13
www.ozetkitap.com
KALLIOPE VE KARA TAŞ
ANT K ÇAĞLARIN yedi harikasından biri, anıtsal Eski Yunan mimarisinin eşsiz bir
örneği olan Anadolu’daki antik Efes kentinde inşa edilen Artemis (Diana) Tapınağıydı.
Kutsalların Kutsalı yani bu tapınaktaki kutsal nesnelerden en önemli sayılanı kocaman siyah
bir kaya kütlesiydi. Gökten düşen ve muhtemelen metalik yapıdaki bu kaya, tanrılardan bir
işaret, belki de Avcı Diana’nın sembolü olan hilal biçimli aydan fırlatılmış bir ok başıydı.
Sadece birkaç yüz yıl sonra- hatta aynı zamanlarda çok sayıda insanın inanışına göre
Arap Yarımadasına gökten başka bir büyük, siyah kaya parçası düştü. Taş, slamiyet öncesi
dönemde, düştüğü yerde bulunan Kabe adlı Mekke tapınağına yerleştirildi ve bir çeşit tapınma
objesine dönüştürüldü. Ardından MS 7. ve 8. yüzyıllarda Muhammed’in önderliğinde
slamiyet’in şaşırtıcı başarısı geldi. Muhammed’in yaşamının şekillenmesinde, hayatının
büyük bir bölümünü yakınında geçirdiği bu büyük siyah taşın varlığının rol oynadığı
düşünülebilir. Taşın daha önceki kutsallık statüsü slamiyet’e taşınmıştır ve bugün Mekke’ye
yapılan her kutsal hac ziyaretinin temel ilgi odağı- içine konulduğu Kabe ile birlikte- yine bu
taştır. (Bütün dinler kendilerinden önce ortaya çıkmış mevcut gelenekleri benimsemişlerdir.
Mesela, eskiçağdaki ilkbahar gündönümü bereket kutlamalarının günümüzde boyalı
yumurtalar ve sevimli yavru hayvanlar ile yapılan bir Hıristiyan kutlamasına dönüşmüş hali
olan Paskalyayı düşünün. Gerçekte Paskalya (Easter) adı, bazı etimolojilere göre, büyük
Yakın Doğu ana tanrıçasının adı Astürte’nin zamanla değişime uğramış halidir.)
Gökten hala kayalar düşüyor, çiftçiler hala zaman zaman sabanlarını bunlara çarparak
kırıyorlar; müzeler hala bunlar için para ödülü veriyor ve çok ender olarak da, bir evin
saçağını sıyıran bir tanesi, hipnotize olmuşçasına televizyon izlemekte olan bir aileyi kıl payı
geçip yere çakılabiliyor. Bu cisimlere göktaşı adını veriyoruz.
Mars ile Jupiter’in yörüngeleri arasında düzensiz şekilli ve fırıl fırıl dönen binlerce
küçük dünya var. Bunlara asteroit veya planetoit deniliyor.
Asteoroitlere keşif sırasını gösteren numaralar verilir. Asteroitler çok küçük olduğu
için çekim kuvvetleri düşüktür ve çarpışma parçacıkları uzaya sıçrayıp koptuğu asteroitten
hafifçe farklı bir yörüngeye yerleşir. Bu çarpışmalar sonucunda zaman zaman kopan
parçaların tesadüfen Dünya’nın yörüngesiyle çakışıp atmosfere düşebileceği ve atmosferde
tamamen yanıp kül olmaktan kurtularak, olayı hayretle izleyen bir kabile üyesinin ayaklarının
dibine düşebileceği hesaplanabilir.
Dünya’ya düşmüş göktaşlarının sadece küçük bir yüzdesi karbonumsudur, ancak
karbonumsu göktaşları yanmaya çok elverişlidir ve Dünya’daki tipik hava koşullarında hemen
toz haline gelirler. Ayrıca muhtemelen Dünya atmosferine girdikleri anda da parçalanmaya
daha yatkınlar. Elimizde belki asteroitlerden gelmemiş olan göktaşları da olabilir. Adı sanı
duyulmamış bir müzede, yeni oluşmuş bir kuyrukluyıldızdan veya Merkür yüzeyinden veya
Jupiter’in uydularından parçalar hiç umursanmaksızın tozlanmaya terk edilmiş olabilir. Ancak
açıkça görülüyor ki göktaşlarının kökeniyle ilgili gerçek tablo yavaş yavaş gün yüzüne
çıkıyor.
Gökteki en yakın komşumuz Ay’a –Apollo serisi uzay araçlarıyla yapılan altı başarılı
insanlı yolculuk dışında- onun yakınından geçen, çarparak iniş yapan, yumuşak iniş yapan,
yörüngede kalan, yerde kendi kendine dolaşan ve örnek toplayan insansız uzay araçları
gönderdik. Merkür’e bir yakından geçen; Venüs’e yörüngede kalan, atmosferde araştırma
yapan ve iniş yapan araçlar; Jüpiter ile Satürn’e yakından geçen keşif araçları gönderdik:
Mars’ın iki küçük uydusu Phobos ile Deimos yakından incelendi ve Jüpiter’in birkaç
uydusuna ait hayal kırıklığı yaratan görüntüler elde edildi.
Jupiter’deki amonyak bulutları ve muazzam fırtınalar; uydusu o’nun soğuk, tuz kaplı
yüzeyi; Merkür’ün göz alabildiğine uzanan, kraterlerle delik deşik ıssız bölgeleri ve bulutların
asit yağmurundan doluştuğu, fakat güneşin daimi bulut tabakasından yayılan ışığın, tepelik
manzaranın her yerinde sıcaklığın 900
o
F olması yüzünden devamlı yağan yağmurun yüzeye
hiç değmediği, en yakınımızdaki komşu gezegen Venüs’ün vahşi doğasına ait ilk
görüntülerini yakalamayı başardık.
14
www.ozetkitap.com
Ve Mars...
Eski çağlardan kalma nehir yatakları; kutuplardaki devasa buzullar;
neredeyse 24.500 metre yüksekliğinde bir yanardağ; şiddetli rüzgar fırtınaları, hoş öğle üstü
manzaraları; ve en büyük soruya cevap bulma konusunda ilk öncü girişimimizde bizi
başarısızlığa uğratmasıyla öylesine derin bir muamma ve coşku kaynağı Mars! 16. ve 17.
yüzyıllarda ngiltere, Fransa, spanya, Portekiz ve Hollanda ayrı ayrı geniş ölçekli global
keşifler başlatarak birbirleriyle kıyasıya bir rekabete girişmişti. Ancak göründüğü kadarıyla
bu keşif rekabetini doğuran o zamanki ekonomik ve dinsel sebepler bugün artık mevcut değil.
Bu yüzden gezegenlerin araştırılmasındaki ülkesel rekabetin en azından yakın gelecekte barış
ortamı içinde geçeceğini rahatça söyleyebiliriz.
Son yıllarda bütün NASA bütçesi, federal bütçenin yüzde birinden çok daha aşağılarda
yer aldı. Gezegensel bilim topluluğunun yeni misyonlar için yaptığı başvurular sürekli
reddedildi. Bir senatörün bana açıkladığı gibi, Yıldız Savaşları ve Uzay Yolu’na rağmen halk,
Kongreye gezegen araştırmalarını destekleyen yazılar göndermedi ve bilimcilerin etkin bir
lobisi yok. Ve bütün bunlara rağmen ufukta müthiş bir halk ilgisiyle olağanüstü bilimsel
fırsatı birleştirebilecek bir dizi misyon var.
Güneş
Yelkeni ve Kuyrukluyıldız Buluş
ması.
Her bir kenarı yaklaşık 1,5 km
uzunluğunda, en ince dayanıklı polyester filmden bile daha ince dört köşe bir yelkenle,
gezegenler arası uçuşlar konvansiyonel roket motorlarının vereceği itiş gücüyle yapılacak
olandan daha verimli bir şekilde gerçekleştirilebilir. Yelken Dünya yörüngesine insanlı bir
uzay mekiği taşıyabilir.
Mars yüzey gezginleri.
Viking misyonundan önce Mars’a hiç bir dünya aracı başarıyla
inememişti. Birkaç başarısız Sovyet girişimi olmuş, bu başarısızlıklardan birisi muhtemelen
Mars yüzeyinin engebeli yapısından ötürü meydana gelmişti. Bu yüzden Viking 1 ve Viking
2, muazzam bir çaba sonucunda Mars’ta bulabileceğimiz en sıkıcı iki noktaya inmeyi başardı.
Titan iniş aracı.
Titan, hem Satürn’ün hem de güneş sisteminin en büyük uydusudur.
Mars(tan daha yoğun bir atmosfere sahip olmasıyla dikkati çeken Titan, muhtemelen organik
moleküllerden oluşma kahverengimsi bir bulut tabakasıyla kaplıdır. nsansız bir Titan keşif
aracı ve iniş, Satürn yörünge misyonunun bir parçası olabilir.
Venüs Yörüngesel Görüntüleme Radarı.
Sovyet Venera 9 ve 10 misyonları Venüs
yüzeyinin ilk yakın plan çekimlerini gönderdi. Gezegen bilimcilerce öne sürülen bir Venüs
yörüngesel görüntüleme radar, Venüs’ün bir kutuptan öteki kutba radar fotoğraflarını
Dünya’dakinden çok daha küçük detaylarla elde edebilir ve bu fotoğraflar Mariner 9’un 1971-
1972’de Mars’ta çektikleriyle kıyaslanarak Venüs yüzeyini keşfetmede bir başlangıç
oluşturabilir.
Güneş Araştırması.
Güneş’e daha yakından göz atmak, onun Dünya’ya olan etkilerini
anlamamıza yardımcı olabilir ve Einstein’ın Genel zafiyet Teorisi gibi kütle çekimiyle ilgili
teorileri sınamak içi hayati fırsatlar sağlayabilir.
Bir Güneş keşif misyonu iki sebepten ötürü zor:
1.
Aracın güneşe yönelebilmesi için Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş
hareketinin etkisinden kurtulabilmesi;
2.
Keşif aracının Güneş’e yaklaşmasıyla ortaya çıkacak dayanılmaz sıcaklık.
Güneş’e oldukça yaklaşan bazı asteroitler var. Güneş keşif aracımız böyle bir
asteroitin gölgesinde (ve aynı zamanda asteroitle ilgili gözlemler de yaparak) Güneş’e
yaklaşabilir. Asteroitin Güneş’e en yakın olduğu noktada, ısıya dirençli sıvıyla doldurulmuş
keşif aracımız asteroitin gölgesinden sıyrılır ve eriyip buharlaşıncaya kadar Güneş’in
atmosferinin derinliklerine yol alır.
nsanlı Misyonlar.
Yaklaşık bir hesaba göre insanlı uzay yolculukları insansızlara
oranla 50-100 kat daha masraflıdır. Üzerinde en çok konuşulan insanlı misyonlar, Dünya
yörüngesindeki uzay istasyonları ve daimi bir Ay üssüdür.
Bu birkaç on yıllık dönemin bir geçiş dönemi olacağı açıkça belli. Kendi kendimizi
yok etmediğimiz sürece, insanlık bir daha asla tek bir dünyayla kısıtlı olmayacak. Neredeyse