Istanbul Üniversitesi Matbaası


Halk Sağlığı Alanında Gelişmeler



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə12/29
tarix02.06.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#47135
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   29

Halk Sağlığı Alanında Gelişmeler


Geçen yüzyılda Tıbbiye, sadece tıbbı öğreten ve hekim yetiştiren bir okul değil, aynı zamanda halk sağlığı ile ilgili konuları da ele alan bir kurumdu. Toplumu etkisi altına alan şiddetli veba, çiçek, kolera, tifo salgınlarında hocalar ve öğrenciler hastalıkla mücadele çalışmalarında canla başla görev alırlardı. Sultan Abdülmecid, halk içinde çiçek aşısının yaygınlaşması ve aşı aleyhine ön yargıların kırılması hedefiyle, maiyetinde Tıbbiye’den hocaların ve öğrencilerin görevlendirildiği aşılama heyetine bizzat önderlik ederek ülke içinde geziler düzenlemiştir. 19. yüzyıl başındaki korkunç kolera epidemisi üzerine, karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu’na gelenleri kontrol ederek salgınlara karşı önlem almak üzere Karantina Teşkilatı kurulmuştur (1838). Merkezi, İstanbul’da bulunan Karantina Meclisi olan bu sistemle, payitahtta ve İmparatorluğun bütün bölgelerinde gerekli stratejik noktalara kurulan tahaffuzhaneler (karantina istasyonları) aracılığıyla, Asya’dan Avrupa’ya ölümcül hastalıkların geçişini engellemek için çalışılmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısında başarılı bir başka halk sağlığı organizazyonu dezenfeksiyon sistemi (Tebhirhaneler)dir. Avrupa’da da bakteriyoloji devrimi öncesi (ve sonrasında da) işlevsel bir koruma tedbiri olan dezenfeksiyon yöntemi, giysileri, eşyaları, mobilyaları, her türlü iç mekân unsurunu, sıcak buharla ve çeşitli dezenfektan maddelerle, etüvler içinde temizleme yöntemiydi. Önceleri yurt dışından ithal edilen etüv makinaları, 1893’den itibaren ülkemizde de üretilmeye başlamıştır. Ülke sathına yayılan tahaffuzhanelerdeki dezenfeksiyon birimleri 20. yüzyılın başlarında yeni etüvlerle modernize edilmiş ve hem savaş dönemlerinde hem de barışta sivil ve askeri kesimin hizmetinde, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleyici başarılı ve yaşamsal bir halk sağlığı uygulaması olmuştur. Kuduz, tifo, tifüs, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar, toplumu tehdit eden felaketlerdi. Osmanlı yönetimleri bunlarla mücadele için bütün koruyucu tedbirler ve çabaları desteklemişlerdir. Tecrübeli hekimler, eğitimli personel, kurumsallaşmış sağlık örgütü sayesinde yürütülen bütün bu çalışmalar, salgın hastalıklarla etkili mücadele için önemli yol kat edilmesini sağlamış ve 20. yüzyılın ilk yarısında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır.



Hastaneler ve sosyal yardım kurumları

Hastane mimarisi açısından bakıldığında, 19. yüzyılın Batı tipi geniş koğuşlu sistemi yerine, (Osmanlı darüşşifalarında da görülen oda sistemi gibi) pavyon sistemi geliştirilmiştir. Bunun ilk örnekleri, Bezmialem Vakıf Gureba (1845), Zeynep Kâmil (1862), 6. Belediye Dairesi (Beyoğlu Belediye Hastanesi) (1865), Haseki Nisa (Kadınlar) (1892), Darülaceze (1896), Hamidiye (Şişli) Etfal (1898) hastaneleridir.

Osmanlı Devleti’nde sağlık tarihinde önemli rol oynamış bir başka kurum olan Türk Kızılay Derneği (Hilal-i Ahmer Cemiyeti), savaşlar, doğal afetler, salgın hastalıklardan etkilenmiş insanlara yardım etmek üzere 1868 yılında kurulmuştur. Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay) sadece savaş zamanında ordunun yardımına koşan bir oluşum değildi. Doğal afetler, kitlesel göçler, salgın hastalıklarda halkın imdadına yetişen, hatta Kurtuluş Savaşı esnasında yıldızlaşan, ülkenin sosyal ve siyasal yapıtaşı niteliğinde bir kurumu olmuştur.

Fakir, muhtaç ve evsiz insanları himaye ederek, tıbbi tedavi veren bir bakımevi olarak planlanan Darülaceze Müessesesi 1896 yılında kurulmuştur. Bu kurumlar Osmanlı Devri’nden Cumhuriyet Türkiye’sine kuşaklar boyunca gelişerek günümüze dek gelmişlerdir.



Osmanı-Türk Tıbbının Bellibaşlı Simaları


Osmanlı-Türk tıbbında çalışmalarıyla önderlik etmiş bazı hekim ve bilim adamlarının faaliyetlerine kısaca bakalım.

Paris’te ünlü hekim ve araştırmacı Claude Bernard’ın asistanı olmuş Şakir Paşa (1849-1909), tıpta deneysel yöntemi Türkiye’ye getirmiş, bu alanda ders vermiş ve kitaplar yazmış bir akademisyen ve araştırmacı idi. Paris’teki uzmanlık döneminde parlak bir öğrenci olarak göze çarpmış, eğitiminin sonunda ülkesine dönerek, ömrünü bilimsel çalışmalara ve Tıbbiye’de öğrenci yetiştirmeye adamıştı.

Çok usta bir cerrah ve yetenekli bir hekim olan Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa (1866-1958), Paris Tıp Fakültesi’nde aldığı ihtisasın ardından, Türkiye’ye dönerek, devrinin asepsi ve antisepsi yöntemlerini Tıbbiye’de uygulaması ile tanınmıştır. Gayet kritik ve zor ameliyatları, kendi geliştirdiği tekniklerden de yararlanarak başarıyla gerçekleştirmesi, çok sayıda cerrahi aletin tasarımını da yapması, yurt içinde ve dışında yayınladığı pek çok bilimsel makale ona dünya çapında ün kazandırmıştı. Örneğin Moskova’da bir meme karsinomu ameliyatında atardamarı başarıyla dikmesi dünya literatürüne girmişti.
Resim 2: Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa (1866-1958)
Batıda X ışınlarının 1895 yılında keşfedilmesinden hemen sonra, röntgen tekniğini Fransızca bir tıp dergisinden öğrenen Dr. Esad Feyzi (1874-1902), ilk basit röntgen cihazını Tıbbiye’de mütevazi olanaklarla kurmuş ve ilk radyografileri almayı başarmıştır. O sırada Tesalya’da patlak veren Türk-Yunan savaşında (1897) cepheden getirilen yaralı askerler üzerinde röntgen tekniğini uygulama önerisinde bulunmuştur. Opr. Dr. Cemil Paşa’nın da desteğiyle, arkadaşı Dr. Rıfat Osman ile beraber, Yıldız Hastanesi’nde, bu tekniği yaralı erlerin vücutlarındaki kırık, çıkık ve mermi parçalarının radyografiyle tespit edilmesini sağlayan hekim grubu içinde yer almıştır.
Resim 3: Dr. Esad Feyzi (1874-1902)
1897’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olan Dr. Esad Feyzi, Tıbbiye’de asistan olarak, fizik, jeoloji ve mineroloji derslerini vermekle de görevlendirilir. Esad Feyzi Bey, X-ışınlarının tıbbi amaçla kullanımını (radyoloji) ders müfredatına sokulmasını sağlayan hekimdir. Cerrahi kliniği şefi Cemil (Topuzlu) Paşa’dan izin alarak burada bir “röntgen ışınları ile muayene” şubesi açılmasını sağlar ve ömrünün sonuna kadar bu bölümde çalışır, asistan eğitir. Bir yandan da radyolojik çalışmalarını Röntgen Şuâ’âtı ve Tatbikat-ı Tıbbiye ve Cerrahiyesi (Röntgen ışınlarının tıbbi ve cerrahi uygulaması) ismiyle kitap halinde toplar. Önsözü yazan Cemil Paşa’nın ifadesine göre, 176 sayfalık bu kitap, röntgen konusunda ülkemizde yazılmış ilk klinik radyoloji eseridir. Ne yazık ki basılamadığı için uluslararası literatüre geçememiştir. Kitap, Esad Feyzi’nin iki yıl boyunca radyolojik uygulama ve denemelerini, bu konudaki gözlem ve düşüncelerini içerir. Sonunda Dr. Esad Feyzi tarafından çekilen 12 adet radyografi yer almaktadır. Esad Feyzi, 1897 Türk-Yunan harbinde, radyografi ve radyoskopi uygulamalarını, gözlem ve istatistiklerini yayın haline getiremediğinden, bu öncü uygulama dünya literatürüne geçememiştir. Ancak 1899’da klinik radyoloji uygulamalarını ve Yıldız Hastanesi’ndeki çalışmalarını kapsayan uzunca bir makaleyi Nevsal-i Afiyet’te yayınlamıştır. 1902 yılında yüzünde çıkan bir çıbanın erisipelasa dönüşmesi ile menenjitten genç yaşta hayatını kaybeder.

Tıbbiye’den mezuniyetinin ardından Paris Tıp Fakültesi’nde göz hastalıkları ihtisası yapan, Viyana ve Berlin’de de alanında araştırmalar yapan Dr. Esat (Işık) Paşa (1865-1936) mahir bir hekimdi. Oftalmaskop üzerinde düz ve konkav aynalar taşıyan retinoskopi aletini geliştirerek oftalmolojiye önemli katkıda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Sağlık Bakanı olarak görev yaptığı sırada, İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetlerince Malta’ya sürgün edilen aydınlar arasındaydı.

Ömrünün yarısı 19. yüzyılda, Osman­lı İm­­­­paratorluğu’nun son dönemin­de, diğer ya­­­­rısı ise genç Türkiye Cum­huriyeti’nin ilk ku­­şaklarında geç­miş olan Prof. Dr. Be­sim Ömer Akalın (1862-1940), hayatı, yetiştiği ortam, eği­­ti­mi, mes­­leki, idari görevleri ile örnek bir ya­­­­şam sergilemiş; üstlendiği görevler ve faa­­liyetleri ile Türk eğitim ve sağlık ta­ri­­­hi­ne önemli katkılar getirmiş, ül­kemizde do­­­ğum bilgisi, çocuk sağlı­ğı ve has­ta­lık­la­rı, ka­­dın hastalıkları dalların­da; ebe, hemşire ve has­tabakıcılık eği­ti­min­­­de önemli hiz­met­ler­­­de bu­lun­­muştu. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin yeniden canlanmasında, çağdaş ebelerin, hemşirelerin yetişmesinde, Çocuk Esirgeme Kurumu (o zamanki adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti)’nun oluşumunda, onun başarılı organizasyonu ve liderliğinin payı vardır. Ülkesine yaptığı sayısız hizmetlerden biri, tüm 19. yüzyıl boyunca eksikliği defalarca vurgulanmış olan kadın doğum kliniğinin (Vilâdethane) Tıp Mektebi içinde açılmasını sağlamasıdır (1894). Üstelik bu alanlarda yüzlerce akademik ve popüler kitap ve yazı kaleme almıştı. Kaynaklar, yaşadığı devirde her annenin ya da anne adayının başucunda onun yazdığı bir kitabın bulunduğunu kaydeder.
Resim 4: Prof. Dr. Be­sim Ömer Akalın (1862-1940)
Tıp tarihimize ve sağlık hayatına büyük katkıları olan bir başka hekim de Akil Muhtar (Özden)’dir. II. Abdülhamid yönetimi muhaliflerinden olduğu için yurt dışına çıkmak zorunda kalmış ve İsviçre’de tıp eğitimi almıştır. İttihat ve Terakki yönetiminin 1909’da daveti ile üzerine ülkesine dönerek, Tıbbiye’de önce halk sağlığı, daha sonra da asıl uzmanlık dalı olan farmakoloji derslerini vermişti. Dünyaca ünlü farmakolog Prof. Dr. Akil Muhtar Özden (1877-1949), geliştirdiği santonin karaciğer testi ile ve kobay deri refleksi, dijital glukozoidlerin kardiyak etkisi tanımlarıyla da uluslararası bilim literatürüne girmiştir.

Kardeşi Celâl (Muhtar) Bey (1865-1847) tricophytonun patojen ajanlarını ortaya koymuştur.



Mazhar Osman (Uzman) Bey (1884-1951) Türkiye’de psikiyatrinin temelini atan hekimdir. Merkezi sinir sistemi sifilisi ve şizofreni üzerine birçok araştırması yayınlanmıştır. Uzun yıllar bugünkü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin (o dönemde bilinen ismiyle Reşadiye Kışlası) başhekimliğini de yapmış ve modern psikiyatrik tedavi yöntemlerini uygulamış olan Dr. Mazhar Osman halk tarafından da çok sevilen bir hekimdi.

Çok çalışkan ve kendini mesleğine vakfetmiş bir hekim olan Dr. Hulusi Behçet (1889-1948), 1947’de “Behçet Sendromu”nu bularak (morbus Behçet), dünya tıp literatüründe çok önemli bir yer kazanmıştır.


Sonuç

Bu öncü hekim ve bilim insanları çalışmalarıyla kendilerinden sonra gelen nesillere önderlik etmişlerdir. Tıp tarihimizin 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başındaki bu kısa özeti, çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, bilimsel aklı yaşam kılavuzu olarak seçmiş Türkiye toplumunun öyküsüdür. Bu seçimi ve gelişim çizgisi ile hem Batı hem de Doğu için örnek olmuştur.


Kaynaklar

  1. Altıntaş A. Tıphane-i Amire ve 14 Mart Tıp Bayramı. Tarih ve Toplum, 1993;117:45-56.

  2. Esad Feyzi, “Röntgen Şuâ’âtının suret-i istihsali, havassı, mahiyeti, tatbikat-ı tıbbiyesi” (Röntgen ışınlarının elde edilmesi, özellikleri, tıbbi uygulaması), Nevsal-i Afiyet, yay. B.Ömer, İstanbul 1315 (1899);1:223-234.

  3. Özaydın Z. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti salnamesine göre Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin kuruluşu. Tıp Tarihi Araştırmaları, 1990;4:70-77;

  4. Mardin Ş. Türk Modernleşmesi, Der. M Türköne, T. Önder, İletişim yay. 16. baskı İstanbul 2006.



  1. Tucker E. Osmanlı Modernleşmesinde Kızılay’ın Rolü: Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti. Toplumsal Tarih. 2006:32-37

  2. Unat EK. Türk cerrahisinde Dr. K.A. Bernard ve Muallim Dr. Konstantin Karateodori. Haseki Tıp Bülteni.1986; 24(3): 241-243.

  3. Ülman YI. Journal de Constantinople'a Göre Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne'nin Galatasaray Dönemi. Yüksek lisans tezi.İ.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1994

  4. Ülman YI. Gazette Médicale de Constantinople’un Tıp Tarihimizdeki Önemi. Doktora Tezi, İ.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1999.

  5. Ülman, YI. Ange guardien des femmes et des enfants: Prof. Dr. Besim Ömer Pacha (1862-1940). Médecins et Ingénieurs ottomans à l’âge des nationalismes, ed.: Méropi Anastassiadou-Dumont, Institut Français d’Etudes Anatoliennes Paris: Maisoneuve&Larose, 2003: 101-123.

  6. Ulman YI, Livadas G, Yildirim N, The Pioneering Steps of Radiology in Turkey (1987-1923). European Journal of Radiology. Elsevier 2005;55(3):306-310,.

  7. Ulman YI. Les premiers pas de l’anesthesie au chloroforme en Turquie dans l’Empire Ottoman. Annales Françaises d’Anésthesie et de Réanimation, Nantes-France, Elsevier 2005;24(4):377-382.

