83
Sophie ve Teabing'le birlikte Inner Temple Lane'de Jaguar limuzinden inerken Langdon'ın
Mickey Mouse saati yedi buçuğu gösteriyordu. Üçlü, binaların
oluşturduğu bir labirentten,
Mabet Kilisesi'nin dışındaki küçük bir avluya girmişlerdi. Kaba yontulmuş taş yağmurda
parlıyor ve binanın tepesindeki kumrular kuğuruyorlardı.
Londra'nın eski Mabet Kilisesi tamamıyla Caen taşından yapılmıştı. Dramatik dairesel
yapısı, insanın gözünü korkutan cephesi, ortadaki ufak kulesi ve tek taraftan çıkan nefiyle
kilise, bir ibadet yerinden çok askeri kaleleri andırıyordu. On Şubat 1185'te, zamanın Kudüs
Patriği Heraclius tarafından takdis edilen Mabet Kilisesi sekiz yüzyıl içinde, 1940 yılında ağır
hasar aldığı Luftwaffe bombardımanı hariç,
siyasi kargaşalardan, Büyük Londra
Yangını'ndan, Birinci Dünya Savaşı'ndan sağ kurtulmuştu. Savaştan sonra sade görkemine
yeniden kavuşturulacak şekilde onarılmıştı.
Çemberin basitliği, diye düşünen Langdon, ilk kez gördüğü binaya hayranlıkla bakıyordu.
Sade
ve basit mimari, İncelik kazandırılmış Pantheon'dan çok Roma'daki kaba Castel Saint-
Angelo'yu andırıyordu. Sağ taraftan çıkıntı yapan küçük müştemilat göz zevkini bozuyordu
ama asıl yapının orijinal pagan biçimini bozmaya yetmemişti.
Girişe doğru aksayarak ilerleyen Teabing, "Cumartesi sabahının erten saatleri ,” dedi.
"Yani uğraşmamız gereken hizmetlilerle karşılaşacağımızı sanmıyorum."
Kilisenin antresindeki taş nişin içinde geniş bir ahşap kapı vardı. Kapının sol tarafında
konser programlan ve kilise yardım ilanlarının asılı olduğu bir duyuru panosu yer alıyordu ve
kesinlikle oraya yakışmıyordu.
Panoyu okuyan Teabing kaşlarını çattı. "Ziyaretçiler için kapılar
bir kaç saat sonra
açılacak." Kapıya yaklaşıp açmayı denedi. Kapı yerinden oynamadı. Kulağını ahşaba
dayayarak içeriyi dinledi. Bir süre sonra geri çekildiğinde yüzünde sinsi bir ifade vardı.
Duyuru panosunu göstererek "Robert yardım programına bakar mısın? Bu hafta kim
başkanlık ediyormuş?" diye sordu.
Kapının vurulduğunu duyduğunda, içerideki papaz yardımcısı komünyon alanını
süpürmeyi yeni bitirmişti. Duymazlıktan geldi. Peder Harvey Knowles'ın kendi anahtarları
vardı ve daha birkaç saat gelmeyecekti. Kapıyı çalan meraklı bir turist ya da fakir olmalıydı.
Papaz yardımcısı temizliğe devam etti kapının vurulması kesilmemişti.
Okumanız yok mu?
Kapıdaki panoda, kilisenin cumartesi günleri saat dokuz buçuktan önce açılmadığı yazıyordu.
Papaz yardımcısı işine devam etti.
Birden kapıdaki yumruklama sesi, sanki biri metal bir tokmakla vuruyormuş gibi
gürültülü bir hal aldı. Elektrikli süpürgeyi durduran papaz yardımcısı sinirli adımlarla kapıya
yürüdü. İçerideki
kilidi çevirerek, kapıyı açtı. Kapıda üç kişi duruyordu.
Turistler, diye
mırıldandı. "Saat dokuz buçukta açıyoruz."
Liderleri gibi görünen iri cüsseli adam koltuk değneklerini kullanarak bir adım öne çıktı.
İngiliz Sakson aristokrat aksanıyla, "Ben Sir Leigh Teabing'im," dedi. "Şüphesiz farkında
olduğun gibi, dördüncü kuşaktan Bay ve Bayan Christopher Wren'e eşlik ediyorum." Yana
çekilerek, kolunu arkasındaki çekici çifte doğru uzattı. Kadının yumuşak yüz hatları ve gür
kızıl saçları vardı. Adam ise uzun boylu, koyu renk saçlı ve fazlasıyla tanıdıktı.
Papaz yardımcısı nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilmiyordu. Sir Christopher Wren,
Mabet Kilisesi'ne bağışta bulunan en ünlü isimdi. Büyük Yangın'ın sebep olduğu hasarın
onarılması için elinden geleni yapmıştı. Ayrıca on sekizinci yüzyıl başlarında ölmüştü. "Um...
sizinle tanışmak bana şeref verdi."
Koltuk değnekli adam kaşlarını çattı. "Satış işiyle uğraşmadığın ı bet olmuş genç adam,
hiç ikna edici değilsin. Peder Knowles nerede.
"Bugün cumartesi. Daha geç gelir."
Engelli adam yüzünü daha da buruşturmuştu. "Burada olacağını söyleşti ama öyle
görünüyor ki, bu işi onsuz yapacağız. Fazla uzun sürmez."
Papaz yardımcısı hâlâ kapının
önünde durarak, yolu kapatıyordu. “Affedersiniz,
ne uzun
sürmez?"
Ziyaretçinin gözleri kısıldı ve öne doğru eğilerek, kimseyi mahcup etmek istemiyormuş
gibi fısıldadı. "Genç adam, burada yeni olduğun belli Sir Christopher Wren'in torunları her yıl
buraya gelir ve kiliseye küllerinden bir tutam serper. Bu onun son isteği ve mirasıydı. Bu
geziden hiç kimse hoşlanmıyor ama elden ne gelir?"
Papaz yardımcısı birkaç yıldır burada çalıştığı halde bu geleneği daha önce hiç
duymamıştı. "Saat dokuz buçuğa kadar beklerseniz iyi olacak. Kilise henüz açılmadı, ben de
süpürmeyi bitirmedim."
Koltuk değnekli adam öfkeyle parladı. "Genç adam, bu
binada senin süpürebileceğin
herhangi bir şeyin kalmış olmasını, bu kadının cebindeki beyefendiye borçlusun."
"Affedersiniz anlayamadım?"
Koltuk
değnekli adam, "Bayan Wren," dedi. "Acaba bu münasebetsiz genç adama külleri
gösterebilir miydiniz?"
Kadın tereddüt ettikten sonra, adeta kendine gelmiş gibi elini süveterinin cebine götürdü
ve koruyucu kumaşa sarılmış küçük bir silindir çıkardı.
Koltuk değnekli adam, "Oldu mu, gördün mü?" diye atıldı. "Şimdi ya onun son isteğine
saygı gösterip, küllerini mabede serpiştirmemize izin verirsin ya da Peder Knowles'a bize
nasıl davrandığını anlatırım."
Peder Knowles'in kilise geleneğine bağlılığını... daha da önemlisi, bu tarihi mabede gölge
düşürecek bir şey olduğunda ne kadar öfkeleneceğini çok iyi bilen genç adam tereddüt etti.
Ama Peder Knowles bu aile bireylerinin geleceğini söylemeyi unutmuş olabilirdi. Eğer durum
buysa, onları geri
çevirmenin riski, içeri alma riskinden çok daha büyüktü.
Zaten en fazla bir
dakika alacağını söylediler. Ne kadar zarar verebilir ki ?
Papaz yardımcısı, üçlünün içeri girmesi için kenara çekildiğinde, olan bitene Bay ve
Bayan Wren'in de en az kendisi kadar şaşırdığına yemin edebilirdi. Kararsız bir halde işine
devam ederken bir yandan gözucuyla onları takip ediyordu.
Üçlü kilisenin içlerine ilerlerken Langdon kendini tutamadan gülümsedi. "Leigh," diye
fısıldadı. "Çok güzel yalan söylüyorsun."
Teabing gözlerini kırpıştırdı. "Oxford Tiyatro Kulübü. Hâlâ beni oynadığım Julius
Caesar'ı anlatırlar. Üçüncü perdenin ilk sahnesini kimsenin benden daha iyi oynadığını
sanmıyorum."
Langdon, ona baktı. "Ben o sahnede Caesar'ın ö
ldüğünü sanıyordum."
Teabing kendinden memnun bir şekilde sırıttı. "Evet ama yere düşünce benim ehramım
yırtılmıştı. Bu yüzden yarım saat boyunca sahnede yerde yattım. Buna rağmen tek bir kasımı
bile kıpırdatmadım. Muhteşemdim, inan bana."
Langdon yüzünü buruşturdu.
Kaçırdığıma üzüldüm.
Grup halinde ek binadan, ana kiliseye giden kemerli
yola girdiklerinde Langdon
gösterişsiz sadeliğe şaşırdı. Sunak, düz bir Hıristiyan şapelini andırdığı halde, geleneksel
süsleme izlerini taşımayan mobilyalar yalın ve soğuktu. "Kasvetli," diye fısıldadı.
Teabing sessizce güldü. "İngiltere kilisesi. Anglikanlar dinlerinde gösterişe kaçmazlar.
Dikkatlerini acılarından uzaklaştıracak hiçbir şey göremezsin."
Sophie kilisenin dairesel bölümüne giden geniş açıklığı gösterdi. "Burası kaleye
benziyor," diye fısıldadı.