Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə49/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51

Udûl:

Kelime olarak adil ve adaletli manasına adlin çoğuludur.
Hadis ilimlerinde adaletli olduklarından rivayetleri makbul raviler, özellikle sahabe için kullanılan bir tabir olarak geçer. “Sahabe uduldür” denildiği zaman Hz. Peygamber (s.a.s)'in çevresini oluşturan müslümanların hepsinin adalet vasfına sahip oldukları ve hadiste asla yalan söylemedikleri kasdedilmiş olur.

Uhbirtu An Fulân:

“Falandan naklen bana haber verildi ki...” manasına bir tabir olup ibhâm lafızlarındandır. Sika ravinin kendisi gibi sika olan şeyhini mübhem bırakmasında kullanılmıştır. (Bk. İbhâm).



Uhdira:

Bk. Hadara.



Uhtulife Fîhi:

“Hakkında ihtilafa düşülmüştür” anlamına gelen bir tabirdir. Genelde bir ravinin zayıf veya sika olduğunda ihtilaf olduğunu ifade etmek maksadiyle kullanılmış olmakla birlikte cerh lafızlarındandır. Cerhin nisbeten hafifine delalet eder. Birinci mertebede yer alan lafızlardan daha ehveninde kullanılmıştır.


İbn Haceri'l-Askalâm bu lafız yerine bazen fîhi halfun cerh lafzının kullanıldığını söylemiştir. 1184

Ulûm-u Hadîs:

Bk. Hadis Usulü.



Ulûmu'l-Hadîs:

Bk. Hadis Usulü.



Uluvv:

Sözlükte “yükseklik” manasına gelen uluv, hadis usulünde âlî isnadların haiz olduğu ravi sayısının nisbeten azlığı özelliğine denir. Bu özelliğin aslı Hz. Peygamber (s.a.s)'e yakınlıktır.


Hadis metodolojisi kaidesi olarak bir hadisin söylendiği veya Hz. Peygamber'in bir fiilinden bahsediyorsa işlendiği zaman ile rivayeti arasında ne kadar uzun süre geçerse nakline o kadar az güvenilebilir. Buna kıyasla isnad da öyledir. Hz. Peygamber'e en kısa yoldan ulaşan isnadlar makbuldür; zira son ravi ile Hz. Peygamber arasındaki ravi sayısı arttıkça hata ihtimali de artar. Bu gerçeği göz önünde bulunduran İslâm alimleri bir hadisi, kaynağına en kısa yoldan ulaşarak rivayeti tercih etmişlerdir. İşte isnadın, sırf ravi sayısının az olması dolayısiyle muhaddisi hadisin kaynağına en kısa yoldan ulaştırması özelliğine uluv tabir edilmiştir. Buna göre uluvdan maksat uluvv-u isnadddır.
Her muhaddisin isnadı tabiatiyle yaşadığı devre göre değişik sayıda ravi ile uluv vasfı kazanır. Mesela, İmam Mâlik'in en âlî isnadı sunâ'î'dir. Bu durumda onunla Hz. Peygamber (s.a.s) arasında bir tabii, bir de sahabînin olduğu isnadda uluv söz konusudur. Buhari'nin Hz. Peygamberle arasında üç ravi bulunan sulâsî isnadında uluv vardır. Müslim'in de üç raviden oluşan uluv özelliğine sahip isnadı varsa da böyle isnadlarıyla rivayet ettiği hadisleri sahihine almamıştır. Altıncı hicri asnn sonları ile yedinci asrın başlarında yaşamış olan el-Irâkî, kendi zamanında uluvvun ancak dokuz ravi ile sağlanabileceğini söylemiştir.
İsnadda uluv, beş kısımda mütalaa edilmiştir. Bunlardan birincisi Kainatın Efendisi (s.a.s)'e sahih olmakla birlikte en az sayıda ravi vasıtasiyle ulaşmaktır. Buna uluvv-u mutlak (mutlak uluv) adı verilmiştir. Burada işaret etmek gerekir ki bir isnadın uluvvu mutlak vasfına sahip olabilmesi için öncelikle sahih olması şarttır. Zayıf, bilhassa yalancılıkla itham edilmiş bir ravi bulunan isnadlar -da, ravi sayısı ne kadar az olursa olsun, uluv özelliğinden söz etmeye imkan yoktur.
Uluvvun ikinci mertebesi, yine sahih olmak şartiyle el-A’meş, Huşeym, İbn Cureyc, el-Evzâ'i, İmam Mâlik, Sufyânu's-Sevrî, Şu'be, Zuheyr b. Mu'aviye, Hammâd b. Zeyd, İsmail b. Uleyye gibi hadis imamlarından birine yakınlıktır. el-Hakim, uluvvun bu çeşidini diğerlerine tercih etmiştir. Onca uluvdan maksat, bu imamlara yakınlıktır.
Uluvvun üçüncü mertebesini el-Kutubu's-Sitte sahipleri olan Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce ile öteki güvenilir hadis kitaplarının sahiplerine nisbetle olan uluv-dur. Mütealıhir alimlerin aradıkları uluv budur. Ancak eklemek gerekir ki, bu alimlerden herhangi birine ulaşan tarîkdan hasıl olan uluv mutlak değildir. Bir başka deyişle uluvvun bu mertebesinde Hz. Peygamber'e olan yakınlık değil, muteber hadis kitaplarından birinin musannınna yakınlık söz konusudur. Bu şekilde hasıl olan uluvva bi'n-nisbe uluvv veya uluvv-u nisbî adı verilmiştir. Bi'n-nisbe uluvv da yerine göre muvâfakât, ibdâl (veya bedel), musâvât ve musâfaha olmak üzere dört şekilde görülür. Bunlar hakkında başlıkları altında yeterli bilgi verilmiştir.
Uluvvun dördüncü mertebesini ravi sayısı aynı olduğu halde bir ravinin önce vefat etmesiyle meydana gelen uluv teşkil eder. Buna uluvv bi-kıdemi'1-vefat denir. Mesela, Sünen Ebî Davud'u Abdulazîm el -Munzirî tarîkıyla rivayet, Necîb el-Harrânî tarikıyla rivayetten, o da İbn Hatîb el-Mizze tarikından rivayet etmekten âlîdir; Zira bu üç ravi Süneni, İbn Taberzed'den rivayet etmişlerdir, el-Munzirî'nin vefatı Necib'in vefatından; Necîb'in vefatı ise İbn Hatîb el-Mizze'ninkinden önce olduğundan herbi-rinden olan rivayette, kendisinden sonra vefat edenin rivayetine nisbetle uluv hasıl olmuş kabul edilmiştir.
Uluvvun beşinci mertebesine gelince bu, tekaddum-u semâ’ yani ravi sayısı aynı olan iki isnaddan birinin ravisinin aynı şeyhten daha önce hadis işitmiş olması sebebiyle hasıl olan uluvdur. Buna da özel tabiriyle uluvvu bi-kıdemi's-Semâ denilmiştir. Açıklamak gerekirse, bir hadis kitabı herhangi bir şeyhten ravi sayısı aynı olan iki isnadla rivayet edilse, isnadlardan birinin ravisi o kitabı diğerinin ravisinden önce işitmiş olsa onun isnadında diğerine nisbetle uluv meydana gelmiş sayılır, bu türlü uluvva uluvv-u ma'nevî denilmiştir.
Yukarıda da kısaca söz konusu edildiği gibi, bir hadisin isnadında uluv özelliği bulunması, o isnadla rivayet edilen hadisin kaynağına ya da tanınmış bir alim olan ravisine yakınlık ifade ettiğinden muhaddisler uluvva büyük önem vermişlerdir. Kimi muhaddislere göre isnadda uluvv aramak sünnettir. 1185Kimi muhaddisler ise isnadın dinden olduğu görüşünü uluv özelliğine sahip isnadın dinden olduğu şeklinde kabul etmişlerdir. Rıhlelerin yapılışında tesiri şüphesiz olan amillerden biri de isnadda uluv elde etmektir. Ne var ki sadece isnadda uluv elde etmek maksadiyle diyar diyar, dolaşmayı hoş görmeyenler bâb de vardır. (Bk. Rıhle).

Uluvv Bi-Kıdemi'l-Vefât:

Bk. Uluvv.



Uluvv Bi-Kıdemi's-Semâ:

Bk. Uluvv.



Uluvv-u İsnad:

Bk. Uluvv.



Uluvv-u Ma'nevî:

Bk. Uluvv.



Uluvv-u Mutlak:

Bk. Uluvv.



Uluvv-u Nisbî:

Bk. Uluvv.



Umirnâ Bi-Kezâ:

“Şunu yapmakla emrolunduk” manasına gelen bu tabir bir hadisin hükmen merfu olduğuna delalet eden ifadelerdendir. Sahabeden biri herhangi bir şeyden bahsederken” şunu yapmakla emrolunduk” demişse kendilerine o işi yapmalarını emreden kişinin Hz. Peygamber olduğuna dolayısiyle o işin hükmen merfu grubuna girdiğine hükmedilir.



Unvan:

Sözlükte nam, şan, unvan manalarına gelen bu kelime tabir olarak hadis kitaplarında aynı konudaki hadisleri birbirinden ayıran başlıklarına denilmiştir.



Usûl:

Bk. Asl.


Usûl-ü Hadis:

Bk. Hadis Usulü.



Usûlu'l-Hadîs:

Bk. Hadis Usulu.



Uşarî:

Bk. Uşâriyyât



Uşâriyyât:

Kelime olarak onlu demek olan uşârinin çoğuludur. Hadis Usulü ilminde son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında on ravi bulunan âlî isnadlarla rivayet edilen hadisleri ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır.


Bazı muhaddisler, yaşadıkları devir itibariyle Hz. Peygamberle aralarında on ravi bulunan uluv özelliğine sahip isnadlarla rivayet ettikleri hadisleri ayrı bir cüzde toplamışlardır. Bu cüzlere de uşâriyyât denilmiştir. Tirmizî ve Nese'i'nin onlu nazil isnadlarla rivayet ettikleri hadisleri ihtiva eden cüzleriyle uluv özelliği taşıyan isnadlarla rivayet edilen hadisleri toplayan şu eserler uşariyyâtın örneklerini oluştururlar: Ebu İshâk İbrahim b. Ahmed et-Tenûhî'nin ve es-Sehâvî'nin cüzleri; es-Suyûtî'nin Dimyat dolaylarında bir şeyhten uşâri isnadla rivayet ettiği üç âlî hadise ayırdığı en-Nâdiriyyât mine'l-Uşâriyyât isimli hadis cüzü.

V

Vâcîd:

Bk. Vicâde.

Vad’:

Bak. Vaz.



Vada'a Hadisen:

“Hadis uydurmuştur” demektir. Cerh lafızlarından biridir ve ağır cerhe delalet eden altıncı mertebe lafızları arasında yer alır.


Kaide olarak cerhin altıncı mertebesinde bulunan lafızlardan birisiyle cerhedilen ravinin kendisi ve Hadisleri terk edilir. Hakkında vada'a hadisen hükmü verilen ravi Hadîs uydurmak ithamına uğramıştır. Ağır bir şekilde cerh edildiğinden terkedilir. Hadislerine de itibar edilmez.
Aynı yerde aynı manaya gelmek üzere yeda'u'l-hadîs lafzı da kullanılmıştır.

Vaddâ'un:

“Hadîs uyduran” anlamında mübalağa ile ism-i fail olan vaddâ'un cerh lafızlarındandır. Cerhin ağırına delalet eden altıncı mertebe lafızları arasında yer alır.


Cerh ve ta'dil alimleri tarafından bir ravi hakkında vaddâ'un denilerek cerh hükmü verilmişse o ravi yalancı addedilir. Hadis uydurma ithamına maruz kalmıştır. Ne kendisi ne de Hadîsleri hiçbir şekilde dikkate alınmaz.

Vaddâ'un Yeda'u:

“Hadis uyduran biridir” manasına gelen bir tabir olup cerh lafizlarındandır. Cerhin nisbeten ağırına delalet eden beşinci mertebe lafızlarından biridir.


Bu lafızla cerhedilen ravi Hadîs uydurmakla itham edilmiştir. Kendisi ve Hadîsleri terkedilir.

Vâdi':

Hadis uydurmak manasına “vada'a” kök fiilinden ism-i fail olan vadi' Hadîs uyduran kimseye denir.


Hadis uyduranlar, kendilerini Hadîs uydurmaya sevkeden amillere göre muhtelif kısımlara ayrılırlar. Bunları sistemli bir şekilde sıralamak zordur. Bununla birlikte şöyle bir bölümle yapmak mümkündür:
a) Abid ve Zahidler: Bunlar halkı ibadete teşvik etmek maksadiyle Hadîs uydurmuşlardır. Yaptıkları işi mazur göstermek üzere aralarında Hz. Peygamber'in lehine Hadîs uydurduklarını söyleyenler olmuştur. Bu gruptan olan Hadîs uyduranlar, genellikle ibadete düşkün ve takva sahibi kimseler olarak bilindiklerinden ilk bakışta güven verirler. Hadislern mevzu olacağı inanmak zor gelir. O yüzden Hadîs ilmi yönünden en zararlı, din yönünden ise en tehlikeli olanlardır.
b) Zındıklar: Hadis vaz edenlerin ikinci grubunu dinîn emirlerine sırt çeviren, dinle alay eden zındıklar teşkil eder. Bunlar abid ve zahidlerin aksine İslam düşmanıdırlar. Son ilahî dinî içinden çökertmek gibi feci bir kasıtla Hadîs uydurmuşlardır.
Zındıkların uydurdukları Hadîsler islamî emirleri hafife almak ve bunun sonucu olarak halkın dinden soğuması gibi tehlikeli bir sonuç doğurmuştur.
c) Bid'atcılar: Bu gruptan olanlar herhangi bir mezhebi, görüşlerinin veya imamlarını öğen, buna karşılık kendilerine karşı çıkanları yeren Hadîsler uydurmuşlardır. Bid'atçılardan birinin şu sözleri ne kadar ilginçtir: “Hadisleri aldığınız kişilere dikkat ediniz; çünkü biz bir görüşü benimsetip yaymak istediğimiz zaman onu hemen Hadîs şekline getirirdik.” 1186
d) Kussâs: Halk arasında şöhret yaparak dünyalık elde etmek maksadiyle Hadîs uyduran kıssacı vaizler de Hadîs uyduranlar arasında önemli yer alırlar.
Başka maksatlarla Hadîs uyduranlar da vardır. Halife, vali, emîr ve zenginlere yaklaşmak maksadiyle Hadîs uyduranlar bunlardandır. (Bk. Mevzu).
Hadis vaz eden veya vaz ithamına maruz kalan raviler hakkında müstakil kitaplar yazılmıştır. Sıbt İbnu'l-A'cemî künyesiyle tanınmış Burhanuddin İbrahim b. Muhammed el-Halebî'nin el-Keşfu'1-Hasis ammen Rumiye bi-Vaz'i'1-Hadîs isimli eseri konunun meşhur eseridir.

Vahid:

Bk. Vuhdân.



Vahin:

Sözlükte “zayıf, güçsüz ve aciz” anlamına ismi faildir ve cerh lafızlarındandır. el-Irâkî tarafından cerh lafızlarının üçüncü mertebesine eklenenler arasında yer alır.


Hakkında vahin denilen ravi genelde zayıf sayılır. Hadisleri dinî konularda hüccet olmaz. Ancak büsbütün yabana da atılmaz. İtibar için yazılır. Bununla beraber kendileri leyse bi-kaviyyin lafzıyla cerhedilenlerden aşağı derecededir.

Vahin Bi-Merra:

“Büsbütün zayıf demek olup cerh lafızlarındandır. Cerhin nisbeten ağırına delalet eden dördüncü mertebesinde bulunanlardandır.


Kaide olarak cerhin dördüncü mertebesinden başlamak üzere daha ağır ve en ağırlarına delalet eden mertebelerde yer alan lafızlarla cerhedilen ravilerin Hadîsleri ne yazılır, ne itibar için dikkate alınır, ne de başka Hadîsleri destekleyecek şekilde şahid addedilir. Buna göre cerh ve ta'dil alimlerinin vahin bi-merra hükmüyle cerhettikleri ravilerin Hadîsleri de hiçbir şekilde dikkat nazarına alınmaz.

Vahiy:

Sözlükte “gizlice bildirmek, fısıldamak” manalarına gelen vahiy, islamî terimler arasında kainatın yaratıcısı Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını özel yollarla peygamberlerine bildirmesine denir. Bu tarife göre vahiy, bir anlamda Yaratan'ın peygamberlikle görevlendirdiği kullarıyla konuşması mesabesindedir.


Bununla birlikte Allah'ın vahiy yoluyla bildirdiklerine de vahiy denilmiştir. Kur'ân-i Kerim ayetleri bu manada birer vahiydirler.
Vahyin çeşitleri şekilleri vardır. En önemlileri şunlardır:
a) Sadık rüya şeklinde vahiy. Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber'e vahiy ilk önce sadık rüyalar görmesiyle başlamıştır. Öyle ki, Allah Resulü bir rüya gördüklerinde gördüğü fecir aydınlığı gibi çıkardı. 1187
b) Vahiy meleği Cebra'il (a. s)'in görünmeksizin peygamber'in kalbine yerleştirmesi şeklinde vahiy.
c) Cebrail'in insan şeklinde görünerek konuşmasıyla olan vahiy. Cibril Hadîsi denilen rivayette Cebrail'in elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen ve sahabîlerden kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelerek Hz. Peygamber'le konuştuğundan bahsedilir. Bu, böyle vahye misaldir. Kaynaklarda Cebrail'in daha çok sahabeden Dihye b. Halife el-Kelbî şeklinde geldiği kaydedilmiştir.
d) Meleğin çıngırak sesine benzer bir sesle gelerek hitapta bulunmasıyle vahiy. Peygamberin bu sesi duyunca vahiy geldiğini anlayarak bütün dikkatini toplayıp vahyedileni almaya hazır hale geldiğinde şüphe yoktur. Ses kesildiğinde vahyedilenler kalbe yerleşmiş olur. Bir Hadîste bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklandığına göre vahyin en zor ve şiddetli şekli budur. Aynı Hadîste Hz. Aişe, çok soğuk bir gün vahiy gelirken Allah Resulünü alnından buram buram terler akarken gördüğünü söylemiştir. Mü’minlerin annesinin bu sözleri bu şekilde gelen vahyin şiddetini belirtmeye yeterlidir.
e) Meleğin asıl şekliyle gelerek vahyetmesi
f) Arada vasıta olmadan vahiy.
g) Arada perde olmaksızın Cenâb-ı Hakk’ın bizzat vahyetmesi şeklinde vahiy.
İslâm âlimleri vahyi iki kısımda mütalaa etmişlerdir. Birincisi vahy-i metluv denilen ve Kur'ân-ı Kerim'den ibaret olan vahiydir ki tamamen vahiy eseridir. Uyku ve rüya halinde vahiy hariç daha çok vahyin diğer birkaç şekli ile nazil olmuştur. Allah tarafından indirildiği şekliyle korunmuştur. Bu bakımdan hiçbir değişikliğe uğramadan nakledilmiş tek semavî kitaptır. İkincisi vahy-i gayrı metluv (okunmayan vahiy) dir ki sünnetten ibarettir. Vahyin Hadîs ilmiyle ilgisi zaten bu noktadadır.
Sünnet başlığı altında da söz konusu edildiği gibi sünnet, kısmen vahye dayanır. Buna delâlet eden aklî ve naklî deliller vardır. Bir kere Hz. Peygamber (s.a.s)'in Kur'ân-ı Kerim haricinde vahiy alması gerekli, hatta zorunludur. Şu da var ki o ne yapmışsa kendisini peygamberlikle görevlendiren makamın adına yapmıştır. Kendiliğinden dinî bir asıl getirmesi imkan dışıdır. Aynı zamanda bağlı olduğu makamın “gözleri önünde” yani kontrolü altındadır. 1188Allah ona kitaptan başka bir de hikmet indirmiş, bilmediklerini öğretmiştir. 1189Vahyin i'cazı çok kere teferruata yer vermediğinden ilahî emirlerin tatbik şekillerini göstermesi ve insanlar arasında Allah'ın gösterdikleriyle hükmetmesi için de kendisine kitap indirilmiştir. 1190Bütün bunlar Hz. Peygamber'in sünnetin özünü teşkil eden uygulamalarının, uygulama sırasında ve başka maksatlarla söylediği bazı sözlerinin vahiy eseri olduğunu gösteren açık delillerdir, bunun yanısıra bir ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur:
“O, heva ve hevesinden konuşmaz. Onun konuştukları kendisine vahyedilenlerden başkası değildir.”1191 Ayetteki “huve” zamirinin Kur'ân-ı Kerim'e raci olduğu söylenmiştir. Ancak başka manaya ihtimalden uzak değildir; zira nutk, mücerred konuşmaya denir. Kur'ân okuyan kimse ise elbette konuşmaktan başka bir işi yapıyordur. Bu karine ile zamirin nutka ait olduğu düşünülürse onun konuştukları vahye dayanır manasına kolayca varmak mümkündür. Ayrıca sünnetten ibaret tatbikatların, emir ve nehiylerin çok kere konuşarak olduğu da hesaba katılırsa sünnetin yerine göre vahiyden kaynaklandığı sonucuna varılır. Ancak kaydetmek gerekir ki, Hz. Peygamber'in bütün yaptıkları ve söylediklerinin vahiy eseri olduğunu söylemeye imkan yoktur. O hale göre sünnetin bir dinî emir veya nehiy getiren ya da bir hüküm koyan kısmının vahye dayandığını söylemek yerinde olur.
Diğer taraftan bunu destekler mahiyette hayli nakiller vardır. Bunlarda açıkça vahiy hali görülmüştür. Şu misallere dikkat edilerse hepsinde bir vahiy alma hali bahis mevzuudur:
“Hz. Peygamber bir gün yiyecek satan birinin yanına vardı. Ona nasıl satış yaptığını sordu. Adam haber verdi. Derken elini satılan yiyecek maddesinin içine sokması vahyedildi. Elini sokunca bir de ne görsün, alt tarafı ıslak (küflenmiş). Bunun üzerine şunları söyledi:
“Hile yapan bizden değildir.”1192
Ya'la isimli bir sahabî Hz. Peygamber'e vahiy geldiği sırada geçirdiği hali merak etmektedir. Bunu birkaç kere Hz. Ömer'e açmış; Allah Resulünü vahiy geldiğinde görmek arzu ettiğini söylemiştir. Hz. Peygamber bir gün Ci'râne denilen yerde aralarında Hz. Ömer'in de bulunduğu bir grup sahabî ile gölgelik yapılmış örtü altında oturmakta iken biri gelir. Üzerinde yünden bir cübbe vardır. Aşın bir şekilde güzel koku sürünmüştür. Hz. Peygamber (s.a.s)'e bu halde iken umre yapmak üzere ihrama girme konusundaki fikrini sorar. Hz. Peygamber cevap vermez. Bir süre susar. Derken kendisinde vahiy hali görülür. Bunun üzerine Hz. Ömer Ya'la'ya işaret eder. Ya'la gelerek başını Hz. Peygamber'in üzerine örtülen örtünün içine sokar. Onu yüzü kızarmış derin derin nefes alır bir halde görür. Sonra bu hal gider. Allah Resulü açılır ve sorar:
“Umre hakkında soru soran kimse nerede?” Adam getirilir. Sorusuna şu cevabı alır:
“(Süründüğün) kokuyu üç kere yıka. Haccederken yaptıklarını umre sırasında da yap.” 1193
Verilen misaller açıkça göstermektedir ki Hz. Peygamber'e dinî bir esas olan veya son derece önemli konularda yahutta hüküm vermede vahiy gelmiştir. Bu ise böyle meselelerdeki sünnetin vahiyden kaynaklanmasından başka bir şey değildir.
Diğer taraftan kudsî Hadîslerin kaynağını da bir anlamda vahiy oluşturmaktadır. Şu hale göre İslam'ın temelini oluşturan vahiy, bazı önemli konularda sünnete de kaynaklık etmektedir. Hadisler daha çok sünnetin ifadesi olduklarından onlar da geniş ölçüde aynı kaynaktan beslenmişlerdir.

Vahy-i Gayr-ı Metluv:

Bk. Vahiy.



Vahy-i Metluv:

Bk. Vahiy.



Vakafehu:

“Falanca Hadisi (fülanca kişiye varınca) durdurdu” demektir. Sahabeye ait mevkuf Hadîslerin rivayetinde kullanılan tabirlerden biridir.


Bir Hadîs nakil veya sevkedildikten sonra vakafehu denilmişse ravisinin isnadını Hz. Peygamber'e kadar ulaştırmayıp -sahabîde bıraktığı, dolayısiyle Hadîsin sahabî sözü olduğu, bir başka deyişle mevkuf olarak rivayet edildiği ifade edilmiş olur.

Vakf:

Bk. Vâkıf.



Vâkıf:

Durmak anlamına gelen “vakafe” kök fiilinin ismi failidir. Bir haberi, isnadını Hz. Peygamber (s.a.s)'e kadar vardırmayıp sahâbîde durdurarak ve mevkuf olarak rivayet etmeye vakf, böyle yapan râviye vâkıf denilmiştir.



Vasalehu:

“Hadîsi vasletti” demek olup mürsel veya munkatı gibi isnadından ravi düşmüş bir Hadîsi bir başka ravinin mevsûl yani isnadı tam olarak rivayet ettiğini ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır.



Vasatun:

Ortadadır manasını veren sıfat olup bazı alimlere göre ta'dîl lafızlarındandır. el-Irâki, dördüncü derece lafızlarından olduğunu söylemiştir. Buna göre hükmü, o mertebedeki öteki lafızların hükmü gibidir.



Vasıyye:

Türkçedeki vasiyet manasiyle birlikte tavsiye anlamına da gelen vasiyye. Hadîs tahammül metotlarından biridir. Bir şeyhin vefatının yaklaştığını hissettiği veya bir yolculuğa çıkacağı zaman Hadîslerinin yazılı olduğu kitabını veya cüzünü talebelerinden birine vasiyet etmesinden ibarettir.


Vasiyye yoluyla Hadîs rivayetinin caiz olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bu ayrılık bir şeyhin Hadîs kitabını birine vasiyet etmesinin rivayete izin manasına gelip gelmediğinden çıkmıştır. Selef alimlerinden Muhammed b. Sîrin ve Ebu Kılâbe vasiyet edilen kitaptaki Hadîslerin rivayetini caiz görmüşlerdir. Bununla birlikte bu yolla elde edilen kitaptaki Hadîslerin rivayet edilmesini caiz görmeyenler de vardır. Bu arada Muhammed b. Şîrîn, Eyyûb es-Sahtiyânî'nin
“Falanca kitaplarını bana vasiyet etti. Onlardan rivayette bulunayım mı?” diye sorması üzerine
“Ne et derim, ne de etme” diyerek konuyu muhaddisin takdirine bırakmıştır.
Kadı İyad'a göre şeyhin kitabını talebeye vermesi bir nevi rivayet iznidir. Ayrıca vasiyye i'lama yakın bir rivayet yoludur; münaveleye benzer. O yüzden vasiyet edilen kitaptaki Hadîslerin rivayetine izin verilmiştir. 1194İbnu's-Salâh, bu yorumu yerinde bulmayarak şunları söylemiştir; “Bu söz ya alimin ayağının kayması (zelle)dir, yahutta onu söyleyen vicâde yoluyla rivayeti kasdederek söylemiştir diye yorumlanabilir. Herhalde vasiyyenin ne i'lama ne de münaveleye benzetilmesi sahih değildir.” 1195Buradan anlaşılmaktadır ki İbnu's-Salâh, vasiyye yoluyla elde edilen kitaptaki Hadîslerin rivayet edilmelerinin caiz olmadığı görüşündedir. en-Nevevi de ona katılmış ve bu yolla rivayetin doğru olmadığını söylemiştir. 1196
Vasiyyeden maksat şeyhin kitabını vasiyyettir. Bu itibarla vasiyye metoduyla rivayete vasiyye bi'1-kitâb denildiği de olmuştur.

Vasiyye Bi'l-Kitâb:

Bk. Vasiyye.



Vasl:

Ulaştırmak karşılığı mastardır. Hadisi ilk kaynağına ulaşıncaya kadar isnadında ravi atlaması olmaksızın mevsûl olarak rivayet etmeye denilmiştir.



Vav:

Harf olarak birkaç senedi bir arada zikredilen Hadîsin bir senedinden diğerine geçişte tahvile delalet etmek üzere kullanılmıştır. Söz gelimi, ravi bir isnadından diğerine geçişte ve haddesenâ fulân der. Böylece aynı metnin verilen isnadından başka bir isnadına geçmiş olur.


Bu harf bazen tek başına; bazen de tahvil işareti olan “ha” ile birlikte kullanılmıştır.

Vaz':

Sözlükte “koymak, bir kimseyi aşağılamak, borcu azalmak, hakaret etmek, boyun vurmak, bir suçu birinin üzerinden atmak” gibi manalara gelir. 1197Ayrıca iftira etmek, uydurmak anlamını da verir.


Hadis Usulünde vaz, uydurmak manasiyle ilgili olarak çeşitli sebeplerle Hz. Peygamber'in ağzından Hadîs uydurarak ona iftira etmeye denir. Aynı manada ihtilak tabiri de kullanılmışsa da vaz daha çok kullanılmış ve terim olarak yerleşmiştir.
Mevzu başlığı altında etraflı bir şekilde değinildiği gibi Hadîs vaz'ı siyâsî ihtilaflarla başlamıştır. Bu ihtilaflar sonucu siyasi ve itikadı mezheplerin zuhuru Hadis vaz’ına geniş ölçüde zemin hazırlamştır.
İslâm Tarihinde siyâsî maksatla ilk defa Hadîs uyduranların şiîler olduğu kabul edilmiştir. Nitekim İbn Ebî Hadîd bu konuya açıklık getirmek üzere “Bilmiş ol ki fedaille ilgili mevzu Hadîslerin aslı Şia tarafından gelir. Onları Hadîs uydurmaya sevkeden âmil hasımlarının düşmanlığı olmuştur... Bekriye, Şia'nın bu faaliyetini görünce onlar da kendi imamları hakkında Şia'nın Hadîslerine karşılık başka Hadîsler uydurdular” demiştir.1198
Abdurrahmân b. Mehdî ile İmam Mâlik arasında geçen şu konuşmada da Hadîs vaz'ının Irak taraflarında başladığını gösterir:
“Rivayete göre Abdurrahmân b. Mehdî bir gün Malik'e şöyle bir soru sorar:
“Biz sizin beldenizde (Medine'de) kırk günde dört yüz Hadîs ancak işittik. Oysa burada (Irakta) hepsini bir günde işitiyoruz. (Bunun sebebi ne ola ki?).” Malik bu soruya şu cevabı vermiştir:
“Bizde sizin darphaneniz gibi bir darphane yok. Orada gece Hadîs uyduruyor, gündüz dağıtıyorsunuz.” 1199
Basralı meşhur bir muhaddis ve İmam Mâlik'in güzide talebelerinden olan Abdurrahmân b. Mehdî, hocasına sorduğu bu soruyla sünnetin yayılma merkezi olan Medine'de günde ortalama on civarında Hadis işitilirken Irak'ta bunun kat kat fazlasının yayılış sebebine inmiştir. İmam Mâlik de verdiği cevapta Şia'nın merkezi olan bu havalide fazlaca Hadîs uydurulduğunu ifade etmiştir. Tanınmış tabiî İbn Şihâb ez-Zuhrî aynı konuda “eğer demiştir; doğudan bilmediğimiz ve kabul etmediğimiz birtakım Hadîsler gelmeseydi ne bir tek Hadîs yazardım ne de yazılmasına izin verirdim.” 1200Bu sözlerdeki “doğu”dan maksat Irak’tır. Dolayısiyle İbn Şihab da bu sözleriyle vaz hareketinin ilk defa Irak tarafında başladığına işaret etmiştir.
Siyasî ihtilaflar üzerine başlayan Hadîs vaz'ı fırkaların ortaya çıkışıyle hızlanmış, zamanla başka sebeplerin de katılmasıyla alabildiğine artmıştır.
Bir Hadîsin vaz' edilmiş olduğuna delâlet eden bazı alametler vardır. Bunlar Hadîs Usulü kitaplarında alâmâtu'1-vaz' adiyle geçerler. Kavide ve mervide bulunan alametler olarak iki kısımdır. Mevzu başlığı altında bunlardan bahsedilmiştir. Bu bakımdan ayrıca burada söz konusu edilmeyecektir.
Hz. Peygamber'in ağzından Hadîs vaz etmek büyük günahtır; zira dinîn hükümlerini değiştirmeye benzer. Onun söylemediği bir sözü söyledi diyerek nakletmek ise ona iftiradır. Hadis vaz edenler en ağır şekilde yalancılık ve Hadîs uydurmakla cerh edilmişlerdir.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə