KİNDÎ VE BAZI ÂYET YORUMLARI
179
yoğun olarak gövdesiz bitki anlamı
verilmesi, ayrıca yukarıda Rahmân sû-
resinde kullanılan üslûba dair açıklamalarımız, yine âyetle ilgili inceleme-
ye tabi tuttuğumuz rivâyetler ve âyetin bağlamı, Rahmân 6. âyeti özelinde
necm kelimesinin Kur’ân’da ikincil anlamının da kullanılmış olduğunu
ortaya koymaktadır. Öyle görünüyor ki Kindî, Kur’ân’ın bütünlüğünü gö-
zeterek akıl yürüttüyse, Kur’ân genelinde bu kelimenin hep yıldız anlamın-
da kullanıldığından hareketle Rahmân 6. âyetinde de bu anlamı
tercih et-
miş olabilir.
Kindî’nin aldığı eğitim, onun yukarıda incelenmeye çalışılan âyetle ilgi-
li kendisinden önceki müfessirlere ya da kişilere ait rivâyetleri ve
Kur’ân’daki diğer âyetleri görmemiş olma ihtimalini uzak kılmaktadır.
Belki de ilgili rivâyetleri görüp necme yıldız anlamını veren az sayıdaki
rivâyeti tercih etmiştir. Ancak risâlesinden bunu doğrulayan bir veriye ula-
şamamaktayız. Bununla beraber âyeti yorum için kendisine belirlediği aklî
verilerle yorum kriteri ve aklî verilere neyi dâhil ettiği hususu, onun yük-
sek ihtimalle bu rivâyetleri dikkate almamış olduğunu düşündürmektedir.
Kaldı ki aklî verilerle yorum yaparken risâlesinin neredeyse yüzde seksen-
lik kısmında, sahip olduğu astronomi ve felsefe bilgisi ile benimsediği fel-
sefî düşünceyi Kur’ân’la temellendirme, doğrulama veya izah etme çabası
içerisinde olduğu söylenebilir. Yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında
farklı itikadî, siyasi mezhep ve düşüncelerin ortaya çıktığı
ve her birinin
kendi düşüncesini Kur’ân’a dayandırmaya çalıştığı düşünülürse, Kindî’nin
de kendisini bu durumdan kurtaramadığı söylenebilir.
Dikkatimizi çeken bir husus da, Kindî’nin âyeti yorumlamada, çağının
astronomi konusundaki ilmi verilerini kullanmış olmasıdır. Günümüzde bi-
limsel tefsir diye adlandırılan eğilimde de astronomi gibi pozitif bilimlerin
verilerinden, Kindî’nin yaptığına benzer şekilde istifade edilmektedir. Bu
yönüyle Kindî’nin yorum ameliyesinin bilimsel tefsiri andıran
bir yönü oldu-
ğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi bu alanda ilk sistematik denilebilecek tef-
siri yazan Gazzâlî’dir.
28
Belki de Kindî’nin bir yönüyle bu alanın sistematik
olarak oluşturulmasına zemin hazırlayanlardan biri olduğu düşünülebilir.
29
Sonuç olarak tefsir usûlü penceresinden bakıldığında Kindî’nin âyete
dair yorum ameliyesi tefsir ilmi şemsiyesi altında bir tefsir işlemi olarak
değil, bir Müslüman düşünürün Kur’ân’la iletişim kurma çabası, hayatını
ve düşüncelerini inandığı kutsal kitapta bulma çabası olarak değerlendiri-
lir. Duruma bir nebze kötümser yaklaşıldığında ise, Kindî’nin bir Müslü-
man olarak benimsediği felsefî düşünceleri muhatabı
olan diğer Müslü-
manlara da benimsetme, kabul ettirme gayreti taşıma ihtimali de
düşünülebilir.
28
Okumuş,
Kur’ân’ın Felsefî kunuşu, 123.
29
Benzer bir yaklaşım ve ilmi tefsir-İslâm felsefesi ilişkisi ile ilgili detaylı bilgi için
bkz. Okumuş,
Kur’ân’ın Felsefî kunuşu, 121-125.
DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
180
Müfessir Kimliği Bağlamında Kindî nin Müfessirliği
Kindî’nin müfessir olup olmadığı ya da müfessir sayılıp sayılamayaca-
ğı, müfessire yüklenen anlam ve ondan beklentilerin ne olduğuna göre de-
ğişecektir.
Bu noktada ilk soru müfessir kimdir şeklinde olacaktır.
Müfessir kimdir
Terim olarak/Kur’ân ilimlerinde müfessir, belli şartları
30
hâiz kimse ola-
rak tanımlanmaktadır.
31
Peki, bu şartları hâiz kimse
mümkün potansiyel
müfessir (1) olarak mı kabul edilmeli yoksa bu şartları hâiz olup
tefsir ese-
ri yazan kişi (2) mi müfessir sayılmalıdır Bir başka deyişle adeta
bir ede-
biyat türü olarak tefsir ürünü ortaya koyan kişi mi müfessir sayılmalıdır
30
Bir müfessirde aranacak şartları, sayıları giderek artan itikadî mezheplere ve bid‘at
fırkalarına mensup bazı âlimlerin tefsir yazma girişimleri gündeme getirmiştir. Bu
şartlarla ilgili bilgiler çeşitli Kur’ân ilimleri eserlerinde ve hatta usûl-ü fıkıh eserle-
rinde yer almıştır. Buna göre bazı âlimlere göre bu şartlar şu şekildedir: Râgıb el-İs-
fahânî (V/XI. yüzyılın ilk çeyreği): afızlar (ilmu’l-luga), lafızların
birbiriyle müna-
sebeti (ilmu’l-iştikâk), lafızlara ârız olan hükümler (nahiv ilmi), kıraat, siyer ve rivâ-
yet, Resûl-i Ekrem’den intikal eden sözler ve onun hayat tarzı hakkında hadis ve
sünnet, fıkıh usûlü, fıkıh ve zühd, kelâm, insanın bildiğiyle amel etmesi sonunda
oluşan vehbî ilim. (Bkz. Râgıb el-İsfahânî,
Mukaddimetu âmii’t-Tefâsîr, nşr. Ahmed
Hasan Ferhat (Kuveyt: 1984), 93-97.) Ebû Hayyân el-Endelusî (745/1344): Dil, sarf
ve nahiv, beyân ve bedî‘, rivâyet ve hadis, fıkıh usûlü ve dil felsefesi, kelâm ve kıra-
attir (Bkz. Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelusî
(745/1344),
Tefsîru’l- ahri’l-Muhît, (b.y.: Dâru’l-Fikr, 1983), 1: 6-7. Şâtıbî
(790/1388): Bu ilimler, Kur’ân’ın hitabındaki maksadın anlaşılması için lâzım olan
ilimlerdir. Nitekim sahâbe ve bazı tâbiîn büyüklerinin
durumu bunu göstermektedir
(Bkz. Ebû İshâk İbrâhîm b. Mûsâ b. Muhammed el-Gırnâtî eş-Şâtıbî (790/1388),
el-Muvâfakât İslâmi İlimler Metodolo isi, ev Mehmet Erdoğan (İstanbul: 1990), 1:
45-47. Zerkeşî (794/1392): Kur’ân’ı tefsir edecek kişi öncelikle geniş bilgiye ve tak-
vâya sahip olmalı, şüpheli şeylerden kaçınmalı, günah sayılan işlerde ısrar etmemeli,
kibirden ve dünya sevgisinden uzak bulunmalı ve tahkikî imana sahip olmalıdır. Ay-
rıca Resûl-i Ekrem’den ve sahâbeden gelen bilgilere başvurmalıdır (Bkz. Bedruddîn
Muhammed b. Abdillâh ez-Zerkeşî (794/1392),
el- urhân fî l mi’l-Kur’ân, (b.y.,
t.y.) 2: 153-164, 180-181. Suyûtî (911/1505): Arapça bilgisi, sarf, nahiv, iştikak,
meânî, bedî‘, beyân, kıraat, usûlü’d-din, fıkıh ve fıkıh usûlü, esbâb-ı nüzûl ve kıssa,
nâsih-mensuh, âyetlerdeki mücmel ve mübeyyeni açıklayan hadisler, vehbî ilim.
Vehbî ilim de insanın iyi bir niyet taşıması ve dinî konularda
bildiğiyle amel etmesi
neticesinde elde edilir. Suyûtî ayrıca sûfiyyenin sözlerini tefsir kabul etmez. (Bkz.
Celaluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî (911/1505),
el-İtkân fî
l -
mi’l-Kur’ân, nşr. Saîd el-Mendûh (Beyrut: 1996), 4: 477-479, 485.
31
“Müfessir kelimesinin ilk defa ne zaman kullanıldığı yolunda açık bilgi yoksa da
Taberî gibi nisbeten müteahhir bir müfessirin Kur’ân’ı açıklayanlar için bu kelimeye
yer vermesi (Câmiu’l-Beyân, I, 88) daha öncesinde de kullanıldığının işareti olarak
kabul edilebilir. Abdullah b. Abbas için İbn Mes‘ûd’un zikrettiği “tercümâ-
nu’l-Kur’ân” ifadesi (a.g.e., I, 84; İbn Hacer, V, 276-279) büyük ihtimalle “müfessir”
anlamına geliyordu. Kaynaklarda müfessir yerine “ehlu’t-tefsîr, ashâbu’t-tefsîr, eh-
lu’t-te’vîl, ashâbu’t-te’vîl” tabirleri de kullanılmıştır.” Bkz. Abdülhamit Birışık,
“Müfessir”,
Türkiye Diyanet akfı İslâm Ansiklopedisi, c. 31 (İstanbul: TDV Yayın-
ları, 2006), 498.