41
kaynaklarını savaş ve savaş hazırlıklarına harcamak yerine yurttaşlar toplumunun
eğitimine harcayabilecektir.
Bu yedinci önermeden çıkan sekizinci önerme ise Kant’a göre felsefenin insan türüne dair
umudunu ortaya koyar. Buna göre; “insan türünün bütün tarihi, doğanın gizli bir planının
gerçekleşmesi olarak görülebilir. Bu plan içte -ve aynı amaçla dışta
da- yetkin bir
anayasayla insanlığın bütün doğal yeteneklerinin gelişebilmesini sağlamaktır” (Kant,
1982, s. 126). Bu noktada felsefenin görevinin ne olduğu ise dokuzuncu önermeyle ortaya
konur:
“İnsanlığın yetkin bir yurttaşlar birliği kurmasını hedef alan bir doğa planı uyarınca
genel dünya tarihini işleyecek bir felsefi girişim olanağının bulunduğu, hatta bunun
doğanın amacını da ilerletebileceği kabul edilmelidir. Eğer dünya olaylarının aklın
bazı ereklerine uygun düşmesi şart koşulursa, bu olayların nasıl gelişmesi gerektiğini
gösteren bir düşünceye uygunca bir tarih yazmak garip ve ilk bakışta saçma bir
öneridir. Böyle öncüllerden kalkarak ancak bir roman yazılır gibi görünüyor. Oysa
doğanın, insan özgürlüğünün rastgele oyunları içinde bile plansız çalışmadığı kabul
edilirse, bu düşünce yararlı olabilir” (Kant, 1982, s. 127-128).
Bu çerçevede bir felsefi tarih yazımı için odaklanmamız gereken noktalar,
yetkin
anayasalar ve uluslararası yasalar ile ulusların ve tabii ki onların bilim ve sanatlarının
nasıl geliştiğidir. Böylesi bir gelişime içteki ve dıştaki yetersizlikler yüzünden erişemeyen
uluslarda ise yaşanılan yıkımlara rağmen devam eden bir aydınlanma çekirdeğinin nasıl
korunduğu ve bir sonraki basamağa aktarıldığıdır.
“Yani tarih, bir kaba olaylar dizisi olarak değil, tersine insanların belli ilkeler
altındaki eylemlerinin bir dizisi olarak görülmelidir. Kant’ın tarih felsefesinin ilkesi,
böylece onun etiğinin ilkesini koşul olarak içermektedir ki, gerçekten de Kant’a göre
bir
tarih felsefesi, kendi dayanak ve açıklama temelini ancak etik ilkeler içinde
bulabilir” (Cassirer, 1996, s. 239).
Kant’ın etik ilkelerini koşul olarak içeren böylesi bir tarih anlayışı oluşturulduğunda
insanlık tarihine dair umut korunacak, tür olarak insanın önünde sonunda aklın gösterdiği
hedefe varacağı inancı, bireylerin yaşamına ışık tutacaktır.
“Çünkü, bütün diğer şeylerin ereğini kendisinde toplayan, en üstün bilgeliğin ortaya
çıkmasında başlıca rolü oynayan insanlık tarihi, eğer bütün diğer şeyler karşısında
sürekli bir kusur olarak kalacaksa, o zaman doğanın akıldışı olan alanında yaratılışın
görkemini ve bilgeliğini övmeye, onu derinden düşünmeye ne gerek vardır? Böyle
bir manzara bizi tiksintiyle uzaklaşmaya zorlar; bizi, onun ardında duran,
tamamlanmış bir ereğin hiç bulunamayacağı umutsuzluğuna
düşürüp bu amaca
ancak başka bir dünyada erişeceğimiz umuduna yola açar. Apriori bir kuralı belli bir
ölçüde izleyen bu genel tarih düşüncesini, aslolan, empirik tarzda yazılan tarihin
42
yerine
geçirmek istediğimi söylemek, niyetimi yanlış anlamak olur. Benim
düşüncem sadece, tarihi iyi bilen felsefi bir kafanın değişik bir açıdan neye
girişebileceği ile ilgilidir” (Kant, 1982, s. 129).
Dostları ilə paylaş: