Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə36/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   51

Muvâfakat:

Sözlükte bir nesneyi bir nesneye uydurmak ve bir kimseye rastgelmek demektir. Hadis terimi olarak uluvvu nisbînin kısımlarından biridir. Bir hadîs kitabındaki hadîslerden birini, kitaptaki isnaddan başka bir isnadla müellifin şeyhi ile buluşmak üzere daha az sayıdaki raviden oluşan isnadla rivayet etmeye denir. Böyle bir rivayette müellifin şeyhine âlî isnadla ulaşmakla uluvv hasıl olur. Müellife de muvafakat edilmiş demektir. Bir diğer ifadeyle bir kitapta bulunan bir hadîsi bir başka muhaddis, müellifinin şeyhinden rivayet etmekle ona muvafakat etmiş sayılır.


Meselâ Buharî'nin en âlî isnadı olan sülâsî, isnadıyla rivayet “Ya Enes (b. Nadr), Kısas Allah'ın farz kıldığı bir hükümdür” 925hadîsini bir ravi Buhârî'ye varan tariktan başka bir tarikla Cuz'u'l-Ensâr kitabının tankından rivayet etmiş olsa Buhari ile muvafakat hasıl olur. 926
Burada işaret etmek yerinde olur ki uluvv-u nisbinin kısımlanndan sadece muvafakat ile ibdalde uluvv yani daha az sayıda ravi ile rivayet kaydı vardır. Bu İbnu's-Salah, ona tabi olarak en-Nevevîi, el-Irakî ve es-Suyûti’nin tarifleridir. Nitekim İbnu's-Salâh, “İsnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya ibdâl denmez. Gerçi isnad âli olmazsa da yine muvafakat ve ibdal bulunur. Fakat o takdirde de bunlara iltifat edilmeyeceğinden o isimler verilmez” der. 927Bununla birlikte ez-Zehebî ile diğer bazı usûl alimleri isnadda uluvv olmaksızın muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlar ve isnad âli olduğu takdirde muvafakat -i âliye veya bedel-i âlî demişlerdir. Hatta ez-Zehebî'nin yerine göre “vâfaknâhu bi-nuzûlin” (Bu kitaba nüzul ile muvafakat etmiş olduk) tabirini kullanmıştır. Demek oluyor ki diğer alimler muvafakati isnadın âli olmasıyle sınırlandırdıkları halde o nüzul ile sınırlandırmıştır. 928

Muvâfakati Mukayyede:

Bk. İbdâl.



El-Muvatta’:

Kelime olarak tef’il babında “tavti'e” den ismi mef’ul olup düzenlenmiş, kolaylaştınlmış manasryle Medine hadis ekolünün büyük alimi İmam-Mâlik b. Enes el-Esbahî'nin meşhur hadîs kitabının adıdır.


Hadis tarihinde ilk derli toplu hadîs kitabı sayılan el-Muvatta, Abbasî halifesi Ebu Ca'feri'l Mansûr'un isteği üzerine tertiplenmiştir. Rivayete göre Halife, İmam-Malik'ten elinde bulunan sahih hadîsleri, müslümanların faydalanmaları için bir kitapta toplamasını istemiştir. Halife'nin bu isteğini yerine getiren İmam-Malik, eserini Medine'li 70 kadar fakihe göstermiş, onların kabul etmelerini üzerine ona beğenilen ve kullanışı kolay anlamına gelen el-Muvatta adını vermiştir. Daha önceki musannıflar kitaplarına câmî, musannef gibi isimler verdikleri halde o kitabına ilk defa böyle bir isim koymuştur. 929
el-Muvatta, bütünüyle Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait merfû hadîslerle sahabe sözlerinden (Mevkuf) ve tabiîn fetvalarından (maktu) oluşur. Merfû hadîsler büyük çoğunluk teşkil ederler. Ebu Bekr el-Ebhûrî'ye göre el-Muvatta'da 600 müsned, 222 mürsel, 613 mevkuf, 285 maktu olmak üzere 1720 hadîs mevcuttur. İbn Hazm'a göre beşyüz kusur müsned, üçyüz kusur mürsel hadîs vardır. 70 kusur hadîs de bizzat Malik'in amel etmediği zayıf hadîslerdir. Bu sayıların değişmesi nüshaları itibariyledir. 930
el-Muvatta'ın özelliklerinin en başta geleni, yukarıda da değinildiği gibi içinde Hz. Peygamber'in hadîsleri yanında sahabe ve tabiûna ait söz ve fetvaların da yer almış olmasıdır. Nakledildiğine göre hadîslerini on bin hadîsden seçmiştir. Her yıl gözden geçirmiş ve bir kaç hadîsi çıkarmıştır. Bu itibarla hadîslerinin hepsi seçme hadîs kabul edilmiştir. Ravilerinden Umer b. Abdilvahid el-Muvatta, Malik'e 40 günde arzettiğinde o, “kırk yılda telif ettiğim kitabı benden 40 günde aldınız. Onu ne kadar da az anlıyorsunuz!” demiştir.
el-Muvatta'ın bir ikinci özelliği mürsel rivayetlere yer vermesidir. es-Suyûtî'ye göre el-Muvatta'da yeralan bütün mürsel hadîslerin mutlaka birer veya daha fazla âdıdı vardır. Diğer taraftan İbn Abdilberri'1-Kurtubî, mürsellerinin olduğu gibi belağanî diyerek naklettiği belagatın; ani's-Sika lafzıyla ibham ettiği hadîsler de dahil olmak üzere isnadsız olarak sevkettiği 61 hadîsin dördü hariç mevsûl rivayetler olduğunu gösteren bir de kitap yazmıştır. İbnu's-Salâh da bu dört hadîsi savunan müstakil bir kitap telif etmiştir.
İmam Malik el-Muvatta'ını hadîs alimleri arasında yaygın olan ale'l-Ebvâb usulüne göre tertip etmiş; verdiği hadîsleri fıkıh konularına göre bir araya getirmiştir. Bunları önce Hz. Peygamber'e ait merfu rivayeti vermek, daha sonra sahâbî kavlini, en sonra da bazı tabiûn fetvalarını nakletmek suretiyle sıralamıştır. Naklettiği hadîs ve haberlerin hepsinin kaynağı Medîne'lilerdir. Aslında o, Medine'yi sünnetin kaynağı olarak görür, el-Muvatta'a aldığı hadîslerin Medîne'li ra-vilerin hadîsleri oluşu onun bu görüşünden kaynaklanmış olmalıdır.
İmam Malik, muhaddisler arasında, metni ve isnad tenkidi yönünden, şiddet, dikkat ve titizliğiyle tanınmış bir alimdir. Onun bu vasfı gözönünde tutulursa el-Muvatta'ın sıhhat derecesi kolayca anlaşılır. Gerçekte hadîs ve fıkıh alimleri el-Muvatta'ın sahih olduğunu söylemişlerdir. Söz gelişi İmam Şafiî “yeryüzünde Kur'ân-ı Kerim'den sonra Malik'in kitabından daha sahih bir kitap yoktur” demiştir. İbnu's-Salâh'a göre bu söz, Buharı ve Müslim'in kitaplarının tasnifinden önce söylenmiştir. 931
el-Irâkî'ye göre İmam Malik, kitabını sadece sahih hadîslere ayırmamış, aksine mürsel, munkatı ve belagat gibi senedi muttasıl olmayan rivayetleri de almıştır. Hatta İbn Abdilberr'in söylediğine bakılırsa belagatı içinde bilinmeyen rivayetler de vardır. 932Ne var ki Alauddin Moğoltay el-Irâkî'ye itiraz ederek bu görüşün doğru olmadığını, munkatı sayılabilecek hadîslerin Buharî sahihinde de bulunduğunu iddia etmiştir.933
İbn Hacer de el-Irâkî'nin görüşüne yakın bir görüş ileri sürmüş ve el-Muvatta'ın, Mürsel, Munkatı gibi hadîsleri hüccet olarak kullanmak konusunda Malik'in görüşünü kabul edenlere göre sahih olacağını söylemiştir. 934Onun nazarında Moğoltay'ın itirazı yersizdir; zira İmam Malik'in eserindeki munkatılarla Buhâri'nin kitabındaki munkatı'lar arasında fark vardır. Malik'in mun-katı'lan kendi işittikleridir ve onun nazarında hüccettir. Oysa Buhâri'nin munkatı sayılabilecek rivayetleri, kitabının başka bir yerinde mevsûl olarak zikredilmişlerse, isnadları kasden hazfedilmiş olanlardır. Onun şartına uymayanlar ise ya, şâhid olarak, ya bazı ayetlerin tefsirinde, yahutta başka maksatlarla zikredilmişlerdir. Bu bakımdan el-Muvatta'daki munkatı'1arın aksine Buhâri'nin munkatıları Sahih-i Buharı' yi mücerred sahih hadîsleri toplayan bir kitap olmaktan çıkarmaz. 935
es-Suyûtî'ye gelince ona göre ed el-Muvatta'daki mursellerin, yukarıda da söz konusu edildiği gibi hepsinin başka tanklardan rivayet edilen âdıdları vardır. Bu bakımdan hüccettir. 936
el-Muvatta'ın birbirinden az da olsa farklı otuz kadar nüshası vardır. İçlerinden ondördü muhafaza edilebilmiştir. Bunlar içinde en çok yaygın olanları şunlardır.
1. Yahya b. Yahya el-Leysî nüshası: Elde bulunan el-Muvatta nüshaları bu nüshadan neşredilenlerdir.
2. Ebu Mus'ab Ahmed b. Bekr nüshası: İmam Malik'e arzedilen son el-muvatta olan bu nüshanın diğerlerine nisbetle 100 kadar farklı hadîsi vardır.
3. Muhammed İbnu'l-Hasen eş-Şeybanî nüshası: Bu nüsha Yahya b. Yahya el-Leysî nüshasından oldukça farklıdır. Bunun sebebi Mâlik tarikından gelmeyen hayli rivayetlere yer vermesidir. Hindistan'da İran'da ve Mısır'da basılan eş-Şeybanî nüshası daha çok Irak havalisinde meşhur olmuştur.
Bilhassa Mağrib ve Endülüs taraflarında daha çok yayılmış bulunan el-Muvatta'ın pek çok şerhleri vardır. En mühim birkaçını zikretmek faydadan hali değildir.
1. et-Temhid li-mâ fı'1-Muvatta' mine'l-Me'âni ve'l-Esânid: İbn Abdilberri'l-Kurtubî,
2. Keşfu'l-Muğattâ fi Şerhi'l-Muvatta: es-Suyûtî.
3. Tenviru'l-Havâlik Şerhu Muvatta'i Mâlik es-Suyûtî'ye ait olup Keşfu'l-Muğatta'dan ihtisar edilmiştir.
4. Şerhu'z-Zurkânî,
5. et-Ta'liku'1-Mumecced ale'l-Muvatta'il-İmam Muhammed: Abdulhayy b. Muhammed el-Leknevî, eş-Şeybânî nüshasına göre şerhtir. 937

Muztarib:

İftial babında ıztırabdan ismi fail olan muztarib bir zayıf hadîs çeşididir. Bazen bir bazen de birden fazla ravilerden birbirine aykırı şekilde rivayet edilen ravileri adalet ve zabt yönünden yakın derecelerde olduklarından da aralarında herhangi birini tercih etme imkanı olmayan hadîslerdir.


Bu tarifi açıklamak gerekirse şunlar söylenebilir: Bir ravi bir sefer rivayet ettiği hadîsi bir başka sefer ilk rivayetinden farklı rivayet eder. Aynı hadisi başka raviler de birbirlerinden farklı naklederler. Bir başka deyişle bir hadîsin birbirine zıt birkaç şekli vardır. Böyle durumlarda aynı hadîsi değişik şekillerde rivayet eden ravilerin hepsi, adalet ve zabt bakımından birbirlerine yakın olduklarından bu rivayetlerden herhangi birini tercih etmek imkanı yoktur. Bu tercihi imkansız hale iztırab denir. Gerek senedinde gerek metninde iztırab olduğu halde rivayet edilen hadîse ise muztarib adı verilir.
Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi iztırab hadîsin isnadında veya metninde olur. İsnadında daha çoktur. Böyle isnadında iztırab bulunan nıuztaribe muztaribu'l-isnâd, metnindeki ıztırab yüzünden muztarib olana ise muztaribu'1-metn tabir edilir.
İsnad ve metinde olan iztırabın misalleri iztırab başlığı altında ayn ayn verilmiştir. Onun için burada tekrar etmeye hacet yoktur. Orada verilen misaller aynı zamanda gerek isnad, gerekse metin yönünden muztaribin de misallerini teşkil ederler.
Muztarib hadîsler ravinin vehmi veya zabt kusuru yüzünden hadîsi iyi zabtedememesi sonucu kendi durumundaki ravilere muhalefetinden doğar. Bu sebeple zayıf addedilirler. Bununla birlikte isnadında iztırab bulunan bazı hadîslerin metni sahih olabilir. Bu tıpkı isnadında bulunan illetin bazen hadîsin metninde tesir etmeyişi gibidir. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz. Sufyanu's-Sevri ile Sufyan b. Uyeyrıe'den hadîs rivayet eden raviler bellidir. Bunlardan riveyeti olan ravi isnadında bazen haddesenâ Sufyân der. Hangisi olduğu belli olmaz. Hadis de öylece kalır. Böyle olduğundan ravilerin isim, şöhret veya neseblerinden doğan ihtilafdan oluşan iztırabın hadîsin metnine zarar vermeyeceği prensip olarak kabul edilmiştir.

Muztarıbu'l-Hadîs:

“Hadisleri muztaribdir” manasına gelen bir tabir olup hadîs ravilerinin teenninde kullanılan lafızlardandır. Cerhin üçüncü derecesine delalet eder.


Kaide olarak cerhin bu mertebesinde bulunan lafızlardan biriyle cerh edilen ravinin hadîsleri ile ihticac edilmez. Ne var ki büsbütün yabana da atılmaz, i'tibar için yazılır.

Müfesser Cerh:

Cerh ve ta'dil ilminde kaide olarak ta'dilde sebep aranmazsa da cerh de aranır. Sebep gösterilmeden cerh makbul addedilmez. Bu kaide gereği bir cerh ve ta'dil aliminin bir raviyi sebebini de söyleyerek cerhetmesine müfesser cerh denilmiştir.



Mülakat:

Bk. Lika'



Mürsel:

“Ersele” fiilinden alınma ism-i mef’ul olan mürsel sözlük manası itibariyle ulaştırılmış, gönderilmiş, irsal edilmiş demektir. Hadis terimi olarak, sahabîden hadîs rivayet etmiş bulunan tabiînin isnadında sahabîyi atlayıp doğrudan doğruya Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği hadîslere denir.


Sahabe ile görüşüp onlardan ilim öğrenen tabiîler hadîs rivayet eden ikinci nesildir. Bazı tabiîler aslında hadîsi almış oldukları sahâbinin ismini isnadlarında atlar ve sanki kendileri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'den işitmiş ya da görmüşeesine “Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu, şunu yaptı” gibi ifadelerle hadîs rivayet ederler. Böyle rivayete irsal, tabiînin irsal yaparak rivayet ettiği hadîse mürsel adı verilmiştir. Bu manada mürsele mürsel-i zahir denildiği de olur. İsnadında irsal yapan tabiîye ise mursil tabir edilir. Mürselin çoğulu, merâsil gelir.
Yukarıdaki tarif hadîs alimlerinin üzerinde birleştiği tariftir. Nitekim el-Hakimu'n-Nisâbûri “mürsel hadîs tabiîye kadar muttasıl isnadla gelen, tabiînin Kale Resulullah (s.a.s) diyerek rivayet ettiği hadîsdir” demiştir938. Bununla birlikte bazı hadîseilerle usul ve fıkıh alimleri mürsel hadîsle munkatı ve mu'dal arasında fark olmadığına kail olmuşlardır. el-Hatibu'1-Bağdâdî bunlardandır. O mürselin manasına ayırdığı bölümde şunları söylemiştir: “Müdelles olmayan hadîsin irsali, Said İbnu'l-Müseyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahmân, Urvetubnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasenu'1-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve diğer tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayetleri gibi, ravinin muasır olmadığı veya aralarında mülkât olmayan kimseden rivayetleridir. Tâbi'înden olmayan İbn Cureyc'in Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe’den; Mâlik b. Enes'in el-Kasım b. Abdillah b. Ebî Bekr'den; Hammâd b. Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de ravinin muasır olmadığı kimseden rivayeti kabilindendir. Ravinin muasır olduğu halde mülâki olmadığı şeyhten rivayetine gelince bunun misalini de el-Haccâc İbnu'l-Ertât’ın, Sufyânu's-Sevrî'nin ve Şu'benin ez-Zuhri'den rivayetleri teşkil eder. Bize göre bunların hepsi hakkındaki hüküm birdir. Mülaki olduğu şeyhten hadîs aldığı halde işitmediği hadîsi irsal edenin hükmü de aynıdır.” 939
el-Hatîbul-Bağdâdî'nin bu ifadelerinden anlaşılıyor ki mürsel, daha umumidir ve tabiînin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayetine denildiği gibi daha sonraki nesillerden bir ravinin muasırı olmadığı veya muasırı olduğu halde görüşmediği şeyhten rivayet ettiği hadîse de denilmektedir. Haliyle bu tarifin şümulüne mürsel yanında munkatı ve mu'dal de dahildir.
Bazı alimler mürseli, tabiînin Hz. peygamber (s.a.s)'den rivayeti olarak tarif etmekle birlikte tabiîlerin Kay s b. Ebi Hâzim, Ebu Osman en-Nehdi, Said İbnu'l-Museyyeb gibi yaşça büyük olanlarının rivayeti olarak alırlar. Buna göre İbn Şihâb ez-Zuhrî, Ebu Hâzim Seleme b. Dinar, Yahya b. Said el-Ensârî gibi yaşça küçük olanların Hz. Peygamberden rivayetlerini mürsel değil, munkatı' sayarlar; zira onlar, ancak birkaç sahabîye mülâki olabilmişlerdir. Rivayetlerinin çoğu tâbi'îndendir. 940
İbnu's-Salâh da mürseli sadece tabiînin rivayeti olarak görür. Ona göre bir tabiinin - ister yaşça büyük olsun isterse küçük - Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayeti mürseldir. Eğer tabiîye varmadan isnaddan bir ravi düşerse böyle rivayet edilen hadîs munkatı, tabiîden önceki mavilerde birden fazla düşme olrusa buna da mu'dal denir.941
İbn Haceri'l-Askalânî'ye gelince o da mürseli senedin sonunda tabiînden sonraki ravisi düşmüş olan haber olrak tarif eder. Ona göre ister büyüklerinden olsun isterse küçüklerinden, bir tabiînin Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle dedi, şöyle yaptı veya “huzurunda şöyle yapıldı” diyerek naklettiği hadîs mürsel'dir. 942
Görülüyor ki hadîs alimleri mürsel hadîsi sadece tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayeti olarak kabul etmişlerdir. Aralarında usul ve Fıkıh âlimlerinin çoğunlukta olduğu kimi âlimler ise mürseli munkatı hadîsleri de dahil ederek daha umumî manada almışlardır.
Mürsele misâl olarak şu hadîsler verilebilir:
“Ata b. Yesâr'dan rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber buyurmuştur ki,
“Bir kul hastalandığında Allah ona iki melek gönderir.
“Bakın ziyaretçilerine ne diyor” buyurur. (Onlar bakarlar) ziyaretçileri geldiğinde Allah'a hamd ve sena ediyor. Allah en iyi bilen olduğu halde hemen O'na ulaştırırlar. O zaman Allah
“Kulumun ölmesini takdir etmişsem Cennete koymam onun üzerimdeki hakkıdır. Eğer sağlığına yeniden kavuşturursam beden ve kanını daha hayırlı beden ve kanla değiştirir ve günahlarını bağışlamam o kulumun üzerimdeki hakkıdır” buyurur.”943
“...Said İbnu'l-Museyyeb'den rivayet olduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) canlı hayvan karşılığı et satışını yasakladı.” 944
“Mekhûl'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Hz. Peygamebr (s.a.s) “Hac farizasını yerine getiren bir kimsenin (Allah yolunda) savaşa girmesi kırk (kere nafile) haccetmesinden daha efdaldir” buyurdu.”945
Mürsel hadîsin sıhhati ve dinî meselelerde delil olup olmıyacağı konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Bu konudaki görüşleri üç grupta toplamak mümkündür:
1. Hadis alimlerinin hepsine, fıkıh ve fıkıh usulü alimlerinin bir kısmına göre mürsel hadîs hükmen zayıftır. Bunun için dinî meselelerde hüccet sayılamazlar. Tanınmış hadîs alimi İmam Müslim “Bizim görüşümüzün aslına ve haberler ilmi ustalarının görüşüne göre mürsel rivayetler hüccet değildirler” derken 946bu görüşü dile getirmiştir.
Mürsel hadîslerin dinde hüccet olamayacağı görüşünde olanlar, mürsel ravilerinden adalet ve zabt durumu bilinmeyen bir ravinin düşmesini delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre isnaddan düşen ravi sahâbi olabileceği gibi tabiî de olabilir. Tabiî olduğu takdirde zayıf bir ravi olması ihtimali ortaya çıkar. Bir de isnaddan düşen ravinin adalet yahut zabt durumunu bilmemek gibi bir hale karşılaşırız. Bu ise doğru değildir. Buna karşı eğer mürsel hadîsler sadece sika ravilerden rivayet edilen hadîslerdir denilirse o takdirde denir ki mübhem bırakılan ravinin sika olduğuna hükmetmek, hadîsinin dinî konularda delil olabilmesi için yeterli görülmez. Bu mürsel hadîslerin genelde dînî meselelerde delil olamıyacaklannı ileri sürerken şunları söylemiştir: “İsnadda ismi anılan ancak adalet ve zabt bakımından hali bilinmeyen bir ravinin rivayeti adalet ve zabt durumunun bilinmeyişi yüzünden kabul edilmeyince mürsel öncelikle kabul edilemez; zira isnadda ismi anılmayan ravinin kendisi belli olmadığı gibi adalet ve zabt vasıflarını taşıyıp taşımadığı da belli değildir.” 947
2. İmam Azam Ebu Hanîfe, meşhur bir kavle göre İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve bunlara tabi hadîs, fıkıh usul alimleri ile Mu'tezileye göre mürsel hadîsler sahihdirler, dolayısıyle dinî konularda delil olabilirler.
Bu görüşte olanlar görüşlerine şunları delil getirirler:
Hadisi mürsel olarak rivayet eden tabiî, isnadında ismini söylemediği raviyi adaletine kanaat getirdiği için anmamıştır. Bu aynı zamanda tabiînin makbul sayılan tezkiyesi demektir. Ayrıca özellikle tabiîlerin rivayetlerinin çoğu sahabedendir. Böyle olunca mürsel hadîsler dinî konularda delil sayılmak icabeder.
Bununla birlikte Hz. Peygamber bir hadîsinde tabiîleri öğmüş ve:
“İnsanların en hayırlıları benim yaşadığım devirde yaşayanlardır. Sonra onları takip eden (tabiî)ler, sonra da onları takip eden (tebe'ut-tabim)ler gelir,” buyurmuştur. 948Hz. Peygamber'in bu sözünde tabiîlerin iyiliklerine şehadet vardır. Öyle olunca onlar hadîslerinde sahabî ismini atlamak suretiyle irsal yapmakla kötü bir iş yapmış sayılamazlar. Aslında onlardan fena işler beklenemez. Şu da var ki isnadında sahabînin ismini anmayan tabiî ya adaletli olur, ya olmaz. Eğer adaletli değilse rivayet ettiği mürsel hadîsle sırf irsal yaptığı için değil, adaletli olmadığı için amel edilemez. Yok, eğer adaleti tam ise kendisiyle Hz. Peygamber arasındaki rivayet vasıtası olan sahâbîyi adaletinde en ufak bir tereddüdü olmadığı için atlamıştır. Şu halde mürsel hadîsler öteki zayıf hadîslerden farklıdırlar. Ayrıca işaret etmek gerekir ki, mürsel hadîsler aslında sika ravilerin sika ravilerden rivayetleridir. O halde dinî konularda delil olmaları gerekir.
Sika olan tabiînin aynı şekilde sika olan sahâbîden rivayette bulunurken isnadında onun ismini anmaması başlıca üç sebepten ileri gelebilir:
a) Tabiî hadîsi, hepsi de sika olan çok sayıda kimseden rivayet etmiştir. Hadis kendisine göre sahihtir. Sihhatine güvendiği için isnadında sahâbîyi atlamış, hadîsi irsal yaparak rivayet ermiştir.
b) Hadisi kendisine kimin rivayet ettiğini unutmuştur; yalnızca metni bilmektedir. Esas itibariyle yalnızca sika ravilerden rivayette bulunmak adeti olduğundan hadîsi mürsel olarak rivayet etmekte bir mahzur görmemiştir.
c) Hadisi rivayet maksadıyla değil, müzakere etmek veya fetva vermek için söylemiştir. Böyle durumlarda senedden çok metin önemlidir. Onun için hadîsini, isnadında sahâbîyi atlamak suretiyle rivayet etmiştir. Bütün bunlar göz Önünde tutulduğunda mürsel hadîslerle amel edilebilceği. Onların dinî konularda delil olacağı sonucuna varılır.
3. İmam Şafiî mürsel hadîslerle ancak bazı şartlar altında amel edilebileceği, bir başka deyişle onların dinî konularda delil olabilmeleri için bazı şartların olması gerektiğini görüşündedir. Bu şartların önemlileri şunlardır:
a) Dînî bir konuda hüccet olacak hadîs-başka ravilerin yine mürsel olarak rivayet ettikelri hadîs bile olsa-ayrı vecihlerden irvayet edilmiş olmalıdır;
b) İsnadında hadîsi aslında almış olduğu sahabînin ismini söylemeyen tabiî ravi, güvenilir ravilerin muhalefet etmedikleri bir mertebede bulunmalıdır;
c) İsnadındaki sahâbîyi anmamak suretiyle irsal yapan ravi, hadîs işitmiş olduğu kimselerin isimlerini söylediğinde bu kimseler meçhul veya rivayetleri makbul olmayan raviler değil, sika raviler olmalıdır.
İslâmı ilimler içinde bir hayli tartışmalara sebep olmuş mürsel hadîse dair müstakil kitaplar tasnif edilmiştir. En önemli bir kaç tanesine burada işaret etmekle fayda vardır:
1. Kitâbu'l-Merâsîl: İbn Ebî Hatim er-Râzî.
2. Kitâbu'l-Merâsîl: Sünen Ebî Dâvud Sahibi Ebu Davud, Süleyman İbni'l-Eş'asi's-Sicistânî.
3. Câmi'u't-Tahsîl fi Ahkâmi'l-Merâsîl: Halil b. Keykeldi'l-Alâ'i.

Mürsel-i Hafî:

Mürsel hadîsler başlığı altında söz konusu edildiği gibi mürsel hadîsler umumiyetle tabiînin isnadında sahâbîyi atlayıp doğrudan Hz. Peygamber (s.a.s) den rivayet ettiği hadîslerdir. Bu manadaki mürsel hadîslere mürsel-i zahir de denir. Bununla birlikte bazı alimler ravinin kendisinden hiçbir hadîs işitmediği veya mülaki olmadığı raviden rivayetine mürsel demişlerdir. 949İbn Haceri'1-Askalânîye göre mürsel-i hafi bir ravinin muasırı olan, ancak aralarında mülakat olduğu bilinmeyen bir şeyhten rivayetine denir. 950Bu tariflere göre mürsel-i hafi isnadın başında, ortasında veya sonunda ravinin kendisiyle aynı asırda yaşadığı halde görüştükleri bilinmeyen raviden rivayetine denir. Demek oluyor ki mürsel-i hafi senedde gizli irsalden meydana gelmektedir. Meselâ el-Avvâm b. Hûşeb'in Abdullah b. Ebi Evfa'dan rivyaet ettiği şu hadîs hafi mürseldir.


“...Hz. Peygamber (s.a.s) Bilal Kamet ederken “kad kameti's-salatu” dediği zaman ayağa kalkar, tekbir alır (namaza başlar)dı. “Ahmed b. Hanbel'den rivayete göre el-Avvam, Abdillah b. Ebi Evfa'ya mülaki olmamıştır.951
Hafi mürselde esas arvinin rivayette bulunduğu kimse ile aynı asırda yaşadığı halde görüştüklerinin yahut ondan hadîs rivayet ettiğinin bilinmemesidir. Bu yönden mürsel-i hafi müdellese benzerse de aralarında fark vardır. Hafi mürsel tarif edildiği gibi ravlnin çağdaş olduğu ancak bir araya gelerek hadîs işitmediği bir başka raviden rivayet ettiği hadîs olduğu halde müdelles; maddesinde de soz konusu edildiği üzere- ravinin görüştüğü ve hadîs işittiği bir raviden işitmediği halde rivayet ettiği hadistir. Her ikisi ravinin diğer bir raviden işitmediği bir hadîsi rivayet etmesi yönünden birbirlerine benzerlerse de mürsel hafi de hiç hadîs işitme olmayışı, müdelleste işitme söz konusu olduğu halde işitilmeyen hadîsin rivayet edilmesi açısından farklıdırlar.
el-Hatibu'1-Bağdâdî'nin hafi mürselleri toplayıp nerelerinde irsalin olduğunu açıkladığı Kitâbu't-Tafsîl li-Mubhemil-Merâsil adında bir kitabı vardır.

Mürsel-i Sahâbî:

Bk. Sahabe Mürseli.



Mürsel-i Zahir:

Bk. Mürsel.



Müslim:

Bk. Sahih-i Müslim.



Mütevâtir:

Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir.


Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir).
Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır.
Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak,
“Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der:
“Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olu

. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956


İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır:
Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır.
Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır:
1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti.
2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder.
3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî.
4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958
5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə