5
www.ozetkitap.com
Bizler düşünen varlıklarız. Tür olarak izi ayırt eden faktör zekamız. Bu gezegeni
bizimle paylaşan diğer birçok hayvandan daha hızlı ya da daha çevik değiliz. Sadece daha
zekiyiz. Bilim ve teknolojiyi kullanmak bilimi anlayabilen bir topluluk olmanın sağladığı
müthiş pratik avantajın yanı sıra, entelektüel yeteneklerimizi kapasitemizin sonuna kadar
kullanmak olanağını tanır bize. Bilim, içinde yaşadığımız girift, hassas ve hayranlık
uyandırıcı evreni keşfetmek demektir.
Ve bilimle uğraşanlar bilirler ki ara sıra da olsa hissettikleri o müthiş haz, Sokrates’in
de söylediği gibi insanın duyabileceği zevkin doruk noktasıdır. Paylaşılabilir bir zevktir bu.
nsanlık tarihinde bir dönüm noktasındayız. Felaket ve umudun birbirine bu denli
yakın seyrettiği bir an daha önce hiç olmadı. Biz kendi evrimini kendi şekillendiren ilk canlı
türüyüz, Bilerek veya yanlışlıkla kendi kendimizi yok edebilecek araçlara ilk kez sahip
oluyoruz. Aynı zamanda bu teknolojik ergenlik döneminden, türümüzün bütün üyeleri için
tatmin edici ve zengin bir olgunluğa geçmemizi sağlayabilecek araçlara sahip olduğumuza da
inanıyorum. Ancak bu kavşakta çocuklarımızı ve geleceğimizi hangi yola sokacağımıza karar
vermek için çok fazla zamanımız yok.
PARADOKSÇULAR
KARANLIKTA GEZ NENLER VE GÖZ BAĞ
CILAR
B L M N SINIRINDA MANTIK VE SAÇMALIK
Aslına bakılırsa UFO’lar ve antik astronotlar üzerinde düşünmeye gerekli
gördüğümden daha fazla zaman harcadığımı biliyorum. Ve bence halkın bu meselelere
duyduğu ilgi kısmen iyi bir şey. Ancak modern bilimin ortaya koyduğu baş döndürücü
olasılıklara karşı sergilediğimiz açıklığı, sıkı bir şüphecilikle dengelemek zorundayız. Birçok
ilginç olasılık sonuçta tamamen yanlış çıkıyor. Bilgimizi ilerletebilmek için hem yeni
olasılıklara açık olabilmek hem de sıkı sorular sorabilmek gerekiyor.
Ve sıkı sorular sormanın ek bir getirisi var: Özellikle son on beş yıllık dönemde
Amerika’nın dinsel ve siyasal yaşamına aşırı bir safdillik ve zorlayıcı sorular sormak
konusunda bir isteksizliğin egemen olduğunu görüyoruz. Bunu sonucunda ulusal sağlımız
göze batacak derecede gerilemiştir. Tüketicinin kuşkucu olması demek, ürün kalitesinde
yükselme olması demektir. Hükümetlerin, kiliselerin ve okulların eleştirel düşünceyi teşvik
etmekte pek hevesli davranmamasının nedeni bu olabilir. Çünkü kendilerinin de zayıf
olduklarını biliyorlar.
Bilim, özellikle günümüzde halkın desteğine bağlıdır. Ne yazık ki halkın
çoğunluğunun çok yetersiz bir bilim ve teknoloji bilgisine sahip olması, bilimsel meselelerde
akılcı kararlar almayı güçleştirmektedir. Bilimde sahtecilik bazen kar getiren bir iştir ve bunu
tezgahlayanlar söz konusu meseleyle yakın ilişki içinde olmakla kalmayıp ondan büyük
paralar da elde ederler. Bu yüzden seve seve geniş kaynakları iddialarının desteklemeye tahsis
ederler.
Bugün Amerika’da hala eğer bir şey yazılıp basılmışsa doğrudur diye düşünen birçok
insan var. Halbuki kitaplarda o kadar çok açığa çıkmamış spekülasyon ve akla hayale sığmaz
saçmalıklar var ki, gerçeğin ne olduğuna dair ortaya tuhaf bir tablo çıkıyor.
Bilimciler de nihayetinde birer insandır. Tutkuları ateşlenince geçici bir süre için
disiplin ideallerinden kopabilirler. Ancak bu idealler ve bilimsel metot, etkinliğini çok büyük
ölçüde kanıtlamıştır. Dünya’nın gerçekte nasıl işlediğini bulmak, tahminler, sezgiler ve
dahiyane bir yaratıcılığın buluştuğu bir karışım gerektirir; ve bunlara ilaveten her adımı didik
didik inceleyen bir şüpheciliği, Bilimdeki hayret verici ve beklenmedik buluşları üreten şey,
yaratıcılık ve şüphecilik arasındaki bu gerilim olmuştur.
Bilimcilerin yeri kanıtlar veya yeni fikirlerin ışığında görüşlerini, hem de halkın
önünde, tamamen değiştirdikleri bilinir. Bir politikacı en son ne zaman benzer bir şeffaf olma
ve değişme isteği sergilemişti, ben hatırlayamıyorum.
6
www.ozetkitap.com
Bilimin sınırlarında gezinen birçok inanç sistemi taze bir deneyim yaşamamıştır.
Bunlar tamamen tanıkların ifadesinin doğruluğuna bağlı hikayelerdir ve genellikle bu
tanıkların güvenilmezliği tescillidir. Geçmişe dönük performans temel alındığında bu çeşit
inançların pek çoğu doğrulanmayacaktır. Buna rağmen böyle savların hepsini nasıl yüzeysel
değerleriyle kabul etmiyorsak, ret de edemeyiz. Örneğin gökten büyük taşların düşebileceği
fikri 18. yüzyıl bilimcilerine göre saçmalıktı: Thomas Jefferson da gökten taş yağacağına
inanmaktansa iki Amerikalı bilimcinin yalan söylediğine inanacağını belirtmişti.
Yine de gökten taş düşüyor. Bunlara meteor deniyor ve peşin hükümlerimiz de
meselenin gerçekliğine etki etmiyor.
Eleştirel ve şüpheci analiz, bilimde olduğu gibi günlük pratik meselelerde de
kullanılan bir metottur. Yeni veya kullanılmış bir araba alırken yazılı garanti istemeyi, test
sürüşü yapmayı, arabanın belli bölümlerini kontrol etmeyi bir ihtiyat tedbiri olarak görürüz.
Söz konusu noktalarda kaçamak cevaplar veren araba satıcılarına karşı çok dikkatli
davranırız. Gelgelelim sınır inançların uygulayıcılarından pek çoğu benzer bin inceleme
karşısında rahatsız olur.
Duyu ötesi algıya sahip olduğunu iddia edenlerin çoğu yakından incelendiğinde
yeteneklerinin azaldığını ileri sürmektedir. Sihirbaz Uri Geller, çatal kaşık ve anahtarları
bilimcilerin yanında gayet rahatlıkla eğip büküyor –gerçi kuşkucu bir illüzyonist topluluğu
karşısında bir gösteri yapma fikrini hakaret kabul ediyor-, ama çalışmalarında devamlı
doğayla karşı karşıya gelen ve insan algısının sınırlarını iyi bildikleri için aynı numaraları
kendileri de el çabukluğu marifetiyle yapabilen bilimciler için Uri Geller adil savaşan bir
rakip, Şüpheci gözlem ve tartışmanın baskılandığı yerde gerçeğin üzeri örtülür. Bu tür sınırda
gezinen inançları işleyenler, eleştiri karşısında sık sık geçmişte alay edilip gülünen dahiler
dikkat çekerler.
Ş
una kuvvetle inanıyorum ki, sahte bilime karşı en iyi panzehir bilimdir:
Bugün yaşayan Dogonların
1
sayısı en fazla birkaç yüz bin kadar ve bunlar
antropologların yoğun incelemelerine sadece 1930’lardan beri tabi tutuldu. Dogonların bazı
mitolojik öğeleri antik Mısır uygarlığındaki efsanelerle benzeşiyor ve bir kısım antropolog,
Dogonlarla antik Mısır uygarlığı arasında zayıf bir kültürel bağ olduğunu öne sürüyor. Dogon
astronomisinin en çarpıcı özellikleri 1930 ve 1940’larda çalışan Fransız antropoloğu Marcel
Griaule tarafından nakledilmiştir. Griaule’nin anlattıklarından şüphe etmek için bir sebep
olmamakla beraber, bu hayret verici Dogon inançlarına dair daha öncesine ait hiçbir Batılı
kaydın olmadığını ve bütün bilginin Griaule üzerinden aktarıldığını önemle belirtmeliyiz.
Hikaye, yakın zamanda ngiliz yazar R.K.G. Temple tarafından da geniş kitlelere
duyurulmuştur.
Daha da çarpıcısı, Dogonların gökyüzünün en parlak yıldızı Sirius hakkındaki
inançları. Öne sürdüklerine göre, Sirius’un, her elli senede bir onun yörüngesini dolaşan
(Temple bunu elips şeklinde bir yörünge olduğunu belirtiyor)
karanlık, gözle görülmeyen bir
arkadaş yıldızı var. “Sagala” adını verdikleri ve yeryüzünde bulunmayan bir metalden
yapılmış bu arkadaş yıldızın çok küçük ve çok ağır olduğunu söylüyorlar.
Dogonların sahip olduğu astronomi bilgisini teleskopsuz edinmek olanaksız. O halde
doğrudan ulaştığımız sonuç ileri düzeyde bir uygarlıkla temas ettikleridir. Geriye tek bir soru
kalıyor: Dünya dışı mı, yoksa Avrupalı bir uygarlık mı? Hangisi? Her yönüyle harika bir
düzmece hikayenin bütün yüzeysel işaretlerini taşıyan bu hayret verici Sirius mitinin, yakın
zamanlarda Dogonlarla ilişki kuran bilime hakim Avrupalıların marifeti olduğunu düşünmek,
dünya dışı bir uygarlığın kendini Dogonları eğitmeye vakfettiğini düşünmekten çok daha
inandırıcı. Bu batılı ilişki belki de Afrika’yı ziyaret eden Bir Avrupalıydı veya yerel Fransız
1
Dogon’lar: Afrika’nın Mali Cumhuriyetinde yaşar. Kabilenin nüfusu 250.000 civarındadır. Totemleri bulunan ve inisiyatik bir örgütlenmesi
olan bu kabile, geleneklerini sözlü aktarım yoluyla sürdürmüştür. Tradisyonlarındaki astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki
bilgileri tüm astronomları şaşırtmıştır. Çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen bu ilkel insanlar, Dünya gezegeninin hareketlerini,
güneşin hareketini, Jüpiter’in uydularını olduğunu v.s bilmekteydiler.