  8. Ulman, YI. A pioneering book of pediatrics on prematural care in Turkey during the Ottoman Empire. Proceedings of the 40th International Congress on the History of Medicine, Budapest-Hungary, August 26-30th, 2006; 1:259-260.

  9. Ulman YI. The Imperial School of Medicine of Galatasaray, as an example of Medical Modernization in Turkey. Proceedings of the 40th International Congress on the History of Medicine, Budapest-Hungary, 2006; 2:453-455.

  10. Ülman YI, Ülkemiz ve Dünya Radyolojisine Katkılarıyla Dr. Esad Feyzi, Doktor, 2006;6(31):38-41.

  11. Yarar NR, Ünver S. Esad Işık Paşa 1865-1936, İstanbul 1972.

  12. Yıldırım N. Türkçe basılı ilk tıp kitaplari. Journal of Turkish Studies, In Memoriam Ali Nihad Tarlan, ed. S.Tekin, G.A.Tekin, vol. 3, Cambridge (Britain), 1979: 443.

  13. Yıldırım N. Evvel Zaman İstanbul’unda Sağlık. Istanbul İstanbul: Tarih Vakfı yay. 2004: 57-65.

  14. Yıldırım N. Kolera salgınlarında alınan karantina önlemleri ve Osmanlı toplumsal yaşamındaki yansımaları (1831-1918), IX. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri. ed. E. Kahya, S. Şar, A. Ataç, M. Mazıcıoğlu, Nobel yay. Kayseri 2006: 328-341.

  15. Yıldırım N. Tersane-i Âmire Fabrikalarında Tebhir Makinesi/Etüv Üretimi ve Kullanımı. Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyumu Bildirileri, Ed. S.F.Göncüoğlu, Kadir Has Üniversitesi Yay. İstanbul 2004:421-431.

  16. Yıldırım N. Darülaceze Müessesesi Tarihi, İstanbul 1996.

CUMHURİYET DÖNEMİ TIBBI
Prof. Dr. Zuhal ÖZAYDIN
Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı Kemal Zaim Sunel’in, Şevket Süreyya Aydemir’i 1927 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Teknik Öğretim Genel Müdür yardımcılığına atarken; "Hangi ülke, çocuklarına bizim ülkemiz kadar muhtaçtır? Hangi millet bizim kadar fakirdir? Öyle bir işin içine girdik ki, herkes dağarcığında ne varsa ortaya dökmelidir." sözleri Cumhuriyet’in dördüncü yılında Türkiye’nin ilerleme ve kalkınma yoluna hangi koşullarda girdiğini gösteriyor. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren eğitimden üretime, sağlıktan maliyeye Türkiye neredeydi? Bugün geldiğimiz yeri anlayabilmemiz için yalnız düşmanla değil tüm alanlarda imkansızlıklarla savaşılan gerçekten çok acıklı yılları bilmek gerekir.

Zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı, daha sonra girişilen yenilik ve büyük başarılarla dolu Cumhuriyet dönemi çalışmaları günümüz insanının inanmakta zorluk çekeceği imkansızlıklar içinde gerçekleştirildi. Ülke kalkınmasının her alanı için öncelikle kadrolara gereksinim vardır. Gerek Kurtuluş Savaşı sırasında girişilen çalışmalar gerek genç Cumhuriyet, eğitimli ve deneyimli kadrolardan yoksundu. Yoksul ve zaten az olan nüfusun yarıdan fazlası sıtma, trahom, verem, frengi gibi hastalıklardan kırılıyordu. Ülkenin sorunu sadece sağlık alanında da değildi. Türkiye iktisattan, ziraata, eğitimden sanayie bir ülkenin ilerlemesi için olmazsa olmaz kurumlarına sahip değildi. Bu yoksunluklar içinde amaç, hangi koşulda olursa olsun ülkenin öncelikle düşman istilasından kurtarılmasıydı. Bütün olumsuzluklara rağmen gerek düşmanla gerek kalkınma alanlarında yapılan savaşlarda elde edilen başarıların itici gücü ülkeye bağlılık ve sevgiydi.

İnsanın temel haklarından olan sağlıklı yaşama ve hastalandığında tedavi edilme hakkını kullanabilmesinin yasalarla güvence altına alınması genç Cumhuriyetin en önemli hedeflerindendi.

Cumhuriyet öncesi ülkemizin büyük sağlık sorunlarının sebepleri nelerdi? Büyük toprak kayıplarının yanı sıra kolera faciası ve yüz binlerce göçmenin aç ve açıkta Anadolu vilâyetleri ve İstanbul’a gelmelerine sebep olan Balkan Savaşı (1912-1913), bu Savaşın yaraları kapanmadan başlayan I. Dünya Savaşı (1914-1918) ve 1919-1922 yılları arasında süren Milli Mücadele, ülkeyi yalnız ekonomik açıdan değil sağlık açısından da çok zayıf düşürmüştü. Ülkenin sağlık sorunlarının çözümüne yönelik ilk adımlar Cumhuriyetten önce, Ankara hükümeti tarafından atıldı.



Kurtuluş Savaşı Yılları ve Sağlık Bakanlığının Kurulması

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86'sına ulaşıyordu. Yeterli ilaç yoktu. Halkın ve Ordunun karşı karşıya olduğu gıdasızlık, ilaçsızlık, yaygın bulaşıcı hastalıklara rağmen Sağlık Bakanlığı Kurtuluş Savaşı’nın o zor yıllarında kuruldu.

Ülkenin karşı karşıya olduğu büyük sağlık sorunlarını çözme girişimleri Cumhuriyetin ilanından önce 23 Nisan 1920’de kurulan Millet Meclisinin önemli gündemini oluşturuyordu.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde sağlık hizmetleri Dâhiliye Nezareti’ne bağlı ikinci derecede bir devlet örgütü tarafından yürütülürken, Ankara’da kurulan Milli Hükümet, 2 Mayıs 1920’de üç sayılı kanunla, sağlık sorunlarını bakanlık düzeyinde ele alacak olan “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı”nı kurdu (O dönemdeki adıyla Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti). Ankara’da kurulan Milli Hükümet’in sağlık sorunlarının çözümü için bakanlık kurması, dünyadaki ilk örneklerindendi. İlk Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Adnan Adıvar’ın görevinden ayrılması ile 10 Mart 1921’de büyük bir teşkilatçı olan Dr. Refik Saydam, Dr. R. Saydam’ın istifası ile 24 Aralık 1921’de Dr. Rıza Nur Sağlık Bakanlığı görevini yürüttüler.



Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın en çetin zamanlarında ve mali güçlüklere rağmen, Sağlık Bakanlığı görevlileri de gece ve gündüz aralıksız çalışarak ülkenin sağlık sorunlarına çözüm getirmeye çalışıyordu. İleri hamleler ise Cumhuriyet’ten sonra gerçekleştirilebilecekti.

Yeni Bakanlık göreve başladığında elde mevcut bilgi ve kayıt yoktu. Önce görevde olan hekimlerin isimleri telgrafla istenerek kayda alındı. İstanbul Hükümeti’nin kanun ve nizamnameleri elde edildi, bu kanun ve nizamnameler ihtiyaca yetmediği için yeni usul ve kadro oluşturuldu. 1920 yılında 260 olan doktor sayısı, 1921'de 312, 1922'de 337'ye çıkarıldı, 434 sağlık memuru istihdam edildi.

Göçmen işleri İç İşleri Bakanlığından alınarak Sağlık Bakanlığına devredildi. Balkan Savaşından itibaren başlayan binlerce göçmenin sorununa, Kurtuluş Savaşı yıllarında düşman işgaline uğrayan bölgelerden içerilere doğru göç başlaması sorunu da ekledi. Yüzbinlere varan göçmenlerin yemek, barınma ve iskân sorunları halledildi.

Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra, geri alınan bölgelerdeki halka yiyecek, eşya ve para yardımı yapıldı. 1923 yılı başlarında Sosyal Yardım şubesinin kapsamı genişletildi “Yetim Çocuklar Genel Müdürlüğü” kuruldu. Anadolu’da gerekli yerlerde yetim ve öksüzler için yurtlar açıldı. İşgalden kurtulmasından sonra İstanbul’da bulunan çocuk yurtları da Bakanlığa bağlandı. İstanbul’daki yurtlardan biri trahomlu çocuklar için hastane haline getirildi.



Atatürk Millet Meclisi’nin kurulmasından bir yıl sonra 1 Mart 1921 tarihinde Meclisin yeni dönem açılış yılı nedeniyle yaptığı konuşmada geçen bir yıl içinde sağlık sorunlarına henüz istenilen düzeyde bir çözüm getirilemediğini üzüntü ile dile getiriyordu. Bir yıl sonra 1 Mart 1922 yılında yaptığı konuşmada ileride Türkiye’de uygulanacak temel sağlık politikasının nasıl olacağının temellerini belirtiyordu. Atatürk’ün çizdiği çerçeve içindeki sağlık politikası; ulusun sağlığını koruma ve geliştirme, ölüm sayısını azaltıp nüfusu çoğaltma, toplumsal ve bulaşıcı hastalıklarla mücadeleydi. Olumlu sağlık koşullarının sağlanması ile devlet; güçlü, çalışma kapasitesi yüksek, ülkeye yararlı bireyler kazanacaktı. İnsan sağlığının ekonomik ve toplumsal öneminin anlaşılmaya başlanması ve bu yöndeki politikaların oluşturulması süreci Atatürk tarafından benimsenmişti ve Cumhuriyet’in temel sağlık politikasını oluşturan önemli sorunlardan biriydi. Görüldüğü gibi Atatürk, sağlık sorununu yalnızca bireysel bir sorun ve hastalık tedavisi olarak ele almadı. Sağlık sorunlarına, toplum sağlığı sorunu olarak yaklaştı ve bu sorunların çözümünü devletin temel görevi olarak değerlendirdi. Şöyle diyordu: "Ulusun tüm bireylerinin sağlıklı olmaları için sağlık koşullarını gerçekleştirmek devlet durumunda bulunan siyasal kuruluşun en birinci görevidir." Atatürk’ün burada dikkat çektiği nokta; devletin devlet olabilmesi için halk sağlığına eğilmesinin gerektiğini vurgulamasıdır. Atatürk için, "halk sağlığı ve halkın sağlamlığı" her zaman üzerinde durulacak olan ulusal bir sorundur.

Salgın hastalıklarla mücadele için 1920 yılında, yabancıların hayal olarak nitelendirdikleri yerli aşı üretimine geçildi. Sivas'ta üretilen üç milyon çiçek aşısının tümü halka uygulandı. 1921'de, bir yıl önce üç milyon ünite üretilen çiçek aşısı miktarı 5 milyona çıkarıldı. Sivas'taki aşı üretim merkezi genişletilerek bir yıl içinde 537 kilo kolera, 477 kilo tifo aşısı üretildi ve bu aşıların tümü halka uygulandı. İstanbul ve Sivas'tan sonra Diyarbakır'da da bakteriyoloji, kimya laboratuarı ve aşı merkezi birimlerine sahip sağlık merkezi kuruldu. Afyonkarahisar, Eskişehir ve Niğde gibi illerde tıbbi temizleme (sterilizasyon) merkezleri açıldı. Urla ve Sinop karantina merkezleri bakımdan geçirilerek yeniden devreye sokuldu. Devlet 1000 kg kinini Ziraat Bankası aracılığıyla hastalara dağıttı. Devlet hastanelerine başvuran 30 bin hastanın 20 bini tedavi edildi. Bütün bunlar, yoksunluk içinde sürdürülen Kurtuluş Savaşı sırasında gerçekleştirildi.

Büyük komutan Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde savaş alanlarında kazanılan zaferler 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile sonuçlandı. Ülkenin çok büyük sağlık sorunları vardı. Savaş artık başka bir alanda, hastalıklara karşı yapılacaktı.


Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə