Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə34/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   51

Musnid:

İf’al babından ismi fail olan musnîd, kelime manasıyle isnad eden demektir.


Hadis Usulü ilminde musnid, hadis rivayetine yeni başlamış olan talibe denir. Bu manada ravi tabiri de kullanılır. Ravi olsun, musnid olsun yalnızca hadis rivayetiyle meşgul olan kimse olduğundan rivayet ettiği hadislerin metinleri ve isnadları hakkında bilgi sahibi değildir. Esasen müsnidde naklettiği hadislerin metinleri, isnadları ve senedlerini teşkil eden ravilerin isimleriyle durumları hakkında derin bilgi sahibi olması aranmaz.

Mustahrec:

Kelime olarak çıkarmak manasına istihracdan ism-i mef’uldür. Hadis ıstılahı olarak bir çeşit hadis kitabına denir. Tarifi Şöyle yapılmıştır. Bir musannif, kendinden önce tasnif edilmiş herhangi bir hadis kitabında bulunan hadisleri, şeyhinde veya daha yukarı şeyhlerden biriyle buluştuğu, kitap sahibinin tarîkından ayn kendi isnadı ile rivayet ederek meydana getirdiği hadis kitabına denir. 890Söz gelişi bir hadis alimi Buhâri'nin sahihini ele alarak içindeki bütün hadisleri onun isnadından başka kendi isnadlanyla rivayet eder ve bunları ayn bir kitapta toplarsa bu yeni kitaba mustahrec adı verilir. Mustahrecin çoğulu mustahrecât gelir. Bir kitap üzerine mustahrec tasnif eden musannıfa mustahric denildiği de olur. Mustahrec eserler aşağıda söz konusu edileceği gibi daha çok es-sahîhân üzerine tasnif edilmişlerdir. Ancak, onlara mahsus değildirler.


Mustahric, bazen kendi mustahrecine esas olan önceki alimin kitabındaki hadislerden bir kısmını vermez. Bu takdirde o hadisi razı olduğu isnadı ile rivayet etmemiş demektir. Bazen de bir hadisi musannifin isnadı ile nakleder. O zaman da ikisinin isnadlarmın bir olduğu anlaşılır.
İbn Hacer'in belirttiğine göre mustahrecin şartı, musannifin uluv veya önemli ziyâde gibi bir engel olmadıkça kendisini yakın bir şeyhe ulaştıracak senedi bırakıp daha uzaktaki bir şeyhe ulaşmamasıdır.
Ote yandan mustahreclerde lafız yönünden uygunluk şart değildir; çünkü mustahrec sahipleri hadislerini kendi şeyhlerinden rivayet etmişlerdir. Bunun sonucu olarak hadislerini istihraç ettikleri kitabın hadisleri ile kendi rivayet ettikleri hadisler arasında gerek lafız gerekse mana yönünden azıcık farklılıklar meydana gelebilir. Nitekim el-Beyhakî es-Sunenu'l-Kubra ve Ma'rifetu's-Suneni Vel-Asâr'da, el-Beğavî, Şerhu's-Sunnede öyle yapmışlar ve bir hadis kendi isnadlanyla naklettikten sonra “Revâhu'l-Buhâri ve Müslim (Bu hadisi Buhâri ve Müslim rivayet etti) demişlerdir. Oysa kendi naklettikleri metin ile Buhâri ve Müslim'deki metin arasında lafız ve mana yönünden farklar vardır. Buna göre bir hadisi naklettikten sonra kendi rivayetleri ile sahihan rivayetleri arasında fark olduğu halde, bunu Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir” demelerinden maksat kendi naklettikleri metnin aslının eş-Şeyhân tarafından rivayet edilmiş olduğunu ifade etmektir. Şu halde mustahrec kitaplardan “Buhâri ve Müslim'de böyledir” kaydıyla hadis nakletmek caiz olmaz. Ancak “ahrecâhu bi-lafzihî (Bu hadisi Buhâri ve Müslim kendi kitaplarındaki lafzıyle rivayet etmişlerdir) denilmesi bunun dışındadır. 891
Mustahreclerin hadis rivayet esaslan yönünden çeşitli faydaları vardır. Bunlardan ilki uluvdur. Şöyle ki meselâ es-Sahîhân'dan birinde bulunan bir hadisi kendi isnadıyle rivayet eden mustahric, yukanda nakledilen şarta göre o hadisi musannıftan daha yakın tarîkla nakletmektedir. Bu ise mustahricin isnadının âli olması demektir. Söz gelişi mustahrec musannifi rivayet ettiği hadisi Buhâri tankıyla vermiş olsaydı mustahrecde rivayet ettiği tanka nisbetle nüzul vaki olurdu. Meselâ, Ebu Nu'aym, Buhâri ya da Müslim tarîki ile Abdurrezzak'tan bir hadis rivayet etse ona arada dört ravi ile ulaşabilirdi. Halbuki aynı hadisi et-Taberânî-ed-Deberi tarikından rivayet ettiği takdirde Abdurrezzak'a iki ravi vasıtasıyla ulaşır. Aynı şekilde Müslim tarîkından et-Tayâlisî'nin Müsnedinden bir hadis rivayet etse ona ancak dört ravi ile ulaşabilir ki ikisi kendisi ile Müslim arasındadır. İkisi de Müslim ile şeyhidir. Oysa aynı hadisi İbn Fâris-Yunus b. Hubeyb tarîkıyla ondan rivayet etse ona iki ravi ile ulaşmış olur. 892
Mustahreclerin ikinci faydası bazı hadislerde sahih ziyade görülmesidir. Bu ziyadeler de sahilidir; çünkü es-Sahihân isnadi ile rivayet edilmişlerdir. Bununla birlikte İbn Haceri'l-Askâlani'ye göre bu, mustahricin isnadı ile asıl musannif isnadının birleştiği ravi ve ondan sonrası için geçerlidir. Mustahric ile o ravi arasında bulunan kimseler ise tenkide tabidir; zira mustahricin maksadı daha çok uluvdur. Uluv elde ettiği takdirde maksadı hasıl olmuş demektir. Bu sebeple çok kere isnadda sıhhati dikkate almaz. Bununla birlikte şayet mustahric isnadı ile asıl musannifin isnadının birleştiği raviden öncekilerle de isnad sahih olursa veya mustahric rivayetinde makbul bir ziyade varsa sıhhat hasıl olur; aksi halde mustahricin gayesi zaten sıhhat değildir.
Mustahreclerin bir başka faydası, hadislerin manalarında çatışma söz konusu olduğu takdirde rivayet tarîklarının çoğalmasıyle kuvvet kazanmasıdır. Bu da şöyle olur. Mustahric, sahih sahabînin hadisi rivayet ettiği şeyhi ile birlikte isnada bir veya birkaç ravi katar. Bazan Ebu Avâne'nin yaptığı gibi hadisi istihraç ettikten sonra onu sahabiye kadar ulaşan başka tanklarını sevkeder. Böylece o hadisin değişik tarikları zikredilmiş olur. Hadis de rivayet tariklarının çoğalması ile kuvvet kazanır. Bir hadisin tariklarının çoğalması ise ihtilâfu'l-hadîs konusunda önemli bir tercih sebebidir.
Mustahrecin bir diğer faydası da sahih musannifinin önce mi sonra mı olduğunu açıklamadan ihtilata maruız kalan bir raviden rivayet etmesi halinde görülür. Mustahric ya açıkça veya ihtilata uğramış raviden ihtilattan önce rivayette bulunan biri tankından rivayet et mek suretiyle açıklama yapmış olur.
Sahihte müdellis olan bir raviden an'ane ile rivayet edilen bir hadisin mustahric tarafından semaa delalet eden lafızlarla rivayet edilmeside mustahrecin faydalarındandır. Mustehrecâtın bunlardan başka şu faydalan da vardır. Asıl eser sahibinin “haddesenâ fulan “veya” haddesenâ racul” yahut haddesenâ fulan ve gayruhu, haddesenâ gayru vahid” gibi ibham lafızlarıyla mubhem raviden rivayet etmesi halinde mustahric mübhemin kim olduğunu tayin ederek hadisi mübhemlikten kurtarır. Yine önceki musannifin kim olduğunu açıklayacak bir ifade kullanmadan meselâ Muhammed isimli bir şeyhten rivayeti halinde sonraki mustahric onun kim olduğunu açıklar. Nihayet sahîhandan birinde bir yönden illetli olarak gelen bir hadis mustahrecte illetten salim olarak rivayet edilmiş olur.893
Yukarıda bir nebze bahsedildiği gibi mustahrec eserler daha çok es-Sahihandan biri üzerine tasnif edilmiştir. Buhari üzerine tertib edilen mustahreclerin en meşhurları, Ebu Bekr Ahmed b. İbrahim el-İsmâili el-Curcânî, Ebu Ahmed Muhammed b. Ahmed İbni'l-Huseyn el-Gitrifi, İbn Ebi Zuhl ismiyle meşhur Muhammed İbnu'l Abbas el-Herevî, Ebu-bekr Ahmed b. Musa (İbn Merdeveyh)'in mustahrecleridir.
Müslim üzerine te'lif edilen belli başlı mustahrecler ise şu muhaddislere aittir:
1. Ebubekr Muhammed b. Muhammed el-İsferâ'inî
2. Ebu'1-Fadl Ahmed b. Seleme el-Bezzâr.
3. Ebu Ca'fer Ahmed b. Hemdân el-Hîri.
4. Ebu Avâne Ya'kub b. İshak b. İbrahim el-İsferâini
5. Ebu İmrân Musa İbnu-'l-Abbas el-Cuveynî
6. Ebu Muhammed el-Kâsım b. Esbâğ el-Kurtubî.
7. Ebu Muhammed Ahmed b. Muhammed el-Belâzuri
8. Ebu'l-Velid Hassan b. Muhammed el-Kazvînî
9. Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Yusuf et-Tûsî.
10. Ebu Said Ahmed b. Ebibekr el-Hîri
11. Ebu Hamid Ahmed b. Muhammed el-Herevî
12. Ebubekr Muhammed b. Abdillah el-Cevzakî
Buhâri ve Müslim'in ikisi üzerine ayrı ayrı yapılan mustahrecler ise,
1. Ebu Abdillah Muhammed b. Ya'kub (İbnu'l-Ahrem).
2. Ebu Ali el-Hasen b. Muhammed el-Mâsercisî
3. Ebu Bekr Ahmed b. Hamdan eş-Şirâzî
4. Ebubekr Ahmed b. Muhammed el-Burkanî
5. Ebubekr Ahmed b. Ali (İbn Menceveyh) il'İsbehânî
6. Ebu Nu'aym Ahmed b. Abdillah el-İsbehanî
7. Abd b. Ahmed b. Muhammed (Ebu Zerri'l-Herevî)
8. Ebu Muhammed el-Hasen b. Muhammed (el-Hallâl)
9. Ebu Mes'ud Süleyman b. İbrahim el-Melîhî 894
Bunlardan başka Ebu Abdillah Muhammed b. Abdilmelik el-Kurtubî; Ebu Muhammed Kâsıin b. Esbağ el-Kurtubî ve Ebubekr Ahmed b. Ali (İbn Menceveyh) el-İsbehânî'nin Sünen Ebî Dâvud; Ebu Ali el-Hasen b. Ali et-Tûsî ile İbn Menceveyh'in Sünen Tirmizî üzerine mustahrecleri vardır. Ayrıca Ebu Nu'aym, İbn Huzeyme'nin Kitabu't-Tevhidî üzerine bir mustahrec telif etmiştir. Ebu'1-Fadl el-Irâkî ise el-Hâkimu'n-Nîsâbûri'nin el-Mustedreki üzerine bir mustahrec yazmaya başlamışsa da tamamlayamadan vefat etmiştir. 895

Mustahrecât:

Bk. Mustahrec.



Mustahric:

İstif’al babında istirhacdan ism-i fail olup çıkaran, istihraç eden manasınadır. Hadis Usulünde mustahrec denilen kitapları tasnif eden muhaddis için kullanılan tabirlerdendir.


İstihraç ve mustahrec maddelerinde ayn ayn ele alındığı gibi bir muhaddisin kendisinden önce tasnif edilmiş herhangi bir hadis kitabındaki hadisleri teker teker ele alarak o kitap musannıfmun tarîkından ayrı bir tariktan kendi isnadı ile rivayetine istihraç, bu yolla rivayet edilen hadisleri bir araya toplayan kitaplara mustahrec denilmektedir. Bu duruma göre mustahric böyle rivayette bulunan veya muüstahrec kitabı tasnif ve tertib eden muhaddistir.

Mustalahu'l-Hadîs:

Bk. Hadis Usulü.



Mustedrek:

Sözlükte bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla idrak etmek, hata olan görüşünü düzeltmek manasına gelen istidrakten ism-i meful olan müstedrek bir çeşit hadis kitabına denir. Umumiyetle sıhhat şartlarına uygun oldukları halde ibr muhaddisin kitabına almadığı hadisleri bir araya getiren eserlerdir.


Müstedreklerden en önemlisi Buhâri ve Müslim'in sahihlik şartlanna uyduklan halde sahihlerine almadıkları hadisleri ihtiva eden el-Mustedrek ale's-Sahîhayn kitabıdır. el-Hâkimu'n-Nisâbûrî'nin eseridir.

Mustefîz:

Taşmak, kabarmak manasına “fada” kök fiilinin istif al babından ism-i faili olan müstefiz, daha çok Fıkıh alimleri tarafından meşhur karşılığı olarak kullanılan bir terimdir. Meşhurun muhaddisler arasında en fazla rastlanan tarifi “ikiden fazla tariki olan fakat mütevatır derecesine ulaşmayan hadis” şeklinde olduğuna göre (Bk. Meşhur), bu vasfı taşıyan hadis fakihlere göre mustefizdir. Fakihlerin meşhura müstefiz deyişleri, kelimenin bir kapdan dökülen suyun etrafa yayılması manasından hareketle hadisin tarîklannın gittikçe çoğalmasını ifade etmek için olmalıdır.


Bununla beraber meşhur ile mustefizin ayn olduğu görüşünde olan alimler de vardır. Bunlardan kimine göre meşhur, ilk asırda aslı olup ümmet tarafından kabul edilen sonradan şayi olan hadis, mustefiz ise tevatür derecesine varmaksızın en az üç sahâbî tarafindan naklolunan hadistir. Bu mânâda meşhur ile mustefiz arasında bir yönden umum-husus münasebeti vardır. Her mustefiz meşhur ise de her meşhur mustefiz değildir.
Kimi alimlere göre de mustefiz, isnadının başında ve sonunda sayılan aynı olan raviler tarafından rivayet edilmiş olan hadistir. 896Meselâ üç sahabî tarafından rivayet edilmiş bir hadis, zamanla yine bu sayıda ravi tarafından rivayet edilirse mustefiz olur. Ancak baştan bir kaç sahâbî tarafından rivayet edildikten sonra zamanla rivayet tariklan çoğalan hadis ise meşhurdur. Bu tarife göre ise meşhur, mustefizden daha umumidir.

Mustemlî:

İstif’al babından ismi fail olan müstemli, aslında şeyhten kendisine hadis yazdırmasını isteyen talibe denir. Hadis rivayetine yeni başlamış olan biri tanınmış bir hadis şeyhinin ilim meclisine katılarak ondan hadis yazmaya başlarsa mustemlî sayılır.


Cami ve mescit gibi ibadethanelerde, açık havada veya uygun yerlerde meclisler akdedip bu meclislerde hazır olanlara imla suretiyle hadis rivayet etmek, İslâm tarihinin ilk devirlerinden itibaren görülegelen ilmi faaliyetler arasındadır. Hadis meclislerinde toplanan talebeye hadisleri yazdırarak rivayette bulunmak her devirde büyük ilim merkezlerinden nisbeten küçük yerlere kadar her yerde uygulanmış ve bu usul hadis rivayet metodlarından biri sayılmıştır. Bu meclislere katılıp şeyhin hadislerini yazmak isteyenler talip adıyla bilindiği gibi mustemlî diye de anılır.
Bununla birlikte mustemlî, daha çok hadis meclislerinde yüksekçe bir yere oturarak hadislerini yazdıran şeyhin sesini uzak yerlerde oturanlara duyurmak için tekrar edene denir.
İmlâ maddesinde söz konusu edildiği gibi, hadis meclislerinde bazen binlerce talib toplanırdı. Haliyle şeyhten uzak yerlerde oturanların onun sesini uzaktan işitmeleri imkansızdı. Bu durumda meclisin büyüklüğüne göre belli yerlerde gür sesli bir veya bir kaç kişi bulunur, şeyhin okuduğu yahutta kendisine okunan hadislerin lafızlarını tekrar ederek uzakta bulunanların duymalarını sağlardı. Kısacası günümüzde hoparlörün yaptığı İşi hadis meclisinde kişiler yapar, bunlara müstemli denirdi.
Mustemlî'nin şeyhin okunan hadis lafızlarını uzaktakilere duyurmak maksadıyla tekrar etmesine tebliğ denir.
Müstemlîlik vazifesinin hadis meclislerinin kalabalık oluşu ve şeyhden uzak düşenlerin sözlerini işitmemeleri üzerine ihdas edildiğine şüphe yoktur. Veda haccında Hz. Peygamber (s.a.s)'in Arafatta söylediği hutbenin Hz. Ali tarafından tekrar edilişi benzer tatbikatın Hz. Peygamber (s.a.s) zamanına kadar gittiğini gösterir. Kalabalık meclislerde şeyhin sesinin uzaktakiler tarafından işitilmemesi üzerine hadisleri yazanların duymadıkları yerleri yanındakilere sormaları yüzünden gürültü çıkmasının da mustemlî kullanmakta tesirli olduğu söylenebilir. Rivayete göre Sufyân b. Uyeyne hadis meclisinde Ebu Müslim el-Mustemlî
“Meclis çok kalabalık uzaktakiler işitmiyorlar” deyince
“Sen işitiyorsun değil mi?” diye sormuş o da
“Evet işitiyorum” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Sufyan
“Onlara sen duyur” demiştir. el-A’meş de şöyle demiştir:
“İbrahim en-Neha'î'nin hadis meclislerine devam ederdik. Bazen halka genişlerdi de uzakta olanlar söylediklerini duymazlar, birbirlerine sorarlardı. Sonra da ondan işitmeyip başkasından duydukları sözleri ona nisbet ederek rivayet ederlerdi.” 897
Her iki rivayet hadis meclislerinde kalabalık yüzünden şeyhe uzak düşenlerin onun rivayet ettiği hadislerin lafızlarını işitmemeleri halinde bir tedbir olarak birisinin tekrarladığını açıkça göstermektedir. İbrahim en-Nehaî birinci hicrî asır âlimlerinden olduğuna göre hadis meclislerinde mustemlî kullanmanın erken devirlerde başladığı söylenebilir. Ne var ki kesin tarih sınırı içinde başlangıcını kestirmek imkânsızdır.
Hadis meclislerine gösterilen rağbet şeyhin ilmî mevkii ile şöhretine bağlıdır. Her devirde isim yapmış hadis alimlerinin meclisleri diğerlerine nisbetle fazla kalabalık olmuştur. Bu durum ise meclisin büyüklüğüne göre birkaç mustemlînin birden görev yapmasını zorunlu kılmıştır. Rivayete göre Basra'lı meşhur muhaddis Ebu Müslim İbrahim b. Abdillah el-Kecci (el-Keşşî)'nin meclisinde aynı anda yedi mustemlî vazife yapmıştır.898
el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin kaydettiğine göre mustemlî'nin mecliste yüksekçe bir y

re veya kürsü üzerine oturması uygun olur. Böyle yüksek bir yer ya da oturacağı kürsü bulamayan ayakta durur. Tebliğ esnasında şeyhin lafızlarım aynen tekrar etmesi iyi olur. Özellikle raviler dirayetli ve rivayet esaslarını iyi bilen kimselerse bu lüzumlu hale gelir. Mustemlînin şeyhin sözlerini aynen tekrar etmemesi halinde isnadların hadis lafızlarına karışması ve yanlış yazılması tehlikesi vardır. Şu olay bunu gösterir: “Hârûnu'd-Dîk el-Basri, Dâvud b. Raşid'in müstemlîsi idi. Davud, Haddesenâ Hammâd b. Hâlid dese bunu kitabına “haddesenâ Hammâd b. Zeyd” diye yazar; istimla anında Hammâd b. Seleme diye okurdu. Sonra evine gider yazdıklarını okumak ister, doğru dürüst okuyamayınca da kalkar karısını döğerdi. Kadın da gelip Davud'a şikayet ederdi. 899


Mustemlînin vazifesi sadece şeyhin okunan hadislerinin sözlerini tekrar ederek mecliste bulunanlara duyurmak değildir. Yine el-Hatîb'in kaydettiğine göre bir hadis âliminin meclisinde mustemî olarak bulunan kimsenin görevleri arasında şu işleri yapmak da vardır:
İmlâya başlamadan Kur'ân okumak; Kur'ân okunduktan sonra cemaatı susturmak; besmele çekmek; hamdele edip Hz. Peygamber (s.a.v.)'e salât ve selam okumak; daha sonra muhaddise dönüp dua ederken o gün okunacak hadisleri kimlerden rivayet ettiğini sormak,900 Bundan başka Hz. Peygamber (s.a.s)'in ismi her geçtiğinde (Sallallahu aleyhi ve sellem), sahabî ismi geçtiğinde (radiyallahu anh) demek de mustemlînin görevleri arasındadır.
Şeyhin sesini işitmeden mustemlîden duyulan hadisleri şeyhe nisbet ederek rivayet etmenin cevazı konusunda basit de olsa görüş ayrılığı vardır. İbnu's-Salâh’ın işaret ettiğine göre pek çok muhaddis mustemlînin söylediği sözleri mumlî denilen şeyhten rivayet etmeyi caiz görmüşlerdir. Ne var ki müstemlinin tekrar ettiği sözleri işitmeyip yanındakine sorup öğrendikten sonra şeyhe nisbet ederek rivayetin, hadis rivayetinde tesahül olduğunu söyleyerek bu cevaza katılmayanlar vardır. Sufyân b. Uyeyne caiz olduğu; Buhârî şeyhi Ebu Nuaym el-Fadl b. Dukeyn caiz olmadığı görüşünde olanlardandır. Sufyan b. Uyeyne'nin yukarıda nakledilen haberi onun hadis meclisi büyük olduğu takdirde şeyhin sözleri müstemliden işitip ona isnad ederek rivayeti caiz gördüğüne delil addedilmiştir. Rivayete göre el-Fadl b. Dukeyn pratikte el-A’meş, Sufyân gibi muhaddislerden dinlediği hadislerden bir harf, bir isim bile olsa, kulağıyla işitmeyip arkadaşlarından sorarak öğrendiği tek tük kelimeleri şeyhinden değil arkadaşlarından rivayet eder, başka türlü hareketi caiz görmezdi. 901Aynı konuda Halef b. Temim şöyle demiştir: “Sufyan es-Sevrî'den onbin kadar hadis işittim. Rivayet esnasında bazen bazı hadislerin lafızlarını iyice anlamak ister, yanımda oturandan sorardım. Bir gün de Zaide b. Kudâme'ye sordum. Bana “kalbinin hıfzettikleri ile kulağının duyduklarından başkasını sakın rivayet etme” dedi. Ben de hepsini kaldırıp attım.” 902
el-Irâkî ise şeyhin hadislerini mustemlînin sözlerinden rivayet etmenin ötedenberi uygulanageldiğini kaydettik den sonra mustemlînin, şeyhe hadislerini okuyup arzeden kimse hükmünde olduğuna işaret ederek şöyle der: “Ancak bu durumda hadîslerini imlâ ettiren şeyhin, hadislerini okuyan kârinin sesini işitmesi şart olduğu gibi mustemlînin sesini duyması da şarttır. Bu konuda ihtiyata uygun olan, İbn Huzeyme ve diğer bazı alimlerin yaptıklarını yaparak nakledilen hadisin veya kimi lafızlarının müstemlîden işitilmiş olduğunu edâ sırasında “ahberanâ fulânun bi-teblîği fulânin” diyerek açıklanmasıdır.” 903
Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisde Câbir b. Semure şöyle demiştir:
“...Hz. Peygamber (s.a.s)'i “On iki emir gelir...” derken duydum. Allah Resulü bir şey daha söyledi ama ben onu işitemedim. Hz. Peygamberin burada ne dediğini babam haber verdi ve “hepsi de Kuteyş’tendir” buyurduğunu söyledi” 904Burada da Câbir b. Semure kendisi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'in mübarek ağızlarından duydukları sözlerle babası vasıtasıyla işitmiş olduklarının arasını ayırmıştır.
Hadis meclislerinde imlâ sistemi ile hadis rivayetinin gördüğü ilgi nisbetinde müstemlîlik de önem kazanmış ve zamanla bir meslek haline gelmiştir. Rical kitaplarında el-mustemlî nisbesi ile görülen pek çok kişi aynı zamanda bu işi görenlerdir.905 Bunlar yaptıkları işe karşılık ya belirli bir ücret alırlar; ya da şeyhin imlâ ettiği hadislerin yazılı bir nüshasına sahip olurlardı. Bu ikincisi, hadisle meşgul olan müstemlîler için paha biçilmez bir kazanç sayılırdı. 906

Muşebbeh:

Benzetmek anlamında teşbihden ismi mef’ul olan müşebbeh bazı muhaddisler tarafından hasen ve hasene yakın hadisler için kullanılmıştır. Öyle görünüyor ki hasenin sahihe benzemesi ve hüküm yönünden ona denk oluşu bu terimin kullanılmasında esas olmuştur.


es-Suyûtî'ye göre sahihe nisbetle ceyyid ne ise hasene nisbetle müşebbeh de odur. 907

Muşeddid:

Şiddet taraftan manasını veren bir tabir olup cerhte şiddet göstererek ufak bir kusurdan dolayı raviyi cerheden alime denildiği gibi, rivayette işi sıkı tutan ve kolayına kaçmayan şeyhe de denilmiştir.


Aynı manada ve yerde muteşeddid tabiri de kullanılmıştır.

Muşkilu'l-Hadis:

Bk. Muhtelefu'l-Hadîs.



Muştebih:

Kelime olarak şüphelenen manasına geldiği gibi şüpheli, hakkında şüpheye düşülen şey manasına da gelir. Terim olarak genelde yazılışları birbirine benzediği halde tashif sonucu birbirinden farklı oluşan kelimelere denilmiştir. İsimleri bir olduğu halde babalarının isim veya nisbeleri yazılış bakımından aynı, fakat okunuşu farklı olan isimleri konu olarak alan ilme de denilmiştir.


ez-Zehebi'nin el-Muştebih bi'r-Ricâl, Esmâ'ihim ve Ensâbihim isimli eseri ile İbn Haceri’l-Askalânî'nin Tebsîru'l-Muntebih bi-Tahrîri'1-Mutebihi konunun iki mühim kaynağıdır.
Bunun yanısıra bir de Muhammed b. Abdillah ve Abdullah b. Muhammed misâli yazılışları ve okunuşları aynı olmakla birlikte birinin baba ismi diğerinin oğul; birinde oğul ismi diğerinde baba olan muştebih isimler de vardır. Bunlara Muştebih Maklûb adı verilmiştir. (Bk. Mu'telif ve Muhtelif).

Muştebih Maklûb:

Bk. Muştebih.



Mutâba:

Kısaca Mutabiî olan hadîs demektir. İ'tibar ve mutabaat maddelerinde izah etmeye çalıştığımız gibi ferd sanılan bir hadîsin başka tarik ya da tarîklardan rivayet edilip edilmediği hadîs kitaplarından araştırılır. Bu araştırma sonucu rivayetinde tek kalan ravinin şeyhinden veya şeyhin şeyhinden bir başkası tarafından rivayet edildiği açığa çıkarsa ferd zannedilen hadîs artık ferd olmaktan kurtulur. İşte önceden tek rivayet tarîkinin bulunduğu sanılarak ferd kabul edilen bir hadîs, araştırma sonunda başka ravi tarafından rivayet edildiğinin anlaşılmasiyle fertlikten çıkıp tabiî ya da diğer tabiriyle mutâbii olan bir hadîs durumuna gelir ki artık fert değil mutâba veya mutâba'un aleyh adını alır.


Bu iki terim ferd zannedilen hadîsin, mutâbii olan diğer hadîs kimden rivayet edilmişse onun için de kullanılır. Konuya açıklık getirmesi bakımından mutabaat maddesinde de zikredilen şu misal üzerinde duralım.
İmam Şâfi'î Kitâbu'1-Um isimli eserinde Mâlik-Abdullah b. Dînâr-İbn Ömer isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder.
“Ramazan ayı yirmi dokuz (veya otuz) gündür. O halde hilali görmeden önce oruca başlamayın. Hilali görmedikçe iftar (edip bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kaplıysa oruç sayısını otuza tamamlayın,”
İmam Mâlik'ten İmam Şâfi'î'den başka rivayet eden olmadığı zannedilerek fert sayılan bu hadîs itibar sonucu, İmam Şafiî'nin şeyhi İmam-Mâlikten el-Ka'nebî'nin rivayet ettiğinin anlaşılmasiyle ferd olmaktan çıkmıştır. Artık onu ferd olmaktan çıkaran bir başka rivayet olduğundan mutaba veya mutâba'un aleyh durumuna gelmiştir. Aynı zamanda, İmam Şafii'nin ferd zannedilen hadîsini el-Ka'nebî'nin rivayette bulunduğu kişi olan İmam Malik de mutâba veya mutâba'un aleyh sayılabilir.

Mutâba' Aleyh:

Bk. Mutaba.



Mutâba'a Kasıra:

Bk. Mutâbaat-ı Kasıra.



Mutaba'a Nâkısa:

Bk. Mutabaat-ı Kasıra.



Mutâba'at:

Tabi olmak, ardından gitmek, izlemek manası veren tebi'a kök fiilinin mufâ'ale babından masdandır. Terim olarak hadîs usulünde ifade ettiği mana şöyle açıklanabilir. Ra-visi rivayette infirad ettiğinden ferd olduğu sanılan bir hadis, başka tarik veya tarîklardan rivayet edilip edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadîs kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadîsin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhinden rivayet edildiği anlaşılırsa mutâba'at hasıl olmuştur. Bu manaya göre mutabaat, şeyhinden rivayetinde tek kalmış sanılan bir raviye bir başka ravinin tabi olarak ya o şeyhten veyahut o şeyhin şeyhinden aynı hadîsi rivayet etmesi demek olur. 908Meselâ Hammad b. Seleme, Eyyubu's-Sahtiyânî- İbn Şîrîn, Ebu Hureyre isnadı ile bir hadîs rivayet etmiş olsun. Bu hadîs mütabiî olmayan bir hadîs olarak bilinsin, yani Hanımad b. Seleme'nin Eyyub'dan rivayette tek kaldığı zannedilsin. Zamanla bu hadîsin gerçekten ferd olup olmadığı anlaşılmak üzere itibar denilen araştırma yapılır ve Hammad'dan başka bir ravinin Eyyub'dan veya onun şeyhi İbn Sîrîn'den yahutta İbn Sîrîn'in şeyhi Ebu Hureyre'den rivayet ettiği ortaya çıkarsa Hammad'a mutabâ'at hasıl olmuş bir başka deyişle Eyyub'dan rivayete o ravi de katılmış olur. Eğer mutâba'at rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinden rivayette hasıl olursa buna mutâbaat-ı tâmme, şayet şeyhin şeyhinden veya isnadın daha yukarısındaki şeyhlerden birinden rivayetle husule gelirse buna da mutabaat'ı kasıra veya mutâba'at-ı nakısa denir.


“... Ramazan yirmi dokuz gündür. (Ramazan) hilâli(ni) görmedikçe oruca başlamayın. Yine (Şevval) Hilâl(in)i görmedikçe orucu bırak(ıp bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kapalı olursa oruç sayısını otuza tamamlayın.” 909
Bazıları bu hadîsi aynı lafız ve isnadla İmam Mâlik'den Şafii'den başka rivayet eden olmadığını zannederek Şâfî'i'nin rivayetini ferd sanmışlardır. Ne var ki sonradan aynı hadîsi İmam Mâlik'ten Şafi'î'den başka Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebi'nin de rivayet ettiği görülmüş ve rivayette infirad ettiği sanılan İmam-Şafifye mutabâ'at hasıl olmuştur.910
Aynı hadîsin Müslim sahihinde Ubeydullah b. Ömer-Nâfi- İbn Ömer isnadiyle; 911İbn Huzeyme'nin Sahihinde ise Asım b. Muhammed Babası Muhammed b. Zeyd, Dedesi Abdullah b. Ömer isnadiyle benzer rivayetleri de varid olmuştur. Fakat bunlar İbn Ömer'den rivayet edildiklerinden mutâbaat-ı kasıra teşkil ederler.
Ferd olduğu sanılan hadîse mutabaatı olan ravinin hadîsi bir başka sahâbîden veya aynı lafızlarla değil de manasiyle rivayet edilmişse o hadîse şahid de denir.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə