştı
498
.
495
Laertios 2003, 486
496
Laertios a.g.e., 489
497
Laertios a.g.e., 490
498
Speake 1994, 238
144
Atomlar, cisimleri algılamamızda etkindir ve Epikürosçu düşüncede birinci
gerçeklik ölçütü algıdır. “… Cisimlerin yüzeyinden sürekli küçük parçacıklar akar…
Ancak dışarıdan bir şeyin içimize girmesiyle onun biçimini gördüğümüzü ve
üzerinde düşündüğümüzü de göz önüne almalıyız. Çünkü dışarıdaki nesneler, ne
onlarla bizim aramızdaki hava aracılığı ile ne de bizden onlara giden ışın ya da
herhangi bir akış aracılığı ile doğalarındaki renk ve biçimin izini bırakamazlar. Bu iz
nesnelerden gelen ve hızla devinerek içimize giren, onlarla aynı renk ve biçimde,
gözün ve zihnin algılayacağı büyüklükte birtakım imgelerin izi kadar açık olmaz…
Zihin ya da duyu organları aracılığıyla doğrudan değinim sonucu aldığımız görüntü,
ister biçime ister başka ilineklere ilişkin olsun, işte bu katı cismin biçimidir ve
imgenin sıkı birliğine ya da bıraktığı ize bağlıdır. Yanılgı ve yanılsamalar, her zaman
için, tanıklıkla desteklenmeyi ya da hiç değilse karşı tanıklıkla çürütülmemeyi -
bekleyen durum üzerine- başka türlü düşünmeye bağlıdır ama sonra tanıklıkla
desteklenmez -ya da karşı tanıklıkla çürütülür- (kendi içimizdeki sezgi gücüne bağlı
ama ondan ayrı bir tür devinimin sonucunda yanılmaya yol açan da budur). Çünkü
bir resimde ya da düşte zihnin ve başka ölçütlerin izlenimlerine göre canlanan
görüntüler, eğer bunun gibi birtakım karşılaştırma unsurları olmasaydı, hiçbir zaman
gerçek denen varlıklara benzemezdi. Öte yandan; eğer kendi içimizde -sezgi gücüne-
bağlı, ama ondan ayrı başka bir devinim olmasaydı, yanılgı olmazdı;(sezgi gücüne
bağlı ama ondan ayrı) bu devinime göre, tanıklıkla desteklenmez ya da karşı
tanıklıkla çürütülürse, yanılsama ortaya çıkar. Buna karşılık tanıklıkla desteklenir ya
da karşı tanıklıkla çürütülmezse, gerçek ortaya çıkar”
499
...
499
Laertios 2003, 492-493
145
Dostları ilə paylaş: |