Microsoft Word broca'nin beyn\335- carl sagan 05 02 2014. doc



Yüklə 307,73 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/10
tarix17.04.2018
ölçüsü307,73 Kb.
#38962
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

 

www.ozetkitap.com 



 

 

okullarından birisi  ya da Birinci Dünya Savaşında Fransa ordusuna alınan Batı Afrikalıların 



Avrupa’daki temaslarının sonucuydu. 

Acaba  Dogonlar  –kendi  mitolojilerinde  zaten  önemli  bir  yer  tutan-  Sirius  yıldızı 

hakkında Avrupalı birinden duydukları olağanüstü yaratıcı bir hikayeyi ziyaretlerine gelen bir 

Fransız  antropoloğa  itinayla  gerisin  geri  anlatmış  olamazlar  mı?  Bu,  dünya  dışı  uzay 

gezginlerini  eski  Mısır’ı  ziyaret  etmesinden,  söze  dayalı  bir  avuç  bilimsel  verinin  bir  yıl 

boyunca muhafaza edilebilmesinden, üstelik sadece Batı Afrika’da görülmesinden daha akla 

yakın değil mi? 

Böylesi  bir  efsanenin  dünya  dışı  varlıkların  geçmişte  dünyayı  ziyaretine  dair  sağlam 

kanıt sağlayabilmesi zor, çünkü çok fazla açığı, çok fazla alternatif çözümü var. Eğer dünya 

dışı  zeki  yaratıklar  varsa,  bence  onları  gezegenler  arası  insansız  uzay  araçları  ve  büyük 

teleskoplar yardımıyla bulma olasılığımız çok daha yüksek 

 

 

TANRININ HABERC S  NORMAN BLOOM 

Ş

ÜPHEC LER   TANRININ  veya  tanrıların  varlığına  rasyonel  fikirler  çerçevesinde 



inandırabilmek  için  insanlık  tarihi  boyunca  birtakım  girişimler  yapılmıştır.  Ancak  din 

bilimcilerinin  çoğuna  göre  ilahi  varlıkların  gerçekliği  sonuçta  bir  inanç  meselesidir  ve 

rasyonel  girişimlere  kapalıdır.  Aziz  Anselm,  mükemmel  bir  varlığı  hayal  edebileceğimize 

göre, onun var olması gerektiğini söylüyor; çünkü var olmanın mükemmelliği eklenmezse o 

varlık mükemmel olmazdı. Bu sözde varlık bilim tezi, ortaya atılır atılmaz iki saldırıya maruz 

kalmıştı:  



1.

  Tamamen mükemmel bir varlığı hayal edebilir miyiz?  

2.

  Var olmanın mükemmelliği arttırdığı kesin mi? 

Bilimi ilgilendiren temel meselelere daha derin bir yaklaşım sergileyen ilahi düzen ise 

daha  tanıdık  bir  tezdir.  David  Hume  bu  görüşü  hayranlık  uyandıracak  şekilde  özetlemişti. 

“Dünya’ya  şöyle  bir  bakın:  Bütünü  ve  her  detayını  iyice  inceleyin.  Göreceksiniz  ki, 

karşınızdaki giderek sonsuz küçük makinelere bölünen muhteşem bir makineden başka bir şey 

değil...  Bu  makinelerin  her  biri,  en  küçük    parçasına  dek,  derinlemesine  bakan  her  insanda 

hayranlık  uyandıracak  bir  şekilde  birbiriyle  uyumludur.  Doğadaki  bu  gizemli  neden  sonuç 

ilişkisi ondan tamamen üstün olsa bile her bakımdan tıpkı insani becerinin üretimine, insan 

tasarımına,  düşüncesine  bilgeliğine  ve  zekasına  benzer.  Şu  halde  sonuçlar  birbirine 

benzediğine  göre,  kıyaslamanın  bütün  kuralları  gereğince  sebeplerin  de  benzer  olmasına, 

yani  yetkileri  ve  güçleri  ortaya  koyduğu  eserin  ihtişamına  oranla  çok  daha  büyük  olsa  da 

Doğanın Yazarının, bir anlamda insani zekaya benzediği çıkarımına ulaşmamız gerekir.” 

Bunun ardından Hume, kendisinden sonra Emmanuel Kant’ın da yaptığı gibi bu fikre 

karşı  amansız  bir  saldırıya  girişiyor  ve  bunu  yaparken  19.  yüzyılın  başlarında  ilahi  düzen 

tezinin  –örneğin  William  Paley’in  çalışmalarında  olduğu  gibi-  son  derece  popüler  olmasını 

umursamıyor. 

Tanrının  –özellikle  de  yeteri  kadar  hünerli  bir  Tanrının  var  olmadığı  elbette 

kanıtlanamaz.  Ancak  Tanrının  varlığıyla  ilgili  yetersiz  tezleri  değerlendirmeye  almamak,  en 

bilimsel ne de dinsel anlamda bir nezaket sayılabilir. 



NORMAN  BLOOM  kendisinin  sa  Peygamberin  kinci  Gelişi  olduğuna  inanan 

modern bir Amerikalı. Tanrının varlığını açıklamak üzere seçilmiş kişi olduğuna inanıyor. 

Bloom,  iddialarından  bir  başkasını,  “Kutsal  Kitap’ta  söz  edilen  Tanrının,  dünya 

tarihini binlerce yıldır kontrol  edip şekillendirdiğinin çürütülemez kanıtı,”

 olarak betimliyor.  

Eski  branilerin  çağdaşı  olan  Babilliler,  derin  bir  anlam  taşıyan  bu  tür  bir  sayısal 

rastlantıyı  iyi  biliyorlardı.  Buna  Saros  deniyordu.  Saros,  ardı  ardına  gerçekleşen  iki  benzer 

ay/güneş  tutulması  arasındaki  dönemdir.  Güneş  tutulmasında,  Dünya’dan  bakıldığında 

Güneş’le aynı büyüklükte (1/2) gözüken Ay, Güneş’in önünden geçmelidir. Ay tutulmasında  




 

www.ozetkitap.com 



 

 

ise,  Dünya’nın  uzaydaki  gölgesi  Ay’ın  önüne  geçmelidir.  Her  iki  tutulma  için  de  öncelikle 



Ay,  yeni  veya  tam  (dolunay)  olmalıdır;  böylece  Dünya,  Ay  ve  Güneş  bir  hizaya  gelir. 

Dolayısıyla tutulmanın tekrarı sürecinde kavuşum ayın işin içinde olduğu bellidir. Ancak bir 

tutulmanın  gerçekleşmesi  için  Al,  yörüngesindeki  düğümlerden  birine  de  yakın  olmalıdır. 

Dolayısıyla  düğüm  ayı  da  sürece  dahildir.  Küçük  bir  hesaplaşmayla  233  kavuşum  ayının 

241,9989 düğüm ayına eşit (veya 242’ye çok yakın) olduğu görülebilir. Bu da on sekiz yıl ve 

(aradaki  artık  gün  sayısına  bağlı  olarak)  on  veya  on  bir  günün  biraz  üzerindedir  ve  Saros’a 

uygundur. Rastlantı mı? 

Aslında güneş sisteminde buna benzer sayısal rastlantılar yaygındır. Merkür’ün dönüş 

hızının yörünge periyoduna oranı 2/3’tür. Venüs Güneş’in etrafını her dönüşünde, Dünya ile 

en yakın olduğu dönemde Dünya’ya bakan yüzünü hep aynı bölgeye denk getirmektedir. 

Bu sayısal rastlantıların hiçbiri Tanrının varlığını kanıtlamaz ya da eğer kanıtlıyorlarsa 

söz  konusu  sav  ispatlanamayacak  kadar  karmaşıktır,  çünkü  bu  etkilerin  sebebi  rezonans 

eşleşmeleridir. 

 

BLOOM,  ÇALIŞMALARINA  devam  ediyor.  Mesela  4  Temmuz  1976’daki  büyük 



beyzbol  liginde  alınan  sonuçlarda  13  rakamının  öne  çıkmasına  dayanarak  Amerika  Birleşik 

Devletlerinin,  Tanrının  çizdiği  kaderi  doğruladığını  gösterdi.  Benim  kendisine  meydan 

okumama  yanıt  olarak,  Bosna  tarihinin  bir  bölümünü  –en  azından  Birinci  Dünya  Savaşının 

patlak  vermesine  yol  açan  olayı,  Arşidük  Ferdinand’ın  Saraybosna’da  öldürülmesini- 

nümeroloji yoluyla çözümleme yolunda ilginç bir girişimde bulundu. 

Ben  Norman  Bloom’un  bir  çeşit  dahi  olduğuna  inanıyorum.  Eğer  yeterli  sayıda 

bağımsız  oluşum  incelenip  bunlar  arasında  bağlantılar  araştırılırsa  elbette  birkaç  tane 

bulunacaktır.  Buluş  öncesindeki  muazzam  çabayı  ve  bir  sürü  başarısız  denemeyi  değil  de 

sadece rastlantıları bilseydik, çok önemli bir buluş yaptığımıza inanabilirdik.  

Aslında  bu  sadece  istatistikçilerin,  “uygun  durumların  sayım  yanılgısı”  diye 

adlandırdığı  bir  olgudur.  Ancak  Norm  Bloom  kadar  rastlantı  bulabilmek  için  büyük  bir 

yetenek ve sebat gerekiyor. Matematik alanındaki cahilliklerini bir kenara koysak bile, ilgisiz 

halka Tanrının varlığını sayısal rastlantılarla göstermek bir bakıma karamsar, hatta ümitsiz bir 

amaç.  Bloom’un  yeteneklerinin  bir  başka  alanda  nasıl  fayda  sağlayabileceği  kolayca  hayal 

edilebilir.  Ama  ben  onun  yılmaz  sebatkarlığında  ve  çok  önemli  matematiksel  sezgisinde 

parlak bir taraf buluyorum. Hani neredeyse, ondaki bu yeteneklerin Tanrı vergisi olduğu bile 

söylenebilir. 

B L MKURGU: K Ş SEL B R GÖRÜŞ 

Bilimkurgunun en büyük yararlarından birisi, okuyucuya bilmediği veya anlayamadığı 

kavramlar hakkındaki bilgileri parça parça ipuçları, kelimeler, kalıplar halinde iletebilmesidir. 

Modern bilimkurgunun bir başka değerli yönü de ortaya çıkardığı bazı sanat akımları. 

Zihnimizde  başka  bir  gezegen  yüzeyinin  nasıl  olabileceğine  dair  bulanık  bir  göründü  elde 

etmek  başka,  aynı  manzaranın  formunun  zirvesindeki  Chesley  Bonestell  tarafından  titizlikle 

yapılmış bir tablosunu seyretmekse bambaşka bir şeydir. 

Bilimkurgu  temaları  günümüzde  biraz  farklı  kimliklerle  geniş  alanlara  yayılmıştır. 

Mesela  saac  Asimov  ve  Arthur  C.  Clarke  bilim  ve  toplumun  farklı  yanlarını  anlaşılır  bir 

ş

ekilde anlatan ve kurgu özelliği taşımayan mükemmel çalışmalar sunuyorlar. 



B L M  VE  KURGUNUN  kaynaştırılması  bazen  ilginç  sonuçlar  ortaya  çıkarıyor. 

Hayat mı sanattan esinleniyor yoksa tam tersi mi, ayırt etmek zor. Mesela Kurt Vonnegut Jr., 

Satürn’ün en büyük uydusunda atmosferik koşulların o kadar sert olmadığını öne süren The 

Sirens  Of  Titan

  (Titan’ın  Sirenleri)  adında  örnek  niteliğinde  muhteşem  bir  roman  yazdı. 

Birkaç sene önce aralarında benim de olduğum bazı gezegen bilimcileri, Titan’ın yoğun bir  



Yüklə 307,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə